Ynt: Adl-i İlahi
Diyelim ki, siz bir konuyu bir öğrencinize anlatıyorsunuz. Sonra bir daha, üçüncü ve dördüncü kez açıklıyorsunuz. Her defasında artıksız-eksiksiz anlatmış oldunuz. Sizin yönünüzden, dört kez tekrarlanan açıklamalarınızın arasında fark yoktur, aynı içeriktedir. Ne var ki bu dört açıklamanın her birinin bir sıfatı vardır, birincisi birinci, diğeri ikinci, diğeri de dördüncüdür. Siz her defasında iki iş mi gördünüz? Birincisinde konuyu anlattınız da, ikincisinde bu açıklamalara birinci-lik, ikincilik, üçüncülük ve dördüncülük mü verdiniz? Yoksa bu sıfat-lar bir dizi itibarî, görece ve soyutlama ürünü (intizaî) sıfatlar mıdır? Dört açıklamanın birbiri ile karşılaştırılması sonucunda mı elde edil-mişlerdir? İkinci şıkkın doğru olduğu açıktır.
Soyutlama ürünü olan ve itibarî bulunan bu sıfatlar, aynı zamanda, dış gerçekliği olan bağlı bu-lundukları şeylerin ayrılmaz gereği olmuşlardır.
Bununla beraber, bu şeyler hakkında "bağımsız eşya" olarak söz edilemez. "Yaratıcı, bu izafî (görece) varlıkları, bu itibarî varlıkları ni-çin yarattı?" diye sorulamaz. Çünkü bu varlıkların dış gerçekliği yok-tur, şu hâlde onların yaratılışı da söz konusu olmaz, ikinci olarak, bu itibarî ve soyutlama ürünü olan varlıklar, dış gerçekliği olan başka varlıkların gereklerindendir, onlardan bağımsız olarak konu olmazlar. Ancak bağımlı olarak ve şu şekilde ele alınabilirler: Tartışma konusu olan bu şeylerin; kendilerinin ayrılmaz, fakat itibarî ve soyutlama ürü-nü gerekleri oldukları şeyler niçin yaratılmışlardır? Bu konu, gelecek bölümde ele alınacak ve cevaplandırılacaktır.
Bu noktaya da değinelim: Birinci, ikinci, üçüncü olmanın itibarî ve soyutlama ürünü olduklarını söyledik. Şu hâlde, halk ve icat konusu olmaz, yaratılmazlar. Ancak, bu husus, takdim ve te'hir (önceye al-mak ve sonraya bırakmak) konusu ile karıştırılmamalıdır. İnsan veya diğer bir deyişle seçim yeteneği olan şuurlu bir fail (fail-i muhtar), bir şeyi diğerinden önceye alabilir. Bu ayrı bir konudur ve bu konu üzerinde de konuşmamız gerekir. Yukarıda verilen örneklere dikkat edilirse, bu husus da anlaşılır.
Herhâlde; itibarî hususların illete, "sebeb"e isnat ve izafe edilme-leri; mecazî ve "bi'l-araz" olur. (Töze, Zat'a bağlı olarak değil). Bu se-bepledir ki hakîmler: "Şerler, bizzat yaratılış konusu olmazlar, şer olarak bizzat yaratılış sonucu (ma'lûl) ve yaratılmış (mec'ûl) değildirler" demektedirler. Onların mahlûk veya malûl olmaları "bi'l-araz"dır. Daha önce verdiğimiz örnekte olduğu gibi, "güneş, gölgenin sebebidir" dememize benzer. Elbette güneş olmasa gölge de olmazdı. Ancak, güneşin gölgeye sebep oluşu ile ışığa sebep oluşu birbirinden farklıdır. Güneş ışığın gerçek kökenidir, ancak; gölgeyi meydana getirişi aynı anlamda değildir.
Gölge; gerçekten meydana getirilebilecek bir şey değildir. Gölge; nûrun, ışığın sınırlanışından meydana gelir, ışığın sınırlanışından, engellenişinden başka anlamı yoktur. Şerler de ister birinci, ister ikinci türden olsunlar, bu kabildendirler. Şerler; "itibarî ve ademî"dirler. Körlük, bağımsız bir gerçeklik değildir ki, gözleri görmeyen insanı bir yaratıcı; körlüğü ise başka bir yaratıcı yaratmıştır diyelim. Körlük, bir eksiklik, bir yokluktur, her şer de böyledir. Yokluğun, boşluğun yaratıcısı olmaz.
Diyelim ki, siz bir konuyu bir öğrencinize anlatıyorsunuz. Sonra bir daha, üçüncü ve dördüncü kez açıklıyorsunuz. Her defasında artıksız-eksiksiz anlatmış oldunuz. Sizin yönünüzden, dört kez tekrarlanan açıklamalarınızın arasında fark yoktur, aynı içeriktedir. Ne var ki bu dört açıklamanın her birinin bir sıfatı vardır, birincisi birinci, diğeri ikinci, diğeri de dördüncüdür. Siz her defasında iki iş mi gördünüz? Birincisinde konuyu anlattınız da, ikincisinde bu açıklamalara birinci-lik, ikincilik, üçüncülük ve dördüncülük mü verdiniz? Yoksa bu sıfat-lar bir dizi itibarî, görece ve soyutlama ürünü (intizaî) sıfatlar mıdır? Dört açıklamanın birbiri ile karşılaştırılması sonucunda mı elde edil-mişlerdir? İkinci şıkkın doğru olduğu açıktır.
Soyutlama ürünü olan ve itibarî bulunan bu sıfatlar, aynı zamanda, dış gerçekliği olan bağlı bu-lundukları şeylerin ayrılmaz gereği olmuşlardır.
Bununla beraber, bu şeyler hakkında "bağımsız eşya" olarak söz edilemez. "Yaratıcı, bu izafî (görece) varlıkları, bu itibarî varlıkları ni-çin yarattı?" diye sorulamaz. Çünkü bu varlıkların dış gerçekliği yok-tur, şu hâlde onların yaratılışı da söz konusu olmaz, ikinci olarak, bu itibarî ve soyutlama ürünü olan varlıklar, dış gerçekliği olan başka varlıkların gereklerindendir, onlardan bağımsız olarak konu olmazlar. Ancak bağımlı olarak ve şu şekilde ele alınabilirler: Tartışma konusu olan bu şeylerin; kendilerinin ayrılmaz, fakat itibarî ve soyutlama ürü-nü gerekleri oldukları şeyler niçin yaratılmışlardır? Bu konu, gelecek bölümde ele alınacak ve cevaplandırılacaktır.
Bu noktaya da değinelim: Birinci, ikinci, üçüncü olmanın itibarî ve soyutlama ürünü olduklarını söyledik. Şu hâlde, halk ve icat konusu olmaz, yaratılmazlar. Ancak, bu husus, takdim ve te'hir (önceye al-mak ve sonraya bırakmak) konusu ile karıştırılmamalıdır. İnsan veya diğer bir deyişle seçim yeteneği olan şuurlu bir fail (fail-i muhtar), bir şeyi diğerinden önceye alabilir. Bu ayrı bir konudur ve bu konu üzerinde de konuşmamız gerekir. Yukarıda verilen örneklere dikkat edilirse, bu husus da anlaşılır.
Herhâlde; itibarî hususların illete, "sebeb"e isnat ve izafe edilme-leri; mecazî ve "bi'l-araz" olur. (Töze, Zat'a bağlı olarak değil). Bu se-bepledir ki hakîmler: "Şerler, bizzat yaratılış konusu olmazlar, şer olarak bizzat yaratılış sonucu (ma'lûl) ve yaratılmış (mec'ûl) değildirler" demektedirler. Onların mahlûk veya malûl olmaları "bi'l-araz"dır. Daha önce verdiğimiz örnekte olduğu gibi, "güneş, gölgenin sebebidir" dememize benzer. Elbette güneş olmasa gölge de olmazdı. Ancak, güneşin gölgeye sebep oluşu ile ışığa sebep oluşu birbirinden farklıdır. Güneş ışığın gerçek kökenidir, ancak; gölgeyi meydana getirişi aynı anlamda değildir.
Gölge; gerçekten meydana getirilebilecek bir şey değildir. Gölge; nûrun, ışığın sınırlanışından meydana gelir, ışığın sınırlanışından, engellenişinden başka anlamı yoktur. Şerler de ister birinci, ister ikinci türden olsunlar, bu kabildendirler. Şerler; "itibarî ve ademî"dirler. Körlük, bağımsız bir gerçeklik değildir ki, gözleri görmeyen insanı bir yaratıcı; körlüğü ise başka bir yaratıcı yaratmıştır diyelim. Körlük, bir eksiklik, bir yokluktur, her şer de böyledir. Yokluğun, boşluğun yaratıcısı olmaz.
Yorum