Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nura Giden Yol

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: Nura Giden Yol

    Nura giden yol ( 185 )

    Bismillahirrahmânirrahîm

    Maide suresinin 109 ve 110. ayetleri:

    يَوْمَ يَجْمَعُ اللّهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَا أُجِبْتُمْ قَالُواْ لاَ عِلْمَ لَنَا إِنَّكَ أَنتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ (109) إِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَتِي عَلَيْكَ وَعَلَى وَالِدَتِكَ إِذْ أَيَّدتُّكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاً وَإِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي فَتَنفُخُ فِيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِي وَتُبْرِىءُ الأَكْمَهَ وَالأَبْرَصَ بِإِذْنِي وَإِذْ تُخْرِجُ الْمَوتَى بِإِذْنِي وَإِذْ كَفَفْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَنكَ إِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْهُمْ إِنْ هَـذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ

    Yani:
    Allah'ın peygamberleri toplayıp da "Size ne cevap verildi" dediği gün, "Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkiyle bilen ancak sensin" diyeceklerdir.

    Allah o zaman şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene (verdiğim) nimetimi hatırla! Hani seni mukaddes ruh (Cebrail) ile desteklemiştim; (bu sayede) sen beşikte iken de yetişkin çağında da insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı (okuyup yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncil'i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan, kuş şeklinde bir şey yapıyordun da ona üflüyordun, hemen benim iznimle o bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Ölüleri benim iznimle (hayata) çıkarıyordun. Hani İsrailoğullarını (seni öldürmekten) engellemiştim; kendilerine apaçık deliller (mucizeler) getirdiğin zaman içlerinden inkâr edenler, "Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" demişlerdi.


    Bu ayetler yüce Allah'ın peygamberleri ile onlara ve kavimlerine sunduğu nimetler hakkında ve bu kavimlerin ne kadar onları izlediği konusunda konuşmasından söz ediyor. Peygamberler kendi ümmetlerinin ne kadar taalimleri kabul ettikleri ve onların yaşamı sırasında ve ölümünden sonra tavsiyelere kulak verdikleri konusunda şöyle diyor: Gerçek ilim Allah'ındır ve insanların tüm açık ve gizli her şeylerinin bilincindedir. Biz insanların bizden sonra vasiyetlerimizle ilgili ne yaptıklarını bilemeyiz.
    Kuran-ı Kerim ayrıca Allah'ın Hz. İsa ile diyaloguna işaret ederek bu diyalogu bu surenin sonuna kadar sürdürüyor ve bu ayetlerin ilkinde şöyle buyuruyor: Allah'ın bu büyük ilahi peygamberine sunduğu nimetler çoktur ve çocukluk çağından ömrünün sonuna kadar geçen süreyi kapsar. Eşsiz bir anneden doğmak, beşikteyken konuşmak, bir kuşun heykelini yaparak ardından onu canlandırmak, tedavisi mümkün olmayan hastaları tedavi etmek, ölüleri mezarlarında diriltmek, hepsi yüce Allah'ın iradesi ile Hz.

    İsa tarafından gerçekleşen mucizelerdi. Ancak ayetin sonunda şöyle buyurmakta:

    Bunca mucizeye karşın hakkı kabul etmek istemeyenler bu mucizeleri sihir ve büyü ilan ederek küfre saptılar.

    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Annenin pak ve iffetli olması özel ilahi lütuflara ve pak evlatların dünyaya gelmesine zemin oluşturur.

    2 - Eğer insanın gönlü hazırlıklı değilse topraktan ve taştan da daha alçaktır.

    3 - Eğer Allah kendi evliyalarına şifa verme gücü veriyorsa, o zaman insanların kendi hastalarının şifa bulması için onlara dua etmesi caizdir.

    4 - Gerçi İsrailoğulları Hz. İsa'yı öldürmek istedi, lakin Allah bu suikastı bertaraf etti ve o hazret sağ kurtuldu.

    Şimdi,Maide suresinin 111. ayetini dinliyoruz.

    وَإِذْ أَوْحَيْتُ إِلَى الْحَوَارِيِّينَ أَنْ آمِنُواْ بِي وَبِرَسُولِي قَالُوَاْ آمَنَّا وَاشْهَدْ بِأَنَّنَا مُسْلِمُونَ

    Yani:
    Hani havârîlere, "Bana ve peygamberime iman edin" diye ilham etmiştim. Onlar (da), "İman ettik, bizim Allah'a teslim olmuş kimseler (müslümanlar) olduğumuza sen de şahit ol" demişlerdi.

    Bu ayet, yüce Allah'ın Hz. İsa'ya sunduğu bir başka nimete işaret ederken şöyle buyurmakta: Ben pak insanların gönlüne sana iman etmek ve sana teslim olmak için ilhamda bulundum ve onlar da kabul etti.

    Tarihi rivayetlere göre Hz. İsa'nın has yakınları 12 kişiydi ve pak gönülleri ve günahtan uzak durdukları için onlara Havari adı verildi.

    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Eğer insanların gönlü pak olursa, ilahi teslimiyet gibi büyük bir nimetten yararlanabilir.

    2 - Gerçek imanın işareti, Allah'ın ve peygamberlerinin emrine karşı teslim olmaktır. İman, Allah'a itaat etmekten ayrı değildir.

    Şimdi, Maide suresinin 112 ve 113. ayetlerini dinliyoruz.

    إِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَطِيعُ رَبُّكَ أَن يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَآئِدَةً مِّنَ السَّمَاء قَالَ اتَّقُواْ اللّهَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ (*) قَالُواْ نُرِيدُ أَن نَّأْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا وَنَعْلَمَ أَن قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِدِينَ

    Yani:
    Hani havârîler "Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten, donatılmış bir sofra indirebilir mi?" demişlerdi. O, "İman etmiş kimseler iseniz Allah'tan korkun" cevabını vermişti.

    Onlar "Ondan yiyelim, kalplerimiz mutmain olsun, bize doğru söylediğini (kesin olarak) bilelim ve ona gözleriyle görmüş şahitler olalım istiyoruz" demişlerdi.


    Bundan önceki ayette havarilerin ilahi ilham sayesinde Hz. İsa'ya iman ettiklerini anlattık. Lakin onlar imanlarını güçlendirmek için Hz. İsa'dan onlar için ayrı bir mucize getirmesi ve göklerden semavi maide hazırlamasını istedi. Fakat bu isteği uygunsuz bir şekilde gündeme getirerek sanki Allah bunu yapamayacakmış gibi bir izlenim bıraktıkları için Hz. İsa onlara şöyle karşılık verdi:

    Sizler ki Allah'a iman etmişsiniz, neden bu sözleri sarf ediyor ve böyle bir talepte bulunuyorsunuz? Havariler şöyle dedi: Bu hem imanımızı güçlendirmek, hem de insanlara İsa'nın Rabbi böyle bir mucize gerçekleştirdiğini anlatmak içindi.

    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - İmanın da belli dereceleri vardır ki sonu gönülden inanmaktır. Mümin insanlar sürekli bu mertebeye ermek için çalışır.

    2 - Mümin insan Allah'ı sınamamalı ve eğer Allah bizim Rabbimiz ise o zaman benim dediğimi yapar dememeli, bilakis Allah'tan ona gönülden iman için gereken zemini oluşturmasını temenni etmelidir.

    http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234297-nura-giden-yol--185

    Yorum


      Ynt: Nura Giden Yol

      Nura giden yol ( 186 )

      Bismillahirrahmânirrahîm

      Maide suresinin 114. ayeti:

      قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللَّهُمَّ رَبَّنَا أَنزِلْ عَلَيْنَا مَآئِدَةً مِّنَ السَّمَاء تَكُونُ لَنَا عِيداً لِّأَوَّلِنَا وَآخِرِنَا وَآيَةً مِّنكَ وَارْزُقْنَا وَأَنتَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ

      Yani:


      Meryem oğlu İsa şöyle dedi: Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki, bizim için, geçmiş ve geleceklerimiz için bayram ve senden bir âyet (mucize) olsun. Bizi rızıklandır; zaten sen, rızık verenlerin en hayırlısısın.


      Geçen bölümde Hz. İsa'nın has arkadaşları olan havarilerin imanlarını güçlendirmek ve gönülden iman etmek için o hazrete Allah'tan onlara semavi maide nazil etmesini istediğini anlattık.

      Hz. İsa bu talebin, bahane aramak veya inatçılık yüzünden olmadığı konusunda emin olduktan sonra onların imanını güçlendirmek için dua etti ve yüce Allah'tan onlara semavi maide nazil ederek hem oradaki havarilere bayram yaptırmasını hem da orada bulunmayanlara şahadette bulunmalarını sağlamasını istedi.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Bayram ve dini şenlikler ve başkalarını doyurmak, İslam ve diğer semavi dinlerin benimsediği bir meseledir.

      2 - Maddi işlerimize manevi yönler kazandıralım. Yemek yerken bunun ilahi rızık ve O'nun gücünün işaret olduğunu unutmayalım ve elimizdeki imkanları O'nun yolunda sarf edelim.

      Şimdi,Maide suresinin 115. ayetini dinliyoruz.



      Yani:
      Allah da şöyle buyurdu: Ben onu size şüphesiz indireceğim; ama bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, kâinatta hiç bir kimseye etmediğim azabı ona edeceğim!

      Bu mucize havarilerin isteği üzerine gerçekleştiği ve Hz. İsa'nın kendisinin bu mucizeyi gerçekleştirmediği için yüce Allah onları tehdit etti ve sakın kuşkuya kapılmamalarını ve Hz. İsa'nın hakkaniyeti konusunda şüphe taşımamalarını buyurdu. Ancak buna karşın rivayetlere göre semavi maide nazil olduğu halde bazıları kâfir oldu ve bu da insanların ilahi nimetlere karşı nankörlüğünü yansıtır.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Âlimlerin sorumluluğu sıradan insanlara göre daha ağırdır. Onlar ilim ve delillerden hareketle hakkı görür ve anlar ve eğer buna karşın hakkı kabul etmez veya inkar edecek olurlarsa onları çok ağır bir ceza beklemektedir.

      2 - Kim daha çok beklenti içindeyse daha fazla sorumluluk taşımalıdır.

      Şimdi,Maide suresinin 116. ayetini dinliyoruz.

      وَإِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ أَأَنتَ قُلتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونِي وَأُمِّيَ إِلَـهَيْنِ مِن دُونِ اللّهِ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أَقُولَ مَا لَيْسَ لِي بِحَقٍّ إِن كُنتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ تَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِي وَلاَ أَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِكَ إِنَّكَ أَنتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ

      Yani:
      Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, "Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin" diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, "Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, hâlbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.

      Bu ayet yüce Allah ile Hz. İsa'nın kıyamet gününde aralarında geçen diyalogu anlatmaktadır. Gerçi günümüzde Hıristiyanlar

      Hz.Meryem'i eskileri gibi teslis inancının bir parçası olarak görmüyor, lakin İslam peygamberi döneminde bazı Hıristiyanlar Ruhul Kudüs yerine Hz. Meryem'i üç tanrıdan biri olarak kabul ediyor ve bazıları da onun heykeli karşısında ibadete duruyordu.

      Nitekim günümüzde de kiliselerin mihrabında Hz. Meryem'in heykeli veya resmi oğlu İsa ile birlikte yer almakta ve Hıristiyanlar bu görüntünün karşısında eğilmektedir.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Hz. İsa da kendisini Rab bilinmesinden veya onu Allah'ın oğlu sanmalarından nefret ederdi ve böyle bir inanca asla razı değildi.

      2 - Peygamberler her ne kadar mevkileri yüksek olursa olsun, yeni insandırlar ve asla Rabbaniyet dereceleri yoktur.

      3 - İnsanların ve hatta peygamberlerin ilimi kısıtlıdır, oysa yüce Allah'ın ilimi sonsuzdur ve tüm gizli olanları bilir.

      Şimdi, Maide suresinin 117. ayetini dinliyoruz.

      مَا قُلْتُ لَهُمْ إِلاَّ مَا أَمَرْتَنِي بِهِ أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ وَكُنتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا مَّا دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنتَ أَنتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ

      Yani:
      Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun.

      Sen her şeyi hakkiyle görensin.


      Kuran-ı Kerim'de yer alan yüce Allah'ın kıyamet gününde Hz. İsa ile diyalogunda, Hz. İsa açık bir şekilde kendini savunuyor ve insanları tevhide davet ettiğini dile getiriyor.

      Kuşkusuz yüce Allah da kendi peygamberinin işlerini tam olarak gözetlemekte ve her türlü hatayı önlemektedir, bu yüzden bu konuları gündeme getirmek, gerçekte Hz. İsa'nın izleyenleri için teslisin o hazretin tealimi olmadığını ve davetinin tevhide olduğunu bilmeleri için bir uyarıdır.

      http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234298-nura-giden-yol--186

      Yorum


        Ynt: Nura Giden Yol

        Nura giden yol ( 187 )

        Bismillahirrahmânirrahîm

        Maide suresinin 118. ayeti:

        إِن تُعَذِّبْهُمْ فَإِنَّهُمْ عِبَادُكَ وَإِن تَغْفِرْ لَهُمْ فَإِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

        Yani:
        Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin" dedi.

        Geçen bölümde Hz. İsa'nın kıyamet gününde Allah ile diyalogunda kendisini Allah düzeyine yerleştiren insanlardan beraat ettiğini ve onların bu yaptığını kendisinin tevhide davetine aykırı bulduğunu beyan ettiğini anlattık. Bu ayette Hz. İsa kendi ümmeti için mağfiret talebinde bulunurken şöyle buyurmakta: Ey Rabbim, eğer onlara azab verirsen bunu hakketmişlerdir ve onlar senin kullarındır, lakin eğer onları bağışlar ve günahlarını affedersen bu, senin lütuf ve rahmetine daha yakındır, gerçi sen hikmet sahibisin ve hiç bir işi hikmete aykırı yapmazsın.

        Gerçekte peygamberlerin kendi ümmetleri için şefaatte bulunması onların insanlara karşı sevgi ve ilgisini gösterir.

        Kuşkusuz ancak kendinde gereken zemini hazırlayanlar bu şefaatten yararlanabilir. Örneğin bir öğrenciyi düşünün ki çok çalışmış, lakin geçerli not alamamıştır. Bu durumda eğer öğrenci liyakati ve çabaları ile hakkettiyse öğretmeni diğer öğretmenler ve müdürün arabuluculuğu ile ona geçerli not verir ve sınıfta kalmasını önler. Mümin insanlar da bazen günah işler, ama eğer liyakati varsa din evliyaları ve büyükleri ve özellikle peygamberlerin şefaatinden yararlanarak cennete girebilir. Sadece Hz. İsa değil, İslam peygamberi de kendi ümmeti için duada bulunur ve günahkârlar için af talep ediyordu. Nitekim sahabelerden Ebuzer'in anlattığı gibi o hazret bu ayeti tilavet ettiği sırada elini göklere kaldırdı ve göz yaşı ile birlikte günahkârlar için şefaat talebinde bulundu.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Ceza veya mükâfat, azab veya affetmek, Allah'ın elindedir. Bizler bu dünyada hiç kimseye cehennemlik gözü ile bakmaya hakkımız yoktur. Nice günahkâr insanlar vardır ki değişir ve cennetlik olur.

        2 - İlahi sevgi veya gazab, hikmete göredir ve yüce Allah hiç kimseyi gerekçe olmaksızın cennete veya cehenneme yollamaz.

        3 - Peygamberler şefaatte bulunabilir, lakin bunu ancak liyakati olanlar için yapabilir, tüm günahkârlar için değil.

        Şimdi,Maide suresinin 119. ayetini dinliyoruz.

        قَالَ اللّهُ هَذَا يَوْمُ يَنفَعُ الصَّادِقِينَ صِدْقُهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَّضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواْ عَنْهُ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

        Yani:
        (Bu konuşmadan sonra) Allah şöyle buyuracaktır: Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır.

        İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.


        Bu ayette yüce Allah Hz. İsa'nın günahkarları affetmek senin elinde ve eğer irade edersen onları affedersin şeklindeki talebine şöyle karşılık verir: Kıyamet gününde ancak doğruluk ve dürüstlük işe yarar ve insanları cehennem ateşinden kurtaracak tek şey sadakattir ki hem cenneti beraberinde getirir, hem de ilahi rıdvan makamını ve hem dünya ve ahiret saadeti.

        Bu ayet Kuran-ı Kerim'in diğer ayetlerinde iman ve salih amel olarak zikrettiği kurtuluş ve saadet şartı için sadakat terimini kullanmıştır ki burada sadakatten maksat, iman ve amelde sadakattir. Yani iman sadece dille beyan edilmemeli, gönüllere de nüfuz etmeli ve sabit olmalıdır. Bunun dışında salih amel de iyi niyet ancak Allah katına yakınlaşmak amacı ile yapılmalı ve her türlü riyakârlık ve gösterişten uzak olunmalıdır. Bu yüzden bu ayet önemli bir noktaya işaret etmekte ve mümin kulların ne yaptılarsa Allah rızası için yaptıklarını ve başkalarının rızası için yapmadıklarını belirtmektedir.

        Doğal olarak ömrü boyunca Allah rızası peşinden gidenlerden Allah da razıdır ve bu, bir insan için en yüksek makamdır ki Allah ondan razı olsun ve bu durum hem dünyada ve hem ahirette saadet sebebidir.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Eğer müminler sadakatleri yüzünden dünyada bazı sıkıntılar çekiyorsa bu durum onların ahireti için çok etkilidir.

        2 - Amel şarttır, lakin iddia etkili olamaz. İnsanlar düşünce ve amelde dürüst olmakla bir yere varır, söz ve boş sloganlarla değil.

        Şimdi,Maide suresinin son ayetini dinliyoruz.

        لِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا فِيهِنَّ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

        Yani:
        Göklerin, yerin ve içlerindeki her şeyin mülkiyeti Allah'ındır, O, her şeye hakkiyle kadirdir.

        Maide suresinin son ayeti olan bu ayet, insanların dikkatini yüce Allah'ın azametine çekiyor ve şöyle buyuruyor:

        Hiç kimse zannetmesin ki ilahi sultanın dışındadır ve O'nun istek ve iradesi olmaksızın bir iş yaşabileceğini düşünmesin.

        Bilin ki varlığın gerçek maliki Allah'tır, o zaman O'na yönelik ve O'na kulluk edin ki bir damla ancak denizle bütünleşince deniz olur ve yüce Allah'ın sonsuz gücüne bağlanır.

        http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234299-nura-giden-yol--187

        Yorum


          Ynt: Nura Giden Yol

          Nura giden yol ( 188 )


          Bismillahirrahmânirrahîm

          Geçen bölümde Maide suresinin tefsirini tamamladık. Bu gün En'am suresinin ilk ayetlerini tefsir etmeye başlayacağız.

          En'âm sûresi, 165 (yüzaltmışbeş) âyettir. 91, 92, 93 ve 151, 152, 153. âyetler Medine'de, diğerleri Mekke'de inmiştir.

          Sûrenin bazı âyetlerinde Arapların, kurban edilen hayvanlarla ilgili bir takım gelenekleri kınandığı için sûreye En'âm sûresi denmiştir.

          En'âm; koyun, keçi, deve, sığır ve manda cinslerini bir arada ifade eden bir kelimedir.

          Şimdi En'am suresinin ilk ayeti:


          الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَ ثُمَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِرَبِّهِم يَعْدِلُونَ

          Yani:
          Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. (Bunca âyet ve delillerden) sonra kâfir olanlar (hâla putları) Rab'leri ile denk tutuyorlar

          Bu ayet yüce Allah'ın makamını tanıtırken şöyle buyurmakta: O, gökleri ve yeri yaratan Allah'tır. Acaba sizin taptıklarınız yaratma gücüne sahip midir? O, güneşi ve diğer parlayan yıldızları uzaya yerleştirerek varlık için ısı ve ışık temin etti ve gezegenlerin dönme kabiliyeti ile varlıkların istirahat etmeleri için gereken karanlığı oluşturdu. Acaba sizin tanrılarınız böyle bir güce sahip midir? O zaman yegâne Allah'a tapın ve O'na şükredin ki size böyle bir düzeni sundu.

          Bu ayet hem yaratılışta yegâne Rabbin varlığını inkâr eden maddecileri reddeder, hem de Zerdüştiler gibi nur ve karanlık için iki ayrı yaratıcı olduğunu ileri süren ve Allah'a ortak koşan iki tanrıya inananların batıl olduğunu ifade eder. İşin ilginç tarafı Kuran-ı Kerim'in tümünde nur sözcüğünün tekil ve karanlığın çoğul olarak yer almasıdır. Çünkü hak yolu nurdur ve tektir, oysa karanlığa sebep olan batıl yolu çoktur. Bir başka ifade ile nur vahdetin ve karanlık dağınıklığın sırrıdır.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Yüce Allah hem her şeyin yaratıcısıdır, hem de yarattıklarının gelişmesi için gereken zemini hazırlar. Varlıkların varlığı ve bekası yüce Allah'ın elindedir.

          2 - Şirk de bir nevi küfürdür, zira Allah'a ortak koşmak, O'nun dünyayı tek başına yönetme gücü olduğunu inkâr etmektir.

          Şimdi,En'am suresinin 2. ayetini dinliyoruz.

          هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن طِينٍ ثُمَّ قَضَى أَجَلاً وَأَجَلٌ مُّسمًّى عِندَهُ ثُمَّ أَنتُمْ تَمْتَرُونَ

          Yani:
          Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O'dur. Bir de O'nun katında muayyen bir ecel (kıyamet günü) vardır. Siz hâla şüphe ediyorsunuz.

          Bir önceki ayette yüce Allah'ın göklerin ve yerin yaratılışındaki gücü anlatıldı. Bu ayet ise insanların cansız topraktan yaratıldığına işaret ederken şöyle buyurmakta: Yaşamınız ve ölümünüz Allah'ın elindedir, o zaman neden O'nun varlığından kuşku duyuyorsunuz?

          Bu ayet insan ömrü için iki ecel belirliyor: Biri ancak Allah'ın bildiği belirli ecel ve diğeri her insanın yaşam koşullarına bağlı olan belirsiz eceldir. Yüce Allah her insana belli bir yetenek ve kuvvet vermiştir ki ona göre verilen kuvvet sona erince ömrü de sona erer. Ancak bazen insanlar müsamahakâr davranır ve örneğin bir hastalığa veya kazaya yakalanır ve ömrü belirlenen süreden önce sona erer.

          Buna göre İslami rivayetlerde bir insanın ömrünü uzatan iyi beslenme ve sağlık koşulları gibi durumların yanı sıra, ömrü kısaltan durumlara da temas edilir ve her birine açıklık getirilir.

          Örneğin sıla-i rahim ömrün uzamasında önemli rolü vardır.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Bizler kendi irademizle bu dünyaya gelmedik ki kendi irademizle de ayrılalım. O zaman neden yaratan ve maad konusunda kuşku duyalım?

          2 - Yaşadığımız dünyada sabit ve sağlam bir düzen hakimdir ve her varlığın ömrünün sonu bellidir ve yüce Allah bu düzenin yaratıcısıdır ve hakimidir.

          Şimdi,En'am suresinin 3. ayetini dinliyoruz.

          وَهُوَ اللّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الأَرْضِ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ

          Yani:

          O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Gizlinizi, açığınızı bilir. (Hayır ve şerden) ne kazanacağınızı da bilir.


          Yüce Allah'ın gökleri, yeri ve insanları yaratmaktaki gücü beyan edilen geçen ayetlerin devamında bu ayet şöyle buyurmakta:

          Demek tek bir Allah göklere ve yer yüzüne hükmetmekte ve tüm varlıkların yaratanı birdir. Bu inanç, her şey için bir Rab olduğunu ve çok tanrılığa inananları reddetmektedir.

          Bu ayet ayrıca yüce Allah'ın açık gizli her şeyi bilen ve geniş ilmine işaret ederek şöyle buyurmakta: O sadece sizi yaratan değil, aynı zamanda her şeyinizi bilendir. Zannetmeyin ki O sizi yarattı ve kendi halinize bıraktı. O her yerde ve her zaman sizi gözetlemekte ve yaptıklarınızı bilmektedir.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Eğer Allah'ın ilmine iman edersek, amellerimize dikkat ederiz. Bu iman bizleri kötü amellerden sakındırırken, iyi amellere de teşvik eder.

          2 - Gökler ve yer yüzü, açık ve gizli olanlar bizim bildiğimiz ilimde farklı iken, yüce Allah katında her şey aynı ve açık ve aşikardır.

          http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234300-nura-giden-yol--188

          Yorum


            Ynt: Nura Giden Yol

            Nura giden yol ( 189 )

            Bismillahirrahmânirrahîm

            En'am suresinin 4 ve 5. ayetleri:

            وَمَا تَأْتِيهِم مِّنْ آيَةٍ مِّنْ آيَاتِ رَبِّهِمْ إِلاَّ كَانُواْ عَنْهَا مُعْرِضِينَ (*) فَقَدْ كَذَّبُواْ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءهُمْ فَسَوْفَ يَأْتِيهِمْ أَنبَاء مَا كَانُواْ بِهِ يَسْتَهْزِؤُونَ

            Yani:
            Rablerinin âyetlerinden onlara (kâfirlere) bir âyet gelmeyedursun, o âyetlerden ille de yüz çevirirler.

            Gerçekten onlar, kendilerine Hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında onlara alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir.

            Geçen bölümde yüce Allah gökleri ve yeri ve insanları yaratırken bazı işaretlerini ve insanların bu dünyadaki yaşamının sınırlı olduğunu ifade etti. Bu ayet ise şöyle buyurmakta: Bazı insanlar gerçi Allah'ın işaretlerin kendi varlıklarında hissediyor, lakin iman etmek yerine inkâr ve tekzip yolunu izliyor. Bir başka tabir ile bazı insanlar kendilerinde hak işaretlerini görmediklerinden değil, hakkı kabul etme niyetinde olmadıkları için iman etmiyor. Hani kendini uykudaymış gibi gösteren ve her ne kadar bağırsanız bağırın ve hatta elinizle sallayın uyanmayan ve kendini uykudaymış gibi gösteren kimseler gibi onlar iman etmek istemiyor, oysa normal uykuda olan kimse çağırılmak veya diğer işaretlerle hemen uyanır.

            Kuşkusuz bu durum devam edemez ve bu tür insanların yanlış düşüncelerinin sonucu onların yakasını bırakmaz ve sahte uykudan uyanmak zorunda kalır, fakat ne var ki artık çok geçtir ve hiç bir işe yaramayacaktır.

            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Hakkı kabul etmek istemeyen inatçı insanlar için delilin ve ayetin çeşitli hiç bir şeyi değiştirmez ve onlar hepsini reddeder.

            2 - İnatçı kâfirlerin hiç bir delil ve mantığı yoktur. Onların yöntemi müminlerle ve inançları ile alay etmektir.

            Şimdi, En'am suresinin 6. ayetini dinliyoruz.

            أَلَمْ يَرَوْاْ كَمْ أَهْلَكْنَا مِن قَبْلِهِم مِّن قَرْنٍ مَّكَّنَّاهُمْ فِي الأَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّن لَّكُمْ وَأَرْسَلْنَا السَّمَاء عَلَيْهِم مِّدْرَارًا وَجَعَلْنَا الأَنْهَارَ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمْ فَأَهْلَكْنَاهُم بِذُنُوبِهِمْ وَأَنْشَأْنَا مِن بَعْدِهِمْ قَرْنًا آخَرِينَ
            Yani:
            Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helâk ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helâk ettik ve onların ardından başka nesiller yarattık.

            Bu ayet inat yüzünden hakkı kabul etmek istemeyenlere hitaben şöyle buyurmakta: Yoksa geçmiş kavimlerin tarihlerini incelemediniz mi? Yoksa sizden önce var olan fakat yok olup giden kavimlerin ve medeniyetlerin geçmişine bakmadınız mı? Acaba kendinizi onlardan daha mı güçlü zannediyor ve bizim gücümüzün etki alanının dışına mı çıktığınızı sanıyorsunuz? Oysa bazı kavimler sizlerin sahip olamadığınız güce sahipti, fakat ilahi nimetleri kötüye kullandıkları ve günah ve isyankârlığa saptıkları için onları yok ettik ve başkalarını onların yerine geçirdik.

            Evet, her biri kişisel amelleri yüzünden ceza veya mükâfat alan insanların dışında beşeri toplumlar da toplumun çoğunluğunun uygulamalarının sonucunda cezalandırılır veya mükâfatlandırılır ve bundan kaçış yoktur.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Tarihi okumak ve geçmiş kavimlerin akıbetinden ibret almak, Kuran-ı Kerim ve semavi liderlerin sürekli tavsiye ettiği eğitici yollardan biridir.

            2 - İnsanların davranışları, tarihi gelişmelerin kaynağıdır ve günah bataklığına saplanan toplumların helak olması, beşeri tarihte ilahi sünnetlerden biridir.

            3 - Maddi imkânlar saadet sırrı değildir, nitekim maddi imkânlar gaflet ve zulme yol açarak bireyin veya toplumun helak olmasına neden olabilir.

            Şimdi, En'am suresinin 7. ayetini dinliyoruz.


            وَلَوْ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ كِتَابًا فِي قِرْطَاسٍ فَلَمَسُوهُ بِأَيْدِيهِمْ لَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَـذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ


            Yani:
            Eğer sana kâğıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de inkâr ediciler:

            Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir, derlerdi.


            Tarihi rivayetlerde şöyle okumaktayız: Mekke müşriklerden bir grup İslam peygamberine şöyle dediler: Biz ancak Allah'ın sözünü bir kâğıt üzerine yazılı olarak bize nazil edersen iman ederiz, nitekim Allah Tevrat'ı yazı olarak taşa yazdı ve Musa'ya nazil etti ve Musa Tevrat'ı olduğu gibi bize getirdi.

            Kuran-ı Kerim bu iddiaya şöyle karşılık veriyor: Eğer böyle de yapsaydık başka mazeret ileri sürer ve bunun da sihir ve büyü olduğunu ve ilahi mucize olmadığını gündeme getirirdi. Nitekim onlardan bir çokları Tevrat'ın levhalarını gördükleri halde yine de Musa'ya iman etmediler ve onu sihirbaz olmakla suçladılar.

            ŞimdiEn'am suresinin 8 ve 9. ayetlerini dinliyoruz.

            وَقَالُواْ لَوْلا أُنزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌ وَلَوْ أَنزَلْنَا مَلَكًا لَّقُضِيَ الأمْرُ ثُمَّ لاَ يُنظَرُونَ (*)
            وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكًا لَّجَعَلْنَاهُ رَجُلاً وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِم مَّا يَلْبِسُونَ


            Yani:
            Muhammed'e (görebileceğimiz) bir melek indirilseydi ya! dediler. Eğer biz öyle bir melek indirseydik elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile açtırılmazdı
            Eğer peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan sûretine sokar onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük.

            Allah'a iman etmek için türlü bahaneler ileri sürenlerin bir başka talebi vahiy meleğini görmek veya peygamberin melek olduğuna inanmaktı. Kuran-ı Kerim bu ayetlerde şöyle buyurmakta:

            Eğer sizler meleği görmek isterseniz onu bir insan kılığına sokmamız gerekirdi ki bu durumda yine onun melek olduğunu anlamanız zor olacak ve bu kez bu bizim gibi bir insan, diyecektiniz.

            Öte yandan eğer onun melek olduğunu tespit etseniz bile bu kez iman etmek zorunda kalacaktınız oysa sizde var olan bu inatçı yüzünden yine de iman etmeyecektiniz ve bu kez azabın inmesi kesin olacak ve hepiniz helak olacaktınız.

            O zaman Allah'ın sizin bu isteğinizi yerine getirmemesi size yaptığı lütuf ve rahmettir.

            Bu ayetler bazı insanların kibir ve inatlarının onlara kendileri gibi bir insana itaat etmeye ve onu Peygamber olarak kabul etmeye izin vermiyordu. Onlar peygamberin de meleklerin cinsinden ve insanlardan üstün olması gerektiğine inanıyordu.

            Oysa Peygamber sadece vahiyi tebliğ etmekle görevli değil, aynı zamanda insanlar için davranışlarında pratik örnektir ve hiç bir melek, insanlara örnek olamaz. Çünkü insanların istekleri ve içgüdüleri meleklerden farklıdır.

            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Eğer insanlar hakkı kabul etme peşinde olursa en ufak bir delil veya mucize ile iman eder ve eğer mazeret ve inatçılık peşinde ise, hatta göklerden melekler inse bile yine inkâr etmek için bir mazeret bulur.

            2 - Peygamberlerin davet yöntemi, ilahi vahiyi sunmak ve kabul edilmesi için fırsat vermektir, lakin eğer halkın isteği üzerine bir mucize gerçekleşirse, artık süre verilmez ve tek yol ya iman etmektir, ya da helak olmak.

            http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234301-nura-giden-yol--189

            Yorum


              Ynt: Nura Giden Yol

              Nura giden yol ( 190 )

              Bismillahirrahmânirrahîm

              En'am suresinin 10. ayeti:

              وَلَقَدِ اسْتُهْزِىءَ بِرُسُلٍ مِّن قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذِينَ سَخِرُواْ مِنْهُم مَّا كَانُواْ بِهِ يَسْتَهْزِؤُونَ

              Yani:

              Senden önceki peygamberlerle de alay edilmiş, bu yüzden onlarla alay edenleri alay ettikleri şey (azap) kuşatıvermişti.


              Geçen bölümde inatçı insanların hakkı kabul etmek istemediğini ve imandan kaçmak için türlü mazeretler ileri sürdüklerini ve örneğin neden bu peygamberle birlikte bir melek nazil olmuyor ve onun nübüvvetine şehadet getirmiyor ki biz onu görelim, diyor.

              Bu ayet makul olmayan bu isteğe karşı şöyle buyurmakta: Ey Peygamber, tarih boyunca sürekli hakkı kabul etmeyen ve hatta alay edenler olmuştur ve senden önceki peygamberler de senin gibi bu tür insanlarla karşı karşıya gelmiştir, o zaman sen da onlara katlan, çünkü onların cevabını Allah verecektir ve ne zaman bu dünyada veya ahirette onları azab sararsa, alay ettiklerinin hak olduğunu o anda anlayacaktır.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Hak karşıtlarının mantıklı sözü yoktur. Onların yöntemi hak ve hak peşinde olanlarla alay etmektir.

              2 - Başkalarına alaycı bir şekilde davranmaktan kaçınalım, çünkü bu yöntem, kâfirlerin ve müşriklerin yöntemidir.

              Şimdi,En'am suresinin 11. ayetini dinliyoruz.

              قُلْ سِيرُواْ فِي الأَرْضِ ثُمَّ انظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ

              Yani:

              De ki: Yeryüzünde dolaşın, sonra (peygamberleri) yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bakın!


              Bu ayette Kuran-ı Kerim gaflet uykusuna dalan ve hakikati görmekten mahrum olan insanları uyandırmak için geçmişlerin tarihine ve münkirlerin ve tekzip edenlerin akıbetine bakmalarını tavsiye ediyor.

              Geçmişlerin tarihini en iyi irdeleme yollarından biri onlardan geriye kalan tarihi eserleri ziyaret etmektir ki günümüzde bu konu, turizm sektörünün de ilgili alanındadır. Kuşkusuz sadece tarihi eserleri gezmek yeterli değil, aynı zamanda geçmiş olaylardan ders de almak gerekir.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Tarihi eserleri ziyaret etmek ve seyahat yapmak, İslam'ın tavsiyelerinden biridir ve geçmişi öğrenmek, geleceğimiz için doğru yol belirlemek içindir.

              2 - Görmek ve bakmak fiilleri, insanlarla hayvanlar arasında ortak fiillerdir. Önemli olan gördüklerimize dikkatlice bakmak ve ibret almaktır.

              Şimdi,En'am suresinin 12 ve 13. ayetlerini dinliyoruz.

              قُل لِّمَن مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُل لِلّهِ كَتَبَ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ (*) وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

              Yani:
              (Onlara) Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. "Allah'ındır" de. O, merhamet etmeyi kendi zatına farz kıldı.

              Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendilerini ziyana sokanlar var ya işte onlar inanmazlar.

              Gecede ve gündüzde barınan her şey O'nundur. O her şeyi işitendir, bilendir.


              Müşrikleri uyaran geçen ayetlerin devamında bu ayetler şöyle buyurmakta: Varlığın başlangıcı ve sonu arasında bağlantı vardır.

              Varlığın O'na ait olduğuna itiraf ettiğiniz Allah, geniş rahmeti üzerine bu dünyayı ve tüm varlıkları yarattı ve O sizi bu dünyada yalnız bırakmadı ve ölümü yaşamınızın sonu olarak belirlemedi ve hepiniz kıyamet gününde bir yerde toplanacaksınız ve yaşamınızı cennette veya cehennemde sürdüreceksiniz.

              Ayet şöyle devam etmekte: Tabi pak tevhidi fıtrata sırt çeviren ve kendilerine zulmedenler bu hakikatleri kabul etmek istemez ve asla iman etmez.

              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Kıyamet günü sadece Allah'ın adaleti ve hikmete gereği değil, O'nun geniş rahmeti insanların yaşamının ölümle son bulmamasını gerektirir.

              2 - Gerçi Allah'ı göremiyor ve sözünü duyamıyoruz, lakin O bizim sözümüzü duyuyor ve amellerimizi gözetliyor.

              Şimdi,En'am suresinin 14. ayetini dinliyoruz.

              قُلْ أَغَيْرَ اللّهِ أَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلاَ يُطْعَمُ قُلْ إِنِّيَ أُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَسْلَمَ وَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكَينَ

              Yani:
              De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı dost edineceğim! De ki: Bana müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma! (denildi).

              Mekke'nin bazı müşrikleri İslam peygamberinin tevhide daveti ve risalet iddiasında bulunmasını peygamberin yoksulluğuna bağlayarak şöyle diyordu: Senin bu iddiandan vazgeçmen için biz malımızı seninle paylaşmaya hazırız.

              Yüce Allah resulüne onlara şu cevabı vermesini buyuruyor: Sizin yedikleriniz ve sahibi olduklarınız, hepsi Allah'a aittir ve sizin kendinizden bir şeyiniz yoktur ki ben onun için Allah'ı bırakayım ve size yöneleyim. Ben, göklerin ve yerin yaratanı olan Allah'ın velayetini kabul ettim ve asla ona şirk koşmam ve O'nun emirlerine teslim olan ilk kişiyim.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Bu âlemde Allah'tan başka bir sığınak yoktur. Tüm insanlar ister gani ister fakir, ister alim ister cahil, ister küçük ister büyük, hepsi yüce Allah'ın rızkını yer ve O'na muhtaçtır.

              2 - Bizim peygamberimizin dini İslam'dır ve İslam'ı kabullenmenin gereği, Allah'a ve emirlerine teslim olmaktır.

              http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234302-nura-giden-yol--190

              Yorum


                Ynt: Nura Giden Yol

                Nura giden yol ( 191 )

                Bismillahirrahmânirrahîm

                En'am suresinin 15 ve 16. ayetleri.

                قُلْ إِنِّيَ أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ (*) مَّن يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُ وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْمُبِينُ
                Yani:

                De ki: Ben, Rabbim'e isyan edersem gerçekten büyük bir günün (kıyametin) azabından korkarım.

                O gün kim azaptan kurtarılırsa, gerçekten Allah onu esirgemiştir. İşte apaçık kurtuluş budur.


                Müşriklerin Allah resulüne davetinden vazgeçtiği takdirde onu mali açıdan temin edeceklerini önermelerinin ardından yüce Allah bu ayetlerde resulüne şöyle buyurmakta:

                Onlara de ki siz bana dünyayı vaad ediyorsunuz, oysa ben kıyamet hesabından korkarım, zira risalet görevinde her türlü müsamahakârlık veya gizlemek veya tahrif etmenin ağır cezası vardır ki ben ona katlanamam.

                Kuşkusuz Allah resulü hiç bir zaman Allah'a itaatsizlik etmemiş ve etmeyecektir, fakat bu konunun gündeme getirilmesi Müslümanlara başkalarının vaadlerine kanmamaları ve kıyamet gününü unutmamaları ve azabdan korkarak amellerine dikkat etmeleri için bir uyarıdır.

                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Allah'ın ceza kanunları tüm insanlar için birdir. Eğer Allah resulü bile itaatsizlik edecek olursa, cezalandırılır.

                2 - İlahi cezadan korkmak yerinde bir korkudur ve tağut ve beşeri güçlerden korkmaya benzemez.

                3 - Tehlike herkesi tehdit eder. Ancak ilahi rahmet insanları günahtan uzak tutar veya günahtan sonra tevbe zeminini oluşturur.

                Şimdi,En'am suresinin 17 ve 18. ayetlerini dinliyoruz.

                وَإِن يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُ إِلاَّ هُوَ وَإِن يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدُيرٌ (*) وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
                Yani:
                Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, onu kendisinden başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır verirse, (bunu da geri alacak yoktur). Şüphesiz O her şeye kadirdir.

                O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyden haberdardır.

                Müşriklerin dünyevi vaatlerine kesin cevap veren geçen ayetlerin devamında bu ayetler şöyle buyurmakta: Ey Peygamber onlara de ki her şey Allah'ın elindedir. Acı tatlı olaylar O'nun iradesi olmaksızın gerçekleşmez ve eğer O, birine zarar verecek olursa bundan kaçış yoktur. Nitekim eğer O birine kolaylık ve refah sağlayacak olursa bunun için hiç bir engel yoktur.

                O zaman sizin vaatlerinizin hiç bir değeri yoktur, çünkü eğer O istemezse benim için hiç bir refah söz konusu olamaz, nitekim eğer siz beni tehdit ederseniz O istemedikçe bana zarar veremezsiniz.

                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Tüm umutlar Allah'a yönelik olmalı ve tüm korkular da yine Allah'tan olmalı, çünkü her şey O'nun elindedir.

                2 - Allah'tan başka hiç kimseden korkmayın, çünkü onların hiç bir gücü yoktur ve sadece Allah'tan sakının çünkü O, en üstün güçtür.

                3 - Ancak hikmetle birlikte olan güç değerlidir. Bu ayetlerde Allah'ın gücü, hikmet ve ilmi ile birlikte gündeme geliyor.

                Şimdi, En'am suresinin 19. ayetini dinliyoruz.

                قُلْ أَيُّ شَيْءٍ أَكْبَرُ شَهَادةً قُلِ اللّهِ شَهِيدٌ بِيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَذَا الْقُرْآنُ لأُنذِرَكُم بِهِ وَمَن بَلَغَ أَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ أَنَّ مَعَ اللّهِ آلِهَةً أُخْرَى قُل لاَّ أَشْهَدُ قُلْ إِنَّمَا هُوَ إِلَـهٌ وَاحِدٌ وَإِنَّنِي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ

                Yani:
                De ki: Hangi şey şahadetçe en büyüktür? De ki: (Hak peygamber olduğuma dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu. Yoksa siz, Allah ile beraber başka tanrılar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz? De ki: "Ben buna şahitlik etmem." "O ancak bir tek Allah'tır, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uzağım" de.

                Mekke'den bir grup müşrik İslam peygamberinin huzuruna çıktı ve şöyle dedi: Hiç kimse senin hakkaniyetine şahadet getirmiyor ve hatta kitap ehli olan Yahudiler ve Hıristiyanlar senin risaletini kabul etmiyor. En azından senin risaletine şahadet getiren bir kişiyi göster.

                Bu ayet onların sorusuna şu şekilde karşılık veriyor: Sizce en iyi şahit hangisidir? Acaba Allah'tan başka daha iyi bir şahit olabilir mi? Çünkü O Kuran-ı Kerim'i bana nazil ederek benim risaletime şahitlik ediyor. Kuran-ı Kerim söz ve içerik bakımından insanoğlunun ürünü değildir ve olamaz da.

                Ayet risaletin amacı hakkında şöyle devam ediyor: Ben makam ve servete kavuşmak için gelmedim ve sizden de hiç bir şey istemiyorum. Ben sadece size putlara tapmak ve tağuta itaat etmekten vazgeçin ve yegane Allah'a tapın demek için geldim.

                Bu ayette dikkat çeken nokta, İslam'ın risaletinin evrensel oluşu ve Kuran-ı Kerim'in davetinin bütün insanları kapsadığını belirtmesidir. Böylece İslam peygamberinin davetinin sadece Arap ırkına veya belli bir zaman ve mekana özgü olduğu ve sadece o dönemle sınırlı kaldığı ile ilgili yanlış algılama ortadan kaldırılmış oldu. Nitekim imam Ali (sa) şöyle buyurmakta: Eğer başka tanrılar olsaydı onların da insanları davet etmek için peygamberler göndermesi gerekirdi, oysa tarih boyunca tüm peygamberler tek bir Allah tarafından gönderilmiştir.

                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Kuran-ı Kerim, İslam peygamberinin hakkaniyetinin en büyük şahididir.

                2 - İslam peygamberinin risaleti evrensel ve ebedi ve tüm insanlara ve tüm asırlara ve tüm kuşaklara yönelik bir çağrıdır.

                3 - Peygamberden sonra müminlerin ve salih insanların görevi dini tebliğ etmektir, çünkü Allah kelamı insanlara tebliğ edilmedikçe onları sorumlu tutamayız.

                4 - Hem semavi din ve liderine sadık olduğumuzu, hem de şirk ve müşriklerden beraat ettiğimizi ilan etmek gerekir.

                http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234303-nura-giden-yol--191

                Yorum


                  Ynt: Nura Giden Yol

                  Nura giden yol ( 192 )


                  Bismillahirrahmânirrahîm

                  En'am suresinin 20. ayeti.

                  الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءهُمُ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
                  Yani:
                  Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Resûlullah'ı) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyan edenler var ya, işte onlar inanmazlar.

                  Bakara suresinin 146. ayetinde benzeyen bu ayet önemli bir noktaya yeniden temas etmekte, şöyle ki İslam peygamberi ile çağdaş olan Yahudiler ve Hıristiyanlar onu çok iyi tanıyordu ve kendi evlatlarını doğduklar andan itibaren tanıdıkları gibi o hazretin hem adını ve hem risaletini Tevrat ve İncil'de okumuştu ve üstelik kitap ehli olanların alimleri onu vaadedilen Peygamber olarak kendi halkına müjdelemiştir.

                  Ayet şöyle devam etmekte: Hakkı kabul edip iman etmek istemeyenler zannetmesinler ki peygambere veya dinine zarar veriyorlar. Onlar gerçekte kendi nefislerinin gelişmesini engellemekle kendilerine zarar veriyorlar.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Hakkı tanımak ve bilmek tek başına yeterli değil, aynı zamanda Hakkı kabullenmek ve izlemek gerekir. Nitekim birçok insan İslam peygamberini tanıdı, lakin inat yüzünden onun hak dinini kabul etmedi.

                  2 - Kuran-ı Kerim açısından zarar ve ziyanlar sadece dünyevi konularda değildir. En büyük ziyan, ruhsal ve manevi ziyandır ki insanlar manevi kemali idrak etmekten mahrum kalır.

                  Şimdi,En'am suresinin 21. ayetini dinliyoruz.

                  وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
                  Yani:
                  Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir! Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa ermezler!

                  Müşriklerin ve kâfirleri batıl inançlarından söz eden geçen ayetlerin devamında bu ayet şöyle buyurmakta: En büyük zulüm, fikri ve inanç eksenli zulümdür ki insan sebepsiz yere Allah'a şirk koşar veya insanların hidayete ermeleri için gönderilen ayetlerini tekzip eder. Gerçi sosyal zulümler ve insanların haklarını göz ardı etmek çok çirkin bir ameldir, lakin eğer dikkatlice bakacak olursak, tüm sosyal zulümlerin temelinde bir nevi şirk ve küfür yatmaktadır ve başkalarının hakkına tecavüz etme şartlarını oluşturur. Eğer insanlar sadece Allah'a tapar ve O'nun tealimine uyarsa, asla başkalarının haklarına tecavüz etmez, çünkü insanların haklarına riayet etmenin tüm semavi dinlerin tavsiyesi olduğunu bilir.

                  Ayet şöyle devam etmekte: Tabi zalimler zannetmesin ki bu tür batıl düşünceleri ve davranışları ile saadete ulaşabileceğini zannetmesin, çünkü zalimlerin asla iyi sonu olamaz.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Şirk ve küfür, tüm zulümlerin ve tecavüzlerin köküdür, yani hem manevi erdemliliklerden mahrum kaldığı için kendine zulüm, hem tefrika ve vahdetten uzak kalındığı için topluma zulüm ve hem de onların çabalarını göz ardı ettikleri için peygamberlere zulümdür.

                  2 - Yalan ve tekzip insanları saadete ve kurtuluşa ulaşmaktan alıkoyar.

                  Şimdi,En'am suresinin 22. ayetini dinliyoruz.

                  وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذِينَ أَشْرَكُواْ أَيْنَ شُرَكَآؤُكُمُ الَّذِينَ كُنتُمْ تَزْعُمُونَ
                  Yani:
                  Unutma o günü ki- onları hep birden toplayacağız; sonra da, Allah'a ortak koşanlara: Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız? diyeceğiz.

                  Müşrikler sadece bu dünyada saadetten mahrum kalmaz aynı zamanda ahiret'te de her şeylerini kaybeder ve orada hiç bir dayanakları yoktur. Çünkü onlar dünyadaki güçlerine güveniyordu ve kendilerini Allah gibi güç sahibi sanıyordu, oysa kıyamet gününde ellerinden hiç bir şey gelmez ve hepsi muhtaçtır.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Bu dünyada eşyalara veya insanlara dayanmamalıyız, çünkü kıyamet gününde bizlere hiç bir yararı olamaz.

                  2 - Şirk bir kuruntudan ibarettir ve içi boş bir inanç olduğu kıyamet gününde ortaya çıkar.

                  Şimdi,En'am suresinin 23 ve 24. ayetlerini dinliyoruz.

                  ثُمَّ لَمْ تَكُن فِتْنَتُهُمْ إِلاَّ أَن قَالُواْ وَاللّهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِكِينَ (*) انظُرْ كَيْفَ كَذَبُواْ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ
                  Yani:
                  Sonra onların mazeretleri, "Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!" demekten başka bir şey olmadı.

                  Gör ki, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler ve (tanrı diye) uydurdukları şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti!


                  Bu ayetler müşriklerin kıyamet gününde ilahi mahkemeye çıktıkları anı anlatırken şöyle buyurmakta: Dünyada hayali tanrılara gönül bağlayanlar gaflet uykusundan uyanır ve gerçekleri anlar, ama artık kaçış için bir yol ve kurtuluş için bir çare yoktur ve sadece artık putlara tapmadıklarını ve yegâne Allah'ı kendi Rableri bildiklerini söyleyebilir.

                  Evet, dünyada ilahi ayetleri inkâr edenler bu gün kıyamette batıl yollarını tekzip etmeye kalkışır, fakat ne fayda ki artık çok geçtir ve işe yaramayacaktır.

                  Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Kıyamet gününde ne özür dilemek ne de yemin etmek, ne batıl inanç ne de hakkı kabul etmek yararsızdır.

                  2 - Kıyamet gününde kendi aleyhimizde konuşacak ve kendi yaşam biçimimizi tekzip edecek bir şey yapmayalım.

                  3 - İnsanların bu dünyadaki tüm dayanakları kıyamet gününde yok olup gider ve Allah'tan başka sığınacak hiç bir şey yoktur.


                  Yorum


                    Ynt: Nura Giden Yol

                    Nura giden yol ( 193 )


                    Bismillahirrahmânirrahîm

                    En'am suresinin 25. ayeti.

                    وَمِنْهُم مَّن يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ وَجَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِن يَرَوْاْ كُلَّ آيَةٍ لاَّ يُؤْمِنُواْ بِهَا حَتَّى إِذَا جَآؤُوكَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَذَآ إِلاَّ أَسَاطِيرُ الأَوَّلِينَ
                    Yani:
                    Onlardan seni (okuduğun Kur'an'ı) dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde: "Bu Kur'an eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek seninle tartışırlar.

                    Bu ayet bazı insanların inatçı huyundan söz eder. Onlar öylesine batıl inançları üzerinde ısrar eder ve hakka karşı inatçılık yapar ki sadece hak sözü duymamakla kalmayıp onunla düşmanlık etmeye kalkışır ve Kuran-ı Kerim'in bir dizi efsane ve destan'dan ibaret olduğunu ileri sürer.

                    Gerçi bu ayette müşriklerin ve kafirlerin hak sözünü anlamamanın delili için Allah'a işaret ediliyor, lakin gerçekte amelin özelliği kastediliyor, şöyle ki heveslere uymak öylesine onların aklını çalmış ki sanki Allah onları her türlü idrak gücü ve şuurdan yoksun yaratmıştır. Yüce Allah insanların düşünce ve şuurunu saf ve şeffaf bir ayna gibi yaratmıştır, öyle ki hakikatleri olduğu gibi yansıtır ve idrak eder. Ancak günah ve çirkinlik, hevesler ve inatçılık bu aynanın üstünü bir toz tabakası gibi örter ve onu dalgalı bir ayna gibi yapar ve her şeyi yamuk gösterir.

                    Kuşkusuz bu durumda insanlar hakkı kabul etmediği gibi, onunla savaşa kalkışır.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Kuran-ı Kerim ayetlerini duymak veya okumak, ancak gönüllere işlediği zaman değerlidir, yoksa müşrikler de bu ayetleri İslam peygamberinin dilinden duydular, ama etkili olamadı.

                    2 - Kâfirlerin Kuran-ı Kerim ve İslam mantığına karşı hiç bir mantıklı cevabı yoktur, bu yüzden aşağılamaya ve iftira atmaya ve Allah'a karşı çıkmaya yönelirler.

                    Şimdi, En'am suresinin 26. ayetini dinliyoruz.

                    وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْأَوْنَ عَنْهُ وَإِن يُهْلِكُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
                    Yani:
                    Onlar, hem insanları Peygamber'e yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışırlar, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Oysa onlar farkında olmadan ancak kendilerini helak ederler.

                    Müşriklerin İslam peygamberine yönelik inadından söz eden geçen ayetlerin devamında bu ayet şöyle buyurmakta: Onlar sadece kendileri İslam peygamberinden uzak durarak sözünü dinlemek ve Kuran-ı Kerim ayetlerini duymaktan kaçmıyor, aynı zamanda diğerlerini de bu işten men ediyor ve böylece onların duyup iman etmelerini engelliyor. Oysa hak çehresi asla bulutların ardında kalmaz ve bir gün ortaya çıkarak batıla karşı zafer kazanır. Bu yüzden sapkınların başkalarını saptırma çabası yenilgi ile sonuçlanır ve helak olmalarına yol açar. Tabi sapkınlar bu hakikati idrak etmekten ve hakkı kabul etmekten acizdir.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - İfade ve düşünce özgürlüğü maskesi altında küfür ve şirk yolunu tutanların özgürce düşüncelerini beyan etmelerine ve hak peşinde olanları saptırmalarına izin vermemeliyiz.

                    2 - Küfür ve şirk liderleri başkalarının helak olmasına vesile olmaktan ziyade en başta kendileri helak olur, gerçi kendileri bunun farkında değildir.

                    Şimdi,En'am suresinin 27. ayetini dinliyoruz.

                    وَلَوْ تَرَىَ إِذْ وُقِفُواْ عَلَى النَّارِ فَقَالُواْ يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلاَ نُكَذِّبَ بِآيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
                    Yani:

                    Onların ateşin karşısında durdurulup "Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak!" dediklerini bir görsen !..


                    Geçen ayetlerde peygamberlerin hak davetine karşı uygunsuz davranan bir kesime değindik. Bu ayet onların kıyamet gününde şom akıbetine temas ederek şöyle buyurmakta: Onlar zannetmesin ki bu yaptıkları cevapsız kalacak. Onları ağır ilahi ceza beklemektedir, öyle ki bu ceza onları gaflet uykusundan uyandırır. Ama artık faydası yoktur ve dünyaya dönüp geçmişi telafi edemezler. Gerçi onlar yalvararak bu talebi dile getirir ve dünyaya geri dönmek istediklerini belirtir, lakin bu arzu kötülerin ölüm sırasında ve mezara girerken ve kıyamet gününde ilahi mahkemeye çıktıkları sırada dile getirdikleri bir arzudur, ama asla gerçekleşmeyecektir.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Yaşadığımız sürece ve fırsat elde iken geçmişimizi telafi etmeye ve geleceğimizi düzeltmeye çalışalım, çünkü ölümden sonra artık geri dönüş için fırsat yoktur.

                    2 - Kıyamet günü hasret ve pişmanlık günüdür, yapmamız gereken ama yapmadığımız işlerin hasreti veya yapmamamız gereken ama yaptığımız işlerin pişmanlığı.

                    Şimdi,En'am suresinin 28. ayetini dinliyoruz.

                    بَلْ بَدَا لَهُم مَّا كَانُواْ يُخْفُونَ مِن قَبْلُ وَلَوْ رُدُّواْ لَعَادُواْ لِمَا نُهُواْ عَنْهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُو
                    Yani:
                    Hayır! Daha önce gizlemekte oldukları şeyler (günahlar) kendilerine göründü. Eğer (dünyaya) geri gönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerdir. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar.

                    Bu ayet insanların davranışının tanımında önemli noktalara işaret ederek şöyle buyurmakta: Bazen insan hatta kendini kandırır ve kendi vicdanı ve fıtratını örtmeye çalışır. İnsan çirkin bir amel işler ve daha sonra çirkinliğini anlar, lakin vicdan azabı çekmemek için kendini anlamazlığa vurur ve bu bilincini gizlemeye çalışır. Kuran-ı Kerim bir çok ayette şöyle buyurmaktadır: Çirkin amellerin çirkinliği kıyamet gününde kötülere aşikar olur ve onların kendilerinden gizlemeye çalıştıkları her şey apaçık alenileşir.

                    Bu ayet ise şöyle buyurmakta: Onlar bu çirkinlikler kendilerine aşikar olduğu için bir kez daha dünyaya geri dönmek ister, ancak bu uyanış bile geçicidir ve eğer yeniden dünyaya geri dönecek olurlarsa yine geçmişte yaptıkları çirkinlikleri yaparlar.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Fırsat vermek, kendilerini ıslah etmelerine umudumuz olanlar için geçerlidir. Örneğin günahkârların dünyada tevbe etmeleri gibi, lakin kötülük ruhlarına işleyenler, cehennemi görseler bile ıslah olmazlar.

                    2 - Dünyada kendi vicdanımızdan ve başkalarından sakladığımız tüm her şey kıyamet gününde ortaya çıkacaktır.

                    http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234305-nura-giden-yol--193

                    Yorum


                      Ynt: Nura Giden Yol

                      Nura giden yol ( 194 )

                      Bismillahirrahmânirrahîm

                      En'am suresinin 29 ve 30. ayetlerine kulak veriyoruz.

                      وَقَالُواْ إِنْ هِيَ إِلاَّ حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ (*) وَلَوْ تَرَى إِذْ وُقِفُواْ عَلَى رَبِّهِمْ قَالَ أَلَيْسَ هَذَا بِالْحَقِّ قَالُواْ بَلَى وَرَبِّنَا قَالَ فَذُوقُواْ العَذَابَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ
                      Yani:
                      Onlar, hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir; biz, bir daha da diriltilecek değiliz, demişlerdi.

                      Rablerinin huzuruna getirildikleri zaman sen onları bir görsen! Allah: Bu (yeniden dirilme olayı), hak değil miymiş? diyecek. Onlar da "Rabbimize andolsun ki evet!" diyecekler. Allah da, Öyle ise inkâr ettiğinizden dolayı azabı tadın! diyecek.


                      Müşriklerin Allah, semavi kitaplar ve peygamberlerin hakkındaki düşüncelerini beyan eden geçmiş ayetlerin devamında bu ayetler onların kıyamet günü ile ilgili batıl inançlarına değinerek şöyle buyurmakta: Onlar yaşamlarını bu dünya ile sınırlı bilir ve ölümü her şeyin sonu zanneder ve kıyamet gününü reddedecek hiç bir gerekçe göstermeksizin şöyle derler: Bu yaşamdan başka hiç bir yaşam yoktur.

                      Bir sonraki ayet Allah resulüne hitaben şöyle devam etmekte: Ancak aynı insanlar kıyamet gününde ilahi mahkemenin karşısına çıkınca öylesine paniğe kapılırlar ki kıyametin hak olduğu üzerine yemin ederler, fakat ne fayda, çünkü bu itiraf sadece korku ve panik yüzündendir, üstelik artık kıyamet günü başlamıştır ve bu yeminlerin hiç bir yararı yoktur ve ilahi azabı engelleyemez.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Müşrikler ve kâfirler aydın oldukları iddialarına karşın oldukça yüzeysel ve maddi düşünen insanlardır ve kıyameti inkâr ederek onu yok edebileceklerini düşünür.

                      2 - Kıyamet gününde mahkemenin başyargıcı Allah'tır.

                      Şimdi,En'am suresinin 31. ayetini dinliyoruz.

                      قَدْ خَسِرَ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِلِقَاء اللّهِ حَتَّى إِذَا جَاءتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُواْ يَا حَسْرَتَنَا عَلَى مَا فَرَّطْنَا فِيهَا وَهُمْ يَحْمِلُونَ أَوْزَارَهُمْ عَلَى ظُهُورِهِمْ أَلاَ سَاء مَا يَزِرُونَ
                      Yani:
                      Allah'ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara Kıyamet vakti ansızın gelip çatınca, onlar, günahlarını sırtlarına yüklenerek diyecekler ki: "Dünyada iyi amelleri terk etmemizden dolayı vah bize!" Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür!

                      Kıyamet gününde insanların mal ve mevkiye ve akrabalara olan tüm bağları kopar ve insanlar kıyamet gününün sahneleri ve ilahi ceza ve mükafatı görünce Allah'ın mutlak hakimiyetini anlar, öyle ki bu sahneler onları içten inanmaya yöneltir ve sanki Allah'ı ziyaret etmiş gibi olurlar. Bu ayet ise şöyle buyurmakta:

                      Kıyamet gününü tekzip etmek Allah'a zarar vermez ve sadece tekzip edene zarar verir. Çünkü evvela kıyamet gününde alıcısı olan bir şeyi hazırlama peşinde değildir ve ayrıca günah ve zulüm işleyerek yükünü ağırlaştırmıştır, öyle bu yükün altında çöker.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Ölümü yaşamın sonu bilen kimse gerçekte varlığını fani dünyaya satmıştır ve bu de en büyük hüsrandır.

                      2 - Kıyamet günü hasret ve pişmanlık günüdür, ama ne fayda ki o gün duyulan pişmanlığın hiç bir faydası yoktur.

                      Şimdi,En'am suresinin 32. ayetini dinliyoruz.

                      وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
                      Yani:
                      Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?

                      Geçen ayetlerde dünyaya tapanların yaşamlarını bu dünya ile sınırlı gördüklerini ve uhrevi yaşamı inkâr ettiklerini anlattık.

                      Bu ayet ise bu batıl düşünceye şöyle karşılık vermekte: Onlar bu dünya ve dünyevi amaçlar için yaşıyor, hatta olgun olduklarında mal ve mevki ve ev ve araba gibi şeylerle uğraşan ve adeta bir oyunun oyuncuları gibi davranan çocuklar gibidirler.

                      Fakat bir süre sonra oyun sona erer ve herkes gerçek hayata dönerek tüm bunların bir hayal olduğunu anlar.

                      Evet ahiretsiz dünya gerçekte bir oyun ve eğlenceden başka bir şey olamaz. Bu ayet ve buna benzer ayetler dünyayı mutlak surette reddetmek anlamında değildir, eğer böyle olsaydı, yüce Allah esasen dünyayı yaratmazdı. Bu ayetler ahiretsiz bir dünyanın çocuksu bir oyun olacağını vurguluyor.

                      Ancak eğer dünya, ahiret için bir mezra gibi düşünülecek olursa bu kötü bir şey olmadığı gibi aynı zamanda bu dünya geniş bir tarla gibi içinde her türlü ürün yetişen ve pak ve salih insanların bu tarlada iyilik ekerek ahiretlerini imarlı hale getiren bir alan gibi sayılır. Maalesef yaşamı sadece bu dünya ile sınırlı gören bu radikal düşünceye karşı bazıları tefrite saparak dünyayı ve dünyevi işleri reddederek insanları inzivaya ve ruhbanlığa davet ediyor ve hatta meşru evliliği kendilerine haram ediyor.

                      Oysa yüce Allah dünya nimetlerini bu dünyada kullanmak için yaratmıştır ve insanların bu nimetlere itina etmemesi bir nevi nankörlüktür.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Dünya ile meşgul olmanın bizleri ahiret düşüncesinden alıkoymasına izin vermemeliyiz, yoksa yaşlılıkta da bir çocuktan farkımız olmaz.

                      2 - Heves peşinde koşan dünya perestlere karşı din, müminleri düşünmeye davet eder ve dünyaya kanarak işin akıbetinden gafil olmama konusunda uyarıda bulunur.

                      3 - Düşünmek ve takva bir birini tamamlar. Akıl sürekli insanı takvaya davet ederken takva da insan düşüncesini her türlü sapkınlıktan korur.

                      http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234306-nura-giden-yol--194

                      Yorum


                        Ynt: Nura Giden Yol

                        Nura giden yol ( 195 )

                        Bismillahirrahmânirrahîm

                        En'am suresinin 33 ve 34. ayetlerine kulak veriyoruz.

                        قَدْ نَعْلَمُ إِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذِي يَقُولُونَ فَإِنَّهُمْ لاَ يُكَذِّبُونَكَ وَلَكِنَّ الظَّالِمِينَ بِآيَاتِ اللّهِ يَجْحَدُونَ (*) وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِّن قَبْلِكَ فَصَبَرُواْ عَلَى مَا كُذِّبُواْ وَأُوذُواْ حَتَّى أَتَاهُمْ نَصْرُنَا وَلاَ مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّهِ وَلَقدْ جَاءكَ مِن نَّبَإِ الْمُرْسَلِينَ

                        Yani:
                        Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.

                        Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah'ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur.

                        Muhakkak ki peygamberlerin haberlerinden bazısı sana da geldi.


                        İslam peygamberi sürekli mantıklı sözler ve konuşmalarla müşrikleri hakka davet ederdi, lakin onlar bu daveti benimsemediği gibi inatçılıkları yüzünden onu aşağılıyor ve iftira atıyordu. Allah resulü onların bu davranışından üzülürdü, bu yüzden yüce Allah Kuran-ı Kerim'de çok kez peygamberini teselli ediyor ve şöyle buyuruyor:

                        Seni tekzip ettikleri için üzülme, çünkü onlar Rabbini ve ayetleri de tekzip ediyor. Bunun dışında sen tekzip edilen ilk Peygamber değilsin ve tarih boyunca peygamberler sürekli muhaliflerin tekzibi ve tacizleri ile karşı karşıya kaldı ve bu, muhaliflerin yöntemidir. Lakin onların bu yöntemine karşı ilahi sünnet zafer ve hak yardımıdır, tabi iman ehli imanlarında sadık ve amellerinde kararlı olursa.

                        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Hakkı inkâr ve ilahi ayetleri tekzip etmek onlara zarar vermez esas tekzip edenler kendilerine zulmetmiş olur.

                        2 - Hak yolu hiç bir zaman kolay bir yol olmamıştır ve peygamberler bu yolda sürekli zorluklar çekmiştir.

                        3 - İlahi liderler tüm insanların onların sözünü dinlemesi ve itaat etmesini beklememelidir.

                        Şimdi, En'am suresinin 35. ayetini dinliyoruz.

                        وَإِن كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ إِعْرَاضُهُمْ فَإِنِ اسْتَطَعْتَ أَن تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الأَرْضِ أَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَاء فَتَأْتِيَهُم بِآيَةٍ وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدَى فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِلِينَ

                        Yani:
                        Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma!

                        Muhaliflerin peygamberlerin mantıklı sözlerine karşı çirkin tutumlarını beyan eden geçen ayetlerin devamında bu ayet, İslam peygamberine hitaben şöyle buyurmakta: Zannetme ki eğer onlar iman etmezse senin taaliminde bir kusur veya hata var veya senin davet yöntemin yanlış. Esas kusurlu olan onlardır ki hakkı kabul etmek istemiyor ve sen de onları bu konuda zorlayamazsın ve zaten Rabbin de senden böyle bir şey istemiyor ve eğer Allah irade etseydi tüm insanlar hak karşısında teslim olmak zorundaydı. Fakat Allah onlara seçme hakkı verdi ve onların kendi iradeleri ile kendi yollarını seçmelerini istiyor.

                        Ayetin devamında muhaliflerin tekzibine katlanmamayı bu ilahi sünneti bilmemeye bağlıyor ve İslam peygamberine şöyle hitap ediyor: Bunu yapma çünkü bu durumda cahillerden olursun.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Yüce Allah hidayetin araçlarını insanlara sundu ve tüm insanların hidayete ermelerini istiyor, lakin ilahi hikmet gereği insanların hidayete ermek için hür iradelerini kullanmalarını bekliyor.

                        2 - Bahane peşinde olanların isteklerin yerine getirmek cahilce bir iştir, çünkü onlar asla hakkı kabul etme peşinde değildir.

                        Şimdi,En'am suresinin 36. ayetini dinliyoruz.

                        إِنَّمَا يَسْتَجِيبُ الَّذِينَ يَسْمَعُونَ وَالْمَوْتَى يَبْعَثُهُمُ اللّهُ ثُمَّ إِلَيْهِ يُرْجَعُونَ
                        Yani:
                        Ancak (samimiyetle) dinleyenler daveti kabul eder. Ölülere gelince, Allah onları diriltecek, sonra da O'na döndürülecekler.

                        Kuran-ı Kerim çeşitli ayetlerde hak sözünü duymayanları sağır ve hak sözünden etkilenmeyenleri ölü saymaktadır. Çünkü kulağı olan lakin hakkı duymak istemeyenler kulağı olmayan sağırlar gibidir. Nitekim aklı ve gönlü olan lakin hak sözünden etkilenmeyenler de idrak ve şuur gücünden yoksun ölülere benzer. Tabi kıyamet gününde bu insanlar yeniden dirildiğinde kıyamet sahnelerini görünce elbette ki gaflet uykusundan uyanacak ve iman edeceklerdir, lakin bu imanın hiç bir değeri yoktur.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - İnatçı kâfirler diri gibi gözüken ölülerdir ve ölüm onların uyanmasına sebep olur.

                        2 - İnsanın değeri manevi ve ruhani hayatına bağlıdır, yoksa hayvanların da yaptığı yemek ve içmek fiilleri yaşama anlamına gelmez.

                        3 - Hepimiz hakkı kabul etmeye hazırlıklı olan gönüllere karşı sorumluyuz. Hakkı kabul etmeyen kâfirlerin hesabı Allah iledir ve onları dini kabul etmeye zorlayamayız.

                        http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234307-nura-giden-yol--195

                        Yorum


                          Ynt: Nura Giden Yol

                          Nura giden yol ( 196 )

                          Bismillahirrahmânirrahîm

                          En'am suresinin 37. ayetine veriyoruz:

                          وَقَالُواْ لَوْلاَ نُزِّلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ قُلْ إِنَّ اللّهَ قَادِرٌ عَلَى أَن يُنَزِّلٍ آيَةً وَلَـكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ
                          Yani:
                          O'na Rabbinden bir mucize indirilseydi ya! dediler. De ki: Şüphesiz Allah mucize indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler.

                          Tarihi rivayetlere göre müşriklerden olan Mekke büyükleri, Kuran-ı Kerim'e karşı koymaktan aciz olduklarını görünce şöyle dediler:

                          Kuran-ı Kerim mucize olamaz, eğer doğru söylüyorsan, Musa ve İsa gibi mucizeler getir ki biz inananlardan olalım.

                          Kuşkusuz bu söz onların hakikat peşinde olmalarından kaynaklanmıyor ve gerçekte Kuran-ı Kerim ve İslam peygamberinin nübüvvetini kabul etmekten kaçmak için gündeme geliyordu.

                          Eğer İslam Peygamberi eski peygamberler gibi mucizeler getirseydi, onları yine başka mucizeler talep edecekti, çünkü esasen hakikati idrak etme peşinde değillerdi ve o peygamberlerin çağında yaşayanlar gibi peygamberlerin mucizelerini sihir ve büyü sayacak ve Peygamberi de sihirbaz ve büyücü ilah edeceklerdi.

                          Biri uykudayken ona bir kaç kez seslenirsek uyanır, lakin eğer biri kendini uykudaymış gibi gösterirse her ne kadar seslenirsek fayda etmez ve uyanmaz, çünkü zaten uyanmak istememektedir. İnsanlar da hak nidasına karşı iki kesimdir. Kimilerin hak sesini duyar duymaz gaflet uykusundan uyanır ve yola gelir, lakin hakkı kabul etmek istemeyenler hakkı her ne şekilde gösterirsek gösterelim yola gelmezler.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Mucizenin amacı bir insanın nübüvvetini ispat etmek ve insanlara hücceti tamamlamaktır, inatçı insanların sonsuz isteklerini yerine getirmek değil.

                          2 - Yüce Allah her işe kadirdir, ancak O'nun gücü hikmeti çerçevesindedir ve insanların istediği her mucizeyi gerçekleştirebilir, lakin bu durum O'nun hikmeti ile bağdaşmaz. Nitekim tarihte de görüldüğü üzere ard arda gelen mucizeler bile inatçı insanların hidayete ermesinde faydalı olmamıştır.

                          Şimdi,En'am suresinin 38. ayetini dinliyoruz.

                          وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ وَلاَ طَائِرٍ يَطِيرُ بِجَنَاحَيْهِ إِلاَّ أُمَمٌ أَمْثَالُكُم مَّا فَرَّطْنَا فِي الكِتَابِ مِن شَيْءٍ ثُمَّ إِلَى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ
                          Yani:
                          Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.

                          Bu ayet insanları diğer varlıkları bilinç ve şuurdan yoksun sanmamaları konusunda uyarıyor. Yer yüzündeki tüm hayvanlar, insanlar gibi canlı topluluklarıdır ve bir nevi bilinç ve şuura sahiptir. Nitekim Kuran-ı Kerim'de Hz. Süleyman öyküsünde karınca ve kuşun konuştuğuna işaret edilir.

                          Kuşkusuz şuurun da dereceleri vardır ve insan şuuru en üst düzeydeyken hayvanların şuuru en düşük düzeydedir, nitekim insanlar arasında da bebeklik çağında şuur düşük düzeydedir, öyle ki halk arasında bebekler akıl ve şuurdan yoksun sayılır.

                          Tüm canlıların şuuruna değinen bu ayet daha sonra onların da kıyamet gününde mahşur olacaklarına işaret ederek şöyle buyurmakta: Onlar da mahşur olur ve kıyamet gününde hazır bulunur.

                          İslami rivayetlerde de hayvanların mahşur olduğu ve bir birine ettikleri zulümlerin örnekleri ifade edilir. Tabi hayvanların şuur derecesi, onları insanlar gibi sorumlu yapacak düzeyde değildir.

                          Bu ayet hayvanların şuurları kadar sorgulanacaklarını belirtiyor.

                          Nitekim eğer 12 yaşındaki bir genç cinayetin kötülüğünü bildiği halde kasıtlı olarak birini öldürürse dünyanın tüm ceza kanunlarından anladığı ve hesap vermesi gerektiği kadar benzer bir şekilde cezalandırılır .

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Sosyal yaşam düzeni insanlara özgü değil, hayvanlar da bir nevi sosyal yaşama sahip olan topluluklardır.

                          2 - Hayvanların hakkında zulmetmeyelim. Onlar da bizim gibi yaşama hakkına ve bir nevi şuur ve akla sahipler.

                          3 - Varlık Allah ile başlar ve O'nda son bulur. Tüm canlılar O'na doğru gider ve mahşur olur.

                          Şimdi,En'am suresinin 39. ayetini dinliyoruz.

                          وَالَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِ مَن يَشَإِ اللّهُ يُضْلِلْهُ وَمَن يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
                          Yani:
                          Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir.

                          Bu ayet ilahi ayetlerin kökünü münkirleri saran inatçılık ruhu olduğunu ifade ediyor. Bu inat münkirlere hakkı duymaya ve itiraf etmeye izin vermiyor. Bencillik onları karanlıklara gömmüş ve hakikati görmelerini engellemiştir.

                          Ayetin devamında Allah'ın dilediğini hidayete ve dilediğini karanlığa yönlendirdiğini beyan ediyor. Lakin açıktır ki Allah, akıl ve nübüvvet olan hidayet araçlarını tüm insanlara sunmuştur, lakin bundan sonra kim ilk hidayetten yararlanmaz ve saparsa, daha sonraki hidayetlerin yolunu kapatmış olur ve bir başka ifade ile çirkin amel işlemek ve üzerinde ısrarla durmak insanları haktan alıkoyar, nitekim iyi amel, hakkı kabul etme zeminini oluşturur.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Küfür ve inat, insanları hakikati idrak etmekten mahrum bırakan karanlıktır.

                          2 - Bu dünyada ilahi ayetleri tekzip etmenin cezası sapkınlık ve şaşkınlıktır.

                          http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234308-nura-giden-yol--196

                          Yorum


                            Ynt: Nura Giden Yol

                            Nura giden yol ( 197 )

                            Bismillahirrahmânirrahîm

                            En'am suresinin 40 ve 41. ayetleri.

                            قُلْ أَرَأَيْتُكُم إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُ اللّهِ أَوْ أَتَتْكُمُ السَّاعَةُ أَغَيْرَ اللّهِ تَدْعُونَ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (*) بَلْ إِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ إِلَيْهِ إِنْ شَاء وَتَنسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ
                            Yani:
                            De ki: Ne dersiniz; size Allah'ın azabı gelse veya o kıyamet gelip çatıverse size, Allah'tan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru sözlü iseniz (söyleyin bakalım)!

                            Bilâkis yalnız Allah'a yalvarırsınız. O da (kaldırılması için) kendisine yalvardığınız belâyı dilerse kaldırır; ve siz ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz.


                            Bu ayet Allah yerine başkalarına tapanları uyarmak için şöyle buyurmakta: Başkalarını Allah yerine koyan ve onlara üstün güç ve rol biçen sizler, acaba deprem gibi doğal afetler sırasında kime sığınıyorsunuz? Acaba o sıralarda da onlara gönül bağladıklarınıza mı sığınırsınız ve acaba onlar bu şartlara size yardım edip ölümden kurtarabilir mi? Acaba hiç düşündünüz mü ki eğer kıyamet günü gerçekse, kıyamet gününde kime sığınacaksınız?

                            Bu ayet bu tür insanların vicdanına hitap ederek şöyle buyurmakta: Hak şu ki bu tür durumlarda siz ancak ve ancak Allah'ı çağırıyorsunuz ve başka her şeyi unutuyorsunuz ve size yardım edebilecek ancak Allah'tır, tabi eğer irade eder ve hikmeti gerektirirse.

                            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Allah'ın varlığı ve yegâne oluşu fıtri bir durumdur ve her insan öz itibarı ile Allah peşindedir. Lakin bazen dünyevi işlerle uğraşmak insanları bu fıtri konudan gafil eder ve yine zorluklar ve hadiseler gaflet perdesinin aralanmasını ve bu fıtratın ortaya çıkmasını sağlar.

                            2 - Zorluklarda işimize yaramayacak ve kendimiz gibi sığınmaya muhtaç olacak şeylere gönül bağlamamak gerekir.

                            Şimdi, En'am suresinin 42. ayetini dinliyoruz.

                            وَلَقَدْ أَرْسَلنَآ إِلَى أُمَمٍ مِّن قَبْلِكَ فَأَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ
                            Yani:
                            Andolsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık.

                            Bu ayet geçen ayetin devamında şöyle buyurmakta: Allah'ın sünneti, insanların hidayeti için gönderdiği peygamberlerin yanında insanların yaşamında bazı zorluklar ve sıkıntılar yaratmak ve böylece onların fıtratını uyandırmak ve hak sözü kabul etmeleri için zaman oluşturmaktır. Bu süreçte insanların gönlünü kaplayan toz duman bir kenara çekilir ve gönüller saf ve parlak olur ve hak nuru ile aydınlanır.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Eğitim yolunda bazen baskı ve zorlamak da gerekir. Sorunlar bazen fıtratın uyanışı ve Allah'a yönelmesi içindir.

                            2 - İlahi kata yalvarıp yakarmak, gönlü hakkı kabul etmek için yumuşatır.

                            Şimdi,En'am suresinin 43. ayetini dinliyoruz.

                            فَلَوْلا إِذْ جَاءهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُواْ وَلَـكِن قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
                            Yani:
                            Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını câzip gösterdi.

                            Bu ayet de şöyle buyurmakta: Kâfirler ve münkirler uyanmadılar ve ders almadılar ve onların gafletinin sebebi iki şeydi. Birincisi günah bataklığına saplanmaktan kaynaklanan taş kalpli olmaları ve diğeri çirkin amelleri iyi amelmiş gibi görmeleri ve her yanlış işi sevap saymalarıdır.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - İnatçı insanlara ne tebliğ ne ceza etkili olur. Onlar ne anlamak ister ve ne de kabul etmek niyetindedir. İnsan istemedikçe ne anlar ne de benimser.

                            2 - İnsan güzelliği sever, nitekim şeytan da bu içgüdüden yararlanır ve çirkinlikleri güzelmiş gibi gösterir.

                            Şimdi, En'am suresinin 44 ve 45. ayetlerini dinliyoruz.

                            [size=18pt]فَلَمَّا نَسُواْ مَا ذُكِّرُواْ بِهِ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ أَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍ حَتَّى إِذَا فَرِحُواْ بِمَا أُوتُواْ أَخَذْنَاهُم بَغْتَةً فَإِذَا هُم مُّبْلِسُونَ (*) فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذِينَ ظَلَمُواْ وَالْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ[/size

                            Yani:
                            Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, (indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.

                            Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. (Allah'ın verdiği nimete şükredecekleri yerde nankörlük ettiler, böylece kendilerine zulmettiler. Yüce Allah da yeryüzünü onların zulüm ve küfürlerinden temizlemek için onları helâk etti.)
                            Yüce Allah insanları hidayete erdirmek için çeşitli yolları kullanır. Allah peygamberler gönderir ve eğer etkili olmazsa, münkirleri çeşitli yöntemlerle cezalandırır ve onları baskı altında tutar ve böylece uyandırmaya çalışır. Lakin eğer tebliğ ve ceza etkili olmazsa yüce Allah artık onları kendi haline bırakır ve onlara türlü nimetler verir. Çünkü Allah'ın kanunu, insanların dünyevi nimetlerden yararlanmalarıdır. Fakat bu yararlanma pek uzun sürmez, çünkü münkirlerin günah ve fesadı had safhaya ulaştığında dünyevi azab ve ceza birden nazil olur ve onları kökünden söküp atar.

                            İslam Peygamberi şöyle buyurmaktadır: Ne zaman dünya günahkârların muradına döndüğünü görürseniz, üzülmeyin, çünkü bu onların helak olmalarının zeminidir.

                            İmam Ali (sa) da şöyle buyurur: Eğer Allah nimetlerini sana sürekli veriyor ve sen hala günah işlemeye devam ediyorsan bundan kork, çünkü bu nimetlerin sonu hayır değildir.

                            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Dünyanın yararları hem nimet olabilir hem azab. Eğer güçlü iman ve takva peşindeyseniz nimet ve eğer fıskı fücur peşindeyseniz ilahi azabdır. Her halükarda müreffeh yaşam rahmet işareti değil, bazen cezanın zeminidir.

                            2 - Zulüm kalıcı değildir ve zalimler elbette ki yok olacaktır.

                            http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234309-nura-giden-yol--197

                            Yorum


                              Ynt: Nura Giden Yol

                              Nura giden yol ( 198 )

                              Bismillahirrahmânirrahîm

                              En'am suresinin 46. ayetine kulak veriyoruz.

                              قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَخَذَ اللّهُ سَمْعَكُمْ وَأَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلَى قُلُوبِكُم مَّنْ إِلَـهٌ غَيْرُ اللّهِ يَأْتِيكُم بِهِ انظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الآيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ

                              Yani:
                              De ki: Ne dersiniz; eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalplerinizi de mühürlerse bunları size Allah'tan başka hangi tanrı geri verebilir! Bak, delilleri nasıl açıklıyoruz. Onlar hâla yüz çeviriyorlar!

                              Kuran-ı Kerim'in müşriklere hitap ettiği geçen bölümlerde yüce Allah'ın bazı soruları gündeme getirerek onları düşünmeye ve fıtratlarını uyandırarak gaflet perdesini aralamaya çalıştığını anlattık. Bu ayet de aynı yöntemin devamında İslam peygamberini, müşrikleri Allah'ın çeşitli nimetleri hakkında düşünmeye zorlamakla görevlendirirken şöyle buyuruyor: Onlara de ki eğer Allah göz ve kulaklarınızı sizden alır ve artık hakikatleri öğrenme gücünden yoksun bırakılırsanız acaba taptığınız şu putlar veya onlara gönül bağladıklarınız bu önemli tanım araçlarını size iade edebilir mi? Acaba şu putlar kendilerinden göz kulak ve akılları var mı ki bu nimetleri size bağışlasın?

                              Ayet şöyle devam etmekte: Kuran-ı Kerim delillerini çeşitli yöntemlerle beyan ediyor ki belki bu insanlar uyansın ve hakkı kabul etsin, lakin inatçılık öylesine onlara hakim olmuş ki yine sırt çeviriyor ve kabul etmiyorlar.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - İlahi nimetlerin değerini düşünmek ve onları kaybetme düşüncesi, Allah'ı tanımanın yollarından biridir.

                              2 - Hem yaratılış hem bekamız ve hem nimetlerin sürekliliği Allah'ın elindedir.

                              Şimdi,En'am suresinin 47. ayetini dinliyoruz.

                              قُلْ أَرَأَيْتَكُمْ إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُ اللّهِ بَغْتَةً أَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ إِلاَّ الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ

                              Yani:

                              De ki: Söyler misiniz; size Allah'ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zalim toplumdan başkası mı helâk olur?


                              Eğer Allah verdiği nimetleri geri alırsa hiç bir şey yapamazsınız diyen geçe ayetin devamında bu ayet şöyle buyurmakta:

                              Eğer Allah azab gönderirse yine karşı koyacak ve azabı önleyecek veya azabdan kaçacak gücünüz yoktur.

                              O zaman gönül bağladığınız putlar veya güçlerin ne size nimet sunmaya ve ne de size gelen tehlike ve zararı bertaraf etmeye gücü yeter. O zaman neden Allah yerine onların peşinden gidiyorsunuz?

                              Ayetin devamında bu tür inatçı bir yaklaşımın bir nevi kendine ve topluma zulmetmek olduğunu ve ilahi azabın nazil olması için zemin oluşturduğunu belirterek uyarıda bulunuyor.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Azab konusunda ilahi mühletten kibire kapılmayalım, çünkü azab aniden gelebilir.

                              2 - İnatçı insanlara karşı en iyi davet yöntemi, hakikatleri soru şeklinde gündeme getirerek onları düşünmeye yönlendirmektir, belki bu durumda uyanı ve hakkı kabul ederler.

                              Şimdi, En'am suresinin 48 ve 49. ayetlerini dinliyoruz.

                              وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلاَّ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ فَمَنْ آمَنَ وَأَصْلَحَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ (*) وَالَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُواْ يَفْسُقُونَ

                              Yani:
                              Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler.

                              Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir.


                              Geçen ayetlerde İslam Peygamberi müşrikleri kötülüklerinin akıbeti konusunda uyarmak ve onları uyandırmakla görevlendirilmişti. Bu ayetler ise şöyle buyurmakta: Genelde peygamberlerin tarih boyunca gönderilmesinin amacı şu korkutma ve nasihat etme ve böylece fikri ve pratik sapkınlıkları önleme ve insanları iyi amellere davet ederek mükafat müjdeleme olmuştur.
                              Peygamberlerin bir müjdesi de iman ve salih amel ehli olanların dünyaya gönül bağlayanların dünya işleri kötüye gittiğinde hüzün ve korkularından korunacak olmalarıdır. Bu tür mümin insanlar güçlü bir psikoloji ile sürekli doğanın bazı olumsuz şartlarına veya beşeri güçlerin sultacılığına karşı direnir ve kendinden zafiyet göstermez. Lakin hakikati tekzip eden kâfirler sürekli fıskı fücur peşinde olur ve elbette ki bu zümre bu dünyada açık gizli cezalarla cezalandırılır ve kıyamet gününde de onları en ağır cezalar beklemektedir.

                              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Peygamberlerin görevi insanları irşad etmek ve tebliğdir, onları hakkı kabul etmeye zorlamak değil. Bu yüzden kimileri mümin olur, kimileri de kâfir.

                              2 - Eğitim hem korku ve hem umut temelleri üzerine olmalıdır ki insanlar boş yere ümitsizliğe veya yersiz kibire kapılmasın
                              3 - Ne amelsiz iman ne de imansız amel işe yarar.

                              4 - Ruh sağlığı Allah'a iman sayesinde olur. Korku ve hüzün insan ruhunun en kötü hastalıklarıdır ki bunlar Allah'tan uzaklaşma sonucu olur.

                              http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234310-nura-giden-yol--198


                              Yorum


                                Ynt: Nura Giden Yol

                                Nura giden yol ( 199 )

                                Bismillahirrahmânirrahîm

                                En'am suresinin 50. ayetine kulak veriyoruz.

                                قُل لاَّ أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَآئِنُ اللّهِ وَلا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَفَلاَ تَتَفَكَّرُو
                                Yani:
                                De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem.

                                Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?


                                Bir çok kişi ancak bu alemin tüm işleri onun elinde olan ve tüm işleri gaybi yollardan çözümlemesi gereken ve istediğini yapan ve kim ona karşı çıkarsa yok olan birinin Peygamber olabileceğini düşünür. Bu yüzden bu ayette İslam Peygamber insanlara peygamberin görevinin başka bir şey olduğunu, peygamberin insanları Allah'a davet etmek ve ilahi mesajları iletmek olduğunu söylemekle görevlendirilir.

                                Peygamber ne falcıdır ki insanlar ondan geçmişi ve geleceğini anlatmasını istesin, ne de melektir ki insanların gıda ve eş gibi ihtiyaçları bertaraf edilmiş olsun. Öte yandan peygamberlerin mucizeleri de ancak Allah iradesinin çerçevesinde gerçekleşir ve herkesin istediğini yaptırması doğrultusunda beşeri eğilim ve isteklerle olmaz.

                                Ayetin sonunda insanlardan tuhaf işleri görmeye veya duymaya merak sarmak yerine kendi düşüncelerini harekete geçirmeleri ve düşünerek hakkı kabul etmeleri istenmektedir, çünkü eğer düşünce olmazsa inatçı insan hatta gördüklerini bile kabul etmez ve kör insan gibi her şeyi inkâr eder.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Peygamberlerin insanlara karşı davranışı sadakat üzerinedir. Eğer peygamberlerin özel bir gücü yoksa bunu rahatlıkla halka anlatır.

                                2 - Abartmalar ve hurafe ile mücadele, peygamberlerin görevlerindendir.

                                Şimdi,En'am suresinin 51. ayetini ayetini

                                وَأَنذِرْ بِهِ الَّذِينَ يَخَافُونَ أَن يُحْشَرُواْ إِلَى رَبِّهِمْ لَيْسَ لَهُم مِّن دُونِهِ وَلِيٌّ وَلاَ شَفِيعٌ لَّعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
                                Yani:
                                Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır; belki sakınırlar.

                                Bir önceki ayette gören ve göremeyenlerin eşit olmadığı ve hakkı kabul etmek için düşünmek gerektiğini buyuran geçen ayetin devamında bu ayet şöyle buyurmakta: Gerçi Peygamber tüm insanları hakka davet ediyor ve hepsini kötü amellerin sonuçlarından sakındırıyor, lakin tüm insanlar bu daveti kabul etmiyor ve ancak gönülleri hakkı kabul etmeye açık olanlar ve en azından işin sonunda bir hesap vermenin söz konusu olabileceğini düşünenler ders alır.

                                Ayet şöyle devam etmekte: İnsanların kıyamet gününde tek dayanağı Allah'tır v hiç kimse ve hiç bir şey insanların kurtuluşuna vesile olamaz. İşte bu görüş insanlara takvaya yönlendirirken günahlardan uzaklaştırır.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Sadece iyi öğretmenler ve uygun eğitim programı yeterli değil, hakkı kabul etmek için hazırlıklı insanlar da gereklidir.

                                2 - Maad ve kıyamet mahkemesine inanmak takva sebebidir.

                                Şimdi,En'am suresinin 52. ayetini dinliyoruz.

                                وَلاَ تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِم مِّن شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِم مِّن شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمِينَ
                                Yani:
                                Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki onları kovup ta zalimlerden olasın!

                                Tarihi rivayetlerde şöyle okumaktayız: Mekke'nin bazı zengin müşrikleri Allah resulüne Ammar Yaser ve Bilal gibi yoksulları kendi etrafından dağıtmasını ve bu durumda İslam'a iman edeceklerini ve onun yanında yer almayı önerdiler. Bazı müslümanlar da Allah resulüne şöyle dediler: Onların bu önerilerini kabul edelim, çünkü diğer Müslümanlara mali destek olurlar. O sırada bu ayet nazil oldu ve Allah resulüne şöyle hitap etti: Asla gerçek müminleri başkalarını cezbetmek için uzaklaştırma ki bu, bir nevi zulümdür.

                                Gerçekte bu ayet her türlü sınıf ayrımını reddederken bu düşüncenin dinin özü ve vahdet ve kardeşlik ilkesine aykırı olduğunu vurguluyor. Hiç kimse başkasından üstün değildir ve sadece mal ve mevki yüzündün başkalarını üstün geremeyiz.

                                Herkesin hesabı yüce Allah iledir ve O, kendi ilmine göre hareket eder ve ilahi ceza ve mükâfatın temeli iman ve salih ameldir, mal ve mevki değil.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Mücahit ve ihlaslı insanları korumak, hatta yoksul olsalar bile, kafir zenginleri cezbetmekten daha önemlidir.

                                2 - İslam dini her türlü ırkçılıkla mücadele dinidir.

                                3 - İnsanların amellerinin hesabı Allah'ın elindedir. Hatta Allah resulü başkalarının amellerinin sorumlusu değildir.

                                O zaman başkalarının cennetlik veya cehennemlik oldukları konusunda görüş bildirmeye hakkımız yoktur.

                                4 - Ancak Allah katına yaklaşmak ve O'nun rızasını kazanmak için yapılan dualar değerlidir.

                                Amel tek başına önemli değil, saiki de önemlidir.

                                http://www.velayet.com/index.php?action=post;topic=19373.200;num_replies= 208

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X