Ynt: Adl-i İlahi
İlk mısrada "ayn'ul-yakiyn" aşamasına, evreni ve evrendeki her şeyi O'nun tecellisi ve yerli
yerince iyi görmeye vardığına, ikinci mısrada ise "hakk'ul-yakiyn" derecesine varma dileğine işaret
vardır.
Hâfız; diğer gazellerinde de, arif kişinin gerçeğe varışından sonra yalnızca olgunluk (kemal) ve
güzellik göreceği, evreni böyle yorumlayacağı gerçeğini belirtir. Meselâ şu beyitte olduğu gibi:
Rû-yi hûbet ayetî ez lutf ber-ma keşf kerd
Zin sebeb coz lutf-u hûbî nîst der tefsîr-i mâ
Güzel yüzün, lütuftan bir ayeti bize açıkladı.
Bu sebeple, bizim tefsirimizde lütuf ve iyilikten başka bir şey yoktur.
Yine başka bir yerde de şöyle diyor:
Merâ be-kaar-i cihan çendân iltifât nebud
Ruh-i tu der nazar-i men çenîn hoşeş ârâst.
Ben, evrende olup biten işlere fazla ilgili değildim
Senin yüzün onu, evreni, benim gözümde böylesine güzel kıldı.
Esasen Hâfız gibi irfanî bir dünya görüşüne sahip, felsefî çokluğun yerine "vahdet"i, felsefî
illiyet (nedensellik) görüşü yerine tecelliyi, felsefî gereklilik yerine aşk ve güzelliği koyan, evreni
"mutlak güzelliğin tek tecellisi" olarak gören, bir kişi, nasıl olur da Hayyam (13) veya Ebu'l-A'la el-
Maarrî (14) gibi düşünebilir? Hâfız; "vahdet", "cilve" (15) ve "güzellik"ten ibaret olan ve kendi irfanî
(tasavvufî) dünya görüşünde yer alan üç unsuru, ünlü bir gazelinde, en güzel ve en açık biçimde
açıklamıştır:
Aks-i rûy-i tû çû der âyine-i câm oftâd
Ârif ez pertov-i mey der tama'-i hâm oftâd
Hüsn-i rûy-i tu be-yek cilve ki der âyine kerd
İn heme nakş der âyine-i evhâm oftâd
İn heme aks-i mey-o nakş-i nigarîn ke numûd
Yek fürûğ-i ruh-i sakîst ke der câm oftâd
Yüzünün aksi; kadehin aynasına düştü de,
Arif, şarabın bu parıltısından ham tama'a kapıldı. (Elde edemeyeceği şeyler peşine
düştü.)
Yüzünün güzelliği aynada bir kez belirdiğinde,
Vehimler aynasında da bunca nakışlar belirdi.
Bütün bu şarabın aksi, görünen bu güzel nakışlar,
Sâkinin yüzünün bir kez kadehte yansıyıp parlamasındandır.
Bazılarının yanılmasına ve yukarıda andığımız beyti; yaratılış düzenine Hâfız'ın bir itirazı
olarak görmelerine sebep, "hata örtücü" (hata-puş) kelimesinin kullanılmış olmasıdır. Oysa burada
irfanî edebiyatta çok başvurulan edebî sanatlara başvurulmuş ve bunlar gözden kaçırıldığı için
kelime dış anlamı ile ele alınmıştır. Ayrıca, Hâfız'ın, "pir"e o kadar saygısı ve inancı varken, nasıl
olur da onu kınamış olabilir? Eğer "pîr"in sözünü Hâfız doğru bulmuyorsa, "pîr" ya bilerek yalan
söylemekte, bir tür yaltaklanma ve iltifata başvurmaktadır, ya da ahmaklık ve saflık dolayısı ile
böyle demektedir.
Hâfız bazı şiirlerinde "şerr"i, kötülüğü yorumlayabilmenin temel sırrını açıklamıştır: Hilkat'in,
yaratılışın parçalanmaz ve bölünemezli-ğini en iyi biçimde belirtmiştir. Yeri gelince bu konu
üzerinde duracağız. Şimdilik kısaca tekrarlayalım: Hâfız'ın bu ünlü beyitte yaratılış düzenini
eleştirmek veya pirin yanlış yaptığını belirtmek istediğini düşünmek, bilgisizce bir düşüncedir.
İlk mısrada "ayn'ul-yakiyn" aşamasına, evreni ve evrendeki her şeyi O'nun tecellisi ve yerli
yerince iyi görmeye vardığına, ikinci mısrada ise "hakk'ul-yakiyn" derecesine varma dileğine işaret
vardır.
Hâfız; diğer gazellerinde de, arif kişinin gerçeğe varışından sonra yalnızca olgunluk (kemal) ve
güzellik göreceği, evreni böyle yorumlayacağı gerçeğini belirtir. Meselâ şu beyitte olduğu gibi:
Rû-yi hûbet ayetî ez lutf ber-ma keşf kerd
Zin sebeb coz lutf-u hûbî nîst der tefsîr-i mâ
Güzel yüzün, lütuftan bir ayeti bize açıkladı.
Bu sebeple, bizim tefsirimizde lütuf ve iyilikten başka bir şey yoktur.
Yine başka bir yerde de şöyle diyor:
Merâ be-kaar-i cihan çendân iltifât nebud
Ruh-i tu der nazar-i men çenîn hoşeş ârâst.
Ben, evrende olup biten işlere fazla ilgili değildim
Senin yüzün onu, evreni, benim gözümde böylesine güzel kıldı.
Esasen Hâfız gibi irfanî bir dünya görüşüne sahip, felsefî çokluğun yerine "vahdet"i, felsefî
illiyet (nedensellik) görüşü yerine tecelliyi, felsefî gereklilik yerine aşk ve güzelliği koyan, evreni
"mutlak güzelliğin tek tecellisi" olarak gören, bir kişi, nasıl olur da Hayyam (13) veya Ebu'l-A'la el-
Maarrî (14) gibi düşünebilir? Hâfız; "vahdet", "cilve" (15) ve "güzellik"ten ibaret olan ve kendi irfanî
(tasavvufî) dünya görüşünde yer alan üç unsuru, ünlü bir gazelinde, en güzel ve en açık biçimde
açıklamıştır:
Aks-i rûy-i tû çû der âyine-i câm oftâd
Ârif ez pertov-i mey der tama'-i hâm oftâd
Hüsn-i rûy-i tu be-yek cilve ki der âyine kerd
İn heme nakş der âyine-i evhâm oftâd
İn heme aks-i mey-o nakş-i nigarîn ke numûd
Yek fürûğ-i ruh-i sakîst ke der câm oftâd
Yüzünün aksi; kadehin aynasına düştü de,
Arif, şarabın bu parıltısından ham tama'a kapıldı. (Elde edemeyeceği şeyler peşine
düştü.)
Yüzünün güzelliği aynada bir kez belirdiğinde,
Vehimler aynasında da bunca nakışlar belirdi.
Bütün bu şarabın aksi, görünen bu güzel nakışlar,
Sâkinin yüzünün bir kez kadehte yansıyıp parlamasındandır.
Bazılarının yanılmasına ve yukarıda andığımız beyti; yaratılış düzenine Hâfız'ın bir itirazı
olarak görmelerine sebep, "hata örtücü" (hata-puş) kelimesinin kullanılmış olmasıdır. Oysa burada
irfanî edebiyatta çok başvurulan edebî sanatlara başvurulmuş ve bunlar gözden kaçırıldığı için
kelime dış anlamı ile ele alınmıştır. Ayrıca, Hâfız'ın, "pir"e o kadar saygısı ve inancı varken, nasıl
olur da onu kınamış olabilir? Eğer "pîr"in sözünü Hâfız doğru bulmuyorsa, "pîr" ya bilerek yalan
söylemekte, bir tür yaltaklanma ve iltifata başvurmaktadır, ya da ahmaklık ve saflık dolayısı ile
böyle demektedir.
Hâfız bazı şiirlerinde "şerr"i, kötülüğü yorumlayabilmenin temel sırrını açıklamıştır: Hilkat'in,
yaratılışın parçalanmaz ve bölünemezli-ğini en iyi biçimde belirtmiştir. Yeri gelince bu konu
üzerinde duracağız. Şimdilik kısaca tekrarlayalım: Hâfız'ın bu ünlü beyitte yaratılış düzenini
eleştirmek veya pirin yanlış yaptığını belirtmek istediğini düşünmek, bilgisizce bir düşüncedir.
Yorum