Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

"gunun hadisinin yorumu"

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

    bu durumda ayetin doğru anlamı olayların ve eşyanın her varlık ve olgunun oluşumunda insan ve Allah faktörünü açıklamaya yönelik. ayette geçen şae fiilinin kapsamı şey diye nitelenebilen her varlığı ve olguyu içine almaktadır. o halde Allah bir olguyu ya da olayı var etmek için start vermedikçe siz onun, maddi alemde meydana çıkışı için hiç bir halt yiyemezsiniz. öyle sizin bildiğiniz gibi bu alemi sebepler dünyası ilahı yönetmiyor. bu alemde yönetimi sizin elinizde olan maddi sebepler değil Allah'tır. bunu hiç bir zaman unutmayın. bakın irade konusuna kaydırıldığı için alimler arasında en çok anlama sorunu doğan bu ayet gerçekte neyi ifade ediyor bağlamına bakarak bir de bu mantıkla çözelim:

    Onları biz yarattık ve bağlarını sımsıkı bağladık. Dilediğimiz zaman da onları benzerleriyle değiştiririz. Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen rabbine bir yol bulabilir.Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Çünkü, Allah, her şeyi bilendir, hakimdir.Böylece dilediğini rahmetine alır. Zalimler için ise, gayet acı bir ceza hazırlamıştır. Dehr (insan ) suresi 28-31.


    dünyada insanı ilgilendiren insan iradesiyle ilgili tüm olaylar iki fail etkisinde gerçekleşmektedir. birincisi Allah diğeri insan. Allah oluşum kurallarını koymanın dışında bir de ilgili insan tercihinin oluşması için olaya start vermektedir. tabiri caizsa bilgisayarda her şeyi yazar ayarlarsınız ama bilgisayar bundan bir şey anlamadığı gibi bunu bir işleme de koymaz. ama enter'a bastınız mı artık bu olay olsun demektir. bu start olayı izinle birlikte oluş kurallarını da belirlemek demektir. oluşun sınırlarını çizmek anlamına da gelmektedir. Allah ilgili ayetlerde şae kelimesiyle bu starttan bahsetmektedir. yani insanları yaratan Allah, onları çevreleyen kuralları koyan Allah, dünyanın işeyiş yasalarının hiç birini insan koymadı. insan doğduğu alemde bu tabiat yasaları dediğimiz oluşum kurallarını hazır buldu. ve bu kurallar Allah'ın startına göre değişiklik de arzedebilmekte. örneğin ateşin yakma tabiatı varken Allah startı o yönde vermediği için yakmamakta serin ve selamet olabilmektedir. Allah bunları bir hatırlatma olarak bize sunuyor. ki bu kurallar içerisinde Allah'a giden yol görünür, Allah vahiy de göndermiş, ama tüm bu kurallara vahyi görme ve ondan istifade olayında da Allah'ın start vermesinden önce ve bağımsız gerçekleşen bir olay yoktur. sakın gözetimsiz bir yaprağın bile kıpırdadığını sanmayın. sakın sebeplerin kendiliğinden oluştuğunu düşünüp Allah'ı unutmayın. sizin o hidayet için seçtiğiniz doğru yol var ya onun bile startını veren Allah'tır. eğer o böyle bir oluşum yasası koymamış olsaydı siz nasıl bu hidayeti seçebilecektiniz? O adil olmasaydı, vahiy gönderip size doğru yolu göstermeseydi, sonra sizin algılarınızı kullanabileceğiniz, kulaklarınızı gözlerinizi kalplerinizi var edip sağlıklı kılmasaydı, ... siz mümkün müydü hidayeti seçebilesiniz.. sonra hidayetiniz için son aşama olan kontrol ve onay da yine Allah tarafından yapılmaktadır. ki siz ondan sonra bu hidayet de dahil tüm olayları gerçekleştirebilmektesiniz.. ayette ( 30.) insanın oluşumu gerçekleştirmesi sadece hidayet konusuyla sınırlı değildir. ama ne yazık ki çoğu alim bu şekilde anlamış ve bu ayeti mutezile ile cebriye uçları arasında çekiştirmiş durmuşlardır..

    Allah'ın her şeyi bilmesi ve hakim olması şeklinde ilerleyen ayet bizim yorumlarımızla uyum içerisindedir. sonrasında gelen "böylece dilediğini rahmetine alır" diye çevrilmiş kısımda ise, yani Allah oluşum startını verdi kul da hidayeti seçti ve orada yürüdü ve sonunda cenneti hak edip oraya girdi. işte bunu ifade ederek diyor ki Allah verdiği startı içinde hidayetine uyanları rahmetiyle ödüllendirir.. ve bu start içinde hidayeti değil zulmeti seçenlere ise gayet acı bir azap hazırlamıştır.

    şae kelimelerini tek kelime ile çevirmek imkansızdır. ama erade anlamına gelen diledi kelimesiyle çevirmek tamamen bir anlam katliamına neden olmaktadır.

    şae kelimesinin anlamı, oluşum kurallarını koyup işletmek ya da start vermek ya da başlatmak gibi kelimelerle ifade edilebilir ve öyle edilmelidir. Böyle olduğunda Allah'ın adaleti ve kulun Allah'ın gücünü devre dışı bırakmaksızın özgürlüğünü kullanması arasında doğru bir konumda anlam oturmaktadır.


    Günün Hadisi: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: İlminizi kimden aldığınıza dikkat edin. (Bihar'ul-Envar, c. 2, s. 92)

    kısa ve öz hadis ama belki de bir sürü tedbir bir sürü anlam ve uyarı ihtiva etmektedir. toplumsal bir kontrol mekanizması kurulmaktadır.

    sünnilerde bu hadis biraz daha uzundur. ve korkunç bir hatayı ortaya koymaktadır, belki de bu hatayı kapatmak amacıyla söylenilmiş iken.. olayın özeti şudur:

    Sünni hadis kitaplarındaki hadisler sened ve metin diye iki bölümden oluşur. Sened bölümünde hadisin Peygamber s.a.a.'ten ta şu an elimizdeki kitaba gelinceye kadar 150-200 yıllık süreç içerisinde hangi ellerlle taşındı ve kimler bu hadisleri birbirine aktardı bu kişilerin adları bulunuyor. metin kısmı ise esas hadisin bulunduğu bölüm. Sahabe döneminde sünni hadislerin senedi yoktu. yani Peygamber s.a.a.'ten sahabe bir şeyi duyar sonra başkasına aktarır o da başkasına böyle böyle hadis dolanır durur ve kimse sen bunu kimden duydun diye sormazdı. Sonraki nesil tabii dönemine gelindiğinde uydurma hadisler ortalığı kaplamaya başlayınca baktılar bu iş olmayacak hadisler sizin dininizdir dininizi kimden aldığınızı sorun denmeye başlandı. böylece sünni hadislerin sened kısmı oluştu. Peki önceden? önceden hadisin Peygamber s.a.a.'ten kimin duyduğu kime aktardığı belli değildi. bu yüzden hadisçiler sahabe neslini eleştirmek ve araştırmak için tenkide tabi tutabilecek isimlerden yoksun kaldılar. bu büyük sorunu aşmak için de sahabe toptan adildir yani yalan söylemez Peygambere s.a.a. hadis konusunda iftira atmaz o nesli hadisi doğru aktarmış mı güvenilir mi değil mi diye tahkikata tabi tutmak anlamsız deyiverdiler.

    Ehlibeyt mektebi açısından böyle bir sorun yoktu. Onlar tüm zamanlarda zaten asla yanılmayan 11 imam'a sahiptiler. en doğru bilgiyi kitaplarının oluşum dönemine kadar imamlar vasıtasıyla aktarılıyordu. İmamlar kendileri hadisleri bizzat ihtilaf çıkmayacak, bir tane bile uydurma hadis olmayacak şekilde bu gün elimize gelmiş kitaplara yazdırıp onların kontrollerini yaptılar mı? buna evet diyemiyoruz. ancak yazılan bazı kitapları görüp onayladıkları gelen rivayetler arasında. o kitaplar istinsah (çoğatlma) sırasında bazı hatalara neden olabilmiş midir? evet bu gün gördüğümüz kadarıyla şia Kur'an dışında hiç bir hadis kitabı bile tam güvence vermemektedir. çünkü imamların yaşadığı dönemlr güllük gülistanlık dönemler olmayıp kafalarında zalim emevi ve abbasi krallarının kılıçlarının sallandığı hazır tutulduğu bir korkunç baskı dönemi idi. bunun tek istisnası Caferi Sadık a.s. idi ki o da zaten hadisleri talebelerine yazdırdı. binlerce cilt hadis kitaplarından özetlenerek şu an ki şii hadis kitapları oluştu. ve bu hadis kitapları sağlamdır ki şia içnde amelde ve itikatta herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. birbirine zıt haram ve ibadet şekilleri bulunmamakta birden çok hak mezhep kavramı dile getirilmemektedir.

    tüm bu yazılı kaynakların sağlama alınmasından sonra yine de Caferi Sadık a.s. buyuruyor ki ilminizi kimden aldığınıza dikkat edin.

    1- tüm insanlığa yönelik: ilminizi aldığınız kişiler masum imamlar mıdır yoksa yetkisiz kendisini alim sanan Allah'ın hiç bir delil indirmediği din bozucuları mı?

    2- şiilere yönelik, İmamların ulaşmadığı yerlerde alimlerinizde aradığınız kriterler nelerdir? sünnilere yakın hakimler ve kırallarla arası iyi olan alim görüntülü kişiler midir yoksa ilmiyle amil hakiki alimler midir?

    3- Alimlere yönelik, bakın karşınızda sömüreceğiniz kullar köleler yok, her dediğinizi kabul ettiremezsiniz. bizim şiilerimiz feraset sahibidirler. ilmi kimden alacaklarını bililrler. öyleyse ilme layık olunuz, menfaat ya da başka sebeplerle değil Allah için ilmi talep edin ve bunun için öğreten kişiler olunuz.

    böylece alimin otokritiği ve kontrolü yapılabilmektedir. Alimlerin söyledikleri Kur'an ve Ehlibeyt kanalıyla gelen hadislerle çelişkili midir toplum bunu ölçebileceğ seviyeye gelmelidir. ilminizi kimden aldığınıza bakın demenin anlamı aslında alimi ölçebilecek ilme uyanıklığı Ehlibeyt muhabbet ve yakınlığına sahip olun demektir.

    Elhamdülillah ki şia içerisinde ilmine ameli ve kanıyla şahidlik eden ve ona en güzeliyle layık olan o kadar örnekler çoktur ki, bunlar her yol ayırımın başındaki yol işaretleri ya da yön yıldızları gibidir. bunlar hiç bir zaman ilmi dünya ve hatta cennet ve cehennem için öğrenmiş ve öğretmiş değillerdir. Sadece Allahın yüzünü (rızasını) amaçlamışlardır.

    Rabbimiz yollarından ayırmasın..

    Yorum


      #17
      Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

      Günün Ayeti: Gerçekten Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kafir olan da Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim diyecek. (Nebe-40)

      Günün Hadisi: İmam Zeyn'ül-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: İnsanlar ilim talebinin değerini bilmiş olsalardı deniz seferlerine ve ölüm tehlikesine bile aldırmadan ilim taleb ederdi (Kafi, c. 1, s. 35)

      Yorum


        #18
        Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

        Günün Ayeti: Gerçekten Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kafir olan da Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim diyecek. (Nebe-40)

        İlahi affet bizi. böyle gafil kullarının şu azap ve tehdit ayetlerinden şöyle deniyor diye açıklama yapması ne de zordur. Öncelikle bu tehditleri anlaması gereken nefsimiz varken bunları başkalarına anlatma çabası da neyin nesi. onca günah ve kötülük içinde geçen kendi hayatımız ortada gözümüzün önündeyken tutup başkaları okusun, Allah'ın kitabını anlasın, azap ayetlerinden etkilensin de kendine çeki düzen versin ve böylece iyi insan olsun demek bize mi düşmüş, bizim mi haddimize.. Affet ya ilahi.

        içimden bir his bırak bu ayet zaten çok açık, herkes anlıyor girme kullarla Allah arasına, kendin bu ayeti oku anladığınla amel et ve bir dha nefsinin seni çeldirmesine fırsat verme hayatından kötülükleri sil, yaptığını artık Allah için yap gibi duygular geçmekte, ama bir yandan da ya bu konuda bildiğin bir şey varsa ve bunları açıklamadığında bunun sorumluluğu da üzerine yüklenirse diye..

        zor velhasıl.. bu yük karşısında Rabbimizden yardım dilemekten ve nefsimizin bize emrettiklerinden yine Ona sığınmaktan başka ne gelir elimizden.

        İlahi bizi affet sorumluluğunu yerine getiremedik, emanetini koruyamadık. nefsimizi temize çıkaramayız ama aciziz ki bizi, kaybeden nefislerin keşke toprak olsaydım dediği günde kurtar ve onlardan eyleme.

        keşke toprak olsaydım ayetini çokça söyleyen ve Rabbim geri döndür diyen Hasan'ın kısa filmi var ki çok etkileyici. şimdi aklıma o sahne geldi.
        namaz kılmayan ve kötü arkadaşlara uyan hasanın rüyasında ölmesi ve ölüm sırasında olan olayların ayet ve hadislerde geçtiği şekliyle rüyasına yansıması işleniyor bu kısa ama etkili filimde.. sonunda Rabbim geri döndür diyor ama nafile..

        37. ayette O, göklerin ve yerin ve ikisinin arasında olan her şeyin Rabbidir; geniş rahmet sahibidir, (O gün mahşerde toplananlar) O'na karşı söz hakkına sahip değillerdir" buyruluyor. bu ayet bana daha ilkokul ikinci sınıfındaki kızımla ilgili bir konuşmamı hatırlattı. ona bunu kim söyledi yoksa çocuklar saf zihinleriyle Allah inancını kalplerinde büyüklerden daha iyi mi oluşturmuşlar, ilginç... öteki dünyadaki hesap anında sorgulanmayı konuşuyoruz. konu Allah'ın adaletide zahiri akıllar için şüphe uyandırabilecek bir noktaya gelince daha ben ama orada Allah'a adaletsizlik yapmayacağı açıktır demeden, kızım ama Allah'a cevap verilmez ki, biz burda bir büyüğümüze karşı bile cevap veremiyoruz her dediğine karşılık veremiyoruz o ki Yüce Allah, onun karşısında nasıl konuşalım... dedi..

        gerçekten de o gün çok çetin olacaktır. ayette belirtildiğine göre her insan kendisi önceden oraya yaptıklarını gönderir. yaptıklarımız bizden önce sanki birer şahıs ve şahit gibi orada hazır olurlar daha biz hesap yerine gitmeden. her şey kurulu biz sonradan gelir ulaşırız oraya. hani önceden bir yere giden şanslı sayılır ve hesaplaşmaya karşı kendini hazırlar ortamı tanır.. öyle değil. biz hazır bir ortama gireceğiz tanıklar hazır yaptıklarımız bizden ayrılmış, daha önce bize zevk veren her iş orada canımızı yakacak bize düşman olmuş şikayet için oraya toplanmış olacak.

        bir vesileyle dünyada her varlığın canlı olduğunu söylemiştik işte bu varlıklara olaylar ve işler de dahil oluyor. yaptıklarımız birer varlık oluyor, iyi ilerimiz iyi sevimli varlığa kötü işlerse vahşi birer yaratığa dönüşüyor ve hesap anında oraya hazır kuruluyorlar bizden önce. işte o zaman daha henüz cehennem ateş bile yok ortada henüz hesap bitmemiş. ama öylesine hislere onura (ki kalmışsa o ortamda) dokunan manzara oluyor ki insan bunları görmekten hissetmekten ve bunların ruhuna azap veren kınamasındansa keşke toprak olsaydım keşke hissetmez üzerine basılan sorumluluğu olmayan kınanmayan bir toprak olsaydım der..

        toprak dünyada her şeyi her türlü kötülüğü necaseti insan ürünü her pisliği kendine saklayıp dönüştüren ayıpları kusurları örten en temel işlevlerin sahibi bir varlık. belki de insan keşke bunları gömebilecek bir toprak olsaydım anlamında da bunu söylemiş olabilir. ama ne mümkün.. her ne şekilde derse desin çözüm yok, dönüş yok. Çünkü arapçada leyte (keşke) kelimesi artık geçmiş, telafisi ve dönüşü olmayan pişmanlıklar için kullanılıyor.

        tüm bunları düşündüğümüzde insanın dünyası kararıyor ve sanki her gün öleceğimize bir kez ölelim dercesine şeytan insan hayatını karartıyor.. ve insanı ölümü bile tercih ettirecek raddeye getiriyor.

        işte tam bu noktada Ehlibeyt mektebinde sürekli yapılan gelenek haline gelmiş olan bir dua bizim imdadımıza yetişiyor. Her namazda kunut tutarız. orada çokça okunan kısa ve etkili bir dua: İlahi, bize acımanla muamele et, adaletinle muamele etme!..

        Rabbim dualarımızı kabul buyursun..

        *****************


        Günün Hadisi: İmam Zeyn'ül-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: İnsanlar ilim talebinin değerini bilmiş olsalardı deniz seferlerine ve ölüm tehlikesine bile aldırmadan ilim taleb ederdi (Kafi, c. 1, s. 35)


        ilim taleb etmek, ilmi isteyip onun öğrenicisi olmak. talebe kelimesi ilim arzulayan onu isteyen kişi anlamında öğrenci kelimesinin arapçadaki karşılığı.

        kim bilir bu hadisi şerifi İmam Zeynül Abidin a.s. hangi şartlarda söyledi, bir deniz kazasının olduğu günlerde insanların denizden korktuklarını görüp böylesine korkunç bir olayı bile göze almaktan büyüktür demek için mi bu hadisi buyurdu, yoksa ilim meclisleri kuramadıklarını, zalim zorbaların çıkardığı engellerden dolayı bu meclisleri zor oluşturmalarına rağmen buraya gelme şerefine ermiş bir iki kişide ilim konusunda gevşeklik ve gördü de onları terbiye amacıyla mı irad etti yoksa tüm bunların da içinde olduğu, çağları aşkın bir anlamla bu günümüze de örneğin seslenerek: internette bilginin çok olup her zaman ulaşabileceğinizi sanmanız sizi gevşetmesin. nice ölüm tehlikesini hiçe sayıp ilime ulaşanların, bu fedakarlık sayesinde, ruhlarındaki tezkiye ve samimiyetle elde ettiği faydaları ve manevi makamları siz, internet başında zahmetsiz ve çoğu zaman da kul hakkı bulunan haram bilgilerle elde edeceğinizi mi sanıyorsunuz! Öyleyse hadi söyleyin, hiç bir şey bilmeyen cahil yaşlılarınızdaki bildiği azıcık ilimle amel etmedeki samimiyetlerine neden ulaşamıyorsunuz?

        günümüzde bilgisayarda bir tıkla ulaşabildiğiniz ilmin bu güne gelmesi için tarihe bir bakın. İmam Zeynül Abidin a.s. Ehlibeyt imamları arasında en zulüm gören en zor dönemi yaşayan bir imamımız. İmam Hüseyn a.s.'ın Kerbela'da şehadetinden sonra uzun yıllar Emevi zalimlerinin (l.a.) gözetiminde göz hapsinde tutuldu. şii cemaatten koparıldı onlarla görüşüp onlara Peygamber s.a.a.'ten miras kalan ilmi öğretmesi engellendi. O hazret de İmamdı kafasını yastığa koyup ne yapalım bir şey yapamıyoruz diyemezdi imametini sürdürdü nitekim. ilahi tedbirlerle ve yol göstericilikle evine hizmetçiler aldı. O hazretlerin hiç bir hizmetçiye ihtiyacı olmadığı halde her işini kendileri gördükleri halde evine bir sürü hizmetçi adında en zeki insanları bir süre alır onları eğitir sonra onları (güya) kovar sonra onların yerine yenilerini alırdı. böylece bir yüzlerce insana tertemiz Ehlibeyt öğretilerini anlatabilmiş, Ehlibeyt itikadı ve fıkhını anlatan hadisleri talim ettirmiş, onların da gittikleri yerlerde bu ilimleri yaymalarını sağlamıştı. 35 yıl boyunca göz hapsinde olduğu evinde bu hep böyle sürdü. bunun dışında lanetli Emevi askerlerinin gözetimi altında hac vazifesini ifa ederdi İmam. Orada da güya bilmezmiş gibi bir keresinde Emevi kıralını (l.a.) gördü ve bu kim dedi, aldığı cevap üzerine ellerini açıp Allah'ım bizi zalimlere ve onlara hizmet edenlere yakın etme buyurarak hacdakilere mesaj verdi. Emevi halifelerini dinin temsilcisi sanan zavallı kandırılmış halk böylece Peygamber torunu İmam a.s.'dan:

        1- Zalimlerin kılıçları altında rahat hareket edemediğini
        2- Emevi yöneticilerinin zalim olduğunu
        3- onların silahlı görevlilerinden ve onlardan uzak olduklarını
        4- ama buna rağmen Ehlibeyt'in imametinin ve öğretilerinin devam ettiğini dileyenin onlara ulaşabileceğini

        başında kılıçlar olduğu halde bu mesajları vermişti..

        Bu kısa anekdotlar göseriyor ki işte İmam Zeynül Abidin a.s.'ın kastettiği değerli olan ilim böylesine fayda getirecek bir ilim olsa gerek. insanı yerinde durduramayacak yakacak bir kor gibi bir ilim. Öyle ki onu alıp zihninize yerleştirmeniz, sanki sizi yerinizde oturtmayacak kadar yakan rahatsız eden bir ateşi karnınıza almışsınız gibi, yaşayacak gereğiyle amel edecek, onunla Allah'ın haramlarından ve hatta küçük dediği günahlardan bile sakınacağınız, dahası sizi kula ve aciz olan herşeye kulluktan Allah'a kulluğa çıkaracak olan bir ilim..

        eğer siz, sizi kurtaracak olan böylesi bir ilimi görseydiniz, böyle bir kurtuluşun ancak ilimle olacağını cehaletle kurtulmanın mümkün olmadığını bilip ve bu ilmin de Ehlibeyt a.s.'ın kanlarıyla bu güne ulaştırdığını bilseydiniz, her şeyinizi kaybetmeyi göze alırdınız. Sizi her yerden saracak korkunç fırtının oluşturduğu deniz dalgalarını bile göze alır o ilim için yola çıkadınız.

        değil ananızı sevdiklerinizi çevrenizi canınızı bile feda edecek bir hicrete girerdiniz böylesine bir ilim için. tıpkı daha ergenliği yeni atlatmış ve hatatını çevresi gibi cahiliye değerleriyle geçirmeyeceğini, İran'a gidip okuyup alim olacağını söyleyen ve bunun için gözü hiç bir engeli görmeyen delikanlı saflığında bir karardır bu. çünkü onun için bir şey ya vardır ya yoktur. İlim var olduğu içn onun içn hayattan bile geçmek gerekir. o olmazsa delikanlı bir hiçtir. yaşamanın ne anlamı vardır ki?

        İmam a.s.'ın tehlikeli bir dağ yolculuğunu değil de en tehlikeli deniz yolculunu göze almayı örnek olarak vermesi gerçekten de denizde ölümün insan ruhunda ölümlerin en kötüsü olarak algılanmasıyla ilgili olmaldır. Çünkü şahsen benim uzun süre deniz yolculuğu yapmadığımda gemiye binip de gemi sallanmaya başladığında bir anda geminin battığı ve girdap halinde suyun beni içine çektiğini benimse dalıp dalıp çıktığımı ve su yutmaktan boğazıma ağzıma suyun dolmasından dolayı imdat bile diyemediğimi hayallerim. her halde bu bir süre devam eder ölüm anı ve ölümlerin en kötüsü olsa gerek ki müthiş korkuya kapılırım. bir keresinde yeğenlerimle bir kayığa binmiştik kayık bi sallanmaya başladı ben hemen dedim daha kıyıdayken döneyim yoksa bu korkudan kalbim patlar.. hemen indim onlar devam ettiler..

        kişiden kişiye ölüm türleri korkunçluk açısından değişse de şahsen ben İmam Zeynül Abidin a.s.'ın bu örneğini çok iyi kavradım diyebilirm.. O yüzden ilim çok önemli.. ve her insanın öğrenmesi gereken ilim de var

        çünkü insan akıllı bir varlık. bilmediği bir yola çıksa bu yolun sonunda uçurum mu çıkmaz sokak mı olduğunu daha yola çıkar çıkmaz düşünür ve ona göre bir tedbir alır. dünya hayatı da bir yolculuktur, dönüşü olmayan bir yöne doğru her insan ilerlemektedir. ve bir gün bu hayat yolu bitecektir. işte her insan bu yolun sonu hakkında bilgi almak ve sonunun ne olacağını gittiği hayat yolundan sonra kendisini neleri bekleidğini öğrenmek ister. bu sorulara bir cevap alır. eğer cevapları ilimse kendini kurtarır yoksa kendini kandırır vicdanını susturmak pahasına da olsa kötü bir yaşam sürer. çoğu zaman da kaybedenler ilminin sağlam değer ve delillere dayandırmayan, amele dönüşecek bilinçten yoksun kuru bilgi sahibi olanlardır..

        Rabbim faydasız ilimden bizi korusun..

        Yorum


          #19
          Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

          Günün Ayeti: Hiç bir nefsin bir başka nefse herhangi bir şeye güç yetiremeyeceği gündür; o gün emir yalnızca Allah'ındır.(İnfitar-19)
          Günün Hadisi: Emir'el-Müminin İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Hikmet sahiplerinin sözleri doğru olursa ilaç gibidir. Hata olursa hastalık gibidir. (Nehc'ül-Belağa, el-Kelimat'ul-Kısar/265)

          Yorum


            #20
            Ynt: "gunun hadisinin yorumu"


            Günün Ayeti: Hiç bir nefsin bir başka nefse herhangi bir şeye güç yetiremeyeceği gündür; o gün emir yalnızca Allah'ındır.(İnfitar-19)

            Eûzu billahi mine'ş-şeytani'r-racim vellain

            ayetin arapçasından benim anladığım meal biraz farklı o yüzden bir de onu yazayım:

            (Hiç) bir kişinin (hiç) bir kişiye (hiç) bir şey bakımından mülk kazandırmayacağı gündür. Emir sadece Allah'a aittir.

            ayette geçen kilit kelimeler: mülk edinmek, nefis, emir. ve ek olarak bir önceki ayetten anladığımız bu günün hangi gün olduğuna dair, din günü kelimesi...

            ayet son saat olaylarının gerçekleştiği zamanı anlatarak konuya giren, sonra bu süreç içinde bir etkilenen varlık olarak sorumsuz insana seslenerek devam eden ve son olarak da hesap gününden bahsederek sona eren kısa surenin son ayeti olarak yer alıyor.

            bu bağlam (anlam ilişkileri) ayeti düşünürken bize yardımcı olabilecek anahtar kelimelerin başka hangi surelerde ve hangi anlamda geçtiğine bakmak faydalı olacaktır. Hani Kur'an kendi içinde bir sözlük ve bir tefsir açıklayıcı özelliğe sahip ya o bakımdan.

            nefis kelimesi Kur'an'da bazen ruh bazen bizim bildiğimiz anlamda kötülüğün merkezi anlamındaki nefis bazen de beden olarak geçebiliyor. bulunduğu ayete göre anlam kazanmakta.

            emr kelimesi, örneğin Kadir suresinde, "o gece melekler ve ruh her türlü emr için inerler" ayetinde her türlü takdir edilmiş iş anlamında kullanılıyor.

            mülk edinmek ise, mutlak manada Allah'a ait olmakla emanet anlamında kullara verilen bir hak olduğunu biliyoruz.

            din günü ise, borçların hesaplanıp ödeşilecek gün anlamında deyn kökünden gelen bir ifade. deyn borç demek. din günü ise hesaplaşma günü olarak borçla bağlantılı bir kelime.

            ayeti anlamak için gerekli malzemelerimizi hazırladık sanırım. şimdi parça parça bir anlamı oluşturan kelimeleri gördük yan tarafa koyduk. artık burdan ötesi bir anlambilim olan felsefenin ya da irfanın sınırlarına girmekte.. burda sizin aklınızı tecrübenizi ve ihlasınıza bağlı olarak Allah'ın lutfedeceği çıkarsamalarınızı göreceğiz. Bazen günlük hayatta çok basit olan kelimelerin yan yana gelişlerinde, bunda anlaşılmayacak ne var deriz. anlat bakalım dendiğinde. ama anlatmaya kalksak ifade edecek kelime bulamayız. bunda bizim ya bunu gerçekte anlmadığımızı ya da bu konu dikkat alanımızın sınırlarına girmediği sonucuna ulaşabiliriz.

            hiç bir insan bir başkası için mülk kazandıramıyor. mülk Allah'a ait zaten burda kastedilen, geçici izafi olarak bile hiç kimse bir başkasına bir şey kazandırmıyor ya da buna gücü yetmiyor. kazandırmıyor çünkü kendi derdinde, kazandıramıyor çünkü yetkili değil..

            Allah izin vermiyor. çünkü bizim ilmimiz sınırlı. tüm dini öğretileri inançları atın kenara bir anlık, biz bize bırakılsak şu sayısız seçenekli dünyada asla kendi geleceğimiz için hayırlı olanı seçemeyiz. dünyada birimiz sonsuz güç sahibi olsa asla bu alemi devam ettiremeyiz. çünkü varlığın en küçük yapı taşı bile bir başına değil. ve her varlık bir başkasına zaman sebep ve etki bakımından bağımlı. siz bütün bu ilişkiler ağı ortasında bir beşere sonsuz güç bile verseniz sonsuz ilim sahibi olmadığı için asla hayırlı bir iş yapamayacaktır. Zaten o yüzden değil mi ki en iyi niyetli insanlara bile yönetimi iktidarı emanet ettiğinizde o insanlar bozuluyor çok yönlü ilişkiler ağı orasında şaşırıp yapacağım düzelteceğim derken her şeyi berbat ediyor..

            işte ahiret daha doğru ifadeyle hesap anı bu ilişkiler ağının tam zirve yaptığı en karmaşık ilişkilerin yaşanacağı bir an. böyle bir anda sınırlı bir ilme ve güce sahip insana, Allah bir insana emaneten de olsa bir mülk kazandırma yetkisi tanısa, o zaman tüm dengeler altüst olacaktır. çünkü hesaplar ve varlıklar hep birbirleriyle zincirleme ilişki içindedir. Tıpkı gelir gider defterideki hesapların tam çıkması gibi. bir kuruş başka yere gitse asla iş düzelmez.

            bu sadece mantiki açıdan kapitalistçe İmam Ali a.s. deyişiyle tüccarca bir yaklaşım. Ve bizim dediğimiz hiç bir insanın hiç bir insana bir mülk kazandıramayacak oluşunun gerekçesi bu anlamında da değil. Sadece o anı canlandırmaya yönelik bir varsayım.

            Bir gurup kıt bilgi sahibi mealci zihniyet (burdaki mealcilerden kastımız ayetleri hadisler eşliğinde anlamadığından, ayetler arasındaki anlam ilişkilerini tam kavrayamadığından sapan anlamındadır) bu tür ayetlere değinerek, şefaatin olmayacağını söylemektedirler.

            Ancak biz Ehlibeyt mektebi yolcuları ise, Kur'an'ın Ehlibeyt'siz anlaşılamayacağını kesin olarak biliyoruz. Bu yüzden ayetlerin aralarındaki bağlantılı olanlarını ya da gerçek anlamlarını, istisnaları genel kuralları neshi mensuhu bu masum İmamlarımız'ın şaşmaz bilgilerinden öğreniyoruz. Ki başka yolumuz da yoktur. ve var gibi duran yollar bizi Kur'an'da çelişki varmışcasına bir sonuca ulaştırır. Çünkü her gurup düşüncesini Kur'an'dan çıkarıyor. Ve hiç birine de Kur'an dile gelip, Hayır bu ekolün iddiasını ben desteklemiyorum. Benim adıma yalan uyduruyor demiyor..

            Örneğin burdaki ayette hiç bir nefis başka nefise bir mülk (menkul gayri menkul ya da hizmet sektörü alanlarındaki her şey anlamında, hatta örneğin bir moral vermek bile buna dahil) kazandıramaz derken, o halde şefaat yetkisine dair yapılan ayetlerdeki istisnalar ne olacak? Allah'ın izin verdikleri hariç hiç bir insan başkasına şefaat etmez şeklinde geçen ayetler?..

            işte burda o halde anlıyoruz ki mutlak, sınırsız, ve bu gücü elinde bulundurup başkasına kullandırma anlamında bile olsa mülk kazandırma hakkı emrin tamamı Allah'a ait.

            Ancak Allah bu günde, kendi rızasına, ve bu kurala muhalif olmayacak şekilde bu yetkiyi sınırlı olarak bazı insanlara verecektir. Vereceği kişileri de indirdiği vahiylerle bildirmiştir..

            bu insanların bu yetkiyi kullanacak olmaları asla ayetin zahiri anlamıyla çatışmamaktadır. tıpkı bir velayetin temsil makamlarının görünüşte çok oluşu gibi.

            örneğin itaat konusu. Allah diyor bana itaat edin, Elçimize itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. bu aynı zamanda, bana itaat etmek istiyorsanız elçimize ve seçtiğim imamlarınıza itaat edin, ya da onlara itaat ettiğinizde bana da itaat etmiş olursunuz gibi.. Burada kilit nokta, bu zincirlerin birbirlerine bağlı oluşu, elçi ve imamların asla Allah'a muhalefet yetki kabiliyet ve ihtimallerinin bulunmamasında noktasındadır. Dolayısıyla İmam Allah'ın dileği dışında bir şey emretmeyecekse imama itaat kime itaat olmuş olur?

            o halde madem Allah'ın dediği olacak, neden mülk edindirebilme konusunun icrasını (yürütmesini) Allah bizzat kendisi yapmıyor da İmamlar ya da Peygamberlere bu yetkiyi veriyor? burda ne hikmet olabilir?

            bu soruya Allah'ın gücü elbette sonsuzdur ve bunu yapabilecek yeterliliktedir deriz ancak biz bu yetkinin başkalarına devredilme konusuna çok da yabancı değiliz. Melekler dünyada işleri yürütmektedirler örneğin.

            ancak insan türü olan Peygamber ve İmamların bu yetkileri yüklenecek oluşunun farklı bir hikmeti daha osla gerektir. onun da insanın yapısı pozitivist düşünce ve algısıyla alakalı olduğuna inanıyoruz. Böylece Allah onlara itaati araya koyuyor. Kendine itaat için. nasıl kendisi de her insanın içine vahyini, iki yolun bilgisini de iletebileceği halde bunu somut bir silsileye tabi tutmuşsa bu da öyledir. Böylece Allah insanın gayba göre iş yapma becerisinde zaafiyetini biliyor ve ona yardımcı oluyor itaat için kulluk edebilmesi için. Bir insanın kulluğunda günahlarından sakınmasında kendisini sürekli kontrol etmesinde somut inançları örneğin bana benim gibi bir imam şahitlik ediyor ve ahirette Allah'a karşı o bu yaptıklarımı dile getirecek orda bana destek ya da köstek olacak gibi bir düşüncesi çok daha etkili olmakta. Sır burda olsa diyoruz..

            Günün Hadisi: Emir'el-Müminin İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Hikmet sahiplerinin sözleri doğru olursa ilaç gibidir. Hata olursa hastalık gibidir. (Nehc'ül-Belağa, el-Kelimat'ul-Kısar/265)


            hikmet, türkçede taşı gediğine koymak lafı var ya ben onu anlıyorum. bu cümleyi biraz açacak olsak, bir olay ya da konuşma oluyor. orda vicdanları rahatltacak, ihtiyaçları giderecek, aklılları tatmin edecek vs bir laf ediyorsunuz. ama ne fazla ne az. az olsa boşluk tam dolmaz, çok olsa boşluğu yine tam dolduramaz, uzun olduğu için bir kısmı dışarda kalan bir ağaç gibi düşünün. işte hikmet tam lafı gerektiği yerde gerektiği şekliyle söylemek diyebiliriz. kelimenin hüküm (Allah'ın yasası) hakim (doğru yasa koyucu adalet için gerekli kararı verici) hakîm, doğru düşünüp bunu ifade eden filozof, gibi benzer kullanımları var.

            İmam Ali a.s. hikmet sahipleri derken, toplumda böyle insanların olacağını, böyle tanınan insanlar bulunacağını söylerek söz dinlenen insanlara dikkat çekiyor. Kimi insanların sözleri dinlenir ama vicdanlara inmez, çünkü onları konuşturan hikmetleri değil güçleridir. Parasıdır gücüdür hatta hilesi ve düşmanlığıdır. bir kere bunları düşüyoruz. İmamın a.s. kasettiği bunlar değil. Toplumda hikmetli laf eden kimseler, yani zayıfın da güçlünün de vicdanında: evet bu adam hakkı söyler, bu adam bu sorunu çözer bu adam güzel konuşur bu adam Allah taraftarıdır.. gibi inançlar oluşmuştur.

            peki bunlar masum mu? Hayır sadece İmamlar masumdur. bu insanlar böyledir diye bunların her dediğinin de gözü kapalı içilecek ilaç olduğunu sanmayın. çünkü masum değiller. bunu ayırt edin.

            bir başka yönü ise bu net değilse. Adama güveniyoruz hikmet sahibi. bunun her sözü mü hikmetli? tabi ki değil. İşte İmam buna işaretle bunların böyle hikmetli görünüşlerinin bir çok zararı olduğuna da dikkat çekmektedir. Sakal beni örneğin hep yanıltmıştır. Sakallı birini gördüğümde ona saygı göstermişim ama adam sakalını hilesini icra için kaçınılmaz gören biri olmuş. Sakalsız bir adamın vaaz ettiğini görmüşüm, ya adam bi sakal bile bırakmamış ondan ne hayır çıkar dedim onda da yanıldım..

            onun gibi hikmet sahibi bir insanın söylediği doğruysa sorun yok. Ya yanlışsa.. onu çok az kişiler fark edecektir. Bozuk insanların sözlerini herkes ölçer biçer ve doğru olmadığını görür, ama ya güvenilirse insan? Hikmet sahibi birinin söylediği yanlış söz, sıradan bir insanın söylediği yanlışa göre kıyaslanmayacak kadar zarar vericidir.

            İşte Hikmetin piri olan İmam Ali a.s. bu durumu yaşamış görmüş veya görmüş gibi anlatarak topluma uyarıda bulunduğu gibi hikmet sahibi insanları da uyarmaktadır. onlara da demektedir ki, sizin yükünüz sıradan insanlarla kıyaslanmaz. sorumluluğunuz çok.. asla yanlış bir söz etme şansınız yok..

            yoksa hastalık gibidir bu söz. Sadece onunla sınırl kalmaz. o sözle ve söylediğiniz insanlarla sınırlı kalmaz. nasıl bir organdaki hastalık diğerlerini de etkilerse, vücudun tanımadığı bir virus vücudun tüm sistemini etkilerse işe hikmetli insandan çıkan hata tüm toplumu etkiler.

            kaldı ki bu sadece sözle de sınırlı değildir. hikmet bir davranışla da gösterilebilir. Bu durumda bunun etki alanı daha da geniş olacaktır.

            hata kelimesinin hadiste hangi kelime ile karşılandığnı görme imkanım yok. Ancak güçük yanlışlık anlamında geçiyor genelde bu kelimeler. Eğer böyle ise, anlam şu olur Hikmetli insandan çıkacan en küçük bir yanlışlık bile bir zehir etkisi yapacaktır.

            ona göre herkes adımını denk atsın.. dikkatli olsun.. Bizden (ilahi makam) uyarması. Sonra ahirette mazeret sunamazsınız...

            Yorum


              #21
              Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

              Günün Ayeti: Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız.(Bakara-21)

              Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Cehennem ehlinin feryat ve inlemesi daha çok tövbeyi erteledikleri içindir. (el-Müheccet'ül-Beyza)

              Yorum


                #22
                Ynt: "gunun hadisinin yorumu"


                Günün Ayeti: De ki Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra yalanlayanların sonu nasıl oldu, bir görün.(Enam-11)

                Günün Hadisi: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Günahların kapısını, kovulmuş şeytandan Allah'a sığınarak kapatın, ve itaatin kapısını ise bismillah ile açın. (Bihar'ul-Envar, c. 92, s. 216)

                Yorum


                  #23
                  Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                  Günün Ayeti: Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız.(Bakara-21)

                  euzu billahi mineşşeytanir raciim

                  bu genel bir hitap yani Ey insanlar, ey mü'minler değil. O halde bu ayeti tüm inanç sahipleri anlayabilecek ve algılayabilecek şekilde düşünmemiz gerekir. O yüzden ayet Kur'an ve hadisten delile gitmiyor Muhammed s.a.a. ya da İslam'dan kanıt getirmiyor: Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb..

                  bu bir gerçektir. Hem de tüm insanların görebileceği. Aklı olan herkes görür ki bu alemin tek yaratıcısı vardır. her ne kadar bazen bunun istisnası olmuş da bazı insanlar yaratıcı yok demişlerse de bunların da samimi olmadığını ortadadır. Kur'an bunlara hadi denizin içinde her yandan dalgalar sardığında sizi, Allah'tan başkasına yalvarın bakalım diyerek meydan okumakta ve onların da Allah inançlarının bulunduğunu ispatlamaktadır. Yine geniş zamanda ben en büyük Rabbim deyip de boğulmak üzereyken Musa'nın Rabbine inandım diyen firavun örneği de bunun için gösterilebilir.

                  işte bu nedenle tüm insanlar tek bir Rabbin varlığına inanırlar. Ayette kendilerini yaratan diyerek büyük bir inkar edilemez kanıt konmaktadır tüm insanlığın önüne. evet bazıları tüm varlığın gerçek olmadığını ve bunların gölge olduklarını iddiayla bu yaratılmayı da inkar yoluna gidebilir. ancak bu gölgeler bile olsa bunların yaratıcısı tek Rabdir.

                  Ünlü septik (şüpheci) Descartes varlığı temellendirmek için tüm her şeyden şüphe eder. Der ben dün gece rüyamda bir şeyler gördüm uyandığımda hiç bir şey yok rüyadaymışım. bu alem de öyle olabilir mi? Rüyamda yanıldığım gibi bu alemin varlığı hakkında da yanılmış olabilir miyim der ve tam kanıt bulana kadar hiç bir şey yok deyip varlığı kökten inkar eder. Sonra düşünmeye devam eder. kendinin şüphe ettiğinin gerçek olduğunu bilir. Ve der ki ben şüphe ediyorum. şüphe etmek için şüphenin olması gerekir. onun için de bir düşüncenin olması gerekir. Şüphe, bir düşüncenin ürünü ise ortada düşünce var demektir. Düşünce varsa düşünen biri de olmalıdır der ve kendi varlığının kesin olduğuna ulaşır. Oradan da diğer tüm varlıkları yeniden kesin bilgiyle temellendirir.

                  şu an biz varız. ve bizim gökten inmedik kendiliğimizden de oluşmadık. demek ki varlığımızı bir önceki insanlara borçluyuz. o halde bizden önce insanlar var. bizden önceki insanlar bizi dünyaya getirme konusunda mutla güç sahibi değiller. Eğer öyle olsaydı kendilerini öldürmezler kendilerini yaşatırlardı.. Öyleyse demek hem bizi hem de onları yaratan bir Rab (sahib) var. Bu durumda bunun tek rab olması gerekir yoksa eğer birden çok olsaydı bunların iradeleri çatışacak ve birbirleriyle savaşırlarken biz de bizden önceki insanlar da yine olmayacaktı. Öyleyse tek Rab vardır ki bizi ve bizden öncekileri yaratmıştır.

                  tüm dini inanç bağlarından bağımsız olarak tüm insanlar böyle düşünür düşünmektedir. bunun için Adem a.s. ile son insanın arasındaki tüm insanların düşüncelerini bir bilgisayara döküp incelemenin gereği yok çünkü insaan düşünen bir varlıktır. Ve en önemli olandan başlar bu varlık düşünmeye. İnsan varlığının gayesini anlamlandırmayı en önemli görür ve bunu düşünür. İşte tüm bunları bizden daha iyi bilen Allah'ımız buyuruyor:


                  Günün Ayeti: Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız.(Bakara-21)

                  Demek ki Rabbe kulluk tüm insanların ulaştıkları bir gereklilik. insanlar inanç bakımından bu konuda farklı düşmüyorlar. bu birleştikleri bir konu. Ancak bir şeyi bilmek başkaa uygulamak başka.. Demek ki tüm insanlar bildikleri bu gerçekle amel etmiyorlar ki Allah uyarıda bulunuyor. Kulluk edin!

                  nasıl kulluk edileceği burda belirtilmiyor. Ey insanlar diye geçen hitaplarda da namaz oruç gibi kulluk vasıtalarından bahsedilip bahsedilmediğini şu an bilmiyorum ancak hiç zannetmiyorum. (eğer araştırmamda yanılırsam burayı düzelteceğim inşaAllah) öyleyse insanlar Yaratan Rabbe ne ile kulluk edecekler?

                  bu sorunun cevabını yine insanların vicdanlarına bırakabiliriz. ÇÜnkü tek Rabbi'i ve O'na kulluğu bulabilen insanlar ona nasıl kulluk edileceğini de sınırlı olarak bilmektedirler. Kulluk boyun eğmek yaratıcı İlah'ın istediği şekilde yaşamak, bir güce sığınmak gibi anlamlara gelmektedir. Öyleyse tüm insanların kendilerini yaratan Rabbe boyun eğmeleri gerekir. ondan sakınmak için bu şarttır. İnsanın, kendini yaratan bir sahibinin koyduğu sınırlardan çekinmesinden bu konuda titiz olmasından, onu gazaplandırmamaya tersine memnun etmeye çalışmasından daha doğal bir düşünce serüveni nedir ki. doğru düşünce bu kaçınılmaz noktaya ulaşır. Zaten din de bu tür düşünce serüvenleri için akıllı insanlara yüklenmiştir. her akıllının da ulaşabileceği noktalardır bunlar.

                  Sakınasınız kelimesi takva kelimesiyle ifade edilmiş. Yani Allah'ın sınırları konusunda azami titiz olmak.. İnsan sahibini bilirse sakınması gerekir. bu nasıl olacak işte onun için de Allah'a kulluk etmeyi gösteriyor Rabbimiz tüm insanlara...

                  Ama bu düşüncede kalır düşünüp de ulaştığınız sonuçları yaşantınıza aktarmazsanız sakınamazsını. Allah'ın sınırlarını çiğnersiniz demektir. Çünkü düşünce suya yazılan yazı gibidir.şimdi dşünürsün az sonra kaybolur. yarın hiç yazılmamış gibi olur.Eğer düşünceni gereği olan davranışlara döker ve bu davranışları da alışkanlık haline getirirsen işte o zaman bu düşünceni mermere kazınan yazı gibi sağlamlaştırmış olursun.

                  işte bu yüzden Allah tüm insanlığa hitap ediyor ve düşünceyi kesin bir amele bağlıyor. Amel edin kulluk edinin ki bu düşüncenizi kaybetmekten, Allah'ın, sahibinizin ve sizden öncekileirn sahibinin sınırlarını aşmaktan sakının..

                  Peki İslami ibadetler mi ne olacak? bu konuyu da bir hadisle açıklayalım: Eğer bir insan bildiği doğrularla amel ederse Allah ona bilmediklerini de öğretir. (hadisin kaynağını bilmiyorum yaklaşık anlam olarak yazdım)

                  Eğer bir insan kendini ve öncekileri yaratan Rabbine kulluk ederse Allah ona mutlak İslami bilgileri de gösterecek onun için vasıtalar yaratacak fırsatlar çıkaracaktır.. çin'de her yanı putperest olan birinin müslüman olmasına rağmen, burdaki ezan evinin karşısında her gün kulağına bağırılmasına rağmen kafir olanı yoksa ne ile açıklarız..




                  Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Cehennem ehlinin feryat ve inlemesi daha çok tövbeyi erteledikleri içindir.

                  işte bu tür hadisler bizim açıklamakta zorlandığımız hadislerdir. Rabbim günahlarımızı af buyursun.. o ortamdan bizi korusun..


                  ancak yazmamız şart olursa o zaman bilgilerimizi paylaşmalıyız.

                  hadiste:

                  1- Cehennem ehli inleyecek
                  2- Bu inleyişlerinin çeşitli nedenleri olabilecek
                  3- İnleme nedenlerinden biri de tevbeyi neden erteledik diye pişmanlık olacak
                  4- Tevbeyi ertelemek insanı cehennemlik yapabilmekte

                  gibi bilgilere ulaşabiliyoruz.

                  bunlardan ilk üçü açık. Ancak dördüncü madde biraz açıklama gerektiriyor.

                  insan unutkan bir varlık. bir şeyi ertelerse unutma olasılığı dolayısıyla hiç yapmama olasılığı çok yüksektir. Özellikle bu işte şeytanın duygulara etki edebilen girişimi varsa... çoğu zaman namaz aklımızda olur kılmazsak namaz vakti çıkınca gelir aklımıza.. Tevbe somut bir şey değil zamana mekana harekete bağlı değil ve ertelendiğinde unutmamak imkansız gibi. insan tevbe etmediğinde işlediği suçları bile unutur ve öylece kendini temiz zanneder. Bu zannetmeler çoğaldıkça insan pislik içindeyken kendini mana aleminin zirvesinde sanır. o yüzden der ki sen benim kalbime bak.. işte bu sözler pişman olup zamanında dönüş yapmamanın oluşturduğu kirli kalpten çıkar. Günahların insandan intikamıdır. İnsanda korunan iyiliğe dair son kalelerin, son mütevazi ve kendini sorgulama kalelerinin de düşürülmesine yönelik sözlerdir. bunlar da insandan çıkmaz kaynağı şeytandır. Yoksa hiç bir insan kendine hak hatırlatıldığında sen benim kalbime bak benim kalbim temiz diyemez. Bakar onu cevaplar evet dediğin doğru yoksa yok sen bana iftira atıyorsun diye cevaplar..

                  Tövbe, türkçe okunuş, arapçada bu kelimenin yazılışı tevbe şeklindedir. Bu kelime Tâbe: döndü fiilinden türemiş bir masdardır. Yani dönmek anlamına gelmektedir.

                  insanın yüzü ilgi alanı davranışları zihni günaha daldığından onu işlediğinde yönünü o yana dönmüş olur. Hakka ve O'nun emirleri ile hoşnutluğuna sırt dönmüş yüz çevirmiş olur. İşte tevbe bunu yeniden döndürmek amacıyla vardır. Ki kişi günah sebebiyle önemsediklerini önemsemesin ve hayatının merkezine Allah'ı koysun. Günahın insan zihni ve kalbinde ne büyük tahribatlar yaptığı, insanın mana dünyasında hangi savunma kalelerini kaybettirdiği, insanı hakikati yaşamaya sevmeye keşfetmeye yönelik sürekli çalışan iyilik meleklerinden kaç tanesini bağladığını ya da katlettiğini hesaplamak mümkün müdür!

                  işte bu yüzden günahlar önce günahları küçümsettirir, Allah'ı unutturur tevbeyi ertelettirir. Böyle böyle yenileri oluşur günahların her günah işlemede kalbe konan siyah noktalar aynı zamanda tevbeye karşı da geçiş duvarını örer ve onu sağlamlaştırır. bu ise korkunç bir şeydir ve cehennemi hak etmeye ve orada inleyecek azaba neden olur.

                  Rabbim bizi tevbe eden hem de Peygamberimiz gibi günde 70 kez (yani çok) istiğfar eden kullardan eylesin.. İlahi amin...

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                    Günün Ayeti: De ki Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah ındır.(Enam-162)

                    Günün Hadisi: Emir'el-Müminin İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: (Hata yapan) Müslüman kardeşinin özrünü kabul et, eğer özrü yoksa da sen onun için özür bul. (İnsanların hatalarını mazur görmeye çalış!)

                    Yorum


                      #25
                      Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                      Günün Ayeti: De ki Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra yalanlayanların sonu nasıl oldu, bir görün.(Enam-11)

                      Eûzu billahi mineş şeytânir racîm

                      Ayetten önceki 10. ayette Peygamberimize hitapla .. senden önceki kaç peygambele alay edildi. Ama onlarla alay edenleri, alay ettikleri şey (azap) yakaladı. diye geçmektedir. Ve bundan sonra Peygamberimize hitap var söyle onlara diye...

                      arapçada gezme konusunu ifadede kullanılan değişik kelimeler var. Bunlardan birisi ilim yolculuğu olan rihledir. ilim öğrenmek için seyahata çıkmak anlamına gelmektedir. Oysa burdaki ayette bu kelime değil sîrû (seyahat edin) kelimesi geçmektedir.

                      Eğer sizden öncekilerin hallerinin nice olduğunu görün diye söylenmese ayetteki gezmenin niteliğinin öylesine bir turistik seyahat olduğunu düşünebilirdik. ama burda amaç farklı

                      Her ne kadar bu kelime tam bir ilmi geziyi içermiyorsa da burda önerilen gezinin ilmi alt yapısını tamamlamş insanların yapacağı açıktır. Örneğin Firavn piramitlerini gezecek kişinin önceden firavn hikayesini bilmese ya da piramitlerin hikayesini bilmese göreceği, anlamsız taş yığınlarından başka nedir ki? bu durumda ilim altyapısı tamamlanmadan önerilen bu gezinin amacı gerçekleşmiş olmaz..

                      yine ayetten anladığımız bu emir Peygamberi s.a.a. yalanlayanlara... Öncelik müslümanlara değil. Oysa biz biliyoruz ki müşrikler Allah'ın emirlerini Peygamber s.a.a. dan alıp uygulayacak tercihten yoksunlar. bu durumda ayetin anlamı çıkın yarın gezin helak olan kavimlerin izlerini diye olmaktan daha çok daha önce gezdikleri ve gördüklerinden yola çıkarak görmediniz mi gezmediniz mi sizden önce ne güçlü kavimler vardı buna dair bilgileriniz yok mu? Ya da olur da bir gün gezerken böyle bir duygu geçerse içinizden, kendinizin de Peygamberi yalanlama nedeniyle bu akıbete uğarayacağınızı yerlerinizde yellerin eseceğini aklınıza getirin. Bu bilgi belleğinizin ulaşabileceğiniz bir yerinde dursun..

                      ayette geçen bakın kelimesi için nazara kelimesi (gözle izleme) anlamına geliyor. Yani bu konuda somut işaretlere bakın demektir. Bu nedenle gerekiyor ki Allah geçmişte azap ettiği kavimlere dair izleri korumalıdır.

                      Hadislere baktığımızda bunun gerçek olduğunu görüyoruz. Örneğin Salih a.s. 'ın kavminin azap olduğu bölgede hala bir ot ekin bitmemekte ve insanlar orada bir kavmin helak olduğunu bilmektedirler. Peygamberimiz s.a.a. o bölgeden geçerken ordu konaklar ve orda yemek kazanlarını kurup kaynatırlar. Peygamber s.a.a. onlara yetiştiğinde kazanları döktürür ve kırdırır, kazanları bile kullandırmaz oradan eser aldıkları için. ve hemen acele ile oradan uzaklaştırır orduyu ileride Salih a.s.'ın devesinin su içtiği kuyunun başında konaklatır orduyu..

                      Bu müthiş bir uygulamadır. Çünkü bazı insanlarda her ne kadar yerlere göre uğur uğursuzluk kavramları hurafe olsa da hiç bir insan daha önce başına türlü belalar gelmiş bir ailenin terkettiği her tarafı toz döküntü olmuş harabe bir evde rahat edemez. İşte Resul s.a.a. da bu insandaki doğal psikolojik duyguyu yok etmiyor, ve yerinde bırakıp oradan uzaklaştırıyor...

                      Neden böyledir, yerlerde ne gibi izler kalır ve bu izler somut olarak oraya bir şekilde etki eder mi, bunlar başkalarına geçici bir hastalık gibi geçer etki mi eder diye konunun felsefi ya da bilimsel boyutuna giremeyecek kadar bu yazılar özlüdür. Ancak bu konular ince bir araştırma konusudur..

                      *********************

                      Günün Hadisi: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Günahların kapısını, kovulmuş şeytandan Allah'a sığınarak kapatın, ve itaatin kapısını ise bismillah ile açın. (Bihar'ul-Envar, c. 92, s. 216)

                      İnsan en mükemmel şekilde yaratılır. Sonra aşağıların aşağısına atılır. Ancak iman edip salih amel işleyenler hariç... (Tin suresinden)

                      ve bundan sonra insanlık kendi iradeleriyle günahların kapısını kapatacak ve Allah'a iman edip salih amel işleyecektir. O yüzden kelimei şehadet de buna göre dizayn edilmiştir. önce tüm kötülükleri silmeye ve kalbi Allah'tan başka her şeyden temizlemeye yönelik çalışma: La ilahe.. sonra da illallah. yani Allah'ın dilediği yaşam..

                      bu ifadelerle biz doğuştan günahkar olan insan doktrininden söz etmiyoruz da böyle bir inanç sahibi de olamayız. Çünkü her insan doğuştan temiz ve günahsızdır. Ancak burada kastettiğimiz ayette ifadesini bulan bu mükemmel yaratılıştan sonra aşağılık dünya yaşamıdır. Küfrün zulmün şirkin cahiliyenin tüm renk ve değer yargılarıyla hükümranlığını sürdüğü dünyadaki günlük sosyal yaşamdan söz ediyoruz. İşte böyle bir hayatın içinde insan iki kapıyla karşı karşıyadır.

                      Ruhunun iyiliklerinden gelen ve ama dünya tarih çizgisi incelendiğinde çok taraftarı olmayan iyilikler dünyasına açılan kapı, diğer yanda kötülükler dünyasına açılan kapı. Kötülükler dünyasının hakim oluşuyla ardına kadar açılan bu kapı kapatılmadıkça insan ruhunu, içinde bulunan kötülklerden arındırmadıkça, bunun için tedbirler alıp pratik yöntemler geliştirmedikçe yani ek bir çaba içine girmedikçe iyilikler dünyasının kapısına dayanması mümkün değildir.

                      Kirli bir kalbe Allah girmez, beyinde türlü türlü şeytanlıkların bulunduğu bir insan, kalbini ve amellerini iyilikler dünyasına göre programlayamaz, akıntıya kapılır, evinde zaten açık olan tv nin kumandasını alır nefsinin daha çok hoşuna gidip frekanslarının uyuşacağı şeytani programları seçer, evdekilerin nefisleri ile kendi nefsi çatıştığında bir de onlara zulmetmenin günah kapısını açar, dışarıda zaten İslam'a göre dizayn edilmiş bir yaşam yoktur..

                      İşte dünya tarihi boyunca yaşam çizgisini çok iyi gözlemleyip bunların ilmine sahip olan İmam a.s. buna dikkat çekmekte. Önce günah kapısını kapatacaksın; sonra sevap kapısını açacaksın

                      Günah kapsı şeytana lanetle başlar, ondan nefretle kapanır. Günahın kapısı ise şeytandan Allah'a sığınmakla olur. Çünkü her ne kadar şeytanın hilesi çok zayıf bulunsa ve inanmış kulları üzerine şeytanın hiç bir etkileyici gücü olmasa da insanın, Allah'a sığınmadan şeytandan kurtulabilmesi mümkün değildir. Bu konuda iran yapımı güzel bir film var: Ona sığınıyorum adında. Film şeytanın iyilik için bile yola çıkan insanların Allah'a sığınmadan şeytana lanet okumalarında bile ondan kurtulamadıklarını, Allah'a dayanmadan şeytandan kaçanın, yine şeytanın bir başka tuzağına düştüğünü çok ibret verici şekilde işliyor. bu bakımdan mutlaka izlenmesi ve ibret alınması gereken bir film.

                      istiaze sığınmak demek. âze fiili, sığındı anlamına geliyor. Sığınmak kelimesi türkçede çok kullandığımız bir kelime değil. Resmi makamlarda iltica etmek anlamında örneğin "kayıkla egeyi geçmeyi başaran üçü yabancı uyruklu beş kişi Yunan makamlarından sığınma talep etti" cümlesindeki sığınma, kendilerini o ülkede geçerli yasalara muhatap kılmak istedi. Yani oranın haklarında vereceği kanunları kabul ediyor ve bunun karşılığında yine onların layık göreceği bir yaşama şekli ve hakkını kabul etti demektir.

                      İşte şeytandan uzaklaşan insan da bu anlamda artık günahların kapısını bu şekilde kapamayı bilinç dünyasında kabul etmiş kalbine bunun gerekliliği inancını koymuştur. kalp de tüm organların başı olduğundan artık bu günah kapısı içindeki davranışları tüm organlara yasaklar. Böylece göz haramlara bakamaz, ayak haramlara gidemez zihin haram işlemeyi planlayamaz... bundan sonra da geriye İlahi melekuti alemden yer yüzüne uzanan iyilikler ipine sarılma o dünyanın kapısından girme yolu açılmış olur.

                      Tabi bu kapıya gelen herkes hak için gelmiş bile olsa buradan öteye hak için girecek anlamına gelmez. Nitekim şeytan da bu günahlar dünasındadır. Allah'ın doğru yolu üzerine oturmuştur. bu yolda Allah'a doğru (Allah'ın rızasına) ilerleyen kulların ayağını kaydırmak için burda bulunur. Tabi doğru yolda oturmanın gereği görüntü olarak buranın şeklini alır şeytan. Allah'a kulluk ediyor görünen bir münafık misali. Ancak bu şekilde Allah'ın kullarına etki edebilir onları ikna edebilir, iyiyi gösterdiğine dair.. İşte bu görüntüde olan herkesin iyilikler diyarında gezmesi hatta kendinden bile iyiliklerin sadır olması (meydana gelmesi) seni aldatmasın. bu iyiliklerin altında yatan gerekçeleri şeytan mı oluşturdu yoksa Allah mı? şeytandan nefret ve ona lanet etmesine rağmen bir çok iyi niyetli kul Allah'a sığınmayı gerçeleştirmedikleri için yine şeytandan emir aldıklarının farkında bile olmazlar.. gösteriş yaptıklarını şeytan onlara öyle gizlemiştir ki onlar bunu artık unutmuşlar, bazen kendilerini hesaba çeken içten gelen meleğin: "sen bu iyiliği Allah için mi yapıyorsun yani" şeklindeki uyarıları da duyulmaz olmuştur.

                      İşte İmam Caferi Sadık a.s.'ın buyruğunda iyilik görünen davranışların iyilikler dünyasının kapsını Allah adıyla açın demesinin hikmeti burada yatmaktadır. Alllah'ın adıyla başayın iyiliklere. Kendinizi bir nane (af edersiniz) zannetmeyin. tüm başarı ve iyilikler kendinizden mi sanıyorsunuz. Bunları sizlere yapacak ortamı da gücü de imanı da Allah vermiştir. Öyleyse bunların sonunda şeytana hizmet etmemek ve bunları tamamen şeytani değerlere hizmet için olmasını önlemek için Allah'ın adıyla başlayın besmele çekin iyiliklere. Böylece gururlanmamanız umulur. ve diğer kötülüklerden sakınmış olursunuz.

                      işte bu Kur'an okumaya başladığımızda çektiğimiz Eûzu ile Besmele'nin hikmetidir. Şeytan bize Kur'an okurken bile etki etmesin diye Allah'a sığınıyoruz. Bunu Allah emretmektedir. Her surenin başında da besmele ile başlayarak şeytandan Allah gibi sağlam bir merciinin yardımıyla korunabiliyoruz.

                      Kur'an okurken Eûzu besmele çekmek farzdır. yani şeytandan Allah'a sığınmak. Böyle hayırlı bir amel için bile eûzu çekmek şart yoksa şeytandan kurtulamıyorsak, günlük normal iyiliklerde kurtulmak mümkün müdür? şeytanı iyilik yapmaya karar verdiğinizde hatta iyiliği yaptığınızda bile öldürmüş olmuyorsunuz. Belki onu yenilgiye düşürmüş oluyorsunuz. Ama iş bitmiyor. Tersine yükseldiğiniz makamda artık o makamı korumanın da bir zorluğunu yükleniyorsunuz..

                      tüm bunlar tabi ki Allah'ın inanmış kullarına çok kolaydır. Çünkü onlar üzerine şeytanın hç bir etkileyiciliği yoktur..

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                        Günün Ayeti: De ki Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah ındır.(Enam-162)

                        Surenin bu bölümünde, "de ki" diye başlayan tek ayet bu değil. bundan önce ve sonraki ayetler de aynı hitapla başlıyor. Onlar da şu şekilde:

                        "161. De ki: “Şüphesiz Rabbim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine, Hakk’a yönelen İbrahim’in dinine iletti. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”
                        162. Ey Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.”
                        163. “O’nun hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben müslümanların ilkiyim.”
                        164. De ki: “Her şeyin Rabbi O iken ben başka bir Rab mı arayayım? Herkes günahı yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O size, ihtilaf etmekte olduğunuz şeyleri haber verecektir."


                        Ayetler Mekke müşrikleri hatta yahudi ve hristiyanların Hz. İbrahimi sahiplenmeleri ve Peygamberimiz s.a.a.'e de sen bu dini bozdun şeklinde suçlamalarına yönelik cevapları oluşturuyor. Murtaza Turabi Mealinde 161. ayetteki haniflikten bahseden dipnotta İmam Caferi Sadık a.s.'dan bir rivayet aktarılmış. Buna göre haniflikte her şeyin açıklandığını en küçük fıkhi meselelerin bile tebliğ edildiği belirtilmekte. İşte ayette Peygamberimize inen Kur'an ve diğer hükümler kastedilerek onlara adeta meydan okunuyor: sizde ibrahim a.s.'dan bir şey kalmamış bir çoğu da bozulmuş işte bana inen Kur'an ve diğer ahkam bu dini yenilemektedir. Eğer iddianız İbrahimi hanif olmaksa buyrun bu İslam'a giriniz..

                        Sizin salatınız (namazını) kabenin eftafında çıplak tavaf ederken, el çırpıp ıslık çalmaktan başka bir şey değil bir çoğunu da putlar içn yapıyorsunuz oysa biz sadece namazımızı değil onunla birlikte tüm ibadetlerimizi ve sizin bozduğunuz haccı bile Allah için yapıyoruz yani Allah için yapılıyorsa Onun gösterdiği şekilde yapılmalı kafadan uydurduğunuz şekilde değil..

                        insanın yaşama gayesi Allah olmalı ve merkezinde Allah olmalı hayat ilkelerinin. O ne der diye düşünmeli tüm hayatında. Başkaları ne der diye yaşamak henüz kişiliği oturmamış çocuklarda veya 25 yaşına kadar gençlerde olmaktadır. Onlar bu uğurda utanılması gerekmeyen normal işlerde bile çevremiz ne der diye utanırlar. kendileri için değil çevresi için yaşarlar. İşte İslam bu oturmamış kişiliği ve insanın gerçek ihtiyacı olan kendi güvenliğini ve geleceğini sağlama alma, gerçek huzur ve rahatını temin etme yoluna gitmekte hayatın merkezine çevresini hatta bencilliği emredip yine hüsrana çıkan yolu önermemektedir. Yaşamın gayesi Allah olmaldır.

                        böyle yaşamanın gayesi Allah olur, namaz ve hac gibi bir çok ibadetlerde de Onun rızası ve yol göstericiliği bulunursa işte orada ölüm de Allah için oluşabilir. Bu son aşamada insan huzur ile göçer öteki aleme. Hatta madem ölüm tek bir defa gelecek, o da neden Allah için olmasın nakaratını bile hayatının sonu için bir beklenti haline getirir. şehadeti koyar dualarına ve hedefine.. Madem bunların hepsi Allah için, Allah'ın o halde benim ne namaz ne hac ne yaşamım ne de ölümüm hakkında tasarruf etme hakkım yok, bunlardan ben ne bir yarar bekler övünecek pay çıkarırım ne de bunları başka gayelere hasredebilirim der..

                        Ehlibeyt mektebinde bu hakikatler çok önemli olduğundan bu ayetler bazılarınca namada niyet etmeden okunmaktadır. 162 ve 163. ayetler. Gul inne salati diye başlayan kısım..

                        Rabbimiz dualarımızı kabul buyursun niyetlerimizi halis kılsın..

                        ********************

                        Günün Hadisi: Emir'el-Müminin İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: (Hata yapan) Müslüman kardeşinin özrünü kabul et, eğer özrü yoksa da sen onun için özür bul. (İnsanların hatalarını mazur görmeye çalış!)

                        İmam Ali a.s. insan ilişkilerinin canlı sıcak tutulmasını önemsemiş ve bunun yollarını bize öğretmiştir: birbiriizle konuşun ve tanışın çünkü insanın kişiliği dilinin altında gizlidir. Yani bir insanın adını işini memleketini ezberlediğinizde onu tanımış olmuyorsunuz. konuşack konuştukaç ortak düşünce duygu ve hayat alanlarına sahip bulunduğunuzu göreceksiniz. böylece birbirinize yakınlaşmış olacaksınız.

                        İşte bu hadis de müslümanların kardeşliğini canlı ve sürekli tutmanın bir yöntemini bize öğretiyor. hatasız dost arayan dostsuz kalır. Dolayısıyla bi kere özürsüz müslüman aramayın, baştan bunu bilin ve buna hazırlıklı olun demektedi hadis. Eğer baştan bunu bilir hesaplarsanız sonra yıkılmaz ve müslümanlardan bağınızı kopartarak daha büyük felaketlere neden olabilirsiniz.

                        Aynı Allah'a kul olmuş insanlar olan Müslüman kardeşlerin bibrbirleriyle olan irtibatı çok sağlam olmalı ki kurulan toplum güçlü olsun. biri düştüğünde diğeri onun elinden tutsun.

                        tüm bunların sağlanması da zihinlerin ve gönüllerin şeytan tarafından kullanılmasını engellemekle olur. şeytan kardeşlerin arasını açmak ister. ki bu sayede vahdet bozulsun insnlar birbirlerine düşüp günahlara boğulsunlar ya da küfür cephesine karşı yalnız kalıp onlara yem olsunlar. Oysa İmam a.s. buna neden olacak hiç bir pürüzün kalmasını istemiyor. insanın hatası görüldüğünde ona özür şansının verilmesini bu anlayışın ondan esirgenmemesini anlatıyor. ki o da özür dilesin demektir bu aynı zamanda. Özür dilemek de bir marifettir. Ve sonra özür için de bir somut gerekçe gerekir. Yani şundan dolayı ben böyle yaptım. Sen müslüman kardeşime karşı bir kalbi kinim garazım ya da olumsuzluğum yoktu tamamen kendi ihtiyaçlarımı düşünürken bencillik yapmış senin hakkını çiğnemişim bundan sonra daha da dikkatli olurum demesi gerekir. Dediğinde de karşıdakinin bunu kabul etmesi ve zaten onun incinmiş olan gurunu onure etmesi özrünü tanıması gerekir. hatta öyle ki özür dilemenin mahcubiyetiyle onun onurunun zedelenmemesi için ona özür bile bulmalıdır. Yoksa onursuz bir müslüman kardeşin ona ne yararı olacaktır ki..

                        Mü'minlerde onur, birbirlerine karşı olmaz. kafirlere karşıdır. Hata yapmaksa bu onuru zedeler. İmam Hüseyn a.s.'dan bu konuda nakledilen rivayet (yaklaşık anlam olarak) şöyledir: Mü'min hata da yapmaz özür de dilemez. Ama münafık her gün hata yapar her gün özür diler.

                        Çünkü hata yapmamak için mü'min hayatını Allah'ın sınırlarına göre zaten planlamıştır. Dili de amelleri de bu plan yönünde işler, oysa münafık tamamen zaman ve konjektüre göre yaşar. nerede hangi çıkarı varsa ona göre doğru o çıkara yönelik iş yapmaktır. Dolayısıyla bu açıdan onun için ne hata yapmak önemlidir ne de özür dilemek. Onun artık bu duyguları yalama olmuştur. menfaati gereği günde kırk defa özür diler kafa sallar, oysa inanmadığı halde. Onların hatalarında pişmanlıkları olmadığı gibi özürlerinde de bir ağırlık yoktur ki onurları incinsin insan doğasının gereği olan kendini bir şahsiyet olarak koruma ve savunma durumu yaşasın..

                        İmam'ın a.s. sözündeki şu inceliğe nezakete zerafete ve kardeşi için müslümana emrettiği fedakarlığa anlayışa bakın:

                        "şayet kardeşinin sana sunacağı bir özrü yoksa sen onun için bir özür bul..."

                        yani bu çok büyük toleranstır. olur ki hiç bir savunulur yanı yoktur müslüman kardeşinin yaptığı kötülüğün. burda burun çevirmek, tamam özür diledi ama yarın yapmayacağı ne malum gibi sui zanlarla zaten açılmış olan ara açıklığını daha da çoğatlmak mı gerekir. Bu var olan kötülüğün tam karşılığı olan bir ceza mıdır. Kardeşin büyük zarar verici suç işlemişse sana karşı onun şeriatta zaten bir telafisi ve cezası vardır. Burda kastedilen o tür yanlışlıklar değildir. onların dışında kalanlar. ki bunlarda da öyle tamamen bir müslümanı silecek nitelk yoktur. bir adam günah işleyerek zaten kendine zulmetmiş olur. bir zulmü de sen yaparsan o zaman o bir kötülük karşılığnda iki kat azap görmüş olmayacak mı? Asıl işte o anda onun psikolojisini anlamak ve onu o durumdan kurtarmak gerekir. bir kardeşin görevi budur. kardeşlik böyle zamanlar içindir. Bu durumda onun içindeki kötülük kaynaklı soğuma yerini sana karşı sıcaklığa terk edeceği gibi senin de ona karşı yapmış olduğun iyilik sayesinde kabin ona daha da ısınacaktır. Böylece bir daha o hatayı işleten hastalık virus yok edilmiş olacaktır

                        Rabbim kardeşliğimizi hep mutlu ve baki etsin...

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                          Günün Ayeti: Onlar Rabbimiz şüphesiz biz iman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru diyenler (Ali imran-16)

                          Günün Hadisi: Emir'el-Müminin İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Hatalı insana başkalarının yanında nasihat etmek, gerçekte onu ezmek/şahsiyetini zedelemek gibidir. (Kimsenin olmadığı yerde nasihat etmek gerekir.) (Gurer'ul-Hikem/322)

                          Yorum


                            #28
                            Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                            Günün Ayeti: Onlar Rabbimiz şüphesiz biz iman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru diyenler (Ali imran-16)

                            Ayette yazım hatası ile "diyenler " olan kelime "derler" diye düzeltilmelidir.

                            14. ayette insanlara dünyada güzel görünen şeyler sayılmış. 15. ayette ise bunlardan daha hayırlı olanı bildireyim mi denilerek merak uyandırılmış ve Takvalı olanlara cennet vaadi hatırlatılmış... Bu ayette de işte nihayet bu takva sahiplerinin nasıl olduğuna dair bir özellik verilmiş:

                            Dua..

                            hem de ruhlara işlemiş, tüm hücrelerin ellerini açıp göğe dudaklarını kıpırdattığı, sabah meltemi gibi ılık esen içten içe sessiz münacaatla dolu bir dua. Biz iman ettik. Günahlarımızı bağışla. iman etmekle biz kendi günahlarımızı geçmiş pisliklerimizi giderecek güce ve yetkiye sahip değiliz...

                            insanoğlu geçmişte kalan şeylerin yok olduğunu sanır. Oysa var olan hiç bir şey yok olmaz. bizim dikkat alanımızdan başka ortama kayması bir şeyin yok olduğu anlamına gelmez.

                            geçmişteki sesler şu an ses hızıyla uzayın boşluklarında aynı doğrultuda hareket edip yayılmaya devam etmektedirler. hatta yüzlerce yıl önceki değil binlerce yıl önce oluşmuş hiç bir görüntü ve ses yok olmuş bitmiş değildir. Yok olma diye bir şey yoktur. onlar kainatın bir yerinde varlıklarını sürdürmektedirler.

                            bilim adamları ışık hızını geçen bir araç yapmaya çalışıyorlar. şimdilik bunu gerçekleştiremediler. çünkü bunu yaptıklarında madde enerjiye dönüşerek varlığını kaybediyor. ancak sesten daha hızlı araç yaptılar. bir belgeselde izlemiştim. ışık hızında bir araç yapılsa insan zamanı durdurabiliyor. örneğin 30 yaşında bir adam ışık hızında bir araca binse ve dünyaya 20 yıl sonra dönse yine 30 yaşında oluyor. Yani onun için ışık hızında yolculuk yaptığından dolayı zaman durmuş oluyor. Eğer daha da hızlı bir araçla yolculuk yapılsa bu adam gençleşebilecektir...

                            tabi bunlar birerer varsayımdır. bilim bu tür varsayımlarla ilerler. bu günün gerçeklerin geçmişin hayal şeklindeki varsayımları olduğu gibi, bu günün varsayımları da gelecekte birer gerçeklik olacaktır. bu belkgeseli izlerken yorumcu gelecekte ışık hızından hızlı araç yapmak mümkün olur insanın enerjiye dönüşmeden bunda yolculuk yapması sağlanırsa geçmişe ulaşabilecek, örneğin bundan 100 yıl öncesine gidebilecektir. dendi. Bu şu anlama geliyor 100 yıl önce yaşanmış olan seslere ve belki de görüntülere uzayın bir yerlerinde erişilebilecektir. Ben de o zaman hemen bu araç çok hızlı yapılsa Peygamber s.a.a.'in hadislerine ulaşılabilir onun sözlerine ulaşılabilir mi diye hayal kurmuştum..

                            işte bu ve benzeri bilimsel buluşlar bize göstermektedir ki varlık alemine çıkmış hiç bir şey yok olmaz. tıpkı bizim günahlarımız gibi. İşte o yüzden bunu bilen Mü'minler gururu bırakmak ve nefsini şırmartmamak için günahlarını unutmazlar. unutmayıp ikide bir İlahi günahlarımızı bağışlamaz mısın çünkü biz iman ettik derler. Bu dualar sadece yeni işlenen günahlar için değildir. Bir kere varlık alemine çıkmış ve hiç bir zaman yok olmayacak günahlarımız içindir.

                            İman kelimesi ise emine/inandı/güvendi fiilinden türemiş bir masdardır. Güvenmek, emanda olmak gibi anlamlara gelir.

                            İmanın bilmekten farkı vardır. Ehli kitaptan öyleleri var ki imani hakikatleri ve bizim Peygamberimizi kendi oğullarını tanıdıkları kadar mükemmel tanırlar. ama bu bilgi onların iman etmesi anlamına gelmemektedir.

                            biz ayette okuyoruz ki: aranızdaki fakirleri evlendirin. Allah onları lutfuyla zenginleştirecektir. Fakir birisine evlen dediğinizde benim evim yok arabam yok işim yok kendimi geçindiremiyorum eşimi nasıl geçincireceğim diyor. ayeti okuyorsunuz. biliyor. Allah'ın bunu yapabileceğine de inanıyoru. Tahmin ediyor. Ama bir türlü bu işe girişemiyor.

                            İşte burada iman yok anlamına gelmektedir. İman güvende olmak emin olmak anlamına gelir. Bu bilginin üzerinde bir şeydir. Şöyle diyebiliriz yani öyle bir bilmek ki, bilginizin doğruluğuna inanıyor ve bunun gereğini yapmanızın şart olduğuna inanıyorsunuz...ve bu yaptığınızdan dolayı kendinizi Allah'ın koruması ya da ödülüne muhatap görüp kendinizi güvende hissediyorsunuz.

                            Allah iman edenlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır... ayetinde de bu açıkça vardır. Artık iman etme karşısında bizim artık can ve mallarımız üzerinde bir tasarruf hakkımız kalmamış tüm yetkiyi Allah'a vermişizdir. O isterse öldürür isterse yaşatır. Daha doğrusu biz vermesek de bu yetki O'ndadır. Ancak burada iradeli ve bilinçli bir teslim edişlik vardır. Yeri geldiğinde kendi iradenle savaşa girip Allah yolunda kendi canını Ona vermen vardır. İşte bu imandan kaynaklanır. Yani güveniyorsunuz Allah böyle dedi diye güvenin zirvesine çıkıp hayatınızı ortaya koyuyorsunuz..

                            Ateşin azabından koru, Cehennem azabından koru demektir. Ateşin azabından korunmakla günahların affı arasında bir bağlantı vardır. Alimler nasıl ki dünyada maddi pisliklerin bir temizlenme yolu varsa ateşle yakma da bunlardan biri ise günahlardan bir insanı temizlemenin yolu da onun yanmasıdır demişlerdir. Örneğin eskiler bir kesici demirle vücutta bir yarayı tedavi edecekleri zaman demiri önce yakarak ondaki mikropları giderirlerdi. böylece demir hijyenik olurdu. İşte bunun gibi Allah'ı algılama konusunda yaralanmış olan günahkarın ruhu ve bunun etki ettiği bedeni cehennemde yanacak ki böylece günahın kiri gitsin ve algıları Allah'ı kulluğun değerini ve Allah'ın rızasının önemini kavrasın.. böylece kapanmış mühürlenmiş kalbi yeniden açılsın.. Bu anlamda İslam filozofları arasında cehennem azabının bile günahkara ve kafire fayda veren bir rahmet, iyilik ve kurtuluş için olmazsa olmaz görenler vardır.

                            Rabbim bizi böyle kirlenmekten muhafaza etsin. inandığımız ve uyduğumuz Ehlibeyt hürmetine..

                            ****************


                            Günün Hadisi: Emir'el-Müminin İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Hatalı insana başkalarının yanında nasihat etmek, gerçekte onu ezmek/şahsiyetini zedelemek gibidir. (Kimsenin olmadığı yerde nasihat etmek gerekir.) (Gurer'ul-Hikem/322)


                            İnsan tek başına hatasını anladığında zaten kendi kendini kınar. kendini kınar ama insanda bir yandan da kendini savunma ve koruma içduygusu vardır. bu da onun hayatta kalmasını ve yaşamasını sağlayan onu hayata bağlayan güven duygusunu var eder. işte hatalar esnasında bu iki kutup birbiriyle çatışır. bir yandan neden bunu yaptın sen kötü aşağılık birisin diye içinden eleştiri fırtınaları varken diğer yandan da hayır bu normal ya da bunu yapmak zorundaydım çünkü ihtiyacım vardı yaptım çünkü şöyle şöyle sandım diye...

                            böyle bir anda başka biri de devreye girer ve bu insanın iç savaşında taraf olursa insan için karar vermek zorlaşır. iç dengeler bozulabilir. insanın kendisinin durultup sakinleştirmesi gereken cepheler isyankar davranabilir. bu noktada insanı kötülüklere iten ve kötülüklerini savunan makul gösteren kötü arkadaşla, onu sürekli kınayan ve tolum içinde rencide eden (güya) iyi arkadaşın iyi etki bırakması imkansız durumdadır.

                            İşte İmam a.s. insanın onurunu koruyarak hata bile yapsa iç dünyasındaki bu savaşta onun hayatta kalmasını sağlıyor. Onun içteki savaşında zaten çökmüş olan kendine güveninin toplum baskısıyla onaramayacağı bir zirveye taşınmasını yasaklıyor.

                            Kötülük yapmış bir insan hastadır. Zarardadır. Zaten yardıma ihtiyacı vardır. Onun ne iyi yaptın zaten bundan başka yolun yoktu denerek kötülüğü meşrulaştırılmalı ne de, topluma onu kötü tanıtarak, iyice arsızlaşmasına yol açılmaldır. Topluma karşı arsızlaşan insanlar sürekli toplum huzurnda eleştirilmiş kişilerdir. Artık onların bir yeri vardır toplumda zaten kötü olmak.. Onlar bunu haklı çıkarmak için durmadan şeytana yenilmektedirler artık..

                            diğer yandan bu eleştiriyi yapan insanlar için de kötülüğe yol açar. Bazı kıskanç ve kötü karakterli riyakar insanlar vardır. kıskançlıkla riya, birleşip kibirli karakterde bulunursa o insan herkesin ayağını kaydırıp toplum gözünden düşürp kendisi en tepe makama oturma çabasında olur hep. insanları her horlar aşağılar yakınlarının hatalarını toplum huzurunda açıkar ki bu yolla o, işte ben bunları görüyorum bakın ben bu hataları yapmıyorum yüksek biriyim ki eleştiriyorum mesajı verir. Böylece insanlar onun gerçek karakterini tanısa bile sırf onun sivri dilinin şerrinden korunmak için ona sen ağasın paşasın muamelesi yaparlar. Kalpten sevmedikleri sevgiyi dilleriyle ona yöneltirler.

                            İşte İmam a.s. bu tedbiriyle bu yolun da önünü tıkamış oluyor. O istiyor ki eğer insanlar nezdinden üstünlük çabası, rekabet olacaksa bu yiğitçe olmalı. bu yarışta birilerine çelme takıp onları düşürerek öne geçmemeli kimse. tersine rakiplerini güçlendirmeli ki kendisi daha çok çaba harcasın çok daha kalite için çalışsın. böylece kalitesi artsın kendini geliştirsin..

                            Çünkü insanlarda kaliteyi ölçüp değerlendirecek olan insanlar dğeil Allah'tır. İnsanların ölçüp değerlendirmesi ise geçici gerçek olmayan bir gölge gibidir bu gün vardır yarın yoktur. kaldı ki bizim, bizi ölçtüğünü sandıklarımızın kalpleri de gerçek ölçücünün elinde rehin değil midir?... öyleyse hangi mü'min kardeşimizi toplum önünde eleştireceğiz ki..

                            bir başka neden ise toplum önünde eleştirilince o kötülüğün topluma rekalmı yapılmış olur. O toplumda o hatadan hiç haberi olmayıp o günahın aklına bile gelmediği insanlar artık o günahı öğrenmiş olurlar. bundan sonra artık onlara karşı nefislerinin bir cephesi daha açılmış olur, o eleştirilen günah.. Halbu ki böylece günahların reklamı yapılarak günahlar geliştirilmiş olur..

                            Yorum


                              #29
                              Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                              Günün Ayeti: Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç birşeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara-255)

                              Günün Hadisi: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Şiilerimiz halvetlerde/yalnız kaldıklarında Allah'ı çok zikredenlerdir. (Bihar'ul-Envar, c. 93, s. 162)

                              Yorum


                                #30
                                Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                                Günün Ayeti: Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç birşeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara-255)


                                Bu, ayete'l-kürsi olarak meşhur olan ayettir. Alimler, besmele mi daha mübarek yoksa bu mu diye tartışmışlar ancak besmelenin daha faziletli olduğu konusu ağırlık basmıştır. Kürsi yönetim için ön tarafa kurulmuş masa anlamına geliyor yaklaşık olarak. arapçada kürsiy kelimesi sandalye demek. ayettin içinde Allah'ın kürsü'sünden bahsedildiği için bu ayete ayetel kürsi denmiştir. Genelde ayetler numaraları ile anılır ve referans gösterilir ancak özellikle şiada bir çok ayet ana teması ile adlandırılmaktadır.

                                ayette geçen önemli kavramlar ve açıklamaları:
                                Allah: arapça el (belirli) ilah (tanrı) ek ve kelimesinin birleşmesinden oluşmuş bir isimdir. Belirli tanrı demektir.
                                İlah: türkçede tanrı kavramının arapçadaki karşılığıdır.
                                şefaat: bir işe destek olmak aracı olmak demektir. şifa kelimesi de bu anlamdan türemiş olup iyileştirmek anlamına gelir. zaten bir işe destek vermek ve aracı olmak da o şeyin iyileşmesi içindir. şafi ise şefaat eden ya da şifa veren demektir.
                                kürsü: evrenin yönetim merkezi

                                Ayeti kerime müteşabih bir ayettir. teşbih benzetme demektir. Müteşabih benzetme yoluyla bir şeyi anlatan anlamına gelir. Yani bizim için iki alem var:
                                1- Şehadet (görüp bildiğimiz 5 duyu organlarımızla algıladığımız) alemi
                                2- Gayb (deney ve gözlemle hakkında bilgi olamadığımız) alemi

                                Bildiğimiz alemi bir dair gibi düşünün. Bunun içideki şeyleri görüp duyuyor ve biliyoruz. bunun dışındaki sonsuz alem ise gayb alemidir. Gayb aleminin sınırları çok geniştir hatta sınırsızdır. onların sınırı belki de sadece bizim algı sınırlarımıza girdiği yerdir. Bir insanın şehadet alemi ne kadar genişlerse, o daire o kadar genişlemiş olur. Daire ne kadar genişlerse bilinmeyenlerle irtibat olan sınır o kadar uzamış olur böylece bilinmeyenler daha da çoğalmış olur. İşte bildiklerim çoğaldıkça bilmediklerim arttı anlamı burada yatmaktadır.

                                Allah melekler cennet cehennem birer gayb alemi varlıklarıdır. bunları hiç bir şekilde algılarımızla algılayamayız.

                                Ancak yaratlış gayemiz gereği bu gayb alemi hakkında da bilgi sahibi olmamız gerekmektedir. Ancak hiç bir şekilde bilgi alamayacağımız gözlem deney ve algı dışı olan bu alem hakkında bilgileri vermek için işte bu noktada Allah vahiy yolunu seçmiştir. Görmediğimiz alemle ilgili bilgileri bize iletmiştir.

                                İletmiş iletmesine ama nasıl. İnsan hiç bilmediği görmediği bir varlığı ancak bildiği ve gördüğü bir varlığa benzeterek anlayabilir. ya da ona anlatmak için benzetme yolundan başka bir yol yoktur. İşte Allah da gayb alemi varlık ve olaylarını bize şehadet alemi olay ve varlıklarına benzeterek anlatmaktadır ki biz bu olaya teşbih, Allah'ın bu şekilde teşbih (benzetme) kullanarak bize anlattığı ayetlere de müteşabih ayetler diyoruz.

                                Müteşabih ayetler anlaşılmayan, ya da anlamı bulunmayan ayetler demek değildir. Ancak görmediğimiz alemdeki tüm varlık ve olaylar gördüğümüz alemdekiler gibi olmayabilir hatta hiç onlara benzemeyebilir de. Bu yüzden müteşabih ayetler hiç anlaşılmayan ayetler değil bizzat benzetilen varlık ya da olayın bizim bildiğimiz varlık ve olaylarla tam örtüşmemesinden kaynaklanan bir anlaşılma zorluğu vardır. Yoksa Allah bilinmeyen ayetleri neden göndersin ki?

                                Örneğin melekler bizim bildiğimiz alemdeki varlıklara benzeyebilirler ve bunlarla ilgili ayetleri tanım ve tasvirleri anlamamız zor değildir, ancak Allah bizim bildiğimiz hiç bir varlığa benzememektdir. Bu yüzden Allah'ın vasıflarının ve esmasının anlatıldığı tüm ayetler müteşabih ayetlerdir hem de müteşabihlerden anlaşılması en zor ayetlerdir. hatta bazıları hiç insan zihni ve aklının kaldırabileceği benzetmeler değildir..

                                Ancak yine de Allah kullarına onların kullandığı kelimeleri ve alemi kullanarak kendini tanıtmıştır. O'nun kendini tanıtışı tamamen bizim, onun mahiyetinin nasıl olduğun anlamamıza yönelik olmayıp daha çok kendi sorumluluklarımızı bilip ona göre yaşamamızla ilgilidir. Örneğin buradaki ayetel kürsi tamaman Allah'a karşı nasıl olmamız ve davranmamızla ilgili ip uçlarını içerir. yoksa Ayette der ki siz onu (kalpteki) gözler (bile) onu kavrayamaz, O (Allah) gözleri kapsar.

                                Allah diridir; yani sanmayın ki Allah algıları aleme kapalıdır. Gücü yetmeyen ölü gibidir, Size karışmıyordur, her şey sebeplerle oluşuyordur.. Hayır o öyle değildir.

                                Kaimdir; türkçe karşılığı ayaktadır. Allah için oturma ya da bizdeki gibi ayakta olma hali yoktur o böyle insani vasıflardan münezzehtir.
                                Ancak yine de insanın az da olsa sorumluluğunu konumunu ve haddini bilmesi için Allah'ı tanıması gerekir. Allah'ın kaim oluşu ... işte buralarda gerçek ilim gerekiyor. Ve Ehlibeytin masum İmamları a.s. bunları o kadar güzel açıklıyorlar ki.. buna benzer kavramları.. ama şu an bu hadislerden bu konuda aklımda olan yok..

                                O'nu uyku ve uyuklama tutmaz. uyku derine dalıp dünya ile irtibatın kesilmesi şuur ve bilincin tatile girmesidir. uyuklama ise şuur ile uyku arasında bir yerde olmaktır. bazen şuur bazen uyku hlai.. her iki durumda da irade kaybolur ve insan kontrolü elinden bırakır. İşte Allah hiç bir zaman böyle olmaz Alem hep onun kontrolündedir

                                gökteki ve yerdeki her şey O'nundur. kimse böyle bir hakka girişmesin. mülküyet onundur. kuralları koyan Odur. Her şey döner dolaşır ona teslim olur O'na boyun eğer.

                                izni olmadan onun önünde şefaat edecek kimmiş!.. bu şekilde tercüme ayetlerin hem mealine hem de ifade etmek istediğine çok uygun bir meal. burdan:

                                1- izin verilecekler şefaat edebilir
                                2- izni olmadan şefaat edeceği iddiaları var
                                3- izin olmadan kimse şefaat edemeyecektir
                                4- tüm kontrol tam yetki O'nun elindedir.

                                Ancak burada bu anlamlar çıksa da gerçek anlam, müşriklerin şefaat iddiaları boş. O putlar şefaat etmeyecek. çünkü onlara böyle yetki verilmedi. Ve orada da hiç kimse öyle başına buyruk değil...

                                O önlerindekini de arkadakini de bilir.

                                bu çok bozuk bir meal, onların kazandıklarını da ertelediklerini de bilir daha doğru. bu ifadeyle anlatılmak istenen:

                                1- insanların yaptıklarını günahı sevabıyla hepsini bilir ve hesabını soracaktır
                                2- insanların yapması gerekip de yapmadıklarını da bilir ve hesabını soracaktır

                                Allah'ın ilminden, onayını verdikleri dışında, onlarsa hiç bir şeyi bilmezler. Onun hükümranlığı gökte ve yerde ne varsa her şeyi kapsamıştır. bizim bildiklerimizi de bilmediklerimizi de.. onları kontrol O'na zor gelmez. O yücedir büyüktür..

                                ****************

                                Günün Hadisi: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Şiilerimiz halvetlerde/yalnız kaldıklarında Allah'ı çok zikredenlerdir. (Bihar'ul-Envar, c. 93, s. 162)

                                ne kadar tatlı bir ifade. Şiilermiz. Sevenlerimiz yani. Yani taraftarlarımız.

                                yani insanlık iki kutuptur. Tevhid ehli şirk ehli. Bir başka kutup yoktur. Tevhid ehli İmam a.s.'ın taraftarlarıdır. Şirk ehli de onların muhalifleri ve düşmanları. bunların ortası yoktur.

                                şiiler yalnız kaldıklarında...

                                yalnız kaldığında hiç bir gösteriş yoktur çünkü . sadece insanın kendi inanç ve kalitesi ortaya çıkar yaptıklarından. işte yalnız kaldığında insan Allah'ı zikrediyorsa iyidir. Ancak çk zikrediyorsa işte o Ehlbeyt taraftarıdır.

                                zikretmek anmak hatırlamaktır.
                                namaz kılmak Kur'an okumak dinde belirtilen kutsal kelimeleri, inanç ve ibadette kullanılan isim ve övgüleri gerektiği gibi okumak dua etmek birer zikir örneği olduğu gibi, Allah'ı düşünmek ve sorumluluğunu hissetmek de bunlara girer.

                                Velayette vakit geçirmek de zikir olabilir. Ancak yalnız kaldığını düşünerek. Yazdıklarımı birileri görecek düşncesinde olmadan okuma bilgilenmek yoluyla örneğin.. çünkü halvet sadece yalnız kalmak değil, yalnızlığını sen izin vermedikçe kimsenin bozamayacağı ortamda olmak demektir. Örneğin kapı dışarıdan açılabilecekse orası halvet olmaz ama kilitli olup başkasının kapıyı açması imksansızsa işte orada yalnız kaldığında sen halvettesin demektir.

                                Yalnız kaldığında insan şeytan bi sürü günah seçenekleri çıkarır koyar karşına. işte şu olmazsa su, şu olmasa şu, die sırlarar, beğendirmeye çalışır. nasıl olsa seni engelleyecek hiç bir şey yok der..

                                ve işte bunları aşıp biri Allah'ı çok andı mı, hatta Allah'ı çok anmak için böyle yalnızlık ortamlarını seçti, oluşturup böyle yaşadı mı şii o kimsedir...

                                yoksa gösteriş için, hatta: "ben dünyanın en doğru, çelişkisiz tutarlı, tüm sorulara ve sorunlara doğru yanıt veren mektbini seçtim" diye her önüne gelene söyleyen, gerçek şii olmamıştır. Şia ölçüsü bu değildir. Şia ölçüsü yalnız kaldığında bile tek başına ben meydandayım deyip Allah'ı anıp onun gösterdiği emri yerine getirmektir. Hiç kimsenin olmadığı yerde, tek başına da olsa Şiayı savunabilmektedir şiilik. belki de Ehlibeyt a.s.'ın taraftarlığı için kendini feda debilmektedir gerçek şiilik..

                                doğru bildiğin yolda tek başına da olsa yürümendir şiilik, kimse seni sormayacak senle ilgilenmeyecek, kaybolduğunda sorulmayacak, bulunduğunda varlığının farkına varılmayacak nitelikte sırf Allah ve Ehlibeyt için yaşamaktır şiilik..

                                belki de Ebuzercesine yalnızlıktır. Yalnızlıktadır. Yalnız kaldığında Allah için çokça şey yapmakta, ya da, çokça şey yaptığı için yalnız kalmaktadı, şii olmak....

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X