Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

    Gerekli Hatırlatma:

    Her ne kadar iki delile istinat ederek hutbenin üç bölümünü müstakil bir hutbe olarak sunuyorsak da şuna dikkat edilmesi gerekir ki, bu hutbe mevcut haliyle de İmam Hüseyin (a.s)'ın o mecliste buyurduğu bütün sözlerini kapsamına almamaktadır. Zira hutbenin ilk bölümünü nakleden Süleym b. Kays şöyle diyor: "İmam Hüseyin (a.s), Ehl-i Beyt (a.s)'ın Kur'ân ve hadislerdeki bütün faziletlerini açıkladı ve onların her biri hakkında gerekli izah ve açıklamalar yaptı."[11]

    Halbuki hutbeyi okuyunca, hutbenin o bölümünün, Ehl-i Beyt'in Hz. Peygamber (s.a.a)'in hadislerinde yansıyan faziletlerinden sadece bir kısmını içerdiğini göreceksiniz.

    Diğer bir şahit de şu ki, hutbe, hamd-u sena ve bismillah olmaksızın "amma ba'd" ibaresiyle başlamaktadır. Böyle önemli bir hutbenin, ALLAH'ın adı zikredilmeden ve hamd-u sena söylenmeden İmam Hüseyin (a.s) vesilesiyle irad edilmesi mümkün değildir. Bu konu hakkında da Süleym b. Kays şöyle diyor: "Fe-qame fiyhim hatîben fe-hamidellahe ve esna aleyhi sümme qal..."[12] Yani "İmam Hüseyin (a.s) hutbeyi irad etmek için ayağa kalktılar ve ALLAH'a hamd-u sena ettikten sonra şöyle buyurdular: ..."

    Binaenaleyh, hutbe, hamd-u sena ile başlamış fakat naklolunmamıştır. İşte bu da, hutbenin insicam ve irtibatını sağlamakta etkili ve yararlı olacak bir takım diğer söz ve cümlelerin de, hutbenin bazı bölümleri kesilip özetlenmesinden dolayı muhaddis ve ravilerin eline ulaşmadığı ihtimalini güçlendiriyor.

    Şehitlerin efendisi Hz. Eba Abdullah Hüseyin (a.s)'dan, bu teşebbüsteki kusur ve yanılgımızı mazur görmesini özrümüzü kabul etmesini ve kendi lütuf ve teveccühünden bizleri ümitsiz etmemesini acizane bir şekilde temenni ediyoruz.

    Araştırmacı ve görüş sahiplerinden, bu konunun ıslah ve tamamlanmasında etkili olabilecek her çeşit görüş ve tahkikatlarından bizleri haberdar etmelerini samimi bir şekilde bekliyoruz.
    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

    Yorum


      #17
      Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

      İKİNCİ BÖLÜM: MİNA HUTBESİNİN SENEDİ

      Burada Minâ hutbesinin, senet ve muhteva açısından öneminin açıklıkkazanması için onun asıl ravileri olan Süleym b. Kays-i Hilalî ve Hasan b. Şu'be el-Harranî'nin şahsiyetleriyle tanışmamız gerekir. Zira önceden değindiğimiz gibi Süleym b. Kays, hutbenin ilk bölümünün metnini rivayet eden ilk muhaddistir. Onun kitabı, hutbenin bu bölümü kendisinde nakledilen ilk hadis kitabıdır. Nitekim Hasan b. Şu'be el-Harranî de, söz konusu hutbenin son iki bölümünü Tuhaf'ul-Ukul kitabında nakleden ilk muhaddistir.

      Süleym b. Kays

      Mübarek ismi "Süleym", lakabı "Hilalî", künyesi ise "Ebu Sadık" olan Süleym b. Kays Kufeli'dir. Süleym b. Kays, hadis ravilerinden ve Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'ın özel ashabından ve o hazretin emrinde Sıffîn savaşına katılan kimselerdendir.

      Süleym b. Kays-i Hilalî, Hz. Ali (a.s)'dan ilave İmam Hasan-ı Mücteba (a.s)'dan İmam MUHAMMED Bâkır (a.s)'a kadar Ehl-i Beyt İmamlarından dört tanesini de görmüştür. Emir'ul-Muminin Ali (a.s)'ın özel Şiileri gibi, o da Haccac b. Yusuf tarafından aranınca kendi şehir ve bölgesinden firar ederek Eban b. Ayyaş'a sığınmıştır. Onun evinde bir müddet gizi yaşadıktan sonra hicretin 90. yılında dünyadan göç etmiştir.

      Rical alimleri Süleym b. Kays'ı, manevî şahsiyetlerden, Ehl-i Beyt dostlarından ve birinci sınıf ravilerden biri olarak tanıtmışlardır. O, rivayet ettiği hadisleri ya direkt olarak masumlardan veya Selman, Ebuzer ve Mikdad gibi özel şahsiyetlerden almıştır.

      Onun kitabı, Şia aleminde ilk telif olan[13] ve asırlar boyunca alim ve muhaddislerin istifade ettikleri kaynak kitaplardan sayılmaktadır. Bu kitap, Süleym b. Kays'ın ölüm vakti Eban b. Ayyaş'a teslim edilen ve metni ise Eban vesilesiyle İmam Seccad (a.s)'ın huzurunda okunan ve İmam (a.s) tarafından teyit edilen kitabın aynısıdır. İmam (a.s), o kitabın hadisleri hakkında şöyle buyurmuştur: "Süleym rahmetullahi aleyh, doğru söylemiştir; bunlar, bizim bildiğimiz sözlerdir."

      Süleym b. Kays'ın hadisleri, Kütüb-ü Erbea'da[14] ve diğer güvenilir kaynak kitaplarda nakledilmiştir. Her ne kadar Süleym'in şahsiyeti ve onun kitabının önemi hakkında konuşmak iki müstakil ve geniş bir bahis gerektirse de özetle geçmek ve bu kitaba uygun hareket etmiş olmak için, onları bir bölüm şeklinde, bazı rical alimleri ve muhaddislerin, bu iki yöne yönelik veya bu iki yönden birisi hakkındaki söz ve teyitlerini nakletmekle yetiniyoruz:

      1- Büyük muhaddis Ahmed b. MUHAMMED-i Berkî[15] (Ö: 274) şöyle diyor: "Süleym b. Kays, Emir'ul-Muminin Ali (a.s)'ın ashabının[16] evliyalarındandır."[17]

      2- Sikat'ul-İslam Kuleynî (Ö: 328) "Kafi" adlı kitabının çeşitli bablarında[18] Süleym b. Kays'tan, itikat ve ahkamla ilgili birçok hadis nakletmektedir. Önemli olan bir nükte de şu ki, merhum Kuleynî, Süleym'in rivayetlerini, birkaç bab hariç kitabının diğer bütün bablarının evvelinde getirmiştir. Bunun kendisi de, onun rivayetlerinin diğer rivayetlerden daha çok bu büyük muhaddisin dikkatini çektiğini gösteren diğer bir delildir. Çünkü merhum Kuleynî'nin, "Kafi" kitabının bablarından her birinin ileriye alınıp geriye atılmasındaki ölçü ve metod, senet açısından sağlamlıkları ve metindeki açık ifadeleri olmuştur. İşte bu yüzden görüyoruz ki, Kafi kitabının son bablarında yer alan bazı rivayetler müphem ve mücmeldirler; bundan dolayı onların tefsir ve izah edilmeleri gerekir.

      3- "Gaybet-i Nu'manî" kitabının sahibi muhaddis Muhammd b. İbrahim-i Nu'manî[19] (Ö: 385), Süleym b. Kays'ın kitabından birçok rivayet naklettikten sonra şöyle diyor: "Şia alimleri ve muhaddislerinin, Süleym b. Kays'ın kitabının en büyük ve en eski kaynaklardan biri olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Geçmiş alim ve muhaddislerimiz onun sözlerini nakletmişlerdir. Zira o kitapta mevcut olan bütün hadisler, ya müstakimen Resulullah (s.a.a)'den veya Emir-ul Müminin Hz. Ali (a.s)'dan veya Selman, Ebuzer ve Mikdad gibi Resulullah (s.a.a)'i ve Emir-ul Müminin Ali (a.s)'ı görüp de onlardan hadis öğrenen kimselerden alınmıştır."
      Yine şöyle vurguluyor: "Süleym b. Kays'ın kitabı, Şia'nın güvenilir kaynaklarındandır. Şia alimleri sürekli olarak onun kitabının sözlerinden yararlanmaktadırlar"[20]

      4- Şeyh'ut-Taife (diye lakap almış olan) Şeyh Tusî (Ö: 460) şöyle diyor: "Künyesi Ebu Sadık olan Süleym b. Kays-i Hilalî'nin (çok değerli) bir kitabı vardır..."
      Daha sonra Eban b. Ayyaş ve İbrahim-i Yemani tarikiyle Süleym b. Kays'a ulaşan hadis senedinin silsilesini nakletmektedir.[21]

      5- Allame Hillî (Ö: 726) şöyle diyor: "Süleym b. Kays-i Hilalî'ye gelince; Keşşî, ondan pek çok hadisler nakletmiştir ki bunun kendisi, onun şahsiyetinin büyüklüğü ve kitabının sıhhatine bir delildir.[22]

      6- Uzman muhaddis Şeyh Hürr-i Amilî (Ö: 1104), Allame Hillî'nin, Süleym'in şahsiyetinin teyidi ve kitabının sağlıklı oluşu hakkındaki sözünü ve Berkî'nin, "Süleym, Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'ın ashabının evliyalarındandı" şeklindeki ifadesini naklettikten sonra: "Kaza babında, Süleym'in kitabının İmam Seccad (a.s)'a gösterildiğine değindik" diyor.

      Sonra şöyle buyuruyor: "Bu kitabın mevcut nüshalarının sözleri arasında onun uyduruk olduğuna dair herhangi bir delil yoktur. Her ne kadar sözleri zayıf ve doğru olmayan bir nüshanın bulunması mümkünse de ancak alimler arasında böyle bir nüsha meşhur ve yaygın olmadığı gibi bizim elimize de ulaşmamıştır.

      Güvenilir bir şahsiyet olan MUHAMMED Nu'manî, "el-Gaybet" kitabında açıkça şöyle ifade etmektedir: "Şia alimleri, Şiilerin Süleym'in kitabının sözlerini naklettikleri ve tam bir itimatla rivayetlerini aldıkları en eski usul ve kaynak kitaplarından olduğu konusunda ittifak etmişlerdir."[23]

      7- Allame Meclisi de şöyle diyor: "Süleym b. Kays'ın kitabı son derece meşhurdur. Bazıları onu zayıf göstermeye çalışmışsa da gerçek şudur ki, söz konusu kitap güvenilir usul ve kaynak kitaplardandır."[24]

      Diğer bir yerde de, söz konusu kitabın sened silsilesinin iki yolla Süleym b. Kays'a ulaştığını, Süleym vesilesiyle onun intikal niteliğini (ölüm anında Eban b. Ayyaş'a teslim ettiğini) ve Eban vasıtasıyla da onun İmam Seccad (s.a)'a gösterildiğini Süleym'in kitabının önsözünde yer alan aynı tafsilatla beyan etmektedir.[25]
      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

      Yorum


        #18
        Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

        Açıklama:

        Vesail'uş-Şia kitabının sahibinin (r.a), elinde olan Süleym b. Kays'ın kitabının nüshasında yanlış bir sözün olmadığını vurgulaması ve o isimde meşhur ve güvenilir olmayan bir nüshanın olma ihtimalini vermesi ve Allame Meclisi (r.a)'in de Süleym b. Kays'ın kitabının son derece meşhur olduğunu söylemesi, güvenilir usul ve kaynaklardan sayıldığını vurgulaması, meşhur rical alim ve bilginleri karşısında İbn-i Gazairi'ye nisbet edilen rical kitabına uyarak Süleym b. Kays'ın kitabının ona nisbet edilmesinde şüphe eden bazı kimseleri reddetmek mahiyetinde olup aynı zamanda bazı muhaddislerin karşısında durarak Süleym b. Kays'ın kitabının bazı nüshalarında bulunan bir iki zayıf rivayetten dolayı söz konusu kitabın tümünü eleştiren kimselere de bir çeşit cevaptır.

        Dikkat edilmesi gereken bir nokta da şudur ki, Şeyh Tusi'yle aynı asırda yaşayıp hicri 460'da ölen İbn-i Gazairî, her ne kadar ilmî şahsiyetlerden sayılsa da, onun adıyla meşhur olan rical kitabı, alim ve bilginler arasında geniş çapta eleştirilmiş ve yanlışlıkları ortaya konulmuştur.

        Bu kitabın müellifinin İbn-i Gazairi olup olmaması veya muhaliflerin, bir takım özel garaz ve hedeflerle Şia'nın hadis ve rivayet kaynaklarına kültürel bir darbe vurmak için bu kitabı yazarak o büyük ilmi şahsiyete nisbet etmiş olmaları hakkında pek çok sözler de söylenmiştir. Zira bu kitap, rivayet ve hadisleri cerh ve güvenilir şahsiyetleri ise taz'if etme açısından o kadar meşhur ve maruftur ki, onun müellifi hakkında şöyle demişlerdir: "Güvenilir ravilerden, İbn-i Gazairi'nin cerh ve eleştirmelerinden çok az kimse kurtulabilir."[26]

        İşte bundan dolayı merhum Mamqanî, Süleym'in şahsiyeti ve kitabının sıhhat ve senedi hakkında genişçe bahsettikten sonra şöyle diyor: "...Ama İbn-i Gazairî, merdut adeti üzerine Süleym ve kitabı hakkında münakaşa yapmış ve onları eleştirmiştir."

        Mamkanî daha sonra İbn-i Gazairî'nin eleştirisini reddederek Süleym b. Kays'ın kitabının sahih olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır.[27]

        Ayetullah'il-Uzma Hoî de, Süleym b. Kays'ın şahsiyeti, onun kitabının teyit ve sıhhati hakkında ve İbn-i Gazairî ve benzerlerine cevaben doyurucu bir şekilde bahsettikten sonra şöyle diyor: "Bir kitabın, bir veya iki zayıf sözü içermesi, o kitabın uyduruk olduğuna dair bir delil olamaz. Zira birçok hadis kitaplarında hatta hadis kitaplarının en sağlam ve en sıhhatlisi olan "Kafi" kitabında bile böyle bir durum vardır."[28]

        İbn-i Gazairi'ye istinat edilen rical kitabı hakkında da şöyle diyor: "Bu kitabın İbn-i Gazairi'ye nisbet edilmesi doğru değildir. Hatta alimlerden, bu kitabın bazı muhalifler tarafından uydurularak İbn-i Gazairi'ye nisbet bile edildiğini kesin olarak söyleyenler vardır."

        Daha sonra onun kendisi de, bir takım deliller zikrederek İbn-i Gazairi'nin ricalinin sahte ve uyduruk olduğunu teyit ve tekit etmektedir.[29]
        Süleym b. Kays'ın şahsiyeti ve kitabının önemi hakkında bu kısa bilgiyle yetiniyoruz.[30]
        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

        Yorum


          #19
          Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

          Künyesi Ebu Muhammed olan Hasan b. Ali b. Hüseyin b. Şu'be el-Harranî, Şeyh Saduk'la (Ö: 381) aynı asırda yaşamış olup Şeyh Mufid'in hadis şeyhlerindendir.

          Hasan b. Şu'be el-Harranî, Şia'nın büyük alim, fakih ve muhaddislerindendir. "Tuhaf'ul-Ukul" ve "Temhis" gibi birçok kitaplar telif etmiştir. Alimler ve muhaddisler, onu güvenilir bir muhaddis unvanıyla övmüşlerdir. Alim, bilgin ve araştırmacılar onun Tuhaf'ul-Ukul adlı kitabının rivayetlerini güvenilir kaynaklardan biri olarak kabul etmişlerdir. Örneğin:

          Muhaddis Şeyh Hürr-i Amilî (r.a), Tuhaf'ul-Ukul da aralarında olduğu Vesail'uş-Şia'nın kaynakları hakkında şöyle diyor: "Ben bu kitabın (Vesail'uş-Şia'nın) hadislerini, onların sıhhati, müellifleri veya diğer alimler vasıtasıyla teyit edilmiş olan, güvenilir şahit ve karineler esasınca sabit olan ve hiçbir şek ve şüphe bırakmayacak şekilde her kaynağın, müellifine olan intisabı tevatür yoluyla veya alimlerin sözlü ve nakli şehadetleriyle bana kesin ve malum olan kaynaklardan naklediyorum."[31]

          Vesail'uş-Şia kitabının kaynaklarını sayınca Tuhaf'ul-Ukul kitabını şöyle tanıtıyor: "Şeyh'us-Saduk (doğru sözlü şeyh) Hasan b. Ali b. Şu'be (el-Harranî)'nin telif ettiği Tuhaf'ul-Ukul kitabı."[32]

          Allame Meclisi de şöyle diyor: "Bu kitabın (Tuhaf'ul-Ukul kitabının) düzen ve muhtevası, onun müellifinin şahsiyetinin yüceliğine bir delildir. Öğüt ve inanç esasları hakkındaki rivayetlerinin çoğu, senede ihtiyaç duymayan kesin rivayetlerdendir."[33]

          Kadri yüce alim ve rabbani arif Şeyh Hüseyin b. Ali b. Sadık-i Bahranî, ahlak ve süluk kitabında Tuhaf'ul-Ukul kitabı hakkında şöyle diyor: "Bu kitabın müellifi Hasan b. Ali b. Şu'be el-Harranî, Şeyh Mufid'in kendisinden hadis naklettiği Şia alim ve muhaddislerinin en eskilerindendir."[34]
          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

          Yorum


            #20
            Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

            Tuhaf'ul-Ukul Rivayetleriyle İstinbat Etmenin Ölçüsü

            Merhum Şeyh Hürr-i Amilî'nin, Tuhaf'ul-Ukul kitabını Vesail'uş-Şia'nın kaynaklarından sayması ve müellifini "Şeyh-i Saduk" unvanıyla zikretmesi, onu, en büyük itimat ve güvenirle övmesi demektir.

            Buna ilaveten, Hasan b. Ali b. Şu'be el-Harranî'nin şahsiyetinin azametine en büyük ve sağlam delil, Şeyh Mufid ve Allame Meclisî gibi dinin sütunu sayılan büyük alimlerin ve "Hedaik", "Cevahir", "Riyad", Miftah'ul-Kerame" ve "Mekasib" gibi ilmi ve istidlali kitapların müelliflerinin, Tuhaf'ul-Ukul kitabına müracaat etmeleri ve fıkhî hükümlerde bu kitapta yer alan bir rivayetle istidlal etmeleridir.

            İşte bu konu bazı kimseler için; "Tuhaf'ul-Ukul kitabının rivayetleri senetsiz bir şekilde mürsel olarak nakledilmesine rağmen, ilmin sütunları sayılan bazı muhakkiklerin bu çeşit rivayetlere istinat ederek onlarla istidlal etmeleri, hangi esas ve temel kaide üzerinedir?" diye soru teşkil etmiştir.

            Bu soruya cevap vermek için okuyucunun dikkatini, Tuhaf'ul-Ukul kitabının müellifinin, söz konusu kitabın önsözünde yer verdiği şu nükteye çekiyorum:
            "Her ne kadar ben, bu kitabın çoğu rivayetlerini bizzat kendim muhaddislerin kendilerinden sözlü olarak duymuş ve dinlemişsem de o hadisleri bu kitapta naklederken iki sebepten dolayı senetlerini attım. O sebeplerden biri kitabın kısa ve öz olmasını sağlamak içindi; diğer sebebi ise, bu rivayetlerin metin ve muhtevaları, kendilerini doğrulamakta ve onların sıhhatini ortaya koymaktadır.

            Yazarın görüşüne göre Tuhaf'ul-Ukul'un müellifinin bu nükteyi beyan etmesi, bu kitabın nihayet derecede itibarına ve rivayetlerinin sağlıklığına diğer bir delildir. Zira muvassak (güvenilir) ve saduk (çok doğru sözlü) bir muhaddisin bu sözü buyurmuş olması, onun, rivayetlerin sıhhat ve senet zincirlerine tam bir itimat ve güveni olduğu halde onların senetlerini attığını ve onları mürsel olarak nakletmeği tercih ettiğini göstermektedir. Binaenaleyh mürsel ve senetsiz rivayetleri nakletmeğe teşebbüs etmemiştir.

            Nitekim bizim büyük muhaddislerimiz, İbn-i Umeyr'in mürsel rivayetlerini, "O, mürsel rivayetleri sadece güvenilir ravilerden naklediyor" deliline göre onun müsned rivayetleri gibi kabul etmişlerdir.

            Yine bu delile göre, "Men la Yehzuruh'ul-Fakih"in mürsel rivayetleri, müsnet rivayetleri gibi muteber ve hüccet telakki edilmiştir.[35]

            Hatta Şeyh Behaî'nin nakline göre, Usulilerden bazıları, çok adil muhaddislerin mürsellerini müsnetlerine tercih etmişlerdir.[36]
            Tuhaf'ul-Ukul kitabı da, bu önemli nükteyi dikkate alarak adil ve doğru konuşan müellifinin kitabın önsözündeki izahıyla İbn-i Umeyr ve Şeyh Saduk'un Mürsel kitapları gibi muteber ve hüccet sayılmaktadır. Diyebiliriz ki, Hasan b. Ali b. Şu'be el-Harranî'nin değindiği bu önemli söz ve nükteye teveccüh etmek, muhaddislerin hadis naklinde bu kitaba itimat etmelerine sebep olmuştur.

            Yine müellifin kitap hakkındaki izahı, Şeyh Ensarî gibi büyük ve eşsiz bir muhakkikin, rivayetlerin metin ve senetleri hakkındaki derin dirayet ve dikkatine rağmen, ahkamı istinbat etmede sadece bu kitaba istinat etmekle kalmayıp onun rivayetini de fikhi hükümlerin temel kanun ve kuralı olarak ele almış ve kitabının her bölümünde ondan yararlanmıştır. Nitekim Sahib-i Cevahir[37] ve diğer muhakkikler de böyle yapmışlardır.

            Yine diyebiliriz ki, bazı büyüklerin, Şeyh Ensarî'nin bu istinadını, onun zayıf rivayetlerle amel ettiğine dair bir delil teşkil ettiğini söylemeleri doğru bir yorum değildir. Bu çeşit yorum ve zanlar, değinilen nüktelere teveccüh etmemekten kaynaklanmaktadır. Üstelik böyle bir söz, bütün alim ve muhakkiklerin delillerine geçerlilik kazandıramaz.

            Netice:

            Gerçi akait ve fikhi hükümlerle ilgili rivayetlerin aksine, ahlaki rivayet ve hutbelerin senet silsilelerini araştırmak ve raviler hakkında fazla dikkat göstermek adet değildir; bu çeşit rivayetlerde sadece kitap ve müellifinin güvenirlik ve itibarına bakılır; hatta bazen tarih kitapları da senet gösterilmeye tabi tutulur. Ama görüldüğü gibi İmam Hüseyin (a.s)'ın Minâ'da buyurmuş olduğu söz konusu hutbe, kendisini doğrulayan metin ve içeriğinin sağlamlığına ilaveten şu özelliğe de sahiptir: Bu hutbenin ilk bölümü çok sağlam bir senede sahiptir; son iki bölümü de müsnedin (istinat edilen kitabın) muteber oluşu açısından ve bazı ravi ve muhaddisler yoluyla kaynak sayılan bir takım kitaplarda naklolunmuştur. Alim ve muhakkikler de temel inançlar ve şer'î hükümleri elde etmede bu çeşit ravi ve kaynaklara güvenmiş ve onlara istinat ve itimat etmişlerdir.
            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

            Yorum


              #21
              Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

              ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:

              İMAM HÜSEYİN (A.S)'IN MİNA HUTBESİNİ İRAD ETME SEBEBİ


              Süleym b. Kays, bu değerli hutbenin önemi, o günkü şartların hassasiyeti ve irad edildiği zaman ve mekanın ehemmiyeti açısından, hutbenin metnini nakletmeden önce Muaviye'nin[38] 25 yıllık hükümeti döneminde Müslümanların nasıl bir vaziyette olduklarını, Müslümanlara, özellikle de Irak ve Kûfe halkına yapılan sınırsız zulüm ve haksızlıkları anlatmaya, hutbenin tarihi bağlantısını korumak ve irad edilme sebebini beyan etmek için tarihin üzerine örtülen kalın perdeyi biraz aralamaya, Ehl-i Beyt'in (a.s) hakkının zayi olmasından bir örnek vermeye ve Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'ın Şialarına reva görülen zulüm ve haksızlıklardan bir bölümünü açıklamaya çalışmış ve daha sonra bu hutbenin ne şekilde irad edildiğine deüinip birinci bölümün metnini nakletmeye başlamıştır.
              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

              Yorum


                #22
                Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                Muaviye ve Kays b. Sa'd'ın[39] Medine'deki Tartışmaları

                Süleym şöyle naklediyor: Muaviye, İmam Hüseyin (a.s)'la barış antlaşması yaptıktan sonra hac seferi niyetiyle Medine'ye hareket etti. Medine'nin dışında onu karşıladılar. Muaviye, kendisini karşılayanlar arasında Ensarlıların Kureyişlilerden az olduğunu görünce bunun nedenini Kays b. Sa'd'dan sordu.
                Kays cevaben: "Ey müminlerin emiri! Malın azlığı ve bineğin olmayışı, Ensarlıları evlerine kapatmıştır."

                -Muaviye: "Su taşıyan develer nerededir?"

                -Kays: "Resulullah (s.a.a)'in yanında, sizinle savaştığımız Bedir, Uhud ve diğer savaşlarda yok oldular. Ama siz istemediğiniz halde İslam galip geldi."

                -Muaviye: "Bu konudan vazgeçmemiz daha iyidir."

                -Kays: "Evet, Resulullah (s.a.a): "Benden sonra ehil olmayan kişilerin size musallat olduğunu göreceksiniz" buyurmuştur. Ey Muaviye! Bizi, su taşıyan develerimizle mi alay ediyorsun? Oysa ALLAH'a andolsun ki biz, Bedir ve Uhud savaşlarında bu su taşıyan develerle sizinle karşılaştık. Siz ALLAH'ın nurunu söndürmek ve şeytan yolunun galip gelmesi için çalışıp çaba sarf ediyordunuz. Sonuçta sen ve baban İslam'ı icbar ve ikrahla kabul etmek zorunda kaldınız."

                -Muaviye: "Ey Kays! Siz yaptığınız yardımlarla bize minnet etmek mi istiyorsun? Oysa biz Kureyş'in sizin üzerinizde minnetimiz vardır. Zira sizin Resulullah'a yardım etmeniz, bize yardım etmeniz demektir; çünkü Peygamber (s.a.a) bizim amcamızın oğlu ve bizim kabilemizdendi. O halde biz Kureyş'in siz Ensar'ın üzerinde minneti vardır. Zira ALLAH-u Teâla sizi bizim yaver ve takipçilerimiz kılmış ve bizim vesilemizle sizi hidayet etmiştir."

                -Kays: "Evet, ALLAH-u Teâla Hz. MUHAMMED (s.a.a)'i bütün alemlere rahmet olarak göndermiş, O'nu insan ve cinlerin, siyah ve beyazların hidayeti için göndermiş, peygamberlik ve resullüğüyle de O'na özellikler vermiştir. O'nu ilk olarak tasdik edip nübüvvetine iman eden, amcası oğlu Ali (a.s) olmuştur. Kureyş'in eziyetleri karşısında O'nu savunan ve kabilenizin zulüm ve eziyetlerini engelleyen tek şahıs Ebu Talip olmuştur. İşte O, ölüm anında bile Peygambere yardım etme ve düşmanları karşısında O'nu savunma hususunda oğlu Ali (a.s)'a vasiyette bulunmuştur. Hz. Ali (a.s) da O Hazrete yardım etme yolunda var gücüyle çaba sarf etmiş, zorluklar ve sıkıntılar karşısında canını O'na siper etmiştir. Bu iftihar Kureyş'in bütün fertleri arasından sadece Hz. Ali (a.s)'a nasip olmuştur. Bu güzel cübbe (velayet cübbesi), bütün Arap ve Arap olmayanlar içerisinde sadece onun üzerine uymuş ve ona yakışmıştır.

                Resulullah (s.a.a) amcası Ebu Talib'in himayesi altında olduğu sırada Ebu Leheb de onlardan olmak üzere Kureyş büyüklerini ve Ebu Talib oğullarından kırk kişiyi evine davet etti. Hz. Ali (a.s) da onları ağırlamayı üstlendi. Resulullah (s.a.a) bu meclise katılanlara şöyle buyurdular: "Sizlerden hanginiz, ümmetim arasında benim kardeşim, vezirim, vasim ve benden sonra bütün müminlerin velisi ve önderi olmaya hazırdır?"

                Resulullah (s.a.a) bu sözü üç kez tekrarladı. Ama mecliste bulunanlar susarak bir cevap vermediler. İşte bu sırada Hz. Ali (a.s) şöyle dedi: "Ya Resulellah! Ben iftiharla bunu kabul ediyor ve emrine itaat etmeye de hazırım."

                Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'yi bağrına basarak mübarek dilini onun ağzına bıraktı ve onun için şöyle dua etti: "ALLAH'ım! Ali'nin kalbini kavrayış, ilim ve hikmetle doldur."

                Sonra Ebu Talib'e dönerek buyurdular ki: "Artık bundan sonra oğlun Ali'nin emirlerine uy ve sözlerini kabul et. Zira ALLAH-u Teâla onu, Peygamberine nispetle Harun'un Musa'ya olan nispeti (konumu) gibi kılmıştır."

                Resulullah (s.a.a) (ashabı arasında kardeşlik akdi kılınca) Hz. Ali (a.s)'ı da kendisine kardeş seçerek onunla kendisi arasında kardeşlik bağı kurdu..."

                Kays Hz. Ali (a.s)'ın fazilet ve menkıbelerinden bir çok sözler Muaviye'ye sayarak onunla tartıştı.
                Ezcümle şöyle dedi:
                "ALLAH'ın, kesilen iki kolu yerine Berrin cennetinde meleklerle uçması için kendisine iki kanat verdiği Cafer-i Tayyar, şehitler efendisi Hamza ve cennet hanımlarının hanımefendisi Fatımat'üz- Zehra Hz. Ali (a.s)'ın ailesindendir.

                Ey Muaviye! ALLAH'a andolsun ki, eğer sizin kabileniz arasında Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyti'ni görmezlikten gelirsek, biz Ensar topluluğu sizden daha iyi, ALLAH katında ve Resulullah (s.a.a) ve âilesi açısından sizlerden daha üstün oluruz. İşte bundan dolayı Resulullah (s.a.a)'in vefatından sonra Ensar topluluğu babamın etrafını sarıp onunla biat etmek istediler. Ama Kureyş baş kaldırıp, Ali b. Ebi Talib, O'nun ailesi ve O'nunla akrabalık ve velayet hakkı üzerinde bizimle tartışmaya kalkışarak bu yolla bize galip oldular. Fakat çok geçmeksizin aynı fertler hem Ensar'a ve hem de Peygamber (s.a.a)'in ailesine zulmettiler. ALLAH'a andolsun ki, Hz. Ali ve evlatlarının var olması halinde, Kureyş ve Ensar'dan, Arap ve gayr-i Arap'tan hiç kimsenin hilafette bir hakkı yoktu."

                -Muaviye sinirli bir şekilde: "Ey Sa'd'ın oğlu! Bu sözleri baban Sa'd'dan mı öğrendin?"

                -Kays: "Babamdan daha iyi olan ve üzerimdeki hakkı babamın hakkından daha fazla olan biri bu sözleri bana öğretmiştir."

                -Muaviye: "O kimdir?"

                -Kays: "O, ümmetin sıddıkı ve Resulullah (s.a.a)'den sonra en bilgin şahıs olan Ali b. Ebi Talib'tir. O öyle bir kimsedir ki, ALLAH-u Teâla onun hakkında şu ayeti nazil etmiştir: "De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak ALLAH ve kitap bilgisine sahip olan yeter."[40]

                Daha sonra Kays, Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olan bütün ayetleri Muaviye'ye okudu.

                -Muaviye: "Ümmetin sıddıkı Ebu Bekir, faruku ise Ömer değil mi? "Ve men indehu ilm'ul-kitap" (Kitabın ilmi yanında olan) ayeti Abdullah b. Selam[41] hakkında nazil olmamış mı?"

                -Kays: "Bu lakaplara en çok layık olan kimse, ALLAH-u Teâla'nın, onun hakkında "(Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan ve onu ondan bir şahit izleyen..."[42] buyurduğu kimsedir. Bu vasıfların en bariz örneği, Resulullah (s.a.a) Gadir-i Hum'da: "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır..." buyurarak onu imamet ve velayet makamına atadığı ve "Tebuk" savaşında kendisine: "Sen bana nisbetle Harun'un Musa'ya olan nisbeti gibisin..." buyurduğu kimsedir."

                Muaviye bu münazara ve tartışmadan dolayı öfkelendi ve Hz. Ali (a.s)'ın faziletlerinin beyan edilmesinden çok rahatsız oldu. İşte bu yüzden münadiler (çağrıcılar) vesilesiyle Medine halkı ve diğer şehir ve bölgeler için mektuplar yazarak şöyle ilan edilmesini emretti: "Ben, Ali ve ailesinin fazileti hakkında bir hadis bile nakleden kimseden zimmemi beri ettim (sorumluluk ve dokunmazlığı kaldırdım)..."

                Bu emir neticesinde, hatip ve vaizler tarafından İslam topraklarının her tarafında minberler üzerinde Emir'ul-Müminin Ali ve ailesine lanet okumak ve O'nların hakkında çirkin laflar söylemek, resmiyet kazanarak başlamış oldu.
                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                Yorum


                  #23
                  Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                  İbn-i Abbas'ın[43] Muaviye İle Tartışması

                  Muaviye, Medine'de bulunduğu günlerde şehrin bazı yerlerini gezerken, Abdullah b. Abbas'ın da içlerinde oturmuş olduğu Kereyş'ten bir grupla karşılaştı. İbn-i Abbas hariç orada bulunanların hepsi Muaviye'ye saygı için yerlerinden kalktılar. Muaviye, İbn-i Abbas'ın ona ihtiram göstermemesinden rahatsız olarak şöyle dedi:

                  "Ey İbn-i Abbas! Senin bu saygısızlığın, Sıffin savaşından dolayı kalbinizdeki kinin göstergesidir. Ey İbn-i Abbas! Amcam oğlu Osman, mazlum olarak öldürüldü (Siffin savaşı işte bundan dolayı idi)."

                  -İbn-i Abbas: "Ömer b. Hattab da mazlum olarak öldürüldü. O halde onun mazlumiyetini telafi etmek için hilafeti oğluna teslim et!"

                  -Muaviye: "Ömer'i müşrik birisi öldürdü."

                  -İbn-i Abbas: "Osman'ı kim öldürdü?"

                  Muaviye: "Onu maalesef Müslümanlar öldürdü."

                  -İbn-i Abbas: "Bu sözün sana bir cevap olup Osman'ın kanını da zayi etmektedir. Zira eğer Müslümanlar onu öldürmüşlerse, galiba onun kanının dökülmesini helal ve meşru bilmişlerdir."

                  -Muaviye: "Ey İbn-i Abbas! Bizim, son günlerde İslam memleketinin her tarafına bildiriler yayınlayarak Ali'nin faziletlerinin anılmasını yasakladığımızı biliyor musun? Senin de artık susarak onun fazileti hakkında bir şey söylememen gerekir."

                  -İbn-i Abbas: "Muaviye! Sen bizi, (Ali'nin faziletlerinin kendisinde yansıdığı) Kur'ân'ı okumaktan mı men ediyorsun?"

                  -Muaviye: "Hayır, Kur'ân okuyabilirsiniz."

                  -İbn-i Abbas: "Kur'ân'ın tefsiri nasıl; onu da okuyabilir miyiz?"

                  -Muaviye: "Kur'ân'ı tefsir ve tevil etmemelisiniz."

                  -İbn-i Abbas: "Sen Kur'ân'ın zahirini okumamızı ama ALLAH'ın isteği olan mana ve kavramından gafil olmamızı mı istiyorsun?"

                  -Muaviye: "Evet, sadece Kur'ân'ın zahiriyle yetininiz."

                  -İbn-i Abbas: "Acaba Kur'ân'ın zahirini okumak mı bize gereklidir, yoksa onun manasına göre amel etmek mi?"

                  -Muaviye: "Onun manasına göre amel etmek daha önemlidir."

                  -İbn-i Abbas: "Kur'ân'ın manasını idrak etmeden onunla nasıl amel edebiliriz."

                  -Muaviye: "Kur'ân'ın tevil ve tefsirini, sen ve senin ailen gibi tefsir ve tevil etmeyen kimselerden öğrenmen gerekir."

                  -İbn-i Abbas: "Evet, bizim ailemizde nazil olan Kur'ân'ın tefsirini, Âl-i Ebi Süfyan, Yahudi ve Hıristiyanlardan öğrenmemiz gerekirmiş!"

                  -Muaviye: "Bizi Yahudi ve Hıristiyanlarla aynı sıraya mı koyuyorsun?"

                  -İbn-i Abbas: "ALLAH'a andolsun ki, sen Müslümanları Kur'ân yoluyla ALLAH'a tapmaktan menettiğin ve Kur'ân'ın emir ve nehyini, helal ve haramını, nasih ve mensuhunu, âmm ve hassını, muhkem ve müteşabihini anlamalarını yasakladığın andan itibaren seni Yahudi ve Hıristiyanlarla aynı mesabede gördüm. Zira Müslümanlar bu kavramlardan gaflet ederlerse, helaket, dalalet ve şaşkınlık içerisinde kalırlar.

                  -Muaviye: "İstediğiniz kadar Kur'ân okuyunuz ama sizin aileniz hakkında olan Kur'ân ayetleri ve Peygamberin hadislerinden söz etmeyiniz."

                  -İbn-i Abbas: "Onlar ALLAH'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Oysa ALLAH, kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile."[44]

                  -Muaviye: "Ey İbn-i Abbas! Sözü kısa kes ve sus. Eğer tahammül edemiyorsan, o zaman gizli konuş ve sözün başkalarına ulaşmasın."

                  Muaviye oturduğu eve döndüğünde, İbn-i Abbas'ın kalbini elde etmek ve onun Beni Ümeyye'ye karşı muhalefet ve nefretini azaltmak için ona beş bin dirhem[45] gönderdi."[46]
                  "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                    Ziyad'ın Kufe Valiliğine Atanması

                    Süleym b. Kays şöyle diyor: Muaviye bu tarihten itibaren, Ehl-i Beyt ve taraftarlarından bir ismin bile baki kalmayacağına mutmain olana dek Hz. Ali (a.s)'ın şiilerine baskıyı artırmayı ve onları işkence ve eziyetlere tabi tutmayı kararlaştırdı. Bu baskı ve işkencelerde Kûfe halkının musibet, bedbahtlık ve zavallılıkları herkesten daha çoktu. Çünkü Hz. Ali (a.s)'ın Kûfe'deki şiaları diğer yerlere oranla daha fazla olduğundan dolayı Ebu Süfyan'ın oğlunun oraya olan baskısı da diğer yerlerden daha fazla idi. İşte bundan dolayı Kûfe'nin hükümet ve valiliğini Ziyad b. Sumeyye'ye verdi, Basra'yı da ona ilave etti.
                    Ziyad da, Muaviye'nin bu muhabbet ve fevkalâde lütfü karşısında, Hz. Ali (a.s)'ın şiilerini ortadan kaldırmada kusur etmedi. Şiileri gördüğü yerde öldürdü. Böylece Hz. Ali (a.s)'ın şiilerinin kalbinde büyük bir korku ve dehşet yarattı. Onların el ve ayaklarını kesiyor, gözlerini ise çanağından çıkarıyordu. Bu cinayetler neticesinde Hz. Ali (a.s)'ın şiileri Irak'tan firar edip uzak yerlere dağıldılar ve kendi inançlarını halktan saklamaya çalıştılar.
                    Velhasıl Kûfe'de meşhur ve tanınmış şiilerden hiç kimse baki kalmadı.
                    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                    Yorum


                      #25
                      Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                      Muaviye'nin Genelgeleri

                      Süleym b. Kays şöyle diyor:
                      "Ebu Süfyan'ın oğlu Muaviye, valilerine şöyle emretti: Ali'nin evlatları ve şiilerinin tanıklığı kabul edilmemelidir. Bulunduğunuz yerlerde Osman'ın mensupları ve taraftarlarından veya onun fazilet ve menkıbelerini nakleden kimselerden biri bulunduğunda resmi yerlerde ihtiram ve ikram görmeleri hususunda ihmalkârlık yapılmamalıdır. Osman'ın menkıbe ve faziletlerine dair nakledilen sözler, nakledenin hususiyetleriyle birlikte Şam'da Muaviye'nin sarayına bildirilmelidir.

                      Valiler bu emirlere göre hareket ettiler. Osman'ın faziletlerinden bir cümle bile nakleden kimseler hakkında dosyalar tuttular, onlara birçok hak ve imtiyazlar tanıdılar. Bu durum Osman'ın hakkında birçok şeyin nakledilmesine sebep oldu. Çünkü bu çeşit hadisleri nakleden kimseler, Muaviye'nin özel bağış, hediye ve mükâfatlarından yararlanıyorlardı.

                      Muaviye'nin bu bağışları, bahşişleri ve valilerin teşvikleri neticesinde, bütün İslam şehirlerinde hadis uydurmak yaygınlaştı. Kim olursa olsun, Osman'ın fazileti hakkında Muaviye'nin valilerinin yanında hadis naklettiği zaman sözü hemen kayıtsız şartsız kabul ediliyor, adı mükâfat ve bağış defterine kaydediliyordu ve başkaları hakkında şefaati (aracılığı) de kesinlikle reddedilmiyordu."

                      Süleym b. Kays sözünün devamında şöyle diyor:
                      "Muaviye, Osman'ın hakkında bir müddet hadis nakledildikten sonra valilerine şöyle yazdı: "Osman hakkında çok hadisler nakledildi, ülkenin her tarafına yeterince ulaştı, bu genelge ulaşır ulaşmaz halkı, sahabenin ve iki halifenin (Ebu Bekir ve Ömer) faziletleri hakkında hadis nakletmeye ve "Ebu Turab" (Hz. Ali a.s)'ın hakkında nakledilen her hadis ve faziletin bir benzerini, sahabenin hakkında da vazetmeye (uydurmaya) davet edin. Bu iş benim hoşnutluğuma, gözümün aydınlanmasına, "Ebu Turab" ve şiilerinin ezilmesine sebep olacaktır."

                      Bu mektubun metni halka okundu ve onun içeriği halkın arasında yayılınca sahabelerin menkıbe ve faziletleri, hakkında uyduruk ve hakikatlerden uzak çok sözler nakledildi. Halk bu sözleri nakletmekte çok ciddiyet ve gayret gösterdi; öyle ki bu uyduruk faziletleri minberlerde ve namaz hutbelerinde insanlara okudular ve Müslümanlara, onları çocuklarına öğretmeleri için tavsiyede bulundular. Bu faziletler, Kur'ân ayetleri gibi çocuklara ezberletilmeye çalışılıyordu. Hatta kızlara, kadınlara ve kölelere bile bunlar öğretildi. Bir müddet de böyle geçti.

                      Süleym b. Kays daha sonra şöyle diyor:
                      Muaviye ve uşaklarının iki halife ve sahabenin faziletleri hakkında hadis uydurma hususundaki tutumundan bir müddet geçtikten sonra Muaviye, valiler ve uşaklarına şu içerikte üçüncü bir genelge çıkardı: "Dikkatli olun, kim ki Ali ve ailesinin dostluğuyla itham edilir ve bu ithama da en küçük bir delil bulunursa, onun ismini hukuk ve meziyetler divanından silin ve payını beyt'ul-maldan kesin."

                      Muaviye bu genelgenin ardından, şu içerikte diğer bir genelge de yayımladı: "Ali hanedanının dostluğuyla suçlanan herkesi baskı altına alın, diğerlerine ibret olması için de evini başına yıkın."

                      Süleym b. Kays sonra şöyle ekliyor:
                      "Irak halkı, özellikle de Kûfe halkı (ömürlerinde) bundan daha büyük bir musibet görmediler; çünkü Hz. Ali (a.s)'ın şiaları, bu emir gereğince valilerin ağır baskıları ve sert davranışları sebebiyle büyük bir korku içerisinde yaşıyorlardı; hatta bazen, Ali (a.s)'ın şialarından bazıları birbirlerinin evlerine gittiklerinde, köle ve hizmetçilerinin korkusundan misafirlerine bir söz söyleyemiyorlardı; ancak hizmetçilerine yemin ettirdikten ve onlardan söz aldıktan sonra sözlerini söyleyebiliyorlardı. İşte böylece Ali ve hanedanını yeren (birçok) uyduruk hadisler ortaya çıkmış oldu. Muhaddisler, kadılar ve valiler de bu uyduruk hadislere uydular.

                      Bu İlahi imtihanda herkesten daha bedbaht olanlar da riyakâr ve imanları zayıf olan muhaddislerdi; çünkü onlar zalim yöneticilere yakınlaşmak ve dünya malına kavuşmak için hadis uyduruyorlardı. Bir süre geçtikten sonra bu yalan ve uydurma hadisler, yalan ve iftiradan münezzeh olan dindar ve takvalı insanların da eline ulaştı. Onlar da saflıklarından dolayı bu hadisleri hüsn-ü zanla kabul edip başkalarına naklettiler, ki eğer hadislerin batıl ve uydurma olduğunu bilselerdi kesinlikle onları nakletmezlerdi."[47]
                      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                        Bu Hutbenin İrat Niteliği

                        Süleym b. Kays şöyle diyor:
                        "Bu baskı, sıkıntı ve zulüm böylece devam etti. Ama Hasan b. Ali (a.s)'ın şahadetinden sonra[48] durum daha da kötüleşti, bela ve musibetler daha da arttı. ALLAH'ın dostları daima korku ve dehşet içerisinde yaşıyorlardı; çünkü onlar ya öldürülüyorlardı veya şehir ve diyarlarından uzak yerlerde gizli bir şekilde yaşamak zorunda kalıyorlardı. Ama onların bu durumlarına karşın ALLAH düşmanları her yönden serbest idiler; istedikleri zulmü yapıyor ve diledikleri bid'ati icat ediyorlardı.

                        Süleym sözünün devamında şöyle diyor:
                        İşte böyle bir durumda ve Muaviye'nin ölümünden iki yıl önce[49] Hüseyin b. Ali (a.s), Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Cafer'le birlikte bir hac seferi yaptı ve Mekke'de Benihaşim'in erkek ve kadınlarına ve bir grup Ensar'a davet çağrısında bulundu ve onların hepsini, Resulullah (s.a.a)'in sahabesini, tabiinden olan sadık ve dürüst kişileri Minâ'da teşkil olacak olan toplantıya katılmaları için davet etmekle görevlendirdi.

                        Davet edilenlerin sayıları bini aşıyordu,[50] bunlar Minâ'da İmam (a.s)'ın çadırında toplanınca, İmam (a.s) sohbet etmeye başladı ve ALLAH'a hamd-u sena ettikten sonra şöyle buyurdu:

                        "Siz, bu azgın zorbanın (Muaviye'nin) bize ve şiilerimize reva gördüğü cinayetlerden haberdarsınız, onun yaptığı zulümlere şahitsiniz. Şimdi ben (babam hakkında) bazı sözler söyleyeceğim. Eğer doğru ise tasdik edin, doğru değilse kabul etmeyin. Sözümü dinleyin, onları yazın ve hatırlatmalarımı da unutmayın; kendi şehir ve diyarlarınıza döndüğünüzde öğrendiğiniz şeyleri kendi kabilelerinize, güvendiğiniz aşiretlerinize, itimat ettiğiniz dost ve tanıdıklarınıza anlatın; çünkü ben bu dinin saptırılmasından ve hakkın yok olmasından korkuyorum. Fakat kâfirler hoşlanmasa da ALLAH kendi nurunu tamamlayacaktır."

                        Süleym diyor ki: İmam Hüseyin (a.s) konuşmasını bitirdikten sonra da: "ALLAH aşkına, bu seferden döndükten sonra benim sözlerimi güvendiğiniz kişilere ulaştırın" diye tekitte bulundu.
                        Bu esnada İmam (a.s) minberden aşağı indi ve toplantıya katılanlar da onun sözlerini halka ulaştırma azmiyle dağıldılar.
                        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                          DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: MİNA HUTBESİNİN ÜÇ BÖLÜM HALİNDE TERCÜMESİ


                          Bu Değerli Hutbenin Birinci Bölümünün Tercümesi

                          "ALLAH aşkına söyleyin; acaba Ali b. Ebi Talib (a.s)'ın Resulullah (s.a.a)'in kardeşi olduğunu, ashap ve yaranı arasında uhuvvet (kardeşlik) akdi yaptığında Ali (a.s)'yi kendisine kardeş seçip "Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin, ben de senin kardeşinim" diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?"
                          (Mecliste hazır bulunanlar: ) "Evet, ALLAH'ı şahid tutarız ki öyledir" dediler.[51]

                          -İmam (a.s) : "ALLAH aşkına söyleyin; acaba Resulullah (s.a.a)'in cami ve evinin yerini aldığını, sonra caminin kenarında on oda bina ettiğini, bunlardan dokuz tanesini kendisine ve o odaların vasatında yer alan onuncusunu da babam Ali (a.s)'a mahsus kıldığını, daha sonra babam Ali'nin odasının kapısı hariç bütün odaların camiye açılan kapılarını kapattığını[52] ve sahabeden bazıları (bu hususta) itiraz edince de: "Ben sizin kapılarınızı kapatıp onun (Hz. Ali -a.s-) kapısını açık bırakmadım; fakat ALLAH-u Teâla sizin kapılarınızın kapatılıp onun kapısının açık bırakılmasını emretti bana" buyurduğunu, sonra halkı, Hz. Ali (a.s) hariç camide yatmaktan nehyettiğini ve Hz. Ali (a.s)'ın odasının caminin içerisinde ve Resulullah (s.a.a)'in odasının kenarında yer aldığını ve (bazen) bu odada cünüp olduğunu ve bu odalarda Resulullah (s.a.a) ve Ali (a.s)'a evlatlar verildiğini bilmiyor musunuz?"

                          -(Mecliste bulunanlar: ) "Evet, ALLAH şahittir ki öyledir" dediler.[53]

                          -İmam (a.s): "Acaba Ömer b. Hattab'ın, camiye bakmak için evinin duvarından göz miktarınca bir delik açmak istediğini, fakat Resulullah (s.a.a)'in buna müsaade etmediğini ve sonra hitabesinde: "ALLAH-u Teâla beni tertemiz bir cami yapmakla görevlendirdi, işte bunun için ben ve kardeşim (Ali) ve evlatlarından başka hiçbir kimsenin camide ikamet etmeye hakkı yoktur" diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?"

                          -(Mecliste bulunanlar: ) "Evet, ALLAH şahittir ki öyledir" dediler.

                          -İmam (a.s) : "ALLAH aşkına söyleyin Resulullah (s.a.a)'in, Ali'yi "Gadir-i Hum"da velayet makamına atadığını ve "Hazır bulunanlar gayıp olanlara bunu ulaştırsın"[54] diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?"

                          -(Mecliste bulunanlar: ) "Evet biliyoruz, ALLAH buna şahittir" dediler.

                          -İmam (a.s) : "ALLAH aşkına söyleyin bakalım; Resulullah (s.a.a)'in, Tebuk gazvesinde Ali (a.s)'a: "Sen baba nispet, Harun'un Musa'ya olan nispeti gibisin"[55] Ve: "Sen benden sonra her Müminin velisi (önderi)sin"[56] diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?"

                          -(Meclistekiler bulunanlar: ) "Evet, ALLAH şahittir ki biliyoruz" dediler.

                          -İmam (a.s) : "ALLAH aşkına söyleyin; Resulullah (s.a.a)'ın, Necran ehlinden olan Hıristiyanları mübaheleye (lanetleşmeye) davet ettiği vakit, Hz. Ali, eşi ve iki evladından başka kimseyi getirmediğini biliyor musunuz?"

                          -(Meclistekiler "Evet, biliyoruz, doğrudur" dediler.[57]

                          -İmam (a.s) : "ALLAH aşkına söyleyin bakalım, Resulullah'ın "Hayber" savaşında, İslam sancağını Ali'nin eline verdiğini ve "Şimdi bu sancağı, ALLAH ve Resulünü seven, ALLAH ve Resulü de kendisini seven, düşmana dönüp dönüp saldıran, aslâ firar etmeyen ve ALLAH'ın, Hayber kalesini kendisinin eliyle fethedeceği bir kimsenin eline veriyorum" şeklindeki sözünü biliyor musunuz?"

                          -(Mecliste bulunanlar: ) "Evet, biliyoruz, ALLAH buna şahittir" dediler.[58]

                          -İmam (a.s): "Acaba Resulullah (s.a.a)'ın Berâat suresini Ali (a.s) vasıtasıyla Mekke'ye ulaştırdığını ve "Benim mesajımı ben ve benden olan kimseden başkası ulaştıramaz." diye buyurduğunu biliyor musunuz?"

                          -(Meclistekiler: ) "Evet, biliyoruz; ALLAH buna şahittir" dediler.[59]

                          -İmam (a.s): "Acaba Resulullah (s.a.a)'in, karşılaştığı bütün zor durumlarda ve her hayati meselede Ali (a.s)'a olan sonsuz güveninden dolayı zorlukları halletmek için onu ileri sürdüğünü ve kendisini hiçbir zaman adıyla çağırmadığını ve daima kardeşim diye çağırdığını biliyor musunuz?"

                          -(Meclistekiler: ) "Evet, biliyoruz; ALLAH buna şahittir." söylediler[60].

                          -İmam (a.s): "Acaba Resulullah (s.a.a)'in Hz. Ali, Cafer ve Zeyd arasında hakemlik yaptığında: "Ya Ali sen bendensin, ben de sendenim ve sen benden sonra her müminin velisi (önderisin)" diye buyurduğunu biliyor musunuz?"

                          -(Meclistekiler: ) "Evet, biliyoruz; ALLAH buna şahittir" dediler.[61]

                          -İmam (a.s) : "Acaba Ali (a.s)'ın Resulullah (s.a.a) ile her gün ve her gece özel bir görüşmesi olduğunu ve bu görüşmelerde Ali (a.s) soru sorduğunda Resulullah (s.a.a)'in ona cevap verdiğini, sustuğunda da Resulullah (s.a.a)'in kendisinin konuşmaya başladığını biliyor musunuz?"

                          -(Meclistekiler: ) "Evet, biliyoruz; ALLAH da buna şahittir" dediler[62].

                          -İmam (a.s) : "Acaba Resulullah (s.a.a)'ın kızı Fatıma (a.s)a: "Ben seni Ehl-i Beytimin en hayırlısı, İslam açısından onların en ilki, hilim açısından onların en halimi ve ilim açısından onların en alimi olan bir kimseyle evlendirdim" diye buyurarak Ali (a.s)'ı, Cafer-i Tayyar ve Hamza-i Seyyid-uş Şüheda'dan da üstün tuttuğunu bilmiyor musunuz?"

                          -(Meclistekiler: ) "Evet, biliyoruz; ALLAH buna şahittir" dediler.[63]

                          -İmam (a.s) : "Acaba Resulullah (s.a.a)'in: "Ben Ademoğullarının efendisiyim, kardeşim Ali Arapların efendisidir. Fatıma cennet ehlinin hanımlarının en üstünüdür, iki evladım Hasan ve Hüseyin de cennet gençlerinin efendileridir." şeklindeki sözünü biliyor musunuz?"

                          -(Meclistekiler: ) "Evet, biliyoruz; ALLAH buna şahittir" dediler.[64]

                          -İmam (a.s): "Acaba Resulullah (s.a.a)'in Ali (a.s)'ı kendisine gusül vermekle görevlendirdiğini ve Cebrail'in bu işte ona yardımcı olacağını haber verdiğini bilmiyor musunuz?"

                          -(Meclistekiler: ) "Evet, biliyoruz, ALLAH buna şahittir" dediler.[65]

                          -İmam (a.s) : "Acaba Resulullah (s.a.a)'in son hutbesinde Müslümanlara hitaben: "Ben sizin aranızda iki değerli şey bırakıyorum; (biri) ALLAH'ın kitabı, (diğeri ise) Ehl-i Beytimdir; onlara sarılırsanız kesinlikle sapmazsınız" şeklinde buyurduğunu biliyor musunuz?"

                          -(Meclistekiler: ) "Evet, biliyoruz; ALLAH buna şahittir" dediler[66].

                          Süleym b. Kays sonra şöyle diyor:

                          "İmam Hüseyin (a.s) ayrıca Hz. Ali (a.s) ve Ehl-i Beyti hakkında Kur'ân'da nazil olan ve Resulullah (s.a.a)'in dilinden duyulan birçok faziletleri saydı. Resulullah (s.a.a)'in sahabesinden mecliste bulunanlar: "Evet, ALLAH'a andolsun ki biz bunları duymuşuz", tabiînden olanlar da: "Biz de bu faziletleri falan güvenilir sahabeden duyduk" diyorlardı.

                          İmam (a.s), Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'ın faziletleri hakkındaki irad ettiği sözlerin devamında şöyle buyurdu:

                          "ALLAH aşkına söyleyin; Resulullah (s.a.a)'in: "Ali'ye buğz ettiği halde beni sevdiğini iddia eden yalan söylüyor. Çünkü Ali'ye buğzedip de beni sevmek olmaz." diye buyurduğunu, bunun üzerine de bir adam kalkıp: "Ya Resulullah! Bunu biraz açıklar mısınız? dediğinde Resulullah (s.a.a)'in; "Çünkü Ali bendendir, ben de Ali'denim; onu seven beni sevmiştir; beni seven de ALLAH'ı sevmiştir; Ali'ye buğz eden bana buğz etmiştir; bana buğz eden de ALLAH'a buğz etmiştir" diye buyurduğunu duymuş musunuz?"

                          -(Meclistekiler: ) "Evet, duymuşuz; ALLAH buna şahittir" dediler.[67]

                          Hüseyin b. Ali (a.s)'ın Minâ'da irad ettiği ve Süleym b. Kays'ın da naklettiği hutbenin ilk bölümünün tercümesi böyle. Gördüğünüz gibi hutbenin bu bölümü çeşitli faziletleri içermektedir ve bu faziletlerin her biri, Ehl-i Sünnet'in itimat ettiği hadis kaynaklarında kendi ravilerinin yoluyla Resulullah (s.a.a)'den rivayet edilmiştir. Biz de bu faziletlerin çoğunu Ehl-i Sünnet'in sihah, sünen ve müsnedlerinden istihraç ederek bu kaynakları dipnotta belirttik. Bu bölümde fazla bir izaha ihtiyaç görmediğimiz için değerli okuyucuların dikkatini hutbenin ikinci bölümüne atfediyoruz.
                          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                          Yorum


                            #28
                            Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                            Hutbenin İkinci Bölümünün Metni

                            Daha önce değindiğimiz gibi bu hutbe üç müstakil bölümden oluşmaktadır. Biz, tercüme ile metnin irtibat ve insicamının korunması için ikinci ve üçüncü bölümünü de hadis kitaplarının çoğunda muttasıl olarak nakledilmemesine rağmen birinci bölüm gibi müstakil olarak naklediyoruz:

                            Açıklama:

                            Tuhaf'ul-Ukul kitabının sahibi bu hutbeyi naklederken: "Hüseyin b. Ali (a.s)'ın emr-i bil maruf ve nehyi an-il münkere ait olan hutbesinin bu bölümü, Hz. Ali (a.s)'dan da nakledilmiştir." diyor.
                            Bu hutbenin son bölümünde de değineceğimiz gibi söz konusu bölümün bazı cümleleri, Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'ın hutbe ve sözlerinin arasında da mevcuttur. İmam Hüseyin (a.s) da mevzunun önemi ve hassasiyeti hasebiyle hutbe ve konuşmalarında o cümlelerden yararlanmıştır.

                            "Tuhaf'ul-Ukul" kitabının müellifinin dediğine göre, bu bölümün aslının Hz. Ali (a.s)'ın hutbesinden olması ve yiğit oğlu Hz. Hüseyin (a.s)'ın da marufa emir ve münkerden nehiy etmenin önemini açıklarken ve bu vazifenin çok büyük olduğunu tersim ederken ondan yararlanmış olması da mümkündür. Ama biz "Tuhaf'ul-Ukul" sahibinin işaret ettiğinin dışında bu bölümün, Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'a isnat edildiğini diğer kaynaklarda görmedik.
                            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                            Yorum


                              #29
                              Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                              Hutbenin İkinci Bölümünün Tercümesi

                              "Ey insanlar! ALLAH'ın, kendi velilerini öğütlemek için Yahudi alimleri hakkındaki kınamalarından ibret alın. ALLAH-u Teâla (Yahudi alimlerini kınayarak) şöyle buyuruyor:
                              "Niçin onların din alimleri, onları (Yahudileri) suç olan sözleri söylemekten (ve haram yemekten) men etmediler"[68].

                              Yine ALLAH-u Teâla buyuruyor ki:
                              "İsrail oğullarından kâfir olanlara Davud'un diliyle de lanet edilmişti, Meryem oğlu İsa'nın diliyle de lanet edilmişti. Bu da isyan ettiklerinden, aşırı gittiklerinden ve işledikleri kötülükten, birbirlerini alıkoymadıklarındandır. Gerçekten de yaptıkları iş, ne de kötü-dür."[69]

                              "ALLAH'ın onları kınamasının sebebi, onların aralarında bulunan zalimlerin yaptıkları kötü işleri ve fesatları görüp onlardan yetişen dünya mal ve makamına olan meyilleri ve maruz kalmaktan sakındıkları baskı ve zulmün korkusu yüzünden onları men etmemelerinden dolayıdır. Halbuki ALLAH-u Teâla: "İnsanlardan korkmayın, benden korkun" buyurmaktadır.[70]

                              Yine buyurmaktadır ki: "Erkek ve kadın Müminler, birbirlerinin (gözetleyen ve koruyan) dostlarıdır, iyiliği emrederler ve kötülükten de alıkoymaya çalışırlar."[71]

                              "Görüldüğü gibi ALLAH-u Teâla (müminlerin sıfatını saydığında) marufa emir ve münkerden nehiy etmekle başlayıp ilk olarak onu farz kılıyor. Çünkü biliyor ki, eğer bu fariza yerine getirilir ve uygulanırsa (artık) bütün farizalar ister kolay olsun, ister zor yerine getirilir, uygulanır. Çünkü marufu emir ve münkerden nehiy etmek, zulme uğrayanların haklarının alınmasını, zalimlere muhalefet, beyt'ul-malın ve ganimetlerin (adaletle) bölünmesini, zekatın gereken yerlerden alınmasını, gerektiği şekilde sarf edilmesini sağlamasının yanı sıra İslam'a yapılan bir davettir de..."
                              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                              Yorum


                                #30
                                Ynt: İmam Hüseyin'in (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                                Bu Hutbenin Üçüncü Bölümünün Tercümesi

                                "Sonra siz ey ilimle meşhur olup hayırla anılan, nasihatle tanınıp ALLAH'ın lütfüyle halkın gönüllerinde heybetli görünen topluluk! (Bilin ki) şerefli insanlar sizden çekinir, zayıflar size ihtiram gösterir, kendi derecenizde olan ve ihsan etmediğiniz kimseler (bile) sizi kendilerine tercih eder, (insanların) ihtiyaçları karşılanmadığı zaman sizin arabuluculuğunuzla karşılanır, yolda giderken padişahların heybeti ve büyüklerin izzetiyle yürüyorsunuz.

                                Acaba bunların hepsi, sizden beklenilen İlahi vazifenizi yapmanız (ve kıyam etmeniz) için değil midir? Oysa ki siz vazifelerinizin çoğunu ihmal ediyorsunuz, ümmetin hakkını küçümsüyorsunuz, zayıfların hakkını çiğniyorsunuz. Fakat zannettiğiniz kendi hakkınıza gelince, onu talep ediyorsunuz. Siz ALLAH yolunda ne bir mal harcadınız, ne O'nun yarattığı canı onun yolunda bir tehlikeye attınız, ne de O'nun rızası için bir aşiretle düşmanlık yaptınız.

                                (Bununla birlikte) ALLAH'ın cennetine girmeyi peygamberleriyle komşu olmayı ve azabından kurtulmayı arzuluyorsunuz. Ey ALLAH'tan böyle beklentileri olanlar! Ben O'nun azabından birisinin size inmesinden korkuyorum. Zira siz, ALLAH'ın kerameti sayesinde onunla üstün kılındığınız bir makama eriştiniz. Ama ALLAH'a (ibadet etmekle) tanınan kimselere ihtiram etmiyorsunuz. Oysa siz O'nun ismiyle insanlar arasında ihtiram görüyorsunuz.

                                Kendi gözlerinizle ALLAH'ın ahitlerinin çiğnendiğini görmeniz sizleri tedirgin etmiyor. Oysa ki babalarınızın bazı ahitlerinin (söz ve vasiyetleri) çiğnenmesinden tedirgin oluyorsunuz. Peygamber'in ahitleri tahkir edilmekte) kör, sakat ve dilsiz kimseler şehirlerde sığınaksız ve idarecisiz kalmış acıyanları bile yoktur; sizler de ne makamınızdan yararlanıp onların hakkında bir iş yapıyorsunuz, ne de (onlar için) bir iş yapan kimselere yardımcı oluyorsunuz! Zalimlere dalkavukluk ve yaltaklık yaparak onlardan korunmaya çalışıyorsunuz. Bütün bunlar yüce ALLAH'ın size buyurduğu yasaklardır; oysa sizler gaflet içerisindesiniz."

                                Eğer şuurunuz olsaydı, insanlar arasında en büyük mûsibete uğrayan ve gerçek alimlik makamından uzak düşen kimseler olduğunuzu anlardınız. Çünkü işleri yürütmek ve hükümleri uygulamak, ALLAH'ın helalı ve haramı konusunda emin olan, güvenilen ulemanın elinde olmalıdır. Oysa bu mevki sizin elinizden alınmıştır. Bu mevki, sadece açık deliller geldikten sonra hakkın etrafından dağıldığınız ve sünnette ihtilaf ettiğiniz için elinizden çıkmıştır.

                                Eğer eziyetlere sabredip, ALLAH için zorluklara katlanacak olsaydınız, İlahî emirler (toplumun yönetimi) sizin elinize geçer, emirler sizden sadır olur ve size dönerdi. Siz mevkiinizi bırakarak ALLAH'ın işlerini onlara teslim ettiniz, onlar da şüphe üzerine hareket edip nefsani arzulara dalıyorlar.

                                Zalimleri bunlara musallat kılan şey, siz âlimlerin ölümden kaçmanız ve sizden ayrılacak hayata gönül bağlamanızdır. Sizler güçsüz halkı onlara teslim ettiniz. Onlardan bazıları ezik köleler durumuna düşmüş, bazıları da geçimini sağlayamayan yenik mustaz'aflar haline gelmiştir. Onlar (zalimler), eşrara (kötü insanlara) uyarak ve ALLAH'a cesaret göstererek memlekette istedikleri şekilde dolaşıyor, heva ve heveslerine tabi olarak da rezillik ediyorlar.

                                Her şehirde belagatlı hatipleri vardır. Memleketin her tarafı onlara boyun eğmiş durumdadır. Her tarafta sultalarını sağlamışlar. Halk da köleler gibi onlara karşı kendilerini savunacak bir güce sahip değiller. Halka egemen olanlar, ya gaddar, isyankâr ve mustaz'aflara karşı baskı yapan zalimlerdir ya da ALLAH'a ve kıyamete inancı olmayan emir sahipleridir.
                                Hayret! Nasıl hayret etmeyebilirim! Oysa ki İslam toprakları sahtekâr zalim, zekat toplayan hâin ve müminlere karşı şefkatsiz ve insafsız olan hükümdarların tasarrufundadır. Münakaşa ettiğimiz hususlarda bizimle sizin aranızda hüküm verecek olan yalnız ALLAH'tır. İhtilafımızda bizleri yargılayan da O'dur."

                                Hüseyin b. Ali (a.s) sözünün sonunda da şöyle buyurdu: "ALLAH'ım; sen biliyorsun ki, bizim tarafımızdan gerçekleşen (kıyam), saltanat için yarış ve değersiz dünya mallarından bir şeye ulaşmak için değildir; senin dininin nişanelerini (öğretilerini) göstermek, beldelerinde ıslahı ortaya çıkarmak, mazlum kullarına emniyet ve güvence kazandırmak ve senin farz, sünnet ve hükümlerine amel edilmesi içindir. Eğer sizler bize yardım etmez ve bize hak vermezseniz zalimler sizlere musallat olur ve Peygamber'in nurunu söndürmeye çalışırlar. ALLAH bize yeterlidir; O'na tevekkül etmişiz, O'na yönelmişiz ve dönüşümüz de O'nadır."

                                İşte Hüseyin b. Ali (a.s)'ın "Minâ"da buyurduğu ve Müslümanların, İslam'ın bünyesine indirilen darbelerden ve gelecekte İslam'ın esasını tehdit edecek tehlikeli hadiselerden haberdar olması için diğerlerine de ulaştırılmasını orada hazır bulunanlardan ısrarla istediği değerli hutbesi bundan ibaretti.
                                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X