Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #46
    Ynt: Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

    4. İcma:
    Ricat inancı sadece Aleviler’in değil, mensup oldukları İmamiyye’nin tamamının üzerinde mutabık oldukları bir
    inançtır. Dolayısı ile, bazı istisnalar hariç, Ehl-i Beyt (AS)’dan aktarılan bu konudaki hadis ve rivayetlerde birleşirler.

    Ebu-Cafer ibn Babaveyh (Şeyh Saduk) „el-İ’tikadat“ adlı kitabının „elİ’tikad bi’r Ric’at“ bölümünde der ki:

    „Biz (İmamiyye), ricatın hak olduğuna inanıyoruz.“ 75

    Şeyh Mufid ise der ki:

    „İmamiyye, ricatın anlamı hususunda kendi arasında ihtilaf etmesine rağmen, ölülerden bir çoğunun kıyametten önce dünyaya döneceğinde ittifak etmiştir.“ 76

    Alem’ul-Huda Seyyid Murtaza ise „Dimeşkiyat“ında demiştir ki:

    „İmamiyye, Sahib’uz Zaman Mehdi (AS) zuhur edince Allah Teala’nın, evliyasından bir grubunu ona yardım etmeleri ve hükümetiyle neşat bulmaları için ve düşmanlarından bir grubunu da hakkettikleri azaba uğratmak için dünyaya döndüreceğinde icma etmiştir; bir çok kitabımızda bu grubun icmasının hak olduğunu vurguladık; çünkü bu grubun arasında her türlü çirkinlikten masum olan Ehlibeyt var. Dolayısıyla, ric’atın kesinliğine ve ayrıca Allah’ın buna gücünün yeteceğine inanmak gerekir.“ 77

    Tabersi ricatı kabul etmekle birlikte, ricatın niteliği hususunda farklı görüş beyan eder:

    „Ricat nakledilen rivayetlerin zahiri ile ıspatlanmaz. Dolayısı ile ricatın, “insanlar değil hükümet dönecektir” şeklinde tevil edilmesi gerekir. Her ne kadar rivayetler bunu destekliyorsa da bu hususta bizim dayanağımız İmamiyye Şia’sının icmasıdır.“ 78

    Şeyh Hasan bin Süleyman bin Halid Kummî de risalelerinin birinde demektedir ki:

    „Ric’at ulemamızın, hatta bütün İmamiyye’nin icma ettiği bir husustur.“79

    Yine Allame Meclisi demektedir ki:

    „Şia, bütün asırlarda ric’at inancında icma etmiştir ve bu konu Şia arasında öğle vaktinde beliren güneş gibi açıktır. Hatta bu konu Şia’nın şiirlerinde bile yer almıştır 80 ve bununla bütün şehirlerinde muhaliflerine delil getirmişler, muhalifleri de bu konuda onları kınamıştır. Şia, kitap ve esfarlarında onu ispatlamışlardır; Razi, Nişaburi ve diğerleri bunlardandır.“ 81



    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    Yorum


      #47
      Ynt: Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

      5. Zaruret:
      Ricatın gerçekliğinin bir delili de bu inancın zarureti hakkında Ehl-i Beyt (AS)’dan nakledilen rivayetlerdir. Şeyh Saduk kendi senedi ile Cafer es-Sadık (AS)’dan nakleder ki:

      من أقر بسبعة أشياء فهو مؤمن – وذكر منها – الإيمان بالرجعة

      „Yedi şeye ikrar eden mü’mindir… Onlardan biri de ricata inanmaktır.“82

      İmam er-Rıda (AS)’dan nakledilir ki:

      من أقر بتوحيد الله - وساق الكلام إلى أن قال – وأقر بالرجعة والمتعتين، وآمن بالمعراج، واُلمساءلة في القبر، والحوض، والشفاعة، وخلق الجنة والنار، والصراط والميزان، والبعث والنشور، والجزاء والحساب، فهو مؤمن حقًا، وهو من شيعتنا أهل البيت

      „Kim Allah’ın birliğine … ric’at ve iki mutaaya, miraca ve kabirdeki sorgu-suale, havuza, şefaate, cennet ve cehennemin yaratılışına, sırat ve mizana, diriliş ve kıyamete, ceza-mükafat ve hesaba inanırsa, o gerçekten mümindir; böyle birisi biz Ehli-beyt’in Şialarındandır.“ 83

      Ricat inancının Alevi inanışının bir zaruriyeti olduğuna getirilen başka bir delil de Ehl-i Beyt (AS)’ın şialarına öğrettikleri dua ve ziyaretnamelerdir. Bunlardan biri Cafer es-Sadık (AS)’dan rivayet edilen Hüseyin’üş Şehîd (AS) ziyaretnamesidir. Bu ziyaretnamenin bir bölümü şöyledir:

      وُأشهد الله وملائكته وأنبياءه ورسله أني بكم مؤمن، وبإيابكم موقن

      „Allah, melekleri, peygamberleri ve elçileri şahid olsun ki, size iman ettim ve dönüşünüzden eminim.“ 84

      Ali (AS) ziyaretnamesinde ise şu cümle geçer:

      السلام عليك يا صاحب الكرة والرجعة

      „Selam olsun sana ey dönüş ve ricatın sahibi.“ 85

      Hasan el-Askerî (AS)’ın ashabından olan Hamdenî’den rivayet edilen ve Hasan el-Askerî (AS)’ın doğumgününde okunan duanın bir kısmı şöyledir:

      اُلمع وض من قتله أ ّ ن الأئمة من نسله، والشفاء في تربته، والفوز معه في أوبته – إلى قوله – فنحن عائذون بقبره نشهد تربته وننتظر أوبته

      „Hüseyn’in katline karşılık, İmamlar onun soyundan kılınmıştır, yine şifa onun toprağına verilmiştir, kurtuluş, dünyaya döndüğünde onunla birlikte olmakta kılınmıştır… Dolayısıyla biz onun kabrine sığınarak toprağını şahit tutuyor ve dönüşünü bekliyoruz.“ 86

      Seyyid ibn Tavûs’un naklettiği Mehdî (AS) ziyaretnamesinin birçok yerinde ricat vurgulanmaktadır. Bu bölümlerden biri de şudur:

      فاجعلني يا رب فيمن يكر في رجعته، ويملك في دولته، ويتم ّ كن في أيامه

      „Ya Rabbi! Beni onun ricatında dünyaya dönenlerden, onun devletinde malik olanlardan ve onun döneminde güçlü olanlardan kıl!“ 87



      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

      Yorum


        #48
        Ynt: Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

        Yine Seyyid ibn Tavûs’un naklettiği Resulullah (SAV) ve Ehl-i Beyt (AS)’ın ziyaretnamesinde şu cümle geçer:

        إني من القائلين بفضلكم، مقر برجعتكم، لا أنكر لله قدرة

        „Ben sizin faziletinizi söyleyen ve ricatınızı kabul edenlerdenim. Bu konudaki kudretin Allah’a ait olduğunu inkar etmem.“ 88

        Ne özel bakış açısıyla Aleviyye’nin, ne de global bakış açısıyla İmamiyye’nin ulemasından, eserlerinde ricat inancını red eden kimseye rastlanmaz. Hatta büyük alimlerden bir tane bulamazsınız ki, bu konuya değinerek, ricat inancının geçerliliğini ve zaruretini vurgulamış olmasın. Bu bakımdan ricat Alevilik’in zaruri inançlarındandır. Bu bakımdan ricate inanmak farzdır ve ricatın varlığı değil, sadece ayrıntıları konusundaki değişik görüşler tartışma konusu olabilir.

        Ricat inancının zarureti konusunda değineceğimiz son anekdot, Ali (AS) döneminde Süleym ibn Kays Hilalî’nin yazdığı kitaptaki bir pasajdır:

        „Kıyamet gününe inancım, ricata olan inancımı aşmadı.“ 89



        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

        Yorum


          #49
          Ynt: Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

          Ricatın Amacı
          Ricat rivayetlerinden Ali (AS)’ın birden çok kez zuhur edeceği 90 ve Hüseyin eş-Şehîd (AS)’ın da Muhammed Mehdî (AS)’ın zuhurundan sonra dünyaya döneceği anlaşılmaktadır 91. Bunun yanında insanların ricatının birden çok olacağını gösteren işaretler mevcuttur. Örneğin Ali (AS) buyurmuştur ki:

          وإني لصاحب الكرات ودولة الدول، وإني لصاحب العصا والميسم، والدابة التي تكلم الناس

          „Yeniden dirilişlerin sahibi ve devletlerin devletinin sahibi benim. Asa ve kızgın demir sahibi ve insanlarla konuşan Dabbe benim.“ 92

          Nitekim Ali (AS) „dirilişler“ ( كرات ) demiştir, „diriliş“ ( كرة ) dememiştir.

          Bu, birden çok ricatın varlığını gösterir. Ancak bunların zamanlama ve niteliği bildirilmemiştir. Ricatın gerçekleşeceğini, kıyametteki gibi herkesi kapsamadığını, belli bir topluluğa mahsus olduğunu ve birden çok kez gerçekleşeceğini vurguladıktan sonra, bu özel dirilişin amaçlarını araştırmamız uygun düşer.

          Her müslüman kabul eder ki ilahî adalet mutlaktır, zaman ve mekan ile sınırlı değildir. Allah Teala, onun yasalarına uyan, ona kulluk eden ve zulme uğrayan salih kullarına adalet ve hakimiyet vaad etmiştir. Allah buyurmuştur ki:

          „Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte bunlar asıl büyük günahkarlardır.“ 93

          Allah Teala’nın bu ayeti kerimede değindiği mü’minlerden birçoğu ömürleri boyunca zulme uğramış, bir saniyeleri dahi güven içinde geçmemiş, hatta şehid edilmişlerdir. O halde Allah’ın vaad ettiği hakimiyet ve güvenden bazı salih kulları müstesna mı kılınmıştır? Hayır! Eğer dünyanın ömründen ancak bir gün bile kalmış olsa, Allah, ahir zamanda Mehdî (AS) ve ashabıyla gerçekleşecek olan gizli hayrını getirerek batıl kuruluşları, zulüm ve cevri yerle bir edip zulüm ve cevirle dolmuş olan yeryüzünü adalet ve eşitlikle dolduruncaya kadar o günü uzatır, mü’minlere olan vaadini muhakkak yerine getirir.



          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

          Yorum


            #50
            Ynt: Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

            Tabersi’ye göre „iman edip iyi işler yapanlar“ dan maksat Resulullah (SAV), Ali (AS), Ehl-i Beyt (AS) ve bunların taraftarlarıdır. Bunlar hiçbir dönemde gerçek anlamda egemenliğe kavuşmamış ve hükümran olmamışlardır. Bu bakımdan Allah’ın vaadi henüz gerçekleşmemiştir ve şüphesiz Allah vaadine aykırı davranmaz. 94

            Şeyh Saduk, Muhammed bin Ebu-Umeyr kanalıyla şöyle rivayet eder:

            „Cafer ibn Muhammed (AS)’ın şöyle buyurduğunu duydum:

            لكلِّ ُأناسٍ دولٌة يرقبوا
            ودولتنا في آخر الدهر تظهر

            “Muhakkak beklediği bir devlet var her milletin
            Devletimiz ahir zamanda zuhur edecek bizim.” “ 95

            Allah Teala bir ayeti kerimesinde buyurur ki:

            „Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.“ 96

            Muhammed el-Bakır (AS) ve Cafer es-Sadık (AS)’dan birkaç kanalla şöyle rivayet edilir:

            أ ّ ن هذا النصر يكون في الرجعة، ذلك لأنَّ كثيراً من الأنبياء والأوصياء ُقتِلوا و ُ ظلِموا ولم ينصروا، وأ ّ ن الله لا يخلف الميعاد

            „Bu yardım ric’atte olacaktır; çünkü peygamber ve vasilerden bir çoğu öldürülmüş, zulmedilmiş ve yardım edilmemişlerdir; Allah’ın vaadında ise aykırılık olmaz.“ 97

            Muhammed el-Bakır (AS)’dan rivayet edilir ki:

            كنت مريضًا بمنى وأبي(ع) عندي، فجاءه الغلام فقال: هاهنا رهط من العراقيين يسألون الأذن عليك. فقال أبي(ع): أدخلهم الفسطاط، وقام إليهم ودخل عليهم، فما لبثت أن سمعت ضحك أبي(ع) قد ارتفع، فأنكرت ذلك ووجدت في نفسي من ضحكه وأنا في تلك الحال ثم عاد إليَّ فقال: يا أبا جعفر، عساك وجدت في نفسك من ضحكي؟
            فقلت: وما الذي غلبك منه الضحك، جعلت فداك؟
            فقال: إنَّ هؤلاء العراقيين سألوني عن أمرٍ كان من مضى مِن آبائك وسلفك يؤمنون به ويقرون، فغلبني الضحك سروراً أنَّ في الخلق من يؤمن به ويقر
            فقلت: وما هو، جعلت فداك؟
            قال: سألوني عن الأموات متى يبعثون فيقاتلون الأحياء على الدين

            „Mina’da hastaydım; o sırada babam yanımdaydı. Bir hizmetçi gelerek, “Bir grup Iraklı içeri girmek için izin istiyor.” dedi. Babam, “Onları çadıra al!” dedi ve kalkarak onların yanına gitti. Çok geçmeden babamın güldüğünü duydum; bu bana çok garip ve tuhaf geldi. Babam dönünce bana, “Ya Ebâ-Cafer! Güldüğümü duydun mu?” diye sordu.
            Ben, “Sana feda olayım; seni güldüren şey nedir?” dedim.
            Babam, “Bu Iraklılar bana senin babalarının ve atalarının inanıp ikrar ettiği bir konuyu sorunca, insanlar arasında buna inanıp ikrar eden var diye sevinçten gülesim geldi.” dedi.
            Ben, “Sana feda olayım, nedir o?” diye sordum.
            Bunun üzerine babam, “Onlar benden, ölülerin din üzere dirilerle savaşmak için ne zaman dirileceğini sordular.” dedi.” 98

            Buna göre ricat eden mü’minler Allah’ın dinini yeryüzünde hakim kılmak, Ehl-i Beyt (AS)’ın devletini kurmak ve dünyayı adaletle doldurmak üzere Allah’ın, Resulullah (SAV)’in ve Ehl-i Beyt (AS)’ın düşmanlarına karşı savaşacaklardır.



            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

            Yorum


              #51
              Ynt: Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

              Ali (AS)’dan rivayet edilir ki:

              العجب ك ّ ل العجب بين جمادى ورجب. فقام رجل فقال: يا أميرالمؤمنين، ما هذا العجب الذي لا تزال تعجب منه؟ فقال: وأي عجب أعجب من أموات يضربون ك ّ ل عدو لله ولرسوله ولأهل بيته، وذلك تأويل هذه الآية يا أيها الَّذين آمنوا لا تتوَلوا قَوماً غضب اللهُ عليهِم قد يئسوا مِن الآخرة كما يئس الكّفا ر مِن أصحابِ الُقبور

              „Hayret, hayret; Cemadi ayıyla Receb ayı arasındaki olaylara.“ Birisi, „Ya Emir’ul mu’minîn! Sizi bu kadar hayrete düşüren nedir?“ diye sorunca buyurdu ki: „Ölülerin, Allah’ın, Resûlü’nün ve Ehlibeyti’nin düşmanlarıyla savaşmasından daha hayret verici ne var? Bu, şu ayetin yorumudur: “Ey inananlar, Allah’ın gazabettiği kimselerle dostluk etmeyin. Kafirler, mezarlık halkından nasıl ümidi kesmişse onlar da ahiretten öyle ümidi kesmişlerdir.” 99 “ 100

              Diğer yandan ricatın bir yönü de zulümlerinde ve fesatlarında halis olanların dönüşüdür. Peki onların dönüşünün amacı nedir?

              Ehl-i Beyt (AS) sünnetinden anlaşılmaktadır ki ricatın amaçlarından bir tanesi de kısastır. Kıyametten ve insanların büyük hesap için dirilişinden önce yeryüzünde ilahi adaletin uygulanması, Mehdî (AS)’ın döneminin insanlarını kapsadığı gibi geçmiştekileri de kapsar. Geçmiştekiler ise bir kez daha dünyaya dönmelerine hükmedilen, seçkin mümin ve zalimlerden oluşan bir gruptur. Küfürlerinde halis olan zalimler, yaptıkları zulüm, fesadın, Allah’ın velileri ve halis kullarıyla savaşarak işledikleri günahın cezasını görmek, Allah’ın sınırlarını çiğneyip uygulamamaları ve hiçe saymaları, onları küfür ve tuğyana dönüştürmelerinden dolayı dünyada hakkettikleri azabı tatmaları için dünyaya döneceklerdir; fakat ahirette de çok daha şiddetli ve acılı bir azap beklemektedir onları.

              Nitekim kısası tadan zalimlerin dünyaya dönmeyecekleri şu ayet ile sabittir:

              „Helak ettiğimiz bir ülkeye artık yaşamak haramdır. Onlar bir daha geri dönmezler.“ 101

              Ali bin İbrahim ve Tabersi’nin Cafer es-Sadık (AS)’dan naklettikleri şu rivayet de aynı yöndedir:

              كلُّ قرية أهلك الله أهلها بالعذاب لا يرجعون في الرجعة، وأما في القيامة فيرجعون، ومن محض الإيمان محضًا وغيرهم ممن لم يهلكوا بالعذاب، ومحضوا الكفر محضًا يرجعون

              „Allah tüm ülkelerin halkını azapla helak edecek; onlar ric’atte değil, kıyamette dünyaya dönecekler; imanlarında halis olanlar, azapla helak olmayanlar ve küfürlerinde halis olanlar ric’at edeceklerdir.“ 102



              Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

              Yorum


                #52
                Ynt: Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

                Küfür ve zulümlerinden dolayı helak edilenler kıyamette, ahiret azabını tatmak üzere diriltileceklerdir ancak bundan önce dünya hayatına dönmeyeceklerdir. Ricat, yeryüzünde fesat çıkaran, zulmeden ve kısasın acısını tatmadan dünya hayatından göçen diğer kafirlere hastır. „Onlar bir daha geri dönmezler“ hükmünü şüphesiz „kıyamette diriltilmezler“ olarak yorumlamak mümkün değildir. Ayetin hükmü kıyamet dirilişine değil, ricata yöneliktir.

                Musa ibn Cafer (el-Kâzım) (AS)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilir:

                لترجعن نفوس ذهبت، وليقتصن يوم يقوم، ومن عذب يقتص بعذابه ومن أغيظ أغاظ بغيظه، ومن ُقتِل اقتص بقتله، ويرد لهم أعداؤهم معهم حتى يأخذوا بثأرهم، ثم يع مرون بعدهم ثلاثين شهرًا، ثم يموتون في ليلة واحدة قد أدركوا ثأرهم، وشفوا أنفسهم، ويصير عدوهم إلى أشد النار عذابًا، ثم يوقفون بين يدي الجبار عز وجل فيؤخذ لهم بحقوقهم

                „Giden nefisler dönecekler ve (Kâim’in) kıyam günü 103 kısas edilecekler; azap edilen azabıyla kısas edecek, öfkelenilen, öfkesiyle kısas edecek, öldürülen, öldürülmesiyle kısas edecek. İntikamlarını almaları için de düşmanları onlarla birlikte diriltilecek. Sonra onlardan sonra otuz ay yeryüzünü dolduracaklar ve sonra da intikamlarını aldıkları ve kalplerinin teskin bulduğu bir gecede hepsi ölecekler ve düşmanları azabı en şiddetli olan ateşe girecekler. Sonra Allah Teala’nın huzuruna çıkacaklar ve onların hakları alınacak.“ 104

                Şüphesiz bu ricat aynı zamanda tevbe için son bir fırsat niteliğini taşımaktadır. Ancak Kur’an’daki ayetlerle sabittir ki dünyaya dönen zalimler, şahit oldukları tüm mucizelere rağmen bu fırsatı ellerinin tersi ile iteceklerdir:

                „Siz ölü iken sizi dirilten Allah’ı nasıl inkar ediyorsunuz? Sonra sizi tekrar öldürecek, tekrar diriltecek ve sonunda O’na döndürüleceksiniz.“ 105

                Bu ayetin tevili konusunda Arapça’nın genel konseptine ve mantığa aykırı olarak, doğmamış bir insanın „ölü“ olarak nitelendirildiğini ve ilk diriltilişin doğum olduğunu iddia edenler vardır. Benzer tezler Mu’min Suresi [XL] 11. ayet hakkında da ileri sürülmektedir. Oysa biraz olsun Arapça bilen herkes, ayetin dünya yüzündeki iki hayattan ve sonra gelecek kıyamet dirilişinden bahsedildiği sonucuna varacaktır. Nitekim Arapça’da bir fiil, bir kelimenin aktüel durumunu nitelendiren sıfata zıt bir olguyla bağlantılı olarak kullanılır. Eğer ayetin tevilinde „Allah insanları ölü olarak yarattı“ tezini ileri sürersek, aynı zamanda „Allah onları öldürdü“ denmesi mümkün değildir. Diğer yandan doğmamış biri hakkında „Allah onu diriltti“ denmez, çünkü diriliş bir dönüştür. Şüphesiz Allah Teala bu ayeti ile ricat eden kafirleri kastetmekte ve küfürlerinde sabit kalacağını bildirmektedir.



                Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                Yorum


                  #53
                  Ynt: Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

                  Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’e göre Ricat Ehl-i Sünnet ricat konusunda Ehl-i Beyt (AS)’ın rivayetlerine hiçbir şekilde değinmez, ricat inancını kesin bir şekilde reddeder. Kur’an’da mevcut olan ricat hakkındaki ayetlerin hükümlerini birer mucize olarak değerlendirirler ve tekrarlanmayacağını ileri sürerler. Kaldı ki Ehl-i Sünnet, Ali (AS)’ın yandaşlarının naklettikleri hadisleri reddetmek için, başka bir geçerli neden bulamadıklarında, „Ravî ricate inandığından naklettiği hadis sahih değildir.“ yargısını öne sürerler. Aynı şekilde „Ravî Şii’dir.“ yargısının kullanılması ve bu yolla ravinin güvenilmez sayılarak, naklettiği hadisin geçersiz sayılmasına sıkça rastlanmaktadır. Ancak bize göre bu metod, bir hadisin geçersizliği ya da ravinin güvenilmezliği konusunda geçerli kanıtların yokluğu karşısında ümitsizliğe düşen cahillerin ucuz bir çabasıdır. Her akıl sahibinin bu tür yaklaşımlara mesafe alması ve bir hüküm hakkında getirilen argümanları daha eleştirel bir bakış açısı ile irdelemesi gerekmektedir. Belki, „irdeleme –itaat et“ mantığını güden sünni ulemanın bu mentalitesinin ardında yatan motivasyon, tezlerinin ilk basit sorgulamada çürütüleceğini bilmeleri ve bundan korkmalarıdır.

                  Ehl-i Sünnet’in bu tarz karalamalarına hedef olanlara örnek olarak Cabir bin Yezid Cu’fi’yi gösterebiliriz. Ehl-i Sünnet’in cerh ve ta’dil bilginlerine göre Cabir hadis konusunda doğru konuşan ve güvenilir birisidir. Süfyan der ki:

                  „Cabir hadis konusunda takvalı birisidir; ben hadiste ondan daha takvalı birisini görmedim.“ 106

                  İsmail bin Ulye diyor ki:

                  „Şu’be’nin şöyle dediğini duydum: Cabir Cu’fi hadis konusunda doğru konuşan birisidir.“ 107

                  Şu’be der ki:

                  „O delilerin Cabir Cu’fi hakkında söylediklerine bakmayın; acaba Cabir, birinin söylemediği bir şeyi size nakletmiş midir?“ 108



                  Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                  Yorum


                    #54
                    Ynt: Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

                    Vukey diyor ki:

                    „Bir şeyde şüphe ederseniz, Cabir’in güvenilir olduğunda şüphe etmeyin; Mus’ar, Süfyan, Şu’be ve Hasan bin Salih ondan bize hadis nakletmiştir.“ 109

                    Muhammed bin Abdullah bin Hekem der ki:

                    „Şafiî’nin şöyle dediğini duydum: Süfyan Sevri, Şu’be’ye dedi ki, “Cabir Cu’fi aleyhinde konuşacak olursan, ben de senin aleyhinde konuşurum.” “110

                    Mualla bin Mensur Razi diyor ki:

                    „Ebu-Muaviye bana dedi ki, Süfyan ve Şu’be beni Cabir Cu’fî’den sakındırırlardı. Oysa ben Cabir’in yanına gidip, “Yanında kim vardı?” diye sorduğumda “Şu’be ve Süfyan vardı.” diyordu.“ 111

                    Cabir, onların ders aldığı kişilerden birisidir; Zehebî onu ilim kaynaklarından biri olarak tanıtmıştır. 112

                    Abdurrahman bin Şerik ise şöyle der:

                    „Babamın yanında Cabir Cufi’den almış olduğu on binlerce mesele vardı.“113

                    Cerrah bin Melih, Cabir’den şöyle duyduğunu söyler:

                    „Benim yanımda, Muhammed Bakır (AS)’ın Resulullah (SAV)’den rivayet ettiği yetmiş bin hadis vardı; onlar (Ehl-i Sünnet), bu hadislerin hepsini terk ettiler.“ 114

                    Selam bin Ebu-Muti’ ise Cabir Cu’fi’den şöyle duyduğunu söylemektedir:

                    „Benim yanımda hiç kimseye söylemediğim Resulullah (SAV)’den elli bin hadis var.“ 115



                    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                    Yorum


                      #55
                      Ynt: Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

                      Bunun benzeri Zuheyr bin Muaviye’den de nakledilmiştir. 116 Durum böyleyken neden bazıları Cabir’in hadislerini terk ederek ikinci defa onu hadiste yalan söylemekle ve diğer bazıları da rafizilikle suçlamışlardır? Neden onu tazyif edip naklettiği hadisinin yazılmasını yasaklamışlardır? Ehl-i Sünnet’in ileri gelenleri bu soruyu cevaplamış ve iki neden öne sürmüşlerdir:

                      1. Cabir’in ehl-i Beyt (AS)’ı insanlardan evla bilmesi ve Resulullah (SAV)’in vasileri ve ilmin kapısı olarak kabul etmesi:
                      Onlar, Cabir’in Muhammed ibn Ali el-Bakır (AS)’ı kastederek „Vasilerin vasisi bana şöyle buyurdu“ demesinden rahatsızlık duyarlardı.

                      Şehab, İbn A’yeyne’nin şöyle dediğini nakleder:

                      „Cabir Cufi’den duyduğum şu söz yüzünden onu terk ettim: “Resulullah (SAV), Ali’yi çağırarak bildiklerini ona öğretti. Ali, Hasan’ı çağırarak bildiklerini ona öğretti. Hasan, Hüseyn’i çağırarak bildiklerini ona öğretti ve Hüseyn de evlatlarını çağırdı … Cafer bin Muhammed’e ulaşıncaya kadar böyle yaptılar.” “

                      Süfyan diyor ki, „Ben de onu bu nedenle terk ettim.“ 117

                      Yine Cabir’in şöyle dediğini duymuş:

                      „Resulullah (SAV)’in ilmi Ali’ye intikal etti. Ali’den de Hasan’a intikal etti ve Cafer bin Muhammed’e (es-Sadık’a) ulaşıncaya kadar böyle devam etti.“ 118



                      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                      Yorum


                        #56
                        Ynt: Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

                        2. Cabir’in ricata inanması:
                        Ebu Ahmed bin Adiyy der ki:

                        „Ehl-i Sünnet, Cabir’i ric’ata inanmasından dolayı terk etmiştir.“ 119

                        Zaide der ki:

                        „Cabir Cu’fi’ye gelince; o, ric’ata inanıyordu.“ 120

                        Cerir bin Abdulhamid diyor ki:

                        „Cabir’den rivayet etmeyi câiz görmüyorum; çünkü o ric’ata inanıyor.“121

                        Ebu Kuteybe ve İbn-i Habban da diyorlar ki:

                        „Cabir ric’ata inanıyordu.“ 122

                        Ukeylî, Süfyan’dan şöyle rivayet ediyor:

                        „”Cabir’in açığa çıkardığı şeyi açığa çıkarmadan önce halk ilmini Cabir’den alıyordu. Fakat açığa çıkardığı şeyi açığa çıkarınca halk onu hadislerinde suçladılar ve bazıları onu terk ettiler.”. “Onun açığa çıkardığı şey nedir?” diye sorduklarında, “Ric’at inancıdır.” dedi.“ 123

                        Ebu Ahmed Hakim diyor ki:

                        „Cabir ric’ata inanıyordu.“ 124

                        Bunlardan anlaşılıyor ki Cabir ric’ata inanıyordu ve onun zamanındaki Ehl-i Sünnet’in ileri gelen uleması da onun bu inanca sahip olduğunu çok iyi biliyorlardı.

                        Cabir Cu’fi, Ali ibn Hüseyin Zeyn’ul-abidin (AS), Muhammed ibn Ali el-Bakır (AS) ve Cafer ibn Muhammed es-Sadık (AS)’ın dönemlerinde yaşamış olup, Muhammed el-Bakır (AS) ve Cafer es-Sadık (AS)’ın özel ashabındandı125 ve bir rivayete göre de o, hicri 118 yılında126 Muhammed el-Bakır (AS)’ın hizmetçilerindendi; el-Bakır (AS)’dan sonra da vefat ettiği hicri 128 yılına kadar es-Sadık (AS)’ın yanında kalmıştır.127 Bu bakımdan ricat inancını nerden ve kimden aldığı açıktır. Ravî olarak güvenilirliği de Ehl-i Sünnet yazarlarınca onaylanmıştır. Bu durumda onun ricat inancı ve diğer meseleler hususunda naklettiği hadisleri doğrudan, önyargılı bir şekilde reddetmeleri anlaşılmazdır. Ricat inancı konusunda o kadar çok rivayet mevcut iken, bunları reddedebilmek için Ehl-i Sünnet’in, Resulullah (SAV) ve Ehl-i Beyt (AS)’a dayandırılan, ricat inancını reddeden ve kınayan hadislerle bu iddialarına delil getirmeleri gerekmez mi – adalet sahibi iseler? Eğer bunları getiremiyorlar ise, ki bu hususta bir tane bile hadis nakledememişlerdir, bu inancın geçerliliğini kabul etmeleri ya da en azından öyle bir olayın vuku bulma olasılığının olduğunu kabul etmeleri gerekmez mi?



                        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                        Yorum


                          #57
                          Ynt: Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

                          Seyyid bin Tavus der ki:

                          „Müslim kendi Sahih’inin birinci bölümünün baş tarafında Cerrah bin Melih kanalıyla şöyle rivayet eder: Cabir’in şöyle dediğini duydum: “Benim yanımda, Muhammed el-Bakır (AS)’ın Resulullah (SAV)’den rivayet ettiği yetmiş bin hadis vardı; onlar (Ehl-i Sünnet), bu hadislerin hepsini terk ettiler.” Daha sonra Müslim kendi Sahih’inde Muhammed bin Razi’ye ulaştırdığı senediyle şöyle der: Hariz’in şöyle dediğini duydum: “Cabir bin Yezid Cu’fi’yle görüştüm, fakat ric’ate inandığı için ondan hiçbir rivayet yazmadım.” “

                          Seyyid bin Tavus daha sonra diyor ki:

                          „Bakın bunlar, Resulullah (SAV)’in kendilerine sarılmalarını emrettiği Ehlibeyt (AS)’dan biri olan İmam Muhammed Bakır kanalıyla peygamberlerinden rivayet edilen yetmiş bin hadisten yararlanmayı kendilerine nasıl haram etmişler! Oysa Müslümanların çoğu veya hepsi dünyada ölülerin dirildiğini, Allah Teala’nın ölüleri sorguya çekmek için kabirde dirilteceği hadisini ve Ashab-ı Kehf’in kıssasını rivayet eder. İlahî kitapları Kur’an-ı Kerim de şöyle buyurmuyor mu:
                          “Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara “Ölün!” dedi. Sonra onları diriltti.”128 Musa (AS)’ın yanındaki yetmiş kişiye yıldırım çarpması, Uzeyr’in hadisi, İsa bin Meryem (AS)’ın dirilttiği kişi ve yine doğruluğunda ittifak ettikleri Cureyh’in hadisi bir bütün olarak aynı gerçeği vurgulamıyor mu? O halde bunlarla Ehlibeyt (AS) ve onların izleyicilerinin ric’at konusunda söyledikleri arasında ne fark var? Ve bu konuda Cabir’in, hadislerini itibarsız kılan suçu nedir?“ 129



                          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                          Yorum


                            #58
                            Ynt: Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

                            Diğer yandan sünni kaynaklarda, Resulullah (SAV)’den sonra da bazı kimselerin mucizevi şekilde ölüleri dirilttiği bildirilmektedir. Bunlardan biri Şeyh Ebu-Bekir bin Abdullah Baalvi’nin (vefatı 914 H) Zeyla bölgesinde bir cariyeyi dirilttiği rivayetidir. 130 Bu rivayeti aktaran yazar olayın gerçekliğine tereddütsüz inanırken nasıl olur da ricata inanmaz? Ricat, ölen birisinin kıyamet dirilişinden önce, Allah’ın takdiri ile dünya hayatına dönmesinden başka nedir? İşte burada yine daha önce zikrettiğimiz terminolojik yanılgı devreye girmektedir.

                            Alevilerin ricat inancı – özellikle vurguluyoruz – Vedaist tenasuh inancından kesin çizgilerle ayrılır. Eğer semavi olmayan bir din tek bir ilahın varlığını propage etse idi Aleviler’in tevhid inancını yine bu semavi olmayan dinde mi aramamız icap eder? Tabii ki böyle bir iddia spekülatif olmaktan ileri gitmez. Bilimsel metodolojiye aşina herkes bilir ki bir asosiyasyonun varlığı, neden-sonuç ilişkileri konusunda bir yargıya varmakta yetersizdir. Bunu meşhur bir örnek ile açalım:

                            Birbirinden bağımsız olgular arasında, neden-sonuç ilişkisi şeklinde bir bağlantı bulunmamasına rağmen asosiyasyon bulunabileceğini göstermek isteyen bir gurup bilim adamı „Dondurma yemek boğulma sureti ile ölüme neden olur“ şeklinde, yanlış olduğu herkesçe malum bir tez kurarlar. Oysa bu bilim adamları, istatistikler ışığında, dondurma tüketiminin arttığı aylarda boğulmaların kat-kat artış gösterdiğini açıkça gösterirler. Böylece
                            pseudobilimsel (yalancı-bilimsel) bir mantık ile bu tezin doğru olduğu iddia edilebilirdi. Oysa tezin geçersizliğini bilmek için bilim adamı olmak gerekmez. Çalışmayı yapan bilim adamları bu fenomeni şöyle açıklarlar:

                            Dondurma tüketiminin arttığı aylar yaz aylarıdır. Bu aylarda denizde, gölde veya havuzda yüzenlerin sayısı doğal olarak bir patlama gösterir. Soğuk mevsimlerde yüzmeye gidenlerin sayısı, dondurma yiyenler gibi azdır. Dolayısı ile soğuk mevsimlerde suda boğulmak sureti ile vuku bulan ölümlerin sayısı doğal olarak az olacaktır. Yaz aylarında bu tarz ölümlerin sıklığında görülen artış, dondurma tüketiminin artışı ile değil, paralel olarak yüzmeye gitme sıklığındaki artış ile ilişkilidir.

                            Dolayısı ile, Vedaism’in ricat inancının kaynağı olduğunu iddia etmek ve bu tezi bazı tesadüfi paralelliklerle kanıtlamaya çalışmak bilimsel olarak geçersiz bir metoddur. Diğer yandan, başta üfürükçüden üfürükçüye koşma, ğaybdan haber verme (ve almayı umma) hastalığı olan kadınlar başta olmak üzere ammâ (bilgisiz halk) arasında, ricat konusunda da Ehl-i Beyt (AS) sünnetine aykırı sayısız hurafelerin gezdiğini inkar etmiyor, aksine bunları tasvip etmediğimizi ve bunların üfürükçülük alışkanlıkları Alevilik’i ne kadar az bağlıyorsa, hurafelerinin de bizi o derece bağlayacağını belirtiyoruz ve gençlerimizi bu illete karşı uyanık olmaya davet ediyoruz. Diğer batın meselelerde olduğu gibi ricat konusunda hüküm verme yetkisi Resulullah (SAV) ve Ehl-i Beyt (AS)’a mahsustur. Nitekim ricatın varlığı ayetlerin zahiriyle ıspatlanabilse de ayrıntılar batınî anlamlarında gizlidir. Urafa ed-Din’in bu konuda atalarından devraldığı ve sabilerine aktardığı mütevatir rivayetler esastır.



                            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                            Yorum


                              #59
                              Ynt: Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

                              Araştırmalarımızda rastladığımız bir ilginç olgu da, Ehl-i Sünnet içinden meşhur ve tüm sünnilerin saygısına mazhar, hatta „Şeyh’ul İslam“ ünvanını almış bir alimin ricate inanmış olduğu gerçeğidir. Bu kimse Suyutî’den başkası değildir. Suyutî, uyanık olduğu halde Resulullah (SAV)’i gördüğünü, hatta bu durumun bir kereye mahsus değil, yetmiş kusur defa vuku bulduğunu söyler. Suyutî’nin bu inancı prensip olarak ricat olsa da ayrıntıları bakımından İmamiyye’nin ricat inancından ayrılır. Diğer bir değiş ile ricata inandığı halde, bu konuya kendine özgü bir yorum getirmiştir. Durum böyle iken bir yanda ricata inanan Suyutî’nin saygı görmesi, diğer yandan ricata inanan Aleviler’in kınanması mantık ve adalete aykırıdır.



                              Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                              Yorum


                                #60
                                Ynt: Bu ayetler hakkinda paylasim rica ediyorum

                                Ricat Mükellefiyeti Kaldırır mı?
                                Alevilik’i „Ğulat“ ya da „Rafizilik“ olarak niteleyen ve bu bakımdan İslam dışı göstermeye çalışanlar ve ricatın sembolik anlaşılması gerektiğini, ricattan kastın insanların bizatihi dönüşü değil, devletin dönüşü olduğunu iddia eden Şii’ler derler ki:

                                „Ricat teklifle (ilahi yasa ve bu konuda insanların özgür irade sergilemesi esası ile) çelişir.“

                                Demek isterler ki, ricat eden bir topluluğun kesinkes hayrın ya da şerrin tarafında yer almak üzere dünyaya döneceğini iddia etmek, her insanın Allah’ın yasasına uymak veya uymamak konusunda özgür iradesi ile karar verme yeteneğini red etmekle denktir. Eğer insanlar amellerini özgür iradeleri ile yönlendiremezse cezalandırılmaları da İlahî Adalet mantığına uymaz. Dolayısı ile (bizim aktardığımız şekli ile) ricata inanmak Allah’ı ve adaletini sorgulamaktır.

                                Hatta aşırı ortodoks sünniler daha ileri giderek Aleviler’in kıyamet gününe iman etmediğini ve ilahi yasayı bir bütün olarak red ettiklerini ileri sürmüşlerdir. Bunun ana nedeni Süleyman Adanî adlı müfteri hainin, kendisini şeyhliğe layık görmeyen cemaatten intikam almak amacı ile yazdığı iftiralardır.

                                Öncelikle tespit etmeliyiz ki Allah Teala her insana özgür bir irade vermiş ve amellerinde özgür bırakmıştır. Diğer yandan nebi ve resulleri yoluyla insanlara belli yasalar getirerek onları mükellef kılmıştır. Ancak insan bu yasalara uyup uymama konusunda kendi kararını kendi verir. Her ne kadar Allah hangi kulun ne şekilde amel işleyeceğini ve cennet ehlinden mi yoksa cehennem ehlinden mi olduğunu bilse de bu, O’nun kullarını yönlendirdiği anlamına gelmez. Eğer insanlar yönlendirilse ve uzaktan kumanda ile hareket ettiriliyor olsaydı yaptıkları nedeni ile mükafatlandırılmaz ya da cezalandırılmazlardı.

                                Ricat meselesine gelince, o ne teklifi gerektirir ne de nefyeder (bağdaşmamazlık göstermez). Dolayısı ile bu konular birbirinden bağımsız iki husustur. İnsanın dünyaya dönmesi ile ilahi yasalar ve bu konudaki mükellefiyet, dolayısı ile şahsın özgür iradesi de dünyaya döner.



                                Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X