Buhari Sahihinin “Gusl” kitabının “Men İğtesele Uryanen” babında ve Müslim kendi Sahihinin ikinci cüz’ünde “Fezail-u Musa” babında ve İmam Ahmed bin Hanbel Müsned’inin ikinci cüz’ünde ve sizin diğer alimleriniz Ebu Hureyre’den şöyle naklediyorlar:
“Beniisrail arasında şöyle bir adet vardı, herkes hep birlikte avret mahallini kapatmaksızın suya girip kendilerini yıkıyorlardı ve aynı zamanda birbirlerinin avrat yerlerine de bakıyorlardı. Böyle bir davranış onların arasında ayıp sayılmıyordu. Fakat Hz. Musa, kimse onun avrat yerini görmemesi için tek başına suya dalıyordu.
Beniisrail Hz. Musa’nın bu tavrına karşı şöyle diyorlardı: Hz. Musa’nın tek başına yıkanması ve bizden uzaklaşmasının sebebi bedeninde bir noksanlık ve fıtık olduğundan dolayıdır. İşte bundan dolayı bizim onu görmemizi istemiyor.
Bir gün Hz. Musa yıkanmak için bir suyun kenarına gitti, elbiselerini çıkarıp bir taşın üzerine bıraktı ve suya daldı. Taş Hz. Musa’nın elbisesiyle birlikte firar etti. Musa da onun peşine koyulup; “Ey taş elbisem! Ey taş elbisem!” (Yani elbisemi nere götürüyorsun?) diyordu. Nihayet Beniisrail Hz. Musa’nın avrat yerine baktılar! Allah’a andolsun Musa’nın bir noksanlığı yoktur (yani fıtık değildir) dediler.
Bu esnada taş yerinde durdu; Hz. Musa elbiselerini aldı. Daha sonra Hz. Musa taşı dövmeye başladı, öyle ki taş altı veya yedi defa inledi.”
Allah aşkına insafla söyleyin, böyle bir amel siz beylerden birisi için vuku bulsaydı, çıplak olarak halkın içerisine, -avrat yerinizi görmeleri için- elbisenizin peşice gitmeniz ne kadar da kötü olurdu! (Faraza böyle bir olay olsa da insan bir köşeye saklanıp elbiselerinin getirilmesini halktan ister ve çıplak olarak halkın içerisine gitmez.)
Acaba insanın aklı böyle bir amelin, Kelimullah olan Hz. Musa gibi bir şahsiyetten vuku bulmasını kabul eder mi? Acaba taşın hareket edip Hz. Musa’nın elbisesini götürmesine insan inanabilir mi?
Şöyle meşhur bir söz vardır, diyorlar ki: “Duayı iyi öğrenmişsiniz, fakat duanın deliğini yitirmişsiniz.” Aziz beyler bizler peygamberlerin mucizesini inkar etmiyoruz; aksine Kur’ân-ı Kerim’in hükmüyle o mucizelere iman ediyoruz.
Fakat şunu tasdik edin ki mucizeler tehaddi ( meydan okuma) makamında düşmanın batıl olduğunu ispatlamak ve hakkı ortaya çıkarmak için yapılmıştır. Acaba böyle bir amelde peygamberin halkın içerisinde rezil olmasından başka ne gibi bir tehaddi ve hakkın ortaya çıkması vardır?
Faraza ki, Hz. Musa fıtık idi (Böyle idda edenleri de var). Bunun peygamberlik makamına ne gibi bir zararı vardı. Peygamberler için noksanlık sayılan zati noksanlıklardır. Örneğin: Körlük, sağırlık, altı parmak olmak, felç olmak, kötürüm olmak vs. gibi. Ama bazı hastalıklardan dolayı cismi noksanlıklar peygamberlik makamına hiçbir zarar vermez. Örneğin: Hz. Yakub ve Hz. Şuâyb peygamberlerin çok ağlama eserinde kör olmaları gibi; veya Eyyub peygamberin bedenin yara olması gibi; veyahut Peygamber-i Ekrem’in Uhud savaşında başı ve dişinin kırılması gibi.
Fıtık da cismani hastalıklardan olup insan için vuku bulan şeylerden biridir. Bunun ne kadar bir önemi vardı ki Allah Teala mucize göstermekle onu tebree etmek istesin ve böylece Beniisrail Allah’ın peygamberinin avrat mahallini görsün ve O Hazretin saygınlığı ve şahsiyeti halkın arasında zedelensin.
Acaba halk sonradan; “Hz. Musa çıplak olarak halkın içerisine gitti ve öfkeli olduğundan dolayı taşa o kadar vurdu ki, taş altı veya yedi defa inledi” diye deyip gülmeyecekler miydi? Hayret! Allah’ın peygamberleri taşın hissiz olduğunu bilmiyor muydu da onu dövmeye kalkıştı?! Bu saçma sözlerden Allah’a sığınıyoruz.
Buhari Sahihinin birinci cildinde cenaze bablarından olan; “Men Ehabb’ed- Defne fi’l Arz’il- Mukaddeset-i min” babında, Sahihin ikinci cildinde ise “Vefat-u Musa” babında ve Müslim de Sahihinin ikinci cildinde; “Fezail-u Musa” babında tuhaf ve hurafi bir hadis nakletmişlerdir:
Ebu Hureyre’den söyle nakletmişlerdir:
“Ölüm meleği Hz. Musa’nın yanına gelerek; “Rabbinin davetini icabet et” dedi. Musa ölüm meleğinin gözüne bir tokat vurarak onun gözünü çıkardı. Melek Rabbine dönüp şöyle dedi: “Beni, ölmeyi istemeyen bir kuluna doğru gönderdin, o da vurup gözümü çıkardı.” Allah-u Teâla meleğin gözünü kendisine geri çevirip şöyle buyurdu: “Kulumun yanına dön ve de ki: Dünya hayatını mı istiyorsun? Öyleyse elini öküzün beline koy, eline ne kadar kıl çıkarsa onun sayısınca yaşayacaksın.”
İmam Ahmed bin Hanbel Müsned’inin ikinci cildine, Muhammed bin Cerir-i Taberi de kendi tarihinin birinci cildinde Hz. Musa’nın vefatını zikrederken mezkur hadisi az bir faklılıkla nakletmişlerdir. O da şu şekilde:
“Hz. Musa zamanında Melek’ul- Mevt (Azrail) kulların ruhunu almak için açık bir şekilde geliyordu, ama Hz. Musa yüzüne tokat vurarak gözü kör olduğu andan itibaren mahlukatın ruhunu almak için gizli bir şekilde geliyor.” -Çünkü cahil insanların sağ kalan gözünü de kör etmelerinden korkuyor! (mecliste olanların çoğunun kahkahayla gülmesi.)-
Şimdi siz beylerden insafla hüküm vermenizi istiyorum. Acaba sizin de kendinizi tutamayıp güldüğünüz bu haber (rivayet) saçma ve hurafe değil midir? Ben böyle saçma ve hurafi olan hadisi düşünmeden kaleme alan yazar ve ravilere hayret etmekteyim.
Acaba Musa Kelimullah gibi ulu’l- azm bir peygamberin (el-ayazubillah) o kadar düşüncesiz ve katı kalpli olup Allah’ın emrine itaat etmesi yerine onun elçisinin gözünü kör edecek bir şekilde yüzüne sert bir tokat vurmasını hiç akıl sahibi bir kimse kabul eder mi?
Allah aşkına söyleyin bakalım, eğer bir kimse, Hafız efendiyi büyük bir şahsiyet davet etmişti fakat Hafız bey, elçinin davetini kabul edeceğine ona sert bir tokat vurarak gözünü kör etti derse, siz gülmez misiniz? Hafız bey, böyle bir söz bana iftiradır demez mi?...
Acaba katı yürekli cahil bir adam dahi böyle bir iş yapar mı? O zaman marifet ehli ulu’l- azm ve Kelimullah olan bir peygamber nasıl böyle bir iş yapabilir ve Allah’ın davet mesajını görmezlikten gelerek hiçbir suçu olmayan elçinin yüzüne tokat vurarak nasıl onu kör edebilir?
Peygamberlerin gönderilmesinden maksat insanları hidayet etmek ve onları hayvani hareketlerden sakındırmaktır. Marifet ehli olmayan cahil bir ferdin bile bir hayvana zulüm yapması çirkin olduğuna göre ulu’l azm olan bir peygamberin Allah’ın yakın meleği ve elçisine haşa zulüm yapması daha çirkin ve daha kötü olmaz mı?
Herkes böyle bir hadisin saçma ve iftira olduğunun farkındadır. Böyle saçma bir hadisi uyduranların amacı sırf peygamberlik makamına ihanet etmek veya toplumun yanında böyle büyük bir peygamberi küçültüp aşağılamaktır. Ben (böyle saçma hadisleri uyduran) Ebu Hureyre gibi insanlara şaşırmıyorum; çünkü o kendi alimlerinizin yazdığına göre karnını Muaviye’nin yağlı ve tatlı sofrasından doyurması için hadisler uydurmuştur; hatta ikinci halife Ömer onu, hadis uydurduğundan dolayı sırtı kana boyanacak bir şekilde kırbaçlamıştır.
Ama benim şaşırdığım şu ki, büyük bir ilme sahip olan şahıslar nasıl olmuş da düşünmeksizin bu çeşit saçma ve uyduruk hadisleri kendi kitaplarında kaydetmişlerdir. Derken Hafız gibi diğer alimler de bu çeşit kitapları okuyup düşünmeksizin onları Kur’ân’dan sonra en sahih kitaplar olarak vurgulayıp durmuşlardır.
Bu çeşit saçma hadisler, sahih bildiğiniz kitaplarınızda olduğuna göre o zaman Şia kitaplarına ve onlarda yazılı olan hadislere itiraz etmeğe hakkınız yoktur. Konudan dışarı çıktığım için özür diliyorum; el kelamu yecurr’ul- kelam (söz sözü açar).
Dönelim asıl mevzua. Naklettiğiniz hadisin üzerinde biraz duralım, onun bir yorumunun olup olmadığına bakalım, şu açıktır ki her insaflı alim, sizin ve bizim kitaplarda mevcut olan bu çeşit müphem ve vahit olan hadislerle karşılaştığında onları senedi sahih olan binlerce hadislerle yorumlar, aksi takdirde bir kenara atar veya en azından onlara karşı susar. Ben bu zayıf aklımla o hadisin (Marifet Hadisi) hakkında şöyle düşünüyorum; O Hazretin mezkur sözü ya kelamcılar arasında meşhur olan kaideye yani “malul hakkında tam ilim sahibi olmak, illet hakkında tam ilim sahibi olmak demektir” kaidesine hamledilmiş veya “büyük veziri tanıyan kimse padişahı tanımıştır” sözü gibi mübalağaya hamledilmiştir. Buna örnek, İhlas suresinin nassı, Kuran’ın diğer ayetleri ve birçok hadislerdir.
Öyleyse diyebiliriz ki, bu hadisten maksat İmam’ı tanımak ve O’nu tanımanın en büyük ibadetlerden olmasıdır. Zira İmam (a.s) insan ve cinlerin yaratılış gayesi olmuştur. Camia Ziyareti’nde yer alan; “O’nlar Allah’ı tanımanın yolarıdır” sözünün manası da budur.
Diğer bir şekilde de mana etmek mümkündür. Nitekim araştırmacılar bu çeşit yerlerde şöyle mana etmişlerdir. Her fiilin failini, her binanın banisini (ustasını), o fiil ve binanın sağlamlığından anlamak mümkündür. Öyleyse her usta ve eseri, onun boyutlarının bir boyutuna kamil bir delildir. Resulullah (s.a.a.) ve pâk Ehl-i Beyti (a.s) bütün yüce mevkilere sahip olduklarından dolayı O’nlardan daha sağlam bir eser ve O’nlardan daha kuşatıcı bir mahluk yoktur. Öyleyse Allah’ın marifetine, O’nlardan daha açık ve daha kuşatıcı bir yol olmamıştır. Allah’ın marifet yolları sadece O’nlar olabilmişlerdir.
Binaenaleyh O’nları tanıyan Allah’ı tanımıştır. Nitekim masum İmamların kendileri şöyle buyurmuştur: “Bizim vesilemizle Allah tanınır, bizim vesilemizle Allah’a ibadet edilir...” (Yani Allah’ın marifet ve ibadet yolu bizim elimizdedir.)
Velhasıl, Allah’ı (tam anlamıyla) tanımanın yolu bu şanı yüce ailedir. Eğer bu ailenin kılavuzluğu olmaksızın insanlar yolu bulmak isterlerse, dalalet vadisinde şaşkınlık içerisinde kalırlar; dalalet vadisinde kaybolanın da kılavuzsuz, mutluluk evine ulaşması imkansızdır. İşte bundan dolayı iki fırkanın (Şia ve Ehl-i sünnet) da ittifak ettiği bir hadiste Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur.
“Ey insanlar! Ben aranızda iki değerli emanet bırakıyorum, (ihtiyaç duyduğunuz şeyleri) O’nlardan alırsanız kesinlikle sapıklığa düşmezsiniz; biri Allah’ın kitabı, diğeri ise İtretim olan Ehl-i Beytimdir.”
“Beniisrail arasında şöyle bir adet vardı, herkes hep birlikte avret mahallini kapatmaksızın suya girip kendilerini yıkıyorlardı ve aynı zamanda birbirlerinin avrat yerlerine de bakıyorlardı. Böyle bir davranış onların arasında ayıp sayılmıyordu. Fakat Hz. Musa, kimse onun avrat yerini görmemesi için tek başına suya dalıyordu.
Beniisrail Hz. Musa’nın bu tavrına karşı şöyle diyorlardı: Hz. Musa’nın tek başına yıkanması ve bizden uzaklaşmasının sebebi bedeninde bir noksanlık ve fıtık olduğundan dolayıdır. İşte bundan dolayı bizim onu görmemizi istemiyor.
Bir gün Hz. Musa yıkanmak için bir suyun kenarına gitti, elbiselerini çıkarıp bir taşın üzerine bıraktı ve suya daldı. Taş Hz. Musa’nın elbisesiyle birlikte firar etti. Musa da onun peşine koyulup; “Ey taş elbisem! Ey taş elbisem!” (Yani elbisemi nere götürüyorsun?) diyordu. Nihayet Beniisrail Hz. Musa’nın avrat yerine baktılar! Allah’a andolsun Musa’nın bir noksanlığı yoktur (yani fıtık değildir) dediler.
Bu esnada taş yerinde durdu; Hz. Musa elbiselerini aldı. Daha sonra Hz. Musa taşı dövmeye başladı, öyle ki taş altı veya yedi defa inledi.”
Allah aşkına insafla söyleyin, böyle bir amel siz beylerden birisi için vuku bulsaydı, çıplak olarak halkın içerisine, -avrat yerinizi görmeleri için- elbisenizin peşice gitmeniz ne kadar da kötü olurdu! (Faraza böyle bir olay olsa da insan bir köşeye saklanıp elbiselerinin getirilmesini halktan ister ve çıplak olarak halkın içerisine gitmez.)
Acaba insanın aklı böyle bir amelin, Kelimullah olan Hz. Musa gibi bir şahsiyetten vuku bulmasını kabul eder mi? Acaba taşın hareket edip Hz. Musa’nın elbisesini götürmesine insan inanabilir mi?
Şöyle meşhur bir söz vardır, diyorlar ki: “Duayı iyi öğrenmişsiniz, fakat duanın deliğini yitirmişsiniz.” Aziz beyler bizler peygamberlerin mucizesini inkar etmiyoruz; aksine Kur’ân-ı Kerim’in hükmüyle o mucizelere iman ediyoruz.
Fakat şunu tasdik edin ki mucizeler tehaddi ( meydan okuma) makamında düşmanın batıl olduğunu ispatlamak ve hakkı ortaya çıkarmak için yapılmıştır. Acaba böyle bir amelde peygamberin halkın içerisinde rezil olmasından başka ne gibi bir tehaddi ve hakkın ortaya çıkması vardır?
Faraza ki, Hz. Musa fıtık idi (Böyle idda edenleri de var). Bunun peygamberlik makamına ne gibi bir zararı vardı. Peygamberler için noksanlık sayılan zati noksanlıklardır. Örneğin: Körlük, sağırlık, altı parmak olmak, felç olmak, kötürüm olmak vs. gibi. Ama bazı hastalıklardan dolayı cismi noksanlıklar peygamberlik makamına hiçbir zarar vermez. Örneğin: Hz. Yakub ve Hz. Şuâyb peygamberlerin çok ağlama eserinde kör olmaları gibi; veya Eyyub peygamberin bedenin yara olması gibi; veyahut Peygamber-i Ekrem’in Uhud savaşında başı ve dişinin kırılması gibi.
Fıtık da cismani hastalıklardan olup insan için vuku bulan şeylerden biridir. Bunun ne kadar bir önemi vardı ki Allah Teala mucize göstermekle onu tebree etmek istesin ve böylece Beniisrail Allah’ın peygamberinin avrat mahallini görsün ve O Hazretin saygınlığı ve şahsiyeti halkın arasında zedelensin.
Acaba halk sonradan; “Hz. Musa çıplak olarak halkın içerisine gitti ve öfkeli olduğundan dolayı taşa o kadar vurdu ki, taş altı veya yedi defa inledi” diye deyip gülmeyecekler miydi? Hayret! Allah’ın peygamberleri taşın hissiz olduğunu bilmiyor muydu da onu dövmeye kalkıştı?! Bu saçma sözlerden Allah’a sığınıyoruz.
Buhari Sahihinin birinci cildinde cenaze bablarından olan; “Men Ehabb’ed- Defne fi’l Arz’il- Mukaddeset-i min” babında, Sahihin ikinci cildinde ise “Vefat-u Musa” babında ve Müslim de Sahihinin ikinci cildinde; “Fezail-u Musa” babında tuhaf ve hurafi bir hadis nakletmişlerdir:
Ebu Hureyre’den söyle nakletmişlerdir:
“Ölüm meleği Hz. Musa’nın yanına gelerek; “Rabbinin davetini icabet et” dedi. Musa ölüm meleğinin gözüne bir tokat vurarak onun gözünü çıkardı. Melek Rabbine dönüp şöyle dedi: “Beni, ölmeyi istemeyen bir kuluna doğru gönderdin, o da vurup gözümü çıkardı.” Allah-u Teâla meleğin gözünü kendisine geri çevirip şöyle buyurdu: “Kulumun yanına dön ve de ki: Dünya hayatını mı istiyorsun? Öyleyse elini öküzün beline koy, eline ne kadar kıl çıkarsa onun sayısınca yaşayacaksın.”
İmam Ahmed bin Hanbel Müsned’inin ikinci cildine, Muhammed bin Cerir-i Taberi de kendi tarihinin birinci cildinde Hz. Musa’nın vefatını zikrederken mezkur hadisi az bir faklılıkla nakletmişlerdir. O da şu şekilde:
“Hz. Musa zamanında Melek’ul- Mevt (Azrail) kulların ruhunu almak için açık bir şekilde geliyordu, ama Hz. Musa yüzüne tokat vurarak gözü kör olduğu andan itibaren mahlukatın ruhunu almak için gizli bir şekilde geliyor.” -Çünkü cahil insanların sağ kalan gözünü de kör etmelerinden korkuyor! (mecliste olanların çoğunun kahkahayla gülmesi.)-
Şimdi siz beylerden insafla hüküm vermenizi istiyorum. Acaba sizin de kendinizi tutamayıp güldüğünüz bu haber (rivayet) saçma ve hurafe değil midir? Ben böyle saçma ve hurafi olan hadisi düşünmeden kaleme alan yazar ve ravilere hayret etmekteyim.
Acaba Musa Kelimullah gibi ulu’l- azm bir peygamberin (el-ayazubillah) o kadar düşüncesiz ve katı kalpli olup Allah’ın emrine itaat etmesi yerine onun elçisinin gözünü kör edecek bir şekilde yüzüne sert bir tokat vurmasını hiç akıl sahibi bir kimse kabul eder mi?
Allah aşkına söyleyin bakalım, eğer bir kimse, Hafız efendiyi büyük bir şahsiyet davet etmişti fakat Hafız bey, elçinin davetini kabul edeceğine ona sert bir tokat vurarak gözünü kör etti derse, siz gülmez misiniz? Hafız bey, böyle bir söz bana iftiradır demez mi?...
Acaba katı yürekli cahil bir adam dahi böyle bir iş yapar mı? O zaman marifet ehli ulu’l- azm ve Kelimullah olan bir peygamber nasıl böyle bir iş yapabilir ve Allah’ın davet mesajını görmezlikten gelerek hiçbir suçu olmayan elçinin yüzüne tokat vurarak nasıl onu kör edebilir?
Peygamberlerin gönderilmesinden maksat insanları hidayet etmek ve onları hayvani hareketlerden sakındırmaktır. Marifet ehli olmayan cahil bir ferdin bile bir hayvana zulüm yapması çirkin olduğuna göre ulu’l azm olan bir peygamberin Allah’ın yakın meleği ve elçisine haşa zulüm yapması daha çirkin ve daha kötü olmaz mı?
Herkes böyle bir hadisin saçma ve iftira olduğunun farkındadır. Böyle saçma bir hadisi uyduranların amacı sırf peygamberlik makamına ihanet etmek veya toplumun yanında böyle büyük bir peygamberi küçültüp aşağılamaktır. Ben (böyle saçma hadisleri uyduran) Ebu Hureyre gibi insanlara şaşırmıyorum; çünkü o kendi alimlerinizin yazdığına göre karnını Muaviye’nin yağlı ve tatlı sofrasından doyurması için hadisler uydurmuştur; hatta ikinci halife Ömer onu, hadis uydurduğundan dolayı sırtı kana boyanacak bir şekilde kırbaçlamıştır.
Ama benim şaşırdığım şu ki, büyük bir ilme sahip olan şahıslar nasıl olmuş da düşünmeksizin bu çeşit saçma ve uyduruk hadisleri kendi kitaplarında kaydetmişlerdir. Derken Hafız gibi diğer alimler de bu çeşit kitapları okuyup düşünmeksizin onları Kur’ân’dan sonra en sahih kitaplar olarak vurgulayıp durmuşlardır.
Bu çeşit saçma hadisler, sahih bildiğiniz kitaplarınızda olduğuna göre o zaman Şia kitaplarına ve onlarda yazılı olan hadislere itiraz etmeğe hakkınız yoktur. Konudan dışarı çıktığım için özür diliyorum; el kelamu yecurr’ul- kelam (söz sözü açar).
Dönelim asıl mevzua. Naklettiğiniz hadisin üzerinde biraz duralım, onun bir yorumunun olup olmadığına bakalım, şu açıktır ki her insaflı alim, sizin ve bizim kitaplarda mevcut olan bu çeşit müphem ve vahit olan hadislerle karşılaştığında onları senedi sahih olan binlerce hadislerle yorumlar, aksi takdirde bir kenara atar veya en azından onlara karşı susar. Ben bu zayıf aklımla o hadisin (Marifet Hadisi) hakkında şöyle düşünüyorum; O Hazretin mezkur sözü ya kelamcılar arasında meşhur olan kaideye yani “malul hakkında tam ilim sahibi olmak, illet hakkında tam ilim sahibi olmak demektir” kaidesine hamledilmiş veya “büyük veziri tanıyan kimse padişahı tanımıştır” sözü gibi mübalağaya hamledilmiştir. Buna örnek, İhlas suresinin nassı, Kuran’ın diğer ayetleri ve birçok hadislerdir.
Öyleyse diyebiliriz ki, bu hadisten maksat İmam’ı tanımak ve O’nu tanımanın en büyük ibadetlerden olmasıdır. Zira İmam (a.s) insan ve cinlerin yaratılış gayesi olmuştur. Camia Ziyareti’nde yer alan; “O’nlar Allah’ı tanımanın yolarıdır” sözünün manası da budur.
Diğer bir şekilde de mana etmek mümkündür. Nitekim araştırmacılar bu çeşit yerlerde şöyle mana etmişlerdir. Her fiilin failini, her binanın banisini (ustasını), o fiil ve binanın sağlamlığından anlamak mümkündür. Öyleyse her usta ve eseri, onun boyutlarının bir boyutuna kamil bir delildir. Resulullah (s.a.a.) ve pâk Ehl-i Beyti (a.s) bütün yüce mevkilere sahip olduklarından dolayı O’nlardan daha sağlam bir eser ve O’nlardan daha kuşatıcı bir mahluk yoktur. Öyleyse Allah’ın marifetine, O’nlardan daha açık ve daha kuşatıcı bir yol olmamıştır. Allah’ın marifet yolları sadece O’nlar olabilmişlerdir.
Binaenaleyh O’nları tanıyan Allah’ı tanımıştır. Nitekim masum İmamların kendileri şöyle buyurmuştur: “Bizim vesilemizle Allah tanınır, bizim vesilemizle Allah’a ibadet edilir...” (Yani Allah’ın marifet ve ibadet yolu bizim elimizdedir.)
Velhasıl, Allah’ı (tam anlamıyla) tanımanın yolu bu şanı yüce ailedir. Eğer bu ailenin kılavuzluğu olmaksızın insanlar yolu bulmak isterlerse, dalalet vadisinde şaşkınlık içerisinde kalırlar; dalalet vadisinde kaybolanın da kılavuzsuz, mutluluk evine ulaşması imkansızdır. İşte bundan dolayı iki fırkanın (Şia ve Ehl-i sünnet) da ittifak ettiği bir hadiste Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur.
“Ey insanlar! Ben aranızda iki değerli emanet bırakıyorum, (ihtiyaç duyduğunuz şeyleri) O’nlardan alırsanız kesinlikle sapıklığa düşmezsiniz; biri Allah’ın kitabı, diğeri ise İtretim olan Ehl-i Beytimdir.”
Yorum