Ynt: Adl-i İlahi
İmanın güçlendirilmesi ve doğru bir eğitim sağlanması, toplumun düzeltilmesi yolu ile, suça yol açan sebeplerin ortadan kaldırılması ile, suç sayısı önemli bir ölçüde düşürülebilir. Elbette bu yollara başvu-rulmalıdır da! Ancak, cezaların da gerekliliği inkâr edilemez. Başka hiçbir yol, ceza kurumunu tamamen gereksiz kılamaz.
İnsanlık; öğüt ve irşad ve diğer eğitim yollarına başvurarak bütün insanlık toplumunu eğitmeyi başaramamıştır ve belki de başaramaya-caktır.
Ayrıca, bugünkü sadece maddeye önem veren uygarlık, suçluluğu önleyecek bir ortam hazırlama gücüne sahip değildir. Günümüz uygar-lığı suçluluğu azaltamadığı gibi, üstelik kat kat çoğaltmıştır.
Eskiden ibrik çalma, yankesicilik gibi küçük çapta hırsızlıklar yay-gın idi. Bugün ise binlerle renk ve biçimde, görünür görünmez, perde ardında ve önünde nice hırsızlıklar olmaktadır. Perde önündekiler de az değildir. Meselâ bir veya birkaç geminin denizden çalındığını göre-biliyoruz.
Bütün bu delillerden sonra, cezalandırmaya ilişkin düzenlemelerin insan toplulukları için gerekli ve yararlı olduklarını kabul etmemiz ge-reklidir. Ancak, daha önce de söylediğimiz gibi, kanun koyucular suç ile ceza arasındaki orana dikkat etmelidirler.
Burada özellikle ilgimizi çekecek olan bir husus da şudur: Bu gibi, uzlaşmaya dayanan cezaların ahiret âleminde de mevcut olması akla uygun değildir. Çünkü ahiret âleminde ne suçun tekrarının önlenmesi endişesi vardır, ne de intikam duygularının yatıştırılması. Ahiret; eylem âlemi değildir ki insanı orada cezalandırmanın amacı bu suçun tekrar işlenmesinin önlenmesi olsun. Yine, Allah -ki böyle düşünmek-ten yine Allah'a sığınırız- intikam güdücü duygulara sahip olamaz ki, gönlündeki ukdeyi çözmek ve intikam almak için cezalandırsın. Yine, ahiret âleminde mazlumların yürek soğutması ve tatmin edilmesi amacı da söz konusu olmaz. Hele dünyada kendisine zulmedilmiş olan kimse Allah'ın velilerinden ve O'nun engin rahmetine mazhar olanlardan birisi ise, onun da intikam peşinde olduğu düşünülemez. Apaçıktır ki, Allah velilerinden olmayanların bile kendi derdine düştükleri, ken-dilerini kurtarmaya baktıkları ahiret âleminde ("Vâ nefsâh! -Vay nefsim!-" denen o âlemde) azıcık hayır, rahmet ve mağfiret, düşmandan dünya dolusu intikam almaya, yeğ tutulur, tercih edilir.
Ayrıca, her azap; halkın haklarına, fert hakkına ilişkin bir günah dolayısı ile değildir ki adl-i ilâhînin mutlaka zalimden intikam almayı ve böylece mazlumun gönlünü yatıştırmayı gerektirdiği söylensin. Azapların önemli bir bölümü şirk, riya, Allah'a ibadeti terk etme gibi Hakkullah'a ilişkin günahlar dolayısı iledir, hakk'un-nas (halkın, birey-lerin hakkı) dolayısı ile değil. Bu gibi durumlarda dünyevî cezalar için söz konusu edilen iki özellik ve sonuçtan hiçbirisi yoktur.
İmanın güçlendirilmesi ve doğru bir eğitim sağlanması, toplumun düzeltilmesi yolu ile, suça yol açan sebeplerin ortadan kaldırılması ile, suç sayısı önemli bir ölçüde düşürülebilir. Elbette bu yollara başvu-rulmalıdır da! Ancak, cezaların da gerekliliği inkâr edilemez. Başka hiçbir yol, ceza kurumunu tamamen gereksiz kılamaz.
İnsanlık; öğüt ve irşad ve diğer eğitim yollarına başvurarak bütün insanlık toplumunu eğitmeyi başaramamıştır ve belki de başaramaya-caktır.
Ayrıca, bugünkü sadece maddeye önem veren uygarlık, suçluluğu önleyecek bir ortam hazırlama gücüne sahip değildir. Günümüz uygar-lığı suçluluğu azaltamadığı gibi, üstelik kat kat çoğaltmıştır.
Eskiden ibrik çalma, yankesicilik gibi küçük çapta hırsızlıklar yay-gın idi. Bugün ise binlerle renk ve biçimde, görünür görünmez, perde ardında ve önünde nice hırsızlıklar olmaktadır. Perde önündekiler de az değildir. Meselâ bir veya birkaç geminin denizden çalındığını göre-biliyoruz.
Bütün bu delillerden sonra, cezalandırmaya ilişkin düzenlemelerin insan toplulukları için gerekli ve yararlı olduklarını kabul etmemiz ge-reklidir. Ancak, daha önce de söylediğimiz gibi, kanun koyucular suç ile ceza arasındaki orana dikkat etmelidirler.
Burada özellikle ilgimizi çekecek olan bir husus da şudur: Bu gibi, uzlaşmaya dayanan cezaların ahiret âleminde de mevcut olması akla uygun değildir. Çünkü ahiret âleminde ne suçun tekrarının önlenmesi endişesi vardır, ne de intikam duygularının yatıştırılması. Ahiret; eylem âlemi değildir ki insanı orada cezalandırmanın amacı bu suçun tekrar işlenmesinin önlenmesi olsun. Yine, Allah -ki böyle düşünmek-ten yine Allah'a sığınırız- intikam güdücü duygulara sahip olamaz ki, gönlündeki ukdeyi çözmek ve intikam almak için cezalandırsın. Yine, ahiret âleminde mazlumların yürek soğutması ve tatmin edilmesi amacı da söz konusu olmaz. Hele dünyada kendisine zulmedilmiş olan kimse Allah'ın velilerinden ve O'nun engin rahmetine mazhar olanlardan birisi ise, onun da intikam peşinde olduğu düşünülemez. Apaçıktır ki, Allah velilerinden olmayanların bile kendi derdine düştükleri, ken-dilerini kurtarmaya baktıkları ahiret âleminde ("Vâ nefsâh! -Vay nefsim!-" denen o âlemde) azıcık hayır, rahmet ve mağfiret, düşmandan dünya dolusu intikam almaya, yeğ tutulur, tercih edilir.
Ayrıca, her azap; halkın haklarına, fert hakkına ilişkin bir günah dolayısı ile değildir ki adl-i ilâhînin mutlaka zalimden intikam almayı ve böylece mazlumun gönlünü yatıştırmayı gerektirdiği söylensin. Azapların önemli bir bölümü şirk, riya, Allah'a ibadeti terk etme gibi Hakkullah'a ilişkin günahlar dolayısı iledir, hakk'un-nas (halkın, birey-lerin hakkı) dolayısı ile değil. Bu gibi durumlarda dünyevî cezalar için söz konusu edilen iki özellik ve sonuçtan hiçbirisi yoktur.
Yorum