Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nura Giden Yol

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: Nura Giden Yol

    Nura giden yol ( 200 )

    Bu ayetler Allah resulüne iman eden insanları her ne kadar günahkar olursa olsun dışlamamayı, bilakis onları açık kucakla kabul etmeyi ve onlara selam göndermeyi ve tevbe ettikleri halde yüce Allah tarafından da affedileceklerini vaad etmesini emrediyor.


    Bismillahirrahmânirrahîm

    En'am suresinin 53. ayetine kulak veriyoruz.

    وَكَذَلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُم بِبَعْضٍ لِّيَقُولواْ أَهَـؤُلاء مَنَّ اللّهُ عَلَيْهِم مِّن بَيْنِنَا أَلَيْسَ اللّهُ بِأَعْلَمَ بِالشَّاكِرِينَ
    Yani:
    "Aramızdan Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu kimseler de bunlar mı!" demeleri için onların bir kısmını diğerleri ile işte böyle imtihan ettik. Allah şükredenleri daha iyi bilmez mi?

    Geçen bölümde birçoklarının peygamberlerin melek olmasını veya melekler gibi normal insanların yeme içme veya eşe olan ihtiyaçlarından bağımsız olmasını beklediğini anlattık. Bu zümreye göre peygamberler falcılar gibi insanların geçmişi ve geleceğinden haberdar olması ve sürekli mucizeler yapması gerekiyordu.

    Bu ayet ise yine insanların bir başka beklentisine işaret ederken şöyle buyurmakta: Toplumda mal ve mevki bakımından belli bir konumu olan bazı insanlar Allah resulünün sade ve şatafatlı gösterişlerden uzak yaşamını görünce ona şöyle derdi: Acaba Allah bizim gibi zengin insanlar varken vahiyi böyle bir insana mı nazil ediyor? Eğer vahiy nazil olacaksa biz ondan daha üstünüz.

    Kuran-ı Kerim böyle bir anlayışa şu şekilde karşılık veriyor: Bir insana vahiy nazil olmasının şartı mal ve mevki değil ki siz kendinizi daha üstün görüyorsunuz. Vahiy şartı liyakat, kapasite ve salahiyettir ki bu konularda Allah kendi kullarının halini herkesten daha iyi bilir ve kimin bu şartlara sahip olduğunu ancak O bilir.

    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Sınavlardan biri de, sosyal yaşamdaki farklılıklardır. Zenginler yoksullarla ve yoksullar, zenginlerle sınanır.

    2 - Nice yoksul vardır ki şükrettiği için Allah'ın rahmetinden yararlanır ve nice zengin vardır ki gurura kapılır ve bu yüzden lanetlenir.

    Şimdi,En'am suresinin 54 ve 55. ayetlerini dinliyoruz.

    وَإِذَا جَاءكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِنَا فَقُلْ سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ أَنَّهُ مَن عَمِلَ مِنكُمْ سُوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِن بَعْدِهِ وَأَصْلَحَ فَأَنَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ (*) وَكَذَلِكَ نفَصِّلُ الآيَاتِ وَلِتَسْتَبِينَ سَبِيلُ الْمُجْرِمِينَ
    Yani:
    Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selâm size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

    Böylece suçluların yolu belli olsun diye âyetleri iyice açıklıyoruz.


    Bu ayetler Allah resulüne iman eden insanları her ne kadar günahkar olursa olsun dışlamamayı, bilakis onları açık kucakla kabul etmeyi ve onlara selam göndermeyi ve tevbe ettikleri halde yüce Allah tarafından da affedileceklerini vaad etmesini emrediyor.

    Genelde İslami toplumda insanların bir biri ile ilişkileri ve rehberleri ile ilişkileri sefa ve samimiyet üzerine kurulmalıdır.

    Nitekim yüce Allah da kullarına karşı rahmet ilkesini temel almakta ve hatta suçluları tevbe ettikleri takdirde bağışlayacağını müjdelemektedir. Allah resulü de insanları selamlamak ve onları kabul etmekle görevlidir. Nitekim insanlar da sürekli İslam peygamberine selam etmek ve ondan iyilikle söz etmekle görevlidir. Kuşkusuz ümmet ve toplumun lideri ile böyle bir ilişki kurulması, o toplumu her türlü kin ve ihtilaftan uzak tutar ve hatta suçluları cezalandırılmak veya dışlanmak yerine tevbe ettikleri takdirde affedilirler.

    Kuşkusuz ancak heves ve gaflet yüzünden günah işleyen suçlular affedilir, yoksa kasıtlı ve sürekli günah işleyen ve günahları üzerinde ısrarla duranlar affedilmez.

    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Peygamberi ziyaret etmek, ilahi lütuf ve rahmete kavuşma yoludur. Kim Allah resulünün huzuruna çıkarsa onun özel selamı ile selamlanır.
    2 - Eğer günah inat ve ısrarla değil, gaflet veya akılsızlık yüzünden işlenirse affedilebilir.

    3 - Ancak geçmişi telafi etmek ve hataları düzeltmekle birlikte olan tevbeler kabul edilir.

    4 - Allah merhamet etmeyin kendine görev bilmiştir, lakin rahmetten yararlanma şartı günahtan uzaklaşmak ve tevbe etmektir.

    Şimdi,En'am suresinin 56. ayetini dinliyoruz.

    قُلْ إِنِّي نُهِيتُ أَنْ أَعْبُدَ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ قُل لاَّ أَتَّبِعُ أَهْوَاءكُمْ قَدْ ضَلَلْتُ إِذًا وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُهْتَدِينَ

    Yani:
    De ki: Allah'ın dışında taptığınız şeylere tapmak bana yasak edildi. De ki: Ben sizin arzularınıza uymam, aksi halde sapıtırım da hidayete erenlerden olmam.

    İslam peygamberinin tevhide davetine karşı müşrikler de Allah resulünü putperestliğe davet ediyor ve davetinden vazgeçmesini ve Kureyş kavminin atalarının inancına geri dönmesini istiyordu.

    Bu ayet Allah resulünden onlara net bir şekilde onların inancına dönmeyeceğini ve asla onların taptıklarına tapmayacağını ve onların isteğine uymayacağını, çünkü tüm bunların sapkınlığa ve karanlığa yönelmeye sebebiyet verdiğini söylemesini istiyor.

    Bu ayette Kuran-ı Kerim putperestliğin de bir nevi heves olduğunu belirtiyor, çünkü putperestliğin hiç bir mantıklı gerekçesi yoktur ve akıl ve düşünce ile bağdaşmaz. İnsanın kendi yaptığı bir şeye tapması ve karşısında eğilmesi kadar anlamsız bir şey olamaz.

    Üstelik bu şey, ruhsuz bir maddedendir ve insanoğluna hiç bir üstünlüğü yoktur.

    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Muhaliflerin mantıksız isteklerine karşı net bir şekilde ret cevabı vermeli ve onlarla uzlaşma yollarını kapatmalıyız.

    2 - Dini tebliğ eden kimse asla başkalarının mantıksız isteklerini tatmin etme peşinde olmamalıdır.

    http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234314-nura-giden-yol-200

    Yorum


      Ynt: Nura Giden Yol

      Nura giden yol ( 201 )

      Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.

      Bismillahirrahmânirrahîm

      En’am suresinin 57 ve 58. ayetlerine kulak veriyoruz.


      قُلْ إِنِّي عَلَى بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّي وَكَذَّبْتُم بِهِ مَا عِندِي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِهِ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِلِينَ (*) قُل لَّوْ أَنَّ عِندِي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِهِ لَقُضِيَ الأَمْرُ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَاللّهُ أَعْلَمُ بِالظَّالِمِينَ

      Yani:
      De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

      De ki : Acele istediğiniz şey benim elimde olsaydı, elbette benimle sizin aranızda iş bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir.


      Müşriklerin İslam peygamberini putperestliğe davet ettiğini ifade ettiğimiz geçen ayetlerin devamında bu ayetler onların bu talebine şöyle karşılık vermesini emrediyor: Putperestliğin bir mantığı yoktur ki ben onu kabul edeyim. Ancak benim Allah tarafından sunduğum Kuran-ı Kerim, açık bir şekilde hakla batılı bir birinden ayırır, lakin siz kabul etmediniz ve sadece tekzip etmekle kalmayıp bir de bana eğer Allah’ın resulü isen O’nun azabını nazil et diyorsunuz. Oysa sizin nazil olması için acele ettiğiniz azab benim elimde değil, Allah’ın elindedir, O ki size hakkı beyan etti ve batıldan ayırdı. Bunun dışında eğer azab indirmek benim elimde olsaydı, artık sizden bir iz geride kalmazdı ve bu, Allah’ın lütfudur ki kafirlere ve müşriklere dönmeleri için mühlet verir ve bu yüzden onlara azab indirmekte acele etmez.

      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

      1 – Peygamberlerin daveti delil ve mantık üzerinedir, hurafeler değil. Oysa münkirleri mantığı nefsani heveslere dayanır.

      2 – Peygamber dini tebliğ etmekle görevlidir, kafirlerin ve günahkarları cezalandırmak onun sorumluluğunun dışındadır.

      Şimdi,En’am suresinin 59. ayetini dinliyoruz.


      وَعِندَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لاَ يَعْلَمُهَا إِلاَّ هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِن وَرَقَةٍ إِلاَّ يَعْلَمُهَا وَلاَ حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الأَرْضِ وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ

      Yani:

      Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.


      Müşriklere verilen cevapta tüm varlığın ancak yüce Allah’ın emrinde olduğunu belirten geçen ayetlerin devamında bu ayet şöyle buyurmakta: Sizin gözünüzden göklerde ve yer yüzünde gizli olan ve size bir yaprağın yere düşmesi veya bir tohumun topraktan baş çıkarması gibi önemsiz gibi gözüken her şey yüce Allah’a aşikardır. O bu alemin açık gizli her şeyini bilir. Tüm gaybi işlerin anahtarı O’nun elindedir ve bu alemin tüm işleri yaratılış kitabında ve ilahi tedbirde kayda geçmiş ve buna göre açık ve net ilkelere göre bu alem yönetilmektedir. Varlık, ilahi ilme göre yaratıldı ve sürekli ilahi ilmin kontrolü altındadır. Tüm canlıların ölümü veya yaşamı O’nun iradesi ile gerçekleşin ve hiç bir şey O’nun ilminin dışında vuku bulamaz.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 – Yüce Allah sadece alemin tüm ilkelerinden haberdar değil, aynı zamanda varlığın tüm detayları O’nun için açık ve aşikardır.

      2 – Gayb ilimi Allah’a özgüdür ve O irade etmeden hiç kimse gaybden haberdar olamaz.

      3 – Varlık düzeni önceden belirlenmiş dakik bir program çerçevesinde ilerler ve hiç bir şey Allah’ın sultası ve iradesinin dışında değildir.

      Şimdi, En’am suresinin 60. ayetini dinliyoruz.


      وَهُوَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُم بِاللَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُم بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ فِيهِ لِيُقْضَى أَجَلٌ مُّسَمًّى ثُمَّ إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

      Yani:
      Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uyandıran) O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir.


      Yüce Allah’ın varlığın tüm açık gizli yönlerine hakim olduğunu beyan eden geçen ayetin devamında bu ayet şöyle buyurmakta:

      Toprağın içindeki tohumu yeşerten ve yapraklar O’nun iradesi ile ağaçlardan düşen Rabbiniz sizlerin de her anınızı ister uyanık olun ister uykuda, bilir ve kıyamet gününde sizleri amellerinizden haberdar eder. Allah sadece sizin amellerinizden haberdar değil, aynı zamanda sizin gece ve gündüzünüz de O’nun sultası altındadır. Sizin uyutan ve yeniden uyandıran da O’dur.

      Bu süreç ömrünüz sona erene dek ve ondan yararlanmanız için devam eder.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 – Kuran-ı Kerim açaısından uyku ölümün ve uyanmak da kıyamet gününde uyanışın örneğidir.

      2 – Kendimizi kıyamet gününde hesap vermek için hazırlamalı ve kısa ömrümüzden en iyi şekilde yararlanmalıyız.

      Yorum


        Ynt: Nura Giden Yol

        Nura giden yol ( 202 )

        Bismillahirrahmânirrahîm

        En’am suresinin 61. ayetine kulak veriyoruz.


        وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُم حَفَظَةً حَتَّىَ إِذَا جَاء أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لاَ يُفَرِّطُونَ

        Yani:
        O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler.

        Geçen bölümde insanların uyuması ve uyanmasının Allah’ın elinde olduğunu ve Rabbimizin herkes için sürdürmesi gereken belli bir süre belirlediğini anlattık. Bu ayet ise şöyle buyurmakta:

        Sizin ölüm ve yaşamınız Allah tarafından görevlendirilen meleklerce yürütülmektedir. Bazı meleklerl insanları kazalardan korurken bazıları da insanların amellerini kaydetmekle görevlidir.

        Nitekim ölüm sırasında da bazı melekler insanların canını almakla görevlidir ve Kuran-ı Kerim tabiri ile bu işlerinde asla kusur etmez, şöyle ki ne bir an acele eder, ne de bir an olsun geciktirir.

        Bu ayet Allah’ın insanların tüm vücutlarına tam olarak musallat olduğunu ve insanların hiç bir karşı koyma gücü olmadığını anlatır ki bu da Allah’ın Kahir olduğu anlamına gelir.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 – Allah bize tam musallattır ve eğer bizi özgür bırakıyorsa, O’nun lütfu işareti olan bize verdiği mühlet içindir.

        2 – Melekler varlık aleminin işlerinden sorumludur ve onlara emanet edilen mahluklarla ilgilenir.

        Şimdi, En’am suresinin 62. ayetini dinliyoruz.

        ثُمَّ رُدُّواْ إِلَى اللّهِ مَوْلاَهُمُ الْحَقِّ أَلاَ لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ أَسْرَعُ الْحَاسِبِينَ
        Yani:
        Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur.

        Bu ayet insanoğlunun fani dünyadaki işinin sonunu ve kıyamet gününde yeniden dirilmesi ile ilgili sürece işaret ederken şöyle buyurmakta: Ölümden sonra insanlar Allah’ı geri döner ve amel defterlerine yazılanlara göre hesap verir. Belki bazıları nasıl olur da tarih boyunca gelip geçen bunca insanın amelleri amel defterlerine yazılır ki ona göre cennete veya cehenneme giderler, gibi soruları gündeme getirebilir. Rivayetlere göre yüce Allah tüm insanların hesabına bir anda bakar, nitekim bir anda tüm mahluklarına rızık verir, ama kimse bunu fark etmez.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 – Ancak Allah insanlar hakkında hüküm verebilir, çünkü o mevla ve başkaları kuldur.

        2 – Gerçek mevla sadece Allah’tır ve başkalarının insanların üzerinde velayeti söz konusu olamaz, tabi Allah’ın onlara velayet verdiği anne baba, peygamberler ve evliyalar müstesnadır.

        Şimdi, En’am suresinin 63 ve 64. ayetlerini dinliyoruz.


        قُلْ مَن يُنَجِّيكُم مِّن ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةً لَّئِنْ أَنجَانَا مِنْ هَـذِهِ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ (63) قُلِ اللّهُ يُنَجِّيكُم مِّنْهَا وَمِن كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ أَنتُمْ تُشْرِكُونَ

        Yani:
        De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) sizi kim kurtarır ki? (O zaman) O'na gizli gizli yalvararak "Eğer bizi bundan kurtarırsan andolsun şükredenlerden olacağız" diye dua edersiniz.

        De ki: Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine O'na ortak koşarsınız.


        İnsanlar karanlıktan korktukları ve bu durumu korkunç ve dehşet verici saydıkları için bu yüzden bu ayette Kuran-ı Kerim şöyle buyurmakta: Bir çok kez korku ve paniğe kapılırsınız, ister karada ister denizde. Başkalarından umudunuzu kestiğiniz ve dünyevi bağların sizi kurtarmak için işe yaramadığı bu tür durumlarda fıtratınız gereği Allah’a yönelir ve O’ndan yardım talep edersiniz.

        Bu talebi bazen dille ve bazen de gönülden beyan ediyor ve hatta Allah’a bu durumdan kurtulduğunuz takdirde şükredeceğinizi ve küfürden el çekeceğinizi belirtiyorsunuz. Ancak deneyimler her ne kadar Allah sizleri kurtarırsa kurtulduktan sonra yeniden Allah’ı unuttuğunuzu ve başkalarının peşinden gittiğinizi gösterir. Sanki onlar varlık aleminin tedbirinde Allah’ın ortağıdır.

        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

        1 – Yaşamdaki zorlukların bir sonucu da insanların Allah’a yönelmesi ve şirk ve küfürden uzaklaşmasıdır. Nitekim refah ve bol nimet insanların gafletine yol açar.

        2 – İnsanlar Allah’a karşı sözlerinde vefasızdır ve bu da en kötü nankörlüktür.

        Şimdi, En’am suresinin 65. ayetini dinliyoruz.


        قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلَى أَن يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِّن فَوْقِكُمْ أَوْ مِن تَحْتِ أَرْجُلِكُمْ أَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذِيقَ بَعْضَكُم بَأْسَ بَعْضٍ انظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الآيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ

        Yani:
        De ki: "Allah'ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter." Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!

        İnsanların sorunlarının çözümünde yüce Allah’ın rahmetle davrandığını beyan eden geçen ayetin devamında bu ayet, ilahi kahir ve öfkesine temas ederek şöyle buyurmakta: İlahi sevgi ve gazab yanyanadır. Eğer O’na yönelir ve O’nu talep ederseniz ilahi rahmet ve sevgiden yararlanırsınız ve eğer O’na sırt çevirir ve şirke yönelirseniz, ilahi gazabı satın almış olursunuz ve azab her tarafınızı saracaktır, aşağıdan yukarıdan, sağdan soldan. Tevhitten uzaklaşmak vahdetinizi yok eder ve tefrikaya düşersiniz ki bunun sonucu da savaş ve kanların akmasıdır.

        Nitekim Allah’tan ve emirlerinden uzaklaşma toplumu derin sorunlarla karşı karşıya getirir ki bunun en somut örneği toplumda sınıfsal farklılıklar ve gazi yoksul olmak üzere iki farklı kesimin ortaya çıkmasıdır. Zenginler iktidarı ele geçirerek başkalarına zulmeder ve yoksullar da yoksulluktan kurtulmak için isyan eder ve zenginlere rahat bir nefes aldırmaz. Günümüzde tevhid yolundan çıkan toplumların hem zulüm ve üst kesimin alt kesime dayatmalarda bulunmasına hem de alt kesimin kendi sorumluluklarından kaçışına ve bencilliklere ve güç ve servet hırsına ve sonuçta toplumun içten çöküşüne şahit olmaktayız.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 – Allah’ın gücünden gafil olup kendi gücümüzle kibirlenmeyelim, çünkü eğer onun azabı gelirse hiç kimse bu azaba katlanamaz.

        2 – Tefrika, toplumun düzenini bozan ve savaşlara zemin oluşturan şirkin en şom sonuçlarından biridir.

        Yorum


          Ynt: Nura Giden Yol

          Nura giden yol ( 203 )

          Bismillahirrahmânirrahîm

          En’am suresinin 66 ve 67. ayetleri:


          وَكَذَّبَ بِهِ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّ قُل لَّسْتُ عَلَيْكُم بِوَكِيلٍ (66) لِّكُلِّ نَبَإٍ مُّسْتَقَرٌّ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

          Yani:
          Kur'an hak olduğu halde kavmin onu yalanladı. De ki: Ben size vekil (kefil) değilim.

          Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında siz de gerçeği bileceksiniz.


          Allah resulünün insanları Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakındıran ve bunun dünya ahiret getireceği olumsuz sonuçları konusunda uyaran geçen ayetlerin devamında bu ayetler şöyle buyurmakta: Ey Peygamber, Kureyş kavmi senin bu sözlerini benimsemez ve kıyamet gününü inkar eder. Oysa kıyamet haktır ve Kuran-ı Kerim sürekli ona işaret etmiştir. Onlara de ki sen ilahi vahiyi tebliğ etmekle görevlisin, onları iman etmeye mecbur etmekle değil. Esas karar vermesi gereken ve benim sözlerimi kabul veya reddetmesi gereken sizlersiniz.

          Ayet şöyle devam etmekte: Allah veya resulünün azabın inmesi ile ilgili size söyledikleri, zamanında gerçekleşecektir ve siz de yakında onu göreceksiniz, o zaman bu kadar acele etmeyin ve zannetmeyin ki semavi hakikati inkar eder etmez azab nazil olur.

          Çünkü Allah kullarına mühlet verir ki dönüş yolları açık olsun.

          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

          1 – Peygamberin hakkaniyetini inkar edenler gerçekte hakkı anlıyor, ama tekzip ediyor ve bu yüzde sonuçlarına katlanması gerekiyor.
          2 – Muhalifleriln tekzip veya inkar etmeleri Kuran-ı Kerim’in hakkaniyetini etkilemez, hatta inkar edenlerin sayısı çok olsa bile.

          Şimdi,En’am suresinin 68. ayetini dinliyoruz.


          وَإِذَا رَأَيْتَ الَّذِينَ يَخُوضُونَ فِي آيَاتِنَا فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتَّى يَخُوضُواْ فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ وَإِمَّا يُنسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلاَ تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرَى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ

          Yani:
          Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma.

          Muhatabı İslam peygamberi ve müslümanlar olan bu ayet İslam peygamberine hitaben nazil olmuş ki önem ve hassasiyetini daha iyi kavrasın.

          Yüce Allah bu ayette şöyle buyurmakta:

          Kuran-ı Kerim ayetleri ile alay eeden ve ilahi hükümleri aşağılayan bir meclise girdiğinizde evvela sözü değiştirmeye çalışın ve eğer yapamıyorsanız o meclisi terkedin ve münkirlerin sizin huzurunuzda Allah dini ile alay etmelerine izin vermeyin ve eğer bu hükmü unutup o mecliste oturduysanız hatırlar hatırlamaz meclisi terkedin ve başkalarının konuşmasının ortasında meclisi terk etmek ayıp olur demeyin.

          Bu ayet açık bir şekilde müslümanları içinde günah işleyen bir mecliste günahkar insanlarla oturmaktan men ediyor ve şöyle devam ediyor: Eğer fark etmesen ve böyle bir bir oturuma katılırsan ya sözü emir maruf ve nahyi münkir yaparak değiştir, ya da meclisi protesto ederek çık git, hatta yakınların o mecliste olsa bile.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 – Dini mukaddesata karşı bağnaz ve cesaretli olmalı ve düşmanların dini mukaddesatımızla alay etmelerine izin vermemeliyiz.

          2 – Günah meclisini terk etmek ve günahkarlara karşı tepki vermek, münkirden men etme yöntemlerinden biridir.

          Şimdi,En’am suresinin 69. ayetini dinliyoruz.

          وَمَا عَلَى الَّذِينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِم مِّن شَيْءٍ وَلَـكِن ذِكْرَى لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
          Yani:
          Takvâ sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat belki korunurlar diye hatırlatmak gerekir.

          Günah işlenen meclislerden uzak durmayı emreden geçen ayetin devamında bu ayet şöyle buyurmakta: Kuşkusuz uyarmak veya irşad etmek amacı ile bu tür meclislere katılanlar onların günahına ortak değildir, çünkü onların amacı günaha ortaklık etmek değil.

          Doğal olarak herkes ben onları ıslah etmek için meclislerine katıldım diyemez, çünkü belki de onlarını arasına karışmış ve günaha ortaklık etmiş edebilir. Dolaysıyla ancak takvalı olan ve bu tür kesimlerden etkilenmeyen ve onları etkilemesi muhtemel olanlar bu tür meclislere katılabilir.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 – Günah işleyen insanlardan uzak durmak gerekir ki bu tür bir takva insanları günah karşı sigorta eder.

          2 – Bazı pak insanları sapkınlara cevap vermek için hazırlıklı olmalı ve onların oturumlarına katılmalıdır.

          Şimdi, En’am suresinin 70. ayetini dinliyoruz


          وَذَرِ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ دِينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِهِ أَن تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْ لَيْسَ لَهَا مِن دُونِ اللّهِ وَلِيٌّ وَلاَ شَفِيعٌ وَإِن تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لاَّ يُؤْخَذْ مِنْهَا أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ أُبْسِلُواْ بِمَا كَسَبُواْ لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ


          Yani:
          Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri (bir tarafa) bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felâkete dûçar olmaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne dost vardır, ne de şefaatçı. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günahlar) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.

          Sapıklardan ve meclislerden uzak durmayı tavsiye eden geçen ayetlerin devamında bu ayet İslam peygamberine hitaben şöyle buyurmakta: Bu tür insanlarla ilişkilerinizi kesin ve onların yaptıklarından nefret ettiğinizi ifade edin. Bundan önce onları gerektiği ölçüde irşad ederek hak sözünü duyurun, lakin eğer inat etemye devam eder ve çirkin amellerinden el çekmeyecek olurlarsa onları kendi haline bırakın.
          İşin ilginç tarafı dünyaperestlik ve dünyayı talep etmek dindar insanlar açısından sadece bir oyun iken dünya peşinde koşanlar dini ve din ahkamını oyun ve eğlence sebebi görüyor.

          Bunlar hem kendi fıtratları hem de Allah resulü ve semavi ayetlerle alay ediyor ve bu işin akibetinden kormuyor.

          Kimileri de bu ayetlerin gerçekte müşriklerin daha çok oyuna ve eğlenceye benzeyen bir takım durumları kendi din ve inançları haline getirdiğini ve bunlarla gurur duyduğunu ve bu yüzden hak sözü duymak istemediklerini belirtiyor.

          Her halükarda müminlerin hakkı anlayan lakin kabul etmek istemeyenlere karşı görevi onlardan uzak durmak ve onların sapkınlıklarına ortak olmamaktır.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 – İslami toplumda din ile alay edenler dışlanmalı ve boykot edilme, böylece sapkınlıklarını toplumda yaymaları engellenmelidir.

          2 – Dünyaya bağımlı olmak din ve ahkamı ile alay etmeye ve bazen Allah hükmünü inkar etmeye veya onlara gerekçe üretmeye vesile olur.

          Yorum


            Ynt: Nura Giden Yol

            Nura giden yol ( 204 )

            Bismillahirrahmânirrahîm

            En’am suresinin 71 ve 72. ayetleri.


            قُلْ أَنَدْعُو مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَنفَعُنَا وَلاَ يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلَى أَعْقَابِنَا بَعْدَ إِذْ هَدَانَا اللّهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاطِينُ فِي الأَرْضِ حَيْرَانَ لَهُ أَصْحَابٌ يَدْعُونَهُ إِلَى الْهُدَى ائْتِنَا قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَىَ وَأُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ (71) وَأَنْ أَقِيمُواْ الصَّلاةَ وَاتَّقُوهُ وَهُوَ الَّذِيَ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

            Yani:
            De ki: Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise: "Bize gel! " diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (inkârcılığa) mı döndürüleceğiz? De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir.

            Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir.

            "Namazı dosdoğru kılın ve Allah'tan korkun" (diye de emredildik). O, huzuruna varıp toplanacağınız Allah'tır.


            Geçen bölümlerde müşriklerin ve putperestlerin yeni müslüman olan insanları imanlarından vaz geçirmek için sürekli onları kendi inancına davet ettiğini ve İslam peygamberi ve Kurani tealim ile alay ederek müslümanları kendi saflarına çekmeyi amaçladığını anlattık. Bu ayet ise Allah resulüne onlara kesin bir şekilde şöyle karşılık vermesini istiyor: Acaba Allah yerine bizlere hiç bir yararı olmayan veya zarar bile veremeyen başka eşyalara veya kimselere mi yönelmemizi istiyorsunuz? Bunun dışına müslümanlar geçmişte bir ömür putperest olarak yaşamıştır ve bu gün bir adım ileri atarak maddi eşyalara tapmaktan vaz geçmişken putperestliğe dönmeleri gerçekte karanlığa saplanmaktır ve bu süreçte hiç bir gelişme ve kemale erme de görünmemektedir.

            Cahiliye döneminde araplar çölde yolunu kaybeden ve şaşkına dönen insanların yollarda pusu kuran şeytanların ve cinlerin yüzünden bu duruma düştüğünü zannediyordu. Kuran-ı Kerim de onların bu inancını kendilerine örnek olarak kullanırken şöyle buyuruyor: Tevhitten şirke dönmek şeytanların pusu kurduğu karanlık ve tehlikeli bir yola düşmek gibidir. Sapkınlıklardan ve şaşkınlıklardan tek kurtuluş yolu, Allah’a ve emirlerine teslim olmaktır, çünkü insanların işinin sonu da Allah’ın elindedir ve O’nun rızasını kazanmak, insanların saadete kavuşmasında etkilidir.

            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

            1 – Putlar ne zadi değere sahiptir ne de bize zarar veye yarar sağlayabilir, o zaman onlara tapmanın hiç bir anlamı olamaz.

            2 – Tüm varlık Allah’a karşı teslimdir. Biz de Allah’a teslim olarak varlığa uymalıyız.

            Şimdi,En’am suresinin 73. ayetini dinliyoruz.


            وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحَقِّ وَيَوْمَ يَقُولُ كُن فَيَكُونُ قَوْلُهُ الْحَقُّ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّوَرِ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ

            Yani:
            O, gökleri ve yeri hak (ve hikmet) ile yaratandır. "Ol!" dediği gün herşey oluverir. O'nun sözü gerçektir.

            Sûr'a üflendiği gün de hükümranlık O'nundur. Gizliyi ve açığı bilendir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.


            Geçen ayetlerde Allah’a ve emirlerine teslim olmak vurgulanırken u ayet bu konuyu onaylamak üzere şöyle buyurmakta:

            Yoska varlığın başlangıcı ve sonunun O’nun elinde olduğunu kabul etmiyor musunuz? O gökleri ve yeri yarattı ve kıyamet gününün yaratanı da O’dur. O hem alemin yaratanıdır, hem de alemin tüm herşeyine hakimdir ve bu yüzden siz insanlar da O’na itaat etmeli ve O’nun yolunda adım atmalısınız. O varlığı hakka göre yarattı ve sözü de haktır ve hakka uygun yargıda bulunur.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 – Varlığın yaratılışı hedefli ve hikmete göredir ve yüce Allah herşeyi maslahata göre yaratmıştır.

            2 – İlahi hüküm ve emirler ilim ve hikmete göredir ve hakimiyet de hikmete göre olmalıdır.

            Şimdi,En’am suresinin 74. ayetini dinliyoruz.


            وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لأَبِيهِ آزَرَ أَتَتَّخِذُ أَصْنَامًا آلِهَةً إِنِّي أَرَاكَ وَقَوْمَكَ فِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ

            Yani:

            İbrahim, babası Âzer'e: Birtakım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum, demişti.


            Bu ayet ise İslam peygamberine putlar hakkında şöyle buyurmakta: Zennetme ki putperestlik sadece Mekke halkının yoludur.

            İbrahim döneminde de bazı insanlar putperestti, nitekim Hz. İbrahim kavminin büyüğü ve onu yetiştiren Azer’e şöyle dedi: Sizler nasıl cansız putları kendi Rabbiniz sanıyor ve onlara tapıyorsunuz. Bu yaptığınız sapkınlığın ta kendisidir.

            Azer, Hz. İbrahim’in babası değil, amacası idi, lakin İbrahim’i büyüttüğünden onun gözünde babası gibiydi ve bu yüzden Azer için baba terimi kullanılmıştır.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 – Evlatlar ebeveynlerinin inancını benimsemek zorunda değildir. Onlar kendi mantıkları ve akıllarına göre hareket ederek batıl inançları bir kenara itebilir ve hatta ebeveynlerini irşad edebilir.

            2 – Batıl gelenekler gerçi binlerce yıl mazisi olsa bile, mantıkla bağdaşmadığından geçersizdir. Hakkın kriteri mantıktır, uzun geçmiş veya çoğunluk değil.

            Yorum


              Ynt: Nura Giden Yol

              Nura giden yol ( 205 )

              Bismillahirrahmânirrahîm

              En’am suresinin 75. ayetine kulak veriyoruz.

              وَكَذَلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ
              Yani:
              Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.

              Geçen bölümde Hz. İbrahim’in mantık ve delillere dayanarak kendi kavminin batıl inançları ile mücadeleye kalkıştığını ve putlardan ve putperestlerden nefret ettiğini açıkladığını anlattık. Bu ayet ise şöyle buyurmakta: İbrahim’in putperestliğe karşı kesin tavırı, ona gökler ve yer yüzü ile ilgili önemli hakikatleri öğretmemize ve onun da varlığın batınını görerek herşeyin Allah’ın mülkiyetinde olduğuna ve mutlak hakimin Allah olduğuna inanmasına sebep oldu.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 – Kim hakkı tanır ve başkalarını ona davet ederse Allah da onun hidayetini arttırır, öyle ki melekuti bakışa sahip olur.

              2 – Sadece dış görünüşe bakmamak gerekir. Varlığın Allah ve insanlarla ilişkisini unutmamak gerekir.

              Şimdi,En’am suresinin 76. ayetini dinliyoruz.


              فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ اللَّيْلُ رَأَى كَوْكَبًا قَالَ هَـذَا رَبِّي فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لا أُحِبُّ الآفِلِين

              Yani:

              Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi.


              Hz. İbrahim çağında putperestliğin yanı sıra yıldızlar, ay ve güneş gibi semavi cisimlere yönelik ilgi de büyüktü ve insanlar gezegenlerin dönmesinin onların kederinde etkili olduğuna inanırdı. Nitekim günümüzde de edebi metinlerde bu tür tabirler kullanılır ve örneğin falanca kişinin şans yıldızı doğdu veya gök yüzünde bir tek yıldızım bile yok gibi ifadeler yer alır.

              Hz. İbrahim bu tür bir düşünceye karşı özel bir yöntemle yaklaşıyor ve kendini diğer insanlar gibi gösteriyor ve onlar gibi yıldızlara, aya ve güneşe gönül bağlıyor ve onları Rab gibi görüyor, lakin yıldızlar sürekli doğup battığını görünce batan bir şeyin tapılmaya layık olmadığını dile getiriyor. Bir başka ifade ile Hz. İbrahim şunu demek istiyor: Böyle bir Rab zaten doğaya mahkumdur ve doğaya hakim olamaz ki benim kaderime hakim olsun.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 – Davetin bir yöntemi de sapkın insanlar gibi davranmak ve onları kendi mantıkları ile yola getirmektir.

              2 – Mabut, insanın sevdiği olmalıdır, çünkü tapmak, insanın gönlünden gelen bir şeydir, hissinden veya aklından değil.

              Şimdi,En’am suresinin 77 ve 78. ayetlerini dinliyoruz.


              فَلَمَّا رَأَى الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هَـذَا رَبِّي فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَئِن لَّمْ يَهْدِنِي رَبِّي لأكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّالِّينَ (*) فَلَمَّا رَأَى الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هَـذَا رَبِّي هَـذَآ أَكْبَرُ فَلَمَّا أَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ إِنِّي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ

              Yani:
              Ay'ı doğarken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum, dedi.

              Güneşi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.


              Yıldızlara tapmayı reddeden geçen ayetlerin devamında bu ayet ay ve güneşe tapılması meselesine değinerek şöyle buyurmakta:

              Hz. İbrahim diğer insanlar gibi ayı ve güneşi görünce taptığını dile getirdi ve hatta güneşe daha büyük olduğu için daha fazla ilgi gösterdi. Lakin ay ve güneş batarken insanları bu tür cisimlerin doğmaya ve batmaya mahkum olduğunu ve bu yüzden mabut olamayacaklarını söyledi.

              Hz. İbrahim insanları izledikleri yolun sapkınların yolu olduğunu ve kendisinin de bunlara tapması durumunda sapkınlardan olacağını belirtti ve neden bunları Allah’a ortak koştuklarını sordu, çünkü bunların kendilerinden hiç bir gücü yoktu.

              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

              1 – Fıtratları uyandırmak ve düşünceleri harekete geçirmek, peygamberlerin çağrı yöntemlerindendir.

              2 – Sapkın düşüncelerle mücadelede adım adım hareket etmek gerekir, Hz. İbrahim’in ilkin yıldızları, ardından ayı ve en son güneşi reddetmesi gibi.

              Şimdi,En’am suresinin 79. ayetini dinliyoruz.


              إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ

              Yani:
              Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.

              Hz. İbrahim putlara veya yıldızlara, aya ve güneşe tapanlara karşı fıtri ve mantıklı delillerinin sonunda şöyle buyurmakta:

              Bu cisimlerin hiç biri benim Rabbim olamaz. Benim Rabbim, beni yaratan ve bu cisimleri yaratandır. O, gökleri ve yeri yarattı.

              Hak ve doğru yol peşinde olan ben hiç bir şirk ve sapkınlığa kapılmaksızın O’na yöneldim ve O’na gönül bağladım.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 – Ne zaman hak bize aşikar olursa, kesin bir dille ilan etmeli ve batıldan uzaklaşmalıyız.

              2 – Şirkten uzak durmak, insanların her işte Allah’a yönelmeleri ile olur ve her türlü eşyaya veya başkalarına yönelmek, tevhitten uzaklaşmak ve şirk alanına girmektir.

              Yorum


                Ynt: Nura Giden Yol

                Nura giden yol ( 206 )

                Bismillahirrahmânirrahîm

                En’am suresinin 80. ayeti:


                وَحَآجَّهُ قَوْمُهُ قَالَ أَتُحَاجُّونِّي فِي اللّهِ وَقَدْ هَدَانِ وَلاَ أَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِهِ إِلاَّ أَن يَشَاء رَبِّي شَيْئًا وَسِعَ رَبِّي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا أَفَلاَ تَتَذَكَّرُونَ

                Yani:
                [color=purple]Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim'in bir şey dilemesi hariç.

                Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hâla ibret almıyor musunuz?

                Geçen bölümde Hz. İbrahim’in putperestlerle ay, güneş ve yıldızlara tapmakta bir olduğunu ve onlar gibi bunlar benim Rabbim dediğini, fakat daha sonra fıtri ve doğal bir tepki vererek bu cisimlerin insan kaderinde etkisi olamayacağını ve insanları Rabbi olmadığını belirttiğini anlattık. Hz. İbrahim daha sonra net bir şekilde gökleri ve yeri yaratan Allah’ın onun Rabbi olduğunu ve kaderinin O’nun elinde olduğunu ve o da sadece Allah’a taptığını söyledi.

                Bugün Hz. İbrahim’in kavminin o hazrete karşı sert tepkisini ve onu izlemedikleri gibi bir de kendi inançlarına davet ederek tevhitten el çekmesini istediklerini anlatacağız.

                Ancak Hz. İbrahim onlara şöyle karşılık verir: Ben nasıl Rabbimden el çekebilirim.

                Oysa O kendini bana tanıttı ve hidayete erdirdi. Nasıl O’nu tanıdığım halde bırakıp sizin batıl ve hurafe inancınıza yöneleyim.

                Hz. İbrahim şöyle devam ediyor: Eğer şirk ve küfürle mücadelede bana bir zarar gelirse zannetmeyin ki sizin putlarınızdandır.

                Bu zarar bile benim Allah’ım tarafındandır, çünkü hiç bir şey O istemeden gerçekleşmez, çünkü sadece Allah her şeye musallat ve her şeyi bilendir.

                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 – Muvahhid insan hiç bir şeyden korkmaz ve hatta tüm insanlar kafir olsa bile tevhid inancından el çekmez.

                2 – Allah’a iman işaretlerinden biri de Allah’tan başkasından korkmamaktır.

                Şimdi,
                En’am suresinin 82. ayetini dinliyoruz.


                وَكَيْفَ أَخَافُ مَا أَشْرَكْتُمْ وَلاَ تَخَافُونَ أَنَّكُمْ أَشْرَكْتُم بِاللّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا فَأَيُّ الْفَرِيقَيْنِ أَحَقُّ بِالأَمْنِ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ

                Yani:
                Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki guruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?"


                Bu ayette Hz. İbrahim fıtri bir delile dayanarak şöyle buyurmakta: Siz müşrikler Allah’ın dünyada ve ahiretteki öfkesinden korkmaz ve kendinizi güvende hissedersiniz, üstelik benden sizin putlarınızın hışmından korkmamı istiyorsunuz. Oysa sizi ve varlığı yaratan Allah bu putlara tapmak için hiç bir akli veya fıtri delil nazil etmemiştir. O zaman akıl bana, sizin putların öfkesinden korkmam yerine Allah’ın öfkesinden korkmamı ve böylece kıyamet gününde güvende olmamı emrediyor. Sizler kesin bir gerçeği bir kenara iterek muğlak bir şeyin peşinden gidenlersiniz.

                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 – Dini inanç ve düşünceler mantık ve delile dayanması gerekir, kuruntu ve hayalleri değil.

                2 – Din karşıtları ile soru cevap şeklinde tartışmalı ve kesin kararname gibi şeyleri yayınlamaktan kaçınmalıyız. Örneğin onlara sizin mi yoksa bizim düşünce ve inancımız hakikate daha yakındır, şeklinde sormalıyız.

                Şimdi
                En’am suresinin 82. ayetini dinliyoruz.

                الَّذِينَ آمَنُواْ وَلَمْ يَلْبِسُواْ إِيمَانَهُم بِظُلْمٍ أُوْلَـئِكَ لَهُمُ الأَمْنُ وَهُم مُّهْتَدُونَ
                Yani:
                İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.

                Kuran-ı Kerim Hz. İbrahim ile kavmi arasında geçen tanışmanın ardından Hz. İbrahim’in kendi kavminden sorduğu ve cevapsız kalan soruya şu şekilde karşılık veriyor: Kıyamet gününde ancak salih insanlar güvende olur.

                Çünkü onlar hem imanları sağlam olup şirk ve küfre sapmamış, hem da amellerinde zulüm ehli olanlardan olmamıştır.
                Bu ayŞimdi,eti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 – İmanı korumak imanın kendisinden daha önemlidir. Hak yolunda sabit ve kararlı olmak, imanın bekasının gereğidir.

                2 – Gerçek güven gerçek iman sayesinde olur, üstelik hiç kimsenin güvende olmadığı bir günde.

                Simdi En’am suresinin 83. ayetini dinliyoruz.


                وَتِلْكَ حُجَّتُنَا آتَيْنَاهَا إِبْرَاهِيمَ عَلَى قَوْمِهِ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَّن نَّشَاء إِنَّ رَبَّكَ حَكِيمٌ عَلِيمٌ

                Yani:
                İşte bu, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delillerimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz.

                Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkiyle bilendir.


                Hz. İbrahim ve kavminin macerasının sonunda yüce Allah şöyle buyurmakta: Kavmi ile bu tarz delil sunmasını Hz. İbrahim’e biz öğrettik. Bu vahiylere ve akla dayanan bir tarzdır ki peygamberler insanlara gösterir. İnsanlar da kendi akılları ile bunu anlar.

                Hz. İbrahim’e peygamberlik ve risalet mevkiini de hikmetimize göre verdik, çünkü insanlar rehbere ve örneği ihtiyacı vardır ve bunun için toplumun en iyileri seçilmesi gerekir. Hiç kimse boş yere peygamber olamaz.

                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 – Sosyal düzenlerde terfi almak ve yükselmek ilim ve hikmete göre olmalıdır.

                2 – Peygamberlerin çağrılar taklide göre değil, delillere göre gerçekleşmiştir.

                Yorum


                  Ynt: Nura Giden Yol

                  Nura giden yol ( 207 )

                  Bismillahirrahmânirrahîm

                  En’am suresinin 84 ila 87. ayetleri.


                  وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ كُلاًّ هَدَيْنَا وَنُوحًا هَدَيْنَا مِن قَبْلُ وَمِن ذُرِّيَّتِهِ دَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ وَأَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسَى وَهَارُونَ وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (*) وَزَكَرِيَّا وَيَحْيَى وَعِيسَى وَإِلْيَاسَ كُلٌّ مِّنَ الصَّالِحِينَ (*) وَإِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًا وَكُلاًّ فضَّلْنَا عَلَى الْعَالَمِينَ (*) وَمِنْ آبَائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَإِخْوَانِهِمْ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ


                  Yani:
                  Biz O'na İshak ve (İshak'ın oğlu) Yakub'u da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve O'nun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik; Biz iyi davrananları işte böyle mükâfatlandırırız.

                  Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da (doğru yola iletmiştik). Hepsi de iyilerden idi.

                  İsmail, Elyesa', Yunus ve Lût'u da (hidayete erdirdik). Hepsini âlemlere üstün kıldık.

                  Onların babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarına da (üstün meziyetler verdik). Onları seçkin kıldık ve doğru yola ilettik.


                  Geçen bölümde Hz. İbrahim’in kendi kavmini tevhide davet ve şirk ve putperestlikten uzaklaşmalarını sağlamak için uyguladığı planı anlattık. Bu ayetler tevhid inancının Hz. İbrahim’in soyu üzerindeki etkisini anlatırken şöyle buyurmakta:

                  İbrahim’e, hepsi özel ilahi hidayetten yararlanan ve nübüvvet mevkiine ulaşan ve onların soyundan gelenlerin de aynı mevkiye ulaşan evlatlar verdik.

                  Bu ayetlerde 18 peygamberin adı zikrediliyor ki Hz. Nuh gibi bazıları Hz. İbrahim’den önce gelmişti ve diğer bazıları da Hz.

                  İbrahim’in soyundandır. Gerçi bu ayetlere göre Hz. İbrahim’in bazı evlatları nübüvvet mevkiine ulaştı, lakin bunun kriteri bir başka peygamberinin evladı olmak değildir. Nitekim bu ayetlerde de vurgulandığı gibi onların peygamber olarak seçilmelerinin sebebi pak ve salih insanlar olmasıydı ve bu yüzden yüce Allah onları kendi çağında yaşayan insanlara peygamber olarak gönderdi.

                  Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 – Ebeveynlerin iyi amelleri, onların soyunun gelişmesi ve hidayete ermesinde etkilidir. Bir çok iyi amelin mükâfatı ebeveynler hayattayken verilmez ve yüce Allah bu mükafatları onların soyundan gelenlere verir.

                  2 – Salih evlat, yüce Allah’ın pak ve salih kullarına verdiği bir hediyedir.

                  Şimdi,
                  En’am suresinin 88. ayetini dinliyoruz.


                  ذَلِكَ هُدَى اللّهِ يَهْدِي بِهِ مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَلَوْ أَشْرَكُواْ لَحَبِطَ عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

                  Yani:

                  İşte bu, Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini ona iletir. Eğer onlar da Allah'a ortak koşsalardı yapmakta oldukları amelleri elbette boşa giderdi.


                  Bu ayet peygamberlerin yüce Allah tarafından özel hidayete kavuştuklarını anlatırken şöyle buyurmakta:

                  Allah maslahat bildiği salahiyetli herkesi özel hidayete erdirir ve onu risalet görevi ile görevlendirir. Kuşkusuz bu tür insanlar sürekli iyi olmaya zorlanmamıştır ve eğer Allah’a şirk koştularsa bu mevkilerini kaybetmiştir.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 – Gerçek ve nihai hidayet yüce Allah’ın elindedir ve hatta peygamberlerin kendilerinden hidayete erme gücü yoktur ve ancak yüce Allah tarafından hidayette kemale erebilir.

                  2 – İlahi sünnette ayrımcılığa yer yoktur ve hatta peygamberler bile batıl yola saptıklarında cezalandırılır.

                  Şimdi,
                  En’am suresinin 89. ayetini dinliyoruz.


                  Yani:
                  İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer onlar (kâfirler) bunları inkâr ederse şüphesiz yerlerine bunları inkâr etmeyecek bir toplum getiririz.

                  Peygamberlerin özel hidayete ermelerini anlatan geçen ayetin devamında bu ayet şöyle buyurmakta: Nübüvvet mevkii ve semavi kitabın yanı sıra biz peygamberlere hükümet ve hükmetme mevkiini verdik ki insanların arasında semavi kanunları uygulasın ve ihtilafları çözümlesinler.

                  Ayetin devamında İslam Peygamberi teselli ediliyor ve bir çok insanın tarih boyunca küfre saparak tekzip etmiş olmalarından kaygılanmamasını, çünkü diğer bir grubun iman ederek imanlarını koruduklarını buyuruyor.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 – Hükümet ve yargı, peygamberlerin ve ilahi liderlerin haklarından sayılır.

                  2 – Hakkaniyet kriteri insanları kabul edip etmemesi değildir. Eğer bazıları küfre sapıyorsa kendi inancımızda kuşkuya kapılmamalıyız.

                  Şimdi,En’am suresinin 90. ayetini dinliyoruz.


                  Yani:
                  İşte o peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De ki: Ben buna (peygamberlik görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu (Kur'an) âlemler için ancak bir öğüttür.

                  Bu ayette ise yüce Allah şöyle buyurmakta: Ey peygamber senin risaletin de önceki peygamberlerin risaletinin devamıdır ve bundan ayrı değildir. Bu yüzden insanlara de ki ben de geçmiş peygamberlerin yolunu izliyorum ve yeni bir şey getirmedim ve bu davetimden amacım sizi irşat etmek ve uyarmaktan başka bir şey değildir ve bunun için sizden ne para istiyorum ne de başka bir beklentim var.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 – Geçmiş dinlerin feshedilmesi, geçmiş peygamberlerin davetlerinin batıl olduğu anlamında değildir. Tüm tevhid dinlerinin ruhu birdir ve sadece şeriatları ve pratik yöntemleri farklıdır.

                  2 – Peygamberlerin çağrı yöntemi uyarmak ve irşat etmektir, insanları zorlamak değil.

                  3 – Peygamberlerin davetlerinde maddi ve dünyevi amaç yoktur ve din tebliğcileri de böyle olmalıdır.

                  Yorum


                    Ynt: Nura Giden Yol

                    Nura giden yol ( 208 )

                    Bismillahirrahmânirrahîm

                    [color=purple]En’am suresinin 91. ayeti.dinliyoruz.


                    وَمَا قَدَرُواْ اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِذْ قَالُواْ مَا أَنزَلَ اللّهُ عَلَى بَشَرٍ مِّن شَيْءٍ قُلْ مَنْ أَنزَلَ الْكِتَابَ الَّذِي جَاء بِهِ مُوسَى نُورًا وَهُدًى لِّلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاطِيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثِيرًا وَعُلِّمْتُم مَّا لَمْ تَعْلَمُواْ أَنتُمْ وَلاَ آبَاؤُكُمْ قُلِ اللّهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ

                    Yani:
                    (Yahudiler) Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü "Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi" dediler. De ki: Öyle ise Musa'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur'an'da) size öğretilmiştir. (Resûlüm) sen "Allah" de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!

                    Yahudilerden bazıları Tevrat’ın Hz. Musa’ya nazil olduğuna inandıkları halde İslam peygamberine karşı inat ettiler ve şöyle dediler: Allah’ın bir beşere vahiy nazil etmesi ve ona kitap göndermesi mümkün değil. Kuran-ı Kerim onlara şöyle karşılık vermekte: Nasıl olur da sizler Tevrat’ın Musa’ya nazil olduğuna inanırsınız, ancak Kuran-ı Kerim’in Muhammed’e nazil olduğuna inanmazsınız? Sizin neyiniz varsa Tevrat’tandır ve din konusunda her bildiğiniz yine bu kitaptandır, gerçi Tevrat’tan yararınıza olmayan bölümleri gizliyor ve açıklamıyorsunuz. Ama yine de Tevrat’ı Allah’ın kitabı biliyorsunuz.

                    Ayetin sonunda İslam peygamberine şöyle buyurmakta: Ey peygamber onların cevabını ver, fakat onlar iman etmedi diye üzülme.

                    Allah’a tevekkül et, çünkü bu sana yeter ve bu boş lafları söyleyenleri kendi haline bırak.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 – Peygamberleri inkar etmek gerçekte ilahi nimetlere nankörlük etmektir. Çünkü nübüvvet, ilahi rahmet ve hikmet gereğidir.

                    2 – Peygamberlerin görevi insanları irşad etmek ve uyarmaktır, onları zorla iman ettirmek değil. İman etmeyenleri kendi haline bırakmak gerekir.

                    Şimdi,
                    En’am suresinin 92. ayetini dinliyoruz.


                    وَهَـذَا كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُّصَدِّقُ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَهُمْ عَلَى صَلاَتِهِمْ يُحَافِظُونَ

                    Yani:
                    Bu (Kur'an), Ümmu'l-kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Âhirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam ederler.

                    Yahudilerin İslam peygamberine karşı inatçı tutumuna değinen geçen ayetin devamında bu ayet şöyle buyurmakta:

                    Gerçi siz Tevrat ehli olanlar Kuran-ı Kerim’e iman etmiyorsunuz, lakin Kuran-ı Kerim, Tevrat’ı inkar etmez ve bu kitabın Allah tarafından Hz. Musa’ya nazil olduğunu tasdik eder.

                    Ayetin devamında İslam peygamberine şöyle buyurmakta: Kuran-ı Kerim’i sana nazil ettik ki en başta Mekke halkını ve ardından diğer yörelerin insanlarını bu kitabın yardımı ile hidayete erdiresin. Ancak bil ki tüm insanlar sana ve kitabına iman etmez. Senin sözlerini ancak varlığın şu maddi dünya ile sınırlı görmeyenler ve bu dünyadan sonra da bir başka dünyanın varlığına ve ölümün insanların yaşamının sonu olmadığına inananlar kabul eder. Onlar hem sana ve hem kitabına iman eder ve hem de namaz ve dua iel Allah katına yönelir.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 – Geçmiş dinleri feshetmek onların batıl olduğu anlamında değil, sadece onlara amel etme döneminin sona erdiği anlamındadır.

                    Kuran-ı Kerim ve İslam tüm geçmiş semavi dinleri onaylar ve tasdik eder.

                    2 – Namaz bir müslümanın pratik davranışının en açık örneğidir ve o olmadan iman tam olamaz.

                    Şimdi,
                    En’am suresinin 93. ayetini dinliyoruz


                    وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أَوْ قَالَ أُوْحِيَ إِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَن قَالَ سَأُنزِلُ مِثْلَ مَا أَنَزلَ اللّهُ وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلآئِكَةُ بَاسِطُواْ أَيْدِيهِمْ أَخْرِجُواْ أَنفُسَكُمُ الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنتُمْ عَنْ آيَاتِهِ تَسْتَكْبِرُونَ

                    Yani:
                    Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahy edilmemişken "Bana da vahyolundu" diyenden ve "Ben de Allah'ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim" diyenden daha zalim kim vardır! O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: "Haydi canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!" derken onların halini bir görsen!


                    Tarih boyunca nübüvvet iddiasında bulunan ve kendilerine vahiy nazil olduğunu ileri süren sahtekârlar olmuştur.

                    İşin ilginç tarafı bu sahtekârlardan bazılarının İslam peygamberinin çağında ortaya çıkması ve o hazrete karşı nübüvvet iddiasında bulunmalarıydı.

                    Bu sahtekârlardan biri de Abd Bin Saad’dı ki başta İslam peygamberine nazil olan vahiylerin katibiydi, fakat bir ihanet yüzünden İslam Peygamberi tarafından dışlandı. Abd Bin Saad insanları toplayarak ben de Kuran-ı Kerim gibi ayetleri getirebilirim, iddiasında bulundu.

                    Yine Musilme adında bir şahıs, ikinci halifenin döneminde benzer bir iddiada bulundu, fakat hiç bir halk tarafından benimsenmedi.

                    Bu ayet ise şöyle buyurmakta: Bu tür yalanlar topluma karşı en büyük zulümdür ve bu tür zalimler ölüm sırasında en acı azablarla cezalandırılır.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 – En büyük zulüm kültürel zulümdür çünkü tarih boyunca kuşakların sapmasına neden olur.

                    2 – Sahtekâr insanlara dikkat edelim ki bazen din kisvesinde toplumu saptırmaya çalışırlar.

                    Yorum


                      Ynt: Nura Giden Yol

                      Nura giden yol ( 209 )

                      Bismillahirrahmânirrahîm

                      En’am suresinin 94. ayeti.


                      وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادَى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُم مَّا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَاء ظُهُورِكُمْ وَمَا نَرَى مَعَكُمْ شُفَعَاءكُمُ الَّذِينَ زَعَمْتُمْ أَنَّهُمْ فِيكُمْ شُرَكَاء لَقَد تَّقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنكُم مَّا كُنتُمْ تَزْعُمُونَ

                      Yani:
                      Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve (dünyada) size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış ve (tanrı) sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir.

                      Müşriklerin ölüm anında durumlarını beyan eden geçen ayetlerin devamında bu ayet de şöyle buyurmakta: Dünyadan ayrılırken onlara şöyle hitap edilecektir: Sizler fani dünyada başkalarının peşinden gittiniz ve onlara gönül bağladınız ve hatta kendi kaderinizin onlara bağlı olduğunu düşündünüz. Birçok mal biriktirdiniz ve zannettiniz ki onlar ve bu mallar bir gün sizin işinize yarayacaktır. Ancak bu gün yapa yalnız fani dünyayı terk etmiş ve bize doğru gelmişsiniz. Tüm gönül bağlılıklarınız ve zannettikleriniz yok olmuş. Peki bu gününüz için ne düşündünüz?

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 – Yaşamdan sonra gelen ölüm düzeni toplumsal değil, bireyseldir. Kıyamet gününde tüm ailevi ve sosyal ilişkiler kaybolur.

                      2 – Güç ve servetin hayali olduğu ancak ölüm sırasında anlaşılır.

                      Şimdi,
                      En’am suresinin 95. ayetini dinliyoruz.


                      إِنَّ اللّهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوَى يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّ ذَلِكُمُ اللّهُ فَأَنَّى تُؤْفَكُونَ

                      Yani:
                      Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır, ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde (haktan) nasıl dönersiniz!

                      Geçen ayetin devamında bu ayet, yüce Allah’ın canlıların ölüm ve yaşamı üzerindeki etkisini beyan ederken doğadan bazı örnekler sunuyor. Gerçi tohumu yere eken insandır, lakin o tohumun delinmesi ve içinden bitki yeşermesi Allah’ın işidir ve yine bu sürece katkı sağlayan su, toprak ve hava da Allah’a aittir. Canlı bitkiyi cansız bir tohumdan yeşerten veya canlı ağaçtan cansız çekirdeği çıkaran Allah’tır. İnsanlar aleminde de rivayetlere göre mümin evlat, yüce Allah’ın kafir ebeveynlerin içinden doğan bir canlı yaratık sayılırken kafir evlat da mümin ebeveynden doğan bir ölü gibidir.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 – Doğayı irdelemek ve mahlukların üzerinde odaklanmak, Allah’ı tanımanın en iyi yollarından biridir.

                      2 – Rızkını Allah’tan alan bir insan nasıl olur da Allah’tan başkasına tapabilir?

                      Şimdi,
                      En’am suresinin 96. ayetini dinliyoruz.


                      فَالِقُ الإِصْبَاحِ وَجَعَلَ اللَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ

                      Yani:
                      O, sabahı aydınlatandır. O, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı (vakitlerin tayini için) birer hesap ölçüsü kılmıştır.

                      İşte bu, azîz olan (ve her şeyi) pek iyi bilen Allah'ın takdiridir.


                      Bu ayet yüce Allah’ın sadece tohumlara yaran değil aynı zamanda şafakları söken olduğunu beyan eder. Eğer tohum karanlık toprağın içinde açılıp içinden hayat doğuyorsa, aynı zamanda titiz bir hesapla gece gündüz düzeni de yeryüzü sakinlerine gece vakti istirahat etme ve güneşin doğması ile birlikte uyanmasına yardımcı olmaktadır. Belki de her gün gökyüzünde gördüğümüz en güzel manzara, güneşin doğması ve ısısı ile hayat vermesidir.

                      Yer küre ve ayın güneşin etrafında dönmesi sadece gece gündüzü yaratmıyor, aynı zamanda zamanın akışının sayılması için de en iyi vesileyi oluşturuyor ve insanlara yaşamlarını planlama imkanı sağlıyor.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 – Yaratış nizamı üzerinde düşünmek, Allah’ı tanımanın yoludur.

                      2 – Allah’ın işleri hesap kitap üzerinedir. O’nun yarattıkları da düzene sahiptir. O zaman biz de programlı hareket etmeliyiz, yoksa varlık aleminde uygunsuz bir parça gibi dururuz.

                      Şimdi,
                      En’am suresinin 97. ayetini dinliyoruz.

                      وَهُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُواْ بِهَا فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ قَدْ فَصَّلْنَا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

                      Yani
                      O, kara ve denizin karanlıklarında kendileri ile yol bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Gerçekten biz, bilen bir toplum için âyetleri genişçe açıkladık.

                      Yaşamımızda önemli yeri olan ay ve güneşin yanı sıra yıldızlar da onca çokluğu ve yaygınlığına karşın Allah’ın bu âlemdeki tedbirlerinden biridir ve hala birçokları tanınmamıştır.

                      Kuran-ı Kerim yıldızların da insanlar için yaratıldığını buyururken insan yaşamında birçokları hala gizemini korumaktadır. Bu ayet deniz seyahatleri sırasında yönün yıldızların yardımı ile belirlenmesine temas etmektedir. Geçmişte insanlar yönün tespit edilmesi gibi bu günkü aygıtlardan yoksunken, yıldızlar işi kolaylaştırmıştı.

                      Genelde İslam dini doğanın çeşitli parçalarına ayrı bir önem vermektedir. Örneğin namaz vakti güneşle belirlenir veya ramazan ayının başlangıcı ve son ayın hareketleri ile tespit edilir. Ay ve güneş tutulması ayat namazını gerektirir. Öte yandan kuraklık için de yağmur namazı belirlenmiştir. Bu yüzden islamiyetin büyük alimleri Bağdat, Şam, Kahire, Marağa ve Endülüs’te büyük rasathaneler inşa ederek nücum biliminde büyük başarılara imza atmıştır.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 – Göklerdeki yıldızların düzeni öylesine dakiktir ki onların yardımı ile yeryüzünde yönümüzü belirleyebiliriz.

                      2 – İnsanların yolculuk sırasında rehberler belirleyen Allah’ın onları ömür yolculuğunda yalnız ve rehbersiz bıraktığı düşünülemeze.

                      Yorum


                        Ynt: Nura Giden Yol


                        Nura giden yol ( 210 )


                        Bismillahirrahmânirrahîm


                        En’am suresinin 98. ayeti.



                        وَهُوَ الَّذِيَ أَنشَأَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ قَدْ فَصَّلْنَا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ

                        Yani:
                        O, sizi bir tek nefisten (Âdem'den) yaratandır. (Sizin için) bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır. Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık.

                        Geçen bölümdeki ayetler doğada seyrettikten sonra bu ayet yüce Allah’ın insanları yaratmasına temas ederken şöyle buyurmakta:

                        Allah sizi yaratırken hikmeti gereği sizleri tüm canlılardan ve varlıklardan üstün yaratmıştır. Hepiniz ister erkek ister kadın, ister siyah ister beyaz, hangi ırktan veya soydan olursanız olun bir cinstensiniz ve aynı nefisten yaratıldınız. Kuşkusuz bazılarınız dünyaya gelmiş ve konuşlanmışsınız ve bazılarınız hala dünyaya gelmemiş ve bir emanet gibi anne ve babalarınızın nezdinde korunmaktasınız ta ki zamanı gelince dünyaya geleceksiniz. Nitekim bir kesiminiz de toprağa emanet edilmiş ve mezarlardan çıkmak için kıyamet gününü beklemektesiniz.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 – Tüm insanlar kardeştir ve ırk ayrımı veya sınıfsal farklılıklar anlamsızdır.

                        2 – İnsanların tek bir nefisten yaratılmış olmasına karşın bunca çeşitliliği, yüce Allah’ın azametinin işaretidir.

                        Şimdi,
                        En’am suresinin 99. ayetini dinliyoruz.


                        وَهُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجْنَا بِهِ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَأَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُّخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُّتَرَاكِبًا وَمِنَ النَّخْلِ مِن طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِّنْ أَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ انظُرُواْ إِلِى ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَيَنْعِهِ إِنَّ فِي ذَلِكُمْ لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

                        Yani:
                        O, gökten su indirendir. İşte biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitkiden de kendisinde üst üste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar; üzüm bağları; bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.

                        Geçen ayet tüm insanların tek bir nefisten yaratıldığına temas ederken bu ayet tüm bitkilerin ortak kaynağı olan yağmur suyuna işaret etmektedir. Kuşkusuz hem yağmurun yağması hem de bitkilerin yeşermesi Allah’ın işidir ve insanlar sadece bu işin zeminini oluşturmaktan başka hiç bir rolü yoktur.

                        Bu ayette ayrıca hurma ve üzüm gibi meyvelerin adı anılmaktadır ki bu meyveler, diğer meyvelere nazaran çeşit ve besin değeri bakımından daha üstündür.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 – İnsanların ağaçlar ve meyvelerle ilişkisi sadece maddi ve besin maddesi şeklinde olmamalı, fikri ve tevhid anlayışına dayalı olmalıdır. Beyin de karın gibi bu meyvelerden yararlanmalı ve Allah’ı tanımaya yönelmelidir.

                        2 – İnsanların doğaya bakışı yüzeysel olmamalı, en derinlerine inerek mahluktan yaratana ulaşmalıdır.

                        Şimdi,
                        En’am suresinin 100. ayetini dinliyoruz.


                        وَجَعَلُواْ لِلّهِ شُرَكَاء الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُواْ لَهُ بَنِينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يَصِفُونَ

                        Yani:
                        Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa ki onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Hâşâ! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir.

                        Maalesef İslam dininden önce gelen semavi dinlerin izleyenleri, her biri farklı bir şekilde Allah’a ortak koşmuştur.

                        Hıristiyanlar Hz. İsa’yı ve Yahudiler Hz. Uzeyr’i Allah’ın oğlu sanmıştır. Bunlardan bazıları da melekleri Allah’ın evlatları sanmış, Allah’ı hayır ve şeytanı şer simgesi gören Zerdüştiler de gerçekte böylece şeytanı Allah’tan bağımsız görmüş ve onu varlığın yönetiminde Allah’ın rakibi olarak düşünmüştür. Bazı Araplar da cinlerin Allah’a mensup olduğunu ve onlarla Allah arasında akraba bağı bulunduğunu ileri sürmüştür. Bu ayet bu tür sapkın düşüncelere şöyle cevap vermekte: Cin de sizin gibi Allah’ın mahlûkudur.

                        Esasen Allah’ın ne kızı ne oğlu vardır ki O’na dünya işlerinde ortaklık etsin. Allah dile gelen veya insanoğlunun aklı eren her şeyden üstündür ve tüm beşeri sıfatların arınmıştır. Gerçekte eğer Allah beşerin zihnine sığacak olursa artık beşerin mahlûku olur, oysa O, bizzat beşeri yaratındır.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 – Cehalet, hurafenin köküdür ve inanç konularında insanlar hurafelere göre değil, aklına göre hareket etmesi gerekir.

                        2 – Allah’ın eşi yoktur ki evladı ve bir soyu olsun. Bazılarının Allah’ın evladı olduğunu ileri sürmesi şaşırtıcıdır.

                        Şimdi,
                        En’am suresinin 101 ve 102. ayetlerini dinliyoruz.


                        بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنَّى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُن لَّهُ صَاحِبَةٌ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ وهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ (*) ذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ لا إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ

                        Yani:
                        O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O'dur.

                        İşte Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başka tanrı yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O'na kulluk edin, O her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak tek varlık O'dur).


                        Kuran-ı Kerim bu ayetlerin devamında bir kez daha Allah’ın yegane yaratan olduğuna vurgu yaparken şöyle buyurmakta: O, varlığı yoktan yarattı ve varlığın tüm sırlarını ve özelliklerini en iyi bilendir. O’nun hiç kimseye ihtiyacı yoktur ki siz O’na eş ve çocuk düşünüyorsunuz. O sizi yaratan yegâne Allah’tır, o zaman sadece O’na tapın ve O’ndan başkasına itaat etmeyin.

                        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 – Kuran-ı Kerim’in tanıttığı Allah’ı tahrif edilen kitapların tanıttığı Allah ile mukayese edin, farkı göreceksiniz.

                        2 – Allah’a tapmanın kökü, O’nun yaratıcı oluşuna uzanır. Ancak varlığımız elinde olan Allah, tapılmaya layıktır.

                        Yorum


                          Ynt: Nura Giden Yol

                          Nura giden yol ( 211 )

                          Bismillahirrahmânirrahîm

                          En’am suresinin 103. ayeti.


                          لاَّ تُدْرِكُهُ الأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الأَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ

                          Yani:

                          Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır.


                          Geçen bölümde Allah’ın sıfatları sayan ayetleri irdeledik. Bu sıfatlar Allah’ın putlardan ve insanların ortak koştuğu diğer şeylerden ayırt edilmesini sağlıyor. Bu ayet de yüce Allah’ın bir başka özelliğine temas ederken şöyle buyurmakta:

                          İnsanların sadece gözleri değil, hatta akılları bir Allah’ın zatını tanıma gücünden yoksundur. Allah’ı sadece idrak etmek ve sıfatlarını tanımak mümkündür. Fakat buna karşı Allah insanların tüm varlıklarına musallattır ve sadece insanların söyledikleri değil, aynı zamanda hatta gördükleri de Allah’ın malumudur ve O, herşeyi bilendir. O görülmez, lakin tüm gözleri ve gördüklerini bilendir. O latiftir, hem görülmez hem dakiktir, öyle ki hatta bir iğnenin ucu kadar hiç bir şey O’ndan saklı kalamaz.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 – Allah’ın zatı ulaşılmazdır. O’nun varlığını veya ne olduğunu düşünerek yanlış yola sapmayalım.

                          2 – Gerçi Allah bizim tüm çirkinliklerimizi bilir, lakin çok merhametlidir ve nimetlerini esirgemez.

                          Şimdi,
                          En’am suresinin 104. ayetini dinliyoruz.


                          قَدْ جَاءكُم بَصَآئِرُ مِن رَّبِّكُمْ فَمَنْ أَبْصَرَ فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَا وَمَا أَنَاْ عَلَيْكُم بِحَفِيظٍ

                          Yani:
                          (Doğrusu) size Rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim.

                          Geçen ayetlerde Allah’ın sıfatları ve putların insanların ve bu âlemin kaderinde O’na ortak olamayacağını anlattıktan sonra bu ayet şöyle buyurmakta: Söylenmesi gerekenleri söyledik ve hak yolunu aydınlattık. Doğru tanım için gerekli olan her şeyi delille beyan ettik, ancak hiç kimseyi bunu kabul etmeye zorlamayız. Kim ister ve kabul ederse kendi yararınadır ve bu durumdan faydalanır. Ancak kim kabul etmezse biz onu zorlamayız. Allah küfür ve iman yolunu seçmeyi insanların iradesine bıraktı ve herkes kendi yolunu seçecektir.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 – Bizim görevimiz insanları irşad etmektir ki artık bir mazeretleri olmasın, fakat kimseyi hakkı kabul etmesi için zorlayamayız.

                          2 – Bazı insanların kâfir olması peygamberlerin tealiminin yanlış olduğu anlamında değil, gerçekte onların gönüllerinin körlüğünün anlamındadır.

                          Şimdi,
                          En’am suresinin 105. ayetini dinliyoruz.


                          وَكَذَلِكَ نُصَرِّفُ الآيَاتِ وَلِيَقُولُواْ دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ (105) اتَّبِعْ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ لا إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ

                          Yani:

                          Böylece biz âyetleri geniş geniş açıklıyoruz ki, "Sen ders almışsın" desinler de biz de anlayan toplum için Kur'an'ı iyice açıklayalım.

                          Kafirlerin ve müşriklerin Allah resulüne attığı iftiralardan biri de şöyle idi: Sen Yahudi alimlerin nezdinde ders aldın ve Kuran-ı Kerim ve vahiy olarak söylediklerin gerçekte onlardan öğrendiklerindir. Bu sözlerden senden değil, başkalarındandır.

                          Yüce Allah bu iddiaya karşılık resulünü teselli ederken şöyle buyurmakta: Bu iftiralardan üzülme ki ilim ehli olanlar bu tür ithamlarda bulunuyor ve senin sözlerinin batıl olduğunu ileri sürüyor. Onların elinde hiç bir delil yoktur, çünkü gerçekten de tarihi açıdan İslam peygamberinin birilerinin nezdinde ders aldığını ispat edebilecek hiç bir belge ve kanıt yoktur.

                          Bunun dışında Tevrat’la Kuran-ı Kerim arasında dünya kadar fark vardır. Kuran-ı Kerim’e göre Tevrat, tahrif edilmiş bir kitaptır.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 – Hatta Kuran-ı Kerim karşıtları bu kitabın derinliğine itiraf etmekte ve içeriğinin temelsiz olmadığını ve sadece İslam peygamberinin bunları kendi çağında yaşayan bilginlerden öğrendiğini ileri sürmektedir.

                          2 – İlim ve bilim, Kuran-ı Kerim’in hakkaniyetini gizlemediği gibi bu kitabın hakkaniyetine şahadet getirmektedir.

                          Şimdi,[/color]En’am suresinin 106. ayetini dinliyoruz.

                          اتَّبِعْ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ لا إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ

                          Yani:

                          Rabbinden sana vahyolunana uy. O'ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir.


                          Kâfirlerin İslam peygamberine Kuran-ı Kerim senin sözün değil, başkalarının sana öğrettikleri sözlerdir, iftirasına karşı bu ayet Allah resulünü teselli ederken şöyle buyurmakta: Muhaliflerin sözlerine itina etme ve sadece sana vahyolunanları dinle çünkü hak sadece budur ve bunlar senin hakkaniyetine şahadet getirmektedir.

                          Bizim müşriklere ve kâfirlere karşı görevimiz sadece irşad etmek ve hak sözü tebliğ etmektir ve eğer kabul etmezlerse onları zorlamaya hakkımız yoktur ve sadece onları kendi hallerine bırakmalıyız.

                          Başkalarını hakka davet etmek yalvarmak ve ricada bulunmakla da olmamalı ki onlar bizim onların imanına ihtiyacımız olduğunu düşünsün. Onlarla öncelikle iyi ve mantıklı konuşmalı ve hak sözü duyurmalıyız, ancak eğer kabul etmezlerse ısrar etmemeliyiz.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 – Hak yolunda olmak beraberinde bir takım iftiralar da getirir. Ancak geri adım atmak yerine azimle durmalı ve korkmamalıyız.

                          2 – Peygamber de vahiye tabidir ve kendiliğinden karar vermez.


                          Yorum


                            Ynt: Nura Giden Yol

                            Nura giden yol ( 212 )

                            Bismillahirrahmânirrahîm

                            En’am suresinin 107. ayeti.


                            وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا أَشْرَكُواْ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ


                            Yani:

                            Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.


                            Bazı insanların şirk koşmalarına değinen geçen ayetlerin devamında bu ayet şöyle buyurmakta: Zannetmeyin ki onlar ilahi güç ve sultanın dışındadır. Eğer Allah irade etseydi hiç kimsenin müşrik olmamasını sağlayabilirdi, lakin Allah’ın iradesi insanların kendi iradesi ile hareket etmeleri ve kendi yollarını seçmeleri üzerinedir. Bu yüzden İslam peygamberine şöyle buyurmakta: Hatta sen bile insanları hakkı kabul etmeye zorlayamazsın. Sen insanların kefili değilsin. Bir başka ifade ile yüce Allah şeriat bakımından tüm insanların iman etmesini arzu etmekte ve bu yüzden peygamberler göndermiştir, lakin tekvini bakımdan insanların hür iradeleri ile kendi yolunu seçmelerini ve dini benimsemek zorunda olmamalarını istemiştir.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 – Allah insanların hür irade ile seçim yapmalarını istemiştir. Nitekim müşriklerin varlığı insanların hür iradesinin işaretidir.

                            2 – Peygamberlerin ve dini tebliğ edenlerin görevi insanları irşad etmektir, onları dini kabul etmeye zorlamak değil.

                            Şimdi,
                            En’am suresinin 108. ayetini dinliyoruz.


                            وَلاَ تَسُبُّواْ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ فَيَسُبُّواْ اللّهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍ كَذَلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ أُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ إِلَى رَبِّهِم مَّرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُم بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ


                            Yani:
                            [color=purple]Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.[/colo

                            İslam peygamberi ve müminleri müşrikleri zorlamaktan sakındıran geçen ayetin devamında bu ayet onları ayrıca müşriklere karşı kötü davranmak ve kötü söz sarfetmekten de sakındırarak şöyle buyurmakta: Müşriklere ve putlarına sövmeyin ve hakarette bulunmayın, çünkü onlar da bağnazlık ve intikam duygusu ile sizin Allah’ınıza kötü söz söyler. Madem mantıklısınız, neden kötü söz sarf edesiniz. Onları mantıkla davet edin, eğer isterlerse kabul eder, istemedikleri takdirde kabul etmezler ve sizin artık her hangi bir yükümlülüğünüz yoktur.

                            Ayet şöyle devam etmekte: Herkes kendi inançlarına gönül bağlar ve amelleri onun gözünde iyi görünür, lakin kıyamet gününde hakikatler aydınlanacaktır. Allah herkese yaptıklarını bildirir ve onlar ne yaptıklarını anlar.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 – Muhaliflere nasıl davrandığımızın sonuçlarını düşünmeliyiz. Bazen onların tepkisi, susmayı yeğlememize sebep olacaktır.

                            2 – Lanetlemek ve beraatin hesabı hakaret etmek ve sövmekten ayrıdır. Beraat, küfür ve şirk ve zulme karşı tavır koymaktır ki böylece biz onlardan nefret ettiğimiz ifade etmiş oluruz.

                            Şimdi,
                            En’am suresinin 109. ayetini dinliyoruz.


                            وَأَقْسَمُواْ بِاللّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ لَئِن جَاءتْهُمْ آيَةٌ لَّيُؤْمِنُنَّ بِهَا قُلْ إِنَّمَا الآيَاتُ عِندَ اللّهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْ أَنَّهَا إِذَا جَاءتْ لاَ يُؤْمِنُونَ

                            Yani:
                            Kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair kuvvetli bir şekilde Allah'a and içtiler.

                            De ki: Mucizeler ancak Allah katındandır. Ama mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?


                            İslam peygamberinin çağında yaşayan kafirlerin ve müşriklerin bir başka bahanesi de neden istediğimiz mucizeleri getirmiyorsun, demeleriydi. Bu ayet İslam peygamberine onlara şu cevabı vermesini buyuruyor: Onlara de ki: mucize benim elimde değil ki siz ne isterseniz onu yerine getireyim. Mucizeler Allah’ın elindedir ve O ne maslahat bilirse yapacaktır.

                            Gerçekte mucize sadece hücceti tamamlamak içindir, insanların isteklerini tatmin etmek için değil. Bunun dışında insanların bir çok isteği hakka aykırıdır. Örneğin bazıları Allah’ı görmek ister, oysa varlık düzeni müşriklerin oyuncağı değildir.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 – Muhaliflerin yalan yeminlerine kanmayın, çünkü genellikle yalan ve iddiaları üzerinde çok vurgu yaparlar.

                            2 – Küfrün temel kökü bağnazlık ve inatçılıktı ve her türlü mucizeye karşın yine iman etmezler.

                            Şimdi,
                            En’am suresinin 110. ayetini dinliyoruz.


                            وَنُقَلِّبُ أَفْئِدَتَهُمْ وَأَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُواْ بِهِ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

                            Yani:

                            Yine O'na iman etmedikleri ilk durumdaki gibi onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz. Ve onları şaşkın olarak azgınlıkları içerisinde bırakırız.


                            Küfür ve inat yavaş yavaş insanların hakikati görme ve anlama kabiliyetini köreltir, öyle ki hakkı batıl ve batılı hak gibi görmeye başlarlar. Kuran-ı Kerim şöyle buyurmakta: Bu ilahi sünnettir ki küfür her zaman insanların şaşkınlığına sebep olur, çünkü insanların bakışı ters yüz olur ve varlığını amacını göremezler.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 – Allah’a ve peygamberine iman etmek için sağlıklı ve pak kalp gerektirir. İnat ve heves yüzünden kirlenen kalp, hakkı kabul etmek istemez.

                            2 – Allah’tan ve yolundan uzaklaşmak bu dünyada şaşkınlık ve hasrete sebep olur.

                            Yorum


                              Ynt: Nura Giden Yol

                              Nura giden yol ( 213 )

                              Bismillahirrahmânirrahîm


                              En’am suresinin 111. ayetine kulak veriyoruz.



                              وَلَوْ أَنَّنَا نَزَّلْنَا إِلَيْهِمُ الْمَلآئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتَى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً مَّا كَانُواْ لِيُؤْمِنُواْ إِلاَّ أَن يَشَاء اللّهُ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ

                              Yani:
                              Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi; fakat çokları bunu bilmezler.

                              Geçen bölümde bir çok kimsenin küfre sapmasının inatçılıklarından kaynaklandığını ve hakkı anlamadıklarından değil, hak sözü boyun eğmek istemedikleri için böyle davrandıklarını anlattık.
                              Bu ayet şöyle devam etmekte: Kafirlerin bir isteği meleklerin onlara nazil olmasıydı, oysa onların meleklerin onlara nazil olması için gereken kabiliyetten yoksundur. Bunun dışında diğer ayetler de belirtildiği üzere eğer meleklerin görünmesi gerekirse insan kalıbında zahir olmaları gerekir, nitekim Hz. İbrahim ve Hz. Lut’a böyle nazil oldular, fakat bu durumda kafirler bu kez onların melek olduğunu inkar edecektir.

                              Kafirlerin bir başka talebi, ölülerin Hz. İsa’nın mucizesi gibi İslam peygamberinin eli ile dirilmesiydi, oysa acaba Hz. İsa’nın mucizelerini görenlerin hepsi iman etti mi? Kuran-ı Kerim şöyle buyurmakta: Onların gönlünde bu inat ve bağnazlık devam ettiği sürece melekler de göklerden inse veya ölüler de dirilip onlarla konuşsa veya onların her istediği yerine getirilse, yine de iman etmeyeceklerdir ve tüm bu mucizeleri sihir ve büyü şeklinde değerlendireceklerdir, nitekim geçmiş peygamberler hakkında böyle yaptılar.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 – İman için bilmek yeterli değil, istemek de şarttır.

                              2 – Tüm insanların iman etmesi gerekmez, çünkü Allah insanların hür irade ile seçmelerini istemiştir.

                              Şimdi,
                              En’am suresinin 112. ayetini dinliyoruz.


                              وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نِبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الإِنسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا وَلَوْ شَاء رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ

                              Yani:
                              Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.

                              Geçen ayetin devamında bu ayet de şöyle buyurmakta: İnsanlar ve cinler arasında bazı grupların peygamberlerin tealimini kabul etmek istememeleri ve bu tealime karşı direnmeleri, ilahi sünnetin en önemli gereği, yani insanların seçim hakkıdır.

                              Nitekim yüce Allah cin türünden olan şeytanı, itaatsiz ettiği için yok etmedi ve ona mühlet tanıdı.

                              Yüce Allah tüm insanlara vahiyi kabul etmeme hakkı tanımış ve onlara ömürlerinin sonuna kadar bu yollarından geri dönmemeleri için mühlet vermiştir. Bu ilahi sünnet süreklidir, öyle ki şöyle de diyebiliriz ki: Allah bizzat şeytanın peygamberlere karşı çıkmasını ve bazılarının kafir olmasını istemiştir.

                              Ayet şöyle devam etmekte: Kafirlerin söyledikleri bir çok şey, şeytani telkinlerdir ki onların gönlüne işlenmiş ve dillerinden yansımaktadır. Bu yüzden ey Peygamber, onların muhalefetinden korkma ve onları kendi haline bırak, çünkü senin görevin irşat ve tebliğdir, zorla iman ettirmek değil.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 – Hak ile batıl mücadelesi tarih boyunca sürmüştür ve belli bir zaman dilimine özgü değildir.

                              2 – Güzel ve kandırıcı sözlere dikkat edelim, çünkü genellikle batıl ve şeytani propagandalardır.

                              Şimdi,
                              En’am suresinin 113. ayetini dinliyoruz.


                              وَلِتَصْغَى إِلَيْهِ أَفْئِدَةُ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُواْ مَا هُم مُّقْتَرِفُونَ

                              Yani:

                              Ahirete inanmayanların kalpleri ona (yaldızlı söze) kansın, ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçu işlemeye devam etsinler diye (böyle yaparlar).


                              Bu ayet, hak düşmanlarının propagandalarına değinirken şöyle buyurmakta: Her şeye kulak vermeyin çünkü şeytanı izleyen insanlar öylesine güzel konuşur ki kıyamet günü hakkında en ufak şüphesi olmayan insanlar bile onlara cezb olur ve yavaş yavaş bu sözlere inanmaya başlar ve onlar istedikleri hedeflere kavuşur. Eğer kimse şeytani sözleri dinlemezse, onlar hiç bir amacına ulaşamaz, fakat ne zaman bazılarının onların meclisine katılıp sözlerini dinlediğini görünce yaptıklarına ümitvar olur ve böylece sızmaya çalışırlar.

                              Şimdi,
                              En’am suresinin 114. ayetini dinliyoruz.


                              أَفَغَيْرَ اللّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا وَهُوَ الَّذِي أَنَزَلَ إِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاً وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ أَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِّن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ

                              Yani:
                              (De ki): Allah'dan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitab'ı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma!

                              Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşan kitap ehli olanlarla ilgili olan bu ayet şöyle buyurmakta: Onlar peygamberi gördüler ve sözünü dinlediler ve onun kelamının Hz. Musa ve Hz. İsa’dan duydukları sözün cinsinden olduğunu ve kitabı da Tevrat ve İncil gibi olduğunu anladılar, lakin yine ona ve kitabına iman etmek istemiyorlar ve Musa ve İsa gibi mucizeler getirmek gibi taleplerde bulunmaları gerçekte bir bahanedir. Bu yüzden ayetin devamında müslümanlar hakkaniyetleri konusunda şüpheye düşmemeleri ve gevşememeleri için uyarılıyor.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 – İslam’ın hakkaniyetinin bir sebebi de, geçmiş peygamberlerin Tevrat ve İncil’de İslam peygamberinin geleceğini müjdelemeleridir.

                              2 – Başkalarının küfrü, hak yolunun batıl olduğuna delil olamaz. Hak ve batılın kriteri, insanların kabul edip etmemelerine bağlı değildir ve kendine özgü kriterleri vardır.




                              Yorum


                                Ynt: Nura Giden Yol


                                Nura giden yol ( 214 )


                                Bismillahirrahmânirrahîm

                                En’am suresinin 115. ayeti.


                                وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

                                Yani:

                                Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir.


                                Geçen bölümde irdelediğimiz ayette bazı yahudi ve Hıristiyan alimlerin Kuran-ı Kerim Medine’de nazil olduğu sırada orada bulunduğunu ve bu kitabın semavi kitap olduğunun bilincinde olduğunu fakat çeşitli nedenlerden ötürü kabul etmek istemediklerini anlattık. Bu ayet İslam peygamberine hitaben şöyle buyurmakta: Senin hakkaniyetine şahadet getirmedikleri için üzülme, çünkü Allah en iyi sözleri sana nazil ettiğine şahadet getirmektedir. Bu sözler doğruluk ve dürüstlük ilkesine dayanır.

                                Bu sözler toplumda eşitlik ve adaleti sağlamak için en mükemmel ilahi hükümlerdir ve asla tahrif edilemez ve ebedidir ve bundan önceki tahrif edilen kitaplara benzemez.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 – Kuran-ı Kerim yüce Allah’ın insanlara sunduğu en mükemmel kitaptır ve bunun için İslam, son semavi dindir.

                                2 – Kuran-ı Kerim’in tüm kanunları sadakat ve adalet, hakkı görmek ve hak peşinde olmaya dayanır.

                                Şimdi,
                                En’am suresinin 116. ayetini dinliyoruz.


                                وَإِن تُطِعْ أَكْثَرَ مَن فِي الأَرْضِ يُضِلُّوكَ عَن سَبِيلِ اللّهِ إِن يَتَّبِعُونَ إِلاَّ الظَّنَّ وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَخْرُصُونَ

                                Yani:
                                Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.

                                Bir önceki ayetinde bu ayet Allah resulü ve müminlere şöyle buyurmakta: Şimdi hak sözü Allah tarafından nazil olduğuna göre başkalarının görüşleri ve sözlerini izlemeyin, hatta onların sayısı çok olsa bile, çünkü çoğunluk hakkaniyet delili değildir, özellikle mantık ve akla uygun hareket etmeyen ve sırf geleneklere ve hurafelere göre hareket eden toplumlarda bu böyledir.

                                Genelde peygamberler yaşadıkları toplumun çoğunluğunun görüşünden farklı olarak hakka daveti başlarlar. Eğer çoğunluk esas olsaydı hiç bir peygamberin biseti veya müşriklerin ve kafirlerin görüşlerine aykırı görüş beyan etmesi söz konusu olmazdı.

                                Tabi cumhurbaşkanının seçilmesi gibi bazı durumlarda halkoyuna müracaat ederiz, lakin bu durum seçilen kimsenin bu mevki için gerçekten layık olduğu anlamına gelmez, nitekim bazen ona oy verenler oylarını geri alır veya bazen bir kişinin bakan olması için olumlu oy kullananlar aynı kişiyi görevden almak için gensoru verir.

                                Genelde bir düşünce veya inancın hak veya batıl olması, insanların kabul edip etmemelerine bağlı değildir. Örneğin sigara kötü bir alışkanlıktır ve tüm insanların sigara kullanması bu gerçeği değiştiremez.

                                Doğruyu söylemek iyidir, hatta tüm insanlar yalan söylese bile.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 – Gerçek hidayet çoğunluğu izlemekte değil, hak ve Kuran-ı Kerim yolunu izlemektedir.

                                2 – Çoğunluk, fikri ve inançla ilgili meselelerde hakkaniyete işaret olamaz. Sadece sosyal konularda çoğunluğun oyuna başvurmak gerekir, tabi burada da çözüm söz konusudur, hak değil.

                                3 – Hak ve mantığa göre kabul etmeli ve uygulamalıyız. Hak yerine hevesleri izlememek gerekir.

                                Şimdi,
                                En’am suresinin 117. ayetini dinliyoruz.

                                إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ مَن يَضِلُّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
                                Yani:
                                Muhakkak ki senin Rabbin, evet O, kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. O, doğru yolda gidenleri de iyi bilendir.

                                Çoğunluğun hakkı ifade etmediği anlaşıldıktan sonra o zaman hakkı Allah’ta aramak ve onu izlemek gerekir, hatta hak taraftarları azınlıkta olsa bile. Hak ve batılı ayırt etmek için geniş ilim ve şimdiki ve gelecek zamanla ilgili bilgili olmak gerekir.

                                Kuşkusuz bu durum sadece sonsuz ilahi ilimle mümkün olur ve bu yüzden yüce Allah hangi yolun hidayet ve hangisinin sapkınlık yolu olduğunu ve hidayete erenleri en iyi bilendir. Tabi insanlar da kendi akıllarının yardımı ile bir ölçüde hakla batılı ayırt edebilir, lakin her türlü hataya açık olan insanın sınırlı ilimi nerede, Allah sonsuz ilimi nerede? Bu yüzden bu ayet ir önceki ayete vurgu yaparak şöyle buyurmakta: Sizden daha ilimli olan ve buna göre sizi hidayete erdiren Allah’ı izleyin.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 – Gerçi insanların ilim ve aklı vardır, lakin Allah’ın ilmi en üstündür ve aynı akıl, üstün olan ilmi izle der.

                                2 – Zannetmeyin ki başkalarını kandırdığınız riya ve nifakla Allah’ı da kandırabilirsiniz. O açık gizli her şeyi bilendir ve herkesten daha iyi sapkınları hidayete ermiş olanlardan ayırt edebilir.

                                Şimdi,
                                En’am suresinin 118 ve 119. ayetlerini dinliyoruz.


                                فَكُلُواْ مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ إِن كُنتُمْ بِآيَاتِهِ مُؤْمِنِينَ (*) وَمَا لَكُمْ أَلاَّ تَأْكُلُواْ مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ وَقَدْ فَصَّلَ لَكُم مَّا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ إِلاَّ مَا اضْطُرِرْتُمْ إِلَيْهِ وَإِنَّ كَثِيرًا لَّيُضِلُّونَ بِأَهْوَائِهِم بِغَيْرِ عِلْمٍ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِالْمُعْتَدِينَ

                                Yani:
                                Allah'ın âyetlerine inanıyorsanız, üzerine O'nun adı anılarak kesilenlerden yeyin.

                                Üzerine Allah'ın adı anılıp kesilenden yememenize sebep ne? Oysa Allah, çaresiz yemek zorunda kaldığınız dışında, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Doğrusu birçokları bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir.

                                Şirk ve tevhidin işaretlerini tartıştığımız geçen ayetlerin devamında bu ayetler yaşam arenasında şirkin bir başka açık örneğine temas ederken şöyle buyurmakta: Allah yolundan uzaklaşmak, sapkınlığa ve hatta yemekte bile ifrat ve tefrite esir olmaya yol açar. Bazıları kendilerine her türlü hayvanı kesip yemeye hak tanır ve bu yolda hiç bir sınır tanımaz ve yine bir kesim de çiğ yeme adı altından hayvanların kesilmesini ahlak dışı ve insanlık dışı saymakta ve tüm hayvanların etini yemekten sakınmaktadır.

                                Kuran-ı Kerim şöyle buyurmakta: Ne o doğru ve ne bu doğrudur. Hak yolu, Allah’ın izin verdiği hayvanları yine Allah’ın adını zikrederek kesmek ve etinden yemektir. Bilin ki sizlerin, Allah izin verdiklerinin dışında hiç bir hayvanın canını almayan hakkınız yoktur, çünkü hayvanların gerçek maliki O’dur. Allah’ın adını anmak ve zikretmek ruhunuzun da bu yiyecekten gelişmesi için yararlanmasına sebep olur.

                                Ayet şöyle devam etmekte: Allah, haram olan şeylerden uzak durmanızı sevdiği kadar, helal kıldıkları nimetlerden yararlanmanızı ister, yoksa kendi zevkinize göre Allah’ın helal kıldığını haram saymanız asla sevmez. Bu tür ifrat ve tefritlerin hepsi heves yüzündendir ve cahil insanlar bu yolu izler ve davranışlar bir nevi tecavüzdür. Bu tecavüz, ilahi hak ve insanların hakkına yöneliktir.

                                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 – Müminlerin hatta yemekleri ilahi yönlü olmalıdır çünkü din insanların dünyasından ayrı değildir ve helal beslenme iman şartıdır.

                                2 – İnsanların besin maddeleri Allah’ın haram veya helal kıldığı şartlara tabi olmalı, heveslerin ve karnın değil.

                                3 – Acil durumlarda haram yiyeceklerden ihtiyacı giderecek kadar tüketmek caizdir, çünkü İslam’da çıkmaz yoktur.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X