Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar

    Ya da isterseniz onu şu hadisine atfedebilirsiniz: "Bir gün Peygamber (s.a.a) benim evime girdiğinde yanımda iki cariyenin şarkı söylediklerini gördü. Hiç bir şey söylemeden gidip yatağına uzandı. Arkasından babam (Ebu Bekir) girip bu manzarayı görünce: Bu ne? Peygamber'in yanında şeytan zurnası mı? diye çıkıştı... Ama Peygamber (s.a.a) "Bırak söylesinler dedi." Ve hadisin devamı (8)

    Veya şu hadisine atfedin: (9) "Peygamber bir gün benimle koşma yarışı yaptı, onu geçtim. Ancak uzun bir müddetten sonra (ben şişmanlamıştım) yine yarıştık, bu sefer beni geçti."

    Veya şu hadisine: (10) "Önceleri bebeklerle oynardım, arkadaşlarım da bazen gelip benimle oynarlardı, bazen de Peygamber onları, benimle oynamaları için çağınr ve evime getirirdi." Hadis devam ediyor...

    Veya (11) şu sözlerine: "Benim yedi tane faziletim vardır ki, Ümran kızı Meryem hariç hiç bir kadına nasip olmamıştır: Birincisi melek gökten benim suretimle indi, ikincisi: Peygamber benimle bakire olarak evlendi. Üçüncüsü: Onunla yorgan altında yattığım bir anda ona vahiy geldi. Dördüncüsü: Beni bütün karılarından daha çok severdi. Beşincisi: Benim hakkımda öyle ayetler indi ki, az kalsın ümmetin helakına sebep olacaklardı. Altıncısı: Benden başka hanımlardan hiç biri Cebrail'i görmedi, onu yalnız ben gördüm. Yedincisi: Evimde vefat etti, ve onun ölümüne benden ve melekten başka kimse şahit olmadı."(12)

    Ve buna benzer kendisine has bir çok hadis...Ümmü Seleme ise. Peygamber efendimizin vasisine ve veli tayin ettiği velisine sadık kalması, faziletinin derecesini tayin etmeye yeterlidir. Ayrıca gayet akıllı, dindar ve isabetli görüşlere sahip olduğu herkesçe bilinirdi. Hudeybiye günü Peygambere (s.a.a) arz ettiği görüş, onun ne derece akıllı ve fikir sahibi olduğunu göstermişti. Allah'ın rahmeti ve bereketi onun üzerine olsun. Vesselam. (ş)


    "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
    "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

    Yorum


      Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar

      DİPNOT

      1- "Tahrim" suresinde Ayşe ve Hafsa'ya "Eğer kalpleriniz doğru yola yönelirse" hitabına işarettir.

      2-Buhari Sahih'inde "Cihad ve Siyer" kitabının "Büyüt-ü Ezvac'in-Nebi", babında tahric eder. (c. 2 s. 503)'e bakın...

      3- Sahih-i Buhari'nin "Namazda ne gibi ameller caizdir" babına bakın (c. 2 s. 143)

      4- Halife Osman'ın aleyhinde başlattığı kötüleme faaliyetini, bütün hadis kitapları yazar. Bunların basında Taberi ve ibn-i Esir gelir. Zikrettikleri şu habere göre akrabalarından biri kendisine şiirle şöyle bir sitemde bulunuyor:
      "Başlatmak da senden, değiştirmekte. Fırtına da senden, yağmur da senden, imamın öldürülmesini sen emrettin. Ve bize: Küfre düştü diyen de sensin.", isterseniz İbn-i Esir 'in "Kamil" kitabına (c. 3 s. 80) bakın.

      5- Ayşe'nin Basra da bindiği devenin adı "Asker "di. Onu çok beğenmişti ama adinin "Asker" olduğunu anlayınca ürkmüş ve götürün bunu, istemiyorum demişti. Deveyi götürüp semerini ve diğer eşyalarını değiştirmişler. Ve sonra getirip kendisine "sana daha kuvvetlisini getirdik" diyence razı olmuş. Bu olayı da birçok haber ve siyer kitapları zikretmiştir.

      6- Bu hadis de çok meşhurdur, ibn-i Hanbel, Müsned'inde... Hakim Müstedrek'inde ve daha niceleri zikreder.

      7- Bu hadisin kendisinden eklenildiği sabittir, her iki şeyh Buhari ve Müslim, Sahihlerinde tahric etmişlerdir. Buhari, Sahih'inin (c. 1 s. 116) ve Müslim Sahih'inin (c. 1, s. 327) ve Ahmet Müsned'inin (c. 6 s. 57) sine bakın.

      8- Buhari, Müslim ve ibn-i Hanbel, daha önce işaret ettiğimiz yerlerde tahric etmişlerdir.

      9- İmam Ahmed'in Ayşe'den tahric ettiklerinden (Müsned. c. 5 s. 39).

      10- Yine Ahmed'in Ayşe'den tahric ettikleri hadislerden (Müsned, c. 6 s. 75).

      11- İbn-i Şeybe tahric eder, aynı zamanda Kenzil'ul Ummal 'ın 1017. hadisidir.

      12- Herkes tarafından ittifak edilmiştir ki, vefatında Hz. Ali hazır bulunmuştur. Hatta onun yanında hasta bakıcı gibiydi. "Benden ve melekten başka ölümüne kimse şahit olmadı, veya ölümünü takip edemedi" sözleri nasıl kabul edilir? Ali, Abbas, Fatıma Safıyye nerede idiler? Diğer zevceleri ve bütün Haşımoğulları nerede idi? Onun müstesna vücudunu hepsi de nasıl Ayşe ye mi bırakırlar?

      Sonra bu bir gerçektir ki, zikrettiği yedi hasletten hiç birine, Meryem (a.s) sahip değildi. Onu kendisine benzetti? müstesna saymasının alemi nedir?


      "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
      "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

      Yorum


        Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar

        MEKTUP 79 23 Sefer 1330

        İcma, Sıddık'ın Hilafetini İspatlamıştır

        Şayet aht ve vasiyet konusunda, bütün dedikleriniz vaki ise, Sıddık'ın hilafetini gerçekleştiren, ümmetin icması kesin bir hüccettir. Zira Peygamber (s.a.a) demiştir ki: "Benim ümmetim hata (yanlış) olan bir iş için içtima yapmaz. "(toplanıp karar vermez). " ve demiştir ki, (s.a.a): "Dalalet Uzerine içtima olmaz" ne dersiniz? Vesselam. (s)
        "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
        "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

        Yorum


          Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar


          MEKTUP 80 25 Sefer 1330

          İCMA YOKTUR

          Diyoruz ki: Peygamber'in (s.a.a) benim ümmetim hatalı bir davranış veya dalalet üzerinde hemfikir olarak birlik olmaz" dediğine göre üzerinde istişare ederek, birleşip karar verdikleri dava ne olursa olsun, hata ve dalaletten uzak olduğunu gösterir. Bu bazı sünenlerin ilk bakışta arz ettiği bir görünümdür. Fakat ümmetin bir kısım neferleri kalkıp ona karşı çıkmışsa, onun doğru olduğuna hiç bir delil bulunmaz... Zira "Sakife" biati istişareyle tahakkuk etmemiştir.

          Onun gerçekleşmesini temin eden ikinci halife ile Ebu Ubeyde ve onlara yardımcı olan birkaç kişi. Bunlara o günlerin olayları da yardım ettiğinden bir sürpriz teşkil eden bu anlaşmalarının aniden diğer söz sahibi kimselerin önüne getirdiler ve istediklerini bu şekilde elde ettiler.

          Oysa bizzat Ebu Bekir hilafetinin ilk günlerinde, milletten özür dileyerek demiştir ki: "Bana biat etme olayı, oldu bittiden ibaretti, Allah onun şerrinden korudu. Ben fitneden korkmuştum." (1)

          Ayrıca Ömer Cuma günü Peygamber'in minberinden hutbe okurken, aynı şeyi söylemiş ve bu sözleri her tarafa uçuşmuştu. (2) Bu hadisi Buhari de tahric etmiş, işte size şahit olacak yerinin tam metni. Der ki Ömer bu hutbesinde: Duydum ki sizden bazıları: "Vallahi Ömer ölürse, filana biat ederim" diyormuş. Sakın kimse aldanıp da: Ebu Bekir'in biatı, "Felte" Emrivaki idi demesin. Evet Felte idi ama Allah Müslümanları onun şerrinden korudu. Ve daha sonra şöyle der: Bizi bilenler iyi bilir ki, Peygamber (s.a.a) vefat ettiği zaman, Ensar bize muhalif oldu. Ali ve Zübeyr de cemaatleri ile muhalefette bulundular. Hutbesinin sonunda da, Sakife'de cereyan eden münazaraya ve fikir ayrılığına işaret eder ve Ebu Bekir'e bu ortamda biat eliğini söyler.

          Malum olan şudur ki, Nübüvvet evinin ehlinden hiç kimse biatte hazır bulunmamıştır. Hepsi Ali'nin evinde kalmayı tercih etmişlerdi. Onlarla birlikte, Selman, Ebuzer, Mikdad, Ammar, Zübeyr, Huzeyme b. Sibt, Ubeyy b. Ka'b, Berra b. Azib, Halid b. Sait, İbn-i As ve emsalleri vardı. Bütün bu belirli şahıslar ki aralarında Hz. Muhammed'in Al-i de bulunduğu halde, biat etmediklerine göre nasıl içtima (icma) sağlanmış oluyor? "Hani Mu- hammed (s.a.a) Al-i, ümmet vücudunun başı, yüzündeki gözleri idi... Allah'ın kitabinin eşi, "Necat Gemisi" onlar değil miydi? (3)

          Ali'nin biate yanaşmadığını, Buhari ve Müslim Sahih'lerinde (4) beyan ettikleri gibi, onlardan başka birçok belirli sünen sahipleri de biat etmediğini, hatta hanımı Fatıma hatun vefat edinceye kadar, bu işi yapanlarla barışmadığını ispat etmişlerdir. Bu da altı aylık bir zamandır ki, bu müddet zarfında durum çok değişmiş ve İslamiyet'in genel menfaati açısından barışmaya kendini mecbur görmüştür. Ayşe, kendisine isnat edilen bir hadiste şu açıklamada bulunuyor:

          "Fatıma, ölünceye kadar Ebu Bekir'le konuşmadı.! Ali de onlarla barıştığı zaman onları zorbalıkla suçladı."

          Bu hadiste, barıştığında Ebu Bekir'e hitaben söylediği şu iki beyit ne kadar beliğ:

          "Eğer akrabalıkla hasımlarıma galebe çaldım diyorsan, Peygamber'e (s.a.a) senden daha yakın olanlar var. Yok eğer meşveretle onların idaresine malik oldu isen, meşveret sahipleri hazır değilse, bu nasıl mümkün olabilir?"

          "Abbas da Ebu Bekir'e karşı ihticacını şöyle dile getirmişti: Eğer bu hakkı, Resulullah'a yakınlığın ile istediysen, bize ait olan hakkı almış oldun. Yok müminlerin namına ise, biz onların başında geliriz. Yok şayet bu rivayet insana müminlerin rızasıyla verilmesi gerekiyorsa ve biz buna kerahet duyuyorsak bunun gereği nereden kaynaklanıyor?"

          Peygamber'in (s.a.a) amcasından ve hem amcasının oğlu, hem vasisi olan Hz. Ali'den, hatta bütün Ehl-i Beyt'i ve akrabalarından, bu açıklamalar yapıldıktan sonra, ittifak ve birlik bunun neresinde oluyor. Vesselam. (ş)
          "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
          "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

          Yorum


            Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar

            DİPNOT

            1-Cevheri, "Sakife" kitabında tahric ettiği gibi, İbn-i Ebi'l Hadid de Nehc'ul Belağa şerhinde nakleder, (c. 1, s. 132)

            2-Buhan Sahihi'nin "Hudud" kitabı, "Zinadan Hamile Olan Recm' babına bakın hutbeyi olduğu gibi görürsünüz, (c. 4 s. 119) Ayrıca Sünen ve haber sahiplerinin çoğu tahric ederler, örneğin Taberi tarihinin 11. yılın hadisleri kısmında tahric ettiği gibi, İbn-i Ebi'1 Hadid de nakleder. (Nehc'ul Belağa şerhi, c. 1,s. 122)

            3- (Mektup 6) ve ardından gelenlerin (Mektup 12) ye kadar üzerinde durun. Ehl-i Beytin rütbesini daha iyi anlarsınız.

            4-Buhan Sahihi, Hayber Gazvesi babına bakın. (c. 3 s. 39) Ayrıca Müslim Sahihi'nin Peygamber'in (s.a.a): "Biz peygamberler miras bırakmayız, terk ettiklerimiz umumiyetle sadakadır" dediği babına da bakabilirsiniz, (c. 2 s. 72)


            "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
            "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

            Yorum


              Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar

              MEKTUP 81 28 Sefer 1330


              Niza Sona Erdikten Sonra İttifakın Akdedilmesi


              Ehl-i Sünnet, biatin meşveret yoluyla sağlanmadığını inkar etmezler, buna karşı oldu bittiye getirilerek elde edildiğini teslim ederler. Hatta Ensar'in muhalefetine ve Sa'd'a katılmalarına, aynı zamanda Haşim oğullarının muhalefeti ve Muhacirlerden onları destekleyenler de Hz.Ali'ye (as) sığınmalarına şaşmazlar . Fakat onlara göre neticede hilafet meselesi Ebu Bekir'i herkesin kabul etmesiyle hallolmuş ve ortada ilmi tartışma namına bir şey kalmamıştır. Herkes ona sırda ve aleniyette yardımcı olmuş, savaşta ve barışta yanında olmuştur. Böylece ittifak sağlanmış ve hilafet akdi tahakkuk etmiştir. "Dağınıklıktan sonra toplanmalarına, nefretten sonra yakınlaşmalarına"
              Allah'a hamd ve şükürler olsun. Vesselam. (s)


              "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
              "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

              Yorum


                Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar

                MEKTUP 82 30 Sefer 1330

                İttifak Akdedilmemiş, Niza Da Sona Ermemiştir


                Herkesin Ebu Bekir'e sonradan muvafakatte bulunup yardımcı olması meselesi başka, bir şey olup onun hilafeti üzerine anlaşmak meselesinin sıhhati başka. Bu ikisi, aklen ve şer'en birbirlerinden ayrı şeylerdir. Hz. Ali, Masum çocukları ve torunlarının, İslamiyet'te sulta sahiplerine nasıl yardımcı olunacağı hususunda malum bir görüşleri vardır. Söylediklerinize cevap olsun diye size onu zikredeceğim, onun özü şudur: Onların görüşlerine göre, İslam ümmeti, kendisini bir bayrak altında toplayacak bir devleti olmadan, şeref ve izzet sahibi olmaz. O devlet mutlaka onun açıklarını kapatacak, düşman baskınına karşı zayıf cihetlerini koruyacak, kısacası onun bütün işlerini takip edecek. Ve bu devlet, elbette kendisine canlarıyla ve mallarıyla yardımcı olacak halk ve kamu olmazsa ayakta duramaz. Eğer devletin meşru sahibinin eline düşmesi mümkün olursa ki, Peygamberin (s.a.a) hakiki vekili odur. Tayin edilmesi gereken zaten ondan başkası değildir.

                Yok buna imkan olmaz ve Müslümanların başına başka biri gelirse, İslam'ın izzeti, himaye ve muhafazasını temin etmek için, ona yardımcı olmak yine ümmete vaciptir. Zira İslam'ın bölünmesine neden olmak hiçbir şekilde caiz değildir. Hatta o başa gelen, solgun bir köle bile olsa ona hakkıyla bir halife muamelesi yapmak gerekir. Ona arazi vergisini, davar zekatını ödediği gibi hakiki halifeye karşı ne kadar mükellefiyetler varsa hepsini çekinmeden yerine getirir. Hz. Ali ve oğullarıyla torunlarından gelen pak imamların mezhebi budur. Bunu daha önce ,Peygamber de açıklarken şöyle demişti: (1) "Benden sonra başınıza gelecek bazı kimselerden size çok yabancı gelecek davranışlara şahit olacaksınız" Ona sorarlar: "Peki bizden o günde yaşayıp, o davranışları görenlere ne tavsiye edersin Ya Resulullah ?" der ki (s.a.a): "Üzerinize düşen hakkı yerine getirmenizi, size ait olanı da Allah'tan dilemenizi." (831) Buna istinaden Ebu Zer-i Gaffari (r.a) şöyle derdi: (2) "Bana Habibim Resulullah (s.a.a) söz dinleyip itaat etmemi tavsiye etti. İsterse amirin solgun bir köle olsun."

                Selerne el-Cu'fı (3) soruyor: Ya Nebiyellah! Eğer başımıza, haklarını bizden isteyip hakkımızı men eden amirler gelirse, ne yapmamızı emredersin?" Der ki (s.a.a): "Siz, size düşen ne ise ondan sorumlusunuz, onlar da kendilerine düşenden sorumludur "." Ve Huzeyfe b. el-Yeman'in hadisinde diyor ki (s.a.a): "Benden sonra, benim yolumdan gitmeyen ve benim sünnetimi takip etmeyen imamlar türeyecek, onlardan başa geçecek bazıları var ki, vücutları insan vücudu, kalpleri ise şeytan kalbidir. "

                Huzeyfe (r .a) soruyor: Onların zamanına kadar yaşarsam, nasıl davranayım ya Resulullah? Peygamber (s.a.a) şu tavsiyede bulunuyor: "Söz dinleyip itaat edeceksin hatta sırtına vurup malımı alsalar bile. "Ve hadisler bilhassa Ehl-i Beyt yolundan bu hususta mütevatirdir. Onun için bağırlarına taş basarak sabrettiler. Bu mukaddes ve benzeri emirlere riayet etmek için. Bilhassa Peygamber'in (s.a.a), ümmetin selameti ve devletin sultası için her türlü eziyete tahammül etme tavsiyesine uyarak, baştakileri hep doğruyu yapmaya ve hakikati görmeye doğru yöneltmeye çalışmayı vazife edinmişlerdir. Kaldı ki onlar kendilerine ait olan makamı işgal etmiş ve kendilerini her türlü acıya maruz bırakmışlardır. Buna rağmen sırf vermiş oldukları vaadi, akdettikleri ahdi yerine getirmek ve vacip olana şer'i ve akli yönden uymak ve daha mühim olanı, mühim olana tercih etmek için onlara yardımcı olmaktan geri kalmamışlardır. Bunun içindir ki, Emir- El Müminin Hz. Ali, her üç halifeye de nasihatinin en halisini esirgememiş, onlarla meşveret ederek içtihatta bulunmuşlardır. Onun, hayatını takip eden herkes bilir ki, hilafetteki hakkından ümidini kestikten sonra kendiliğinden mütareke yoluna girip, emir sahipleri ile barışmayı yeğ tutmuştur. Kendine tavsiye edilen tahtı, hep onların avucun da olduğunu görmüş, buna rağmen ne onlarla savaşınış, ne de onlarla kakışmıştır.

                Aynı zamanda kendisini iki musibet arasında bulmuştur; bir tarafta hilafet, ahitleriyle naslarıyla, yüreği kanatan acıklı bir sesle ona sesleniyor, diğer tarafta, fitneyi körüklemeye hazırlanan münafıklar, Arapların dönmesine neden olması onu endişelendiriyordu. Zira Medine'de hala nifak sokmaya alışmış, münafıklar mevcut olduğu gibi, şehrin etrafındaki yörelerde de bir sürü münafık Araplar vardı. O Araplar ki, o kadar nifak ve küfür ehli idiler ki Kur'an-ı Kerim onlan bir kaç ayetle tarif etmiş ve ehli imana, onları tanıtmalarını tembih etmiştir. Nitekim Peygamber'in (s.a.a) vefatından hemen sonra bir çoğunun baş kaldırıp dönmeye hazırlandığı görülmüştür. Hatta İslam'ı ortadan kaldırma hazırlığını tasarlayan Müseylime el-Kezzab, Tulayha b. Hüveylid ve Secah bint-i el Haris gibi bazı yalancı peygamberler bile türemeye başlamıştır. Ayrıca Rum ve Fars hükumdarları da Peygamber'in (s.a.a) vefatını fırsat sayıp, İslam ve müslümanlara karşı besledikleri kin ve nefretlerini artık gizlemeye lüzum kalmadığına kanaat getirmiş ve İslamiyet'i temelinden yıkma teşebbüsüne girişmişlerdir. Yalnız onlar değil. Onlardan başka daha nice unsurlar Peygamber'in (s.a.a) ruhu Refık-i Ala'ya yükseldikten sonra islam aleminde karışıklık olacağını ve bu karışıklığın kendileri için büyük bir fırsat sayılacağına inanıyor ve bu fırsatı değerlendirmeye hazırlanıyorlardı. İşte Hz. Ali bu iki tehlike arasında kalmış ve hilafet hakkını İslam'ın yaşaması uğruna bir kurban gibi feda etmekten başka yapacağı bir şey kalmamıştı. Zaten onun gibi birinin böyle yapması doğaldı. Böyle yapmıştır ve niza bitmiş, ortalık durulmuş ve Ebu Bekir'le arasındaki ihtilaf kalkmıştır. Dinin korunması ve İslam'ın birliği için sabretmesi lazımdı, sabreder. Hem bütün Ehl-i Beyt'i ve Muhacir ve Ensardan kendisine tabi olanlarla beraber. Evet sabretmiştir. Gözündeki çöpe, boğazındaki kılçığa rağmen.

                Fakat Ensar'ın efendisi Sa'd b. Übade, hiç bir zaman iki halife ile barışmamış ve ne bir Cumada, ne de bir bayramda onlarla buluşmamıştır. Hatta onların dediğini demez, emir ve yasaklarını zerre kadar dinlemezdi. Nihayet ikinci halife devrinde, "havran" denilen bir vadiden geçerken bir suikastle öldürülürse de onu cinler öldürdü derler. Sakife günü ve ondan sonraki günlerde bir çok sözleri vardır, burada zikretmeye lüzum görmüyoruz.(4)

                Yine Onun Ensar'dan olan, (Hubab b. Munzir ve benzeri) arkadaşları ise, zora ve kuvvete teslim olmaya mecbur kalmışlardır. Hiç, kılıçtan ve ateşle yakılmaktan korkup (5) biat etmek inanca atfedilir mi? Ve Peygamber'in (s.a.a)"Benim Ümmetim hata üzerine birleşmez" sözüne tasdik ve şahit olacak mahiyette midir? Bunun fetvasını siz verin ve ecri size ait olsun. Vesselam . (ş)


                "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
                "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

                Yorum


                  Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar

                  DİPNOT
                  1- Müslim Sahihi (c. 2 s. 118) ve daha bir çok sihah ve sünenler.
                  2- Maslim Sahihi'nde tahric ettiği gibi bir çok sihah ve sünenlerde mevcuttur.
                  3- Müslim ve başkaları Seleme'den tahric etmişlerdir.
                  4- Sa'd b. Ubade'nin künyesi Ebu Sabittir. Akabe biati ehlinden olup Bedir Vakası ve başka vakalarda Peygamber'in yanında bulunmuştur. Ayrıca Hazreç kabilesinin efendisi ve nakibi idi. Ensar'ın reisi ve en cömerti idi. Bahsini ettiğimiz sözleri siyer ve haber kitaplarında taşkın vaziyettedir. Bunlardan İbn-i Kuteybe'nin el İmame ves Siyase Tabarani'nin, Tarih 'i İbn-i Esir'in Kamil'i ve Cevheri'nin "Sakife" kitabı sizi tatmin etmeye yeterlidir.
                  5- Hz.Ali'yi evini yakmakla tehdit etmeleri kesin olarak sabittir. Sizi tatmin etmeğe şu kaynaklar yeterlidir: İbn Kuteybe el İmame ves Siyase, Taberi, Tarih, İbn-i Abdurabbih el İkd'ul Ferid, Cevheri "Sakife" kitabı, Nehc'ül Belağa şerhi İbn-i Ebi'l Hadid, Muruc'uz Zeheb el Mesudi, Şehristani, el Milel ven Nihel. Bu olay o kadar meşhur ki, "Nil Şairi" lakabıyla tanınmış Hafız İbrahim 'in "Ömeriye" kasidesiyle ne güzel dile getirilmiş. "Ömer'in Aliye söylemiş olduğu bir söz var ki onu işiten de söyleyen de ne mükerrem ve muazzamdır: Sana acımadan evini yakanm, eğer biat etmezsen, evinin dahilinde Hz.Mustafa'nın kızı olsa dahi. Bu sözü Ömer'den Başka kimse söyleyemezdi elbet. Arapların hamisi ve cengaveri önünde. "İmama karşı muameleleri budur işte. Bizce o fikrini açıklamadan önce yapılan biat icma ile yapılmamıştır dolaysısıyla da hüccet sayılmaz. Şu halde mahiyeti bundan ibaret olan icmanızla bizim aleyhimize nasıl ihticaca kalkarsınız ey insaf sahipleri?
                  "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
                  "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

                  Yorum


                    Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar

                    MEKTUP 83 2 Rebi'ül evvel 1330

                    Bu Nassın Sübutu İle Sahabelerin Doğruluğunu Badaştırmanın İmkanı Var mı?


                    Aklı başında herkes, sahabeleri Peygambere (s.a.a) muhalefet etmekten tenzih eder. Ve onun emir ve yasaklarına taabbüt etmekten başka bir şey yapacaklarını caiz görmez. İmamın üzerine konan bu nassı duyup da onu üç kere terk etmeleri mümkün değil. Duydukları halde onu terk etmeleri, onların doğru davranmış olduklarını kabul etmek mümkün mü? Bunların ikisini birbiriyle bağdaştırabileceğinizi tahmin etmiyorum. Vesselam. (s) .

                    "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
                    "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

                    Yorum


                      Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar

                      Mektup 84 5 Rebi'ül Evvel 1330

                      1- Nassın sübutu ile onların doğru davrandıklarına dair inanışları bağdaştnınak.
                      2- İmamın hakkından vazgeçmeye razı olmasının sebebi.

                      1- Sahabelerin çoğunun, davranış ve inançlarından anladığımıza göre naslarla, sadece o naslar din ve ahiretle ilgili ise taabbüt ederlerdi. Örneğin Peygamber'in (s.a.a) yalnız Ramazan'ında oruç tutulacağına, günlük namaz rekatların kaç ve nasıl yerine getirileceğine, Kabe'nin etrafında nasıl tavaf edileceğine ve buna benzer koyduğu naslar gibi. Fakat siyaset, imaret ve devlet işleriyle alakalı olan meselelerle taabbüt etmeye ve Peymberin izinden gitmeye kendilerini zorunlu görmüyorlardı.

                      Böylece kendi fikirlerini ve görüşlerini yürütmek için bir meydan bulmuş ve bu yolda içtihada koyulmuşlardır.
                      Bu yolda, şahıslarına bir yükseklik, saltanatlarına bir menfaat söz konusu olduğu zaman, Peygambere muhalifte olsa yapmaktan geri kalmazlardı. Kim bilir belki böylece Peygamberin rızasını kazanacaklarını zannederlerdi. Nitekim Arapların Hz.Ali'ye itaat etmeyeceğine kanaat getirmişlerdi. Zira Hz. Ali onların çoğunun hak yolunda atalarını öldürmüştü. Allah'ın kelimesini yüceltmek için onlardan çok kan akıtmıştı. Onun için ona konan nassa ancak zor ve kuvvetle itaat edeceklerdi. Çünkü Araplar adet olarak kan davasında her zaman aşiretin büyüğünü sorumlu tutarlar. Peygamberden sonra da, onun aşireti olan Haşimi'lerin en büyüğü ve ileri geleni elbette ki Hz. Ali idi. Onun için Arapların ona ve onun zürriyetine büyük kini vardı. Her fırsatta onlardan intikam almayı akıllarından çıkarmamışlar.

                      Ayrıca Araplar, bilhassa Kureyş Hz. Ali'yi Allah'ın düşmanlarına, ve haksızlara karşı çok sert olduğundan dolayı hoşlanmazlar, hatta bu huyundan dolayı ondan nefret ederlerdi. Onun her zaman iyiliği emredip kötülükten uzak durmayı tavsiye etmesinden korkarlardı. Ve halk arasında her davada, adalet ve eşitlikten şaşmamasından çekinirlerdi. Zira hiç kimse ondan ne hatır için bir iş yaptırmak, ne onunla herhangi bir menfaat için pazarlık yapabileceğini bekleyebilirdi. Onun yanında bir şahıs ne kadar kuvvetli olursa olsun, herkesin hakkını ondan almadığı müddetçe zayıf ve zelildir. Yine bir şahıs zayıf ve zelil de olsa, ona hakkını temin edemediği müddetçe aziz ve kuvvetlidir. Araplar onun gibisine hiç itaat etmek isterler mi? O Araplar ki bir kısmı "Küfür ve nifakta herkesten fazla şiddetlidirler. Ve onlar Allah'ın, Resulüne indirdiği hükümlerin sınırını bilmemeye daha layıktırlar." "Ve Medine halkından bir takım münafıklar vardır ki, onlar nifak yapmaya alışmışlardır. Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz." Kur'an-ı Kerim'in böyle tarif ettiği Araplar. Aynı zamanda Kureyş ve bütün Araplar Hz. Ali'yi Cenabı Allah'ın kendisine bahşettiği faziletlerden dolayı kıskanırlardı. Zira o ilim ve amelde, Allah'ın, Resulünün ve sağ duyulu akıl sahiplerinin yanında, öyle bir mertebeye varmıştı ki bütün akranlarını geride bırakmıştı. Sabıkaları ve hususiyetleriyle öyle bir dereceye yükselmişti ki ona erişmek imkansız olmuştur. Bunun için münafıkların yüreklerinde ona karşı haset akrepleri yürümeye başlamış ve böylece onun ahdini nakzetmeye bütün münafıklar Fasık'ı, Nakis'i, Kasıt'ı ve Marik'iyle birleşmişler ve o nassı sırtlarının arkasına atıp unutulmaya terk etmişlerdir. Şair'in dediği gibi:

                      "Ve olan olmuştur, söylemek istemediğim şekilde. Sen ancak iyimser ol ve gerisini sorma."
                      "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
                      "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

                      Yorum


                        Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar

                        Keza Kureyş ve bütün Araplar hilafetin kabileleri arasında el değiştirmesine göz dikmiş ve her biri bir gün gelir ona kavuşur diye ümitlenmişti. Bu nedenle onların ahdi yok sayıp onu unutturma yoluna gidip bir daha hiç sözünü etmeme gayreti anlaşmalarında büyük bir sebep yaratmıştır. Onun için nastan vazgeçip seçim yoluna gitmeyi kendi menfaatleri açısından daha uygun görmüşlerdir. Öyle ya, nassı geçerli sayıp hilafeti Hz.Ali'ye verselerdi, hep onun sülalesinde kalacak ve onun torunları dışında hiç kimse ona ulaşamayacaktı. Araplar, hilafetin bir haneye mahsus ve orada mahsur kalmasına sabredemezlerdi. Bilhassa her kabileden bir takım aç gözler ona yönelip tamah ettikten sonra. Ne demiş Şair: "O kadar zayıfladı ki, zayıflığından böbrekleri bile görünmeye başladı. Ve hatta onun üzerinde bütün müflisler dahi pazarlık yapmaya başladı."

                        Keza Kureyş ve Arapların, İslamiyet'in başlangıcında tarihlerini inceleyenler çok iyi bilir ki, Haşim oğullarından olan Peygamber'e (s.a.a), ancak kırılıp müdafaa edecek gücü kalmadıktan sonra boyun eğmişlerdir. Bunlar Nübüvvetle hilafetin Haşimoğullarında birleşmesine nasıl razı olurlardı? Ömer b. Hattab halife olduktan sonra bir gün İbn-i Abbas'a ne demişti? Kureyş, Nübüvvetle hilafetin sizde birleşmesini istemedi, onlara eziyet etmenizden korktular. (1)

                        2- Selef-i Salih, o günkü durumu göz önünde tutarak onları nassa uymaya zorlamak istememiş. Zira ihtilafın büyümesinden ve akıbetin kötülüğünden korkmuşlardır. Zaten Peygamber (s.a.a) vefat eder etmez, nifak baş göstermiş, kafirler isyankarlaşmış, Müslümanları ise bir korku sarmıştı. Kış gecesinde nereye gideceğini şaşırıp saldırgan kurtların arasına düşen koyun sürüsüne dönmüşlerdi.

                        82. mektupta izah ettiğimiz gibi, bazı kabileler dönmüş, bazıları da dönmeye hazırlanıyor. Böyle, bir ortamda Hz. Ali kalkıp da halkı idare etme arzusu göstermeye çekindi. Zira durum vasf ettiğimiz şekilde iken Müslümanların ileri gelenleri birbirine düşüren netice çok vahim ve önüne geçilmez bir hale gelirdi. Zaten Ensar, Muhacirlere muhalif olmuş ve onlardan ayrılıp: "Sizden bir emir, bizden bir emir" ve buna benzer laflar söylemeye başlamışlardır... Bunları görünce dini düşünerek hilafet isteminden vazgeçmiştir. Çünkü biliyordu ki bu vaziyette onu istemek, ümmeti ve dini büyük tehlikelere maruz bırakmak demekti. İslamın selametini ve umumi menfaatini yeğ tutarak ahireti dünyaya tercih etmiştir.

                        Ne var ki onu evinden zorla çıkarıncaya dek biat etmemiş çekilip evinde oturmaya koyulmuştu. Böyle yapması da tabiiydi. Çünkü hakkını araması ve kendisinden şaşanları mutlaka protesto etmesi lazımdı. Bunu yapmayıp gidip hemen biat etseydi, onun için ne bir hüccet gerçekleşir, ne de bir kanıt belirgin olurdu. Fakat, bu hareketiyle, hem dini koruyor hem de hilafetteki hakkını muhafaza ediyordu. Bu da muhakkak ki onun engin görüşüne, ağır başlılığına, çok sabırlı oluşuna ve amme menfaatini tercih ettiğine delalettir. Ve bu kadar yüce ve kadirli bir makamdan vazgeçip böyle davranan bir insan, Allah'ın yanında en üstün dini dereceye ermesi doğaldır. Zaten onun da bu davranıştaki gayesi, Allah'a yaklaştıran iki durumdan daha karlı olanını seçmek değil miydi?
                        Üç halife ve taraftarları ise, Hz.Ali'nin halifelik konusunda üzerine konan nassı, bahsini ettiğimiz nedenlerden dolayı kendilerince tevil ettiler. Bunu yadırgamanızı gerektirecek herhangi bir husus yoktur. Zira daha önce Peygamber'in bütün naslarını kendilerinin tevil ve içtihat doğrultusunda kullanmakta bir sakınca görmedikierine dikkatinizi çekmiştik.

                        Herhalde bunları din ile ilgili naslar gibi önemli olmadığını kabul ettikleri için tasarrufta Peygamber (s.a.a)'e muhalif düşmelerinde sakınca görmemişlerdir. Bilhassa ortalık yatışıp karşılarında rakip kalmadıktan sonra bu nassların bahsini edenlere şiddet kullanılacağını ilan ettiler. Daha sonra idareyi tamamen ele alıp devlet nizamını korumakta İslam dinini neşretmekte ülkeler fethedip servet ve kuvvet elde elmekle muvaffak olunca şeref ve kadirleri yükselip itimat ve itibar kazandılar. Böyle olunca halkta nassı unutma konusunda ister istemez onların izini takip etmekte gecikmemiştir.

                        Arkalarından gelen Ümeyye oğullarının ise, durumlarını korumak için Ehl-i Beyt'i kesip biçmekten başka bir dertleri yoktu. Bütün bunlara rağmen sarih naslar ve sahih sünenlerden (Alla'a şükürler olsun) kafi derecede elimize geçmiştir. Vesselam. (ş) .

                        DİPNOT

                        1-Bu hadisi, İbn-i Ebi'l Hadid Nehc'ul Belağa'nın şerhinde tafsilatlı bir şekilde nakletmiştir (c. 3 s. 107) Ayrıca İbn-i Esir Kamilin de (c. 3 s. 24).
                        "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
                        "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

                        Yorum


                          Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar

                          MEKTUP 85 7 Rebi'ül evvel 1330

                          Nasla Taabbüd Etmediklerini İçeren Kaynakları Rica Etmek


                          Size burhan ve kanıtların yanlarını yumuşatan, beyan ve ifade anahtarlarını elinize veren o yüce Allah noksanlıktan ne kadar münezzeh, takdise ne kadar şayandır. Size bahşettiği bu meziyetlerle, derecelerin erişemediği yere erişmiş, umutların varamadığı rütbeyi elde etmiş bulunuyorsunuz

                          Biz zannediyorduk ki, ispat naslarıyla şahit olarak göstermiş olduklarınız, başka sebeplerle alakası olmayacak, mesuliyetinden, sabit duran beyanlarla çıktığınız hususlar idrak edilmeyecekti. Keşke sarih naslarla taabbüt etmediklerini zikreden kaynaklara işaret etseydiniz. Zira böylece doğruluğun yüzü görünmüş, hakkın yolu açıkça meydana çıkmış olurdu.

                          Sizden, onların geçmişteki davranışlarına dayanarak, haber kitaplarında, haklarında yazılanları inceleyip, hal ve gidişlerinin tafsilatını rica edeceğim. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinde olsun. (s)
                          "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
                          "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

                          Yorum


                            Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar

                            MEKTUP 86 8 Rebi' ül Evvel 1330

                            1- Perşembe gününün musibeti.
                            2- Peygamber'in, kendilerine verdiği emirden vazgeçmesi.



                            1- Nas ile taabbüd etmedikleri yerler sayılmayacak kadar çoktur. Bunlardan sadece "Perşembe gününün musibeti" diye anılan hadiseyi zikretmek kafidir, zira en meşhur davalardan biridir. Bütün sihah sahipleri ve Sünen ehli tahric eder. Bunlardan Buhari'nin (1) tahric ettiği yeterlidir. Buhari bu hadisi, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'ye, ondan İbn-i Mes'ud'a, ondan İbn-i Abbas'a isnad eder. Hadis şöyle: "Resulullah (s.a.a) ölüm döşeğinde, yanında Ömer'inde aralarında bulunduğu bir kaç kişi olduğu bir anda der ki; "Bana mürekkeple kağıt getirin, size bir vasiyet yazayım ki, ondan sonra hiç bir dalalete düşmeyesiniz. " Ömer itiraz edip şöyle der: "Peygamber acıların tesiri altında kalmıştır, sizin elinizde Kur'an vardır, Allah'ın kitabı bize yeter." Ömer'e de itiraz edenler olur ve bir anda Peygamberin huzurunda bir kargaşa kopar, kimi kağıt kalem getirir, kimide Ömer'in dediğini tekrarlar. Gürültü had safhaya gelince Peygamber: "Hepiniz dışarı çıkın" der. İbn-i Abbas, hep derdi: "Musibet, bütün musibet Peygamber'in (s.a.a) yazmak istediği vasiyete mani olmaktır." Bu hadisin sıhhati ve suduru üzerine hiç bir söz söylenemez. Buhari, Sahihi'nin birkaç yerinde irat ettiği gibi, Müslim de Sahihi'nin "Vasaya-vasiyetIer" kitabının sonunda tahric eder ayrıca İmam Ahmed Müsned'inde nakletiği gibi bütün Sünen sahipleri de rivayet ederler. Aslında Ömer'in söylediği ibarede daha çok sertlik vardı. Onu yumuşak göstermek için bir çok yazar: "Peygamber acıların tesiri altında kalmıştır veya acılara mağlup düşmüştür" şeklinde değiştirirler. Oysa Ömer'in söylediği ibaredeki sert söz şöyle idi: "İnne'n nebi yehcur" yehcur demek sayıklıyor, hezeyan ediyor, demektir. Ebü Bekir Cevheri'nin, "Sakife" kitabında bu hadisi tahric ederken söylediği sözler buna en büyük delildir. Bu hadisi İbn-i Abbas'a isnat ederken şöyle diyor: "Peygamber (s.a.a): "Bana mürekkeple kağıt getirin size bir yazı yazayım ki ondan sonra hiç bir dalalete düşmeyesiniz" dediği zaman Ömer: "Peygamber acılara mağlup düşmüştür" manasında bir kelime kullanır. Bundan apaçık anlaşılıyor ki, bu yazarlar, Ömer'in itirazını kelime olarak değil mana olarak nakletmişlerdir. Buhari Sahihi'nin "Cihad" kitabında şöyle eder: "Bize Kubaysa ve İbn Uyayne, Salman Ahvel'den, Sait b. Cübeyr'den, İbn-i Abbas'tan şöyle dediğini naklettiler: "Perşembe günü, ne demektir perşembe günü?" der ve yeri ıslatıncaya kadar ağlar sonra şöyle devam eder: O gün Resulullah'ın (s.a.a) hastalığı ağırlaşmıştı, "Bana bir kağıt getirin, size bir yazı yazayım ki ondan sonra hiç dalalete düşmeyesiniz." buyurunca tartışmaya girişirler. Ki, Peygamberin huzurunda tartışma yapılmaz. "Peygamber,hecr sayıklıyor" derler. Peygamber ise: "Beni yalnız birakın, içinde bulunduğum . durum, hakkımda bana söylediklerinizden daha iyidir" der. Tam öleceği sırada ise üç şey tavsiye eder. Birincisi: Müşrikleri Arap yarımadasından çıkarın, ikincisi: Dışarıdan gelen heyetlere, benim yaptığım gibi ikramda bulunun ve hediyeler verin. Üçüncüsü ise: Onu da unutturn" der, Buhari. Bu hadisi, Müslim de "Sahihi'nin vasiyet kitabinin" sonunda tahric eder. Müslim aynı kitapta Said, b. Cübeyr vasıtasiyle İbn Abbas'tan şöyle bir hadis daha ihraç eder: İbn Abbas: "Perşembe günü, nedir perşembe günü?" der ve gözyaşları yanaklarında inci taneleri gibi dökülünceye kadar ağlar ve şöyle devam eder: Peygamber (s.a.a): "Bana levhayı ve diviti getirin, size bir yazı yazayım ki, ondan sonra asla dalalete düşmeyesiniz. "Fakat onlar, "Pey- gamber, sayıklıyor" dediler.
                            Bu musibeti, sahihlerde etraflıca inceleyenler, o gün "Peygamber hecr (sayıklamak) ediyor." sözünü ilk söyleyen Ömer olduğunu anlarlar.
                            O söyledikten sonra da hazır bulunanlardan kendisinin görüşünde olanlar aynı minval üzere sözlerini tekrarlarlar, İbn-i abbas'ın dediklerini, birinci hadiste siz de duydunuz.
                            Tabarani'nin Ömer'den tahric ettiği bir rivayette ise Ömer şöyle diyor: "Peygamber (s.a.a) hastalandığı zaman: "Bana bir kağıtla divit getirin, siz bir yazı yazayım ki, ondan sonra asla dallete düşmeyesiniz" dedi. Bunu duyan kadınlar perdenin arkasından: "Peygamber'in dediğini duymuyor musunuz?" derler ömer diyor ki: Ben onlara: "Siz Yusuf Peygamber'in sahabelerisiniz, Resulullah hastalanınca gözlerinizi sıkar, iyileşince sırtına çıkarsınız," dedim. Resulullah (s.a.a) ise: "Bırakın, onlar sizden daha hayırlıdır" dedi.
                            Sizde görüyorsunuz ki, burada Peygamber'in nassıyla taabbüd etmemişlerdir. Ki, eğer etselerdi dalaletten korunmuş olacak ve bu yönden emniyet içinde yaşayacaklardı. Keşke onun dediğini yapmakla iktifa edip, ona ret mahiyetinde şu karşılığı vermeselerdi: "Allah'ın kitabı bize yeter." Sanki, Allah'ın kitabının yerini onlar kadar bilmiyormuş. Ve keşke bütün bunlarla da iktifa edip, o hiç beklenmedik sözü yüzüne karşı söylemeselerdi 'Resulullah sayıklıyor." Bunu söyledikleri zaman sanki şu ayeti hiç okumamışlardı: "Muhakkak ki bu Kur'an (Allah katın da) kerim olan bir elçinin getirdiği keIamdır. Bir elçi ki cebrail aleyhisselam&#039 pek kuvvetlidir. Arşın sahibi (Allah) katında yüksek bir mevki sahibidir. Melekler arasında itaat olunandır ve (vahye karşı} emindir. (Ey Kuryş oğulları!) Sizin arkadaşınız (Hz. peygamber, kafirlerin iddia ettiği gibi) mecnun değildir" ve şu Allah'ın celle celalühü dediğini de : "Şüphesiz o Kur'an-ı Kerim bir Peygamber'in (Allah'tan) getirdiği sözdür. O, bir şair sözü değildir. Siz pek az düşünüyorsunuz. O, alemlerin Rabbin'den indirilmiştir." Ve şu sözleri celle ve ala sanki hiç okumamış ve duymamışlardı: "Arkadaşınız Muhammed Peygamber hiç doğru yoldan sapmadı. rüşd yolunu bulmakta da ümitsizIiğe de kapılmadı, heybete uğramadı. O kendi nefsinin arzusuna göre konuşmuyor. Söyledikleri ancak vahiydir, kendisine Allah tarafından vahy olunuyor.ona çok kuvvetli bir melek (Cebrail) öğretti." Ve buna benzer bir çokfasih ayetler. Hepsinde onun sayıklamak ve hecr gibi araz'dan münezzeh ve masum olduğuna dair nass-ı kerim vardır Hatta zatında soyut olarak akıl dahi böyle bir şeyi reddetmekte müstakildir ama ne var ki, onlar Peygamber'in (s.a.a) hilafet hususundaki ahdi, Hz. Ali üzerinde teşvik ve hassaten ona ve sülalesinden gelecek olan imarnlara yaptığı nassı tekit edeceğini anladılar ve böylece bu girişimi bertaraf etmiş oldular. Nitekim bunu daha sonra ikinci halife, ibn-i Abbas 'la yaptığı bir konuşmasında itiraf etmekten çekinmemiştir.
                            Ve siz Peygamber'in (s.a.a) şu sözlerine: "Bana kağıt kalem getirin, size bir yazı yazayım ki ondan sonra dalalete düşmeyesiniz. " Ve Sakaleyn hadisindeki şu sözlerine: "Size, onlara tutunduğunuz takdirde asla dalalete düşmeyeceğiniz şeyler bırakıyorum. Bunlar; "Allah'ın kitabı ve Ehl-i Beytim 'dır. " Dikkatle bakarsanız, her iki hadisteki maksadın aynı olduğunu ve o has- talığında da, Sakaleyn hadisinde, kendilerine vacip kıldığının tafsilatını yazmak istediğini anlarsınız.
                            2- Ve yazmaktan vazgeçti, çünkü o ansızın ve bekIemediği sözler onu vazgeçmeye mecbur etmiştir. Zira o kelimeyi söyledikIerinden sonra yazılacak yazının, fitne ve ihtilafa sebep olmaktan başka hiçbir yararı olmayacaktı. Öyle ya. Acaba onu yazarken hezeyana -Allah korusun uğramış mı, uğramamış mı diye ihtilafa düşmeyecekler miydi? Daha az önce, gözlerinin önünde birbirlerine düşüp, bağınp çağırmıyorlar mıydı? Buna şahit olduktan sonra, duyduğunuz gibi "Kalkın, çıkın" demekten başka yapacağı bir şey kalmamıştı. Eğer ısrar edip o yazıyı yazsaydı, mutlak surette onlar da yardımcılarıyla birlikte: "Sayıkladı" diye diretmekte inat edecekler ve Allah korusun o yazıya red olarak tomar, tomar nice efsane ve rivayetler yazacaklardı.

                            İşte bunun için Peygamber'in (s.a.a) beliğ hikmeti, bu kitaptan yüz çevirmeyi iktiza etmiştir. Ki, bu muarızlar ve yandaşları Nübüvvet hakkında ta'n etmeğe (Allah'a böylesinden sığınır ve medet bekleriz) sebep olacak bir kapı açamasınlar. Ve gördük ki, Hz. Ali ve taraftarları o yazı ne içerirse içersin razılar. Hatta yazılıp yazılmaması onlar için farksız. Vasiyet bundan ibaret olduktan sonra hikmeti Nübüvvet onun terkini icap ettirmiştir . Çünkü bu muaraza dan sonra fitneye sebep olmaktan başka hiç bir tesiri olmayacaktı. Vesselam. (ş)
                            "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
                            "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

                            Yorum


                              Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar

                              MEKTUP 87 9 Rebi'ül Evvel 1330

                              Bu Musibetin Üzerinde Yapılabilecek Münakaşa Ve Ona Mazeret Aramak



                              Olabilir ki, Peygamber (s.a.a) onları kağıt kalem getirmeye emir buyurmakla, hiç bir şey yazmayı kast etmemiştir. Bu sözleriyle sadece onları denernek istemiştir. Ve o anda Cenabı Allah diğer sahabelerin dışında Hz. Ömer' e bunu anlama ilhamını verir ve kağıt kalem getirmelerine mani.olur. Bununla birlikte bu davranışını, Allah'ına uyduğu hususların cümlesinden biri olarak saymak gerekir. Hatta bu onun kerametlerinden biri de sayılabilir, Bazi alimler buna böyle cevap veriyorlar. Oysa aleyhisselam: "Ondan' sonra dalalete düşmeyesiniz" demesi, insaf yönünden iddiayı reddeder. Zira emrin ikinci cevabıdır, manası şudur; "Eğer bana kağıt kalem getirirseniz, ve ben size o kağı- dı yazarsam, hiç bir zaman dalalete düşmezsiniz." Şüpheyok ki sırf deneme gayesiyle böyle bir haberi vermek bir yalan çeşididir ki, Peygamberleri böylesinden tenzih etmek gerekir. Şu halde başka bir mazeret aramak lazım. Söylenecek bir şey varsa o da şu: Emir, mutlaka yapılması gereken kesin bir emir değildi. Ancak istişare bir emirdi. Öyle kabul etmek lazım ki, onu reddetmek caiz olmasın ve reddeden de asi sayılrnasın. Zaten bazı meselelerde onun emirlerini tekrar gözden geçirmesini hatırlatırlardı. Bilhassa Ömer, kendini doğruyu bulmakta başarılı sayardı, Zira o, Allah tarafından kendisine bahsedilmiş bir ilhama sahipti. Ve belki Peygamber'in (s.a.a) bu kağıdı yazmakla yorgun düşeceğine inanmış ve ona acıdığından böyle bir duruma maruz kalmamasını daha uygun görmüştür. Yahut belki Pey- gamberin (s.a.a) Halkın, altından kalkamayacağı şeyler emirler yazacağından korkmuş ki o zaman millet bu sebeple cezaya uğramayı hakkedecek, Zira nas edilmiş olduğu için onunla içtihat etmekten başka çare kalmayacak. Veya münafıkların bu yazı hakkında yapacakları yerme ve olumsuz propagandadan korkup çünkü hastalık esnasında yazılmış olduğu için fitneye sebep olabilirdi. Onun için "Allah'ın kitabı bize yeter" dedi. Belki o anda Cenabı Allah'ın Kitabında şöyle dediğini hatırlamıştı: "Kitapta hiçbir. şeyi eksik bırakmadık." "Bugün size dininizi ikmal (tamamladım.)" Sanki Ümmetin, dalaletten korunduğuna emin olmuştu. Zira Cenabı Allah o ümmete, dinini ikmal ettiğni ve onun üzerine nimetini tam olarak indirdiğini müjdelemiştir evet cevapları budur ve gördüğünüz gibidir. Muhtemelen bazı kişiler şu mazereti de ileri sürerler. Diyebilirler ki: Ömer o yazının, fertlerden her birinin delaletten korunmasına sebep olacağını anlamamış, ancak anlamış ki; "Bu yazı yazıldıktan sonra hepiniz top yekun birleşip dalalete düşmeyesiniz ve delalet her ferdinize tek, tek sirayet etmesin." Zaten o (r.a), dalalet üzerinde hiçbir zaman birleşmeyeceklerini iyi biliyordu, işte onun için bu kağıdın yazılmasında hiç fayda görmemiş ve Peygamber'in (s.a.a) maksadını sadece ihtiyati zannetmiş ve bu muazarayı yapmıştır. Bu badirenin mazeretleri üzerinde en çok söylenenler bunlardır. Bunları dikkatlice tetkik eden herkes hakikatten uzak olduğunu görür. Buna cevaben söylenecek en doğru söz şudur: bu vaki olmuş bir olay ise de diğer davranış ve gidişatlarna . Sabık olmuş bir aşınıık, "istemeyerek aceleye gelmiş ender davranış" gibi birşey, ama tam sıhhatli olarak tafsilatını bilmiyoruz. Doğru yola sevk eden sadece Cenabı Allah'tır. Vesselam . (s)


                              "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
                              "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

                              Yorum


                                Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar

                                MEKTUP 88 11 Rebi'ül Evvel 1330


                                Bu Mazeretlerdeki İddiaları Çürütmek.


                                Hakla batılı birbirinden ayırma yeteneğne sahip olan kimseye elbette hakikati ikrar etmek ve doğruyu konuşmak yakışır.
                                Bu mazeretIerinin reddedilecek bazı yönleri daha kalıyor. Onları da size arz etmek istiyorum ki üzerinde hüküm verme salahiyeti size ait olsun.
                                Birinci cevapta dediler ki: "muhtemelen, divit getirmelerini emretmesi herhangi bir şeyi yazmak maksadını taşımayıp, sadece onları denernek istemişti, o kadar." Sizin ifade ettiklerinize ilaveten ben de derim ki: bu vakia, hadiste de apaçık olduğu gibi, onun (s.a.a) ölümüne çok yakın olduğu bir anda olmuştur. Yanı zaman deneme zamanı değil tavsiye ve nasihat zamanıdır aynı zamanda ölüme yakın olan kimse, mizah ve şakalaşmak bir yana, kendi nefsiyle olduğu gibi, yakınlarını ilgilendiren mühim meselelerle mühimmatla meşguldür. . Bilhassa o kimse Peygamber ise.
                                Sonra sıhhatli olarak bütün yaşadığı müddet onları denemeye yetmeseydi, şu ölüme yakın olduğu zaman mı yetecek? Halbuki, Hazretin: "Kalkın yanımdan" demesi, onların çıkardıklan gürültüden rahatsız olup gücendiği açıktır. Eğer mani olmakta isabetli olsalardı, onların yaptıkların beğenir ve neşelenirdi. .
                                Bu hadisi etraflıca inceleyen, bilhassa "Peygamber sayıklıyor" dediklerini göz önünde tutan herkes kesin olarak, onların hoşuna gitmeyecek bir şey açıklamak istediğini anlamışlardı ki, buna mani olmak için aniden gürültü çıkarmışlardı diye düşünür. Kaldı ki, daha sonra İbn-i Abbas'ın bu hadiseyi hatırlayınca ağlaması ve bunu büyük bir musibet sayması da, onların cevabını iptal etmeye yeterli bir delildir.


                                Mazeret ileri sürenler diyorlar ki: Ömer, doğruyu ve daha faydalıyı seçmekte muvaffak ve başarılı olduğu gibi Cenabı Allah tarafından ilham sahibi idi. Bu da, bu bahsimizde üzerinde.
                                durulacak bir önem taşımaktadır, çürıkü bu vakıada doğrunun peygamberin (s.a.a) tarafında değil onun tarafında olduğuna ve günkü ilham, sadık ve emin olan Peygamber'in (s.a.a) vahyinden. daha doğru sayılması gerekir ki biz bu iddiayı duymak bile istemiyoruz.


                                Ve diyorlar ki: Peygambere (s.a.a) acıdığından yazı yazarak maruz kalacağı yorgunluğu hafifletmek maksadıyla mani olmak istedi. Oysa siz de biliyorsunuz, esasen Peygamber rahatı ve huzuru o yazıyı yazmakla gerçekleşecekti. Halbuki ona muhalefet edip, huzurunda kargaşa çıkarmaları, kendisine o yazıyı yazmaktan daha ağır ve daha meşakkatli olmuştur. Sonra,ona bir yazıyı yazmakla yorulacağını düşünüp şefkat gösteren şahıs, nasıl olur da ona muarız olur ve aniden "sayıklıyor" demekle karşısına çıkar?!.. Bu garabetlerin en garibi, acayiplerin acayibi değil midir? Peygamber getirilmesini istediği halde, ; terk edilmesi nasıl daha uygun oluyor? Acaba Ömer Peygamberi, terk edilmesi daha uygun olan şeyleri emreden biri olarak mı görüyordu?
                                Ve daha garibi diyorlar ki: "Belki Ömer, Peygamberi halkın tatbik etmekten aciz kalacağı şeyler yazarak ve onu terk ettikleri için cezalandırılmayı hakkederler diye korktu." Peygamber, "Ondan sonra dalalete düşmeyeceksiniz" dediği halde nasıl korkar? Yoksa Ömer'in, akıbetleri Peygamberden daha iyi , ümmetine daha şefkatli olduğuna mı inanıyorlar?
                                Ve dediler ki: "ihtimal, Ömer münafıkların o yazının sıhhati hakkında yerıne ve ta'n kampanyası açmalarından, dolayısıyla fitneye sebep olmasından korktu." Siz de, Allah sizi hak yolundan ayırmasın biliyorsunuz ki, Peygamber'in (s.a.a) "Dalalete düşmezsiniz" demesinin mevcudiyeti, bu ihtimali muhal kılmaktadır. Zira bu söz, o yazının emniyete neden olacağına bir nastır Mürıafıkların yermesinden korkan bir insan neden peygamber (s.a.a)e muarız olup sayıklıyor diyerek onlara asıl yerme tohumunu bizzat kendisi ekliyor .?

                                Ve; "Allah'ın kitabı bize yeter, zira Cenabı Allah şöyle diyor: "KItapta hiç bir şey eksik bırakmadık" ve diyor ki: "Bugün size dininizi ikmal ettim..."
                                Dediğini tefsir ederken dedikleri ise, hiç doğru değil. çünkü her iki ayet, dalaletten dolayı emniyeti ifade etmediği gibi, insanlara da hidayeti garanti etmiyor. Şu halde bu ayetlere güvenerek o yazıyı yazma girişimini terk etmek nasıl caiz olur? Eğer Kur'an-ı Kerim'in mevcudiyeti dalaletten korumaya sebep oluyorsa neden bu ümmette dalaletten dolayı bertaraf edilmesi imkansız bir parçalanma vuku buldu?
                                Son cevaplarında dediler ki: "Ömer bu hadisten, o yazının ümmetin her ferdini korumaya sebep olacağını anlamadı. Ancak bütürı ümmetin dalalet üzerinde toplanmasına neden olacağını anladı. Zaten bu kağıt yazılsa da yazılmasa da ümmetin hiç bir zaman delalet üzerinde toplanmayacağını biliyordu. Onun için, o gürı bu muarazayı yaptı. '"
                                Sizin işaret ettiklerinize izafeten diyoruz ki: Ömer, anlayıştan bu kadar uzak değildi. Ve bu hadisten çıkan mana herkes için açık olup, kendisine göre gizli değildi. Zira köylüsü de, bedevisi de anlamıştır ki o kağıt yazılsaydı, her ferdi ayrı, ayrı dalaletten koruyan tam bir sebep (hazırlayıcı hal) olacaktı. Ömer Peygamber (s.a.a) ümmetinin delalet üzerinde birleşmeyeceğini ve böyle bir korkusu olmadığını yakinen biliyordu. Çürıkü: "Ümmetim, hiç bir dalalet üzerinde birleşmez'" dediğini defalarca duymuştur. Muhakkak şu sözlerini de duymuştur: "Ümmetimden en az bir fırka, devamlı hakla beraber olup hakka arka çıkacaktır. "Mutlaka şu ayeti kerimeyi de okumuştur: "Sizden imam edip sahih amel işeyenleri, kendilerinden evvel gelenleri (İsrail oğullanm) bu dünyada halife kıldığı gibi onları da halıfe kılacaktır. Onlara, kendileri için seçtiği dini pekiştirip, korkudan onları emniyete kavuşturacaktır." Buna benzer kitap ve sünnetten bir çok sarih naslar, ümmetin top yekun dalalet üzerinde toplanması imkansız olduğunu açıklamaktadır.

                                Ömer' e yakışan, bu hadisi zihinlere intikal ettiği gibi anlamak, Sünnet sahihlerinin ve Kitap muhkemlerinin menfi kıldığı ekilde değil, insaflı konuşmak gerekiyorsa, bu musibet özrün hiç bir kalıbına sığmayacak kadar büyük. Eğer dediğiniz gibi vuku bulan bir olay, sabık bir aşırılık veya istemeyerek aceleye gelmiş ender bir davranış olsaydı, sorun daha kolay olacaktı. Hatta zamanın en büyük gailesi, bel kıranı olduğu halde. inna lillah e inna ileyhi raciun... Ve la havle ve la kuvvete illa billah'il-aliyyil azım. (ş)




                                "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
                                "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X