Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

    CUHEYNE KABİLESİNDEN BİR GENÇ VE MUHAMMED B. TALHA

    Cuhayne kabilesinden olan bu genç, Muhammed b. Talha’nın yanına gelerek: “Osman’ın katilleri kimlerdi?” diye sordu. Muhammed b. Talha cevaben şöyle dedi: Osman’ın kanı üç kısıma ayrılmıştır:

    1- Üçte biri şu devenin üzerinde oturana -yani Aişe’ye- aittir.

    2- Üçte biri de şu kızıl deveye binene -yani babası Talha’ya- aittir.

    3- Diğer üçte biri de Ali b. Ebi Talibe aittir.


    Bunları duyan genç gülmeye başlayıp Ali (a.s)’a katılarak şöyle dedi: “Medine’de öldürülüp de defnedilmeyen ölüyü Talha’nın oğluna sordum. Affan oğlunu öldüren üç kısımdır dedi. İbret alınız! Onun üçte biri Aişe'nin boynundadır. İkinci üçte biri de kızıl deveye binenin boynundadır. Son üçte biri de Ali b. Ebi Talib’in boynundadır. Ama biz Bedevi Araplardanız. Bundan dolayı dedim ki: “İlk iki kişi hakkında doğru söyledin, ama üçüncü olarak saydığın parlak kişide yanlış yaptın.”

    Yorum


      #32
      Ynt: HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

      AHNEF B. KAYS VE AİŞE

      Beyhaki “el-Mehasin ve’l-Mesavi” adlı kitapta, Hasan Basri’den Cemel Savaşı günü Ahnaf b. Kays’ın Aişe’ye şöyle dediğini nakleder: “Ey Ümm’ül-Müminin! Peygamber (s.a.a) sana, bu yolu kat etmene dair bir tavsiyede bulundu mu?

      Aişe: Hayır.

      Ahnaf: Kur’ân’da takip ettiğin hedefle ilgili bir ayet var mı?

      Aişe: “Bizim okuduğumuz her ayeti siz de okursunuz.”

      Ahnaf: Peygamber (s.a.a)’in azınlıkta, müşriklerin de çoğunlukta olduğu dönemlerde, O’nun kadınlardan yararlandığını gördün mü?

      Aişe: Hayır.

      Ahnaf: O halde bizim günahımız nedir?!.

      Bir başka rivayette de İbn-i Kays’ın Aişe’ye şöyle dediği nakledilir: Ey Ümm’ül-Müminin! Benim birkaç sorum var. Sorularda biraz titiz davranırım. Ama siz bana darılmayın.

      Aişe: Sor, seni dinliyorum.

      İbn-i Kays: Peygamber (s.a.a), sana bu yolu kat etmene dair bir şey söyledi mi?

      Aişe: Hayır.

      İbn-i Kays: Peygamber (s.a.a)’den, senin hatadan mahfuz kalacağına dair bir hadis naklediyorsun mu?

      Aişe: Hayır.

      İbn-i Kays: Doğru söyledin. Allah senin için Medine’yi istedi. Ama sen Basra’yı seçtin. Allah, sana Peygamberinin evinde oturmanı emretti. Ama sen Beni Zabbe kabilesinden birinin evine geldin. Ey Ümm’ül-Müminin! Savaş için mi yoksa barış için mi geldiğini söylemeyecek misin?

      Oldukça rahatsız olan Aişe: Barış için geldim!.

      İbn-i Kays: Allah’a yemin olsun ki muhaliflerinizin yalın kılıçlarını bir kenara bırakın da, onların sizinle savaşmak için ayakkabılarını fırlatmak veya kum serpmekten başka bir vesileleri dahi olmazsa, sizinle barışmayacaklardır!.

      Mecbur kalan Aişe: Emrime itaat etmeyen evlatlarımdan Allah’a şikayetlenirim.
      Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 505.

      Yorum


        #33
        Ynt: HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

        ABDULLAH B. HEKİM TEMİMİ VE TALHA

        Abdullah b. Hekim de şu şekilde Talha ile münazara etti: Ey Ebu Muhammed! Bu, senin bize yazdığın mektuplar değil mi?

        Talha: Evet, onlardır.

        Abdullah b. Hekim: Dün bize, Osman’ı azledelim ve öldürelim diye yazdın. Sonra da onu kendin öldürdün. Şimdi de gelmiş onun intikamını mı istiyorsun? Allah’a yemin olsun ki sen bu inanca sahip değilsin. Sen, sadece maddiyata göz dikmişsin. Yavaş ol, yavaş! Sonra Ali’yle biat etme meselesi sunulunca, senin kendin gönüllü ve istekli olarak ona biat ettin. Daha sonra da kendi biatini bozup bizi de çıkardığın fitne ve kargaşaya sokmaya mı geldin?

        Talha cevaben: Ali, halk kendisine biat ettikten sonra beni de kendisine biat etmeye davet etti.


        Ben de, O’nun davetini kabul etmezsem bir sonuca varamayacağımı ve O’nun taraftarlarının bana saldıracağını gördüm.

        Yorum


          #34
          Ynt: HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

          BENİ CEŞM’DEN BİLGE BİRİSİ BASRALILARA NASİHAT EDİYOR

          Aişe ve yandaşları Basra’ya yaklaştıkları zaman Ceşm kabilesinden olan bu yaşlı adam, Aişe’nin etrafında toplanan Basralılara hitaben şöyle dedi:

          “Ben filan oğlu filanım. Bu topluluk, (Aişe’nin ordusu) size doğru geldiler. Eğer korkularından gelmişlerse, bilesiniz ki onlar, öyle bir yerden gelmişlerdir ki, hatta vahşi ve yabani hayvanlar bile orada (Mekke) güvencededirler. Ama intikam için gelmişlerse, biz Osman’ın katilleri değiliz. Ey insanlar! Bunu benden duyun. Bunları geldikleri yere geri çevirin. Zira bunu yapmazsanız gelecek korkunç savaştan güvende olamayacaksınız.”

          Ama Aişe’yi destekleyen Basra halkı onu taş yağmuruna tuttu!

          Yorum


            #35
            Ynt: HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

            AİŞE’NİN BASRA HALKINA HİTABESİ

            Daha sonra “Asker” adlı deveye binen Aişe, ileri çıkarak şöyle seslendi: “Ey insanlar! Az konuşun ve sessiz olun.” Herkes onun konuşmasını dinlemek için sustu. Daha sonra Aişe şöyle dedi: “Ey insanlar! Emir’ul-Müminin Osman, bir takım işleri değiştirdi. Ama hayatta olduğu müddetçe onu tövbe suyu ile yıkardı. Hatta Osman mazlum olarak tövbe halinde iken öldürüldü!!

            Ona itiraz ettikleri konu, onun kırbaç vurması, işleri gençlere vermesi ve yakınlarını himaye etmesiydi. Sonunda onu, muhterem bir ayda aynen bir deve gibi öldürdüler. Biliniz ki Kureyş, oklarıyla hedefini vurdu. Kureyş büyüdü, Osman’ı öldürmekle ellerine bir şey geçmedi ve hedeflerine ulaşamadılar.

            Allah’a yemin olsun ki, çok yakında öyle bir bela ile karşılaşacaklardır ki, bu bela ayaktaki insanı oturtur, oturanı ise ayağa kaldırır. Allah, onların başına öyle bir kavim geçirecek ki, onlara merhamet etmeyecek ve onları azaplara duçar kılacak.

            Ey insanlar! Osman’ın günahı onu öldürmeye sebep olacak kadar büyük değildi. Önce onu bulaştırdılar, sonra da ona saldırdılar. Osman tövbe edip günahlarından arındırıldıktan sonra öldürüldü. Daha sonra da ashap ile istişare etmeden, Ebu Talib’in oğluna zor ve kaba kuvvet kullanarak biat ettiler!!!

            Beni, Osman’ın size karşı olan dil ve kılıcından dolayı gazaplı görüyor musunuz? Hayır! Sizin, Osman’a karşı çekilen kılıçlarınıza da gazaplanmadım! Osman, mazlum olarak öldürüldü. O halde onun katillerini araştırın. Bulduğunuz zaman da hemen öldürün. Daha sonra da hilafet işini Emir’ul-Müminin Ömer b. Hattab’ın emanet ettiği kimselere verin. Osman’ın katlinde eli olanı bu şuraya sokmayın!!!.”


            Sire ve tarih yazarları burada şöyle demişlerdir: Bu sırada halk birbirine girmiş herkes bir şeyler söylüyordu. Bazıları: Ümm’ül-Müminin doğru söylüyor diyor, bazıları da o bir kadındır, bu gibi işlere neden karışıyor? O evinde oturmakla görevli bir kadındır, diyordu. Konuşmalar giderek tartışmalara dönüştü. İş öyle bir hadde vardı ki birbirlerine ayakkabı ve toprak parçaları ile vurmaya başladılar. Bunların ardından topluluk ikiye ayrıldı. Bir gurup Hz. Ali’nin Basra valisi Osman b. Huneyfe, diğer bir grup da Aişe’nin ordusuna katıldı. Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 499.

            Yorum


              #36
              Ynt: HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

              İKİ GRUBUN SAVAŞA HAZIRLANMASI

              Onun ertesi günü her iki grup da kendisini savaş için hazırlayarak karşı karşıya geçti. Osman b. Huneyf ileri çıkarak Aişe’nin, Allah ve İslam’a yemin etmesini istedi, Talha ve Zübeyr’e, Hz. Ali’ye ettikleri biati hatırlattı. Ama onlar; biz, Osman’ın intikamını almak istiyoruz, dediler.

              Osman b. Huneyf şöyle dedi: Siz iki adamın ne işi var?

              Osman’ın evlatları nerede? Bu işi savunmaya sizden daha haklı olan amca çocukları nerede? Hayır, bunlar bahanedir. Siz, halkın Ali’nin çevresinde toplanmasını kıskanıyorsunuz. Siz, bu durumu kendiniz için tasarlıyordunuz. Ona ulaşmak için de çırpınıp duruyorsunuz. Osman’ı eleştirmede, azarlamada ve hırpalamada, sizin önünüze geçen, sizden daha ateşlileri var mıydı?

              Osman b. Huneyf’e hakaretler yağdıran Talha ve Zübeyr, onun annesine kadar küfür ettiler. Osman b. Huneyf Zübeyr’e şöyle dedi: Eğer, annen Safiye Peygamber (s.a.a)’in halası olmasaydı, cevabını verirdim. Ama ey Talha söylenecek sözlerim var.” Daha sonra şöyle dedi:
              “Allah’ım! Ben mazurum.” Bunun peşi sıra hemen hamle etti. Böylece iki ordu arasında çok çetin bir savaş başladı.

              Daha sonra savaşı durdurdular. Tarihçilerin genişçe yazdıkları has bir şekilde barış yaptılar. Her iki taraf da konuyu Hz. Ali’nin şehre gelişine bırakarak barış anlaşmasını şer’i ölçülere göre yazıp imzaladılar. Böylece Hz. Ali’nin gelmesini beklemeye koyuldular.

              Ama Aişe, Talha ve Zübeyr, vali Osman b. Huneyf ve taraftarlarının anlayamayacağı bir şekilde kabilelerle yazışmayı ve onların ileri gelenlerini kendi saflarına cezbetmeyi kararlaştırmışlardı. Cemel ashabı, işlerini iyice sağlamlaştırdıktan sonra karanlık ve yağmurlu bir gecede elbiselerinin altından savaş zırhlarını giyinerek sabah namazında Basra merkez camiinde toplandılar.

              Osman b. Huneyf, cemaata imamlık yapmak için ileri çıktı. Ama Talha ve Zübeyr’in adamları onu geri iterek Zübeyr’i cemaat imamı yaptılar. Beyt’ul-Mal nöbetçileri işe karışarak Zübeyr’i dışarı çıkarıp Osman’ı ileri sürdüler. Daha sonra olaya müdahale eden Zübeyr’in adamları onu cemaat imamı yaptılar.

              Bu durum güneş doğana dek devam etti. Mescidde bulunanlar:
              “Ey Muhammed’in ashabı, güneş doğdu. Allah’tan korkmuyor musunuz?!” dediler. Sonuçta, Zübeyr’in adamları galip gelerek onu cemaat imamı yaptılar. Böylece Zübeyr halka namaz kıldırdı.

              Zübeyr, namazı bitirir bitirmez, kendi silahlı adamlarına, Osman b. Huneyf’i yakalayın diye emretti. Osman’ı yakalayıp öldürecek hadde kadar dövdükten sonra saçını, kaşını, kirpiklerini, sakalını ve bıyığını yoldular!! Daha sonra Hz. Ali (a.s)’ın Şialarından olan yetmiş Beyt’ul-Mal nöbetçisini de tutuklayarak, Osman b. Huneyf ile beraber Aişe’nin yanına gönderdiler.

              Aişe, Eban b. Osman b. Afvan’a şöyle dedi:
              “Git Osman b. Huneyf’in boynunu vur. Çünkü babanı öldüren Ensardı.”

              Osman b. Huneyf yüksek sesle şöyle dedi: “Ey Aişe, Talha ve Zübeyr! Hz. Ali, kardeşim Sehl b. Huneyf’i Medine’de kendi yerine tayin etmiştir. Allah’a yemin olsun ki, eğer ben öldürülürsem eline alacağı kılıcıyla tüm ailenizi ve yakınlarınızı kılıçtan geçirecek hatta geriye bir tek şahıs bile bırakmayacaktır!” Osman’ın bu sözü, onların kararlarını değiştirmelerine sebep oldu.

              Aişe Zübeyr’e, Beyt’ul-Mal bekçileri olan yetmiş kişinin öldürülmesini emrederek şöyle dedi:
              “Bana ulaşan haberlere göre, mescidde sana engel olanlar bunlarmış!” Zübeyr de onları birer koyun gibi boğazlattı. Bu iş Zübeyr’in oğlu Abdullah tarafından gerçekleştirildi. Öldürülenlerin sayısı yetmiş idi. Onlardan bir grup ise, Basra’nın beyt’ul-malını koruyarak: “Hz. Ali (a.s) gelmedikçe onları sizlere teslim etmeyeceğiz” dediler.

              Ama Zübeyr gece vakti onlara hücum edip onlardan elli kişiyi tutukladıktan sonra öldürdü. Aişe’nin ashabının, Osman b. Huneyf’e karşı sergiledikleri ve ayaklar altına alarak hiçe saydıkları bu ahdi bozması, İslam’da ilk defa meydana geliyordu.

              Beyt’ul-Mal bekçilerinin öldürülmesi, güvence verildikten sonra ilk Müslüman grubunun öldürülmesiydi. Onlar toplam olarak yüz yirmi kişiydiler. Ama İbn-i Ebi’l-Hadid’in Şerh-i Nehc’ül- Belağa’daki nakline ve rivayetine göre onlar dört yüz kişiydiler!!
              Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 501.

              Daha sonra Osman b. Huneyf’i Basra’dan dışarı attılar. O da İmam Ali’ye katıldı. Osman b. Huneyf, İmam (a.s)’ı görünce ağlayarak şöyle dedi: “Sizin yanınızdan ayrılırken ihtiyardım, ama size dönünce genç birisi oldum.”

              İmam Ali (a.s) üç defa: “İnna lillah ve inna ileyhi raciun!” dedi. Hz. Ali (a.s), bu kötü olaydan dolayı oldukça üzüldü. İmam Ali (a.s), üzüntüsünü minbere çıkarak şöyle dile getirdi:

              “Allah’ım! Ben, Kureyş ve onlara yardım edenlere karşı senden yardım diliyorum. Çünkü onlar, benimle olan yakınlık bağlarını kestiler, büyük olan makamımı küçük saydılar. Bana mahsus olan hilafet hususunda bana düşmanlık ettiler. Daha sonra da; bu, alman gereken bir haktır; bu, terk etmen gereken bir haktır dediler.”

              Daha sonra Cemel ashabını zikrederek şöyle buyurdu:

              “Onlar (Talha, Zübeyr ve yandaşları), Peygamber (s.a.a)’in zevcesini, alınıp satılan cariyeleri sürükledikleri gibi sürükleyerek Basra’ya kadar götürdüler. Talha ve Zübeyr, kendi zevcelerini evlerinde bırakıp, evinde oturması gereken Peygamber (s.a.a)’in zevcesini bir deveye bindirip hepsinin bana biat ettiği bir orduyla dışarı çıkardılar. Onların tümü bana kendi istekleriyle biat etmişlerdi.

              Ahitlerini bozan bu şahıslar Basra’daki vali, Beyt’ul-Mal bekçileri ve diğerlerine saldırarak bir grubu esir ederek öldürdüler. Bir diğer grubu da kandırarak katl ettiler.

              Allah’a yemin olsun ki, onların tümünü öldürmenin bana helal olması için bir tane günahsız ve masum Müslüman’ı öldürmeleri yeterliydi. Zira onların tümü olayı ve masum bir Müslüman’ın öldürülmesini gördüler de onu önlemek için ne elleriyle ne de dilleriyle hiçbir girişimde bulunmadılar...”
              Nehc’ül-Belağa, Feyz’ul-İslam, h. 171 s. 555.

              Yorum


                #37
                Ynt: HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

                HEKİM B. CİBLE’NİN İSYANCILARA KARŞI TAVRI

                İsyankarların, Osman b. Huneyf, Beyt’ul-Mal bekçileri ve diğer şahıslara yaptıkları Hekim b. Cibleye ulaşınca, reisi olduğu Abdulkays kabilesinden üç yüz savaşçıyla onlarla savaşmak için yola koyuldu. Aişe’nin ordusu da, Aişe’yi deveye bindirdikleri halde onlara karşı koymaya koştular. Bu nedenle o güne “Küçük Cemel Savaşı” denir. Aişe’nin devesine binerek, Hz. Ali (a.s)’a karşı savaştığı güne ise “Büyük Cemel Savaşı” denir.

                Her iki taraf da yalın kılıçlarla birbirine saldırdı. Hekim b. Cible, övülesi bir direniş gösteriyordu. Ama bu sırada Ezd kabilesinden olup Aişe’nin safında olan bir şahıs, Hekim’in ayağını bir kılıç darbesiyle kesti. Ama Ezd’li şahıs dengesini kaybederek atından düştü. Hekim de kendisine vurduğu darbeyi telafi etti. Şöyle ki kesik ayağını alarak adamın kafasına vurdu. Daha sonra onun üzerine çıkıp o kadar bastırdı ki adam öldü.

                Tam bu sırada adamın biri can vermek üzere olan Hekime:
                “Ayağını kim kesti?” diye sordu. Hekim: “Altıma aldığım bu adam” dedi.

                Hekim b. Cible, Arap cengaverlerinden ve Müslümanların en cesaretlilerinden olup nübüvvet hanedanına karşı oldukça sıcaktı. Onun oğlu ve kardeşi de bu savaşta şehit oldular. Hekim’in taraftarı olan Abdulkays kabilesinden üç yüz kişi o gün Aişe’nin ordusu eliyle şahadet şerbetini içtiler. Elbette öldürülenlerden bazıları da Bekr b. Vail kabilesindendi.

                Osman b. Huneyf şehirden çıkarılıp, Hekim ve taraftarları da şehit edilince, Talha ve Zübeyr arasında cemaat imamlığı konusunda ihtilaf meydana geldi. Şöyle ki, onlardan her biri kendisinin cemaat imamı olmasını istiyordu. Zira her biri arkadaşının arkasında namaz kılmanın, teslim anlamına gelmesinden korkuyordu!

                Aişe, bir gün Abdullah b. Zübeyr’i ve bir gün de Muhammed b. Talha’yı cemaat imamı tayin ederek onları uzlaştırdı. Onlar, Basra Beyt’ul-Malına girip, içerideki hazineyi görünce, Zübeyr heyecanlanarak şu ayeti okudu:
                “Allah size, elde edeceğiniz birçok ganimet vaat etmiştir. İşte bunları hemen vermiştir!” Fetih / 20.

                İşte bu, Hz. Ali’nin Basra’ya gelmeden önce Basra’da yaşanan olayların özetiydi.

                Yorum


                  #38
                  Ynt: HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

                  HZ. ALİ’NİN BASRA’YA ULAŞMASI VE İKİ ORDUNUN BİRBİRİNİN KARŞISINDA YER ALMASI

                  Daha sonra Hz. Ali (a.s), ordusuyla beraber Basra’ya geldi. Aişe ve yandaşları şehri savunuyorlardı. Hz. Ali de Basra ve Aişe’nin ordusuna saldırmayıp tüm çabasını, iki taraf arasını bulmak için sarf etti. Hz. Ali bu işi Allah ve Resulünün razı olacağı şekilde yapıyor, hem dille hem de elle mümkün olan her şeyi yapıyor ve tüm çabasını bu işe harcıyordu.

                  Taberi ve diğer sire ve hadis yazarları rivayet ederler ki; Hz. Ali (a.s), o gün Zübeyr’i çağırarak Peygamber (s.a.a)’in, Zübeyr’in yanında söylediği sözü hatırlattı. Peygamber (s.a.a) Zübeyr’in huzurunda şöyle buyurmuştu:
                  “Ey Ali! Bu halanın oğlu, seninle zalimce savaşacaktır.” Tarih-i Taberi, c. 2, s. 519.


                  Zübeyr, bunu hatırlayınca şöyle dedi: “Hal böyleyse sizinle savaşmayacağım.” Daha sonra oğlu Abdullah’ın yanına gelerek şöyle dedi: “Bu savaşın vaziyeti bana aydın değil.”

                  Oğlu Abdullah şöyle dedi: “Tam bir açık görüşlülükle savaşa geldin. Ama Ebu Talib oğlunun sancaklarını görüp de onların altında ölüm olduğunu anlayınca, korkarak geri adım attın.”

                  Oğlu Abdullah, ısrarla babasını savaşa kışkırttı. Öyle ki sonunda Zübeyr oğluna şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana! Ben Ali’ye karşı savaşmamaya yemin ettim.”

                  Abdullah: “Kölen “Sercisi” bu yeminin kefareti olarak serbest bırak” dedi.

                  Köleyi serbest bırakan Zübeyr, Hz. Ali’nin karşı safında yer aldı.


                  Taberi şöyle diyor: Hz. Ali (a.s) Zübeyr’e şöyle buyurdu: “Osman’ı sen öldürdün, şimdi de onun intikamını benden mi almak istiyorsun? Allah, bugün içimizden Osman’a karşı daha ateşli olana öyle birini musallat etsin ki görmek istemediğini görsün.”

                  Allah (c.c), Hz. Ali (a.s)’ın duasını kabul etti. Çünkü aynı gün Allah, Amr b. Curmuz’u, Zübeyr’in başına dikti de onu oracıkta öldürüverdi.

                  Yine Taberi şöyle yazıyor: Hz. Ali (a.s), Talha’yı çağırarak şöyle buyurdu:
                  “Ey Talha! Peygamber (s.a.a)’in zevcesini, onun yanında savaşmak için buraya kadar getirdin de kendi zevceni evde mi bıraktın? Sen bana biat etmedin mi?”

                  Talha şöyle dedi: “Gönülsüz olarak sana biat ettim!” Talha, aynen eskisi gibi savaşta ısrarlıydı.

                  (Taberi’nin nakline göre) Bu sırada Hz. Ali (a.s) kendi ordusuna dönerek şöyle buyurdu:
                  “Sizden kim bu Kur’ân’ı alıp onlara sunacak, onları Kur’ân’a davet edecek, bir eli koparsa diğer eline alacak ve o da koparsa dişleri ile tutacak?” Tarih’ul-Umem ve’l-Müluk, Taberi, c. 3, s. 520.

                  Yeni yetişen bir genç kalkarak: “Ben gönüllüyüm” dedi.

                  Hz. Ali (a.s), ordusunun içerisinde dolaşarak konuyu defalarca onlara anlattı. Ama bu genç dışında hiç kimse hazır olmadı. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu:
                  “Bu Kur’ân’ı onlara sunarak şöyle söyle: “Bu, Kur’ân’ın içerisinde olanlar (Allah’ın sözü) sizinle, bizim aramızda hakem olsun. Allah’ı hatırlayın da kanımızı ve kanınızı boş yere dökmeyelim.”

                  Bu genç, Aişe’nin ordusuna doğru ilerler ilerlemez, ona saldırarak Kur’ân tuttuğu her iki elini de kestiler. O da Kur’ân’ı dişleri arasına aldı. Böylece de şahadete erişti. Bunu gören Hz. Ali (a.s), kendi ashabına şöyle dedi: “Şimdi bunlarla savaşmanız için hiçbir engel yoktur. Onlarla savaşın.”

                  Taberi’nin nakline göre, Kur’ân-ı elinde tutarak şehit olan gencin annesi şöyle dedi: “Ne kadar kötü bir insanlar, bir Müslüman onları Allah’ın kitabına davet ediyor ama onlar Allah’tan korkmuyorlar. Onların anneleri, ayakta durmuş da sapıklığa gittiklerine bakıyorlar, ama onları alı koymuyorlar.” Tarih-i Taberi, c. 3, s. 522.

                  Deve ve tahtırevanın sahibi (Aişe) de, savaş meydanına girdi. Silahlı bir şekilde cesaret, utanmazlık ve hışımla devesi üzerinde olduğu halde savaş meydanına girmişti. Aişe, oturduğu yerden: “Benim sol tarafımdakiler kimlerdir” diye sordu?

                  Sabre b. Şeyman -İbn-i Esir’in el-Kamil’deki nakline göre- “Biz Beni Ezd kabilesiyiz” dedi. Aişe şöyle dedi: “Ey Gassan Oğulları! Bizim de duyduğumuz kahramanlıklarınızı ortaya koyun.”

                  Aişe’nin devesinin dışkısını ellerinde tutarak koklayan Ezd kabilesi fertleri şöyle söylüyorlardı:
                  “Annemizin devesinin dışkısının kokusu amber kokusu veriyor!!!”

                  Aişe, daha sonra: “Sağ tarafımda olanlar kimlerdir” diye sordu? Bekir b. Vail kabilesi olduğu söylendi.

                  Aişe şöyle dedi:
                  “Ey Bekir b. Vail kabilesi! Dikkatli ve dirençli olun. Biliniz ki, karşınızda olan Abdulkays kabilesidir.”

                  Biraz ilerleyen Aişe önünde olan askerlere: “Bunlar kimlerdir?” diye sordu.

                  Beni Naciye kabilesi olduğu söylenince şöyle dedi:
                  “Aferin! Aferin! Bunlar, Ebtahi Mekki kılıçlardır. Gerekircesine sert bir şekilde savaşın!”

                  Aişe, bu ateşli sözleriyle onların arasında savaşçılık ruhunu uyandırdı. Öyle ki onlar, devenin etrafını sararak şöyle söylüyorlardı: “Ey annemiz! Ey Peygamber (s.a.a)’in zevcesi! Ey tüm insanların efendisi ve efendisinin eşi! Biz Beni Zabbe kabilesindeniz. Başlarımızı kırmızı kana boyanmış olmadan, kestirmeden firar etmeyiz!

                  Aişe, devesi öldürülene kadar tahtırevanda oturup askerleri arasında dolaşarak askerlerini savaşa kışkırtıyordu. Ama deve ve tahtırevanı savunmakla görevli kırk kişi öldürüldükten sonra savaş Hz. Ali’nin yararına tamamlanarak sona erdi. Eğer Hz. Ali (a.s)’ın özel teveccühü olmasaydı, Aişe o dehşetli günde bu coşkun sel içerisinde mutlaka öldürülürdü. Elbette o öldürülseydi, ne gibi bir fitnenin meydana geleceğini ancak Allah bilirdi.

                  Müslümanlar arasında meydana gelen tefrika ve ayrılığa neden teşkil eden “gün” (Cemel günü) Sıffin savaşı, Nehrevan savaşı, Kerbela faciasına ve daha nice faciaların doğmasına sebep oldu.

                  Ama Peygamber (s.a.a)’in kardeşi ve torunlarının babası ileri çıkarak Aişe’nin devesinin yakınında durup, Aişe’nin kardeşi Muhammed b. Ebu Bekir’e, kız kardeşini mümin kadınların yanına götürerek rahatsız olmamasına dikkat etmesini emretti. Aişe’nin askerlerinin boynuna minnet bırakarak affetti. Elde ettikleri esirleri serbest bıraktı ve Aişe’ye elinden geldiğince ihtiram gösterdi. Bu konuyu tüm sire ve tarih yazarları değinmiş ve ona itiraf etmişlerdir.

                  Bu savaşa “Büyük Cemel Savaşı” denir. Bu savaş 20 Cemadi’l-Ahir 36. Hicri tarihinde “Perşembe günü” gerçekleşmiştir. Her iki vakıanın -yani büyük ve küçük Cemel Savaşının- geniş açıklaması, İslam tarihlerinde nakledilmiştir.

                  Büyük Cemel Savaşında Aişe’nin evlatlarından öldürülenlerin sayısı, maalesef Talha ve Zübeyr de içlerinde olmak üzere on üç bin kişiyi bulmuştu; Hz. Ali (a.s)’ın ordusundan şehit olanlar ise bin civarında idi.


                  Yorum


                    #39
                    Ynt: HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

                    AİŞE KİME KARŞI SAVAŞTI?

                    Aişe, bunu herkesten daha iyi biliyordu ki, Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’in kardeşi, velisi, halifesi ve varisidir; Hz. Ali, Peygamber (s.a.a)’i ve Allah’ı candan seviyor, Allah ve Resulü de O’nu seviyorlardı. Aişe, Peygamber (s.a.a)’in Hz. Ali’ye şöyle buyurduğunu duymuştu: “Ey Ali! Senin bana olan konumun Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir. Şu farkla ki, sen peygamber değilsin.”

                    Yine Peygamber (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu duymuştu: “Allah’ım! Ali’nin dostuna dost, düşmanına düşman ol. Ali’ye yardım edene yardım et, onu rezil edeni rezil et. Allah’ım! Ali’ye merhamet et, Ali nerede olursa olsun hakkı onun çevresinde karar kıl.”

                    Aişe Veda Haccında Peygamber (s.a.a)’in yanındaydı. Peygamber (s.a.a)’in ümmete, Ehl-i Beyti terk etmemelerini nasıl ısrarla vasiyet ettiğini görmüştü. Peygamber (s.a.a) ümmeti, Kur’ân ve Ehl-i Beyte yüz çevirmekten sakındırmaktaydı.

                    Aişe, Gadir-i Hum’da Peygamber (s.a.a)’in, binlerce hac adayları arasında Hz. Ali (a.s)’ı hilafet makamına nasıl tayin ettiğini görmüş ve Peygamber (s.a.a)’in Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’e bakarak şöyle buyurduğunu duymuştu:
                    “Ben sizinle savaş içerisinde olanla savaş içerisindeyim; sizinle barış içerisinde olanla da barış içerisindeyim.”

                    Bu rivayeti Ahmed b. Hanbel Müsned’inde Ebu Hureyre’den, Hakim Nişaburi Müstedrek’te, Taberani Mucem’ul-Kebir’de ve Tirmizi de kendi senediyle Zeyd b. Erkam’dan, İbn-i Hacer’in “el-İsabe”de Hz. Fatıma’nın biyografisindeki nakliyle nakletmişlerdir.

                    Aişe, Peygamber (s.a.a)’in, Ehl-i Beytini cüppesi altına alarak:
                    “Ben sizinle savaşan herkes ile savaştayım, sizinle barış içerisinde olanla barış içerisindeyim; size düşmanlık eden herkesle düşmanım” diye buyurduğunu hem görmüş hem de duymuştu.

                    İbn-i Hacer-i Mekki, bu rivayeti, Ehl-i Beytin fazileti hakkında nazil olan bir ayetin tefsirinde (Savaik’ul-Muhrika, Fasıl: 11) nakletmiştir. Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğu da rivayet edilir:
                    “Ali’nin savaşı benim savaşımdır. Onun barış ve sulhu da benim barış ve sulhumdur.”

                    Bu ve buna benzer birçok rivayetler vardır ki, Aişe’nin kendisi bunlardan bazılarını rivayet etmiştir. Aişe, bunların hepsini çok iyi biliyordu. Öyle ki, bir şair Aişe’ye hitaben şöyle söylemiştir: “Sen kırk bin hadis ezberledin ama bir ayeti unuttun.” Ahzab suresi 33. ayete işaret edilmektedir. (M.)

                    Ümm’ül-Müminin Aişe’nin, Hz. Ali’ye karşı savaştaki davranışı anlamak için, babası Ebu Bekir’in rivayet ettiği şu hadisi bilmemiz yeterlidir. Ebu Bekir şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a)’in çadır kurup bir Arabi yayına yaslandığını gördüm. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin de çadırın içerisindeydiler. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Ben, bu çadırda olanlarla barışık olan herkesle barışığım. Kim bunlarla savaşırsa, ben de onunla savaşırım. Onları helal zadeden başkası sevmez. Onlara zina zadeden başkası da düşmanlık etmez.” Bu hadis Ebu Bekir’den naklen rivayet edilmiştir. Bkz. Abbas Mahmud Akkad, “Abkariyet’ul-Muhammed”, “Peygamber, İmam ve Sahabe” başlığı.

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

                      AİŞE NE DÜŞÜNÜYORDU?

                      Hal böyleyken sayın okurlar, Ümm’ül-Müminin Aişe’nin, bu ayaklanmadaki amaç ve hedefinin Allah olduğunu mu, Peygamber ve ahireti amaçladığını mı, salih amelli kadınlardan olduğunu mu ve Aişe’nin, bu ameliyle Allah’ın Peygamberin zevcelerine vaadettiği sevabı alacağını mı düşünüyorsunuz? Allah, Peygamber (s.a.a)’in zevcelerine şöyle buyurmuştur:

                      “Eğer, Allah’ı, peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır.” Ahzab / 29.

                      Yoksa Aişe, kendisiyle Allah arasında, diğerlerine haram edilenleri helal eden bir antlaşma olduğunu mu zannediyordu? Yoksa Aişe, masum İmam Ali (a.s)’ın aleyhine ayaklanmasıyla şu ayette vaadedilen ilahi azaptan kurtulacağını mı zannediyordu?!

                      “Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah’a göre kolaydır.” Ahzab / 30.

                      Acaba Aişe, ortaya çıkardığı ayaklanmanın bir nevi ibadet, Allah ve Peygamberine itaat, yoksa yararlı bir iş yaptığını mı düşünüyordu? Yoksa Aişe, bu davranışında şu ayete amel ettiğini mi düşünüyordu?

                      “Sizden kim, Allah’a, Resulüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükafatını iki kat veririz. Ve ona bol rızk hazırlamışızdır.” Ahzab / 31.

                      Yoksa Aişe, Hz. Ali (a.s)’a karşı ayaklanarak Peygamber (s.a.a)’in diğer hanımlarına oranla Allah’a daha fazla yaklaşmayı, daha fazla takva elde etmeyi ve şu ayete amel etmeyi mi hedefliyordu?

                      “Ey peygamber hanımları! Eğer Allah’tan korkuyorsanız siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz.” Ahzab / 32.

                      Acaba Aişe, oturduğu İbn-i Zabbe’nin evini, Allah’ın ona oturmasını emrettiği ev olarak mı görüyordu? Aişe orduya yaptığı komutanlığı, Talha ve Zübeyr’in, onu cahiliyet dönemi açılıp saçılmalarından korumak için diktiği perde gibi mi görüyordu? O bu şekilde, namaz kılmayı, zekat vermeyi, Allah’a ve Resulüne itaat etmeyi yerine getirebileceğini mi zannediyordu?

                      O, bunca yaptığı işleri, ilahi emir ve yasaklar karşısında yaptığın mı görüyordu? Zira Allah Teala şöyle buyurmaktadır:


                      “Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin...” Ahzab / 33.

                      Aişe ne söylüyor? Veya onun taraftarları, Allah’ın Aişe ve arkadaşı Ömer kızı Hafsa hakkında buyurduğu “Eğer ikiniz de Allah’a tövbe ederseniz (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı” hitap hakkında ne söylüyorlar? Yine şu ayet hakkında ne söylerler: “... Ve eğer peygambere karşı birbirinize arka verirseniz, bilesiniz ki, onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların arkasından melekler de (O’na) yardımcıdır. Eğer O, sizi boşarsa Rabbi O’na, sizden daha iyi, kendini Allah’a veren, sebatla itaat eden eşler verir." Tahrim / 4.Tahrim / 4-5.Tahrim / 10-11.

                      Bu ayet, Peygamber (s.a.a)’i, Aişe ve Hafsa’ya karşı savunacak kuvvetlerin son haddinde olduğunu göstermektedir. Eğer tüm kainatta bulunanlar Peygamber (s.a.a)’in aleyhine ayaklansalar da Peygamber (s.a.a) bu kuvvetten fazlasına ihtiyaç duymaz.

                      Aişe ve Hafsa’yı tanımak için şu yeter ki Allah, bu ikisine Tahrim suresinde iki kafir kadının bir de mümin kadının misalini getirerek şöyle buyuruyor:
                      “Allah, inkar edenlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin, nikahları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi.

                      Allah, inananlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O;
                      “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işlerinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” dedi.” Tahrim / 10-11.

                      Ehl-i Beyte tabi olan alim ve zahit şairlerden birisi Aişe’ye hitaben şöyle diyor: “Ey Aişe! Uğrunda ölüm sınırına kadar gittiğin savaş hakkında ne dersin?, Buhari sahihinde, evine işaret edilerek senin hakkında söylenilen sözü nakletmesi yeterlidir. Derler ki tövbe ettin ve Ali sana göz yumdu. Peki neden Ali şehit olduğunda şükür secdesi yaptın? Neden İmam Hasan’ın vefatında bir katıra binerek fitne ateşini alevlendirdin?!”

                      Şiir’de Buhari’nin naklettiği sözden kasıt, Abdullah b. Ömer’den naklettiği şu hadistir: “Peygamber (s.a.a) durarak, Aişe’nin ikamet ettiği yere işaret edip şöyle buyurdu: “Fitne buradandır, fitne buradandır; şeytanın boynuzları buradan çıkacaktır.”

                      Sahih-i Müslim’de şöyle rivayet edilir: Peygamber (s.a.a), Aişe’nin evinden çıkarak şöyle buyurdu: “Küfrün başı buradan çıkacaktır. Şeytanın boynuzunun çıkacağı yer burasıdır.” Sahih-i Buhari c. 2 s. 25.

                      Şiirde Hz. Ali (a.s) ile ilgili olan bölüm şuna işarettir: Hz. Ali (a.s)’ın şahadet haberi Aişe’ye ulaşınca, Aişe hemen yere kapanarak şükür secdesi yaptı. Daha sonra başını secdeden kaldırarak şu şiiri okudu:

                      “Derken o kadın sevinçten asasını atarak yerinde oturdu, bir yolcunun vatanına döndüğü gibi sevinçliydi.”

                      Daha sonra: “Ali’yi kim öldürdü?” diye sordu.

                      Cevabında: “Murat kabilesinden biri” dediler.


                      Aişe sonra şu dokunaklı şiiri okudu: “Eğer O uzaksa, O’nun ölüm haberini ağzında toprak olmayan bir genç verdi.”

                      Ümmü Seleme’nin kızı Zeynep, ona itiraz ederek şöyle dedi: “Bunları Ali için mi söylüyorsun?!” Aişe cevabında şöyle dedi: “Unuttum! Ne zaman unuttuysam bana hatırlatın!!!”

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

                        AİŞE VE İMAM HASAN-I MÜCTEBA (A.S)

                        Ehl-i Beyt şairinin şiirinin son bölümü ise Aişe’nin, Peygamber (s.a.a)’in torunu İmam Hasan’a yaptıkları olaya işarettir.

                        İmam Hasan (a.s) şahadetinden bir müddet önce, Beni Haşim’i yanına toplayarak, şahadetinden sonra Peygamber (s.a.a)’in kabrinin yanına defnedilmesinden dolayı, Beni Ümeyye tarafından çıkarılacağından korktuğu fitne hususunda uyarılarda bulundu. Bu nedenle kardeşi İmam Hüseyin’e vasiyet ederek, muhalefetle karşılaştığını görürse, fitnenin önünü almasını ve kendisini Baki mezarlığında büyük annesi Fatıma bint-i Esed’in (Hz. Ali’nin annesi) yanına defnetmesini, bu yolda bir damla kanın bile akıtılmamasını istedi.

                        İmam Hasan (a.s), şehit olduktan sonra Haşimiler onu dedesi Peygamber (s.a.a)’in yanında toprağa vermek istediler. Ama bir anda Beni Ümeyye tepeden tırnağa silahlanarak savaşa hazırlandı. Beni Ümeyye’nin başında Mervan b. Hakem ve Sa’d b. As yer almaktaydı.

                        Mervan şöyle seslendi:
                        “Ey Beni Ümeyye! Emir’ul-Müminin Osman’ın Medine’nin bir köşesinde, Hasan’ın da Peygamber’in yanında toprağa verilmesi mi gerekir?”

                        Daha sonra bir katıra binmiş Aişe’yi getirdiler. Aişe evine girmelerine izin vermediğini belirterek şöyle diyordu: “Hasan’ı benim evime getirmeyin!”

                        Ebu’l-Ferec-i İsfahani-yi Mervani “Makatil’ut-Talibiyyin” adlı kitabının İmam Hasan’ın Şerh-i hali bölümünde, Ali b. Tahir b. Zeyd’ten şöyle rivayet eder: İmam Hasan’ı defnetmek istedikleri zaman Aişe, bir katıra binip Beni Ümeyye, Mervan b. Hakem ve diğer taraftarlarından yardım aldı. Tam bu sırada birisi şöyle dedi: “Bir gün katıra biner, bir gün deveye!”

                        Mes’udi şöyle yazıyor: O gün Aişe, alaca bir katıra binmişti. Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir gelerek şöyle dedi: “Hala! Biz kırmızı Cemel gününün kanlarından başlarımızı henüz yıkamamışız. Alaca katır savaşını da meydana getirdi demelerini mi istiyorsun?!

                        Bu hususta şair şöyle diyor:

                        “Ey Aişe! Bir gün deveye bindin, diğer bir gün de alaca bir katıra bindin! Eğer yaşarsan file bile bineceksin! Sen Peygamber (s.a.a)’in evinden, zevcelerine kalan sekizde bir mirasın sadece dokuzda birine maliksin. Ama sen hepsini sahiplendin!”

                        Şimdi şu konuyu açmamız gerekir: Acaba Aişe, Peygamber (s.a.a)’in evine istediğini alma, istediğini de almama hakkına sahip miydi? Şunu bilmek gerekir ki, İslam fıkhına göre malik, mülkünü istediği gibi kullanma hakkına sahiptir. Ama ey sayın okuyucu! Acaba Peygamber (s.a.a), evini, satış yoluyla, bağışlama yoluyla veya herhangi bir yolla Aişe’ye mi bırakmıştı? Hayır! Hayır! Zannetmiyorum. Hiç kimsenin de böyle bir şey söyleyebileceğini veya düşünebileceğini zannetmiyorum.

                        Evet, Peygamber (s.a.a) Aişe’yi, diğer zevceleri gibi evinin odalarından birisinde yer vermişti. Aynı şekilde diğer zevceleri de, ayrı ayrı odalarda ikamet etmekteydiler. Peygamber (s.a.a) de aynen evli bir erkeğin eşini kendi evine getirdiği ve onunla ilgilendiği gibi kendi zevcelerine bu muameleyi yapmıştı. Zira kadının erkeğe vacip olan haklarından birisi de erkeğin, kadına kalacak bir yer vermesidir. İşte kadın bu yolla kocasının evinde ikamet eder.

                        Ama bir evde oturmak kesinlikle o eve sahip olmak manasına değildir. Zira gerçekte evi istediği gibi kullanma hakkına sahip olan erkektir. Çünkü kadına evde oturma hakkını veren erkektir.

                        Buna ilaveten, eğer Aişe’nin, Peygamber (s.a.a)’in evinde olmasının eve sahiplendiğine delil olduğunu kabul edersek, peki Fedek bağının Hz. Fatıma (a.s)’ın elinde olması, neden ona malik olduğuna delil olarak kabul edilmiyor?! Bu ikisi arasında ne gibi bir fark vardır?! Zira bir kızın, babası hayattayken istediği gibi babasının malından bir bölümünü kullanması, ona malik olduğunun bir göstergesidir. Bu durum, kız baba ocağından ayrılıp koca evine gittikten sonra daha da belirgindir. Elbette bu durum, kocanın evinde bulunan odaları kullanma konusunun tam tersinedir. Biz, bu konuda tüm insanlar arasında bulunan örf, adet, gelenek ve görenekleri hakem olarak sunuyoruz.

                        Şayet o günlerde, Aişe’nin babası halife olduğundan, kendi yetkisine dayanarak Peygamber (s.a.a)’in evini Aişe’ye bağışlamıştı! Hal böyle ise biz, Ebu Bekir’den kızı Aişe’ye yaptığı muameleyi, Peygamber (s.a.a)’in değerli kızı Fatıma’ya da yapmasını ve onun elinde olanları almamasını beklerdik. Eğer Ebu Bekir bu işi yapsaydı, Müslümanların vahdeti için daha faydalı olurdu.

                        Yorum


                          #42
                          Ynt: HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

                          Bu başlıkta burada bitti. İnşaallah okuyuculara faydalı olur.

                          Yorum


                            #43
                            Ynt: HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

                            "ne kadar söylersen söyle, anlattiklarin ancak karsindakinin anlayabildigi kadardir"

                            Allah emeklerini hayirlara vesile kilsin, ellerin bereketli olsun kardesim


                            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                            Yorum


                              #44
                              Ynt: HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

                              Allah razi olsun paylasim icin..
                              İnsanlar, sanırlar mı ki inandık derler de öylece bırakılıverirler ve sınanmaz onlar?

                              Yorum


                                #45
                                Ynt: HZ.AİŞE VE YANDAŞLARININ KUR’ÂN VE RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

                                muhammed bey usulu kafi de sizin bu peygamber bilmiyordu o andaki safsatanızla ilgili çok güzel bir bab var.inşallah hadisleri okur aydınlanırsız ben bir kaç hadis ekliyorum gerisini usulu kafiden açıp öğrenirsinz 3-(675) ...Cema'e b. Sa'd el-Haşamî şöyle rivayet etmiştir:

                                Mufaddal, Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’ın yanındaydı ve ona dedi ki: "Kurban olduğum! Allah, bir kula itaat etmeyi diğer kullara farz kılar da, o kulun göklerden gelen haberleri almasını engeller mi?"

                                -«Hayır.» dedi. «Allah, kullarına bir kula itaat etmeyi farz kılıp da, o kulun sabah akşam göklerden gelen haberleri almasını engellemeyecek kadar kullarına kar­şı kerem sahibi, merhametli ve şefkatlidir.»

                                4-(676) ...Dureys el-Kunasî şöyle rivayet etmiştir:

                                Yanında arkadaşlarından bazılarının da bulunduğu bir sırada Ebu Cafer (Muhammed Bakır aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini duydum:

                                «Şu halkın tavrına şaşıyorum. Bizi velî ediniyorlar, bizi kendileri için imam kabul ediyorlar, bize itaat etmenin, tıpkı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi)'ye itaat etmek gibi farz olduğunu söylüyorlar. Sonra da kalkıp kendi kanıtlarını geçersiz kılı­yor ve kalplerinin zaafından dolayı kendileriyle çelişiyorlar. Bu nedenle bizim hak­kımızı yerine getirmede kusur işliyorlar. Allah'ın, bizi gerçek anlamda tanıma ve emrimize teslim olma kanıtını bahşettiği kimseleri alaya alıyorlar! Sizce Allah, Tebareke ve Teâlâ, kullarına, velîlerine itaat etmeyi farz kılar da, göklerin ve yerin ha­berlerini velîlerinden saklar mı? Dinlerinin dayanağı olan meselelerle ilgili olarak karşılarına çıkan olgulara ilişkin, bilginin özüne ulaşmalarına engel olur mu?

                                Bu arada Humran İmam'a dedi ki: "Sana kurban olayım! Ali b. Ebu Tâlib, Ha­san ve Hüseyin'in (aleyhimusselâm) durumunu, baş kaldırışlarını, Allah'ın dinini ege­men kılmak için harekete geçmelerini, bu uğurda mücadele ederken başlarına gelen musibetleri, tağutların onları öldürmelerini, onlara karşı zafer kazanıp sonunda onla­rı öldürüp hezimete uğratmalarını nasıl yorumlamak gerekir?"

                                Ebu Cafer (aleyhisselâm) dedi ki: «Ey Humran! Allah Tebareke ve Teâlâ, onlar hakkında bu olayların tümünü önceden planlayıp takdir etmişti. Hükme bağlayıp yü­rürlüğe koymuştu. Onların kendi tercihleriyle de kesinliğe kavuşturarak pratikte uy­gulamıştır. Dolayısıyla Ali, Hasan ve Hüseyin, Resûlullah'ın da kendilerine verdiği bir bilgiye dayanarak harekete geçtiler.

                                Bizden sessizliği tercih edenler de bir bilgiye ve basirete dayanarak bu yolu tuttular. Eğer onlar, ey Humran! Allah'ın takdirinin gerçekleştiği, tağutların kendile­rine üstünlük sağladığı zamanlarda Allah'tan bu musibeti başlarından savmasını, ta­ğutların egemenliğinin ortadan kalkması, mülklerinin sona ermesi için Allah'a yakarsalardı, o takdirde Allah, onların dualarını kabul eder, onlara musallat olan tağutları savardı.

                                Ey Humran! Onların başlarına gelen bu musibetler, işledikleri bir günahın kar­şılığı veya yaptıkları bir isyanın, Allah'a karşı çıkmanın cezası değildir. Bütün bun­lar, Allah'ın katındaki yüksek menziller ve onur verici makamlar için başlarına geldi BUNUN GİBİ İMAM ALEYHİSSELAMIN VE PEYGAMBERİMİZİN HERŞEYİ BİLDİĞİni 1300 yıl önce kuleyni açıklamış ve dediğim gibi bir sürü hadis.ayrıca nasıl olur peygamberimizin cebrailden korkması şanına leke düşürmez.peygamberimiz niye cebrailden korksun ki hiç görmemiş miydi acaba.cebrail kimin yüzü suyu hürmetine yaratıldı ?????nasıl ki onun yüzü suyu hürmetine yaratılsın ve ondan korksun.malesef bunlar sünnü uydurmaları bizim şia hadislerimizde de var ama biraz da insanda akıl mantık olmalı.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X