Ynt: Adl-i İlahi
Burada şu noktaya dikkat edilmelidir: Bunu söylerken, Allah'ın kullarına karşı tutumunu, ilâhî mükâfat ve cezayı, bu anlamda mutlu-luğu ve kötü sonlu olmayı (saadet ve şekaveti) kastediyoruz, yoksa İs-lâm'ın, Müslüman topluluklarının toplumsal hayatını düzenleyen pozi-tif (mevzu) konuları üzerinde durmuyoruz, onlardan söz etmiyoruz.
Şüphesiz İslâm toplumlarındaki mevzu hukuk da, bütün diğer hu-kuk sistemlerinde olduğu gibi bir ölçüde uzlaşıma dayanır. Dünya ha-yatında ve toplumsal yaşayış içinde bazı uzlaşıma dayanan şartlara uymak da kaçınılmaz bir şeydir.
Ne var ki ilâhî fiiller, ilâhî meşiyyetin (363) yaratılış düzeni içindeki gerçekleşme tarzı, bu arada insanlara mükâfat vererek mutlu kılma veya cezalandırarak mutsuzluğa iletme, toplumsal düzenlemelere bağlı değildir, bu bağlamda ele alınacak bir konu da değildir. Zât-ı Akdes-i İlâhî; mutlak ve kayıtsız-şartsız meşiyyetini yürütürken, uzla-şıma dayanan kurallara uymaz, bunları uygulamaz. Uzlaşıma dayanan şeyler, toplum düzenlerinde önemli bir yer tutarlarken, Zat-ı Mukad-des-i Bârî Tealâ'nın (Yüce Yaratıcı'nın kutsal varlığının) evrenin yara-tılışı ve düzenlenişine ilişkin iradesi gerçekleşirken bu uzlaşıma daya-nan şart ve kulların hiçbir etkisi yoktur.
İslâm mevzu (pozitif) hukuku; insanların toplum içinde davranış ve ilişkilerini düzenlediğinde, "şehadeteyn"i dile getiren, Allah'ın bir-liğine ve Resul-i Ekrem'in (s.a.a) risaletine tanıklık eden kişi, Müslü-man kabul edilir ve İslâm'ın görünürdeki meziyetlerinden, üstünlükle-rinden yararlanır.
Ne var ki ahiret âlemine ilişkin düzenlemeler açısından, o âlemde görülecek hesap açısından, Allah'ın insanlara karşı bu açıdan muame-lesi bakımından, "Kim bana uyarsa, benden olan şüphesiz odur." kanunu ve "Allah katında derecesi en yüce olanınız en üstün takva sahibi olanınızdır." kanunu egemen olur.
Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuş idiler:
Ey insanlar! Tümünüz bir babadansınız, Rabbiniz de birdir. Tü-münüz Adem'densiniz, Adem'in bedeninin özü de topraktır. [Irk, renk ve bedeni özellikler üstünlük ve ayrıcalık sebebi olamaz.] A-rab'ın Arap olmayana üstünlüğü [ırk dolayısı ile, dil dolayısı ile, Resul-i Ekrem'in Arap topluluğundan çıkarılmış ve gönderilmiş olması dolayısı ile değil], ancak takva ile olabilir. (364)
Demek oluyor ki, herkesin bedenî aslı ve soyu; toprağa dayanır, topraktan gelir. Arab'ın Arap olmayana üstünlüğü, Arap olması dola-yısı ile övünme sebebi ve ayrıcalığı yoktur. Allah katında tek üstünlük sebebi takvadır. (365)
Selman-ı Farisî (366) gerçeği arama yolculuğuna çıkmıştı. Sonunda öyle bir mertebeye erişti ki Resul-i Ekrem (s.a.a) onun için şöyle bu-yurdu:
Selman bizden, bizim ev halkımızdandır (Ehl'el-Beyt). (367)
Şu hâlde, şeytanî vesveselere, kuruntulara kapılarak, "Bizim adı-mız Ebu Talib oğlu Ali'nin dostları arasında geçmektedir, kaydedil-miştir, ne olursak olalım, o kapının kullarıyız, haksız yere, zulm ile topladığımız veya sağlığımızda hayra sarf etmediğimiz servetimizden mühimce bir parayı; imamların şerefli türbeleri civarına gömülebilme-miz için mütevellilere (bu türbeler vakıflarının yöneticilerine) vasiyet ederiz, bu durumda da azap melekleri bize sokulmaya cür'et edemez-ler." diye düşünenler (368) ne kadar bilgisizce düşündüklerini, gözlerini gaflet bürümüş olduğunu bilmelidirler. Bir gün uyandıklarında ken-dilerini ilâhî ceza içinde görürler, tekrar ölmelerine imkân olsa bin kere ölmeyi tercih ederler. Şu hâlde bugün gaflet uykusundan uyanmalı, tövbe etmeli ve yitirdiklerini telâfi etmeye çalışmalıdırlar.
Burada şu noktaya dikkat edilmelidir: Bunu söylerken, Allah'ın kullarına karşı tutumunu, ilâhî mükâfat ve cezayı, bu anlamda mutlu-luğu ve kötü sonlu olmayı (saadet ve şekaveti) kastediyoruz, yoksa İs-lâm'ın, Müslüman topluluklarının toplumsal hayatını düzenleyen pozi-tif (mevzu) konuları üzerinde durmuyoruz, onlardan söz etmiyoruz.
Şüphesiz İslâm toplumlarındaki mevzu hukuk da, bütün diğer hu-kuk sistemlerinde olduğu gibi bir ölçüde uzlaşıma dayanır. Dünya ha-yatında ve toplumsal yaşayış içinde bazı uzlaşıma dayanan şartlara uymak da kaçınılmaz bir şeydir.
Ne var ki ilâhî fiiller, ilâhî meşiyyetin (363) yaratılış düzeni içindeki gerçekleşme tarzı, bu arada insanlara mükâfat vererek mutlu kılma veya cezalandırarak mutsuzluğa iletme, toplumsal düzenlemelere bağlı değildir, bu bağlamda ele alınacak bir konu da değildir. Zât-ı Akdes-i İlâhî; mutlak ve kayıtsız-şartsız meşiyyetini yürütürken, uzla-şıma dayanan kurallara uymaz, bunları uygulamaz. Uzlaşıma dayanan şeyler, toplum düzenlerinde önemli bir yer tutarlarken, Zat-ı Mukad-des-i Bârî Tealâ'nın (Yüce Yaratıcı'nın kutsal varlığının) evrenin yara-tılışı ve düzenlenişine ilişkin iradesi gerçekleşirken bu uzlaşıma daya-nan şart ve kulların hiçbir etkisi yoktur.
İslâm mevzu (pozitif) hukuku; insanların toplum içinde davranış ve ilişkilerini düzenlediğinde, "şehadeteyn"i dile getiren, Allah'ın bir-liğine ve Resul-i Ekrem'in (s.a.a) risaletine tanıklık eden kişi, Müslü-man kabul edilir ve İslâm'ın görünürdeki meziyetlerinden, üstünlükle-rinden yararlanır.
Ne var ki ahiret âlemine ilişkin düzenlemeler açısından, o âlemde görülecek hesap açısından, Allah'ın insanlara karşı bu açıdan muame-lesi bakımından, "Kim bana uyarsa, benden olan şüphesiz odur." kanunu ve "Allah katında derecesi en yüce olanınız en üstün takva sahibi olanınızdır." kanunu egemen olur.
Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuş idiler:
Ey insanlar! Tümünüz bir babadansınız, Rabbiniz de birdir. Tü-münüz Adem'densiniz, Adem'in bedeninin özü de topraktır. [Irk, renk ve bedeni özellikler üstünlük ve ayrıcalık sebebi olamaz.] A-rab'ın Arap olmayana üstünlüğü [ırk dolayısı ile, dil dolayısı ile, Resul-i Ekrem'in Arap topluluğundan çıkarılmış ve gönderilmiş olması dolayısı ile değil], ancak takva ile olabilir. (364)
Demek oluyor ki, herkesin bedenî aslı ve soyu; toprağa dayanır, topraktan gelir. Arab'ın Arap olmayana üstünlüğü, Arap olması dola-yısı ile övünme sebebi ve ayrıcalığı yoktur. Allah katında tek üstünlük sebebi takvadır. (365)
Selman-ı Farisî (366) gerçeği arama yolculuğuna çıkmıştı. Sonunda öyle bir mertebeye erişti ki Resul-i Ekrem (s.a.a) onun için şöyle bu-yurdu:
Selman bizden, bizim ev halkımızdandır (Ehl'el-Beyt). (367)
Şu hâlde, şeytanî vesveselere, kuruntulara kapılarak, "Bizim adı-mız Ebu Talib oğlu Ali'nin dostları arasında geçmektedir, kaydedil-miştir, ne olursak olalım, o kapının kullarıyız, haksız yere, zulm ile topladığımız veya sağlığımızda hayra sarf etmediğimiz servetimizden mühimce bir parayı; imamların şerefli türbeleri civarına gömülebilme-miz için mütevellilere (bu türbeler vakıflarının yöneticilerine) vasiyet ederiz, bu durumda da azap melekleri bize sokulmaya cür'et edemez-ler." diye düşünenler (368) ne kadar bilgisizce düşündüklerini, gözlerini gaflet bürümüş olduğunu bilmelidirler. Bir gün uyandıklarında ken-dilerini ilâhî ceza içinde görürler, tekrar ölmelerine imkân olsa bin kere ölmeyi tercih ederler. Şu hâlde bugün gaflet uykusundan uyanmalı, tövbe etmeli ve yitirdiklerini telâfi etmeye çalışmalıdırlar.
Yorum