Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

    BEŞİNCİ BÖLÜM: MİNA HUTBESİ HAKKINDA BİRKAÇ NÜKTE

    İmam Hüseyin (a.s) bu değerli hutbede, Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'ın şahadetinden sonraki dönemin muhtelif içtimaî ve mezhebi yönlerini, Muaviye b. Ebi Süfyan'ın İslam toplumunun mukadderatına musallat olmasının sebebini ve İslam'ın bu eski düşmanının, Müslümanların kaderiyle oynamasının illetini dile getirmiştir.

    Daha sonra İslam'ın geleceğini tehdit eden tehlikelere değinmiş ve "Eğer Müslümanlar kıyam etmez, kavmin ileri gelenleri ve halkın aydın fikirlileri kendilerine gelmez ve vazifelerini yapmazlarsa, İslam düşmanları risalet meşalesinin nurunu tamamıyla söndürmeye çalışacaklardır" diyerek tehlikeyi çok öncelerden haber verip ikaz etmiştir.

    Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'ın oğlu İmam Hüseyin (a.s) böylece Kur'ân ve Ehl-i Beyt'in mazlumiyet sesini, İslam çapında mümkün olduğu kadar sadık ve sorumluluğunun bilincinde olan kişilere ulaştırmaları ve onları bu tehlikeden haberdar etmeleri için söz konusu mecliste hazır bulunanlara ulaştırmıştır.
    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

    Yorum


      #32
      Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

      Hutbenin İrat Niteliği Hakkında Birkaç Nükte

      Gerçi bu hutbenin her cümle ve ibaresi, tarihi ve ilmi açıdan derin bir açıklamayı gerektirir.[72] Fakat şimdilik bu fırsatta sadece hutbenin irat niteliğinden bazı nüktelere değineceğiz. Daha sonra hutbenin metin ve içeriğiyle ilgili olan üç önemli ve hassas nükteyi hatırlatacağız.

      1- Mecliste Hazır Bulunanlar

      Bu değerli hutbenin irat niteliği hakkındaki önemli nüktelerden birisi, o önemli meclise katılan kimselerin seçkin şahsiyetlerden olmalarıdır. Zira söz konusu meclis, Benihaşim, Muhacir ve Ensar'dan seçkin şahsiyetlerin katılımıyla düzenlenmiştir. O meclise, Peygamber (s.a.a)'in huzuruna erişme mutluluğuna nail olan sahabeden iki yüz, tabiin ve sahabenin evlatlarından ise sekiz yüzü aşkın kişi katılmıştır.

      Bu meclise katılanlar hakkında diğer önemli bir nükte de Benihaşim, sahabe ve tabiinden olanların eşlerinin bu mecliste bulunmalarıdır. Süleym b. Kays'ın sözüne göre, İmam (a.s) onları resmen söz konusu meclise davet etmişti.
      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

      Yorum


        #33
        Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

        2- Uygun Bir Zamanı Seçmesi

        İmam Hüseyin (a.s), hacılar bir süre ibadet ettikten, ALLAH-u Teâla ile irtibat kurduktan, umre amellerini bitirdikten, Arafat konağından geçtikten, "Meş'âr" çölünde beytute ettikten, kurban merasimini yaptıktan ve Resulullah'ın yadigârının hayat verici mesajlarını almak için ruhî ve manevi bir havaya büründükten sonra bu hutbeyi buyurmuşlardır.

        3- Uygun Bir Yeri Seçmesi

        Önceden de değindiğimiz gibi İmam Hüseyin (a.s) bu hutbeyi Minâ'da buyurmuştur. Minâ, Beytullah'ın yanı başında yer alan en hassas bir noktadır. Minâ, İbrahim (a.s)'ın ilahî aşkının tecelli ettiği yer ve fedâkârlık örneği İsmail (a.s)'ın kurbangâhıdır. O mukaddes yer ki, orada bütün bağlılıklardan sıyrılmak, ALLAH'tan gayri her şeyi unutmak, sembolik olarak şeytanlar ve tağutları taşlayarak Hakk'ın nidasına lebbeyk demeye ve ALLAH yolunda her türlü fedakarlığa hazır olmak gerekir. İsmail (a.s)'ın: "Ey baba, emrolunduğun şeyi yap (ve kes beni)" sözünden dersler almak ve: "İnşALLAH beni sabırlılardan bulursun" sözünü, ilahi hedeflere ulaşmakta her türlü meşakkatlere katlanmak için örnek almak gerekir.
        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

        Yorum


          #34
          Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

          4- Beniümeyye'nin Aleyhine Kıyam İlanı

          Söz konusu hutbenin irat tarihi, Hüseyin b. Ali (a.s)'ın Muaviye'nin zamanından itibaren, Emevi hanedanının aleyhine kıyam yapmak, tağuti ve meşru olmayan bu hükümeti devirerek İslami bir hükümeti onun yerine oturtmak ve İslam ve müslümanların kaderini adil bir yöneticinin eline vermek için uygun bir fırsatı beklediğini göstermektedir. Bu değerli hutbede bütün müslümanların İmam (a.s)'ın başlatmış olduğu kıyama katılmaları ve o hazretin davetine olumlu cevap vermelerinin istenmesi vurgulanmıştır. Bu nükte, İmam (a.s)'ın kıyamı hakkındaki birçok sorunun cevabını verebilir.

          Hüseyin (a.s)'ın kıyam ve hareketi hakkında birçok soru sorulmaktadır. Onlardan bazıları şunlardır:
          Acaba İmam (a.s)'ın Yezid b. Muaviye'ye biat etmemesi mi Aşura olayına sebep oldu?
          Acaba Kufe halkının daveti ve onların İmam (a.s)'ı himaye ve destekleme hakkındaki ahit ve sözleri mi o hazretin hareket ve kıyamının faktörü oldu?
          Acaba İmam (a.s), İrak halkının siyasi ve içtimai durumundan haberdar olduğu halde mi Kufe'ye doğru hareket etti?

          Bu soruların cevabı şudur: İmam Hüseyin (a.s), gerçi Muaviye'nin zamanında silahlı bir kıyamın İslam'a bir yarar sağlamayacağını ve Muaviye'nin propaganda tezgahının her hareket ve kıyamdan kendi çıkarı ve Beniümeyye hilafetinin sağlamlaşması yönünde çaba harcayacaklarını biliyordu ama, böyle bir durumda susmayı da câiz görmüyordu. İşte bundan dolayı İmam (a.s) bir taraftan Beniümeyye'nin cinayetlerini ifşa ederek müslümanları hakim olan durum ve gelecek tehlikelerden haberdar ediyor ve diğer taraftan ise uygun bir zamanda kıyam etmesi için emine hazırlıyordu.

          Bu hutbenin içeriğini göz önünde bulundurduğumuzda Minâ toplantısının, İmam Hüseyin (a.s) tarafından Beniümeyye aleyhinde başlatılan ilk kıyam ilanı meclisi olduğunu bilmemiz gerekir.
          İmam Hüseyin (a.s)'ın kıyamı hakkındaki diğer faktörlere gelince; onlardan her birini, İmam (a.s)'ın hareketinin yan faktör ve zahiri sebeplerinden sayabiliriz. Ama İmam (a.s)'ın kıyamının asıl faktör ve sebebini, söz konusu bu hutbenin metin ve muhtevası, bu kıyamın başlangıç tarih ve noktasını da bu hutbenin irat tarihi bilmemiz gerekir. Diğer sebeplerin olup olmaması bu kıyamın aslında etkili olmadığı gibi bu vazifenin ifasına da bir engel olmamaktadır.
          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

          Yorum


            #35
            Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

            Allah razi olsun saygideger hocam

            Yorum


              #36
              Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

              [quote author=segaleyn link=topic=3541.msg27005#msg27005 date=1242222842]
              Allah razi olsun saygideger hocam
              [/quote]

              Allah sizden de razı olsun inş, teşekkürler.
              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

              Yorum


                #37
                Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                5- Müşriklerden Beraat Merasimi

                Eğer müşrik ve İslam düşmanlarından teberri ve teneffür etmenin hac menasikiyle müstakim bir irtibatı varsa ve bu büyük hac toplantısı ve bu evrensel İslam kongresinde müslümanların, düşmanların tehlikeleri hakkında ikaz edilmeleri, tağut ve şeytanlardan teberi etmekle İslam'ın kudretinin sergilenmesi ve Kur'ân takipçilerinin kendi güçlerinin azameti ve düşmana karşı koyacak bir güce sahip olmaları hakkında uyarılmaları gerekiyorsa, o halde Minâ toplantısını ve İmam Hüseyin (a.s)'ın ateşli hutbesini, müşriklerden beraat etmenin ikinci resmi merasimi adıyla yad etmemiz gerekir. Zira bu merasim, Emir'ul-Muminin Ali (a.s)'ın, ALLAH'ın ve Peygamber (s.a.a)'in emriyle ilk kez Minâ'da düzenlediği ve O Hazretin nidasının "beraatün minellahi ve resulihi..." ayetinin kıraati ve müşriklerden beraati ilan etmekle Mekke'de çınladığı gibi, bu merasim ikinci kez de İmam Hüseyin (a.s) tarafından Minâ'da, o eşsiz kongre ve toplantıda, hakim gücün hak yoldan sapmasının ifşasıyla ve İslam'ı Resulullah (s.a.a)'in döneminin şirkinden daha çok tehdit eden o günün nifak sultasının nefy edilmesiyle birlikte düzenlenmiş ve bütün aleme duyurulmuştur.

                6- Hutbenin Yayınlanmasına Tekit

                Son nükte de şu ki, bu hutbedeki yer alan sözlerin İslam dünyasında yayınlanması gerekir. Zira İmam Hüseyin (a.s)'ın kendisi, dinleyicilere bu hutbeyi yazmalarını ve kendi vatanlarına döndükten sonra gelecek olaylar hakkında vazifelerini öğrenme ve İslam'ı savunmaya hazırlanmaları için onu güvendikleri müteahhit müslümanlara okuyup anlatmalarını emretmiştir.
                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                Yorum


                  #38
                  Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                  ALTINCI BÖLÜM: MİNA HUTBESİNİN DOĞURDUĞU ÜÇ NETİCE

                  1- Velayetten Sapma

                  Velayetin Kavramı Hakkında Bir Açıklama

                  Asıl konuya geçmeden önce her müslümanın bilmesi ve tanıması gereken ve onun en önemli vazife ve farzlarından olan velayet hakkında özet de olsa biraz durmamız yerinde olacaktır.
                  Minâ hutbesinin birinci bölümünde İmam Hüseyin (a.s) tarafından söz konusu edilen ve isbatı için Kur'ân ve hadislerden fazilet unvanında deliller zikredilen ve söz konusu mecliste hazır bulunanlar tarafından teyit edilen Emir'ul-Müminin (a.s) ve diğer masum İmamlar (a.s)'ın velayeti, itikadi bir mevzu ve masum İmamlarda olan diğer cismani ve ruhani faziletler gibi bariz sıfatlardan biri olmasıyla birlikte bu fazilet ve menkıbelerin hepsinin başında yer almaktadır. Diğer bir tabirle; bütün fazilet ve menkıbeleri, velayetin tahakkuk mukaddimesi ve başlangıç noktası bilmemiz gerekir.

                  "Tathir"[73] ayetinin nazil olması ve Ehl-i Beyt (a.s)'ın azamet ve kutsallığının cihanî ilanı, "Gadir-i Hum"un tarihi olayına ve imamet meselesinin ilanı yoluyla tahakkuk bulan "velayetin tebliği"[74] ve "nimetin tamamlanması"nın[75] önemli merasimine bir mukaddimedir.

                  Ehl-i Beyt'in, hassas "Mübahele"[76] olayının sahnesinde hazır olma emri, "Hel eta" suresi ve "Meveddet"[77] ayetinin nazil olması ve ismet ailesinin fazileti hakkında nazil olan ayetlerin hepsi, "ulu'l- emr"e[78] uyma emrinin esası, velayet-i emir ve rehberi-yi ümmetin bariz örnekleri ve en kamil mısdaklarının tanıtımıdır.

                  Nitekim Emir'ul-Muminin Ali (a.s) ve diğer masum İmamların faziletleri hakkındaki "Sedd-i Ebvab", "Uhuvvet", "Menzilet", "İblağ-i Beraat", "Sekaleyn" ve benzeri hadislerin her biri masum İmamlara mahsus olan müstakil bir fazilet olmalarına rağmen "Ya Ali! Sen her mümin ve müminenin velisisin"[79] faziletine bir mukaddimedir.

                  Masum İmamlarda bulunan zahiri, cismani, batini ve ruhani bütün faziletler, şu gerçeğin temelidir: "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır"[80] Ve "Âl-i MUHAMMED'in velayeti azaptan güvencedir."[81]

                  Namazın teşehhüdünde Âl-i Muhamme salavat zikrinin hikmeti de, müslümanların bu asla teveccühlerini çekmek ve kıyamete kadar bu hakikatin bekasının remzidir. Zira her müslüman, günlük namazlarında en azından dokuz defa bu gerçeğe itiraf etmek ve ALLAH'ın birlik ve Peygamber (s.a.a)'in risaletine şehadeten sonra Âl-i MUHAMMED'i varlık aleminde ALLAH'ın velileri olarak tanımakla mükelleftir. Çünkü "Namazında onlara salavat getirmeyenin, namazı kabul değildir."[82]

                  İşte bu nedenledir ki, bazı fakihler ezanda tevhid ve nübüvvete şehadetten sonra Emir'ul-Muminin Ali (a.s)'ın bütün faziletleri arasından sadece velayet ve emarete şehadet etmeği câiz bilmiş, hatta onu müstahap bilerek şöyle buyurmuşlardır: "Sizden herhangi biriniz ‘la ilahe ilellah Muhammd'un- resulullah' derse, ‘Ali'yyun Emir'ıl-Muminin' de söylesin."[83]

                  Evet velayet, bütün farzlardan daha önemli ve bütün farzların esas ve kökü olarak tanıtılmıştır: "Velayete çağrıldığı gibi hiçbir şeye çağrılmamıştır."[84]

                  Zira velayet, insanların nefislerine onların kendilerinden daha ziyade bir yetkiye sahip olmaktır;[85] İlahi anayasa esasına göre toplumun bütün işlerinin müdüriyeti ve tağutların kudret ve hükümetini uzaklaştırmak ve müstekbirler sultasını siyaset sahnesinden silip atmaktır.[86]

                  Velayet, bütün ahkamın icra anahtarı ve "veli" ise (insanları) bütün İlahi kanunlara delil ve hidayet edicidir.[87]

                  Velhasıl, Kur'ân'ın emrine göre, ALLAH ve resulünün emri doğrultusunda velinin (ilahi önderin) emrine uymak herkese farz ve gereklidir.[88] Zira bu makam Resulullah (s.a.a)'den sonra masum İmamların özellik ve vazifelerindendir; onlar hazır olmadıklarında ise onların vekillerinin özellik ve vazifelerindendir. Yani bütün şartları haiz fakihlerdir. Zira bu makam, ayet ve rivayetlerden akli ve nakli delillerle onlar için sabittir.[89]

                  Velayet, sadece Ehl-i Beyt'i sevmek seviyesinde olan akidevi bir mesele değildir. Velayet, ameli olan akidevi bir konudur; ona, topluma hakimiyet haddindeki bir makam ve mevki seviyesinde bakmak ve inanmak gerekir. Öyle bir hakimiyet ki, onun asıl vazifesi bütün ahkam ve İslam kanunlarını uygulamak ve İslam'a muhalif olan bütün iş ve hareketlerin önünü almaktır. Zira İslam'ın, gerekli şartları haiz fakihleri de, topluma hakimiyet ve İslam kanun ve hükümlerini icra etmek açısından, masumiyet vs. faziletlerde mertebeleri masum İmamlardan çok aşağıda olmasına rağmen onlar gibidirler.

                  Binaenaleyh, eğer bazı kimseler, İmamlara nisbetle velayetin tahakkukunda, sadece, onlarda olan ahlaki ve manevi faziletlere itikat etmenin ve onlara muhabbet ve sevgi beslemenin yeterli olacağını düşünürlerse, büyük bir yanılgı içerisindedirler. Böyle bir düşünce batıl ve kesin olan İslami esaslarla çelişmektedir. Eğer velayetin kavramı hakkında böyle bir bakış kabul olursa, o zaman Nasibi fırkası hariç bütün İslami mezheplerin takipçilerini velayeti (İmamların velayetlerine inanan) saymamız gerekir. Çünkü bütün müslümanlar, Ehl-i Beyt ve Emir'ul-Muminin Ali (a.s)'ın fezail ve dostluklarını kabul etmişlerdir. Ehl-i Sünnetin büyük alimleri, sevgi ve dostluk anlamında olan velayetlerini inkar etmemekte, hatta en üstün ibadetlerden biri olarak saymaktadırlar.[90]

                  Ehl-i Beyt'in ve Emir'ul-Muminin Ali (a.s)'ın faziletlerini inkar etmek, onların menkıbelerini görmezlikten gelmek ve onları gizlemek mümkün mü?[91]

                  Yöneticilik ve hükümet manasında olan velayetin sadece masum İmamlara muhtas olduğu ve sadece onların bu yetkiyi kullanabilecekleri ve gaybet zamanında ise fakihlerin bu yetkiyi kullanmaya haklarının olmadığı düşüncesi de saçma ve batıl bir düşüncedir. Zira böyle bir düşüncenin neticesi hayat bağışlayan İslam'ın hükümlerinin inzivaya itilmesine, Kur'ân'ın sabit kanunlarının değişip tahrife uğramasına, bu semavi ve ebedi olan kitabın programlarının tatil olmasına, içtimai ve siyasi programların hepsinin ferdi ibadetlerle sınırlanmasına ve MUHAMMEDî dini, Hıristiyanlık dini gibi hükümetlerin menfaat ve siyasetleriyle çelişmeyecek bir şekilde mescit ve mabet dahilinde düşünmeye sebep olmaktadır.

                  Eğer mescit ve mabet dahilinde yapılan ibadetler, onların siyaset ve menfaatleriyle çelişirse, bu ferdi şeair ve ibadetler de onların tarafından engellenmiş olur. Nitekim müslümanlar tarih boyunca dünyanın her tarafında sürekli böyle acı tecrübelerle karşılaşmışlardır.

                  Evet, eğer Kur'ân'ın hükümlerinin uygulanması velayet anahtarına muhtaçsa ve eğer İslam kanunlarını uygulamak veli isminde bir delili (yöneticiyi) talep ediyorsa, bu ihtiyaç, zaman geçmesi ve İslam'ın yaygınlaşmasıyla daha çok kendini göstermekte ve düşmanlar tarafından düşmanlıkların şiddetleşmesiyle ve müstekbirler tarafından derin kinlerin belirmesiyle daha çok aşikar olmaktadır.

                  "Evet, Masum İmamlar (a.s) zamanında İslami hükümlerin icra olması ve Kur'ân programlarının uygulanması, velayet yetkisini kullanma ve hükümet kurmaya muhtaçtı ve onlar onu elde etmek için çaba sarf etmiş, hatta zemine uygun olduğunda kılıçla kıyam bile etmişlerdir; ama bugün böyle bir yetkiyi kullanmak ve böyle bir hükümeti teşkil etmek gerekli değildir" diyebilir miyiz?!

                  Yine, "İslam birinci ve ikinci asırda düşmanlar ve muhalifler tarafından tehdit ve saldırıya maruzdu ve güçlü müdafaacılara muhtaçtı; ama bugün böyle bir tehdit ve saldırıya maruz değildir ve böyle bir düşman ve muhalifleri de yoktur" diyebilir miyiz?!
                  Şimdi asıl mevzua yani velayetten sapma meselesine dönelim:
                  Hüseyin b. Ali (a.s)'ın bu hutbede gündeme getirdiği ilk konu, halkın hak'tan sapması, asıl velayet çizgisinden çıkması ve Resulullah (s.a.a)'in bu önemli ve temel meseledeki vasiyetlerini unutmasıdır.

                  Resulullah (s.a.a) nübüvvetinin ilk gününden son gününe kadar ve nübüvvet döneminin 23 yıl boyunca muhtelif münasebetlerde velayet ve imamet konusunu söz konusu etmiş, çeşitli beyan ve tabirlerle Emir'ul-Müminin Hz. Ali (a.s)'ı halka tanıtmıştır.

                  Bunun bariz örneklerinden biri de "Sedd-i Ebvâb" (kapıları kapama) meselesidir. Resulullah (s.a.a) Medine'ye varit olduktan sonra cami ve etraftaki odaların yapımına başlandığı zaman: "Ali'nin odasının kapısından başka bütün kapıları kapatın" diye kesin bir emir verdi. Sonra: "Sizin kapılarınızı ben kapatmadım, fakat ALLAH-u Teâla sizin kapılarınızın kapatılmasını ve onun kapısının açık bırakılmasını emretti bana" buyurdu.

                  Bu işi: "Sen benden sonra her Müminin velisisin" şeklinde beyanıyla da devam ettirdi. Hatta hayatının son aylarında ve son günlerinde bile artık hiçbir şüphe kalmaması, tevil ve tefsire bir yol bırakılmaması için bu önemli ve hayatî meseleyi dile getirdi; hem de öyle birkaç kişinin yanında değil, Gadîr-i Hum'da ve Mescid-i Nebevî'de olduğu gibi Müslümanların umumunun huzurunda...

                  Hz. Hüseyin (a.s)'ın Minâ'da düzenlediği toplantıda hazır bulunanların buna ya bizzat kendileri şahit olmuş veya şahit olan güvenilir ashaptan duymuşlardı. Onun için de İmam Hüseyin (a.s) onlardan şahitlik yapmalarını istediğinde: "Evet, ALLAH şahittir ki buyurduğunuz gibidir" diyorlardı.

                  Fakat çeşitli sebeplerden dolayı bu inhiraf (velayetten sapma) vuku buldu, zamanın geçmesiyle de daha bir şiddetlendi. Bir kere bu binanın temeli eğri atılmıştı. Bunun ilk tuğlası, Peygamber'in vasiyetini reddedip sahabenin icmâ ve kararına istinat etme esası üzerine koyulmuştu. İkinci tuğlası ise takriben iki yıl süren bir müddetten sonra birincisinin tam tersine, vasiyete istinat edip icmayı nefyetmek, görüş sahiplerinin görüşlerini almama, ehl-i hal ve akdin (uzmanların) görüşlerine teveccüh etmeme esası üzerine koyulmuştu.

                  On yıl geçtikten sonra da üçüncü halifenin seçiminde önceki iki metoda muhalif olan "şura" ismindeki üçüncü bir yola baş vuruldu. Halife seçiminde vuku bulan bu inhiraf, bu üç köşeli tenakuz, bu üç kutuplu tezat, bazılarınca geçmiş tarihe ait ve olup-bitmiş bir mesele olarak değerlendirilebilir. Ama meselenin, zamanın geçmesiyle vücuda getirdiği ve boyutlarını hiçbir araştırmacı, tarihçi ve sosyologun belirleyemeyeceği acı sonuçları, bu olayın sanıldığı gibi de basit olmadığını göstermektedir.
                  "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                  Yorum


                    #39
                    Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                    Emir'ul-Müminin Hz. Ali (a.s)'ın Döneminin Hadiseleri

                    Bu dinî-içtimaî derdin bir köşesini, Hz. Ali (a.s)'ın sözlerinde de -ki Hz. Hüseyin'in hutbesi de onun şerhi mesabesindedir- görmek mümkündür. Hz. Ali (a.s) birinci ve ikinci halifenin nasıl seçildiklerini, ikinci ve üçüncü halifeler zamanında meydana gelen ve Müslümanların kendisine baş vurmalarına sebep olan olaylar, sıkıntılar ve hatalara karşı kendi durumunu, heva ve heves, dünya perestlik ve makam severlik esiri olan bir grup Müslümanlar tarafından çıkarılan engelleri beyan ettikten sonra şöyle buyuruyor:

                    "ALLAH'a andolsun ki, halk onun (ikinci halifenin) zamanında ne edeceğini şaşırdı, yoldan çıktı, renkten renge boyandı; oradan oraya koştu durdu. Uzun bir zaman çetin mihnetlere düştüm, sabrettim, derken onun (Ömer'in) zamanı da geldi geçti; halifeliği bir şûraya bıraktı, beni de kendi zannınca onlardan biri saydı. ALLAH'ım, sana sığınırım, ne de danışma topluluğuydu bu! Onların birincisiyle (Ebu Bekir'le) ne zaman mukayese edildim ki şimdi bunlara (şuranın üyelerine) denk tutulayım? Fakat ben (fazla üzerinde durmadım) inerlerken onlarla indim, uçarlarken onlarla uçtum; inişte yokuşta onlarla birlikte oldum (şûralarında bulundum) içlerinden biri, hasedinden dolayı haktan saptı; öbürü, damadı olduğundan ona uydu, benden yüz çevirdi; öbürleri de öyle işler ettiler ki onları dile getirmek bile çirkin...

                    Derken üçüncüsü (Osman) kalktı, hem de bir halde ki iki yanı da yelle dolmuştu; işi gücü toplamak ve Beyt'ul-Malı yemekti. Onunla beraber babasının oğulları da işe giriştiler; ALLAH'ın malını, ilkbaharda devenin otları, çayırı-çimeni yiyip sömürmesi gibi yediler, sömürdüler. Sonunda onun da ipi çözüldü; hareketi tezce yaralanıp öldürülmesine sebep oldu, karnının dolgunluğu ve servet toplaması, onu bu hale getirdi, işini tamamladı gitti.
                    Derken, halkın benim etrafıma, sırtlanın boynundaki kıllar gibi üşüşmesi kadar beni ezen bir şey olmadı, her yandan, birbiri ardınca çevreme üşüştüler; öyle ki kalabalıktan Hasan'la Hüseyin, ayaklar altında kalacaktı neredeyse... Koyunların ağıla üşüşmesi gibi çevreme toplandılar, bu hengamede elbisem bile yırtılmıştı.

                    Ama işi elime aldıktan sonra bir bölük, biatten döndü; ahdini bozdu. Öbür bölük ok yaydan fırlar gibi fırladı, inancından vazgeçti; öbürleri de itaatten çıktı, sanki onlar her türlü noksan sıfatlardan münezzeh ALLAH'ın "İşte ahiret yurdu, biz onu yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemeyenlere veririz ve sonuç çekinenlerindir"[92] buyurduğunu duymamışlardı. Evet, andolsun ALLAH'a elbette duydular, ezberlediler de; fakat dünya, gözlerine bezenmiş bir şekilde görünmüş ve dünyanın zahirine kanmışlardı." [93]

                    Adalet merkezi ve İslamî kanunların sahih mihveri, İmam Ali (a.s) iş başına geçer geçmez kendi programını şöyle ilan etti:
                    "Andolsun ALLAH'a ki, Osman'ın bağışlarından ve beyt'ul-maldan boş yere ona buna harcadığı şeylerden ne bulursam, kadınlara mihir verilse de, cariyeler satın alınsa da onu alıp sahibine ve beyt'ul-mala geri çevireceğim. Çünkü adalette genişlik vardır. Zira adalete tahammül etmeyen bir kimse zulme hiç tahammül etmez." [94]

                    Yirmi beş yıl haktan sapma neticesinde ve Resulullah (s.a.a)'in yaşantı tarzının unutulması, toplumun kanunu ayaklar altına almaya ve hakkı çiğnemeye alışması neticesinde, hak ve adaleti icra etmek suçuyla Hz. Ali'ye karşı savaşmaya kalkıştılar. Doğrudan doğruya savaşa katılmayanlar da susmalarıyla düşmanı takviye ettiler. Hazret'in hak ve adaleti yaymak, Kur'ân'ın ve Peygamber'in hedeflerini gerçekleştirmek yolunda harcanması gereken gücünü, İslam'ın esasını savunmak ve Müslümanların havzasını korumak yönüne atfettiler.

                    Bu iç savaşlar ve dahili çekişmeler öyle bir yere vardı, hak cephesini öyle bir taz'îf etti ve Hazret'i o kadar yordu ki, artık ALLAH'a sığınıp şöyle yalvardı:
                    "ALLAH'ım, ben onlardan bezdim; onlar da benden bezdiler. Benim gönlüm onlardan daraldı; onların gönlü de benden daraldı. Onlardan daha hayırlılarını ver bana; benim yerime de kötü insanları musallat et onlara."

                    Sonra şöyle buyurdu: "VALLAHi, bu topluluk (Muaviye taraftarları) sanıyorum ki, yakın bir zamanda size musallat olacak; bunun sebebi de onların batılda birleşmeleri, sizin ise haktan ayrılmanızdır. İmamınız hak üzereyken ona isyan etmenizdir, onlarınsa imamları batıla uymuşken itâatte bulunmalarıdır. Onlar emaneti sahibine veriyorlar; sizse hâinlik ediyorsunuz. Onlar şehirlerinde ıslahat yapıyorlar; sizse bozgunculuk yapıyorsunuz." [95]

                    Hz. Ali (a.s) daha sonra: "Düşmanın her geçen gün daha etkili adımlar atmasına rağmen sizin böyle ihmalkâr davranmanız, İmam ve önderinizin karşısında vazifenizi yapmaktan kaçınmanız, Muaviye ve ashabının yakında size musallat olacaklarını, karanlık ve uğursuz bir geleceğin sizi beklediğini göstermektedir" buyurarak ikazda bulunmuştur.
                    Yine şöyle buyurmuştur: "Bilin ki, benden sonra hepiniz aşağılanacaksınız, keskin kılıca uğrayacaksınız ve zalimlerin sizin aranızda adet edineceği bir istibdat, diktatörlük hakim olacaktır size."[96]

                    Nihayet Hazret'in: "Onların yerine, onlardan hayırlısını ver bana" duası icabete erişti ve kendilerinden incindiği kimselerle bir arada olması, ALLAH'ın civar-î kurbunda Resulullah (s.a.a), Peygamberler ve evliyalar ile birlikte olmaya dönüştü, mübârek başının yarılmasıyla ebedi saadeti istikbal etti ve Kabe'nin Rabbine kavuşarak: "Ka'be'nin Rabbine andolsun ki, zafere eriştim"[97] buyurdular.
                    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                      İmam Hasan (a.s)'ın Tavrı

                      Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'dan sonra Resulullah (s.a.a)'in reyhanı Hasan-ı Mücteba (a.s) babasının Muaviye'ye karşı savaşma, fesat kaynağı olan Beniümeyye hanedanının kökünü kazıma ve geçmişteki küfür ve hal-ı hazırdaki nifaka karşı mücadele verme yolunu imamet ve önderliğin başta gelen vazifelerinden biri olarak devam ettirdi. Çünkü o da bir hak İmam ve cennet ehlinin gençlerinin efendisi idi; yolu Ali (a.s)'ın yolu ve programı da onun programının aynısı idi.

                      İşte bu esas üzere Muaviye'ye karşı savaş emri verdi ve Kûfe ordusunu seferber edip kendisi de onların başkomutanı olarak cepheye doğru hareket etti. İki ordu arasında savaş başladığında, bir taraftan, hep rahatlık peşinde oldukları, ahitlerine bağlı kalmadıkları ve sorumluluk hissetmediklerinden dolayı, Hz. Ali (a.s)'ın kendilerini ALLAH'a şikayet ettiği kimselerin İmam Hasan (a.s)'ın ordusunda bulunmaları, diğer taraftan da Ebu Süfyan oğlunun çeşitli düzen ve hilelere baş vurması, İmam Hasan (a.s)'ı, kalpten razı olmamasına rağmen sulhu kabul etmeye mecbur bıraktı.
                      İmam Hasan (a.s) bu acı hadisenin nedenini ve bu zahiri in'itâfın sebebini çeşitli beyanlarla açıklayıp kalbindeki dertleri dile getirmiştir.

                      İmam Hasan (a.s), Muaviye'nin de katıldığı bir toplantıda şöyle konuştu: "Ey insanlar! Muaviye, kararnameyi kabul etmemle onu hilafet makamına layık gördüğümü imâ etmek istiyor; ama, o yalan söylüyor. Çünkü ALLAH'ın kitabı ve Peygamber'in sünneti gereğince halkın önderliği biz Ehl-i Beyt'e mahsustur (Kitap ve Sünnete aykırı nasıl hareket edebilirim). Andolsun ALLAH'a ki, eğer insanlar kendi biatlerinde bize vefalı kalsalar, emrimize itaat etseler ve bize yardımda bulunsalardı, ALLAH-u Teâlâ yer ve göklerin bereketini bize bağışlardı."

                      Bu esnada Muaviye'ye hitaben de şöyle buyurdu:

                      "Artık o zaman siz, Müslümanlara hükmetmeye ve onlara egemen olmaya tamah edemezdiniz. Ey Muaviye! Resulullah (s.a.a): "Velayet ve önderliğini, bilen kişilerin olmasıyla birlikte bilmeyen kişilere bırakan her millet, yok olur ve buzağıya tapmaya yönelir" buyurmamış mıdır?"

                      İmam Hasan (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: "Evet, Beniisrail, Musa (a.s)'ın halifesinin Harun olduğunu bildikleri halde onu terk ettiler ve buzağıya taptılar. Müslümanların arasında da böyle bir sapıklık vücuda geldi; onlar da Resulullah (s.a.a)'in, Hz. Ali'ye: "Sen bana nispet, Harun'un Musa'ya nispeti gibisin" şeklindeki tavsiyesini terk ettiler ve onun kötü sonuçlarına duçar oldular."

                      İmam Hasan (a.s) daha sonra Muaviye'ye hitaben şöyle buyurdu: "Resulullah (s.a.a) halkı ALLAH'a ve tevhide davet ettiğinde mağaraya sığındı, eğer yâr-u yaveri olsaydı halkın arasından firar etmezdi. Ey Muaviye! Benim de yar-u yaverim olsaydı seninle ateşkes kararnamesini kabul etmezdim."

                      İmam Hasan (a.s) halka hitaben de şöyle buyurdu: "ALLAH-u Teâla, Resulullah (s.a.a)'ın özrünü de, kendisi için yar-u yaver görmediğinde ve kavminden uzaklaştığında kabul etti. Benim ve babam Ali'nin de özrünü kabul buyurmuştur. Çünkü yar-u yaver ve ensar bulamadık, başkalarıyla müdara ettik. Bunlar tarihin sünnetleri ve birbiri ardınca vaki olan benzer olaylardır."

                      İmam Hasan (a.s) sözlerinin sonunda şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Siz, doğuyla batıyı gezseniz, Resulullah (s.a.a) için, ben ve kardeşimden başka bir evlat bulamazsınız."[98]

                      Yine İmam Hasan (a.s) yakınlarından birisinin Muaviye'yle sulh etmekle ilgili sorusuna cevaben şöyle buyurdu:

                      "Andolsun ALLAH'a ki, yar-u yaverim olsaydı ben bu barışı kabul etmezdim, ama yaversiz olduğumu görünce kabul etmek zorunda kaldım. Eğer bu yolda bir gücüm olsaydı gece ve gündüz, ALLAH'ın emri tahakkuk bulana dek Muaviye'ye karşı savaşı devam ettirirdim."[99]

                      Eğer Emir'ul-Müminin Hz. Ali (a.s) yüce hedeflerine nail olmadıysa, eğer Hasan b. Ali (a.s) Muaviye'yle sulh etmeyi kabul ettiyse, eğer Muaviye Müslümanlara musallat olup onları zillet ve bedbahtlığa sevk ettiyse, İslam ve Kur'ân'dan uzaklaştırdıysa, Müslümanların kaderini kendinden sonra kendisinden daha tehlikeli Yezid isminde bir unsurun eline verdiyse, bunların asıl sebebi, velayet makamına itaat edilmemesi ve bir grup önde gelen Müslümanların, İslam'ın doğru rehberliği karşısında kendi vazifelerine teveccüh etmemeleri ve bununla birlikte, bir de yersiz itirazlarda bulunmalarıdır. İşte bu çeşit tavırları telafisi mümkün olmayan zarar ve ziyanlara yol açmıştır.
                      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                        2- Marufu Emir ve Münkerden Nehy Etmenin Önemi

                        Hüseyin b. Ali (a.s) bu değerli hutbenin ikinci bölümünde Muhacir ve Ensar'ı özel olarak, tarih boyunca gelecek olan bütün Müslümanları da genel olarak muhatap kılarak İslam'ın toplumsal nizamının dayanağı olan marufu emr ve münkeri nehy vazifesini yapmakta onların müsamaha ve ihmalkârlıklarını kınamış, zalimlerin Müslümanların kaderine musallat olması ve toplumsal zulümlerin vücuda gelmesinin illetlerinden birinin de (hutbenin üçüncü bölümünde de belirtildiği gibi) bu büyük ve önemli vazifenin yerine getirilmemesi olduğunu vurgulamıştır.

                        Marufu Emr ve Münkeri Nehy Etmenin En Önemli Boyutu

                        İmam Hüseyin (a.s)'ın sözlerinin bu bölümünde, üzerinde durulması ve dikkat edilmesi gereken şey marufu emr ve münkeri nehy etmenin geniş anlam ve boyutlarının beyan edilmesi ve bu esasî ve hayatî meselenin en önemli boyutu ve ameli yönlerine değinilmesidir. Çünkü İmam (a.s) Kur'ân-ı Kerim'den iki ayete istinat ederek şöyle buyuruyor: "Eğer marufu emir ve münkeri nehy etmek toplumda uygulanırsa, küçük büyük bütün farizalar yerine getirilir ve bütün zorluklar giderilir."
                        Daha sonra İmam (a.s) örnek olarak birkaç meseleye şöyle değiniyor:

                        1- "Marufu emir ve münkeri nehy etmek İslam'a davettir (akidevî ve fikri cihaddır.)
                        2- "Mazlumların hakkını geri almaktır."
                        3- "Zalimlerle muhalefet etmektir."
                        4- "Umumi servet ve savaş ganimetlerini adaletle bölmektir."
                        5- "Sadaka ve maliyatı sahih ve şerî yerlerde harcamaktır."

                        Açıktır ki, marufu emir ve münkeri nehy etmek vazifesini böyle geniş çapta yerine getirmek, zalimlere karşı savaşmak, mazlumların haklarını almak, zulüm ve fesadın kökünü kazımak ve toplumda adaleti hakim kılmak, İslamî bir hükümet kurulmaksınız ve icraî bir güç teşkil edilmeksizin ferdî olarak veya sadece dille marufu emr etmekle mümkün olmaz.
                        Hüseyin b. Ali (a.s)'ın bu beyanı, bu önemli ve temel meseleyi küçük boyutlarda değerlendiren, onun sadece ferdi ve sözlü yönüne teveccüh edip, ameli yönünden gaflet eden kimseler için açık bir cevaptır.

                        Yine Hazret'in bu beyanı, İslamî bir hükümeti kurmanın farz olduğuna ve marufu emr ve münkeri nehy etme meselesinin toplumda amelî olarak icra edilmesi gerektiğine diğer bir delildir. İşte bu delile ve diğer birçok delillere göre bir grup büyük Şia alimleri cihadı, bütün önem, azamet, boyut ve ahkamına rağmen marufu emir ve münkeri nehy etmenin bir kolu biliyorlar.

                        İmam Hüseyin (a.s)'ın ziyaretnamesinde yer alan: "Şehadet ediyorum ki sen, namazı ayakta tuttun, zekat verdin, marufu emrettin ve münkeri nehy ettin" şeklindeki cümle, Hazret'in, Yezid'in hükümeti karşısında kıyam ve cihadı, ilahi farizaları uygulamak, namazı ve zekatı ayakta tutmak, marufu emir ve münkeri nehyetmek vazifesini yapmak için olduğunu açıkça beyan etmektedir.

                        Velhasıl, emr-i bilmaruf ve nehy-i anil münker, geniş anlamıyla doğru ve dakik manasıyla adaleti yaymak, zulüm ve fesadın kökünü kazımaktır. Böyle bir şey de İslamî bir hükümetin varlığını gerektirmektedir. Eğer emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker bu manasıyla toplumda uygulanmaz ve İslam esaslarına dayalı bir hükümet kurulmazsa, kötülerin başa geçeceği ve zalimlerin topluma musallat olacağı kesindir. Nitekim Emir'ul-Müminin Hz. Ali (a.s) en son vasiyetinde şöyle buyurmuştur:

                        "Emr-i bil-maruf ve neh-yi anil-münkeri terk etmeyin; aksi takdirde kötü insanlar size musallat olur. İşte o zaman ne kadar dua da etseniz, dualarınız kabul olmaz."[100]
                        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                        Yorum


                          #42
                          Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                          3- Tarih Boyunca Benliğini Yitirenler

                          Bu değerli hutbenin her üç bölümü, tarih felsefesi ve sosyoloji açısından içerdiği dersler ve nükteler, Müslümanların yarım yüzyılda kaydettikleri toplumsal değişmelerin İslam'ın daha yeni zuhur ettiği sıralarda zalimlerin Müslümanlara musallat olmasının, Ehl-i Beyt'in sahne dışı edilmesinin ve Muaviye b. Ebu Sufyan'ın Müslümanların kaderini ele almasının sebeplerini üç muhtelif boyuttan inceleyip: "İnsanlar kendilerini değiştirmedikçe ALLAH onları değiştirmez." ayetini güzel bir şekilde şahit ve deliller göstererek tefsir etmiştir; aynı zamanda Hüseyin b. Ali (a.s)'ın duyduğu üzüntü ve elemlerin dile getirildiği bu hutbe, tarih boyunca umûmen Müslümanlar ve hassaten de alimler için bir ikazdır.

                          Hüseyin b. Ali (a.s) bu hutbenin üçüncü bölümünde, o tarihi ve önemli mecliste bulunan bir grup Müslümanları, Resulullah (s.a.a)'in ashap ve yaranından olan kimseleri, onların evlatlarını, yani toplumun ileri gelenlerini, mezhebî ve içtimaî şahsiyetleri, bir rol ifa edebilecek ve toplumu harekete geçirebilecek ve sözü, amelî, konuşması, susması ve hareketi halk için örnek olabilecek kimseleri muhatap kılmıştır.

                          Böyle kimselerin kendi mevki ve şahsiyetlerini tanımaları, hakiki değerlerini anlamaları, toplumun saadeti ve mazlumların kurtuluşu düşüncesinde olmaları gerekirdi. Ama refah ve rahata olan özenti ve meyil, zorluklardan kaçmak, hayata ve maddi lezzetlere düşkünlük, bazen de softalaşma neticesinde kendi öz benliğini yitirmiş ve çocuksu hedeflerine ulaşabilmek için ağır vazifelerini unutuvermiş, ALLAH'ın emir ve yasaklarını, zalimlerin isteğini temin edecek bir şekilde tefsir ve tevil ederek yanlış yollarına devam etmişlerdir.

                          Hak taraftarı ve fazilet koruyucusu olmaları itibarıyla toplumun gözünde büyük görünen, güçlü ve zayıfların kalbinde heybet kazanan ve bütün sınıfların nazarında özel bir ihtiramı olan kişiler, İslam toplumunun beklentilerini yerine getirmemenin, İslam ve Kur'ân'ı korumamanın bu yolda bir mali zarara katlanmamanın, mahrumiyet, işkence ve zindanı kabul etmeye hazır olmamanın, kutsal olan bütün şeyleri maskara yapan akrabalarına karşı düşmanlık yapmamanın, dini savunanlara, İslam yolunda işkence görenlere ve Kur'ân uğrunda sürgün edilenlere değer vermemenin, İslam ve Kur'ân sınırının çiğnemesinden dolayı feryat etmemenin yanı sıra İslam düşmanlarına dalkavukluk yaparak onlarla uzlaşmaya başladılar. Neticede mazlumların haklarının çiğnenmesi yolunda zalimlerin birer piyonu oldular.

                          Ama eğer onlar dikkat etselerdi, bu amelleriyle en büyük musibetlerinin mukaddimesini hazırladıklarını, kendi bedbahtlık ve zavallılıklarının temelini attıklarını anlarlardı. Çünkü eğer onlar hakkın çevresinden dağılmasalardı, velayet hattı ve nübüvvet buyruğunda ihtilaf etmeselerdi, ALLAH yolunda zahmete, meşakkate, geçici mahrumiyete tahammül etselerdi, hak yolunda ölmekten kaçmasalar ve dünyanın şu birkaç günlük hayatına meftun olmasalardı, İslam'ın kudreti ve ahkamın icraî gücü onların eline geçer ve İlahî kanunlar onların eliyle uygulanırdı; mazlumlar onların vesilesiyle kurtulur, toplumdaki mahrumlar refaha kavuşur, zalim ve zorbalar mahvolup giderdi. Ama onların ihmalkârlık ve gevşeklikleri sahneyi değiştirdi, İslam'dan kopmaları onları güçsüz ve zelil etti, icra kudreti düşmanların eline geçti, artık düşmanlar da diledikleri gibi mazlumlara karşı davrandılar, şekavetli ruhları hangi yönü iktiza etti ise toplumu o yöne sevk ettiler.

                          ALLAH'ın emrini tahkir ve Resulullah'ın sünnetine ihanette bulundular. Kör, kötürüm, fakir ve mahrumlar kendi insanlık haklarının en azına bile ulaşamadılar. Her yerde bir müstebit hakim, her bölgede bir bencil kişi başa geçti ve İslam'ın hükümlerini ayaklar altına almaya, Müslümanların ihtişam ve azametini, ellerinde bulunan bütün propaganda araçlarıyla yok etmeye çalıştılar. Dinin hakikatlerini tahrif ettiler; İslam kanunlarını ters gösterdiler; kısâsı cinayet, taziratı (şerî had) ise kasavet olarak tanıttılar...
                          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                          Yorum


                            #43
                            Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                            Bu Hutbeye Ameli Cevap

                            İşte Resulullah (s.a.a)'in reyhanı, Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'ın sevgili oğlu ve Fatıma-ı Zehra (a.s)'ın ciğer parasi İmam Hüseyin (a.s)'ın sözleri ve dert yanmaları bunlardan ibaretti. Bu sözler sadece İmam Hüseyin (a.s)'ın sözleri değildir; bu sözler bütün peygamberlerin, İmamların ve ALLAH dostlarının sözleri ve dert yanmalarıdır. Bu sözler, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Hatem'ul-Enbiya, Müminlerin Emiri Hz. Ali, İmam Mücteba (Hasan) ve diğer masum İmam ve önderlerin sözleridir.

                            Bu hutbe ve bu sözler, bütün peygamberler, evliya ve hidayet imamlarının sözleri olduğu gibi bu sözlere amelî cevap da, ilk aşamada peygamberler ve hidayet İmamları tarafından verilmiştir. Tarih boyunca, bu hayat bağışlayan nidaya daima peygamberler ve İmamlar "lebbeyk" demişlerdir.

                            Evet, onlar, hem münâdi (çağıran), hem lebbeyk diyen, hem hitap eden, hem muhatap olan, hem feryat eden, hem harekete geçen, hem davet eden ve hem de icabette bulunan kimselerdir. Evet, onlar, kendi davetlerine icabet etme yolunda o kadar mukavemet gösterdiler ki, ateşin içerisine girmeye bile kucak açtılar.

                            Neticede serkeş Nemrut'lulara galip oldular ve tevhit temelini attılar. Kendi hedefleri uğrunda o kadar direndiler ki, sonunda düşmanı denizin dalgaları arasına göndererek bir milleti kölelik ve zilletten kurtardılar. Kendi ahit ve sözlerine o kadar sadık ve vefalı kaldılar ki, sonuçta kesilmiş başları, düşmanın önünde leğen içerisinde "kan kılıca galiptir" diye slogan atmaya başladı.
                            Ve nihayet şu büyük iftihar Şia alemine nasip oldu ki, "İmam ve önderler, İslam dininin yücelmesi ve boyutlarından biri adalet üzere bir hükümet kurmak olan Kur'ân'ın hükümlerini uygulamak yolunda hapse düştüler, sürgün edildiler ve sonunda kendi zamanlarının zalim ve tağut hükümetlerini devirme yolunda şehit oldular"[101].

                            Şart ve imkanların müsâit olduğu kadarıyla silahlı kıyam ettiler ve düşmana karşı kılıçla savaştılar. Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'ın üç büyük savaşta, İslam düşmanlarının karşısındaki kanlı direniş ve savaşı ve oğlu İmam Hasan ve imam Hüseyin (a.s)'ın kendi zamanlarının tağutları olan Muaviye ve oğlu Yezid'e karşı kanlı kıyamları, İslam ve beşeriyet tarihinin altın sayfalarındadır.
                            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                            Yorum


                              #44
                              Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                              İmam Hüseyin (a.s) ve Takipçilerinin Olumlu Cevabı

                              Bu değerli hutbe ilk başlangıçtan beri, dinleyiciler ve mecliste hazır bulunanlar için İmam Hüseyin (a.s)'ın ilerideki kıyamını tersim etmekte, onun gelecekte ameli olarak marufu emredeceğinden haber vermekte ve dinleyicileri bu kıyam için hazır olmaya ve onu desteklemeye davet etmekle birlikte, hutbenin sonunda bu gerçek açıkça beyan edilmiş ve söz konusu tarihî kıyama tasrih edilmiştir:

                              "ALLAH'ım! Şüphesiz sen biliyorsun ki, bizim bu kıyamımız (Beniümeyye'nin aleyhine başlattığımız bu mücadele) siyasi iktidarı ele geçirmek, mal ve servet toplamak için değildir. Bizim kıyamımız (sadece) senin dininin parlak nişanelerini (prensip ve değerlerini) ortaya çıkarmak ve şehirlerinde ıslahat yapmak içindir. Onun için ey din alimleri! Eğer sizler bize yardımda bulunmaz ve bize hak vermezseniz, zalimler size musallat olur ve nur saçan nübüvvet meşalesini söndürmek için daha fazla çaba gösterirler."

                              Hz. Hüseyin (a.s)'ın bu hutbede beyan ettiği büyük hedef, Hazret'in üç yıl sonra Medine'den hareket ettiği zaman vasiyetnamesinde değindiği şu hedefin aynısıdır:
                              "Ben kibirlenen, böbürlenen, bozgunculuk yapan ve zulmeden biri olarak Medine'den çıkmadım. Medine'den çıktım ki, ceddimin ümmeti arasında ıslahat yapayım, iyiliği emredip kötülükten sakındırayım."[102]

                              İmamların takipçileri olan alimler de tarih boyunca İslam ve Kur'ân'ı ihya etme yolunda büyük adımlar atmış, bu yolda sadece Şehid-i Evvel, Şehid-i Sani ve Şehid-i Sâlis'i değil binlerce "Fazilet Şehitleri"[103] takdim etmişlerdir. Bizler bu isimleri tarihe ziynet veren ve isimlerini sadece "İlliyyin" kitabında bulunması mümkün olan, binlerce bilinen ve bilinmeyen şehitlerin huzur-u alilerinde saygı duruşunda durup büyük bir tevazu ile şöyle dememiz gerekir:

                              "Selam olsun sizlere, ey ilmi ve ameliye kitaplarını şahadet kanı ve kan mürekkebiyle yazan, hidâyet, vaaz ve hitâbet minberi üzerinde bir mum gibi yanarak topluma aydınlık saçan ve destanlar yaratan yiğit âlimler! Selam olsun size, ey savaş zamanında ders, bahis ve medrese taallukâtından kopup, hakikat-i ilmin ayağına vurulan dünya istekleri zincirini kopararak "Arş"a doğru kanatlanan ve "Melekutîler topluluğunda yer alan "Havza" şehitleri! Selam olsun sizlere ki, fıkhın hakikatini buluncaya kadar ilerlediniz ve kendi milletinize sadık uyarıcı, korkutucular oldunuz. Topraklara dökülen kanlarınızın damlaları ve yerlere serpilen vücutlarınızın parçaları da bu sadâkat ve doğruluğunuza tanıklık etmektedir.
                              Evet, zaten İslam ve Şia'nın gerçek âlimlerinden bundan başkasını beklemek de yanlıştır...[104]
                              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                              Yorum


                                #45
                                Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                                İran İslam İnkılabı, İmam Hüseyin (a.s)'ın Bu Hutbesine Bir Cevap Mesabesindedir

                                Hicri on beşinci yılın eşiğinde İslam'ın hayat verici öğretilerine uyularak ümmetin imamı ve İran İslam Cumhuriyetinin kurucusu Hazret-i Ayetullah-il-Uzma İmam Humeyni (r.a)'in önderliğiyle gerçekleşen bu büyük İslamî kıyam, İslam ve ulema tarihinde eşi görülmemiş böylesine görkemli hareket, dünyaya hakim olan bütün siyasî ve askerî dengeleri bozan iki bin beş yüz yıllık şahinşahlık düzeni harabelerinin üzerine İslam Cumhuriyetini bina eden, küfür ve ilhâd dünyasının asırlar boyunca İslam ve Kur'ân'ı yok etmek için kurduğu bütün düzenlerini suya düşüren, onların İslam'ı büsbütün ortadan kaldırma yolundaki ümitlerini ye's ve ümitsizliğe dönüştüren, İslam'a yeni bir hayat, Müslümanlara yeni bir ümit bahşeden, dost-düşman herkesi hayrete düşüren, İslam karşısında doğu ve batıyı dize getiren, küfür ele başlarını zillete sokan ve onların İslam'a karşı kin ve adavetlerini kat kat artıran bu yüce inkılap, Hz. Hüseyin (a.s)'ın bu hutbesine bin dört yüz yıldan sonra verilen bir cevaptır.
                                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X