Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

"gunun hadisinin yorumu"

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    "gunun hadisinin yorumu"

    Her gune ait hadisleri okumaktayiz ne yazikki bazilarini anlamakta zorlandigim icin dunki Hadisi Sayin " Qom_u_aşk" soru ozel msj da sordum Salih kisi nasil olur veya nasil anlayabiliriz Salih kisiyi idi Allah razi olsun kendiside buyuk bir emek verip bana cevap yazdi bende sizlerle paylasmak istedim tabiki bu benim fikrim degil Sayin Qom_u_aşk in idi ve bilgili kardeslerimizin yardimina ihtiyac duydugumuzda buraya yazip ogrenecegiz hep birlikte faydalanmis olacagiz.

    #2
    Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

    günün (dünün) hadisi ben açıklamaya yetkili olmasam da anladığımı yazayım. Caferi Sadık ((a.s.)).: bizi ziyarete gücü yetmeyenlerin salih dostlarımızı ziyaret etmeleri kendilerine ..

    şeklinde idi.

    hadiste ziyaret, salih gibi kavramlar geçmektedir. Ziyareti biliyorsunuz, şiada imamların kabirlerine dua edip şefaat ve tevessül dilemek ve diğer faydalardan istifade için yapılan dini bir gidip görmedir. İmam ((a.s.)). bizi ziyarete gücü yetmeyen diyor bununla iki anlam kastedilmiş olabilir:

    1- İmamın ((a.s.)). zamanında yaşayıp başka uzak coğrafyalarda bulunan şilerin onu ziyarete gelememesi. maddi ya da diğer imkansızlıklar yüzünden.

    2- İmam ((a.s.)).'ın hayatından sonra onun kabrini ziyarete yine aynı nedenlerle gelememek

    çünkü imamlar, şehadetlerinden sonra kendi kabirlerini ziyaret edenlerin hayattayken ziyaret etmiş gibi sevaba gireceklerini de hadislerinde buyurmuşlardır.

    gerek sağlığında gerekse şehadetlerinden sonra onları ziyaret edemeyenlere de ziyaret sevabının verilmesi dinin adalet ilkesi gereği gerekli görülür. Öyle ya herkes zengin olup dünyanın bir ucundan İmam ((a.s.)).'ı hatta Peygamber (s.a.a.)'i ziyarete gidemez. Öyleyse ALLAH 'ın daha çok sevdiği fakirin bu sevaptan neden mahrum kalmasını doğru göreceğiz ki, bunu gerekli kılan hangi mantıklı açıklama var?

    işte bu devrede İmam ((a.s.)).'ın salih kişiler dediği olay ortaya çıkıyor. İmamların Salih dostlarını ziyaret edenler de aynen İmamları ziyaret etmiş gibi sevap ve berekete nail olacaklar..

    Peki salih insanlar kim? yetmedi İmamların salih dostları kim? bu noktada Kur'ani kavram olan salihat kavramına bakmamız gerekiyor.

    Salihat, türkçeye iyi işler diye çevrilebilse de bu çeviri tamamen ruhtan ve somut anlam oluşmasından uzak bir ifadeye neden olmakta. Salih ameller biraz daha bana hoş geliyor. Peki salih ameller nedir?

    benzer anlama yani iyilikler anlamına gelen bir diğer dini kavram hasenat. hasen ameller yani. hasenatlar da iyiliklerse o zaman salihatla hasenatın farkı ne?

    Ali Şeriati bu iki kavram arasındaki farkı şöyle açıklar:

    hasenat toplumun dini yaşantısını oluşturup geliştirmeyen türden iyiliklerken, salihat toplumun İslamlaşmasını sağlayıp dini yaşntısını geliştiren iyiliklerdir.

    örneğin köprü, hatta cami (sünni anlamda) yaptırmak, bir dilenciye sadaka vermek hasen amelken bir öğrenci yetiştirmek, ilmi bir kitap yazmak salihat türünden iyiliktir. çünkü siz tüm dünyada akarsular üzerinde en modern köprü inşa etseniz bu bir iyilik olsa da bu toplumu dindarlaştıracak bir iyilik değildir. aynı şekilde dilenciye vreceğiniz sadaka da iyi bir iş olsa da toplumu düzeltmez. hatta tam tersine dilenciye sadaka vermek ona, bu işe devam et burda ekmek var demek gibi bir anlama bile gelip toplumun dini durumunu korumasına ya da daha da gerilemesine neden olabilir.

    Salihat bu olunca salih kişiler de bu şekilde iyilikler yapmayı adet ve prensip edinmiş ve toplumun ıslahı için kendini adamış kişiler oluyor.

    Ancak İmam ((a.s.))., bizim salih dostlarımız diyerek, kendileriyle ilişki içinde olan yani Ehl-i Beyt mektebinden olup bu mektebi geliştirmeye kendini adamış insanları adres gösteriyor. Yani Ehl-i Beyt mektebini yaymayı kendine prensip edinmiş hayatını buna vakfetmiş alimlerimiz olabilir bunlar. Daha da önemlisi, artık İmamın gaybeti nedeniyle ona vekalet etmekte olan Velayeti Fakihimiz, rehberimiz ya da taklit merciilerimiz bu gurubu oluşturuyor diyebiliriz.

    ALLAH 'a şükür ki nerede şii olsa artık onun ziyaret edip görüşebileceği Ehl-i Beyt mektebi alimimiz mevcuttur. İmam (ALLAH 'u a'lem) şiilerimizi alimlerle devamlı irtibatta tutmak için böyle buyurmuştur. Alimleri ziyarete kendilerini ziyaret gibi sevap verileceğini müjdelemiştir.

    Zaten Peygamberimiz (s.a.a.) de: Alimler Peygamberlerin varisleridir buyurmuyor mu? Yani Peygamberlerin ilimi yayıp dini ikame etme görevi onların vefatlarından sonra alimlerin sorumluluk ve hakkı olmaktadır. böyle olunca onları ziyaret de Peygamberleri ziyaret gibi anlama gelmesi yanlış olmasa gerek..

    Qom_u_ask hocamizin cevabi. Allah razi olsun kendisinden

    Yorum


      #3
      Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

      Gülsüm kardeşimize bu faydalı konu için teşekkür ediyoruz. İnşaAllah böylesine hayırlı ve faydalı bir konu açtığı için bu konu altında yapılacak hayırlı amellerin sevabından ona da yazılacaktır inşaAllah. ve burdakilerin sevabından hiç bir şey eksilmeksizin.

      kendisinin de belirttiği gibi sitenin ana sayfasında altta günün ayeti ve ve günün hadisi var. Sitemizin yaptığı çok hayırlı bir iş. bunları yayınladıkları için kendilerine minnettarız Rabbim ödüllerini eksik etmesin.

      eğer her gün değişik bir ayet yazılsa 6000 küsur ayet var bu ayetler sanırım 20 yıl gibi bir sürede bitiyor. az gibi görünüyor günde bir ayet ama gördüğünüz gibi 20 yıl hiç baştan sona ayet çalışması yapmayan birisinin elinde avucunda sıfır varken bu siteye gelip günün ayetini okuyan ve onu anlamak için de bu sayfalara baş vuran kardeşimiz 20 yıl gibi bir sürede tüm Kur'an'ı belki de tefsiriyle birlikte okumuş olacak..Allah ömür verirse.. bu da büyük bir olay.

      Ehlibeyt mektebinde var mı bilmiyorum sünni bir hadiste Peygamberimiz s.a.a.: amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır buyuruyor. dolayısıyla her gün günün ayetini ve hadisini okumak eğer bu sayfada da bunun yorumu yapılırsa buradan da takip etmek büyük bir bilgilenme vesilesi olacaktır diye düşünüyorum..

      şimdi bu girişten sonra bu günkü Allah'ın bize emanet olarak verdiği (çünkü kalemle yazmayı ve insana bilmediğini öğreten O'dur Alaq suresi) bilginin bize yüklediği sorumluluka günün hadisinden anladığımızı paylaşalım:

      (Bu arada diğer kardeşlerimin de günün ayet ve hadisinden ne anladıklarını okumak ve istifade etmek isterim)

      Yorum


        #4
        Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

        Günün Ayeti: Rabbimiz, şüphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiç bir şey Allah a gizli kalmaz.(İbrahim-38)


        Günün Hadisi: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Değiştirmeye gücü yetmediği halde Allah'a isyan edilen bir toplantıya katılması mümine yakışmaz. (el-Kafi, c. 2, s. 374)

        Yorum


          #5
          Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

          Bu Konuda Açıklama Yapmak İsterdim Ama Hadis ve Ayetleri Bana Gulistan_2 Bacımız Yolladığı İçin İçeriğini Okuma ve Anlama Fırsatım Olmadı.

          Buraya Bu Konuyu Açan Kardeşimdende Allah Razı Olsun

          Yorum


            #6
            Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

            [quote author=Qom_u_aşk link=topic=16097.msg100234#msg100234 date=1281976275]
            Günün Ayeti: Rabbimiz, şüphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiç bir şey ALLAH a gizli kalmaz.(İbrahim-38)


            Günün Hadisi: İmam Sadık (((a.s.))) şöyle buyurmuştur: Değiştirmeye gücü yetmediği halde ALLAH 'a isyan edilen bir toplantıya katılması mümine yakışmaz. (el-Kafi, c. 2, s. 374)

            [/quote]

            Ayet:

            ibrahim a.s. ailesini ekin bitmeyen bir vadiye (Mekke'ye) bırakıp Allah'a emanet eder. dönerken de baba insan duygusu ile dua eder . her ne kadar Allah'a güveni ve tevekkülü tamsa da sonuçta insandır hem de çok şefkatli bir insan..

            1- Tevekkül dedik çünkü tevekkül, bir insanın bir konuda tüm elinden gelen tedbirleri alıp sonuçta başarı için Allah'a yalvarması ondan başarı dilemesidir. Bu her zaman maddi gereklilikleri yerine getirmek şeklinde olmaz. En doğru sebepler Allah'ın gerekli gördüğü sebepler olup maddi manevi farketmez, hatta dünyada alışılmış ölçülerin tersini yapmak bile tedbir olabilir. İşte İbrahim a.s. böyle maddi gerekliliklerin zıttını yapıyor. ailesini kimsenin olmadığı ekin bitmez meyve sebze ve hatta suyun olmadığı bir yere bırakıyor.

            2- ibrahim a.s. bize tevekkülde güzel dua örneği sergiliyor: samimiyet, içtenlik doğallık, ve maddi sebeplerin uygunluğunu isteme.. ayetler gurubunda demiyor ki gökten onlara su ve yiyecek indir. ben senin emrini dinledim buraya bıraktım ailemi diye.. insanların kalplerini buraya bağla diyor.. demek ki tevekkül ederken insan duygu ve algısını maddi sebeplerden tamamen soyutlamıyor..

            3- ve bu maddi alemden kopmamayı da saklamıyor. o kadar doğallık: sen bizim gizlediğimizi bilirsin.. yani ben ne kadar Sana güvensem de Ya ilahi içimde bir burukluk var onu giderecek bir işaret ver bana içimi rahatlat...

            tabi ki bunlar İbrahim a.s.'ın denenme süreçlerinde gerçekleşiyor. onu birer birer mana makam basamaklarını çıkışı sürecinde..

            4- Duadaki dilin çoğul oluşu da bize bir cemaati ve aile hissini duaya yansıtmamızı söylüyor. dua ederken özellikler dua konumuzda başkaları varsa o zaman biz dilini kullanmak iyidir. Zaten belki de İbrahim a.s. bizim gizlediklerimiz derken ailesinin de duygularını düşünüyor büyük ihtimal..

            5- işte bu şekilde sadece başa gelen zor sınavlara dayanmanın yanı sıra duyguları da düzetlmek duygu dünyamızı amel/pratik dünyamızla paralel götürmek konusunda bize İbrahim a.s.'ın duası örneklik sergiliyor..

            ne mutlu İbrahimi olanlara.. her insanın ibrahimi derecede zorlu sınavları vardır. her insan gücüne göre ibrahimdir, ve sınavı zordur. kolay sınav yoktur kimse için.. ne mutlu onun gibi dost olabilenlere.. onun gibi mana ile maddeyi birleştirip sınav basamaklarını bir bir çıkanlara..

            **********

            amma hadisi şerife gelince:

            bu dehşet bir hadistir. insanın kıyam yolunda km taşı. zulmü kazımak ve zalimlere dur diyebilmek için.. demeden geçemeyeceğim sünni dünyada böyle hadisler nadir bulunur. yoktur demiyorum ama çok az...

            şükür ki şia bu konuda tevella ve teberra ilkeleri gereği bol ve yeterli miktarda rivayet aktarmıştır:

            İmam Sadık (((a.s.))) şöyle buyurmuştur: Değiştirmeye gücü yetmediği halde ALLAH 'a isyan edilen bir toplantıya katılması mümine yakışmaz.


            hadisten anlaşılanlar:

            1- her mü'minin gidebildiği toplantıya gitme sorumluluğu vardır
            2- her mü'minin katıldığı her toplantıda emri bil maruf ve nehyi anil münker görevi vardır
            3- her mü'minin katılma olanağı bulunan toplantının Allah'a isyan olup olmadığını araştırma görevi ve ona göre hazırlık görevi vardır
            4- Mü'min bir toplantıya katılmış ama sonra iş umduğu gibi çıkmamış ve Allah'a isyan ediliyorsa orayı hemen terketmelidir.
            5- Mü'min Allah'a isyan edilen bir toplantıyı terk etmezse, burada onuru imanı tehlikeye düşer.
            6- ancak takiyye halinin gerekliliği bunlara istisnadır.

            toplantı illa meclis toplantısı şeklinde siyasi bir toplantı olmayabilir. türkçedeki toplantı kelimesi arapçada cem' kelimesi ile karşılanabilir. hadisin arapçasına bakma imkanım olmadı. ama arapçada topluluk için en az üç kişinin bir araya gelmiş şekline deniyor. üç ve dha fazla insanın bir araya gelmesine pek ala toplantı denebilir. böyle olunca bir çok yer toplantıdır. ister planlı ister plansız şekilde bir araya gelmiş olsun insanlar ister birbirlerini tanısınlar ister tanımasınlar.. bu anlamda toplantı konusunda algı alanımızı şöyle geniş tutabiliriz:

            sokaklardaki insan toplulukları bir toplantı sayılabilir. sınıf, tiyatro sinema salonları, kahvehane, ev, tv başında üç kişiden çok olunması durumunda orası, nihayet resmi toplantılar...

            hadisi şerif tüm bu alanları kapsar..

            işte böylece İslam her yerde Allah'ın bir savunucusunun olmasını düzenler. ki kimse hiç bir alanı kendi malı kendi yarattığı yer sanmasın. o yerin sahibine isyan etmesin isyanı planlamasın onu teşvik etmesin...

            her mü'min de her an bir Allah (tabiri caizse) casusu, görevlisi, adamı olduğunu unutmasın. Allah ile bağı her an diri olsun..

            bir başka açı ise gücü yetmezse hemen böyle toplantıların terki istenir ayette. böylece o Allah'a isyan edilen toplantı protesto edilmiş olsun. ve oradakilerle protestocu arasında gerginlik çıksın..

            eğer bir yerde Allah'a isyan ediliyorsa orada sessiz kalırsanız şerefinizle birlikte imanınız da tehlikeye girer. insanlar daha da azarlar.. siz de çektiğiniz zilletle kalırsınız.

            eğer ses çıkarmamaya ve toplantılara devam ederseniz bu durumda ordaki kötülükler bir süre sonra size de geçer onları çok tehlikeli görmemeye hatta gerekli olduğunu çağın şartlarının mesela böyle gerektiğini düşünmeye başlarsınız.

            bir çok engelleyemeyeceğiniz isyan toplantılarını bile protesto edin. böylece o kötü insanlarla aranız iyi olmaz gergin olur ki böylece onların kötülükleri size geçmez. aranıza onlarla bir set çekmiş olursunuz.. bu anlamda Allah'a isyan toplantılarını protesto etmenin en büyük yararı bireyin kendisine olduğu görülecektir..

            eğer böyle yapılmazsa o toplantıya gelebilecek ilahi azap ordaki zillet içindeki inananlara da ulaşacak ve onlar istisna edilmeyecektir..

            Allah korusun.. böyle bir anda ordakilerin imanı yoktur. çünkü kişi imanı olduğu halde zina etmez, hırsızlık yapmaz Allah'a isyan etmez düsturu vardır...

            Yorum


              #7
              Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

              tüh dünün ayet ve hadisini kopyalamaya fırsat olmadı ve ayet hadis değişmiş

              bari bu gününkini buraya kopyalayalım fırsat olduğunda yorumlarız..
              burda kaybolmaz:

              Günün Ayeti: Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (Cum'a-9)
              Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Günahın küçüklüğüne bakma, lakin kime isyan ettiğine bak. ( Müstedrek'ül-Vesail, c.11, s.330; Bihar'ul-Envar, c.77, s.79 )

              Yorum


                #8
                Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                Günün Ayeti: Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen ALLAH 'ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (Cum'a-9)

                ilgili ayetler cuma namazının farziyet için inmeyip cumanın önemi ve aksayan yönlerini açıklama için inmiştir. bir çok ayetlerde olduğu gibi. Rivayetlere göre medineye kervan cuma saatinde gelince kervanın geliş sesini duyan sahabe mescidde namaz kılarken Peygamberi (s.a.a.) ayakta bırakıp hurraa dışarı çıkarlar. geriye 10 kadar kişi kalır. tabi ki bu kalanların Ehl-i Beyt ve onların şiileri olduğu kesin olsa gerek.

                bu Ayette cuma günü namaz için çağrıldığınızda deniyor

                ifadeden ALLAH 'ın cuma diye bir günü kabullendiğini anlıyoruz. demek ki insanların bu günleri adlandırışı öyle anlamsız ve geçersiz değil. cuma toplantı demek. müslümanların haftalık toplantılarını yaptığı gün anlamında bu anlaşılabilir. ALLAH da ilgili günden cuma diye bahsettiğine göre demek ki malum sünnet olan cuma toplantısı ve namazı geçerli demektir.

                bir de bunun için çağrı yapıldığını anlıyoruz. bu çağrı da ALLAH tarafından meşru sayılıyor. tabi cuma çağrısı tüm diğer namazlar gibi ezanla olmaktadır.

                ancak burda dikkat etmemiz gereken bir nokta vardır. Kur'an'daki diğer ayetlerden ve Peygamberle Ehlibeytiinin ((a.s.)). niteliklerinden yaşam ve mücadele biçimlerinden kesin olarak anlıyoruz ki tağutların ya da ilahi onayı olmayanların mü'minlere çağrıda bulunması onlara emretmesi ya da dini onlar üstünde temsil yetkisi yoktur. bu nedenle cuma için her çağıranın çağrısı kabul edilmez. çağrıyı yapanın kısaca belirtmek gerekirse Resul, ya da zamanın imamınca yapılması gerekir. Zamanın imamının izniyle ya da onun izin verdiği biri tarafından cuma için (toplantı için) yapılacak cağrı kastedilerek ALLAH 'u teala cağrıldığınız zaman diyor.. açıktır ki ALLAH , onaylamadığı sistemin çağrısını da onaylamaz. Hiç bir küfür düzenini bu anlamda ALLAH 'ın onaylmasını hiç bir aklı başında kişi kabul etmese gerektir.

                namaz için çağrıldığınızda ifadesinden cuma günü namaz ibadetinin olduğunu anlıyoruz. hiç bir namaz için cemaat şartı yoktur. namaz için çağrı her zaman yapılır ama ALLAH bu çağrılardan cuma günü olanı kastediyor. yine cuma günü herhangi bir zaman değil öğle vakti yapılan çağrı söz konusudur çünkü ALLAH var olan geleneği kabul ediyor demiştik.

                alış verişi bırakın ALLAH 'ı zikre koşun.. ifadesi ile cuma vakti alışverişin haram olduğu hükmüne varabiliriz. bunun derhal kesilmesi ve ALLAH 'ı zikre..

                zikir ALLAH 'ı hatırlatan her şey die tanımlanabilir. burda namazda ayrı bir özelliğin oldğunu anlıyoruz ki o da diğer namazlarda olmayıp cumada olan hutbedir. bu yüzden alimler hutbeyi dinlemenin farz olduğunda birleşmişlerdir.

                cuma günü toplantı olduğundan bu siyasi bir nitelik kazanmaktadır. tüm müslümanları toplayıp geyik muhabbeti ya da sadece dini konular konuşulacak değildir. çünkü ALLAH dininin hayatın her alanına hakim kılınması için düzenleme yapmıştır. siyaset de bunlardan biridir. öyleyse cuma günü bir haftalık siyasi gelişmeler ele alınıp İmamet açısından değerlendirilimeli ve halk bilinçlendirilmelidir. halk cuma günü ALLAH 'ı zikir (hatırladığı bir an) anında siyasi konularda, yine İmamın izin verdiği birince bilgilendirilmeyecek de tv ya da gazete gibi tağutun kontrolündeki yollardan mı öğrenecek..

                bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. denilerek de insanların bilgiye çağrıldığını bilgi ile düşünmelerinin gerektiğini ancak böyle olduğunda ticaretin cuma namazından daha önemsiz olduğunu anlıyoruz.

                bilgi, maluma ait zihinde oluşan soyut düşünce diye tanımlanabilir. yani her hangi bir varlıkla ilgili bizim zihnimizde oluşan her türlü işleme bilgi diyoruz. işte zihnimizi çalıştırırsak biz cuma namazının o saatte yapılacak ticaretten daha önemli olduğunu göreceğiz.

                bu dini maslahat açısından böyledir diye bir sınırlamaya gitmeye gerek yok. bir tüccar cuma günü toplantıya gitmezse bir haftalık en doğru bilgilenme fırsatını kaçırmış olur. böylece toplumunun nereye doğru gittiğini yeni gelişmeleir bilemez. böylece ticareti için gerekli kararları doğru alamaz..

                dini açıdan ise cuma günü bu gün bu tamamen bozulmuş haline rağmen görüyoruz ki insanların dini anlayışlarının temelini oluşturdukları gün bulunmakta. insanlar cuma günü öğrendiklerine din diye bakıyor. bir çoğu. bu anlamda cumalar doğru kullanılsa bu büyük bir fırsattır.

                bu kısa yorumum yerimizde tefsir yazma iddiasında değiliz. yo yetkiye de sahip değiliz. ancak aklımıza gelenleri paylaşıyoruz.. dolayısıyla delilerin derinlemesine incelenmesi yoluna da gitmiyoruz.

                cuma gününün önemi ve işlevi aynı şekilde kadınlar içn de geçerlidir. Ayette ey iman edenler gibi genel bir ifade kullanılıyor. ki bu hem kadınları hem erkekleri kapsar.

                ancak cemaate gitmeye engeli bulunanlar bu yükümlülükten beridir. yine Ehl-i Beyt mektebine göre İmamın gaybette oluşu nedeniyle cuma namazı günümüzde farz değil müstehaptır. yani yapmadığınızda günah değildir.

                bu ayetin hükmünün insanlarca ortadan kaldıırlması anlamında değildir. Ayette geçmekte olan namaz için çağrıldığnızda denilirken geçen çağrıyı yapma yetkisinin imamda olmasıyla ilgilidir. İmam gaybette olduğundan bu çağrıyı yapmay yetkili biri yoktur.


                Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Günahın küçüklüğüne bakma, lakin kime isyan ettiğine bak. ( Müstedrek'ül-Vesail, c.11, s.330; Bihar'ul-Envar, c.77, s.79 )


                bu hadi bir tabela yapılıp her yere asılacak nitelikte bir hadistir. her hadis önemlidir ama bazıları tam bize şimdi lazım olacak türdendir. ve üzeridne çok düşünülüp amel edimesi gereken her an hatırlamamız gereken şekildedir.

                işte bu hadis de insan zihnine ve onu ikna yöntemine tam hakim olan tarafından söylendiği açık olan hadistir. insan zihni kategoriktir. her şeye aynı değeri vermez. zihninde önemli önemsiz diye varlıkları ve fiilleri en az ikiye ayırır. önemsiz dediklerine karşı çok bir enerji sarfetmez. ama önemlilere karşı, önem kategorilerinden nereye yerleştirdiyse ona göre o derecede enerji sarfeder. onun gereği hususunda.

                örneğin insan hayatının korunması çok önemlidir. insan zihni bunu en görülecek yere koyar. ve her zamn kullanır. dışarı gittiğinizde trafiğe çıkarken bunu düşünmezsiniz. yani benim hayatım önemli ben onu korumalıyım diye bir düşünce zinciri oluşturmazsınız. çoğu zaman bu refleks halinde oluşurverir. örneğin yola ayağınızı atacağınız anda bir araba yaklaşsa hemen refleksi bir hareketle kendinizi kenara atarsınız. işte bu hareket sizin hayatınızın korunmasının çok önemli gördüğünüzden zamanında zihninizin en görülebilir yerine koymanız sayesinde gerçekleşmiştir.

                işte hadis insan zihninde bilgileri yerleştirirken bunların yeri ile insanın işleri arasında şaşmaz bir ilgi bulunduğunu bilen hikmetli biri tarafından mükemmel şekilde söylenmiştir.

                yani demektedir ki ey kul!.. madem sen kulsun o halde yaşamında mutlak özgür olamazsın. fiilleri ikiye ayırırken önemli önemsiz kategorisinde küçük günah büyük günah diye bir sınıflandırmaya gitmeyesin. bu senin felaketini getirir. çünkü küçük günahlr önemsiz dersen, bunlara karşı kendini firenlemezsin bunlar da büyüyerek büyüklere neden olur. Ama bu sınıflandırma ölçütü yerine fiillerini ALLAH 'a isyan olanlar olmayanlar diye ayır. ALLAH 'a isyan olan şey diye ayırdıklarını asla işlememek üzerine fiillerinin kontrol merkezine kesin emir ver.

                isyan: asi olmak demek. asi olmak da en hafif deyimle takmamak demek. böyle olunca ALLAH 'ı takmamak ne büyük bir cürümdür ki kendi başına, bu durumda ALLAH 'ın az yasakladığı ve bir de çok yasakladığı fiiler diye arımak elbette yersiz boş olmamakla beraber, sonuçta küçük günahlar da olsa ALLAH 'ı takmamak, onun yapma dediğini yapmak çok büyük bir yanlışlık. zihinsel ve sistemsel hata. işte zaten hadiste de bu yönden ele alınıyor konu.

                kime isyan ettiğine bak.

                hadisten yine anladığımız o ki küçük de olsa günahta ALLAH 'a isyan etme durumu vardır. bu noktada bizim felsefemiz ya da inancımız açısından çk bir şey değişmiyor. değişen sadece ALLAH 'ın küçük dediklerini bağışlama ümidinin daha çok oluşudur. nitekim Ayette eğer siz büyük günahlardan kaçınırsanız biz küçüklerini örteriz anlamında mücde veriliyor.

                yine hadisten günahların küçük ve büyük diye ikiye ayrıldığını görüyorzu ki bu da Kur'an ayetlerinde geçen ve ona uygun olan bir tasniftir.

                bak diyor, yani düşün demektir. bu da bir işe karar vermeden önce geçerli bir eylemdir. işten sonra değil. yoksa bakmanın ne faydası olur ki sadece tevbe ve bir daha yapmama olayı bakımından faydası olur. eğer kime isyan ettiğine bak bölümü olmayaydı o zaman küçük ise rahatla anlamı da çıkabilirdi. ama isyan olunca işin içinde artık zihninde öyle tasarla ki günahın küçüğü de büyüğü de ALLAH 'a isyandır ve ondan vazgeçmelisin..

                çünkü tabiat boşluk kabul etmz. dini düşünce konusunda küçük günah bundan bir şey çıkmaz dediniz mi kaydınız demektir. böyle olunca şeytana vize vermiş olursunuz. karşılaşacaınız olaylarda yenik durumda başlamış oluyorsunuz. bu durumda günahlardan kurtulmak belki de imkansız olacak..

                ama günah nasıl olursa olsun ALLAH 'a isyan anlamı taşıyor ben bunu yapamam dediğinde günaha karşı öyle bir duvar dikmş oluyorsun ki artık şeytanın işlemesi ve seni kandırması öyle kolay değil. ve bu da küçük günahın cezası da küçük azıck yanarsın şeklindeki bir çıkarcı bir sonucu da hesaba katma basitlğinden kurtuluyorsunuz. yani karşılığı zararı ne kadr küçük olursa olsun beni ilgilendirmez. beni ilgilendiren ALLAH 'ı çok ciddiye almamdır. ALLAH 'ı önemsiyorum. onun basit bir günah demesi bile benim için çok büyk diyorsunuz. böylece menfaatsel bir ilişkiden çok ALLAH ile, O'nun layık olduğu kulluğu sunma düzeyinde bir ilişki bir samimiyet kurulmuş oluyr. böylece imanın lezzeti alınma fırsatı doğuyor..

                ALLAH 'u A'lem...

                Yorum


                  #9
                  Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                  Günün Ayeti: Göklerde ve yerde olanların tümü ALLAH 'ı tesbih eder. Mülk O'nundur, hamd (övgü) de O'nundur. O, her şeye güç yetirendir. (Tegabun-1)
                  Günün Hadisi: İmam Sadık (((a.s.))) şöyle buyuruyor: Amel defterinizin Resulullah (s.a.a)'e takdim edildiğini bilmiyor musunuz? Peygamber amel defterinizde bir günah görünce üzülür. O halde (günah işleyerek) Peygamber (s.a.a)'i üzmeyin. (Güzel amellerinizle) Peygamber (s.a.a)'i sevindirin. (el-Kafi, c. 1, s. 219)


                  umarız başkası yorumlar da biz de istifade ederiz..

                  sanırım kimsenin vakti olmuyor buraya bakacak..

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                    Günün Ayeti: Göklerde ve yerde olanların tümü ALLAH 'ı tesbih eder. Mülk O'nundur, hamd (övgü) de O'nundur. O, her şeye güç yetirendir. (Tegabun-1)

                    her şey canlıdır. pozivitist bilim adamlarının canlı cansız diye varlıkları ikiye ayırması canlı varlıklar için diğerlerinden ayrılan yönler olarak yeme içme ve üreme gibi özellikleri koymaları devamlı olarak yanılan bilimsel veri. şimdilik bu doğru kabul ediliyor. bitkiler ve hayvanlar canlı taş toprak hava yer gök cansız kabul ediliyor.

                    Oysa Kur'an'a baktığımızda cansız bir varlık görmüyoruz. şayet konuşma, bir eylemi tercih etme bir eylemde bulunma gibi işlevler canlılara mahsuz özellikler ise. çünkü bu ve diğer ayetlerde her şeyin Allah'ı zikrettiğini tesbih ettiğini görüyoruz. Örneğin şu ayete bakın:

                    Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (itaat ederek) geldik" dediler. Fussilet 11.

                    bu ayette cansız bir varlık gibi durmuyor yer ve gök. ve canlı olmanın ötesinde irade sahibi varlıklar olduğunu anlıyoruz. Böyle olunca her varlığın canı vardır ve canı olan her varlık da bir amaca sahip duygulu bir varlıktır. biz bize hemen tepki vermeyen ya da tepkisi alıştığımız canlılar gibi olmayan varlıklara zulmettiğimizde sanıyoruz ki onların duyguları ve canları yok. kitap okurken ben kitabı arkaya katlamam. bunun kitabı bozup onu parçalayacağını düşünürüm. bu hareketi yapan birini gördüğümde bir keresinde naapıyorsun kitap bas bas bağırıyor görmedin mi dedim. tabi doğal olarak ne dediğimi anlamaya çalıştı karşıdaki. Karaköy vapur iskelesi yıkılınca yerine geçici bir yer yapmışlardı. ama deniz bölümü ile kara bölümünün bağlantı yerine ağaç koymuşlar konan ağaçlar birbirlerine denizin dalgaları hareket ettikçe sürtüyor ve gacur gucur sesler çıkarıyordu. hatta bazen öyle acı çeker gibi ses çıkıyordu ki, bir bu ağaçların canlı olduğunu ve yöntemine uygun kullanılmadığı için yıpranmakta olduklarını ve böylece acı çeken bir canlı gibi feryat ettiklerini düşündüm. hangi şeyi yere düşürürseniz düşürün eğer acı çekmişse düşünce mutlaka bağıracaktır. hatta her birinin sesi değişik olacaktır. bardak kırılırken bağırdığında belki siz bile ürkeceksinizdir.

                    işte her varlık canlıdır. bas bas bağırırlar bizi cansız duygusuz görmeyin. bizim aynen siizn gibi bir yartılış sebebimiz var bizi ona uygun kullanın diye. ve feryat ederler biz biz yaratan Allah'a kulluk etmekteyiz ya siz? diye..

                    Ünlü vaaz hatibi Timurtaş Uçar vaaz kasetlerinden birinde dinlediğime göre Mevlana'dan bir hikaye rivayet eder: Mevlana bir gün dere kenarından geçerken derinden gelen inilti halinde bir ses işitir. buralarda bir canlı da yok nerden beliyor bu ses diye sesin geldiği tarafa yürüyünce sesin dere kenarındaki bir pislikten geldiğini anlar. (af edersiniz) bir insan pisliğinden gelen sese kulak veren Mevlana devam eder: eğildim sese kulak verdim diyordu ki: Ey Rabbim ben 3 saat evveline kadar bir şeftali ağacının dalında tertemiz kokan mis gibi bir şeftaliydim. Beni seni tanımayan ve sana kulluk etmeyip isyan eden bir kulun yedi. Ondan şikayetçiyim... Mevlananın sözünü aktaran vaiz Timurtaş Uçar burda coşuyor ve diyor ki: Ey insan sen yediğini pisliğe çeviren, hayatını mutfakla tuvalet arasında geçiren bir pislik makinesi olamazsın! (olmamalısın, yaşama gayen Allah'a kulluk olmalı)

                    Her varlık canlıdır ve Allah'ın kendisini yarattığı doğası gereği o yolda hizmet vererek ve bunun dışında bizim anlamayacağımı lisan ile Allah'ı anmakta ve O'na kulluk etmektedirler. Çünkü onların tamamı Allah'ın mülküdür. kendi başlarına onun dilemesi dışında bir tasarruf hareket yetkileri ve kabiliyetleri yoktur. İşte tüm bu ve daha bilmediğimiz nice nedenleden dolayı övgüye layık olan Allah'tır.

                    Hamd kelimesinin anlamı iki kavramla karşılanıyor. Birisi şükür diğeri sena. Şükür bir varlığın bize verdiği bağış ya da iyilik karşılığnda onu yüceltme kelimelerimize borcumuzu ödeme amaçlı iltifatımıza denir, sena ise böyle bir verilen şey ortada olmasa da bir varlık övgüyü hak ettiği için ona övgüde bulunmak anlamına gelmektedir. Böyle olunca hamd'ın Allah'a ait olması demek, ister bize nimet versin ister vermesin (ya da vermiş olsa da biz görmediğimiz içn vermedğini sanalım) Allah'a karşı duyulan şükran ve yüceltme ifadeleridir.

                    Hadislerden yüce kulların Allah'a çok hamd ettiklerini görüyoruz. İmamların dualarında Allah'ım deniyor, biz sana layıkı kadar hamd edemeyiz. Sana ancak adedini senin bildiğin kadar çok hamd olsun.. her halde en güzel hamd etme de bu şekilde olsa gerek.

                    Ey insan mülk de Allah'ın hamd de Allah'ın canlı cansız her şey de Allah'a boyun eğmiş ve onun mülkü.. öyleyse sen ne diye başkasına kulluk eder yaşama amacının merkezine O'ndan başkasını razı etmeyi koyarsın. Sadece Allah'ı razı etmek olsun yaşama gayen. Ona yönel. her varlık madem onun mülkü ne diye kula kul eşyaya köle olacaksın ki? madem her şey Allah'ın ev araba alamadım dye ne diye üzülürsün. alanlar ne kadar alıyorlar ki sonuçta yine Allah'ın değil mi?

                    sen insanları memnun edebileceğini mi sanıyorsun, Allah'tan izin çıkmadıkça. hele hele Allah'a isyan ettiğin yerde insanların rızasının olacağı gafleti ne büyük bir cehalet ürünüdür. Her şey Allah'ın değil mi? sen dahil taptığını razı etmek sevgisine ulaşmak amacında olduğun bu yolda ne günahlar işlediğin insan bile Allah'ın ve onun için yaşıyor. ister bunu kabul etsin ister etmesin. Onun bedeni bile kendi elinde değil Allah'a dönmüş farkında olmasa bile Allah'ın yarattığı doğrultuda ona vermiş olduğu doğal biçimde varlığını sürdürüyor.

                    öyleyse kalbini çevir diğer her şeyden esas ışığın rızanın varlığın mülkiyetin kaynağına. Sahte vericilerden geç. Kulluğunu aciz olandan kurtarıp, iradeni her şeyi elinde tutan mülkün mutlak sahibi Allah'a arzet.Yaşama gayenin bomboş geçtği bu kadar uzun yıllardan artık bıkmadın mı? Ne zaman akıllanacaksın.. gönlün Allah'ın rızasına bağlansın. hoşnutluğun sadece onun hoşnutluğuna bağlansın. Gazabın onun gazabı yönlendirsin.. Böyle olduğunda ona boyun eğen her şey sana da boyun eğecek sahiplerinden korktuklarından seni üzmeye kıyamayacaklardır.

                    yok eğer zahiren hala kıyıyorlarsa bil ki bu senin makamını yüceltmek için senin sabrını denemek için yine O'ndan aldıkları emir sayesindedir.. bil ki her şey Ona dönecektir. ve her şey bunun farkındadır. belki tek fakrında olmayıp unutan sensin.. veya kendini öyle kandırıyorsun...

                    ************


                    Günün Hadisi: İmam Sadık (((a.s.))) şöyle buyuruyor: Amel defterinizin Resulullah (s.a.a)'e takdim edildiğini bilmiyor musunuz? Peygamber amel defterinizde bir günah görünce üzülür. O halde (günah işleyerek) Peygamber (s.a.a)'i üzmeyin. (Güzel amellerinizle) Peygamber (s.a.a)'i sevindirin. (el-Kafi, c. 1, s. 219)[/b][/size]
                    [/color]
                    alın işte bu hadisle paralel ve belki de bu hadisin söylenme nedeni olan bir ayet:

                    "Onlara de ki: «İstediğiniz gibi davranınız, yaptığınız işleri hem Allah, hem Peygamber, hem de mü'minler göreceklerdir. Sonra sonra, her şeyi bilen Allah'ın huzuruna çıkarılacaksınız da, O size neler yaptığınızı haber verecektir." Tevbe 105


                    Eğer şii olmadan önce bu hadisi okumuş ve şia ehlibeyt mektebinin inkarı mümkün olmayan bir güneş olduğundan habersiz olsaydım vahhabi zahiri zihinle düşünüp bu hadis diye "İmamlara attıkları iftiraya da bakın" derdim. Eğer yine birisi bu ayeti karşıma çıkarsaydı, ayette geçen mü'minlerin bilmesini de düşünüp bu olayın ya tam anlayamaz ya da bu amel defterini görme olayının ahirette hesaptan hemen önce olduğunu sanırdım.

                    oysa ayet ve hadis çok açık. ve o kadar hikmetler barındırmaktadır ki, benzer şekilde konu Kadir suresi'nde "Meleker ve Ruh o gece her türlü iş için yere iner" ayetinde de işlenmektedir.

                    Ehlibeyt kanalından gelen hadislere göre her zamanın bir imamı vardır. Bu imamlar ümmetinin amellerine işleyip ettiklerine şahit olmaktadırlar. bunların amelleri meleklerce zamanın imamına iletilmektedir. Kadir suresindeki bu ayete göre Ruh o gece Allah katında takdir edilen (kadr gecesi işlerin takdir edildiği gecedir) bir yıllık işleri alır ve zamanımızın İmamı Mehdi a.f.'e sunar. O hazret de bu işleri öğrenir ve onaylar. Böylece zamanı geldiğinde bu işler teker teker olur. Mehdi a.f.'in her şehirde bir gözcü meleği vardır ki bu meleklerin görevleri olan olayları o Hazrete iletmektir. Böylece İmam a.s. zamanının insanlarının işlerine şahitlik eder ve bu şahitliği öteki alemde hesap anında yapar.

                    "Her ümmetten bir şâhid getireceğimiz, seni de onlar üzerine şâhid getireceğimiz zaman (halleri) nice olur?" Nisa 41

                    "Her insan grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar bir 'hurma çekirdeğindeki iplikçik' kadar bile haksızlığa uğratılmazlar." İsra 41


                    bu ayetler ışığında hadisten anlaşılıyor ki her ümmetin bir imamı vardır. ve bu imamlar ümmetin yaptıklarına şahit olmaktadırlar ki öteki dünyada bu şahitliği yapabilsinler..

                    İşte bu alandaki hadis ve ayetler yaptıklarımızın Allah tarafından bilindiğini bunu unutmamamazın yanı sıra bunların Peygamberimiz s.a.a. ve zamanımızın imamınca da görülüp bilindiğini söylemektedir. yaptığı kötülüğün Allah peygamber ve Mehdi a.f. tarafından blinip izlendiğini, ve Peygamber ve İmamın yaptığımız kötülük nedeniyle üzüldüğünü bilmesi insan için ne büyük caydırıcı etki yaratır değil mi? insan karakterinde güdülme vardır. irade bu doğrultuda oluşur. doğal eğilim insanda, serbest olduğunda nefsi ve hevası doğrultusunda yaşamaktır. kendinizi gözlemleyin şeytanın sizi kandırdığı yrlerin en çoğu sizi kimse burda görmez dediği yerlerdir. internette bir başına kaldığını sanan insanların neler yaptığını cümle alem bilmektedir.

                    Tabi bu hadis kullardan korktuğunuz için kötülüklerden vaz geçin Allah'ı hesaba katmayın demek istemiyor. Bu Allah'ın mutlak gözetici olduğunu bilen insanların bu bilgileri üzerine eklenen bir şeydir. tabiri caizse insanın somut özelliğine hitap edip o yönden de onu bağlamak amacı taşımaktadır.

                    yüce kullar bilirler ki Allah daim kendileri ile beraber ve her şeyi anından gözetliyor ve hiç bir zaman bundan gafil değil. o yüzden kendilerini günahlardan korurlar hiç hataya düşmezler. Ama bu gördüğünü ve duydunu var saymaya alışmış ve onlara göre hayatta hareket etmeyi karakteri haline getirmiş olan biz sıradan insanlara bu somut yoldan bir yaklaşıştır hadislerin yapmak istediği. bakın bir insan var eti kemiği duygusuyla. ve bu senin en çok sevdiğin Peygamber ve zamanının imamı. Ahirette senin bu ameline şahitlik edecek olan kişiler. Bunlar burda bu günahını görecekler. ne kadar üzülürler değil mi?.. hadi vaz geç..

                    günahın işlenmemesi ve yolunun önünün tıkanması içn ne büyük tedbir değil mi? işte bu bilinci her zaman üzerimize aldığımızda şeytanın bizi gafil kılması çok zor hatta çoğu zaman imkansız olacaktır..

                    Elhamdülillah ki Ehlibeyt mektebindeyiz..

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                      Günün Ayeti: O, yarattığını bilmez mi O, Latif'tir Habir dir. (Mülk-14)
                      Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: İlmi olmaksızın fetva verenlerin dinde açtığı bozukluklar, ettiği islahlardan daha çoktur. (Bihar'ul-Envar, c. 2, s. 121)

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                        Euzu billahi mineşşeytanir racim
                        O, yarattığını bilmez mi O, Latif'tir Habir dir. (Mülk-14)

                        Ayetlerin devamında sözünüzü ister gizleyin, ister açıklayın. Şüphesiz O, gönüllerde olanı bilir, (Mülk 13) buyruluyor. Yani burdaki bilen Allah'ın iki sıfatı haber verilmekte: 1- Latif 2- Habîr.

                        Latif mülayim yumuşak, nazik, uygun güzel şirin, cisimle alakası olmayan şeffaf, gözle görülmeyen, derin gibi anlamlara geliyor. Su gibi latif olmak deyimi, suyun şeffaflığının dile getirilmesi için latif kelimesinden yararlanmayı amaç edinmektedir. Aynı kelimenin bir değişik kalıbından gelen lutuf ise, ince davranma ve acıma ile rızık verme anlamına gelmekte. Latif bu anlamda eğer haberlerin Allah'a ulaşması ile irtibatlandırılacaksa, haberlerin şeffaf bir cisimen bir şeyin göründüğü gibi aracısız olarak Allah'a ulaştığı anlamına gelebilir. Habirdir ise çok haber alan anlamına gelmekte.

                        Allah yarattığını bilmeyecek de kim bilecek?

                        Bu iki kelimenin de birbirleriyle irtibatlı olması uzak ihtimal değil. Çünkü bu tür Allah'ın iki benzer sıfatı bir çok ayetin sonlarında bulunmaktadır. Bağışlayıcıdır acıyandır, işitendir duyandır, güçlüdür azizdir... gibi. bu anlamlar birbirlerini pekişitirerek okuyucunun kafasında net oturmasını ve hiç bir tereddüde yer bırakmamasını sağlamaktadır. ki zihinlere kazınan bu sıfatlar kişiyi şeytan kandırmaya kalksa hemen kendini ortaya çıkarsın ve Allah'ın gücünü hatırlatsın..

                        Evet Allah yarattıklarını bilmektedir. Ve yaratılan insanları O'ndan daha iyi bilen başkası da yoktur. O yüzden onlara hükmetme ve onlar için yasalar koyma sonra da onları hesaba çekme gücü de o Allah'tadır. bu hiç bir zaman unutulmamalıdır.

                        ***********

                        Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: İlmi olmaksızın fetva verenlerin dinde açtığı bozukluklar, ettiği islahlardan daha çoktur. (Bihar'ul-Envar, c. 2, s. 121)

                        Bu hadis müthiş hadislerden birisidir. Öyle ki belki de İslam Aleminin içnde bulunduğu sefaletin yattığı yerdir, nedenidir dense abartma olmaz. buna benzer bir başka hadis de şudur: Allah ilmi yer yüzünden çekip almak suretiyle yok etmez. Ancak alimleri öldürerek onların arasından alır. Yerlerine cahiller oturur. Bu cahillerden sorular sorulunca bunlar, verdikleri fetvalarla hem kendileri sapıtırlar hem de kendilerine uyanları.. Yine başka bir hadiste de Adiy Bin Hatem'in müslüman oluşu hikaye edilirken, Yahudi ve Hristiyan din adamlarının (verdikleri fetvalarla) Allah'ın helalini haram haramını helal etmeleri sebebiyle Rableştikleri anlatılmaktadır.

                        İlim, bilmek demektir. Varlığa ait doğru tespit ve bilgilerin sistemli şekilde beyinde depolanmasıyla oluşan bir kazanımdır ilim. Alem kelimesi buradan gelmektedir. her tür varlığı içine alır. O zaman ilim her tür varlığa dair elde edilen mahiyet ve olgular bilgisidir.

                        Fetva ise Allah adına konuşmak demektir. Fetvada hüküm söylenir dile getirilir. Hüküm söyleyen kişi kendi hükmünü söylemez. Beşeri kanun ve yasaları söyleyen birisi için fetva verdi denmez. Bir insan fetva verdi mi o konuda Allah'ın hükmünü söyledi, Allah adına konuştu Allah'ın o konudaki hükmünü iletti demektir. Zaten böyle olduğu için fetva ciddi ve bağlayıcı (yani kullarca uygulanması şart olan) hüküm olur.

                        Kur'an'a göre bağlayıcı hükümler Allah Resulü ve Ulul Emr (yani masum İmamlar)dır. Bunların ilimlerinin sonsuz ve yanılgısız olduğunda kuşkumuz yok.

                        Ancak dünya geniş, ve bir İmam tüm dünyadaki sorulara cevap verebilecek imkana sahip değildir. Ya da gaybet döneminde bu fetva verme yetkisini Sahibuz Zaman kendisi bizzat direkt olarak kullanmamaktadır.

                        İşte bu devrede Alimler Peygamberlerin varisleridir, Peygamberler ne altın miras bırakmışlardır ne gümüş onlara ilimde miras olunur" şeklinde yaklaşık anlama sahip hadis devreye girmektedir. Öyleyse gaybet zamanında alim kimdir ve fetva verme makamı kime aittir, ilim sahibi kimdir. Açıkladığımız hadisteki ilim sahibi olmadan fetva vererek faydadan çok zarar verenler kimler olmaktadır.

                        İmamlar gaybet döneminde kimlerin bize fetva verebileceğini de uzun uzun açıklamışlardır. Allah sevdiği kimseyi dinde fakih kılar, hepinizin cihada çıkması olası değildir, bir kısmınız geride kalmalı ve dinde derinleşmeli ki dönüşte diğerlerini uyarsınlar, şeklindeki yaklaşık anlama sahip ayetler ilim sahibi olanların dinde derinleşen fakihler olduğunu açıklamaktadır. Öyleyse fetva makamı bunlardır. Bunların dışındakiler veremez. Yine bunların hadisler gereği Ehlibeyt mektebinden olması şarttır. Çünkü bize huccet olarak Ehlibeytin bırakıldığı, masum imamın gaybetinde ise bu hüccetin İmamların hadislerine vakıf olan fakihler olduğu tartışmasızdır.

                        Peki neden ehlibeyt mektebinden olmayanların fetvaları kardan çok zarar getirir? Ramazanın başında Hayrettin Karaman'a orucu bozan şeylerin neler olduğuyla ilgili sorular sordular. o da açıkladı. ve fetva vermiş oldu. şimdi çokları çıkıp diyebilir ki ne var bunda adam yıllarını bu işe vermiş ilmi de var çok şey biliyor sırf şii değil Ehlibeyt mektebinden değl diye verdiği fetva neden geçersiz olsun ya da neden zararı karından çok olsun, o zaman ehlibeyt alimleri her yere yetişebilir mi yetişsinler bakalım gibi sözler sarfedebilir hatta bunların arasında cahil şiiler bile olabilir.

                        Evet Ehlibeyt mektebini daha taklit etmenin gerekliliği konusunda bile hücceti görememiş bu konuda kendi eserlerinde geçen kat'i delilleri bile halledememiş hiç bir sünni din adamının fetva yetkisi yoktur. Böylelerinin özellikle İmamet inancından uzak olmaları nedeniyle verdikleri fetvalar faydadan çok zara getirir, yapmaktan çok yıkar.

                        1- Ehlibeyt mektebi hadislerini bilmedikleri ya da onlarla istinbat etmedikleri için bu sünni bilginlerin doğru fetva vermesi çoğu zaman mümkün değildir. Sünni hadis rivayetlerinin nasıl bidatlarla dolu olduğu malumumuzdur.

                        2- daha da önemlisi şayet verdikleri fetvalar doğru bile olsa bu insanların yine de imamet konusunda cahil oluşları zamanın imamına biat etmemiş olmaları sebebiyle bu insanlar cahildirler. ve bu yüzden verdikleri zarar getirdikleri kardan kıyas kabul etmeyecek kadar çoktur. Yüz yıllar boyunca bunun cezasını çekiyoruz.

                        İmam Muhammed Bakır a.s. Ka'beye girecekken, haremde Ebu Hanife ve Süfyan es-Sevriyi görmüş, insanlara dini konularda açıklama yapmaktalar. Bunun üzerine şiisine buyurur ki imam: sana insanları Allah'ın dininden alıkoyanları göstereyim mi der ve onlara yönelir. Bunlar yetkisiz yere dini anlatmasalar insanlar evlerinden mescidlere gidip boş dönecekler ve dini konuların açıklanması için bize baş vurmak zorunda kalacaklar böylece biz de onlara imametimizi açıklayacağız. buyuruyor.

                        yani böylece halk zamamın Ehlibeyt imamının etrafında birleşecek.

                        Emperyalistler (günümüzün Emevileridir) Ehlibeyt imamına inancın kendi sömürülerini sarsacak tek inanç olduğunu bildiklerinden şiaya karşı sünni bilginleri desteklemekte ve özellikle akademisyenlere ilahiyatçılara çok kredi sağlamaktadırlar. bu kredi eğitim olanakları medya gibi lojistik destek olabildiği gibi misyoner ajanları yoluyla kaynaklarına sızarak ya da nakit kredi sağlayarak da olmaktadır. Bu gün örneğin tr ilahiyatçılarının bilgi kaynakları arasında hiç Ehlibeyt mektebine ait bilgi ve rivayetler bulunmazken batılı oryantalistlerin bilgileri doludur.

                        Yeniden İlahiyatçı yazar Prof. Hayrettin Karaman diyelim ki imamete inanmıyor ama doğru fetva verdi. Ve halk da ona uydu. tüm türkiye onun fetvalarına göre yaşıyor. Ne olacak? Siyasi olarak bir şey elde edebilecek mi? Tağutun zulmünü hükmünü sona erdirip Allah'ın hükmünü hakim kılabilecek mi?

                        Fetva vermenin sadece bireysel bir yönünün olduğunu ve sadece fetva verilen konunun sınırlarıyla sınırlı kaldığını mı sanıyorsunuz? hayır, fetva vermek demek dini konularda o toplumun lideri imamı olmanız demektir. Eğer bir toplumun imamı olmuşsanız o zaman hem din hem dünya işlerini siz belirlemek zorundasınız. Çünkü imam önde olan demektir. Hangi laik sistemde kişi ile Allah arasında sınırlı ilişki dışında toplumsal ilişkilerde Allah'ın yasalarının uygulanmasına izin veriliyor. Böyle olduğunda laik sistemde sünni bir din adamının verdiği fetva tüm hayatı kuşatabilecek nitelikte ve tüm sorunlarlar ihtiyaçlara cevap verebilecek nitelikte midir? değilse bu durumda buna yönelik çalışma gerekmez mi? Fetva veren birisi ben buna fetva veriyorum öyleyse bunun tüm yaşamını din belirlemeli deme sorumluluğuna sahip değil mi? Yoksa kişi ile Allah arasındaki ilişkilerde Allah'ın hükümleri dğer alanlarda tağutun hükümlerini mi onaylayacak fetva merciii.

                        Hayır bu çıkmazı ancak Ehlibeyt mektebinin imamet inancına işaret eden ve insanları oraya yönlendiren fetva vericileri aşabilir. onlar verdikleri fetvalradan önce taklit mercii ve imamet hükümlerini anlatırlar. insanların atanan imamlarla yönetilme sorumluluğunun olduğunu kendilerine ön şart olarak sunarlar. böylece verdikleri fetvalar hayatın her alanını kuşatır. Onların fetvalarından Tağutlar bir yarar sağlamaz. Hükümranlıklarını onlara maaş ödeyerek sağlama alamazlar. insanların hayatlarını bölüşüp çok tanrılı şirk yaşamı oluşturup kuramazlar. kendileri üzerinde bir siyasal egemenlik tanımazlar..

                        işte bu ve benzeri bir çok nedenden dolayı fetva verecek kişinin ilim sahibi, ilim sahibi olabilmesi için de Ehlibeyt mektebinden olması şarttır. Yoksa verilen fetvalar seküler laik tağuti sistem içinde insanları azıcık dini tatmin ihtiyaçlarını gidermekten ve tağuti düzenin devamının sigortası olmaktan başka bir işlev görmeyecektir. ki bu da onların zararlarının karlarından daha çok olması anlamına gelir. Tıpkı yediği etin domuz eti mi değil mi emin olmayan, şüphesi olsa bile bunu denetleyecek de güvenecek de bir mercii ve imkanı bulunmayan birisi ülkesinde otomatik kesim ile yapılan kesimlerin caiz olduğuna dair fetva alması hangi zararı telafi edecek hangi karı getirecektir.

                        Bizi Ehibeyt mektebiyle tanıştıran ve bu büyük nimeti bize sunan Rabbimize ne kadar hamd etsek azdır...

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                          Günün Ayeti: Doğrusu, muttaki olanlar için Rableri katında nimetlerle donatılmış cennetler vardır. (Kalem-34)
                          Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: İlim Allah'ın yeryüzündeki emanetidir. Alimler ise Allah'ın yeryüzündeki güvendiği emin kimselerdir. Her kim ilmiyle amel ederse gerçekte Allah'ın emanetine riayet etmiştir. (Bihar'ul-Envar, c. 2, s. 36)



                          dünkülerin yorumunu yapamadım vaktim olmadı ama kaybolmasın diye bu günkü ayet ve hadisi de buraya kaydedelim inşaAllah yorumlarız...

                          Günün Ayeti: Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (İnsan-30)
                          Günün Hadisi: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: İlminizi kimden aldığınıza dikkat edin. (Bihar'ul-Envar, c. 2, s. 92)

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                            Günün Ayeti: Doğrusu, muttaki olanlar için Rableri katında nimetlerle donatılmış cennetler vardır. (Kalem-34)



                            Muttaki, takvalı insan demek. Takva sakınmak ince hassas ve titiz olmak demek. Araplar bu kelimeyi doğal hayatın bozulmadığı zamanlarda, dikenli yolda yürürken bir insanın dikenlere basmamak ve onların batmasından sakınmak için son derece dikkatli yürmeye diyorlardı. İslam onların hayatlarındaki bu kelimeyi aldı dini anlam kazandırdı ve Allah yolu dünya yaşamında yürürken (yaşarken) hayatın her alanında günahlardan sakınmak için azami dikkatli ve titiz olmaya takva dedi. böyle dikkatli olan insanlara da muttaki adı verilir.

                            nimetlerle donatılmış deniyor burda, ifadenin orjinali cennâtun naîm yani naim cennetleri diye de çeviriliyor. Ayetin bu kısmını Ayetullah Murtaza Turabi ağa minetlerle dolu cennetler diye çevirmiş.. ki çok da olumsuz ifade sayılmaz.

                            cennet cennet dedikleri bir kaç bahçe ile bir kaç huri
                            isteyene ver onları bana seni gerek seni

                            şeklinde beyitin sahibi Yunus Emre felsefesinde olan şia alimleri dünyada cennet arzusu ve cehennem korkusu nedeniyle ibadet edilmemesi gerektiğini, ibadet etmede Allah'ın rızasının ve onun ibadete layık oluşunun tercih nedeni olması gerektiğini söylerler. İmam Ali a.s.'ın da tüccarların ve özgürlerin ibadeti diye sınıflamasına dayanarak.

                            haklılar haksızlar o fıkıhın ayrı uzun konusu oraya dalmayacağız ama bizi ilgilendiren yanı Kur'an'ın cenneti cazibe ödül merkezi olarak göstermesi, zevklere hitap eder şekilde tasvir etmesi özendirmesi bizlere cenneti arzulamamız yönünde ip uçları vermektedir. Öyle ki tek tip cennetten değil naim, firdevs, me'va .. gibi çeşitli cennetlerden bahsetmektedir.

                            cennet türkçe karşılığı bahçe olan arapça bir kelime. Allah dünyadaki bahçe anlamına benzeterek insanlara anlayacağı dilden bir ödül yerini müjdelemekte.

                            madem insan sadece Allah için ibadet etmeli bunun dışında ibadetin başka merkezlere yönelmesi şirk oluyor ve başka isterse cennet ümüdi için de olsa bu şirk olarak nitelenebiliyorsa o halde ayette neden cennetten bahsediliyor, hem de muttakiler için. sıradan tüccar zihniyetli, işte ben bu kadar amel ettim karşılığında şu cennet gelir, hesabı ile kulluk yapanlar için değil muttakiler yani Allah için kulluk edenlere neden Allah'ın hoşnutluğu ödül olarak sunulmuyor da naim cennetleri vaad ediliyor?

                            bu sorunun düğüm noktası naim kelimesinde yatmakta. bu kelime her nimetler anlamına geliyor. ancak ayetteki muttaki kelimesinin geçmesi bu nimetlerin niteliği hakkında biraz bizde düşünce ihtiyacı hissettirdi. muttakiler seçkin insanlar ve Allah için sakınan onun rızasını isteyen insanlar olarak zaten kendilerine hiç cennet vaadi edilmese bile kulluklarını sürdürecek Allah için sakınmalarına devam edeceklerdir. o halde bunlar için neden dünyadaki nimetler vaad edilsin. demek ki burdaki nimetler bizim yediğimiz içtiğimiz nefsimizi okşayan yiyecek içecek vs değil.

                            o halde nedir burdaki nimet diye düşündüğümüzde hemen Ehlibeyt kanalıyla gelen rivayetler bize ışık tutmakta. (hadis yaklaşık olarak şu mealde) Ebu Hanife'ye İmam sorar, o gün her tür nimetten sorulacaksınız ayetindeki nimetler nelerdir? Ebu hanife çöl sıcağında soğuk bir su bir nimettir güzel bir ev güzel bir yemek nimettir deyince, İmam, sen bir yolcuya güzel bir ikramda bulunsan sonra bunu onun başına kakar ondan bunun hesabını sorar mısın? Ebu hanife hayır deyince, kendin için yakıştıramadığın bu nimeti başa kakma davranışını Allah kuluna yapar mı bunu nasıl Allah'a yakıştırırsın? Ebu hanife o halde burda sorulacak nimetler nelerdir deyince, burdaki insanlara verilen ve sorgulanacak olan nimetler biz imamlarız. bizim imametimizden herkes sorgulanacaktır. buyurur.

                            o halde insanların sorgulanacağı nimetler, kendilerine doğru yolu göstermek için gönderilmiş Ehlibeyt imamları a.s. ise ve bunlara itaat iman edip etmedikleri sorgulanacaksa o halde itaat edip cenneti hak eden muttakiler için de en iyi ödül onlarla beraber olmak uzak bir ihtimal olmasa gerek. Allahu a'lem belki de nimetler cenneti olarak muttakilere vaad edilen naim cennetleri imamların, muttakilerle birlikte yaşayacakları cennetlerdir. çünkü Sadece Allah'ın hoşnutluğunu dileyen muttakilere verilecek en güzel vaad bu olsa gerek.. başkası kesmez. sünniler gibi Allah'ın cemalini görme inancımız olmadığına göre en büyük nimet İmamların huzurunda onlarla birlikte yaşamak hatta onların hizmetinde olmak olsa gerek..

                            Rabbim bu nimetten uzak etmesin, tüm ehlibeyt sevenlerini..


                            Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: İlim Allah'ın yeryüzündeki emanetidir. Alimler ise Allah'ın yeryüzündeki güvendiği emin kimselerdir. Her kim ilmiyle amel ederse gerçekte Allah'ın emanetine riayet etmiştir. (Bihar'ul-Envar, c. 2, s. 36)


                            emanet geçici bir mülktür. her mülk gibi İlim emanetinin sahibi de Allah'tır. Allah bu ilimden bir kısmını dünyaya iletmiştir. Alimler bu emanetin teslim edildiği güvenilir kimseler olması gerekir. ilmin içinde amel etme anlamı olmasa da her ilim amel etmeyi gerektireceğinden dolayı alimler sahip olduğu ilimle yaşayan kimselerdir. yaşanmayan ilim gerçekte öğrenilmemiş dense yanış düşünülmüş olmaz.

                            Hadiste Allah'ın alimlere güvendiğini ve ilmi onlara teslim ettiğini söylüyor. ama bu ilmi teslim etme şartı amel etme değil. Allah çünkü ilmi isteyene malı istediğine verdiği şeklinde hadisler de var. öyleyse ilim yoluna girip çalışan herkes ilim sahibi olabilir. ve kimse bu ilmi iyiye mi kullanacak kötüye mi kullanacak diye bir ayırım olmaz. nitekim bıçak kullanmasını öğrenen sadece hayat kurtarmak için bu bilgiyi kullanacak doktorlar olmayıp tersine can alacak katillerdir de. Allah yine hiç bir ataiste sen neden bu felsefeyi öğreneceksin ki demez..

                            ama ilmi öğrenip onunla gereği gibi amel eden, bilgiyi ahlaki olarak kullananlar Allah'ın bu emanetine hakkıyla davranmış olurlar denilerek burada bilginin ahlakileştirlmesi konusu gündeme getiriliyor. yani çağımızın en büyük sorunu. bildiğinin zıttını yapmak hayatı bencil çıkarlar için öğrenilmiş bilgilerle ve bu uğurda yapılacak hırs dolu eylemlerle doldurmak. İşte bu insanların emanete riayet etmediklerini anlıyoruz.

                            hadisten anladığımız bir başka nokta alimler diye bir sınıfın olduğu. burada böyle bir gurup özel insandan bahsederek her insanın bilgisinden söz edilmemiş oluyor. yoksa her insan bilgi sahibidir. doğuştan gelen bilgiler vardır mesela bunlar dine ırka kültüre göre değişmez. her insan zayıf birine yardım etmeyi iyi, zulmü kötü görür, yine aklın erdemi ve hikmeti mükemmeli araması her insanda var olan sabit fikirdir. ki bunlar da bir ilim sayılır. insanların bu bilgilerle yaşayıp bu doğru bilgi dışında davranmamaları da gerekli ise de hadiste bunun ötesinde alimlere özel bir değer atfedilmiş: Allah ilim emanetini alimlere emanet eder.

                            yani siz onlara müracaat edeceksiniz. emanet onlarda, kim ilim isterse bu iş için Allah'ın özel güvendiği kimselere alimlere gideceksiniz. her insanın konuştuğu siyaset maç gibi konular değildir ilim. özel mütehassısların ele aldığı nadide bir alandır. emek ister, liyakat ister...

                            babam, benim oğlum her işi yapar, çünkü okuyor, okuyan insan her işi becerir, çünkü okumak en zordur derdi. gerçekten de bizimle ilme başlayanların sabırları bu yükü kaldıracak kadar yeterli gelmedi, gittiler fırınlarda tonlarca un çuvalını kaldırmak için aylrca ağır yükün altına girdiler ama ilim yükünü kaldırmaya devam edemediler.

                            hadis bize yapmadığını söyleyen, bildiğini yaşamayan, bildiği sistemli halde olmayan insanların bu işe layık olmadıklarını her işte sahtekarlar olduğu gibi bu alanda da olacağını söylerek bizi uyarıyor. diyor ki bir adam ilim adamı olabilir. çok şey de bilebilir. ama bildikleri anlattıkları yaşamla uyuşmuyorsa, benim yaşayabileceğim şekilde bunları sistematize etmemişse, benim için en çok lazım olacak bilgiyi vermiyor, verdiğini de zamanına göre planlayıp ayarlamıyorsa, bu kişiye güvenmememi de sölemekte. çünkü hadiste bu işe layık olmayı, bilgiyi yaşamakla irtibatlandırak açıklıyor. bir adam sadece kendisi yaşaması sorun değil aynı zamanda onu başkasının da nasıl yaşayabileceğine dair işlenmiş sıraya konmuş bilgi haline getirmelidir.

                            Şükür Allah'a ki Ehlibeyt alimlerimiz bu işte tam hadislerin gösterdiği şekilde. Bir çok sünni alim öyle kitaplar yazıyor öyle vaazlar veriyor öyle öğrenci yetiştiriyor ki ne ülke gerçekleriyle ilintili ne yaşanabilir hayır getirecek bilgi..

                            örneğin ben ihl de öğrenci iken bir kitapta Peygamber s.a.a.'in sarık takıp cüppe giydiğini okudum hemen gittim br cüpp alıp sosyetenin ağır olduğu bir şehirde bir zamanların acizimendileri gibi dolaşmaya başladım. soranlara da bu müslümanlık alameti diyordum. ve ortaya öyle bozuk bir yaşam çıkıyordu ki toplumla ortak bir yaşam alanım kalmıyordu.. oysa bu kitabı yazan adam bir iki cümle ile bu okurda muhtemel bir sapmayı önleyecek daha doğrusu bir çatışmayı önleyecek, kardan çok zarara girmeye fırsat vermeyecek bir açıklama cümlesi koyabilirdi ama koymamış...

                            yine toplumları tehdit eden ve dini terör diye nitelenen vahhabi radikalizmi de bilginin ehil olmayan ellerde olması durumunda ne büyük zarara dönüştüreceğinin, hazin bir tablo olarak karşımızda. adam ne kadar dindar olursa o kadar toplum için vahşi ve terörist oluyor çok dindar olmayı çok çatışmaya girmek olarak görüyor. hem de sömürgeci kapitalistlerle değil birlikte zulmü engelleyeceği kapı din komşusu ile..

                            oysa Ehlibeyt gibi bilginin ehli olan alimlerimiz hiç bir zaman Peygamber yolunun dışına sapacak şekilde bir din öğretmemekteler. toplumu ve ülkesiyle barışık, yer altı illegal, örgütsel bir yapılanmaya gidecek hiç bir bilgi türü işlemiyorlar kendilerine gelen hakikat öğrencilerine. böyle olunca ne öğrenenler sapıp kendilerine yazık ediyor ne de muhatap oldukları toplumlar..

                            Elhamdülillah..

                            Yorum


                              #15
                              Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                              Günün Ayeti: Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (İnsan-30)

                              ayetin meali problemli. Sadece alınan bu meal değil neredeyse tüm mealler problemli. hepsi burdaki şae fiilini erade fiili ile anlamlandırmışlar. ki şae başka erade başka bu kelimeler eş anlamlı da değil, erade fiilinin masdarı olan irade, dilemek tercih etmek seçmek gibi anlamlara gelirken şae fiilinin masdarı şey', ise türkçede kullandığımız şey anlamına gelmekte.. oysa kelimelerin anlamları arapçada değil tüm dillerde fiil ile masdar arasında farklılık arzetmez. yedi ile gitti ile gitmek arasındaki anlam değişikliği olmadığı gibi..

                              ayette erade değil şae fiili geçmekte. şae fiili hakkında bir sempozyum düzenleyen Süleymaniye vakfı sonuç olarak bu kelimenin erade fiilinden farklı olduğunu türkçede bu anlamda tek bir kelime bulunmadığını yaklaşık anlam olarak da start vermek gibi iki kelime ile fade edilebileceğini sonuç olarak ilan etmişti. ki bu doğru bir anlamdır.

                              peki neden tüm meallerin erade anlamı verdiği dilemek anlamını şae için kabul etmiyoruz?

                              edilebilir mi sizce, hele hele bu ayetleri bir de hidayet ile irtibatlandırıyorlar ki iyice adalet katliamı oluyor. bu ayeti bir çok meal Allah hidayetinizi dilemedikçe siz hidayete ulaşamazsınız şeklinde anlamış. Eğer gerçek buysa hidayete ermeyenlerin suçu ne ki sonra bu kötü yaşamları nedeniyle hesaba çekilecekler. kötü bir yaşam mı hidayete iletilmemenin sonucu yoksa, hidayete iletilmeme mi kötü bir yaşamın sonucu sorusuna, bu ayetlere verilen geleneksel anlamla, kulun özgürlüğü ve Allah'ın adaleti doğrultusunda yanıt verebilmek imkansızdır.

                              ve bu hayatın gerçekleriyle de uyumlu değildir. Hangi insanın seçtiği hidayet ya da dalalet yolunda Allah'ın müdahalesi görülüyor? herkesin sürdüğü yaşam seçtiği dünya görüşüyle yolla uyumlu değil mi?

                              demek ki o zaman benim hidayeti seçimimden Allah'ın dilemesi yok. Ben seçiyorum ve hidayete eriyorum. Allah beni bu konuda serbest bırakmış. çünkü sonuçtan sorumlu tutacak beni. öyleyse ne diye benim hidayet konusunda dilememi, Allah'ın dilemesine bağlayacağım ki, bu şekilde verilmiş bir meali neden doğru kabul edeceğim ki?

                              bu durumda ayetin doğru anlamı olayların ve eşyanın her varlık ve olgunun oluşumunda insan ve Allah faktörünü açıklamaya yönelik. ayette geçen şae fiilinin kapsamı şey diye nitelenebilen her varlığı ve olguyu içine almaktadır. o halde Allah bir olguyu ya da olayı var etmek için start vermedikçe siz onun, maddi alemde meydana çıkışı için hiç bir halt yiyemezsiniz. öyle sizin bildiğiniz gibi bu alemi sebepler dünyası ilahı yönetmiyor. bu alemde yönetimi sizin elinizde olan maddi sebepler değil Allah'tır. bunu hiç bir zaman unutmayın. bakın irade konusuna kaydırıldığı için alimler arasında en çok anlama sorunu doğan bu ayet gerçekte neyi ifade ediyor bağlamına bakarak bir de bu mantıkla çözelim:

                              (sürecek inşaAllah ...)




                              Günün Hadisi: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: İlminizi kimden aldığınıza dikkat edin. (Bihar'ul-Envar, c. 2, s. 92)

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X