Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Hz. Ömer'in Fazileti

Daraltma
Bu konu kapanmıştır.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: Hz. Ömer'in Fazileti

    Hz. Ebu Bekir gibi Hz. Ömer de, ilgili âyetin âmir hükmünü yerine getirerek işlerini meşveret (danışma) ile yürütmüş, bunun için Medîne'de daima bir heyet bulundurmuş, bunların Medîne'den ayrılmalarına -zaruret bulunmadıkça- izin vermemiştir. O devirde bu heyetin belirlenmesi biraz da tabîî olmuştur; imanı, ilmi, ahlâkı, İslâm'daki kıdemi ve hizmeti bakımından mesafe almış, başkalarından daha ileri bir seviyeye gelmiş kişiler halkın itimadını kazanmış olduklarından, şûrânın da tabîî üyeleri haline gelmişlerdir. Hz. Ömer'in danışmanlarla pekiştirdiği ve uyguladığı önemli ictihadlarından biri yeni fethedilen toprakların statüsü ile ilgilidir. Sûriye'den sonra Irak toprakları da fethedilince Hz. Ömer, bu toprakların, menkul ganimetler gibi savaşa katılanlar arasında paylaştırılmamasını, eski sahiplerinin ellerinde bırakılmasını ve bu toprakların gelirlerinden vergi (harâc) alınmasını, alınan harâcın, mevcut ve gelecek bütün müslümanların menfaatleri için sarfedilmesini uygun gördü. Ancak bu kanâatini açtığı zaman sert tepkilerle, itirazlarla karşılaştı. Bilâl b. Ebî-Rabâh, Abdurrahmân b. Avf gibi sahâbîler, halîfenin buna hakkı olmadığını, beşte biri alındıktan sonra geri kalan toprakların, taşınır ganîmetler gibi gazilere dağıtılması gerektiğini, bunun Kur'ân emri olduğunu (Enfâl: 8/41) ileri sürüyorlardı. Halîfe ise "Fethedilen topraklar gazilere dağıtılırsa yetimlerin, dulların, fakirlerin hali nice olur, sınırları ve bu toprakları kim korur?" diyordu. Meseleyi ashâbın ileri gelenleri ile istişare etti; Hz. Alî, Osman, Talha ve İbn Ömer gibi ashâb onu desteklediler. Sonra Ensâr arasından seçtiği on büyük ile istişare etti ve onların da tasviplerini aldı. Bütün bunlardan sonra kararını vererek ictihadını uygulama safhasına koydu. Böylece İslâm tarihinde yeni bir toprak rejimi, yeni bir vergi, yeni bir sosyal adâlet vâsıtası ortaya çıkıyor, ileride "askerî ıktâ", "mîrî arâzî" vb. isimlerle devreye girecek olan toprak rejimlerinin de temeli atılmış oluyordu.(48) Hz. Ömer'in bu ictihadını fey (Haşr: 59/6, 7) ve enfâl (Enfâl: 8/1) âyetlerine dayandırdığını ileri sürenler olmuştur. Kanâatimize göre lâfzî yorum kaideleri müctehidi bu sonuca götüremez; çünkü ganîmet âyeti (Enfâl: 8/41), düşmandan alınan malların -beşte birinin devletçe alınıp özel yerlerine sarfedileceğini, geri kalanların ise gazilere ait bulunduğunu ifade etmektedir. Dağıtmanın taşınır mallara, devlet adına vakfetmenin taşınmazlara ait olduğuna ait naklî bir delil de yoktur. Bu sebeple Hz. Ömer gâî yorum ile (Şâri'in maksadını göz önüne alarak) bu sonuca varmıştır: Aslında bütün mallar ve bu arada ganimet Allah'a aittir. O'nun mülküdür, bunun bir kısmının savaşanlara dağıtılması teşvik maksadına, bu da dinin ve ülkenin korunması gayesine yöneliktir. Bu teşvik kayıtsız şartsız uygulandığında asıl maksada aykırı düşecek ve gerek toplumun ve gerekse ülkenin zararına olacaksa uygulamayı maksada göre ayarlamak gerekir... Hz. Ömer'in, kendisine itiraz edenlere karşı âyet okumayıp, "yetimler, dullar, fakirler ne olacak, sınırları ve malları kim koruyacak" demesi de bu kanâatimize delil teşkil etmektedir.
    Hz. Ömer yalnızca danışma yapmak, işleri danışma esasına göre yürütmekle kalmamış, aynı zamanda danışma meclisinin kuruluşu ve işleyişi ile ilgili kaideler de koymuştur. Yaralanıp vefat edeceği anlaşılınca kendisinden, bir halîfe namzedi göstermesi (istihlâf yapması) istenmişti. "Bu iş için, Allah Rasûlü'nün kendilerinden hoşnut olarak gözlerini kapadığı şu altı kişiden daha lâyıkı yoktur" dedi ve "Hz. Alî, Osmân, Talha, Zübeyr, Abdurrahmân b. Avf ve Sa'd b. Ebî Vakkâs"ın isimlerini saydı; "bunların hangisi seçilirse benden sonra halîfe odur" dedi. Kendi oğlu Abdullah'ı da, seçilmemek şartıyle onlara müşavir olarak tayin etti. İslâm tarihinde "şûrâ üyeleri: ashâbu'ş-şûra" diye anılan bu altı kişiye de şu talimatı verdi: Aranızda danışma yapın ve halîfe namzedini tayin edin. Eğer altı kişi, ikişerli üç gurup halinde ihtilâf ederlerse yeniden şûraya başvurun. Dört kişi bir tarafta, iki kişi bir tarafta olursa çoğunluğun reyini kabul edin. Şûrâ üçer kişilik iki gurup halinde ihtilâf ederlerse, başkan Abdurrahman b. Avf'ın bulunduğu tarafın reyini kabul edin ve uygulayın... Ayrıca Ebû-Talha'yı çağırtarak "yanına elli kişilik bir güç almasını, şûrânın güvenlik içinde çalışmasını ve üç gün içinde işlerini bitirmelerini sağlamasını" istedi. Bilindiği üzere Hz. Ömer tarafından kurulan bu ilk "başkan namzedi tesbit şûrası" danışma sonunda Hz. Osman üzerinde karar kılmışlar ve kendilerinden başlamak suretiyle ümmet ona bey'at etmiştir.(49)
    hayat akşamlıdır...

    Yorum


      Ynt: Hz. Ömer'in Fazileti

      Hz. Ömer zamanında fetihler çoğalmış ve devletin geliri de önemli ölçüde artmıştı. Daha önceleri gelirler, devletin hissesi çıkarıldıktan sonra dağıtılırdı; devletin hissesi de, Kur'ân-ı Kerîm'in talimâtına göre -Rasûlullah ailesine, muhtaç yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve ordunun ihtiyacına- sarfedilir, geriye bir şey bırakılmazdı (beytülmal da yoktu). Hz. Ömer çeşitli kaynaklardan elde edilen gelirlerin sarfı zaman alacağı ve bunları bir müddet elde tutmak gerektiği için beytülmalı (devlet hazînesini) kurdu. Dağıtılması gereken malın tesbiti, dağıtılacak kişilerin ve hisselerinin hesaplanması vb. işler bir teşkilâtın kurulmasını zaruri kılıyordu. Halîfe bu konuyu istişâre etti. İşleri olduğu gibi bırakmasını ileri sürenlere karşı, Sûriye ve İran'da gördüklerinden bahseden ve onların yaptığı gibi gelir ve gideri, hak sahiplerini, askeri yazıp tesbit edecek, gerekli kontrolleri yapacak bir kurumun meydana getirilmesini teklif edenlerin görüşlerini kabul etti ve "dîvân" adıyle bunu gerçekleştirdi.(50)
      Hz. Ömer'in, devletin fonksiyonu, insan hakları ve hürriyetleri, insanların eşitliği, sosyal adâlet ve dayanışma konularındaki şu sözleri, düşünce ve tasarrufları günümüzde dahi çok ileri bir seviyeyi temsil etmektedir:
      Dağıtılacak mal gelmişti, Hz. Ömer kalabalığın hücumuna uğrayan malın dağıtımına bizzat nezaret ediyordu, geriden Sa'd b. Ebî-Vakkas geldi (İslâm'dan önce ve sonra büyük itibar sahibi, ileri gelen kişilerden biri olarak) halkı yardı ve Hz. Ömer'e ulaştı, Halîfe kırbacı ile onu geri iteledi ve şöyle dedi: "Sen Allah'ın yeryüzündeki otoritesinden çekinmeksizin ilerleyip geldiğin için sana, Allah'ın otoritesinin senden çekinmeyeceğini göstermek istedim."
      Dîvanı kurup askerleri ve hak sahiplerini yazdırmaya başlayınca kendi kabilesinden bir gurup gelerek "Sen halîfesin, kendini ve kabileni, Hz. Peygamber'den hemen sonraki sıraya yazdırman gerekir" dediler. Hz. Ömer Onlara şu cevabı verdi: "Beni manen iflâs ettirmek için sırtımdan geçinmek mi istiyorsunuz?.. Araplar, Rasûlullah (s.a.) sebebiyle (O'nun sâyesinde) şeref kazanmışlardır. Ona soy bakımından ne kadar yakın olursak olalım, Allah'a yemin ederim ki, diğer milletler iyi amel (iş, ibâdet, davranış) ile gelir de biz amelsiz gelirsek, kıyamet gününde onlar, Hz. Peygamber'e bizden yakın olacaklardır. Kişi soya (kan bağına) bakmaz, Allah'ın rızası için amel eder; amelinin geride bıraktığı kimseyi, soyu sopu ileri götüremez."
      Birisi, Hz. Ömer'e "Sen yiyecek, giyecek ve binecek şeylerin en iyisine lâyıksın" demişti, ona şu cevabı verdi: "Benimle halkın misali, birlikte yola çıkan bir guruptur; bunlar yiyeceklerini toplayıp içlerinden birine teslim etseler ve yiyecek işini sen idare et deseler, bu kişi, kendisi için, diğerlerinden farklı şeyler ayırabilir mi?" Muhâtabı "Hayır Ey Mü'minlerin Emîri!" dedi ve Hz. Ömer devam etti: "İşte biz de onlar gibiyiz. Ben memurlarımı sizi dövsünler, namus ve şerefinize dil uzatsınlar, haksız yere malınızı alsınlar diye tayin etmedim; onları tayin edip size gönderdim ki, Allah'ın Kitâbını ve Peygamberimizin sünnetini size öğretsinler. Her kime memuru haksızlık ederse, hakkını alabilmem için -izin almadan- doğrudan bana başvursun." Amr b. Âs sordu: "Bir vâlî, halktan birini tedib etse (âsayiş vb. için re'sen cezalandırsa) ona kısas uygular mısınız yâ Emîre'l-mü'minin?" Halîfe cevap verdi: "Rasûlullah kendini bile kısasen cezalandırmaya teşebbüs eder de ben vâlîye kısas uygulamaz olur muyum?"
      Hz. Ömer aynı talîmatı, her hac mevsiminde toplantıya çağırdığı bürokratlarına şöyle tekrarlardı: "Ey insanlar! Ben memurlarımı sizi dövsünler, mallarınızı ellerinizden alsınlar diye göndermedim; onları, aranızda düzen ve âsâyişi sağlamaları ve hakkınızı size paylaştırmaları için gönderdim..."
      hayat akşamlıdır...

      Yorum


        Ynt: Hz. Ömer'in Fazileti

        Şu levhalık sözler de Hz. Ömer'e aittir:
        "Benim herhangi bir memurum birisine haksızlık eder de ben bunu öğrendiğim halde düzeltmezsem, haksızlığı ben yapmış olurum."
        "Fırat kıyısında bir deve zâyi olup ölse, Allah'ın bunu benden sormasından korkarım."
        Büyük Halîfe, vefatından dört gün önce şunları söylemişti: "Allah sağlık verirse -yapacağım düzenleme ve uygulamalar sonunda- Irak'ın dullarını, benden sonra hiçbir kimseye muhtaç olmayacak duruma getireceğim."(51)
        Adâletin tevzîi için ilk defa kadı (hâkim) tayin edip gönderme tasarrufu da Hz. Ömer'e aittir. Bu arada Ebû-Mûsâ el-Eş'arî'yi de Basra'ya kadı olarak göndermişti, ona yazdığı bir mektup,(52) İslâm kazâ müessesesi ve muhâkeme usûlünün prensiplerini, çerçeve halinde ifade etmektedir; tasarruflarının son örneğini işte o çerçeve teşkil edecektir:
        "Şüphesiz kazâ (adâletin tevzîi) kesin bir farz (ödev) ve uygulanmış, uyulmuş bir sünnettir. Sana bir dâva getirildiği ve iddiâ açıklandığı zaman dinle ve anla, durum ortaya çıkınca hükmet ve hükmü icra eyle; çünkü icra ve infâz edilmedikçe hakkı açıklamanın bir faydası yoktur. Davranışın, huzurunda verdiğin yer ve adâletin bakımından insanları birbirine eşit tut ki, asâlet sahibi, kendisi için başkasına haksızlık edebileceğini ummasın, zayıf (yoksul, arkasız) olan kişi de, adâletinden ümidini kesmesin. Şâhit ve delil getirmek dâvacıya, yemin ise dâvalıya ait (bir yükümlülüktür.) Haramı helâl, helâli de haram kılan neviden olmamak üzere müslümanlar arasında sulh (anlaşma) caizdir. Daha önce hükmedip de bugün yeniden düşündüğün (ictihad ettiğin ve doğrusunu bulduğun) zaman, daha önce başka türlü hükmetmiş olman, seni doğruya dönmekten alıkoymasın, çünkü hakkın kıdemi vardır (hak her şeyden öncedir) ve hakka dönmek, bâtılda kalmaktan hayırlıdır. Kitâb ve Sünnet'te hükmü bulunmayan bir mesele gelir de üzerinde tereddüt edersen onu iyice anlamaya çalış, sonra onun emsâli ve benzeri olan hâdiselerin hükmünü araştırıp öğren ve hadiseleri, benzerlerine kıyas ederek hükme bağla. Mahkemede ortaya çıkmamış bir hakkı veya delili olduğunu ileri süren kişiye, ona ulaşabileceği bir süre ver, eğer delilini getirebilirse onun hakkını başkalarından alır, kendisine verirsin, şahit ve delil getiremezse aleyhine hükmetmek senin için helal olur; şüpheyi ortadan kaldıracak ve körlüğü giderecek en iyi usul budur. İffete iftira etmekten mahkûm olmuş, yahut yalancı şahitlik yaptığı sabit olmuş, yahut da -şahitlik edeceği kişi ile kendi arasında- akrabalık, yakınlık bulunan kişiler müstesnâ olmak üzere, müslümanlar, birbirine karşı şahitlik bakımından udûl (dürüst, şahitliğe ehil) kabul edilirler. Allah Teâlâ (iyi niyetle yapılan) yeminleri bağışlamış, delil ve şahitler sâyesinde kişiye yöneltilen haksızlık ve suçlamaları gidermiştir. Dâvanın taraflarına karşı sabırsız davranmaktan, can sıkıntısından, oflayıp poflamaktan sakın; çünkü hakkın, kendine ait yerlere yerleşmesi (muhâkeme sonunda hakkın yerini bulması) sebebiyle Allah kişinin sevabını artırır ve şânını yüceltir. Allah'ın selâmı üzerinize olsun."


        Kaynak: Hayrettinkaraman

        43. Buhârî, Menakıb, 6.
        44. Buhârî, age, 6.
        45. Hz. Ömer'in muvâfekatı diye ifade edilen böyle yirmi küsur örnek vardır; bak. Aynî, Umde, C. II, s. 318; A. Na'îm, Tecrîd Terc., C. II, s. 346. Süyûtî, Târîhu'l-hulefâ, s. 122 vd.
        46. Buhârî, Menâkıb, 5.
        47. age. s. 136 vd.; Krş. İbn Sa'd, Tabakât, C. III, s. 281-284.
        48. Ebû-Yûsüf, K. el-Harâc, s. 24 vd; H. Karaman, İslâmın Işığında..., C. I, s. 138 vd.
        49. İbn Sa'd, age., C. III, s. 61, 338; İbn Haldûn, Mukaddime, C. II, s. 612.
        50. İbn Sa'd age., C. III, s. 295; İbn Haldûn, age., Kahire, 1401, C. II, s. 676; Süyûtî, age., s. 143.
        51. Son kısmın kaynağı: İbn Sa'd, Tabakât, C. III, s. 287, 293, 295, 305, 337.
        52. Bu mektûbun, gerçekten Hz. Ömer tarafından yazdırılmış olup olmadığı konusunda farklı görüşler ve iddiâlar vardır. Zâhiriyye mezhebi salikleri -mektup kıyâsa cevaz verdiği için- bunun uydurma olduğunu ileri sürmüşlerdir. Genellikle ulemâ, mektubun Hz. Ömer'e ait olduğunu kabul etmişler, İbn Kayyim gibi bazıları bunu yüzlerce sayfa şerhetmişler ve üzerine hükümler bina etmişlerdir. Bize göre, mektubu bizzat Hz. Ömer yazdırmamış bulunsa dahi o devirde ortaya çıkmış ve uygulamayı aksettiren bir metin söz konusudur ve mektup bu bakımdan da büyük önem arzetmektedir. İddiâlar ve metin için bak. İbn Haldûn, Mukaddime, A. Vâfî neşri, 682. dipnotu
        hayat akşamlıdır...

        Yorum


          Ynt: Hz. Ömer'in Fazileti

          Hz. Ömer dünyadayken cennetle müjdelenen sahabilerdendir. Ayrıca Peygamber Efendimiz hayattayken, Hz. Ömer'in savunduğu fikirlerini doğrulayan ayetler inmiştir. (Müslim, Fedâilüs-Sahabe, II; Suyûtî, 137-140).

          Bu nedenle onun hakkında ileri geri konuşmak asla caiz değildir. Allah'ın cennetlik dediği ve görüşünü doğrulamak için ayet indirdiği bir zat hakkında dedikodu yapmak hiç bir müslümana yakışmaz.
          hayat akşamlıdır...

          Yorum


            Ynt: Hz. Ömer'in Fazileti

            [b]İlmi

            Hz. Ömer'in fıkıh ilminde ayrı bir yeri vardır. O, her yönüyle devleti teşkilatlandırmaya çalışırken diğer taraftan da bu teşkilatlanmanın alt yapısı olan ilmî gelişmeyi sağlayabilmek için gayret sarfediyordu. Fıkıh usulünün oluşumu Hz. Ömer (r.a) ile başlar. Fıkıh ilminin temellerini meydana getiren kaideleri, karşılaştığı kazâî ve idarî meseleleri çözüme kavuştururken takip ettiği yöntemlerle belirlemeye başlamıştır. Ondan sahih senetlerle rivayet olunan fıkhî hükümlerin sayısı birkaç bini bulmaktadır. Hz. Ömer'in içtihadlarının İslâm hukuku açısından çok büyük bir önemi vardır ve Resulullah (s.a.s)'ın hadislerinden başka hiç bir şey onun bu içtihadlarının üzerinde değildir (Muhammed Revvâs Kal'acı, Mevsuatu Fıkhı Ömer b. el-Hattab, 1981, 8; Bu kitabta Hz. Ömer'in Fıkhî içtihadları bir araya toplanarak ansiklopedik bir tarzda tasnif edilmiştir).

            Hz. Ömer (r.a), Hadis rivayeti konusunda çok titiz davranmıştır. O, Peygamber (s.a.s)'den hadis rivayet eden bazı kimseleri sorguya çekmiş, onlardan rivayet ettikleri hadisler için şahid istemişti. Hz. Ömer'in kendisinden beş yüz otuz dokuz hadis rivayet edilmiştir (Suyutî, 123).

            Ayrıca o, Kur'an-ı Kerim'in te'vil ve tefsirinde ilim sahibiydi. İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, kendisine Resulullah (s.a.s) hayattayken kimlerin fetva verdiği sorulduğunda: "Ebu Bekir ve Ömer'den başkasının fetva verdiğini bilmiyorum" karşılığını vermişti (H.İ. Nasan, İslâm Tarihi, İstanbul 1985, I, 319).

            Şahsiyeti Hz. Ömer, inandığı şeyi yerine getirme hususunda şiddetli davranmakla tanınır. O, müslüman olmadan önce ilk iman edenlere karşı sert muamele etmişti. Müslüman olduktan sonra ise bu sertliği İslâm'ın lehine müşriklere karşı yönelmiştir.

            Hz. Ömer Halife olduktan sonra da doğruların uygulanması ve hakkın elde edilmesi konusunda titiz davranmaya ve en ufak ayrıntıları bile bizzat takip etmeye aşırı dikkat göstermiştir. O, bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman ilk önce kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini bir araya toplayarak onlara şöyle derdi; "Şunu ve şunu yasakladım. İnsanlar sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler. Allah'a yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha fazlasıyla cezalandırırım".

            Sert bir mizaca sahip olmasına rağmen insanlara karşı oldukça mütevâzî davranırdı. Geniş toprakları, güçlü orduları olan bir devletin başkanı olması onu diğer insanlar gibi mütevazî ve sade bir hayat yaşamaktan alıkoyamamıştır. Pahalı, lüks elbiseler giymekten kaçınır, diğer insanlar gibi gerektiğinde alelade işlerle uğraşmaktan çekinmezdi. Tanımayan kimse onun müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı. Çünkü çoğu zaman giydiği elbise yamalarla doluydu.

            Hz. Ömer güçlü bir hitabet kudretine sahipti ve konuşurken beliğ bir uslubla konuşurdu. Onun üstün kabiliyeti yazı için de geçerliydi. Valilerine yazmış olduğu talimatları ve mektupları Arap dili için bir numune addedilmekteydi. Hz. Ömer şiire de ilgi duyan ve şiir zevki olan sahabilerden birisidir. Çok sayıda Arap şairlerinin şiirlerini ezberlemiş, az da olsa şiir yazmıştır.

            Hz. Ömer ibadet ederken bütün benliğiyle Rabbine yönelirdi. Halife olduktan sonra gündüz işlerinin yoğun olmasından dolayı nafile namazlarını gece kılar, ev halkını sabah namazına; "ve namazı ailene emret" (Tâhâ, 20/132) mealindeki ayeti okuyarak uyandırırdı. O, her sene haccetmeyi asla ihmal etmez ve hac farizasını yerine getirmek için Mekke'ye gelen hacılara bizzat riyaset ederdi. Rabbine karşı duyduğu sorumluluğun altında öylesine ezilirdi ki, kıyamet günü hesaptan, cezasız kurtulmayı başarabilirse sevineceğini söylerdi. O, ölüm döşeğinde bu endişesini şu anlamdaki bir beyitle dile getiriyordu:

            "Müslüman oluşum, namazları kılıp, orucu tuttuğum müstesna, nefsime zulmetmiş bulunuyorum" (Şıblî, a.g.e., II, 373).[/b]
            hayat akşamlıdır...

            Yorum


              Ynt: Hz. Ömer'in Fazileti

              [b]Hz. Ömer (r.a)'in, şahsi hayatı oldukça sadeydi. Hz. Ömer (r.a), Bizans ve İran'a karşı büyük ordular sevkeden ve onları tarihlerinde pek nadir tattıkları sürekli yenilgilerle perişan eden güçlü ve muktedir bir devletin başkanıdır. Ama o buna rağmen yamalı elbiseler, eskimiş sarık ve yırtık ayakkabılarla hayatını sürdüren bir kişidir. O, bazen dul bir kadına su taşırken görülür, bazan da günün yorgunluğunu hafifletmek için mescid'in çıplak zemini üzerinde uyuduğuna şahit olunurdu. Medine'den Mekke'ye çok sayıda yolculuk yapmış olduğu halde hiç bir zaman yanına çadır almamış ve yolda, bir çarşafı dalların üzerine gererek basit bir şekilde dinlenmeyi tercih etmiştir. Yine bir gün, Ahnef b. Kays yanında Arapların ileri gelenlerinden bazı kimselerle birlikte Hz. Ömer (r.a)'i ziyarete gitmiş; onu, elbisesinin eteklerini beline sıkıştırmış olduğu halde koşar bir vaziyette bulmuştu. Ömer (r.a), Ahnef'i gördüğünde ona; "Gel de kovalamaya katıl. Devlete ait bir deve kaçtı. Bu malda kaç kişinin hakkı olduğunu biliyorsun" dedi. Bu esnada biri ona neden kendini bu kadar üzdüğünü ve deveyi yakalamak için bir köleyi görevlendirmediğini söyleyince O; "Benden daha iyi köle kimmiş?" diyerek karşılık vermiştir (Şıblî, a.g.e., I, 384-385). Günlük yaşayışını gösteren bu örnekler, Hz. Ömer (r.a)'ın ümmetin sorumluluğunu üstlenen kimselerin yüklenmiş oldukları görevleri ne şekilde yerine getirmeleri ve makamlarının cazibesine kapılıp sıradan insanların yaşayış tarzından kopmadan hükmetmeleri gerektiğini, çağları aşan bir örnek sergileyerek ortaya koymuştur. Bir devlet başkanı ancak bu şekilde, insanlardan ve onların günlük yaşamlarından kopmadan âdil bir yönetim kurabilir. Hz. Ömer (r.a)'a âdil sıfatını kazandıran, onun bu şekilde İslâm'ı yeryüzüne hakim kılma yolunda varlığını ortaya koymuş olmasıdır. Hz. Ömer (r.a) geçimini ticaretle temin ederdi. Bunun yanında Peygamber (s.a.s)'in Medine'de ona bazı tarlalar verdiği de bilinmektedir. Hayber'in fethini müteakip burada ele geçirilen araziler, savaşa katılanlar arasında taksim edilmişti. Ancak, Hz. Ömer (r.a) kendi payına düşen araziyi vakfetmiş ve bir vakıf şartnamesi de düzenlemişti: "Bu arazi satılamaz, hibe edilemez ve miras yolu ile sahip olunamaz; geliri fakirlere, akrabaya, kölelere, Allah yolunda, yolcu ve misafirlere harcanacaktır. Vakfı yöneten kişinin ölçülü olarak yemesinde ve yedirmesinde bir sakınca yoktur" (Buharî, Şurût, 19). İslâmda ilk vakıf olayı budur.

              Halife olduktan sonra, devlet işleriyle uğraşmasından dolayı kendi iaşesinin temini için Ashab'a müracaat etmiş, Hz. Ali (r.a)'ın teklifine uyularak ona ve ailesine normal ölçülerde devlet malından geçim imkânı sağlanmıştı. H. 15 yılında müslümanlara maaş bağlandığı zaman, ona da ileri gelen Ashab'a verilen miktarda, beş bin dirhem maaş tayin edilmişti. Ancak onun günlük gideri çok mütevazi meblağdı. Ömer (r.a), yemek olarak genellikle şunları yerdi: Ekmek (buğdaydan olduğu zaman kepekli), bazen et, süt, sebze ve sirke.

              Hz. Ömer (r.a)'ın fazileti ve üstünlüğü hakkında çok sayıda sahih hadis bulunmaktadır. Hz. Ömer din konusunda o kadar tavizsizdi ki, şeytanlar bile onunla karşılaşmaktan çekinirlerdi. Bir defasında Resulullah (s.a.s)'in yanına gitti. Resulullah (s.a.s)'dan bir şey istemek için orada bulunan kadınlar, Hz. Ömer'in sesini duyduklarında hemen kalkıp perdenin arkasına geçtiler. Hz. Ömer içeri girdiğinde Resulullah (s.a.s) gülüyordu. Hz. Ömer ona; "Allah yaşını güldürsün ya Resulullah" dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s); "Şu benim yanımda olanlara şaşarım. Senin sesini işitince perdeye koştular" dediğinde Hz. Ömer; "Ya Resulullah, onların çekinmesine sen daha layıksın" dedi. Sonra da kadınlara dönerek; "Ey nefislerinin düşmanları! Resulullah (s.a.s)'den çekinmiyorsunuz da benden mi çekiniyorsunuz?" diyerek onlara çıkıştı. Kadınlar; "Evet. Sen Resulüllah (s.a.s)'den sert ve haşinsin" dediler. Resulullah (s.a.s), Nefsim yed-i Kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, şeytan sana bir yolda rastlamış olsa, mutlaka yolunu değiştirirdi" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 22).[/b]
              hayat akşamlıdır...

              Yorum


                Ynt: Hz. Ömer'in Fazileti

                [b]Başka bir rivayette Resulullah (s.a.s) onun için şöyle buyurmuştu:

                "Gökte bir melek bulunmasın ki Ömer'e saygı duymasın. Yeryüzünde ise bir şeytan bulunmasın ki Ömer'den kaçmasın" (Suyûtî, a.g.e., 133).

                Resulullah (s.a.s), hakkı görmek ve onu tatbik etmek konusunda Ömer (r.a)'ın üstünlüğünü şöyle ifade etmekteydi: "Sizden önce geçen ümmetlerde bazen ilham sahipleri bulunurdu. Eğer benim ümmetimde onlardan biri bulunursa, Ömer b. Hattab onlardandır" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, II). Bu, Hz. Ömer (r.a)'ın işlerinde ve verdiği kararlarda isabetli davranmasını bir anlamda açıklar niteliktedir. Nitekim Resulullah (s.a.s); Allah doğruyu Ömer'in lisanı ve kalbi üzere kılmıştır" (Üsdül-Ğâbe, IV, 151; Suyutî, 132) demektedir. Bir defasında da Hz. Ömer'i göstererek şöyle demişti: Bu aranızda yaşadığı sürece, sizinle fitne arasında kuvvetlice kapanmış bir kapı bulunacaktır" (Suyûtî, aynı yer).

                Ömer (r.a)'ın bu durumunu bazı konularda inen ayetlerin daha önce onun gösterdiği doğrultuda olması da te'yid etmektedir. Hz. Ömer şöyle demiştir: "Rabbime üç şeyde muvafık düştüm: Makam-ı İbrahim'de, hicab'da ve Bedir esirlerinde" (Müslim, Fedâilüs-Sahabe, II). Hz. Ömer ötekileri zikretmemiştir. Örneğin münafıkların cenaze namazını kılmaması için Resulullah (s.a.s)'e inen ayet bunlardan biridir (bk. Müslim, aynı bab; Hz. Ömer (r.a)'ın görüşleri doğrultusunda nâzil olan ayetler için bk. Suyûtî, a.g.e., 137-140).[/b]
                hayat akşamlıdır...

                Yorum


                  Ynt: Hz. Ömer'in Fazileti

                  Hz. Ömer Döneminde İslam Devleti ve Fetihler


                  Resulullah (s.a.s)'ın sağlığında Arap yarımadası İslâmın hakimiyetine boyun eğdirilmiş ve insanlar bölük bölük ihtida ederek müslümanlarla bütünleşmişlerdi.

                  Bunun peşinden Resulullah (s.a.s), İslam tebliğinin insanlara ulaştırılmasının önünde bir set teşkil eden, müşrik zalim güçlerden biri olan Bizans imparatorluğuna karşı askerî seferleri başlatmıştı. Ebû Bekir (r.a), Resulullah (s.a.s)'ın vefatından hemen sonra ortaya çıkan Ridde hareketlerini bastırdıktan sonra, Bizans hakimiyetindeki topraklara askerî akınlar başlatmış, öte taraftan çağın despot devletlerinden ikincisi olan İran imparatorluğuna karşı da askerî faaliyetlere girişmişti. Hz. Ömer (r.a)'in üzerine düşen, bu siyaseti devam ettirmekten ibaretti. Hz. Ömer bir taraftan Suriye'nin fethinin tamamlanması için gayret gösterirken, öte taraftan İran cephesinde netice almak için ordular sevkediyordu. Kadisiye savaşıyla İran ordusu hezimete uğratılmış ve Kisrâ, saraylarını İslam ordusuna terk ederek doğuya kaçmak zorunda kalmıştı. Peşpeşe gönderilen ordularla İranın bazı bölgeleri savaş ile, bazı bölgeleri de sulh yoluyla İslam'ın hakimiyetine boyun eğdirilmişti. Kuzeye yönelen Muğîre b. Şu'be, Azerbaycanı sulh yoluyla ele geçirmişti. Ermenistan bölgesi fethedilen yerler arasındaydı.

                  Suriye'nin fethi tamamlandıktan sonra bu bölgedeki askerî harekât batıya doğru kaydırıldı. Etraftaki şehir ve kasabalar fethedildikten sonra Kudüs kuşatma altına alındı. Şehirdeki hristiyanlar bir süre direndilerse de sonunda barış istemek zorunda kaldılar. Ancak, komutanlardan çekindikleri için şart olarak şehri bizzat halifeye teslim etmek istediklerini bildirmişlerdi. Durum Ebu Ubeyde tarafından bir mektupla Hz. Ömer (r.a)'a bildirildi. Hz. Ömer (r.a) Ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten sonra, Medine'den komutanlarıyla buluşmayı kararlaştırdığı Cabiye'ye doğru yola çıktı. Cabiye'de yapılan bir anlaşmadan sonra Hz. Ömer, bizzat Kudüs'e kadar giderek şehri teslim aldı (H.16-M. 637). Hz. Ömer (r.a) kısa bir müddet Kudüs'te kaldıktan sonra Medine'ye geri döndü.

                  Bu arada İran cephesinde durumlar karışmaya başlamıştı. Hz. Ömer, bölgede bulunan orduları takviye ederek İran meselesini kesin bir sonuca bağlamaya karar verdi. Hicri 21 yılında başlayan ve sürekli takviye edilen akınlarla Azerbaycan ve Ermenistan da dahil olmak üzere, Horasan'a kadar bütün İran toprakları İslam devletinin sınırları içine alınmış ve Fars cephesinde askerî harekâtlar tamamlanmıştı.

                  Öte taraftan Amr b. el-As, hazırlayıp uygulamaya koyduğu harekât planıyla Mısır'ı fethetmeyi başarmış, müslümanları Mısır'dan geri püskürtmek için İskenderiyede hazırlıklara girişen Bizanslıların üzerine yürüyerek burayı ele geçirmişti (H. 21). Böylece Suriye'den sonra, Mısır'da da Bizans'ın hakimiyetine son verilmiş oluyordu (Şibli Numanî, Bütün yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, Terc. Talip Yasar Alp, İstanbul t.y., I, 285-286).

                  İslam ordularının fethettiği bölgelerdeki halk, müslümanlardan gördükleri müsamaha ve âdil davranışlardan etkilenerek kitleler halinde İslâma giriyorlardı. Asırlarca Bizans ve İran devletlerinin zulmü altında ezilen, horlanan topluluklar İslâmın kuşatıcı merhameti ile yüz yüze geldiklerinde müslüman olmakta tereddüt göstermiyorlardı. Kendi dinlerinden dönmek istemeyenler ise hiç bir baskıya maruz kalmadıkları gibi, geniş bir inanç hürriyetine kavuşuyorlardı.

                  Hz. Ömer, bir taraftan İslâmın insanlığa tebliğinin önündeki engelleri kaldırmak için ordular sevkederken, öte taraftan da henüz müesseselerine kavuşmamış bulunan devleti teşkilatlandırmaya çalışıyordu.

                  Hz. Ömer'den önce, orduya katılan askerler ve bunlara dağıtılan paralar belirli defterlere yazılıp kayıt altına alınmazdı. Bu durum normal olarak bazı karışıklıkların çıkmasına sebep olur, gelir ve giderlerin hesabı yapılamazdı. İlk zamanlar buna pek ihtiyaç da yoktu. Ancak devletin sınırları genişlemiş ve bu geniş coğrafya içerisinde devletin etkinliğini sağlayabilmek için idarî düzenlemeler yapılması zarureti doğmuştu. O, ilk olarak askerlerin kayıtlarının tutulduğu ve fey ve ganimet gelirlerinin dağıtımının kaydedildiği "divan" teşkilatını kurdu.

                  Ayrıca, Suriye ve Irak'ta bulunan divanlar varlıklarını korumuşlardır. Bunlar vergilerin toplanması ile alakalı çalışmaları yürütmekteydiler. Suriye ve Irak'taki divanlar her ne kadar İran ve Bizans malî teşkilatından kalma idiyse de, onun Medine'de tesis ettiği divan hiçbir yabancı tesir söz konusu olmaksızın, ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamak için kurulmuştur.

                  Hz. Ömer, feyden elde edilen gelirlerden verdiği atıyyeleri bir gruplandırmaya tabi tutmuştur.

                  Hz. Ömer, yargı (kaza) işlerini bir düzene koymak için valilerden ayrı ve bağımsız çalışan kadılar tayin eden ilk kimsedir. O, Kufe'ye, Şureyh b. el-Haris'i, Mısır'a da Kays b. Ebil-As es-Sehmî'yi kadı tayin etmiştir. Onun Medine'deki kadısı Ebû Derda (r.a)'dır. Bu dönemin tanınmış kadılarından birisi de Ebu Mûsa el-Eşari'dir. Hz. Ömer, tayin ettiği kadılara, görevlerini ne şekilde ifa etmeleri gerektiğine dair talimatlar verir ve onların bu çerçeve dışına çıkmamalarını tenbihlerdi (Mustafa Fayda, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1986, II, 176-177).

                  Hz. Ömer (r.a)'ın, üzerinde titizlikle durduğu ve asla müsamaha göstermediği en önemli konu adâlet meselesiydi. O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir ayırım gözetmeden hakların sahiplerine verilmesi için çok şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun yanında bir köle ile efendisi arasında bir fark yoktur.

                  O, her tarafta adâletin eksiksiz yerine getirilmesi, muhtaç ve yoksul kimselerin gözetilmesi için ülkenin en ücra köşelerindeki durumlardan zamanında haberdar olmak için imkân oluşturmaya çalıştı. O, muhtaç kimseler konusunda din ayırımı gözetmemiş, hristiyan ve yahudilerden olan yoksullara da yardımlarda bulunmuştur.

                  Devletin temel görevlerinden birisi ilmin insanlara ulaştırılmasıdır. Hz. Ömer, fethedilen bölgelerde okullar açmış, buralara müderrisler tayin etmiş ve Kur'an-ı Kerim'i okumak ve onunla amel edebilmek için gerekli olan eğitimin verilmesini sağlama yolunda gayret sarfetmiştir. İslâm'ın, müslüman olan insanlara öğretilmesi ve tebliğ çalışmalarının yürütülmesi için sahabîlerden ve diğer âlimlerden istifade etmiş ve onları değişik bölgelerde görevlendirmiştir. Kur'an, Hadis ve Fıkıh öğretimi ile uğraşan bu âlimlere büyük meblağlar tutan maaşlar bağlamıştır. Hz. Ömer, devletin her tarafında camiler inşa ettirmişti. Onun zamanında dört bin tane cami yapılmış olduğu rivayet edilmektedir (Ahmed en-Nedvi, Asrı Saadet, Terc. Ali Genceli, İstanbul 1985, I, 317).

                  İlk defa bir takvimin kullanılmasına Hz. Ömer zamanında ihtiyaç duyulmuş ve böylece Hicret esas alınarak oluşturulan takvimle devlet işlerinde tarihleme açısından ortaya çıkan problemler ortadan kaldırılmıştır (H. 16).

                  İslâm devleti, bağımsız bir devlet olmasına ve çok geniş bir coğrafî sahayı kaplayan ekonomik faaliyetlerin yürütülmesine rağmen, kullanılan paralar yabancı kaynaklıydı. Irak ve İran bölgelerinde Fars dirhemleri; Suriye ve Mısır taraflarında da Bizans dinarları tedavülde bulunmaktaydı. Bu durum o devirde henüz hissedilmeye başlanmamış olsa bile, bir ekonomik baskı tehlikesini beraberinde getirmekteydi. Hz. Ömer'in, devleti müesseselere kavuşturup yapısını sağlamlaştırmaya çalışırken, bu duruma da müdahale etmemesi düşünülmezdi. O, Hicri 17 de para bastırarak piyasaya sürdü. Ayrıca Halid b. Velid'in Taberiye'de Hicrî 15 tarihinde dinar darbettirdiği de bilinmektedir (Hassan Hallâk, Dırâsât fî Tarihil-Hadâretil-İslamiye, Beyrut 1979, 13-15).

                  Hz. Ömer (r.a), İslâm devletinin dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı güvenliğini sağlamak ve orduları düşman bölgelerine yakın yerlerde bulundurabilmek için ordugah şehirler tesis etmiştir. İran ve Hindistan taraflarından gelebilecek deniz akınlarına karşı Basra ordugah şehri kuruldu. Bu şehrin mevkii bizzat Hz. Ömer tarafından tesbit edilmiştir. O, bu iş için Utbe b. Gazvan'ı görevlendirmişti. Utbe, sekizyüz adamıyla o zaman boş ve ıssız olan Haribe bölgesine gelip H. 14 yılında Basra şehrinin inşasına başladı.

                  Sa'd b. Ebi Vakkas, Kadisiye'de kazandığı büyük zaferden sonra İran içlerine akınlara başlamıştı. Onun ordusu Medâin'de bulunmaktaydı. Ancak buranın ikliminin Arap askerlerin sağlığını olumsuz yönde etkilediği anlaşılınca, Hz. Ömer, Sa'd'a iklim bakımından uygun ve merkez ile arasında deniz bulunmayan bir yer bulup burada bir şehir kurması talimatını verdi. Bu iş için görevlendirilen Selmân ve Huzeyfe, Kufe mevkiini uygun buldular. H. 17 de kurulan bu ordugah şehir kırk bin kişiyi iskân edebilecek büyüklükte inşa edildi.

                  Amr b. el-As, Mısır'ı fethettikten sonra İskenderiye'yi karargah edinmek için Hz. Ömer (r.a)'dan izin istedi. Hz. Ömer (r.a), haberleşme açısından endişe duyduğu için Kendisiyle Mısır'daki kuvvetler arasında bir nehrin bulunmasını kabul etmedi. Amr, Nil'in doğu yakasına geçerek burada Fustat adlı şehri kurdu (H. 21). Bu ordugah şehirlerinden başka yine askerî amaçlı merkezler de oluşturulmuştur.

                  Hz. Ömer'in idare anlayışı Hz. Ömer, toplumu ilgilendiren meselelerde karar vereceği zaman müslümanların görüşüne başvurur, onlarla istişare ederdi. O "istişare etmeden uygulamaya konulan işler başarısızlığa mahkûmdur" demekteydi. İstişarede takip ettiği yöntem şuydu: Önce meseleyi müslümanların ulaşabildiği çoğunluğu ile görüşür, peşinden Kureyşliler'in düşüncesini sorar, son olarak da sahabilerin görüşlerini alırdı. Böylece en isabetli fikir ortaya çıkar ve uygulamaya konulurdu. Hz. Ömer, müslümanların yaptığı işlerde bir hata gördükleri zaman kendisini uyarmalarını isterdi. Başka dinlere mensup olup, zımmî statüsünde bulunan kimselerle alâkalı işlerde de onların görüşlerine baş vurur ve meseleyi onlarla istişare ederdi. Bu durum Hz. Ömer'in adâlet anlayışının ne kadar kapsamlı olduğunu ortaya koymaktadır.

                  Hz. Ömer idarede görevlendirdiği memurlarına karşı oldukça sert davranır, onların bir haksızlıkta bulunmalarına asla göz yummazdı. Halka karşı ise son derece şefkatle yaklaşır, onların varsa gizledikleri problemlerini öğrenip çözümlemek için gece-gündüz uğraşıp dururdu. O bu hassasiyetini: "Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer'den sorar diye korkarım" sözü ile ortaya koymaktadır. Hz. Ömer, merkezden uzak bölgelerde halkın durumunu yakından görmek için seyahatler yapma yoluna gitmişti. O, insanların çeşitli dertlerini uzak diyarlarda olmaları sebebiyle kendisine ulaştıramadıklarından endişe ediyordu. Bazı bölgeleri dolaşmasına rağmen başka yerlere gitmeyi tasarladığı halde ömrü o şehirlere ulaşmasına yetmemişti. İslâm tarihinde adâletin timsali olarak yerini alan Hz. Ömer (r.a) hakkında rivayet edilen şu olay onun bu sıfatla bütünleşmiş olduğunun en açık delilidir.

                  Bir defasında Eslem'le birlikte Harra taraflarında (Medine'nin dış bölgesi) dolaşırlarken ışık yanan bir yer gördü ve Eslem'e; "Şurada, gecenin ve soğuğun çaresizliğine uğramış biri var. Haydi onların yanına gidelim" dedi. Oraya gittiklerinde bir kadını iki çocuğuyla üzerinde tencere bulunan bir ateşin etrafında otururken gördüler. Hz. Ömer, onlara; "Işıklı aileye selâm olsun" dedi. Kadın selâmı aldıktan sonra yanlarına yaklaşmak için izin alan Hz. Ömer ona yanındaki çocukların neden ağladıklarını sordu. Kadın, karınlarının aç olduğunu söyleyince, Hz. Ömer merakla tencerede ne pişirdiğini sordu. Kadın, tencerede su bulunduğunu, çocukları yemek pişiyor diye avuttuğunu söyledi ve; "Allah bunu Ömer'den elbette soracaktır" diye ekledi. Hz. Ömer, ona; "Ömer bu durumu nereden bilsin ki?" diye sorduğunda kadın;

                  "Madem bilemeyecekti ve unutacaktı neden halife oldu" karşılığını verdi. Hz. Ömer bu cevap karşısında irkilerek Eslem'le birlikte doğruca erzak deposuna gitti. Doldurdukları yiyecek çuvalını Eslem taşımak istedi. Ancak Hz. Ömer (r.a); "Kıyamet gününde benim yüküme ortak olacak değilsin. Onun için bırak da yükümü kendim taşıyayım" diyerek buna izin vermedi; çuvalı omuzuna aldı ve kadının bulunduğu yere götürdü. Orada bizzat yemeği Hz. Ömer (r.a) hazırlayıp pişirdi ve onları doyurdu. Eslem; "O, ateşe üflerken şakakları arasından çıkan dumanları seyrediyordum" demektedir. Hz. Ömer oradan ayrılırken kadın; "Siz bu işe Ömer'den daha layıksınız" dedi. Hz. Ömer;

                  "Ömer'e dua et. Bir gün onu ziyarete gidersen beni orada bulursun" dedi.

                  Bu onun insanlara yardım etmede ve mağduriyetlerini gidermede gösterdiği hassasiyetin örneklerinden sadece bir tanesidir.
                  hayat akşamlıdır...

                  Yorum


                    Ynt: Hz. Ömer'in Fazileti

                    Bir gün, büyük peygamber ( S.A.V. )
                    Hutbeden seslenerek şöyle der :
                    "-Ölünce, mezara girdiğiniz gün
                    Sorgu melekleri gelecek...
                    Yüce Rabbin kim, dinin nedir ?
                    Peygamberin kim ?..." diyecek.
                    "Bunların hepsi sorulacak birer birer..."
                    Dediler.
                    Camiiden bir ses yükseldi :
                    "-Ya resulullah, peki nasıl cevap vereceğiz.
                    Ölmüşüz..."
                    Bu ses, Hz. Ömer'den geldi.
                    Peygamber (S.A.V. ) Hz. Ömer'den yana döndü :
                    "-Evet ya Ömer, bunlara cevap vereceğiz.
                    Bütün bunları bilmek gerekir..." dedi.
                    Hz. Ömer yeniden sordu :
                    "-Ya resulullah, aklımız başımızda olacak mı ?
                    Bu dünyadaki gibi, aklımız olacak mı ?..."
                    Dediler.
                    Peygamber, hafifçe gülümsediler :
                    "-Evet ya Ömer, akıl o anda başımızda olacak..."
                    Dediler.
                    Herkes birden rahatladılar.
                    Ekin tarlasında rüzgar eser ve dalgalanma olur ya...
                    İşte öyle, bir serinlik geçti cemaatin üstünden.
                    Yeniden Hz.Ömer'in gür sesi duyuldu :
                    "-Ya resulullah, akıl başta olacak ise,
                    İşimiz kolay..." dedi.
                    Hz.Ali de orada idi.
                    Hz. Ömer sormasa, belki o soracaktı..
                    AKIL herkesi rahatlattı.
                    Aradan yıllar geçti..
                    Bir gün Hz. Ömer vefat etti.
                    O gün akşama doğru, Hz.Ali'nin içinden geçti...
                    Hz.Ömer'i hatırladı ve dualar etti...
                    "-Yüce Allah'ım , şu halife Ömer ne yaptı ? Bana bir göster..."
                    Diye yalvardı.
                    Yüce Allah duasını kabul etti.
                    Hz.Ali, o gece rüyasında gördü ki,
                    Hz.Ömer mezara konulduktan sonra,
                    İki melek geldi kabire...
                    Sordular :
                    "-Adın ne senin ?..."
                    "-Hattaboğlu Ömer."
                    "-Rabbin kim ?" dediler,
                    "-Durun bakalım, siz kimsiniz ?"
                    Dedi, Hz. Ömer...
                    "-Biz sorgu melekleriyiz..."
                    "-Siz nereden geliyorsunuz ?
                    Dedi, Hz. Ömer.
                    "-Biz, yüce Allah'ın katından
                    Yedi kat arşı aladan geliyoruz..." dediler.
                    "-Sonra, sen kim oluyorsun da bize sorarsın ?"
                    Diyerek hiddetlendiler.
                    Hz.Ömer, tekrar sordu :
                    "-Siz yüce Allah'ın katından,
                    Ta yedi kat arşı aladan gelirken...
                    Soracağınızı ve cevabını unutmuyor da...
                    Bana ne oldu ?
                    Daha dün, bu toprağın yedi karış uzaklıkta,
                    Üstünde idim..."
                    Melekler sinirlendiler :
                    "-Sen sorumuza cevap versene ..." dediler.
                    Hz. Ömer :
                    "-Geldiğim yer, şunun şurası...
                    Ben nasıl unuturum yüce Allah'ımı ?
                    Ben nasıl unuturum yüce dini mi ?
                    Haydi, gidin işinize..." dedi.
                    Melekler , Allah'ın huzuruna vardılar..
                    "-Bir kulunuz, bizi kovdu...
                    İsmi Hattaboğlu Ömer..." dediler.
                    Yüce Allah,
                    "-Hattaboğlu Ömer ise haklıdır...Ona bir şey sormayın,
                    O işini bilir..." dediler.
                    Hz.Ali, yatağından birden doğruldu..Gülümsedi...
                    "-Ya Ömer, sana yakışan da budur..." dedi.
                    İnsanı ölüm de güçsüz kılamaz...
                    Yeter ki, akıl yerli yerinde olsun...

                    Necmettin ÖZELÇİ


                    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                    Yorum


                      Ynt: Hz. Ömer'in Fazileti

                      Peygamber efendimiz bir gün HZ.Ömer`e sordu:'Ey Ömer, dort arşın uzunluğunda, iki arşın eninde toprak altına girip Münker ve Nekir`i görürsen ne yaparsın? '

                      Hz. Ömer, Münker ve Nekir ismini ilk defa duyuyordu.'Münker, Nekir nedir ey Allah`ın Resulü? ' diye cevap verdi.

                      Peygamberimiz şöyle buyurdu: 'Bunlar kabirde ölüyü sorguya çekerler, dişleriyle mezar kazarken kafiyeli konuşurlar.Sesleri gök gürültüsü gibi korkunçtur.Bakışları ise göz kamaştırıcı şimşek gibidir, yanlarında bir topuz vardır. Bütün Minâ halkı bir araya gelse onu kaldıramaz.Fakat, benim elimdeki şu asayı kaldırdığım gibi, onlar o topuzu kolayca kaldırırlar. Onlar seni imtihan ederler. Eğer cevap veremezsen o topuzu sana öyle bir vururlar ki kul haline gelirsin'

                      Hz. Ömer ' Ey Allahın resulü ben bu halde mi olacağım? diye sordu. Resulullah, 'EVET' buyurdu.

                      Bunun üzerine Hz.Ömer, 'öyleyse onlara galip gelebilirim'dedi.

                      Biraz sonra Cebrail (as) Peygamberimize bir müjdeyle geldi. Resulullah (asm) bunu Hz. Ömer`e şöyle bildirdi: 'Münker ve Nekir sana gelip soru soracaklar. Sen onlara, 'benim Rabbim Allahtir', Sizin Rabbiniz kim? Peygamberim Muhammed'dir, sizin peygamberiniz kim? Dinim İslâmdır, siz hangi dindensiniz? diye cevap vereceksin.Onlar sana `Hayret biz mi seni hesaba çekmek için gönderildik, yoksa sen mi bizi diyecekler'. Bu gerçekten büyük bir mujdeydi. Hz Ömer Resulullah'ın bu müjdesine çok sevindi(1)


                      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                      Yorum


                        Ynt: Hz. Ömer'in Fazileti

                        Hz. Ömer vefat ettiği zaman, bütün dinî muamelesi yapıldıktan sonra, her fani gibi onu da getirip kabre koydular. Vazifeli şahıs, telkinini de yapıp cemaat dağıldıktan sonra, Hz. Ali Kerremellahü veçhe, bakalım Ömer, sual meleklerine ne cevap verecek diye merak ederek, kabrin bir kenarına, kimse görmeden çömelmiş neticeyi beklemekte idi. Biraz sonra beklenen melekler gelip dünyadan gelen herkese sordukları soruları Ömer'e de sormaya başladılar.

                        Meleklerden biri:

                        — Rabbin kimdir? Nebin kim? diye sormaya başladı. Meleklerin bu sualleri karşısında hiddete gelen büyük halife, kendisi başladı:

                        — Siz kimsiniz, Buraya nereden ve niçin geldiniz- Sizin derdiniz ne de, beni gelir gelmez suale çekiyorsunuz? diye sormaya başlayınca melekler, onun diğer insanlar gibi olmadığını anladılar ve sorularına cevap vermeye başladılar:

                        — «Biz yedi kat semadan, buraya sana soru sormak için geldik. Bizi bu vazife ile Allah vazifelendirdi, biz münker ve nekir melekleriyiz ve herkese aynı soruları sormak bizim vazifemizdir» dediler.

                        Melekleri sonuna kadar dinleyen Hazreti Ömer, sorularına devam etti:

                        — Siz yedi kat semadan geldiğiniz halde, Allah'ı unutmadınız mı? diye sorunca, melekler, kendilerinin vazifelerinin Allah'a ibadet etmek olduğunu ve unutmadıklarını söylediler.

                        Melekler bu cevabı verince, Hazreti Ömer daha da kızdı ve şunları söyledi:

                        — Siz o kadar uzak yerden geldiğiniz halde Allah'ı unutmadınız da, ben iki karış toprağın altına girmekle mi Allah'ı unutacağım. Bir daha ümmeti Muhammed'e, böyle çirkin surette gelmeyeceksiniz ve böyle yakışıksız sualler sormayacaksınız. Bakın, şu anda sizi geri gönderiyorum, sakın bundan sonra söylediklerimi unutmayın.

                        Ömer-ül Faruk hazretlerinden bu nasihatleri dinleyen melekler, bir daha ümmeti Muhammed'e kötü surette gelmeyeceklerine ve onların memnun olması için ellerinden geleni yapacaklarına dair söz verip, daha fazla üstelemeden Allah'a ısmarladık, deyip çekip gittiler.

                        Meleklerle Hazreti Ömer arasındaki bu hadiseye şahit olan Allah'ın Arslanı, göz yaşlarını tutamaz ve:

                        — Ya Ömer! Hakikaten sen Ömer-i Adilsin. Hayatın da, mematın da, ümmete rahmet senin, der ve ağlayarak kabri terkeder


                        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                        Yorum


                          Ynt: Hz. Ömer'in Fazileti

                          HAZRETİ ÖMER

                          Hz Ömer Eshab-ı kiramın en büyüklerinden ve peygamberimizin ikinci halifesidir hulefa-i raşidinden ve aşere-i mübeşşere den yani cennet le müjdelenen on iki kişiden biridir. Hicretten kırk sene önce mekkede doğdu.

                          İslamdan önce Mekke de doğup büyüyen Hz. Ömer soy kütüğü ilmini iyi bilirdi. Gençliğinde ata biner ve güreş yapardı hicaz bölgesinin o zaman en meşhur ve en büyük panayırı olan ukaz panayırında defalarca güreşte birinci oldu hitabetinin üstünlüğü ve ata binmekteki marifeti meşhur olmuştu eğere dokunmadan ata binerdi. Sol elini sağ eli gibi iyi kullanırdı çok heybetli cesur ve çok kuvvetliydi. Edebinden ve hayasından resulullahın huzurunda o kadar yavaş konuşurdu ki peygamberimiz yüksek söyle Ya Ömer ! işitemiyorum buyururdu.

                          Peygamber efendimiz bir gün Hz Ömer ile Ebu Cehilin bir yerde oturup gizli gizli bir şeyler konuştuklarını gördü o gece yarabbi İslam dinini Ömer veya Ebu Cehil ile kuvvetlendir diye dua etti. Peygamberin duası üzerine Müslüman olma şerefi Hz Ömer'e nasip olmuştur.

                          Hz Ömer bir Cuma günü Medine'de mescidi nebevi de hutbe okurken iran seferinde bulunan İslam ordusunun düşman tarafından kuşatılmakta olduğunu görüp ordu komutanına Ey sariye bin cebel dağın arkasındaki düşmana dikkat et diye bağırmıştır İran seferinden dönen ordu komutanı sariye bin cebel Halife Ömer olmasaydı malup olacaktık mahvu perişan olacaktık dedi.

                          Hz Ömer birkaç bin kilo metre uzaklıkta olan İran seferindeki İslam ordusunun ne halde olduğunu görmüştür. Belliki Yüce Allah Halife Ömer için mekanları aradan kaldırmıştır. Bu da Hz Ömer'in kerametidir.

                          Hz Ömer fakir ve yoksullara sırtında un ve erzak taşırdı. Ya Emirûl müminin sen devletin başkanısın Müslümanların liderisin hattap oğlu Ömersin bırakta köleler taşısın diyenlere bende bir köleyim Rabbûl alemin olan Yüce Allah'ın kölesiyim dedi.

                          Hz Ömer bir gün bir köşede dört büklüm olmuş göz yaşı döküp ağlıyor kendisine niçin ağlıyorsunuz Ey Halife Ömer diyenlere niçin ağlamıyayım ben ağlamıyayım da kimler ağlasın fıratın kenarında bir koyun kaybolsa hesabını rabbim benden soracaktır diyip mesuliyetinin sorumluluğunu hissetmiştir.

                          Hz Ömer hasta yatağında kendisini ziyaret eden Hz Ali'ye Ya Ali ! Ölünce beni eski bir kefene sarın çünkü yaşayanların yenisine ihtiyacı vardır dedi.

                          Hz Ömer oğluna ey oğlum Abdullah, ölünce beni kabrime hızlı götürün eğer rabbim beni affedip bağışladıysa bir an önce makamımı görmek isterim şayet rabbim beni bağışlamadıysa benim gibi günahkar bir insanı sırtınızda fazla taşımayın dedi.

                          Hz Ömer vefat edip kabri şerifine defnedilir sual melekleri korkunç bir vaziyette rabbin kimdir diye sual sormaya başlarlar. Hz Ömer iki eliyle sual meleklerinin yakasına yapışır ve siz kimsiniz der melekler yüce Allah tarafından gönderilen sual melekleriyiz, peki nerden geldiniz diye sorar. Yedi kat göklerden geldik dediler öyle ise orayla buranın arasındaki mesafe yol ne kadardır diye sorar yedi bin günlük yoldur derler Hz Ömer siz yedi bin günlük yoldan geldiniz rabbinizi unutmadınız da ben üç günlük kısa bir mesafe yoldan geldim Rabbimi unuttuğumu mu sandınuz dedi.

                          Hz Ömer ölünce sahabe çok üzülür yokluğuna alışamazlar rüyada görmek isterler bir türlü rüyada da göremezler ölümünden on iki ay sonra Abdullah bin amr adında ki bir sahabe Hz Ömer'i rüyasında gusl etmiş havlusuna tutunmuş halde görür ya emirûl müminin sizi rüyalarımızdan da kaybettik göremez olduk der Hz Ömer Ya Abdullah bin amr ! Sizden ayrılalı on iki ay oldu hesabımı on iki ayda ancak verebildim ayrıca Allah'ın rahmeti gazabından ve azabından üstün ve yüce olmasaydı perişan olurdum dedi.

                          Bir gün Hz Ömer'in hanımı yeni bir entari ile huzurlarına çıkarlar hanımına bu entariyi nereden aldın diye sorar hanımı ya emirûl müminin verdiğiniz harçlıklardan biriktirerek aldım der. Hz Ömer hazine nazirini huzurlarına çağırır ve der ki ! Eşimin bir entarisi olduğu halde yeni bir entariyi alacak kadar maaşım fazla geliyor şu kadar kısmını kesin buyurdular.

                          Hz Ömer'in zamanında kurt ile koyun yan yana gezerlerdi. Bir gün kurt koyuna saldırınca çoban feryad ederek Eyvah ! galiba Hz Ömer öldü der halife Ömer'in öldüğünü nereden anladın diyenlere çünkü onun zamanında kurt kuzu yan yana gezerlerdi. Kurt koyuna saldırınca anladım der.

                          Bir Yahudi ile bir münafık bir meselede anlaşamadılar. Yahudi meseleyi halletmek için Resulullaha gidelim der münafık ise yahudilerin başı olan Ka'b bin Eşref'e gidelim diyor. Hz Peygamber efendimizin huzuruna gelip meselelerini anlatırlar peygamberimiz yahudiye hak verdi.

                          Huzuru sadetten çıktıktan sonra münafık bu sefer : '' Ben muhammedin hükmüne itimat etmiyorum bir de Ömer'in yanına gidelim der '' yahudi bunu da kabul edip Hz Ömer'in yanına vardılar. Yahudi meseleyi anlatıp Hz Muhammed'in yanına gittiklerini fakat münafığın Hz Muhammed'in hükmünü kabul etmediğini söyleyince Hz Ömer münafığa dönerek '' Arkadaşın doğru mu söylüyor diye sordu '' o da doğru söylediğini evvela Resulullahın yanına gittiklerini söyledi.

                          Hz Ömer siz bir dakika bekleyin ben şimdi bu konuyla ilgili hükmümü bildiririm deyip içeri girer. Biraz sonra elinde kılıçla geldi ve kapıda bekleyen münafığın kellesini bir vuruşta yere yuvarladı '' Allah Resulunun hükmüne razı olmayanın hükmünü ben böyle veririm'' buyurdu.

                          Hz Ömer 634 Yılında halife oldu ilk olarak emirûl müminin ismini aldı 12 sene 6 ay 7 gün adaletle halifelik yaptı. İlk defa para bastırdı dört binden fazla cami ve mescid yaptırdı hacılar için de yollar boyunca misafir haneler hanlar hamamlar yaptırıp kuyular açtırdı.

                          Hz Ömer Medine-i Münevvere'ye hicretle şereflenmiş Tevbe suresinin 100. ayeti kerimesiyle övülmüş mücahirlerdendir. Medine'ye daha önce varıp Peygamber efendimizin teşrif etmekte olduğunu müjdelemiş küba da onu karşılamış. kendisiyle kardeş kılınan Utban bin Malik'le nöbetleşerek Resulullah efendimizin huzurlarına sık sık gelip ondan çok fazla ilim almış ayrıca Ezanı rüyasında gören sahabilerden olmuştur.

                          Hz Ömer Sevgili Peygamberimizle bütün harplere iştirak etmiş kafirlere karşı savaşmıştır Fedakarlıkları bütün kitaplarda yazılıdır. Hele Bedir ve Uhud gibi hayati ehemmiyeti haiz savaşlarda devamlı Resulullah Efendimizin yanında yer almıştır. Hendek savaşında hendeğin önemli bir yerini tutup düşmana mani oldu Haybet fethinden sonra hissesine düşen ganimeti malı ve araziyi vakfetti.

                          Hz Ömer Mekke'nin fethinde bulundu Huneyn savaşına katıldı Tebük seferinde bütün malının yarısını verdi. Hz Ömer'in kızı Hz Hafsa Hendek savaşından sonra Peygamber efendimizin zevcesi ve müminlerin annesi olmuş Hz Ömer de böylece Sevgili Peygamberimizin kayın pederi olmakla şereflenmiştir.

                          Hz Ömer Veda Haccında da bulundu Hz Peygamberin vefatından sonra onun halifesi olan Hz Ebu Bekr'e yardımcı oldu. Hz Ebu Bekr'in hilafeti zamanında Beytü'l malın Maliye Vekili idi. Hz Ebubekr vefatına yakın, Hz Osman'a bir vasiyet yazdırdı. Burada Hz Ömer'i halife olarak bıraktığını bildirdi , bu vasiyet okunduğun da bütün Sahabe-i kiram '' Kabul ettik ve itaat ettik '' dediler.

                          Hz Ömer , 10 sene 6 ay ve 7 gün hilafeti zamanın da 2 büyük devlet olan Bizans ve Sasani İmparatorluklarının hakimiyeti altında olan Suriye Filistin Mısır Irak ve İran'ı İslam devletinin sınırları içine aldı. Onun zamanın da 1036 büyük şehir zapt edildi. Kuzey Afrika'dan Türkistan'a Azerbaycan'dan Yemen'e kadar uzanan ve 2 milyon kilo metre kareden büyük olan islam devletini kurduğu mükemmel müesseselerle çok güzel idare etti.

                          Hz Ömer Davalara bakması için mahkemeler adli teşkilatlar suç ve zabıta işlerine bakan satıcıları kontrol eden halkın birbirleriyle olan münasebetlerini düzenleyen teşkilatlar kurdu.

                          Hazreti Ömer'in zamanın da dört bin den fazla cami yapıldı. Yollar köprüler inşa edilip su kanalları açıldı. Fakir çocuklara maaşlar verildi. Mescid-i Haram'ı ve Mescid-i Nebevi'yi genişletti. İlmi ve islamiyeti , yaymak için her tarafta okullar açtırdı. Çok adil , abid merhametli alcak gönüllü olup fakirlikle yaşardı.


                          Allah Hepimizi Şefaatine Nail Buyursun.


                          -Ali degirmenci-


                          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                          Yorum


                            Ynt: Hz. Ömer'in Fazileti

                            Üstad-ı necibim Ali Ekrem Bey'e


                            Yok ya Abbas'ı bilmeyen, kimdi?..

                            O sahabiyi dinleyin, şimdi:



                            "Bir karanlık geceydi pek de ayaz..

                            İbni Hattâb´ı görmek üzre biraz,

                            Çıktım evden ki yollar ıpıssız.

                            Yolcu bir benmişim meğer yalnız!

                            Aradan geçmemişti çok da zaman,

                            Az ilerden yavaşça oldu iyan,

                            Zulmetin sînesinde ukde gibi,

                            Ansızın bir müheykel a´râbî!

                            Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,

                            Geliyor muttasıl mehîb mehîb.

                            Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;

                            Durmadan karşıdan selâmlaştık.

                            Düşünürken selâm alan sesini,

                            O heyûlâ uzandı tuttu beni:

                            Bir de baktım, Ömer değil mi imiş?

                            - Yâ Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?

                            - Şu mahallâtı devre çıkmıştım...

                            Gel beraber, benimle, üç beş adım.

                            ***

                            Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;

                            Uhrevî bir sükûn içinde civâr.

                            Ömer olmuş gezer, sıyânet-i Hak...

                            Şu yatan beldenin huzûruna bak!

                            O semâlar kadar yücelmiş alın,

                            Çakarak sînesinden âfâkın,

                            Bir zaman sönmeyen nigâhıyle,

                            Necm-i sâhirde sanki bir hâle!

                            Duruyor her evin önünde Ömer,

                            Dinliyor bî-haber içerdekiler

                            Geçmedik en harâb bir yapıyı,

                            Yokladık sağlı sollu her kapıyı.

                            Geldik artık Medîne hâricine;

                            Bir çadır gördü, durdu kaldı yine.



                            ***

                            Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.

                            "Açız!Açız!" diye feryâd eden çocuklarının,

                            Karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini;

                            Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:

                            -Durunda yavrularım, işte şimdicek pişecek...

                            Fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!

                            Çocukların yeniden başlamıştı nâleleri...

                            Selamı verdi Ömer, daldı âkıbet içeri.

                            Selamı aldı kadın pek beşuş bir yüzle.

                            -Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?

                            -Bu gün ikinci gün, aç kaldılar...

                            -O halde, neden

                            Biraz yemek komuyorsun?

                            -Yemek mi? Çömleği sen,

                            Tirit mi zannediyorsun? İçinde sâde su var

                            Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!

                            Ne çare! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.

                            -Peki senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın...

                            Tek erkeğin de mi yok?

                            -Hepsi öldü... Kimsem yok.

                            -Senin midir bu küçükler?

                            -Torunlarım.

                            -Ne de çok!

                            Adam emîre gidip söylemez mi hâlini?

                            Ah!

                            Emîre öyle mi? Kahretsin an-karîb Allah!

                            Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...

                            Ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!

                            -Ne yaptı, teyze, Ömer, böyle inkisâr edecek?

                            -Ya ben yetim avuturken emîr uyur mu gerek?

                            Raiyyetiz, ona bizler vedîatu´llâhız;

                            Gelip de bir aramak yok mu?

                            -Haklısın, yalnız,

                            Zavallının işi pek çok zaman bulup gelemez;

                            Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez.

                            -Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?

                            Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?

                            Zavallının işi çokmuş!... Nedir, muhârebe mi?

                            İşitme sen de civârında inleyen elemi,

                            Medâne halkını üryan bırak, Mısır´da dolaş...

                            Gaza! Gaza! diye git, soy cihânı, gel paylaş!



                            Çocukların bu sefer yükselince feryâdı,

                            Kadın, tehevvürü artık cünûna vardırdı;

                            - Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine,

                            Ömer! Savâik-i tel´in olur, iner tepene!

                            Yetîmin âhını yağmur duâsı zannetme:

                            O sayha ra´d-ı kazâdır ki gönderir ademe!

                            "Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver... ?

                            "Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!"

                            Gidip de söyliyeyim hâ?.. Dilencilik yapamam!

                            Ömer de kim? Benim ondan kerîm adamdı babam,

                            Ölür de yüz suyu dökmem sizin Halîfenize!..



                            Ömer vuruldu bu son sözle...

                            - Haklısın, teyze!

                            Avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.

                            ***

                            Halîfe önde, bitik suçlu, münfa´il, nâdim;

                            Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.

                            Sabâha karşı biraz başlamıştı aydınlık.

                            Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,

                            Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!

                            Medîne´nin dalarak münhanî sokaklarına;

                            Dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarına.

                            Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.

                            Arandı her yeri, bir mum yakıp ale´l-acele.

                            - Şu tek Çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;

                            Bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.

                            Çuval Halîfe´de, yağ bende, çıktık anbardan;

                            Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.

                            Mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı;

                            Dedim ki:

                            - Ben götüreydim... Verir misin Çuvalı?

                            - Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:

                            Vebâli kendine âiddir İbni Hattâb´ın.

                            Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?

                            Yarın huzûr-i İlâhide, kimseler, Ömer´in

                            Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;

                            Evet, hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle.

                            Kenâr-ı Dicle´de bir kurt aşırsa bir koyunu,

                            Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer´den onu!

                            Bir ihtiyar kan bî-kes kalır, Ömer mes´ûl!

                            Yetîmin, girye-i hüsrân alır, Ömer mes´ûl!

                            Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:

                            Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!

                            Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:

                            O damla bir koca girdâb olur boğar Ömer´i!

                            Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;

                            Ömer koğulmada her mâtemin civârından!

                            Ömer halife iken başka kim çıkar mes´ûl?

                            Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!

                            Ömer´den isteniyor beklenen Muhammed´den...

                            Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?



                            - Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,

                            İdâre eyliyecek düştüğün bu ma´rekeyi?

                            Evet, adâleti "mutlak" hayâl edersen eğer,

                            Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!

                            Beşer, adâleti "mutlak" tahayyül eylerse,

                            Görür ümîdini mahkûm her zaman ye´se.

                            Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm...

                            Fakat elinde ne var? Fıtraten beşer mazlûm!

                            Görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,

                            Zalâm içinde, yük altında inleyen Ömer´i!

                            Huzûr-i Hakk´a çıkarken bu unlu cebhenle,

                            Değil zemîni, getir şâhid âsümânı bile!

                            - Uzak mı yol? Daha çok var mı?

                            - Ancak üç beş adım.

                            Mecâli kalmamış artık zavallının... Baktım:

                            Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;

                            Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin belâ ne ise!

                            Sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:

                            - Bırak da testiyi yerleştirin kenâra şunu.

                            Hemen çakılları çömlekten indirip attı,

                            Uzandı testiye, yağ koydıı, sonra un kattı.

                            Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: Ocak

                            Hemen sönüp gidecek...

                            - Teyze, yok mu hiç yakacak?

                            Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer´e;

                            Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.

                            Ocak tüter, Ömer üfler zefir-i hârıyle;

                            Zemîni lihye-i beyzâ yı târumârıyle,

                            Sücûd tavr-ı huşû´unda, muttasıl süpürür;

                            İçinde rûhu yanar, cebhesinde ter köpürür!

                            Döner muhît-i nigâhında tûde tûde duman;

                            Bulut geçer gibi necmin hıyat-ı nurundan!



                            Ocak tutuştu, yemek pişti;

                            - Var mı teyze kabın?

                            Getir de indirelim...

                            - Var büyükçe bir kap, alın.

                            Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekliyecek!

                            Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfliyerekl

                            Kesildi haymede mâtem, uyandı rûh-i süıûr;

                            Çocuklar oynaşıyorlar, kadın ferîh ü fahûr.

                            Ömer bu âlemi gördükçe gaşy içindeydi...

                            Dedim:

                            - Sabâh oluyor kalkalım...

                            - Evet, haydi!

                            Yarın Emâret´e gel teyze, öğleyin beni bul;

                            Emîr´e söyleriz elbette hayr olur me´mul.

                            ***

                            Yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,

                            Biz de çıktık vedâ edip artık

                            Hiç görünmeksizin gelip geçene,

                            Doğru indik Halife´nin evine.

                            "Şimdi nerdeysegün doğar, kalıver."

                            Diye, koyvermiyordu, çünki, Ömer.

                            Etti az sonra subh-i velveledar

                            Uyuyan şehri kamilen bidar

                            Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.

                            -Galiba, teyze, uykusuz kaldın!

                            İşte bağlanmak üzredir nafakan,

                            Alacaksın her ay gelip buradan.

                            Şimdi affeyledin değil mi beni?

                            -Böyle göster fakat adaletini


                            M. Akif ERSOY ( Safahat )



                            Gülistan Bacim;

                            Bizim bildigimiz Hz. Ömer budur !..

                            Yoksa sorgu meleklerini azarlamak ile peygamberlerin üzerine cikan bir Ilahi red ederiz !..

                            Bu Hikayeleri yazip Kitleleri Putperestlige yönelten zihniyeti de Allah a havale ederiz.


                            Iste her sey bu misralar da gizlidir:



                            Gidip de söyliyeyim hâ?.. Dilencilik yapamam!

                            Ömer de kim? Benim ondan kerîm adamdı babam,

                            Ölür de yüz suyu dökmem sizin Halîfenize!..
                            Hayat da en Hakiki Mürsit ilimdir ( Hz. Ali )

                            Yorum


                              Ynt: Hz. Ömer'in Fazileti

                              bu forumdaki sünniler beni zaman zaman sasirtiyorlar abi,
                              ben o yazilari hem buraya aktardigim sekliyle, hem baska versiyonlarda sünni sitelerden aldim, oralarda bir Allah kulu itiraz etmemisti, hepsi tesekkür ve dua etmis, yorumlar yapmis, "hadi o ömerdi kurtuldu ya biz ne yapcaz :'( " vs. vs.

                              burada bu mesaja belki dört sünni "yok biz istemeyiz" dedi, bu nadir görüstenmi, yoksa saglam delillerle yol alan siaya karsimi bilinmez...

                              evet son satirlarina gelince abi
                              haklisin, Allah ilmine bereket versin
                              benim söz söylememe ne hacet,
                              kadincagiz aci gercegi yeterince haykirmis
                              tesekkür ederim


                              Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                              Yorum


                                Ynt: Hz. Ömer'in Fazileti

                                [quote author=gulistan_2 link=topic=3091.msg31790#msg31790 date=1243678888]
                                bu forumdaki sünniler beni zaman zaman sasirtiyorlar abi,
                                ben o yazilari hem buraya aktardigim sekliyle, hem baska versiyonlarda sünni sitelerden aldim, oralarda bir Allah kulu itiraz etmemisti, hepsi tesekkür ve dua etmis, yorumlar yapmis, "hadi o ömerdi kurtuldu ya biz ne yapcaz :'( " vs. vs.

                                burada bu mesaja belki dört sünni "yok biz istemeyiz" dedi, bu nadir görüstenmi, yoksa saglam delillerle yol alan siaya karsimi bilinmez...

                                evet son satirlarina gelince abi
                                haklisin, Allah ilmine bereket versin
                                benim söz söylememe ne hacet,
                                kadincagiz aci gercegi yeterince haykirmis
                                tesekkür ederim

                                [/quote]

                                Bacim;

                                Durmadan akil dan söz ediliyor aktardigin yazilarda..
                                Böyle oldugu halde de Beyinsizce imalar göndermeler yapiliyor..

                                Akil sahibi her birey böyle bir zirvayi red eder.

                                Akil sahibi olmayan ve ne söyledigini bilmiyenlerin de söyledikleri kabul edilmez.

                                O halde sözü kisa kesmek gerek vesselam..
                                Hayat da en Hakiki Mürsit ilimdir ( Hz. Ali )

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X