Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER

    Bismillahirrahmanirrahim

    Peygamberler konusunda yine benzer şeyleri tekrarlayıp durmuşsunuz. Peygamberlerin istisnasız her ketsen üstün olduğunu gösteren sadece bir tane ayet verin dedim. Göstermediniz. Verdiğim örneklere dokunmamışsınız bile.
    Hz. İbrahim’le ilgili, Hz. Yunus’la ilgili..
    Her neyse birkaç ayet daha verip bu konuyu kapatmak istiyorum:
    Hz. Adem’in ağaçtan yeme konusuna değindikten sonra buyuruyor ki: “Doğrusu bundan önce Âdem'le (bu ağaçtan yeme diye) ahitleştik (ona emrettik), fakat unuttu ve biz onda bir azim (bir kararlılık) bulmadık.” (Taha, 115)
    Diğer bir ayette ise şöyle buyuruyor: “Artık sen sabret; Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi…” (Ahkaf, 35) Şimdi eğer Rabbimiz kitabında bu farkı ortaya koyuyorsa, bunu dile getirmek suç mu oluyor? Ya da onlara saygısızlık mı etmiş oluyor? Ya da bu yarıştırma mı oluyor?
    Veya şöyle buyuruyor: “Unutma o peygamberlerden kesin sözlerini aldığımız vakti! Hele senden, Nuh, İbrahim, Musa, Meryem oğlu İsa'dan ki, onlardan ağır bir söz aldık.” (Ahzap, 7)
    Görüldüğü gibi, Peygamberlerin beşinden diğer bazısına nazaran daha galiz ahit alındığını beyan ediyor. Bunu söylemek yarıştırma mı oluyor?

    Peygamberler elbette risaletleri için gerekli olan standartlara hepsi sahiplerdi. Ve bu açıdan üzerlerine düşeni hakkıyla yerine getirmişlerdir. (Allah'ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun.) Bunda kimsenin şüphesi yok. Ama o standartların üstünde elbette derece farkları vardı. Olmasaydı o zaman birbirlerinden üstün olmalarının anlamı olmazdı ki. Aynı şeyi biz Ehlibeyt imamları hakkında da söylüyoruz. İmamet için gerekli standar özellikler hepsinde vardır. Ama bunun üzerinde başka açılardan elbette derece farkları vardır ve bu konuda Ehlibeyt’ten nakledilen bir çok hadis vardır.

    Bu farklıklar, Allah’ın lütfudur diyorsunuz, amenna ve saddakna.. Ama Allah’ın lütüfları hesapsız kitapsız, tombaladan çıkarır gibi değil.
    Her neyse bu konuyu bundan fazla uzatmanın bir anlamı yoktur. İki tarafın da meramı ortaya çıkmıştır…

    Devam edecek...

    Yorum


      #32
      Ynt: IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER

      Bismillahirrahmanirrahim

      Şimdi gelelim benim sorduğum sorulara verdiğiniz cevaplara

      İlk sorumuz şöyleydi: Siz imametin nassa dayandığına mı inanıyorsunuz, yoksa Ehli Sünnet gibi Şuraya mı, icmaa mı, seçime mi ya da neye?

      Ve siz demişsiniz ki:
      “Zeydiyye mektebinde imamet ne sizin inancınızda yer aldığı gibi Allah tarafından seçilen, nassa dayalı bir inançtır ne de ehli sünnet gibi seçime dayanır. Ehli sünnetin imamet anlayışını şura olarak sunmakta yanlıştır. Ehli sünnetin şura anlayışı 3-5 kişinin oldu bittiye getirme meselesidir. Bu hak olan bi şura sistemi değildir. İmam alinin içerisinde yer almayan bir şura hiçbir hüküm ifade etmez. Nitekim imam ali 3. halife seçiminde bizzat şuraya iştirak ederek şartlarını ortaya koymuş ve kabul görmeyince de şuradan çekilmiştir. İmam alinin benimsediği ve yer aldığı şura yöntemini ehli sünnet yöntemi olarak sunmak doğru bir yaklaşım değildir...”

      Her şeyden önce sabit bir prensip ortaya koymuş değilsiniz. Allah tarafından seçilmez, halk tarafından da seçilmez. Peki nedir o zaman sabit kuralınız? Şura mı? Şuranın Ehli Sünnet anlayışı olduğunu söylemek yanlıştır diyor, ardından şuranın bizzat Hz. Ali tarafından benimsendiğini iddia ediyorsunuz.
      Bir taraftan Hz. Ali'nin vasi olduğunu söylemek, diğer taraftan şurayı benimsediğini söylemek açık bir çelişki değil mi?
      Saniyen şura anlayışını Sünnilere isnad eden biz değiliz, onların kendi iddiaları. Ne kadar doğrudur o başka bir konu…
      Salisen Hz. Ali’nin şurayı benimsediğine vurgu yapmanızı, Zeydiyye’nin de benimsediği olarak mı algılamamız gerekir?
      Eğer öyle ise, bu şuranın keyfiyeti nasıl olmalıdır?
      Kimlerin bu şurada yer alması şarttır?
      Bütün ümmet mi?
      Yoksa bazıları mı?
      Bazılarıysa özellikleri nelerdir?
      Bunları kim tayin etmelidir?
      Zeydiyye’nin İmam olarak kabul ettiklerinin hangisi veya hangileri şurayla seçilmiştir?!
      Hz. Ali mi, Hz. Hasan mı, Hz. Hüseyin mi, İmam Zeynü’l-Abdin mi, Hz. Zeyd mi, ya da hangisi?
      Sonra imamları üç kısma bölüyorsunuz? Nebi İmamlar, vasi imamlar, müctehid imamlar..
      Pekala, bundan şunu mu anlamamız gerekir: “Bir kimse peygamber olur olmaz, aynı zamanda nebi de oluyor”, böyle mi?
      Cevap “evet” ise, o zaman Bakara suresinin 124. ayetinden, Hz. İbrahim’in uzun bir zaman nebi olduğu halde imam olmadığını anlıyoruz. Çünkü imtihanları tamamladığında “Seni imam kıldık” buyuruyor. İmtihan dönemlerinin hepsinde ise nebi olduğu kesindir. Kimse aksini söylememiştir. Ateşe atılma, eşini ve küçük yavrusunu ıssız bir çöle sahipsiz bırakma, oğlu İsmail’i kurban etmekle görevlendirilişi vs. hepsi bu dönemde olmuştur. Yoksa diğer peygamberlerin hepsi baştan imamdı da Hz. İbrahim bu genel kaideden müstesna mıydı? Öyle ise neden?

      Vasi imamlara gelince, esasen vasinin görevleri nedir? Bildiğimiz halife mi, yoksa farklı bir makam mı?
      Sonra vasinin vasiliğini nasıl anlamalıyız? Acaba vasi, yani Resul’ün vasiyeti üzere imam olan mı?
      Cevap evet ise, Resul’ün bu vasiyeti yine Allah’ın emriyle mi oluyor? Yoksa kendi tasarrufu, ictihadı mı?
      Eğer birincisi ise bunun Şia’dakiyle farkı nedir? Şia da aynısını söylüyor. Allah’ın emri, Resul tarafında ilan ve icra ediliyor, bu da yani nass…
      Eğer Resul’ün kendi tasarrufu ise, bu da bir ictihattır. Dolayısıyla siz de (bazıları gibi) Resulullah’ın bazı konularda, müctehid nebi oluğunu kabul ediyorsunuz demektir.
      Sonra, eğer bu vasilik Allah’ın emriyle oluşmuşsa, zaten durum belli. Ama Eğer Resulullah’ın bir tasarrufu ve inisiyatifi ise, bu tasarrufu ümmeti için bağlayıcı mı, yoksa sadece bir öneri niteliği mi taşıyor? İsterlerse uyarlar, istemezlerse de uymazlar; hangisidir?
      Eğer ikincisi ise artık vasi olmuş veya olmamış, ne fark eder?
      Eğer birincisi ise, Resulullah bunu ümmete açıkladı mı, yoksa açıklamadı mı?
      Eğer açıklamadıysa, gizli saklı bir vasiliğin esprisi nedir? Sonra açıklamadıysa, siz nerden bildiniz vasi olduğunu?
      Eğer açıkladıysa Resulün açıkladığı bağlayıcı bir direktif ve tasarrufuna muhalefetin hükmü nedir sizce?
      Acaba Resul’e itaat Allah’a itaat olduğu gibi, ona muhalefet de Allah’a muhalefet değil mi? Hayır diyemezsiniz çünkü hiçbir tevile yer bırakmayacak şekilde açık ayetler var? İşte onlardan sadece bir kaçı:
      “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisa, 80)

      “Ey iman edenler, Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. İşitip durduğunuz halde onun emirlerinden yüz çevirmeyin!” (Enfal, 20)

      De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.” (Al-i İmran, 31)

      “Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne âsi olursa açık bir sapıklık etmiş olur.” (Ahzap, 36)

      Bu konuda muhalefet edenleri suçsuz ve mazur mu görüyorsunuz? Yoksa sadece İslam’ın maslahatı için susuyor musunuz? Yazdıklarınızda birinci seçeneği destekleyen cümleler de var, ikinci seçeneği destekleyen de?
      Sonra Hz. Ali’nin susmasından bahsediyorsunuz? Acaba bu suskunluk ta baştan mıydı? Yani hilafeti elinden alanlara karşı gülden ağır bir şey söylemedi. Buyurun hayırlı uğurlu olsun, Allah başarılar versin, devam edin deyip bir kenara mı çekildi mesela? Bunu Sünniler bile kabul etmiyor. Hz. Ali’nin 6 ay biat etmediğini onlar da kabul ediyorlar. Yine acaba bu suskunluk sonuna kadar devam mı etti? Hz. Ali ömrünün sonuna kadar bu hakkının elinden alınması için hiç sesini çıkarmadı mı? Hiç sitem etmedi mi? Hiç eleştirmedi mi?
      Öyledir diyorsanız aşağıdaki linki tıklayıp Emirül-Muminin’in kendi dilinden cevabı alın. Ben kendimden bir şey söylemeyeceğim:
      http://www.kevsernet.com/s_ve_c/37.htm
      İslam’ın maslahatı için ameli bir girişimde bulunmamak, ya da hücceti tamamladıktan sonra susmak ayrı bir şeydir. Razı olmak, mazur görmek ayrı bir şey…
      Ayrıca yapılan işi ve yanlışı eleştirmek ayrı bir şeydir, hakaret etmek ayrı bir şeydir…

      Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn’in vasiliklerinde de benzer şeyler söz konusu…

      Ayrıca vasi olanların başkalarıyla (müctehid imamlarla) farkı nedir? Sadece o makama Allah veya Resulü tarafından seçilmede mi? Bu fark tek başına onları müctehid imalardan ayırmaya yeterli mi?

      Örneğin Hz. Ali, ümmeti yönlendirmek için gerekli olan bilgileri olduğu gibi Allah Resulü’nden almışsa, bunları anlama, tebliğ etme ve uygulamada hata yapma durumu da var mı? Eğer var diyorsanız, o zaman müctehid imamlardan farkları ne? Ne diye vasi tayin edilmişlerdir? Eğer yoksa, bu bizim dediğimiz masumiyet değil mi? O zaman neden bizim masumiyet inancımıza karşı çıkıyorsunuz?

      Yine Zeydiyye açısından imam olması gereken kimsenin şartlarını sormuştum. Diğer bazı şartlarla birlikte Al-i Resül’den olması, kendine davet etmesi şartlarını da yazmışsınız. Gerçi kendine davetin kıyam-ı bis-seyf (kılıçla kıyam) şeklinde olmasını ifade eden tabirler de kaynaklarda zikredilmiştir ki zannedersen sizin de maksadınız budur.
      Özellikle bu iki şarttan hareketle şu soruların cevabını merak ediyorum:
      İlk üç halife Al-i Resul’den miydi? Değillerse (ki değiller), o zaman o makama haksız yere oturdukları sunucu çıkmaz mı?
      Eğer kıyam-ı bis-seyf imam olmak için gerekli ise, acaba bu, durum ne olursa olsun geçerli mi?
      Eğer cevap evet ise, neden vasi olan İmam Hz. Ali ilk üç halifeye karşı kıyam etmedi, oysa hilafeti kendi hakkı olarak görüyordu?
      Neden vasi imam Hz. Hasan Muaviye'ye karşı sonuna kadar direnmedi ve hilafetten feragat etti?
      Neden vasi imam Hz. Hüseyin, 10 yıl Muaviye’nin hilafeti zamanında yaşadığı halde ona karşı kıyam etmedi?
      Neden imam olarak kabul ettiğiniz Hz. Zeyd'in babası İmam Zeynü'l-Abidin (a.s) Emevilere karşı kıyam etmedi? Bu şarta haiz olmadıkları halde nasıl imam olabiliyorlar? Onlar buna dahil değil, Hz. Zeyd’den sonrakiler için bu geçerlidir mi diyorsunuz? Eğer öyle ise bunu neye dayandırıyorsunuz? İmamlar arasındaki bu ayrımın sırrı nedir? Vasilik mi? Eğer bu ise İmam Zeynü’l-Abidin de vasi değildi. Onu neden kıyam etmediği halde imam olarak görüyorsunuz?
      Esasen İmam Bakırla, babası İmam Zeynü’l-Abidin’in farkı nedir? Neden birisi sadece bir alim, diğeri imam?

      Yorum


        #33
        Ynt: IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER

        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
        Muhterem kardeşim, forumdaki yazışmalarınızdaki üslubunuz hakkında söylediklerim bir kardeş nasihatiydi. Siz benim bunlardan alacak bir öğüdüm yoktur. Ben pir u pakım diyorsanız, ya da sizin haddinize değil bana nasihatte bulunmak diyorsanız, bir mesele kalmaz. Her kes kendi hesabını Rabbine kendisi verecektir. Ayarıca yapılanlar, söylenenler, tavır ve üsluplar her kesin gözünün önünde cereyan ediyor. Elbette insanlar bakıp değerlendirmelerini yapıyorlar… Dolayısıyla bundan ötesi bizi ilgilendirmez. [/quote]

        Ben uyarılarınızdan ya da sizin deyiminizle nasihatinizden rahatsız olmuş değilim. Aksine bu uyarıların kuranın diliyle yöneltilmesinden dolayı bunlara ittiba etmek her müminin boynunun borcudur. Ancak benim sorguladığım ve eleştirdiğim nokta şu ana dek gerek şahsıma karşı gerek sizinle aynı itikadı paylaşmayan, aynı kaynaklara ya da kişilere tabi olmayan diğer kişilere karşı forumunuzda yöneltilen hakaretler ve küfürlere sessiz kalışınızdır. Siz her ne kadar ben forum sahibi değilim diğerlerine karşıda velayetim söz konusu değildir desenizde isnaaşeriyenin sizin gibi alimlere bağlılıkta geldiği nokta bellidir ortadadır. Bir sözünüzle diğer biçok kişinin yaptıramayacağı şeyleri yaptırmaya muktedirsiniz. Bir örnek veriyim. Foruma “tüm israilin soyuna lanet okunan” bir şiir eklendi. Günlerce uğraştım bu yazıyı buradan kaldırın. Kasıtlı olmasada, farkında olmasanızda bu şiir ile israiloğulları soyundan olan nebilerede lanet okuyosunuz dedim, ayetlerden örnekler sundum. Ne yaptılar ? hakaret ettiler, yasak verdiler susturdular, sen karışma dediler… sonunda dayanamadım konuyu size açtım ve dedimki bu şiir hakkında ne düşünüyosunuz.. siz de yazdınızki bu şiir sakıncalıdır. Anında silindi… bunun adına taassup diyin, alimlere olan ittibada katılık diyin ne derseniz diyin..ben allahın ayetlerini sunmama rağmen o şiirin kaldırılmasında başarılı olamadım ama sizin 2 cümleniz buna yeterli oldu. ben de bu açıdan nacizane size eleştirimi sunuyorum ve diyorumki forumdaki tutumunuz sadece soruları cevaplayıp forumdan ayrılmak ve hiçbişeye karışmak olmamalı. Bi hata gördüğünüzde bi yanlış gördüğünüzde mensularınızı uyarıp onları bundan beri tutmalısınız çünkü siz beklide bu forumda sözü en fazla dinlenen ve en fazla saygı duyulan kişisiniz. İmam hamaney diyoki “ehlisünnetin mukaddesatına hakaret etmek haramdır” … şimdi forumda dolaşsam hemen hemen her başlık altında bu haramı işleyen mensuplarınızın sözlerini bulurum. Sadece ehlisünnete karşıda değil.. zeydiyye mezhebinin itikadının emeviler tarafından yazıldığını iddia eden hadsiz forum yöneticileride çıktı.. bunlar görmemiş ya da görmek istememiş olabilirsiniz bilemiyorum. Benim kastettiğim bunlardır yoksa sizin şahsınızla alakalı bir sorun değil.




        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
        Gelelim konuyla ilgili yazdıklarınıza….

        Diyorsunuz ki: Öncelikle bir ayetle diğer ayetin çelişkili gibi görünmesi ile ayetin hadislerle çelişkili gibi görünmesi aynı açıdan ele alınamaz. Çünkü Allahın ayetlerine karşı şek şüphe yoktur. Hadislere iman konusu ise zan üzeredir. Her hadisin sahih olma ihtimali olduğu kadar her hadisin uydurulma ihtimalide vardır. Ama ayetlerde uydurulma söz konusu olmadığı için kat’ilik açısından birlikte değerlendirilemez. Bu açıdan tefsir ilmi, yorum ilmi ayetler için geçerlidir ancak gerek zahiri gerek içerdiği anlam yönünden kurana aykırı bir hadis ile karşılaşılır ise bunun ne yorumuna ne teviline başvurulmadan reddedilir. Çünkü bu metod kuranı hadislere uydurmak gibi çok tehlikeli boyutlara götürür insanı…..

        Muhterem kardeşim, İslam alimlerinin (Şia’sıyla Sünnisyle) müştereken kabul ettikleri bir prensip var. O da şudur ki “Kur’an katiyyus-sudurdur, Zanniyyud-delale, hadis ise zaniyyus-sudurdur kat’iyyudelale.” Yani Kur’an’ın Allah kelamı olduğunda hiçbir şüphe yoktur, ancak ayetlerden çıkarılan anlamlar birçok zaman zannidir. Yani her yerde her kes kesinkes Allah’ın muradı budur diyemiyor, diyemez. Eğer öyle olsaydı, bu kdar farklı tefsirler ortaya çıkmazdı. Ümmet arasında hiç kimse birbiriyle ihtilaf etmezdi. Çünkü her kesin elinde Kur’an var ve her kes Kur’an’ın Allah kelamı olduğunda müttefiktir. Oysa öyle olmadığını hepimiz biliyoruz, görüyoruz.
        Ama hadislerin birçoğunun (mütevatir olmayanların) Resul’den sadır olduğu kesin değildir. Ama çoğunun anlamı açıktır. Bu yüzden Hz. Ali (a.s) İbn-i Abbas'a buyurdu ki: "Haricilerle Kur'an'la tartışma; çünkü Kur'an'ın farklı yorumlara müsait bir yapısı vardır. (sen ne desen onlara başka türlü yormaya çalışacaklardır.) Onlarla kat'i ve açık sünnetle tartış."
        Bu yüzden bir hadisi Kur’an’la kıyaslarken, haşa sadır olup olmama açısından kıyas yapmıyoruz. Ayete getirilen mana açısından kıyaslıyoruz. Yani bir kimse Kur’an’ın bir ayetine bir yorum getiriyor. Bir diğeri de diyor ki senin getirdiğin o yorumu, biz filan hadisten de yardım alarak kabul etmiyoruz. O ayette söylenmek istenen o değildir, şudur.. Dolayısıyla adamın kalkıp “Nasıl olur da siz bunu söylersiniz, bu Kur’an’a muhalefettir, zanni olan bir şeyi, kati olan bir şeye tercih etmektir” demesi yersizdir. Zira burada tercih edilen, hadisin yardımıyla ayete getirilen bir başka yorumdur. Bir kimsenin kendi kıt aklı ve kıt ilmiyle ayete getirdiği yorum, muteber oluyor ve yadırganmıyor da bir diğerinin Resul’ün ve onun ilim ve irfanının varisi olan Ehlibeytinin açıklamalarına dayanarak, ya da onlardan ilham alarak ayete getirdiği yorum neden yadırganıyor, itibarsız addediliyor?!
        Hatta eğer o konuda hadis olmasa bile, kendi birikimi ve akli değerlendirmeleriyle ayete başkalarınınkinden farklı bir yorum getiriyorsa, bu neden yadırganıyor? Onun aklıyla getirdiği yorumun doğruluğuna dair yeni bir vahiy mi gelmiş ki ötekisininki ondan yoksun sayılsın. Yorumsa yorumdur, onunki de bununki de. İsteyen onu tercih eder, isteyen de bunu, hesabını da kendisi verir. O halde sırf bu açıdan bakılsa bile birinin kalkıp da diğerini “Kur’an’a muhalefetle suçlaması” gerçekçi olabilir mi, insafa uyar mı? [/quote]

        Hem biçok yazınızda diyosunuzki hadislerinde tıpkı ayetler gibi muhkemi müteşabihi vardır, hem de diyosunuzki ayetlerden çıkarılan anlamlar zannidir ama hadislerden çıkarılan anlamlar açıktır. Bakın ben sizin hadislere karşı olan tutumunuzu hala anlamış değilim. Bu forumda “bizim imamlarımızın hadislerinin anlaşılması zordur” diye bile başlık açıldı. Sırf Allahın kitabına muhalefet eden hadisleri aklamak için.. ki konumuzda buydu zaten. Kurana zahiri açıdan aykırı görünen hadisleri redmi edeceğiz yoksa onları akıl yürüterek kuranamı uydurmaya çalışacağız..

        Ben diyorumki kurana aykırı görünen hadisleri hiçbir şekilde değerlendirmeye almaksızın reddederim. Siz diyosunuzki hayır reddetmeyiz onu yorumlarız ve kurana uydururuz. Ee nerde kaldı akıl yürütmeye olan karşıtlığınız? Hem biz böyle yaparız diyosunuz hem de yaptığınız şeyi eleştirip hadisler zaten açıktır böyle yapılmaz diyosunuz.

        Kuran anlaşılmaz diyip hadislere başvuruyosunuz, hadisler eğer kurana aykırı gibi görünüyosa biz onu kurana uyduracak şekilde yorumlarız diyosunuz, hadisler hem açıktır hem kapalıdır diyosunuz…sonrada akıl yürütme yapmayız kuranı hadislerle anlarız diyosunuz. Subhanallah.. bu tavşanın suyunun suyunun suyu meselesine döndü.






        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
        Tabi bunu biz, karşı tarafın mantığından hareketle söylüyoruz. Yoksa biz Kur’an’ın nihai ve kesin görüşleri hakkında yegane merciin Resul ve Ehlibeyti olduğu kanaatindeyiz. Çünkü bunu bize her şeyden önce Kur’an söylüyor. Kur’an Resulullah’ı ayetlerin mübeyyini (açıklayıcısı) olarak tanıtıyor. (Nahl, 44) Hemen beyan tebliğdir, diyebilirsiniz (bir çoklarının dediği gibi). Oysa bu ikisi tamamen fark şeylerdir. Tebliğ indirileni eksiksiz ulaştırmaktır. Beyan ise ulaştırılanı, muhataplara anlayacakları şekilde izah etmek, muradi ilahi ortaya koymaktır. Yine insanların ihtilaf ettiği konularda ihtilafı gideren merciin Resulullah olduğunu beyan ediyor. (Nahl, 64) [/quote]

        Bakın öncelikle sanki ben resulün açıklamalarını reddediyomuşum, kuran bana yeter kuran haricindeki hiçbir sözü kabul etmiyorum demişim gibi tavrınızdan vazgeçin. Bu zannınız adil değildir. Bugüne kadar benim bir tek sözümü gösteremezsinizki ben sadece kuran diyeyim resulün sözlerine kulak asmayayım… kurana aykırı olan hadislerinizi reddettiğim için beni sanki hadis düşmanı gibi sunmanız insaflı bi yaklaşım değildir. Bende tıpkı sizin gibi kuranın pratiğinin resulullah tarafından ashabına ve ehlibeytine öğretilediğinin onlar tarafındanda bize aktarıldığına iman ediyorum. Ama bu demek değildirki kurana aykırı olan hadisleride acaba resul demişmidir zannıyla yorum yaparak kabul edeyim ?? ihtiyacım yok böyle bişeye.. siz sırf kaynaklarınızın yara almaması, ravilerinizin zedelenmemesi için böyle bir yola başvuruyo olabilirsiniz. Ama biz bu yöntemden Allaha sığınıyoruz.


        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
        Öte yandan Allah’ın Resulü “Kur’an ve Ehlibeyti” yan yana koyarak ümmette emanet etmiş ve “Onlara sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz, onlar Kevser havzu başında bana varıncaya kadar birbirinden asla ayrılmazlar, bakın benden sonra onlara nasıl davranacaksınız” buyurmuştur.
        Allah Resulü (s.a.a) ümmetin bütün fırkalarının müştereken kabul ettiği bu mütevatir hadisinde ümmetin dalaletten, yanlıştan korunma garantisi olarak Kur’an’la birlikte Ehlibeyt’i göstermiş ve onlara sarılmayı ve onları birbirinden ayırmamayı öğütlemiştir. Allah aşkına Kur’an’la Ehlibeyt’in ayrılmazlığı neyi ifade ediyor? Sonra Ehlibeyt’e filan şeyde sarılın, filan şeyde sarılmayın diye bir ayrım yapılmış mı? Yapılmamışsa, demek ki yanlışa, dalalete, ihtilafa vesile olacak her şeyde merci Ehlibeyt’tir. Kur’an’ın Ehlibeyt’in yanına koyulup ayrılmazlığına vurgu yapılması da açık bir şekilde, “Kur’an’ı nasıl Resulullah’ın zamanında onun açıklamalarıyla öğreniyor ve ihtilaf ettiğiniz hususları çözüyorduysanız, Resulullah’tan sonra da Ehlibeyt’le çözmeniz gerekiyor” demek değil mi? En azından biz böyle anlıyoruz. [/quote]

        Bizde bu bahsettiklerinizi şu şekilde anlıyoruz. Kuran temel esasları itikadi konuları içerir. Bu temel esasların pratiğini ise resulullah en güzel örnek olarak uygulamış ve ashabına ehlibeytine yol göstermiştir. Bizlerde en güzel örnek olan resulullahın uygulamalarına ulaşmak için en sağlam yolun ehlibeyt olduğuna iman ediyoruz. Bu konuya neden geldik onuda anlamış değilim. Ortada hadisleri inkar eden yok, kuran bize yeter diyen yok, resulü ehlibeyti bir kenara atalım herkes kafasına göre kuranı anlasın uygulasın diyen yok..neden buraya getirdiniz konuyu ne amaçlıyosunuz onuda anlamış değilim. sağlıklı bi iletişim kurmak için diğer mensuplarınızın bana yaptığı iftira olan “mealci” zannınızdan sıyrılmanızı ümid ediyorum.






        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
        Dolayısıyla ayetle hadisi buluşturmaya çalıştığımızda sizin zannettiğinizin aksine zanniyi alıp, kat’iyi bırakma diye bir şey yoktur ki kıyamette bunun hesabı sorulsun. Ayet yerindedir, kimsenin de reddettiği yoktur. Yapılan şey iki zanni olan manayı, yani ayetin zahirinden çıkan bir manayla hadisten çıkan manayı buluşturmaya çalışmaktır. Olursa olur, olmazsa ayetin suduru kat’i olduğu için, suduru zanni olan hadise tercih edilir.
        Ama bir de sizin yaptığınıza bakarsak, sadece ayetin zahirinden anlaşılan bir manaya (yani kendi çıkarımınıza) dayanarak Resül’den gelen bir açıklama, yani gayri Kur’ani bir vahiy olduğu muhtemel olan şeyi reddetme ihtimali vardır ki birleştirici bir yorum çabası içine girmeden re’sen reddettiğinizde, Kıyamet günü “Neden sırf kendi yorumunuza dayanarak, vahiy olması muhtemel olan bir şeyi hemen reddettiniz, oysa bunları buluşturmaya çalışabilirdiniz. Yapamadığınızda o zaman reddetseydiniz” denildiğinde mantıklı bir cevabınız olacak mı?” Evet, vardır diyorsanız, buyurun devam edin. Yolunuz açık olsun… [/quote]

        Bizim birbirine zıt olan ayetlerle hadisleri buluşturup ortak bi anlam çıkarma gibi bir çabamız hiç olmadı ve olmazda. Kuranı açıklamaya yönelik , pratiğine yönelik, aykırılık içermeyen bir hadis başımızın üzerinedir. Ama sırf kuranı açıklayacak diye kurana aykırı olan hadisleride anlamaya çalışmak ve o hadisler üzerine kafa yormaya ihtiyaç duymuyoruz ve gördüğümüz anda reddediyoruz. İtikadımızı ihtimaller üzerine kurmuyoruz. Acaba kurana aykırı olan bu hadisi resulullah söylemişmidir söylememişmidir diye kendimizi sorgulama ihtiyacıda hissetmiyoruz. Çünkü şuna kesinlikle iman ediyoruzki resulullah asla kurana aykırı söz söylemez. Kurana aykırı olan bir söz varsa ortada bu resulullah adına uydurulan bir sözdür. Örneğin kuranda kimse ecelini erteleyemez diyo ise, sizin hadislerinizde ise “imamlar ecellerini erteleyebilir” diyo ise bizim burada takındığımız tavır kurana aykırı olan bu sözü reddetmektir. Siz bu hadisi alır tevil eder yorum katar kurana uyarlamaya çalışırsanız bu sizin bileceğiniz iştir. Biz bundan Allaha sığınıyoruz. Sorduğunuz soru üzerine; Kıyamet günü “Neden sırf kendi yorumunuza dayanarak, vahiy olması muhtemel olan bir şeyi hemen reddettiniz, oysa bunları buluşturmaya çalışabilirdiniz. Yapamadığınızda o zaman reddetseydiniz” denildiğinde vereceğimiz cevap elbette vardır. Vahiy olması muhtemel bir söz ile vahy olduğu kesin olan iki zıt söz karşımıza geldiğinde kat’i olanı muhtemel olana tercih edip, muhtemel olanı reddedeceğimiz ayan beyan ortadadır ve bu yüzdende hesaba çekilmeyeceğimize olan imanımız tamdır.

        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
        Dolayısıyla “Biz, bu hadis senin kitabına aykırı olduğu için reddettik başka amaç ve gayemiz yoktu” cevabıyla da kendinizi kurtarabileceğinizi zannetmeyin. Çünkü aykırılık Allah’ın kitabına değil, senin ondan çıkardığın yorumadır.” [/quote]

        Bu ifadenizi birde kendi yönetimiz için düşünün bakalım ne çıkacak ortaya; kurana aykırı hadis ile Allahın ayetini çakıştırdığınızda bulduğunuz ortak nokta Allahın murad ettiği dinmidir yoksa sizin uyarlamanız ve yorumunuzmudur ?

        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]Bismillahirrahmanirrahim

        Yine “Benim apaçık sözlerim ortada dururken, sözlerime aykırı olduğunu bildiğiniz halde sırf kendi akıl yürütmelerinize dayanarak bu hadisi neden benim dinime sokuşturdunuz” sözünüze binaen, yine bir yazınızda zamanın imamını tanıma hakkındaki hadise atıfla “İmamımız Kur’an’dır. Kur’an’la çözebiliriz problemlerimizi” mealindeki bir sözünüzden hareketle, size zahiri çok açık gözüken bazı ayetleri vereceğim. Siz lütfen herhangi bir akli yoruma gitmeden ve hiçbir hadisten istifade etmeden bunları bize açıklayın.

        1- "Peygamber, müminler için kendi nefislerinden daha evladır. O'nun hanımları da onların analarıdır. Akraba olanlar da (miras konusunda) Allah'ın kitabında birbirlerine, diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir maruf (uygun bir vasiyet) yapmanız müstesnâdır. Bu, kitapta yazılıdır." (Ahzap, 6)
        Bu ayette şimdi uygulanan hangi hükümden bahsediyor?

        2- "İçinizden hanımlarını geride bırakarak vefat edecek olanlar, eşleri için senesine kadar evlerinden çıkarılmaksızın kendilerine yetecek bir malı vasiyet etsinler. Bununla birlikte eğer kendileri çıkarlarsa, kendi haklarında yaptıkları meşru bir hareketten dolayı size bir sorumluluk yoktur. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Bakara, 240)
        Bu ayet şimdi uygulanan hangi hükümden bahsediyor?

        3- "Kadınlarınızdan zina edenlere karşı, içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar, şahitlik yaparlarsa, bu kadınları, ölüm alıp götürünceye kadar veya Allah onlara bir çıkış yolu açıncaya kadar evlerde hapsedin." (Nisâ,15)
        Şimdi bir İslam devleti hakim olsa, zina eden kadın için bu hüküm mü uygulanacak?

        4- "Allah seni affetsin (veya affetti); neden doğru söyleyenler sana belli oluncaya ve yalancıların kim olduğunu öğrenmeden onlara izin verdin?" (Tevbe, 43)
        Resulullah’ın, affı gerektiren işlediği günah veya suç neydi?

        5- "Böylece sana da biz kendi emrimizden bir ruh (Kur'an) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz..." (Şura, 52)
        Resulullah kendisine vahiy gelmeden, ya da en azından peygamber olmadan imansız biri miydi? Yani cahihiliye insanlarıyla aynı şeyleri mi paylaşıyordu? Cahili bir hayat mı yaşıyordu? Ayetin zahiri bu değil mi? Buna şu ayeti de eklerseniz, olay daha da açık hale gelir: "Seni dall (dalalette) bulup da hidayet etmedi mi?" (Duha, 7)

        6- "Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Tahrim, 1)
        Ayetin zahiri peygamberin, Allah’ın en az bir helalini haram kıldığını gösteriyor ve bundan dolayı kınıyor! Peygamber Allah’ın hangi helalini haram kılmıştı? Ayrıca Allah’ın helal kıldığı bir şeyi peygamber hangi hakla ve cüretle haram kılabiliyor? Böyle bir yetkisi var mı? Varsa neden kınanıyor?

        7- "Şüphesiz, Biz sana apaçık bir fetih verdik. * Öyle ki Allah, senin önceki ve sonraki günahlarını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltsin.” (Fetih, 1-2)
        Ayetin zahiri açık bir şekilde Peygamberin mağfiret edilen önceki ve sonraki günahlarından bahsediyor? Gerçekten peygamberin bu kadar günahı mı vardı? Yoktuysa neden ayet günahtan bahsediyor? Vaydıysa, o günahları neydi? Ayrıca bu kadar günahı olan nasıl masum oluyor?

        8- “(Yusuf) onların yükünü hazırladığı zaman maşrabayı kardeşinin yükü içine koydu! (Kafile hareket ettikten) sonra bir tellal: Ey kafile! Siz hırsızsınız! diye seslendi.” (Yusuf, 70)
        Ayetin zahiri Hz. Yusuf’un, işlenmemiş bir suçu işlemiş gibi gösterip, birilerini haksız yere suçladığını gösteriyor. Ayetin zahirinden hareketle masum bir Peygambere bu yakışır mı?

        9- “Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü: "Rabb'im budur" dedi. Yıldız batınca da: "Ben batanları sevmem" dedi. * Ay'ı doğarken gördü: "Rabb'im budur" dedi. O da batınca: "Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum" dedi. * Güneş'i doğarken görünce: "Rabb'im budur, bu hepsinden büyük" dedi. O da batınca dedi ki: "Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım." (En’am, 75-78)
        Ayetin zahiri Hz. İbrahim’in üç defa Rab olmayan şeylere “Bunlar benim Rabbimdir” dediğini, daha sonra vazgeçip sözünü değiştirdiğinden bahsediyor. Üstelik bunları söylediğinde bir peygamberdi! Zahiri alırsak nasıl çıkacağız bu işin içinden?

        10- “(Musa) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi. (Sonra da "Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır" dedi. * Dedi ki: "Rabbim, gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla." Böylece (Allah) onu bağışladı. Şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Kasas, 16-17)
        Ayetin zahiri Hz. Musa’nın bir adam öldürdüğünü ve bundan dolayı da nefsine zulmettiğini ve Allah’tan mağfiret dilediğini gösteriyor! Zahirin gösterdiği budur ki Hz. Musa haksız yere adamı öldürmüş ki nefsine zülmettiğini ve mağfirete muhtaç olduğunu itiraf ediyor. Şimdi zahire dayanarak çözün bakalım, nasıl çözeceksiniz?

        11- “Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadının ellerini kesin…” (Maide, 38) Ayetin zahiri hırsızlık yapan her kesin, kim olursa olsun ellerinin kesilmesi gerektiğinden bahsediyor. İster bir çuval altın çalsın, isterse bir ekmek! Sonra hırsızın ellerini neresinden kesmeliyiz? Parmaklardan mı, bilekten mi, dirsekten mi, omuzdan mı?

        Bunlar gibi daha yığınla örnek gösterebiliriz ki akıllıya işaret yeterlidir babından, bu kadarıyla yetiniyoruz. [/quote]

        Ben hakkaten sizin artık iyiniyetinizden şüphe etmeye başlıcam. Çünkü ya cidden beni anlamıyor, anlamak istenmiyor ya da sırf zanlarınızla hareket ediyosunuz. Ben bu sorularla neden muhatabım ? neden hiçbir hadise başvurmadan bu ayetleri açıklamaya mecbur tutuluyorum ? bu zorunluluğun ya da dayatmanızın karşılığı nedir? Defalarca ifade ettim yineliyorum; benim kuranın açıklayıcı hükmündeki hadislerle hiçbir problemim yok ve olamazda. Bizim konumuz bu değildiki zaten, kurana aykırı olan rivayetlerin inkarını yada kabulünü konuşuyoduk. Ama siz konuyu bambaşka bi alana çektiniz. Ne yapmaya çalışıyosunuz anlamıyorum. Heleki son cümlenizde “akıllıya işaret yeterlidir” tarzındaki yaklaşımınız yüzünden bana en başta hatırlatığınız “güzel söz söylemeki güzel karşılık vermek” anlamlarını içeren ayetler varya hani… onları maalesef size geri hatırlatmak zorunda kalacağım..


        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]Peygamberler konusunda yine benzer şeyleri tekrarlayıp durmuşsunuz. Peygamberlerin istisnasız her ketsen üstün olduğunu gösteren sadece bir tane ayet verin dedim. Göstermediniz. Verdiğim örneklere dokunmamışsınız bile.
        Hz. İbrahim’le ilgili, Hz. Yunus’la ilgili..
        Her neyse birkaç ayet daha verip bu konuyu kapatmak istiyorum:
        Hz. Adem’in ağaçtan yeme konusuna değindikten sonra buyuruyor ki: “Doğrusu bundan önce Âdem'le (bu ağaçtan yeme diye) ahitleştik (ona emrettik), fakat unuttu ve biz onda bir azim (bir kararlılık) bulmadık.” (Taha, 115)
        Diğer bir ayette ise şöyle buyuruyor: “Artık sen sabret; Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi…” (Ahkaf, 35) Şimdi eğer Rabbimiz kitabında bu farkı ortaya koyuyorsa, bunu dile getirmek suç mu oluyor? Ya da onlara saygısızlık mı etmiş oluyor? Ya da bu yarıştırma mı oluyor?
        Veya şöyle buyuruyor: “Unutma o peygamberlerden kesin sözlerini aldığımız vakti! Hele senden, Nuh, İbrahim, Musa, Meryem oğlu İsa'dan ki, onlardan ağır bir söz aldık.” (Ahzap, 7)
        Görüldüğü gibi, Peygamberlerin beşinden diğer bazısına nazaran daha galiz ahit alındığını beyan ediyor. Bunu söylemek yarıştırma mı oluyor?

        Peygamberler elbette risaletleri için gerekli olan standartlara hepsi sahiplerdi. Ve bu açıdan üzerlerine düşeni hakkıyla yerine getirmişlerdir. (Allah'ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun.) Bunda kimsenin şüphesi yok. Ama o standartların üstünde elbette derece farkları vardı. Olmasaydı o zaman birbirlerinden üstün olmalarının anlamı olmazdı ki. Aynı şeyi biz Ehlibeyt imamları hakkında da söylüyoruz. İmamet için gerekli standar özellikler hepsinde vardır. Ama bunun üzerinde başka açılardan elbette derece farkları vardır ve bu konuda Ehlibeyt’ten nakledilen bir çok hadis vardır.

        Bu farklıklar, Allah’ın lütfudur diyorsunuz, amenna ve saddakna.. Ama Allah’ın lütüfları hesapsız kitapsız, tombaladan çıkarır gibi değil.
        Her neyse bu konuyu bundan fazla uzatmanın bir anlamı yoktur. İki tarafın da meramı ortaya çıkmıştır…[/quote]

        Bu konuda da beni anlamamakta ısrar ediyosunuz. Bakın mesele tüm nebilerin eşit olduğumu yoksa bazılarının bazılarından üstün olduğumu meselesi değil, bu nebiler arasında kendi akıl yürütmelerimize dayanarak şu şundan daha üstündür diye kat’i deliller ortaya koyup koyamayacağımızdır. Eğer Allah bazı nebiler bazılarından üstün tutuyo ise bunu ancak ve ancak yine kendisi bilir. Kuranda nebilerin fazilet sıralaması hakkında bir ayet varda benmi bilmiyorum bunu ??

        Ben diyorumki bana bir tane ayet gösterinki ; şu nebide şu özellik var ama şu nebide bu yoktur dolayısıyla şu nebi şu nebiden üstündür… gösteremezsiniz… Allah böyle bir kıyas yapmaz. Bu bir nebiyi yücelteyim derken haşa diğer nebiyi alçaltmaktır. Allah şu nebiye şunu ihsan ettik der, şu nebiye şunu verdik der… ama asla ve asla şu nebiye bunu vermedik dolayısıyla diğerlerinden daha faziletsizdir demez ! sizin yaptığınız tam olarak budur işte.. nuhun eşi imansızdı, alinin eşi ise fatımadır dolayısıyla ali nuhtan üstündür demek apaçık şekilde nuh peygamberi küçük düşürmeye yönelik bi rivayettir. Bunları neden görmezden geliyo ve hala daha bana kurandan konuyla alakası olmayan ayetleri sunuyosunuz ? verdiğim örnekler hakkında neden tek kelime etmeyip sürekli farklı mecralarda dolaşıyosunuz anlamıyorum !

        Bu hadis sizin kaynaklarınızda geçiyomu ?? evet geçiyo.. siz bunu inkar ediyomusunuz? Hayır etmiyosunuz.. o zaman aynı yorumu ve kıyası neden resulullahın eşi içinde yapmıyosunuz ?

        Nuhun eşi imansızdı, alinin eşi fatıma idi diyerek ali ve nuh as hakkında kıyas yapan kişi pek ala, resulün eşi aişe idi, alinin eşi ise fatıma idi diyerek bu konudada kıyas yapar ve euzubillah ali muhammedden üstünde der ! sizin gibi taassub ehli olmadığına inanmak istediğim alim nasıl bu tehlikenin farkına varmaz ve bu rivayetleri sahiplenir inanın anlamakta güçlük çekiyorum. Evet bu kıyaslar yanlıştır insanları farklı algılamalara yöneltir demek bu kadar zormudur ? bunu demekten sizi alıkoyan nedir?


        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]Bismillahirrahmanirrahim

        Şimdi gelelim benim sorduğum sorulara verdiğiniz cevaplara

        İlk sorumuz şöyleydi: Siz imametin nassa dayandığına mı inanıyorsunuz, yoksa Ehli Sünnet gibi Şuraya mı, icmaa mı, seçime mi ya da neye?

        Ve siz demişsiniz ki:
        “Zeydiyye mektebinde imamet ne sizin inancınızda yer aldığı gibi Allah tarafından seçilen, nassa dayalı bir inançtır ne de ehli sünnet gibi seçime dayanır. Ehli sünnetin imamet anlayışını şura olarak sunmakta yanlıştır. Ehli sünnetin şura anlayışı 3-5 kişinin oldu bittiye getirme meselesidir. Bu hak olan bi şura sistemi değildir. İmam alinin içerisinde yer almayan bir şura hiçbir hüküm ifade etmez. Nitekim imam ali 3. halife seçiminde bizzat şuraya iştirak ederek şartlarını ortaya koymuş ve kabul görmeyince de şuradan çekilmiştir. İmam alinin benimsediği ve yer aldığı şura yöntemini ehli sünnet yöntemi olarak sunmak doğru bir yaklaşım değildir...”

        Her şeyden önce sabit bir prensip ortaya koymuş değilsiniz. Allah tarafından seçilmez, halk tarafından da seçilmez. Peki nedir o zaman sabit kuralınız? Şura mı? Şuranın Ehli Sünnet anlayışı olduğunu söylemek yanlıştır diyor, ardından şuranın bizzat Hz. Ali tarafından benimsendiğini iddia ediyorsunuz. [/quote]

        İmam alinin ilk halife olmaması ilk imam olmadığı anlamına gelmez. Makam açısından imam ali resulden sonra en efdal olan kişidir ve imamete en layık olan kişidir. Ancak birileri kendi aralarında yönetici seçti ise, halk buna tabi oldu ise, imam alide buna karşı çıkmamış ve kabullenmiş ise bizim diyeceğimiz hiçbirşey yoktur. Siz imamlıkla yöneticiliği aynı kefeye koyduğunuz için ortak noktayı bulmakta zorluk çekiyoruz. Örneğin size göre zamanın imamı mehdidir ve onunda yeryüzündeki temsilcisi hamaneydir. Peki İslam devrimi olmadan önce size göre zamanın imamı mehdi değimliydi? Yine mehdiydi.. ama yönetici kimdi şah rıza pehlevi idi.. şahın yönetici olması sizin anladığınız anlamda mehdinin imametine zarar verdimi?

        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]Bir taraftan Hz. Ali'nin vasi olduğunu söylemek, diğer taraftan şurayı benimsediğini söylemek açık bir çelişki değil mi? [/quote]

        Hayır bu çelişki değildir. Eğer bu çelişki ise o zaman sizinde şu anlayışınız çelişki olmaz mı? Hem diyosunuzki imam aliyi Allah seçti, hem de imam ali 3. şuraya katıldı ve şartlarını ortaya koydu.. kabul edilmeyincede geri çekildi..allahın seçtiği bir imam neden şuraya katılsın ve şartlarını koysun ? size göre imam tıpkı nebi gibi seçilen bir makamdır. Peki siz hiç şuraya katılan ve şartlarını sunan kabul edilmeyincede geri çekilen nebi duydunuzmu ?

        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]Zeydiyye’nin İmam olarak kabul ettiklerinin hangisi veya hangileri şurayla seçilmiştir?!
        Hz. Ali mi, Hz. Hasan mı, Hz. Hüseyin mi, İmam Zeynü’l-Abdin mi, Hz. Zeyd mi, ya da hangisi? [/quote]

        Ne ali ne hasan nede Hüseyin as şura ile seçilmemiştir. Onların adil bir şura olması halinde zaten seçilecekleri malumdur. Kim ben aliden hasandan ya da hüseyinden daha faziletliyim diye ortaya çıkabilir ? ha çıkanlar olmuşmu evet olmuş.. ama bunu itikadi bir problem olarak görüp tekfire varan boyutlarda ele almak aşırılıktır. Eğer birisi çıkıp ben aliden bu makama daha layığım diyosa o bunun doğru olup olmadığını hem bu dünyada sergilemeli hem de ahrette Allaha hesabını verebilmeli. Buna cüreti varsa diyeceğimiz yine bişi yoktur. Eğer ebubekir ömer zamanında islamın direkleri zarar görse idi ve bu kişiler sahip oldukları bu görevleri yerine getirmeseler idi imam ali şüphesiz bunlara karşı kıyam eder ve hesabını sorardı. Tıpkı Osmanın son dönemleri ve muaviye zamanında sabredemeyip kıyam ettiği gibi. Özetle; biz resulullahtan sonra bu makama en layık olanın imam ali olduğuna iman etmekle beraber, o nasılki diğerlerinden bazılarına karşı susmuş ve müdahalede bulunmamış ise bizde o kişilere karşı susuyoruz, o nasılki birilerine karşı susmamış ve mücadele etmiş ise bizde onlarla mücadele ediyoruz.



        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]Sonra imamları üç kısma bölüyorsunuz? Nebi İmamlar, vasi imamlar, müctehid imamlar..
        Pekala, bundan şunu mu anlamamız gerekir: “Bir kimse peygamber olur olmaz, aynı zamanda nebi de oluyor”, böyle mi?
        Cevap “evet” ise, o zaman Bakara suresinin 124. ayetinden, Hz. İbrahim’in uzun bir zaman nebi olduğu halde imam olmadığını anlıyoruz. Çünkü imtihanları tamamladığında “Seni imam kıldık” buyuruyor. İmtihan dönemlerinin hepsinde ise nebi olduğu kesindir. Kimse aksini söylememiştir. Ateşe atılma, eşini ve küçük yavrusunu ıssız bir çöle sahipsiz bırakma, oğlu İsmail’i kurban etmekle görevlendirilişi vs. hepsi bu dönemde olmuştur. Yoksa diğer peygamberlerin hepsi baştan imamdı da Hz. İbrahim bu genel kaideden müstesna mıydı? Öyle ise neden?

        Bakara suresindeki söz konusu ayeti alıp bunları resulden sonraki imamlara yormak sadece sizin hadislerden yararlanarak ulaştığınız kendi yorumunuz. Ayette anlatılan İbrahim peygamberin imameti ile vasi imamların imameti arasında uzaktan yakından ilgi yoktur. İbrahim peygamberin imameti sınanmakla, aşamalarla kaydedilen bi üst makamdır ancak sizin inandığınız imamet ise tıpkı nebilik gibi Allahın seçtiği kişilere verdiği bir makamdır. Vasi imamların hem kuranda hemde resulün diliyle atfediliği makam veliliktir.

        Vasi imamlara gelince, esasen vasinin görevleri nedir? Bildiğimiz halife mi, yoksa farklı bir makam mı?
        Sonra vasinin vasiliğini nasıl anlamalıyız? Acaba vasi, yani Resul’ün vasiyeti üzere imam olan mı?
        Cevap evet ise, Resul’ün bu vasiyeti yine Allah’ın emriyle mi oluyor? Yoksa kendi tasarrufu, ictihadı mı? [/quote]

        Halifelik sadece yöneticilikten ibarettir. Vasi imamlık ise Allahın dinini ve resulün sahih sünnetini yaşatmaktır. Bi nevi bayrağı devralmak ve İslam fidanının köklerini güçleştirmektir. Yoksa yeni hüküm koymak ya da Allah ve resulünün getirdiği hükmü değiştirmek gibi bir yetkisi yoktur. Resulullah bu vasi imamları bazen ismen söylemiş bazen vasfen tayin etmiş ve özellikleri hakkında ümmete ipuçları sunmuştur. Aslında bu da bi imtihandır.


        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]Acaba Resul’e itaat Allah’a itaat olduğu gibi, ona muhalefet de Allah’a muhalefet değil mi? Hayır diyemezsiniz çünkü hiçbir tevile yer bırakmayacak şekilde açık ayetler var? İşte onlardan sadece bir kaçı:
        “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisa, 80)

        “Ey iman edenler, Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. İşitip durduğunuz halde onun emirlerinden yüz çevirmeyin!” (Enfal, 20)

        “De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.” (Al-i İmran, 31)

        “Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne âsi olursa açık bir sapıklık etmiş olur.” (Ahzap, 36)

        Bu konuda muhalefet edenleri suçsuz ve mazur mu görüyorsunuz? Yoksa sadece İslam’ın maslahatı için susuyor musunuz? Yazdıklarınızda birinci seçeneği destekleyen cümleler de var, ikinci seçeneği destekleyen de?
        Sonra Hz. Ali’nin susmasından bahsediyorsunuz? Acaba bu suskunluk ta baştan mıydı? Yani hilafeti elinden alanlara karşı gülden ağır bir şey söylemedi. Buyurun hayırlı uğurlu olsun, Allah başarılar versin, devam edin deyip bir kenara mı çekildi mesela? Bunu Sünniler bile kabul etmiyor. Hz. Ali’nin 6 ay biat etmediğini onlar da kabul ediyorlar. Yine acaba bu suskunluk sonuna kadar devam mı etti? Hz. Ali ömrünün sonuna kadar bu hakkının elinden alınması için hiç sesini çıkarmadı mı? Hiç sitem etmedi mi? Hiç eleştirmedi mi?


        İmam ali sitem etmiş eleştirmiş olabilir ancak hiçbir müdahalede bulunmamıştır. Bunlar yapıcı eleştirilerdir uyarı mahiyetindedir. Ve zaman zaman ebubekir ve ömerinde imam alinin tavsiyelerinde uyduklarını görüyoruz. Bunda da islamın maslahatını gözetmiştir. Ebubekir ve ömerin islamın temel direkleriyle oynamamaları resulden aldıkları görevi imam ali kadar ehil olmasalar bile hakkınca yerine getirdikleri ve emanete ihanet etmedikleri için imam ali susmuştur. Ne zamanki osmanın son dönemleri ile beraber İslam emevilerin oyuncağı oldu işte orada imam ali dur demiş ve mücadeleye girişmiştir. Bizim bu noktada kabullenemediğimiz şey sizin imametin tıpkı nebilik gibi Allah tarafından seçilmir bir makam olarak sunmanız. Eğer böyle bir makam ise bu görevi hakkıyla elde edemediği ve süreci yönetemediği için haşa imam alide sorumlu olur. Siz hiçbir nebi gördünüzmü kendisine ittiba etmeyenlere karşı mücadele etmesin ya da davasından vazgeçsin? Nuh peygamberin tabilerinin sayısı bir elin parmaklarını geçmediği söylenir. Oysa o hiçbir zaman mücadeleden vazgeçmedi ve görevine sıkı sıkıya bağlanarak emanete sahip çıktı. Bunu asla başkalarına teslim etmedi taviz vermedi. Burada şu sonucu çıkarıyoruz imamet asla nübüvvet gibi Allah tarafından seçtiği insanlara verdiği bir yükümlülük değildir. Bu inanç en başta imam aliyi zan altında bırakır ki bundan Allaha sığınırız.


        Ayrıca vasi olanların başkalarıyla (müctehid imamlarla) farkı nedir? Sadece o makama Allah veya Resulü tarafından seçilmede mi? Bu fark tek başına onları müctehid imalardan ayırmaya yeterli mi? [/quote]

        Evet yeterlidir.

        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]Örneğin Hz. Ali, ümmeti yönlendirmek için gerekli olan bilgileri olduğu gibi Allah Resulü’nden almışsa, bunları anlama, tebliğ etme ve uygulamada hata yapma durumu da var mı? Eğer var diyorsanız, o zaman müctehid imamlardan farkları ne? Ne diye vasi tayin edilmişlerdir? Eğer yoksa, bu bizim dediğimiz masumiyet değil mi? O zaman neden bizim masumiyet inancımıza karşı çıkıyorsunuz? [/quote]

        Hata ile günahı birbirine karıştırmamak lazım. Hatayı nebilerde yapabilir. Ama bu hatanın mahiyeti henüz vahy ile ona bildirilmediği için bu onlar için günah değildir. İmam alininde hata yapma olasılığı vardır yapmıştır yapmamıştır orası tartışılır. Ama asla günah işlememiştir. Bu ise Allah tarafından kendisine verilen bir masumiyet yani lütf değil kendi takvasının sonucudur.



        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]Yine Zeydiyye açısından imam olması gereken kimsenin şartlarını sormuştum. Diğer bazı şartlarla birlikte Al-i Resül’den olması, kendine davet etmesi şartlarını da yazmışsınız. Gerçi kendine davetin kıyam-ı bis-seyf (kılıçla kıyam) şeklinde olmasını ifade eden tabirler de kaynaklarda zikredilmiştir ki zannedersen sizin de maksadınız budur.
        Özellikle bu iki şarttan hareketle şu soruların cevabını merak ediyorum:
        İlk üç halife Al-i Resul’den miydi? Değillerse (ki değiller), o zaman o makama haksız yere oturdukları sunucu çıkmaz mı?
        Eğer kıyam-ı bis-seyf imam olmak için gerekli ise, acaba bu, durum ne olursa olsun geçerli mi?
        Eğer cevap evet ise, neden vasi olan İmam Hz. Ali ilk üç halifeye karşı kıyam etmedi, oysa hilafeti kendi hakkı olarak görüyordu? [/quote]

        Kıyam şartı islamın direklerinin sarsıldığı zamanlarda yapılır. İmamlık benim hakkımdı nasıl benim yerime geçersin diye yapılan bi güç mücadelesinden bahsetmiyorum. Bu müslümanı müslümana kırdırmaktan başka bişey değildir ve fitnedir. Yukarıdada bahsettim. Ebubekir ve ömer dönemlerinde islamın temel direkleriyle oynanmamıştır, bazı bidatler sokulmuş ancak bunlar düzeltilebilecek telafisi olan şeylerdir nitekim imam ali bunları sonradan düzeltmiştir. Ama muaviye dönemi sonrası durum böyle değildir. Muaviye ile ebubekir dönemini kıyaslayıp ikisi arasında fark yok gibi sunmak insafsızlık olur.

        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]Neden vasi imam Hz. Hasan Muaviye'ye karşı sonuna kadar direnmedi ve hilafetten feragat etti? [/quote]

        İmam hasan muaviyeye kıyam etmiş ama başarılı olamamıştır çünkü etrafındakiler onu yalnız bırakmış tabiri caizse bikaç dinara satmıştır. İmam hasanla muaviye arasındaki anlaşma resulullah ile Mekkeli müşrikler arasındaki anlaşmaya benzer.

        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]Neden imam olarak kabul ettiğiniz Hz. Zeyd'in babası İmam Zeynü'l-Abidin (a.s) Emevilere karşı kıyam etmedi? Bu şarta haiz olmadıkları halde nasıl imam olabiliyorlar? Onlar buna dahil değil, Hz. Zeyd’den sonrakiler için bu geçerlidir mi diyorsunuz? Eğer öyle ise bunu neye dayandırıyorsunuz? İmamlar arasındaki bu ayrımın sırrı nedir? Vasilik mi? Eğer bu ise İmam Zeynü’l-Abidin de vasi değildi. Onu neden kıyam etmediği halde imam olarak görüyorsunuz? [/quote]

        Zeydiyye mektebinde sadece çok az kişinin mensup olduğu bir görüş vardırki onlar zeynelabidini kerbela vakasından ötürü vasi imam olarak görürler, çoğunluğun görüşü imam hüseyinden sonra imameti imam zeydin devraldığıdır.

        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]Esasen İmam Bakırla, babası İmam Zeynü’l-Abidin’in farkı nedir? Neden birisi sadece bir alim, diğeri imam? [/quote]

        Bizim açımızdan fark nettir ve basittir. Müslümanlara her türlü zulmün reva görüldüğü bir ortamda imam zeydin emevi halifesi hişama kıyam ederek zulm ateşini söndürmek istemesi ve bu uğurda tıpkı dedesi Hüseyin gibi şehid olması, Muhammed bakırın ise bu esnada evinde oturmayı tercih etmesi, kardeşine dahi yardım etmekten geri durmasıdır. peki sizin açınızdan imam zeydle Muhammed bakırın farkı nedir? Neden sizin imam silsilenizde neden zeyd yer almaz ?



        Yorum


          #34
          Ynt: IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER

          Bismillahirrahmanirrahim

          Selamun aleykum


          Önce şunu belirteyim ki biraz hayal kırıklığı yaşadım maalesef. Ben bir hafta gibi bir süre bekleyişin ardından siz değerli kardeşimden ortaya konulan hususlar ve sorulan sorular hakkında detaylı ve doyurucu cevaplar beklerken, maalesef umduğumu bulamadım. Birçok bölüme birkaç cümleyle değinip çoğu bölümleri es geçmişsiniz. Sorduğum soruların çoğuna cevap vermemiş veya yuvarlak cevaplarla yetinmişsiniz. Herhalükarda biz de umduğumuzu değil, bulduğumuzu ganimet sayarak yazılanlar üzerinde durmaya çalışacağız ve cevabını almadığımız soruları tekrar hatırlatıp cevap bekleyeceğiz.


          [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
          Muhterem kardeşim, forumdaki yazışmalarınızdaki üslubunuz hakkında söylediklerim bir kardeş nasihatiydi. Siz benim bunlardan alacak bir öğüdüm yoktur. Ben pir u pakım diyorsanız, ya da sizin haddinize değil bana nasihatte bulunmak diyorsanız, bir mesele kalmaz. Her kes kendi hesabını Rabbine kendisi verecektir. Ayarıca yapılanlar, söylenenler, tavır ve üsluplar her kesin gözünün önünde cereyan ediyor. Elbette insanlar bakıp değerlendirmelerini yapıyorlar… Dolayısıyla bundan ötesi bizi ilgilendirmez. [/quote]

          [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
          Ben uyarılarınızdan ya da sizin deyiminizle nasihatinizden rahatsız olmuş değilim. Aksine bu uyarıların kuranın diliyle yöneltilmesinden dolayı bunlara ittiba etmek her müminin boynunun borcudur. Ancak benim sorguladığım ve eleştirdiğim nokta şu ana dek gerek şahsıma karşı gerek sizinle aynı itikadı paylaşmayan, aynı kaynaklara ya da kişilere tabi olmayan diğer kişilere karşı forumunuzda yöneltilen hakaretler ve küfürlere sessiz kalışınızdır. Siz her ne kadar ben forum sahibi değilim diğerlerine karşıda velayetim söz konusu değildir desenizde isnaaşeriyenin sizin gibi alimlere bağlılıkta geldiği nokta bellidir ortadadır. Bir sözünüzle diğer biçok kişinin yaptıramayacağı şeyleri yaptırmaya muktedirsiniz. Bir örnek veriyim. Foruma “tüm israilin soyuna lanet okunan” bir şiir eklendi. Günlerce uğraştım bu yazıyı buradan kaldırın. Kasıtlı olmasada, farkında olmasanızda bu şiir ile israiloğulları soyundan olan nebilerede lanet okuyosunuz dedim, ayetlerden örnekler sundum. Ne yaptılar ? hakaret ettiler, yasak verdiler susturdular, sen karışma dediler… sonunda dayanamadım konuyu size açtım ve dedimki bu şiir hakkında ne düşünüyosunuz.. siz de yazdınızki bu şiir sakıncalıdır. Anında silindi… bunun adına taassup diyin, alimlere olan ittibada katılık diyin ne derseniz diyin..ben allahın ayetlerini sunmama rağmen o şiirin kaldırılmasında başarılı olamadım ama sizin 2 cümleniz buna yeterli oldu. ben de bu açıdan nacizane size eleştirimi sunuyorum ve diyorumki forumdaki tutumunuz sadece soruları cevaplayıp forumdan ayrılmak ve hiçbişeye karışmak olmamalı. Bi hata gördüğünüzde bi yanlış gördüğünüzde mensularınızı uyarıp onları bundan beri tutmalısınız çünkü siz beklide bu forumda sözü en fazla dinlenen ve en fazla saygı duyulan kişisiniz. İmam hamaney diyoki “ehlisünnetin mukaddesatına hakaret etmek haramdır” … şimdi forumda dolaşsam hemen hemen her başlık altında bu haramı işleyen mensuplarınızın sözlerini bulurum. Sadece ehlisünnete karşıda değil.. zeydiyye mezhebinin itikadının emeviler tarafından yazıldığını iddia eden hadsiz forum yöneticileride çıktı.. bunlar görmemiş ya da görmek istememiş olabilirsiniz bilemiyorum. Benim kastettiğim bunlardır yoksa sizin şahsınızla alakalı bir sorun değil. [/quote]

          Cevap: Öyle zannediyorum ki bu konuda gerekli açıklamayı önceki yazıda yazdım. Onları görmemiş gibi benzer şeyleri tekrarlamanızı gereksiz görüyorum. Allah şahittir bu forumun ne kurucusuyum, ne sahibiyim, ne de hiçbir şeyi. Zaten şunun şurasında bir yıla yakındır foruma girdiğimi de belirttim. Bu müddet içerisinde de forumda kendime ayrılan bölümle ilgilenmenin dışında nadir zamanlar hariç, diğer bölümlerle ilgilenme fırsatım olmuyor. Dediğiniz gibi belki taşıdığım sıfata binaen bazen yaptığım uyarılar dikkate alınmıştır veya alınıyor. Zaten ben de eğer bir yerde hata gördüğüm bir şeyle karşılaşırsam, uyarmayı kendime bir görev biliyorum. Ama değerli kardeşim, ben foruma bekçilik yapamam ki. Buna ne zamanım var, ne de böyle bir görevim var. Benim kendime acizane bir sürü işim gücüm var. Dönüp dönüp aynı şeyler gündeme getirerek beni de sorumlu tutmanıza gerçekten bir anlam veremiyorum.

          Her neyse ümid ediyorum ki bu açıklamalardan sonra tekrar bu konuyu gündeme getirip, zaman kaybına ve abesle iştigale vesile olmazsınız. Zaten yazsanız da bundan fazla verecek cevabım yoktur…

          [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
          Gelelim konuyla ilgili yazdıklarınıza….

          Diyorsunuz ki: Öncelikle bir ayetle diğer ayetin çelişkili gibi görünmesi ile ayetin hadislerle çelişkili gibi görünmesi aynı açıdan ele alınamaz. Çünkü Allahın ayetlerine karşı şek şüphe yoktur. Hadislere iman konusu ise zan üzeredir. Her hadisin sahih olma ihtimali olduğu kadar her hadisin uydurulma ihtimalide vardır. Ama ayetlerde uydurulma söz konusu olmadığı için kat’ilik açısından birlikte değerlendirilemez. Bu açıdan tefsir ilmi, yorum ilmi ayetler için geçerlidir ancak gerek zahiri gerek içerdiği anlam yönünden kurana aykırı bir hadis ile karşılaşılır ise bunun ne yorumuna ne teviline başvurulmadan reddedilir. Çünkü bu metod kuranı hadislere uydurmak gibi çok tehlikeli boyutlara götürür insanı…..

          Muhterem kardeşim, İslam alimlerinin (Şia’sıyla Sünnisyle) müştereken kabul ettikleri bir prensip var. O da şudur ki “Kur’an katiyyus-sudurdur, Zanniyyud-delale, hadis ise zaniyyus-sudurdur kat’iyyudelale.” Yani Kur’an’ın Allah kelamı olduğunda hiçbir şüphe yoktur, ancak ayetlerden çıkarılan anlamlar birçok zaman zannidir. Yani her yerde her kes kesinkes Allah’ın muradı budur diyemiyor, diyemez. Eğer öyle olsaydı, bu kdar farklı tefsirler ortaya çıkmazdı. Ümmet arasında hiç kimse birbiriyle ihtilaf etmezdi. Çünkü her kesin elinde Kur’an var ve her kes Kur’an’ın Allah kelamı olduğunda müttefiktir. Oysa öyle olmadığını hepimiz biliyoruz, görüyoruz.

          Ama hadislerin birçoğunun (mütevatir olmayanların) Resul’den sadır olduğu kesin değildir. Ama çoğunun anlamı açıktır. Bu yüzden Hz. Ali (a.s) İbn-i Abbas'a buyurdu ki: "Haricilerle Kur'an'la tartışma; çünkü Kur'an'ın farklı yorumlara müsait bir yapısı vardır. (sen ne desen onlara başka türlü yormaya çalışacaklardır.) Onlarla kat'i ve açık sünnetle tartış."

          Bu yüzden bir hadisi Kur’an’la kıyaslarken, haşa sadır olup olmama açısından kıyas yapmıyoruz. Ayete getirilen mana açısından kıyaslıyoruz. Yani bir kimse Kur’an’ın bir ayetine bir yorum getiriyor. Bir diğeri de diyor ki senin getirdiğin o yorumu, biz filan hadisten de yardım alarak kabul etmiyoruz. O ayette söylenmek istenen o değildir, şudur.. Dolayısıyla adamın kalkıp “Nasıl olur da siz bunu söylersiniz, bu Kur’an’a muhalefettir, zanni olan bir şeyi, kati olan bir şeye tercih etmektir” demesi yersizdir. Zira burada tercih edilen, hadisin yardımıyla ayete getirilen bir başka yorumdur. Bir kimsenin kendi kıt aklı ve kıt ilmiyle ayete getirdiği yorum, muteber oluyor ve yadırganmıyor da bir diğerinin Resul’ün ve onun ilim ve irfanının varisi olan Ehlibeytinin açıklamalarına dayanarak, ya da onlardan ilham alarak ayete getirdiği yorum neden yadırganıyor, itibarsız addediliyor?!

          Hatta eğer o konuda hadis olmasa bile, kendi birikimi ve akli değerlendirmeleriyle ayete başkalarınınkinden farklı bir yorum getiriyorsa, bu neden yadırganıyor? Onun aklıyla getirdiği yorumun doğruluğuna dair yeni bir vahiy mi gelmiş ki ötekisininki ondan yoksun sayılsın. Yorumsa yorumdur, onunki de bununki de. İsteyen onu tercih eder, isteyen de bunu, hesabını da kendisi verir. O halde sırf bu açıdan bakılsa bile birinin kalkıp da diğerini “Kur’an’a muhalefetle suçlaması” gerçekçi olabilir mi, insafa uyar mı? [/quote]

          [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
          Hem biçok yazınızda diyosunuzki hadislerinde tıpkı ayetler gibi muhkemi müteşabihi vardır, hem de diyosunuzki ayetlerden çıkarılan anlamlar zannidir ama hadislerden çıkarılan anlamlar açıktır. Bakın ben sizin hadislere karşı olan tutumunuzu hala anlamış değilim. Bu forumda “bizim imamlarımızın hadislerinin anlaşılması zordur” diye bile başlık açıldı. Sırf Allahın kitabına muhalefet eden hadisleri aklamak için.. ki konumuzda buydu zaten. Kurana zahiri açıdan aykırı görünen hadisleri redmi edeceğiz yoksa onları akıl yürüterek kuranamı uydurmaya çalışacağız..[/quote]

          Değerli kardeşim, yazdıklarım yukarıda duruyor. Ama maalesef cümlelere gereği gibi dikkat etmiyorsunuz. Bakın kullandığım cümle aynen şöyledir: “Yani Kur’an’ın Allah kelamı olduğunda hiçbir şüphe yoktur, ancak ayetlerden çıkarılan anlamlar birçok zaman zannidir…” “Ama hadislerin birçoğunun (mütevatir olmayanların) Resul’den sadır olduğu kesin değildir. Ama çoğunun anlamı açıktır…”

          Gördüğünüz gibi genelleme yapmamışım. Her iki tarafta da çoğunlukla böyledir demişim. Dolayısıyla Kur’an ayetlerinden çıkan kesin manalarla, hadislerden çıkan kesin manaları birbiriyle kıyaslarsak elbette hadislerin anlamlarının açıklığıyla, ayetlerin anlamlarının açıklığı kıyas götürmeyecek boyutlardadır. Dediğim gibi bu görüş sadece Şiaya has bir görüş de değildir. Usul-i Fıkıh alimlerinin ortak görüşüdür.

          [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
          Ben diyorumki kurana aykırı görünen hadisleri hiçbir şekilde değerlendirmeye almaksızın reddederim. Siz diyosunuzki hayır reddetmeyiz onu yorumlarız ve kurana uydururuz. Ee nerde kaldı akıl yürütmeye olan karşıtlığınız? Hem biz böyle yaparız diyosunuz hem de yaptığınız şeyi eleştirip hadisler zaten açıktır böyle yapılmaz diyosunuz.

          Kuran anlaşılmaz diyip hadislere başvuruyosunuz, hadisler eğer kurana aykırı gibi görünüyosa biz onu kurana uyduracak şekilde yorumlarız diyosunuz, hadisler hem açıktır hem kapalıdır diyosunuz…sonrada akıl yürütme yapmayız kuranı hadislerle anlarız diyosunuz. Subhanallah.. bu tavşanın suyunun suyunun suyu meselesine döndü.
          [/quote]

          Önceki açıklamalarımla, yukarıdaki açıklamalar dikkate alınırsa, anlaşılmayacak bir durum söz konusu değildir. Hem ben ne zaman akıl yürütmeyiz demişim? Akıl yürütmeyen kimse hadisle ayet arasını nasıl buluşturacak? Benim dediğim şudur: Başkaları salt akıllarıyla bir ayetin zahirinden bir anlamı çıkarıyor ve bunu muteber sayıyorsa, bir diğeri akl-i kül olan ve vahiy kaynağından beslenen Resul ve onun varislerinin açıklamalarından da yardım alarak ayete farklı bir anlam, farlı bir yorum yüklüyorsa, bu niye yadırganıyor? Hatta hadisleri, bir tarafa bıraksak bile, birisi kalkıp “Sen neden, farklı bir yorum getiriyorsun?” deme hakkına sahip mi? Her kes bir başkasının anladığını ayetten anlamaya mecbur mu? Eğer mecbur olsaydı, neden bu kadar tefsirler çıkmış ortaya? Aynı ayete bazen onlarca farklı yorum sunulmuştur. Az buçuk tefsirlerle haşir neşir olan bunu bilir. Bir mevla ve veli kelimesine 30’a yakın anlam verilmiştir. Dolayısıyla bu anlamları dikkate alarak, her kes farklı yorumlar getirmiştir ayetlere. Kevser suresindeki “Kevser” kelimesine 35 tane, (evet yanlış duymadınız, tam 35 tane) anlam zikredilmiştir!

          Maide 67. ayette “Ey Resul, sana indirileni tebliğ et…” cümlesinde beyan edilen “tebliğ konusu”nun ne olduğu hususunda10’dan fazla görüş ileri sürülmüştür. Aynı şekilde Maide 3. ayetteki "Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim" cümlelerindeki “BU GÜN”den maksadın hangi gün olduğu, yine kafirlerin umutsuzluğa düşmelerine, dinin kemale ermesine, nimetin tamamlanmasına, İslam’ın bir olarak Allah’ın rızasına mazhar olmasına vesile olan şey, vesilen olay ve hakikatin ne olduğunu konusunda da yığınla farklı farklı şeyler söylenmiştir. Aslında benim önceki yazıda sadece örnek olarak sunduğum ve sizden açıklama istediğim ve sizin anlam veremediğim dediğiniz ayetlerin esprisi buydu. O ayetlerin hatta zahiri anlamları hakkında bile yığınla farklı farklı görüşler, yorumlar ve tefsirler ortaya konmuştur. Şunu göstermek istiyordum ki öyle zannettiğiniz gibi ayetler her yerde açık değil. Açık olduğu zannedilen ayetlerde bile bir sürü farklı görüşler ve yorumlar vardır. Ben biliyordum ki iki şıktan hariç değil: Siz ya bu ayetleri zahirini ayetin muradı olarak sunacaksınız, ya da zahirinden anlaşılan anlamdan farklı bir yorum getireceksiniz. Her iki durumda da sizin iddialarınızın aksi bir durum ortaya çıkacaktır. İnşallah yeri geldiğinde bunu daha çok açacağım ki ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın.

          Bakın yanlış anlaşılmasın, ben her kesin ayetten her anladığı doğrudur demek istemiyorum. Benim demek istediğim şudur ki birçok zaman ayetin zahiri farklı yorumlara açıktır. Hz. Ali’nin (a.s) tabiriyle “Hammalun zu vucuh.” Yani Kur’an çeşitli şekillerde yorumlanmaya müsait bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla burada yapılacak şey sen niye öyle anladın, deme yerine, senin o anladığın şu şu delillere binaen yanlıştır deyip bunu ispata çalışmaktır. Yoksa sırf “Kati Kur’an’a sen nasıl akli yorumla, ya da hadisler yoluyla muhalefet edersin” demek ne realiteye uyar, nede inandırıcı olur.

          [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
          Tabi bunu biz, karşı tarafın mantığından hareketle söylüyoruz. Yoksa biz Kur’an’ın nihai ve kesin görüşleri hakkında yegane merciin Resul ve Ehlibeyti olduğu kanaatindeyiz. Çünkü bunu bize her şeyden önce Kur’an söylüyor. Kur’an Resulullah’ı ayetlerin mübeyyini (açıklayıcısı) olarak tanıtıyor. (Nahl, 44) Hemen beyan tebliğdir, diyebilirsiniz (bir çoklarının dediği gibi). Oysa bu ikisi tamamen fark şeylerdir. Tebliğ indirileni eksiksiz ulaştırmaktır. Beyan ise ulaştırılanı, muhataplara anlayacakları şekilde izah etmek, muradi ilahi ortaya koymaktır. Yine insanların ihtilaf ettiği konularda ihtilafı gideren merciin Resulullah olduğunu beyan ediyor. (Nahl, 64) [/quote]

          [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
          Bakın öncelikle sanki ben resulün açıklamalarını reddediyomuşum, kuran bana yeter kuran haricindeki hiçbir sözü kabul etmiyorum demişim gibi tavrınızdan vazgeçin. Bu zannınız adil değildir. Bugüne kadar benim bir tek sözümü gösteremezsinizki ben sadece kuran diyeyim resulün sözlerine kulak asmayayım… kurana aykırı olan hadislerinizi reddettiğim için beni sanki hadis düşmanı gibi sunmanız insaflı bi yaklaşım değildir. Bende tıpkı sizin gibi kuranın pratiğinin resulullah tarafından ashabına ve ehlibeytine öğretilediğinin onlar tarafındanda bize aktarıldığına iman ediyorum. Ama bu demek değildirki kurana aykırı olan hadisleride acaba resul demişmidir zannıyla yorum yaparak kabul edeyim ?? ihtiyacım yok böyle bişeye.. siz sırf kaynaklarınızın yara almaması, ravilerinizin zedelenmemesi için böyle bir yola başvuruyo olabilirsiniz. Ama biz bu yöntemden Allaha sığınıyoruz. [/quote]

          Bakın değerli kardeşim, aslında adil olmayan zan, sizin bu su-i zannınızdır. Benim hiçbir yerde öyle bir sözüm veya açıklamam olmadı. İçimde de sizin hakkınızda öyle bir zannım yok. Sizi hadis düşmanı olarak falan gördüğüm yoktur. Bütün bu söylediklerim, sizin bizim hadislerden ilham alarak ayetlere getirdiğimiz yorumları “Kati olan Kur’an’a ve Kur’an’ın apaçık ortaya koyduklarına nasıl olur da zanni hadislerle muhalefet edersiniz?” sözünüze cevap vermek ve bunun tutarsız olduğunu ispat etmektir. Diyoruz ki “Kur’an’ın muradı bir yerde gerçekten açık olursa, buna ancak inatçı bir kafir muhalefet eder. Biz kendimizi bundan beri görüyoruz. Bizim yaptığımız şey söz konusu ayet veya ayetlere hem aklımızdan yararlanarak, hem de hadislerden ilham alarak farklı bir yorum getiriyoruz. Bu da bizim hakkımız. Sen veya başkaları bizim yerimize akledecek değilsiniz ya. Nasıl ki biz sizin yerinize bunu yapacak durumda değiliz.

          Ama aslına bakarsan, asıl su-i zan eden, hatta su-i zandan öte açıkça bizi itham eden sizsiniz. Bakın aynen yukarıdaki sözünüzü buraya da kopyalıyorum: “Siz sırf kaynaklarınızın yara almaması, ravilerinizin zedelenmemesi için böyle bir yola başvuruyo olabilirsiniz.” Yukarıda yaptığımız genel açıklamalardan hareketle bir çıkarım yapıp, hemen bizi adil davranmamak, insaflı olmamakla suçlayan birisinin, kalkıp böyle bir suçlamayı başkasına yöneltmesinin, ne kadar adalet ve insafa sığdığını okuyucuların ve bizzat kendinizin insaf ve vicdanına bırakıyorum.

          İslam mezhepleri arasında hadise Şia’dan daha eleştirisel bir gözle bakan yoktur. Şia hiçbir alimin hiçbir kitabına veya kaynağına yüzde yüz garanti vermez. Her zaman onları tahkik ve eleştiri açık görür. Şia ulemasının eserlerinden haberdar olan bunları bilir de sizin bileceğinizi zannetmiyorum. Dolayısıyla da yukarıdaki korkunç ve fütursuzca ithamınızı husn-i zan ederek bu bilgisizliğinize bağlıyorum. Şia alimleri ister çeşitli konularda yazdıkları eserlerinde, yüzlerce rivayetin zayıf ve uydurma olduğunu tespit edip açık bir şekilde ortaya koymuşlardır. isterse bu konuda yazdıkları müstakil eserlerde yığınla rivayetin zayıf ve uydurma olduğunu delilleriyle birlikte deklare etmişlerdir. Merhum allame bir ansiklopedisi olarak Biharü’l-Envar kitabını hadisler kaybolmasın diye yazdıktan sonra, Miratü’l-Ukul isminde 26 ciltlik dev eser yazarak, kitapta hadislerin hangisinin sahih ve güvenilir, hangisinin zayıf olduğunu teker teker belirlemiştir.

          Merhum Allame Şeyh Muhammed Taki Tüsteri üç kalın ciltte yazdığı “El-Ahbarü’d-Dahile” isimli kitabında adından da belli olduğu gibi “sokuşturma-uydurulma” hadisleri tespit edip kitabın almıştır.

          Merhum Muhammed Rıza İbnu Abdullatif Tebrizi “Eş-Şifa Fi Ahbar-i Al-il Mustafa” isimli dev eserinde yine aynı şeyi yapmıştır. Vs…
          Yine Rical ilminde kitaplar yazan büyük alimlerimiz, hadislerin ravilerini teker teker ele alarak hangisinin güvenilir, hangisinin güvenilemeyeceğini, ya da yalancı, sahtekar vs. olduğunu beyan etmişlerdir.

          Bu konuda bir sürü eserin ismini verebilirim.

          1- Şeyh Tusi’nin Fihrist’i
          2- İbn-i Nedim’in Fihrist’i..
          3- Erdebili’nin Camiü’r-Ruvat’ı…
          4- Keşşi’nin Rical’i…
          4- Necaşi’nin Rical’i..
          5- Tüsteri’nin Kamusu’r-Rical’i..
          7- Ve bilahare Ayetullah Hoi’nin 27 ciltlik dev eseri…


          Kaynaklarının veya ravilerinin yara almamasını isteyen ve bunun için haşa Kur’an’a aykırı gördüğü hadisleri bile tevil edip kabul etme çabası içinde olanlar bütün bunları ne diye yapar?! Bunu sizin akıl ve vicdanınız kabul ediyor mu?

          Sonra önüne geleni, kaynaklarında olan her hadisi istisnasız kabul etme çabası içinde olan bir mezhep ve alimleri ne diye hadisleri, SAHİH, HASAN SİKA VE ZAYIF olarak dört kısma bölmüş olsun? Buna gerek var mıydı?

          Gerçekten bir küçük kardeşiniz olarak size bundan sonra bu kadar ihtiyatsız ve pervasız ithamlara gitmekten sakındırıyorum. Bu arada birileri de kalkıp size Zeydiyye’nin eserleri hakkında “Beni Ümeyye” uydurması gibi laflar da söylemişlerse, bunu da şiddetle kınıyorum. Rabbim hepimizin ayağını hata ve sürçmelerden muhafaza buyursun inşaallah…

          [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
          Öte yandan Allah’ın Resulü “Kur’an ve Ehlibeyti” yan yana koyarak ümmette emanet etmiş ve “Onlara sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz, onlar Kevser havzu başında bana varıncaya kadar birbirinden asla ayrılmazlar, bakın benden sonra onlara nasıl davranacaksınız” buyurmuştur.

          Allah Resulü (s.a.a) ümmetin bütün fırkalarının müştereken kabul ettiği bu mütevatir hadisinde ümmetin dalaletten, yanlıştan korunma garantisi olarak Kur’an’la birlikte Ehlibeyt’i göstermiş ve onlara sarılmayı ve onları birbirinden ayırmamayı öğütlemiştir. Allah aşkına Kur’an’la Ehlibeyt’in ayrılmazlığı neyi ifade ediyor? Sonra Ehlibeyt’e filan şeyde sarılın, filan şeyde sarılmayın diye bir ayrım yapılmış mı? Yapılmamışsa, demek ki yanlışa, dalalete, ihtilafa vesile olacak her şeyde merci Ehlibeyt’tir. Kur’an’ın Ehlibeyt’in yanına koyulup ayrılmazlığına vurgu yapılması da açık bir şekilde, “Kur’an’ı nasıl Resulullah’ın zamanında onun açıklamalarıyla öğreniyor ve ihtilaf ettiğiniz hususları çözüyorduysanız, Resulullah’tan sonra da Ehlibeyt’le çözmeniz gerekiyor” demek değil mi? En azından biz böyle anlıyoruz. [/quote]

          [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
          Bizde bu bahsettiklerinizi şu şekilde anlıyoruz. Kuran temel esasları itikadi konuları içerir. Bu temel esasların pratiğini ise resulullah en güzel örnek olarak uygulamış ve ashabına ehlibeytine yol göstermiştir. Bizlerde en güzel örnek olan resulullahın uygulamalarına ulaşmak için en sağlam yolun ehlibeyt olduğuna iman ediyoruz. Bu konuya neden geldik onuda anlamış değilim. Ortada hadisleri inkar eden yok, kuran bize yeter diyen yok, resulü ehlibeyti bir kenara atalım herkes kafasına göre kuranı anlasın uygulasın diyen yok..neden buraya getirdiniz konuyu ne amaçlıyosunuz onuda anlamış değilim. sağlıklı bi iletişim kurmak için diğer mensuplarınızın bana yaptığı iftira olan “mealci” zannınızdan sıyrılmanızı ümid ediyorum. [/quote]

          İnanın ben de sizin hala niye buna geldik demenizi anlamış değilim. Muhterem mesele Kur’an hadis meselesi değil mi? Siz bizim hadislere dayanarak Kur’an’a yorum getirmemize, itiraz etmiyor musunuz? Bizim olursa, hadisle Kur’an arasını makul bir yorumda buluşturma çabamıza itiraz etmiyor musunuz? Biz de diyoruz ki Ehlibeyt’in hadisleri deyip geçmeyin. Onların sözlerini herhangi birisinin sözleri gibi algılamayın. Onların sözlerine baş vurarak yanılgılardan, sapmalardan korunmayı ümmete topyekun öğütleyen, ümmetin müştereken kabul ettiği Sekaleyn hadisiyle bizzat Allah’ın Reslü’dür. Dolayısıyla eğer Kur’an’ın zahiriyle (bakın zahiri diyorum) yada daha isabetli bir tabirle sizin Kur’an’ın zahirinden anladığınız bir manayla çeliştiğini gördüğünüzde, bir çırpıda atın gitsin, uydurmadır gibi söz ve tavrınızı en basit tabiriyle ihtiyatsızlık olarak görüyoruz. Önce bir düşün, ikisini birleştirecek bir yorum mümkünse, onu yapmaya çalış. Hiçbir şekilde yapamadın bunu, o zaman ayetin zahirini al, hadisi bırak bir kenara. Bunda yanlış olan, ihtiyata aykırı olan nedir ki? En kötü ihtimal sizin bu buluşturma çabanızın gerçekle örtüşmediğinin daha sonra anlaşılması değil mi? Sizin salt aklınızla ayetten çıkardığınız yorumda bu risk daha yüksektir. Çünkü siz, biz ve bizim gibiler, normal bir beşeriz. Hata yapma, yanlış anlama ihtimalimiz daha fazladır. Ama onlar Allah Resulü’nün hatadan beri olduklarını garanti ettiği kimselerdir. Yoksa “Onlara sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz” demesinin bir anlamı olur muydu? Dolayısıyla öncekinde bir kereyse, burada en az iki defa düşünmeniz gerekmez mi? Hadi siz yapmıyorsanız, buna kendi tabirinizle gerek görmüyorsanız, bari sırf bu kaygıyla bunu yapan kimseyi de kalkıp Kur’an’a muhalefetle suçlamayın.

          ”sağlıklı bi iletişim kurmak için diğer mensuplarınızın bana yaptığı iftira olan “mealci” zannınızdan sıyrılmanızı ümid ediyorum” sözünüz de yine maalesef yukarıdaki kendi su-i zannınızın bir ürünüdür. Benim öyle bir zannım asla yoktur. Ama o mukaddimeleri neden kurduğumu da biraz önce açıkladım. Dolayısıyla bu açıklamalardan sonra asıl sizin bu zandan bir an önce sıyrılmanızı ve durup durup aynı şeyi tekrarlamamanızı ümid ediyorum.

          [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
          Dolayısıyla ayetle hadisi buluşturmaya çalıştığımızda sizin zannettiğinizin aksine zanniyi alıp, kat’iyi bırakma diye bir şey yoktur ki kıyamette bunun hesabı sorulsun. Ayet yerindedir, kimsenin de reddettiği yoktur. Yapılan şey iki zanni olan manayı, yani ayetin zahirinden çıkan bir manayla hadisten çıkan manayı buluşturmaya çalışmaktır. Olursa olur, olmazsa ayetin suduru kat’i olduğu için, suduru zanni olan hadise tercih edilir.
          Ama bir de sizin yaptığınıza bakarsak, sadece ayetin zahirinden anlaşılan bir manaya (yani kendi çıkarımınıza) dayanarak Resül’den gelen bir açıklama, yani gayri Kur’ani bir vahiy olduğu muhtemel olan şeyi reddetme ihtimali vardır ki birleştirici bir yorum çabası içine girmeden re’sen reddettiğinizde, Kıyamet günü “Neden sırf kendi yorumunuza dayanarak, vahiy olması muhtemel olan bir şeyi hemen reddettiniz, oysa bunları buluşturmaya çalışabilirdiniz. Yapamadığınızda o zaman reddetseydiniz” denildiğinde mantıklı bir cevabınız olacak mı?” Evet, vardır diyorsanız, buyurun devam edin. Yolunuz açık olsun… [/quote]

          [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
          Bizim birbirine zıt olan ayetlerle hadisleri buluşturup ortak bi anlam çıkarma gibi bir çabamız hiç olmadı ve olmazda. Kuranı açıklamaya yönelik , pratiğine yönelik, aykırılık içermeyen bir hadis başımızın üzerinedir. Ama sırf kuranı açıklayacak diye kurana aykırı olan hadisleride anlamaya çalışmak ve o hadisler üzerine kafa yormaya ihtiyaç duymuyoruz ve gördüğümüz anda reddediyoruz. İtikadımızı ihtimaller üzerine kurmuyoruz. Acaba kurana aykırı olan bu hadisi resulullah söylemişmidir söylememişmidir diye kendimizi sorgulama ihtiyacıda hissetmiyoruz. Çünkü şuna kesinlikle iman ediyoruzki resulullah asla kurana aykırı söz söylemez. Kurana aykırı olan bir söz varsa ortada bu resulullah adına uydurulan bir sözdür. Örneğin kuranda kimse ecelini erteleyemez diyo ise, sizin hadislerinizde ise “imamlar ecellerini erteleyebilir” diyo ise bizim burada takındığımız tavır kurana aykırı olan bu sözü reddetmektir. Siz bu hadisi alır tevil eder yorum katar kurana uyarlamaya çalışırsanız bu sizin bileceğiniz iştir. Biz bundan Allaha sığınıyoruz. Sorduğunuz soru üzerine; Kıyamet günü “Neden sırf kendi yorumunuza dayanarak, vahiy olması muhtemel olan bir şeyi hemen reddettiniz, oysa bunları buluşturmaya çalışabilirdiniz. Yapamadığınızda o zaman reddetseydiniz” denildiğinde vereceğimiz cevap elbette vardır. Vahiy olması muhtemel bir söz ile vahy olduğu kesin olan iki zıt söz karşımıza geldiğinde kat’i olanı muhtemel olana tercih edip, muhtemel olanı reddedeceğimiz ayan beyan ortadadır ve bu yüzdende hesaba çekilmeyeceğimize olan imanımız tamdır.[/quote]

          Yine dönüp dolaşıp aynı yere gelmenize “birbirine zıt olan ayetlerle hadisler” demenize şaşırmamak elde değil. Kim bu ikisini zıt olarak gördüğü halde böyle bir girişim içine girerse, bu ancak inatçı bir zındık olur. Bunu kaç kere tekrarlamam yetecek acaba?! Zıt olan ayetle hadis değil, sizin, benim veya bir başkasının ayetten anladığıdır. Bizim ayetten anladığımızın yüzde yüz doğru olduğunu sağlayacak garanti nedir acaba? Açıklamanız için verdiğim ayetlerin içinde, zahiri bizzat sizin bu yazılar içinde ortaya koyduğunuz bazı hususlara ters düşecek anlamlar var? Bakalım orda da bunu bu katiyetle söyleyebilecek misin? Sabredin yeri gelsin inşallah söyleyeceğim. Bu minvalde yazdığınız diğer şeylerin de bu yazdıklarımdan cevabı bellidir.
          sizin hadislerinizde ise “imamlar ecellerini erteleyebilir” diyor ise bizim burada takındığımız tavır kurana aykırı olan bu sözü reddetmektir.

          Evvela bizim hadislerimizde İmamlar ecellerini erteleyebilir diye bir tabir yoktur. Var olan şey şudur: Onlar ecellerinin zamanı bilirler; Allah tarafından seçimde muhayyerdirler.”

          İkinci şıkta Kur’an’ın hatta zahirine dahi ters düşecek bir durum söz konusu değil. Hiçbir ayette “Allah kimseyi muhtar bırakmaz” diye bir tabir yoktur. Ama gözden kaçan şey şudur ki onlar asla, Allah’ın razı olduğu şeyden başkasını seçmezler. Peki, o zaman neden serbest bırakılıyorlar? Bunun sırrını aşağıda açıklayacağım inşallah.

          Birinci şıkka gelince, burada Kur’an’a aykırı olabileceği düşünülen şey, onların ecellerinin ne zaman olduğunu bilmeleridir. Bunu gayb ilmiyle alakalı değerlendirmek lazım. Evet, birçok ayette açık bir şekilde “Allah’tan gayrı kimse gaybı bilmez, ecelini de bilmez, nerde öleceğini bilmez” buyuruyor.
          O zaman söz konusu hadis bu ayetlere aykırı mı? Biliyorum siz hemen elbette diyeceksiniz. Ama biraz sabredin abkalım bunu sonuna kdar diyebilecek misiniz?

          Bakın değerli kardeşim, eğer siz bunu bir çelişki olarak addederseniz, aynı çelişki bizzat Kur’an ayetlerinde de vardır. Birkaç ayette “gaybı ancak Allah bilir”, “Gaybın anahtarları Allah indindedir” buyururken, diğer bazı ayetlerde “istisnalardan bahsediyor. Mesela şöyle buyuruyor: ““Gaybı bilendir O. Gayb konusunda hiç kimseyi haberdar etmez; ancak razı olduğu Resul hariç...” (Cin, 26-27)

          Veya Hz. İsa’nın İsrailoğulları’na “Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber verebilirim…” dediğinden bahsediyor. (Al-i İmran, 49)
          Veya Hz. Hızır’ın Hz. Musa’ya gelecekle ilgili verdiği gaybi bilgiler.. (Kehf, 60-82) ve…

          Peki, bu ayetler arsındaki çelişkiyi çözmenin yolu nedir? Yolu şudur ki gaybı müstakil ve zati olarak bilen sadece ve sadece Allah’tır. Birinci kısım ayetler buna işaret eder. Ama Allah’ın iradesi, izni ve inayetiyle elbette başkaları da onun bildirdiği ölçüde gaybı bilirler. İkinci tür ayetler de buna işaret eder. Dolayısıyla kimse ecelini, ya da nerede öleceğini bilmez denildiğinde, yani Allah’tan bağımsız olarak kimse buna muktedir değildir. Ama eğer Allah bir kimseye ne zaman öleceğini bildirse, bunda ayete ters düşecek bir durum elbette söz konusu değildir. İmamlar hakkında söylenen de bundan ibarettir.
          Elbette bunun benzeri bizde olduğu gibi Ehl-i Sünnet kaynaklarında da Resulullah hakkında nakledilmiş ve Azrail (a.s) Resulullah’tan Allah’ın emrini uygulamak için izin istemekte ve “Ey Ahmed, Allah beni sana gönderdi ve emrettiği her şeyde sana itaat etmemi emretti. Canını almamı emredersen, bunu yapacağım, almamamı emredersen onu yapacağım” dedi…” (Tabakat-ı İbn-i Sa’d, c.2, s.48)

          Diğer hususa, yani Resulullah ve imamlara seçme hakkının verildiği, ama onların Hakk’ın rızasından başka bir şeyi seçmedikleri konusuna gelince, burada “Madem onlar bu yetki ve ihtiyardan yararlanmıyorlardı, bunun ne anlamı vardı? Hikmeti neydi?” diye sorulabilir.

          Bunun açılımını şöyle yapabiliriz: Allah’ın salih ve veli kulları, manevi seyr u sülukta, öyle bir tekâmül noktasına erişiyorlar ki iradeleri hakkın iradesinde fani oluyor. Allah’ın istediği şeyin dışında bir şeyi istemez oluyorlar. Farklı bir şeyi isteyebilme imkânları olmasına rağmen istemezler. Ölüm konusu da buna dahildir. Allah-u Teala onları ölümle yaşamak arasında muhayyer bırakmasına rağmen hakka kavuşmak onlar için her şeyden daha lezzetli olduğu için ölümü tercih ederler. Çünkü âşık için maşukun vuslatından güzel bir şey tasavvur edilemez. Esasen bu bile onların makam ve faziletlerinin ortaya çıkması için bir vesiledir. Ölüme mecbur olan bir kimseyle severek ve seçerek ölüme gitmek arasındaki farkı anlatmaya bile gerek yoktur. Yukarıda Resulullah hakkında naklettiğimiz hadis bunu en güzel şekilde ortaya koymaktadır.

          Gördüğünüz gibi zorla ayete uyarlama diye bir şey söz konu değildir. Eğer buna zorlama derseniz, o zaman ayetlerin de arasında devam eden bir çelişkinin olduğunu ya kabul edeceksiniz, ya da bu zahiri çelişkiyi gidermeye de zorlama demelisin.

          [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
          Dolayısıyla “Biz, bu hadis senin kitabına aykırı olduğu için reddettik başka amaç ve gayemiz yoktu” cevabıyla da kendinizi kurtarabileceğinizi zannetmeyin. Çünkü aykırılık Allah’ın kitabına değil, senin ondan çıkardığın yorumadır.” [/quote]

          [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
          Bu ifadenizi birde kendi yönetimiz için düşünün bakalım ne çıkacak ortaya; kurana aykırı hadis ile Allahın ayetini çakıştırdığınızda bulduğunuz ortak nokta Allahın murad ettiği dinmidir yoksa sizin uyarlamanız ve yorumunuzmudur ?[/quote]

          Yukarıda kaç defa tekrarlanan ve defaaten cevapladığımız şeyin yeniden tekrarı olduğu için cevaba gerek yoktur.

          Devam edecektir inşaalalh…

          Yorum


            #35
            Ynt: IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER

            Bismillahirrahmanirrahim

            Selamun aleykum


            Zorunlu bir seferden dolayı, cevaplar birkaç gün gecikti. Kaldığımız yerden devam ediyorum:

            [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106673#msg106673 date=1286281745]
            Bismillahirrahmanirrahim

            Yine “Benim apaçık sözlerim ortada dururken, sözlerime aykırı olduğunu bildiğiniz halde sırf kendi akıl yürütmelerinize dayanarak bu hadisi neden benim dinime sokuşturdunuz” sözünüze binaen, yine bir yazınızda zamanın imamını tanıma hakkındaki hadise atıfla “İmamımız Kur’an’dır. Kur’an’la çözebiliriz problemlerimizi” mealindeki bir sözünüzden hareketle, size zahiri çok açık gözüken bazı ayetleri vereceğim. Siz lütfen herhangi bir akli yoruma gitmeden ve hiçbir hadisten istifade etmeden bunları bize açıklayın.

            1- "Peygamber, müminler için kendi nefislerinden daha evladır. O'nun hanımları da onların analarıdır. Akraba olanlar da (miras konusunda) Allah'ın kitabında birbirlerine, diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir maruf (uygun bir vasiyet) yapmanız müstesnâdır. Bu, kitapta yazılıdır." (Ahzap, 6)
            Bu ayette şimdi uygulanan hangi hükümden bahsediyor?

            2- "İçinizden hanımlarını geride bırakarak vefat edecek olanlar, eşleri için senesine kadar evlerinden çıkarılmaksızın kendilerine yetecek bir malı vasiyet etsinler. Bununla birlikte eğer kendileri çıkarlarsa, kendi haklarında yaptıkları meşru bir hareketten dolayı size bir sorumluluk yoktur. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Bakara, 240)
            Bu ayet şimdi uygulanan hangi hükümden bahsediyor?

            3- "Kadınlarınızdan zina edenlere karşı, içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar, şahitlik yaparlarsa, bu kadınları, ölüm alıp götürünceye kadar veya Allah onlara bir çıkış yolu açıncaya kadar evlerde hapsedin." (Nisâ,15)
            Şimdi bir İslam devleti hakim olsa, zina eden kadın için bu hüküm mü uygulanacak?

            4- "Allah seni affetsin (veya affetti); neden doğru söyleyenler sana belli oluncaya ve yalancıların kim olduğunu öğrenmeden onlara izin verdin?" (Tevbe, 43)
            Resulullah’ın, affı gerektiren işlediği günah veya suç neydi?

            5- "Böylece sana da biz kendi emrimizden bir ruh (Kur'an) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz..." (Şura, 52)
            Resulullah kendisine vahiy gelmeden, ya da en azından peygamber olmadan imansız biri miydi? Yani cahihiliye insanlarıyla aynı şeyleri mi paylaşıyordu? Cahili bir hayat mı yaşıyordu? Ayetin zahiri bu değil mi? Buna şu ayeti de eklerseniz, olay daha da açık hale gelir: "Seni dall (dalalette) bulup da hidayet etmedi mi?" (Duha, 7)

            6- "Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Tahrim, 1)
            Ayetin zahiri peygamberin, Allah’ın en az bir helalini haram kıldığını gösteriyor ve bundan dolayı kınıyor! Peygamber Allah’ın hangi helalini haram kılmıştı? Ayrıca Allah’ın helal kıldığı bir şeyi peygamber hangi hakla ve cüretle haram kılabiliyor? Böyle bir yetkisi var mı? Varsa neden kınanıyor?

            7- "Şüphesiz, Biz sana apaçık bir fetih verdik. * Öyle ki Allah, senin önceki ve sonraki günahlarını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltsin.” (Fetih, 1-2)
            Ayetin zahiri açık bir şekilde Peygamberin mağfiret edilen önceki ve sonraki günahlarından bahsediyor? Gerçekten peygamberin bu kadar günahı mı vardı? Yoktuysa neden ayet günahtan bahsediyor? Vaydıysa, o günahları neydi? Ayrıca bu kadar günahı olan nasıl masum oluyor?

            8- “(Yusuf) onların yükünü hazırladığı zaman maşrabayı kardeşinin yükü içine koydu! (Kafile hareket ettikten) sonra bir tellal: Ey kafile! Siz hırsızsınız! diye seslendi.” (Yusuf, 70)
            Ayetin zahiri Hz. Yusuf’un, işlenmemiş bir suçu işlemiş gibi gösterip, birilerini haksız yere suçladığını gösteriyor. Ayetin zahirinden hareketle masum bir Peygambere bu yakışır mı?

            9- “Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü: "Rabb'im budur" dedi. Yıldız batınca da: "Ben batanları sevmem" dedi. * Ay'ı doğarken gördü: "Rabb'im budur" dedi. O da batınca: "Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum" dedi. * Güneş'i doğarken görünce: "Rabb'im budur, bu hepsinden büyük" dedi. O da batınca dedi ki: "Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım." (En’am, 75-78)
            Ayetin zahiri Hz. İbrahim’in üç defa Rab olmayan şeylere “Bunlar benim Rabbimdir” dediğini, daha sonra vazgeçip sözünü değiştirdiğinden bahsediyor. Üstelik bunları söylediğinde bir peygamberdi! Zahiri alırsak nasıl çıkacağız bu işin içinden?

            10- “(Musa) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi. (Sonra da "Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır" dedi. * Dedi ki: "Rabbim, gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla." Böylece (Allah) onu bağışladı. Şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Kasas, 16-17)
            Ayetin zahiri Hz. Musa’nın bir adam öldürdüğünü ve bundan dolayı da nefsine zulmettiğini ve Allah’tan mağfiret dilediğini gösteriyor! Zahirin gösterdiği budur ki Hz. Musa haksız yere adamı öldürmüş ki nefsine zülmettiğini ve mağfirete muhtaç olduğunu itiraf ediyor. Şimdi zahire dayanarak çözün bakalım, nasıl çözeceksiniz?

            11- “Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadının ellerini kesin…” (Maide, 38) Ayetin zahiri hırsızlık yapan her kesin, kim olursa olsun ellerinin kesilmesi gerektiğinden bahsediyor. İster bir çuval altın çalsın, isterse bir ekmek! Sonra hırsızın ellerini neresinden kesmeliyiz? Parmaklardan mı, bilekten mi, dirsekten mi, omuzdan mı?

            Bunlar gibi daha yığınla örnek gösterebiliriz ki akıllıya işaret yeterlidir babından, bu kadarıyla yetiniyoruz. [/quote]

            [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
            Ben hakkaten sizin artık iyiniyetinizden şüphe etmeye başlıcam. Çünkü ya cidden beni anlamıyor, anlamak istenmiyor ya da sırf zanlarınızla hareket ediyosunuz. Ben bu sorularla neden muhatabım? neden hiçbir hadise başvurmadan bu ayetleri açıklamaya mecbur tutuluyorum? bu zorunluluğun ya da dayatmanızın karşılığı nedir? Defalarca ifade ettim yineliyorum; benim kuranın açıklayıcı hükmündeki hadislerle hiçbir problemim yok ve olamazda. Bizim konumuz bu değildiki zaten, kurana aykırı olan rivayetlerin inkarını yada kabulünü konuşuyoduk. Ama siz konuyu bambaşka bi alana çektiniz. Ne yapmaya çalışıyosunuz anlamıyorum. Heleki son cümlenizde “akıllıya işaret yeterlidir” tarzındaki yaklaşımınız yüzünden bana en başta hatırlatığınız “güzel söz söylemeki güzel karşılık vermek” anlamlarını içeren ayetler varya hani… onları maalesef size geri hatırlatmak zorunda kalacağım.. [/quote]

            Sondan başlayım isterseniz. Sizin maalesef bize karşı içinizde barındırdığınız şüpheci tavır, maalesef bazen en masum cümlelerden dahi olumsuz bir anlam çıkarmaya ve başkalarını sakındırdığınız su-i zanlara, bu şekilde rahat rahat sürüklenmenize vesile oluyor. Bakın “akıllıya işaret yeterlidir” cümlesinden ben neyi kastetmişim, siz neye yormuşsunuz. Benim o cümlem, aslında sizin için bir övgüdür. Yani sizi akıllı, incelikten anlayan birisi addederek, sözü bundan fazla uzatmama gerek yoktur. Bu yazdıklarımdan muradımı anlarsınız demek istemişim. Fakat maalesef tam tersi bir şeye yormuşsunuz ki ben böyle bir anlamı kastetmekten kendimi beri görüyorum. Ama siz yine de ısrarla yok o değil de budur derseniz, kendiniz bilirsiniz…

            Dolayısıyla böyle bir cümleden dahi farklı bir anlam çıkarmaya yeltenebiliyorsanız, artık benim diğer konularda da iyi niyet taşıyıp taşımamam konusunda çok daha rahat hüküm vermenize şaşırmam doğrusu…

            Dolayısıyla sizin benim nasıl bir niyet taşıdığım konusundaki hükmünüzü sizin kendi vicdanınıza bırakıp konunun özüne geçiyorum.

            Niye bu ayetleri açıklamanız için size yazdım? Sizin zannettiğiniz gibi bunun sizi hadis düşmanı falan görmekle bir alakası yoktur ki zaten böyle bir zannımın da olmadığını önce vurgulamıştım.

            Sebebi aslında bellidir. Bu ayetlerin zahiri anlamları çok açıktır. Şimdi siz bunları açıklarken, ayetlerin sadece zahiri anlamlarıyla yetinirseniz, bu sizin de kabulünüz olan bir takım hüküm ve ilkelere ters düşecektir. Eğer zahirini kabul etmez ve bunu bazı akli yorumlarla, ya da bazı hadislere dayanarak zahirinden farklı bir anlama yorarsanız, o zaman da bizim yaptığımızın aynısını yapmış olacaksınız. Oysa bunu yaptığımızdan dolayı bizi suçluyor ve “Kaynaklarımızı, ravilerimizi kurtarmak, aklayıp paklamak pahasına Kur’an’ın kati hükmüne muhalefet etmek”le itham ediyorsunuz!!

            Aslında yukarıdaki yersiz şüphe ve kuruntulara kapılmadan, en azından ilmi bir talep ve çalışma olarak addedip, ayetlere doğru bildiğiniz şekilde bir yorum getirseydiniz, şimdi onların üzerinden ne demek istediğimiz daha iyi izah ederdim. Ama maalesef bunu yapmadığınız için, ben sizin yerinize bunu yapma mecburiyetinde kalacağım.

            Bakın değerli kardeşim, verdiğim ayetlerin hepsinin üzerinde durmam uzun sürer. Örnek olarak bunlardan bir kaçını sadece muradımı izah etmek için gündeme alıp gerisini sizin kendi izahınıza bırakacağım. Tabi eğer lütfedip bunu yaparsanız… Yapmasanız da yine kendiniz bilirsiniz..

            Önce bir hatayı düzeltmek istiyorum. Birinci ayet olarak verdiğim, ayette maalesef bir karışıklık nedeniyle yanlışlık yapmışım. Başka bir ayet yerine bu ayeti vermişim. Dolayısıyla o ayeti yok sayın.

            "Kadınlarınızdan zina edenlere karşı, içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar, şahitlik yaparlarsa, bu kadınları, ölüm alıp götürünceye kadar veya Allah onlara bir çıkış yolu açıncaya kadar evlerde hapsedin." (Nisâ,15)

            Gördüğünüz gibi bu ayetin zahirindeki açık hüküm, zina yapan kadınların, zina yaptığı sabit olduktan sonra ölüm anına kadar bir evde hapsedilmesini emrediyor. Oysa hepimiz biliyoruz ki zina yapan kadınlar için ya recm (evli olursa), veya kırbaç hükmü vardır. Şimdi bu ayetin zahirini ne yapacağız? Burada hadislerden yardım alarak bu ayetin zahiri hükmü diğer ayetlerin hükmüyle kaldırılmıştır dersek (ki öyledir), bize ettiğiniz itiraz aynen sizin için geçerli olmaz mı? “Nasıl olur da ayetin açık hükmü ortada dururken, zanni hadislerle onun hükmünün kaldırıldığını söylersiniz?” diye itiraz edilirse, verecek cevabınızı var mı? Siz buna ne cevap verirseniz, bizim de sizin itirazınıza cevabımız aynıdır.

            Aşağıda aynı hedefi takip eden birkaç ayeti birlikte veriyorum:

            "Allah seni affetsin (veya affetti); neden doğru söyleyenler sana belli oluncaya ve yalancıların kim olduğunu öğrenmeden onlara izin verdin?" (Tevbe, 43)

            Resulullah’ın, affı gerektiren işlediği günah veya suç neydi?

            "Böylece sana da biz kendi emrimizden bir ruh (Kur'an) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz..." (Şura, 52)

            Resulullah kendisine vahiy gelmeden, ya da en azından peygamber olmadan imansız biri miydi? Yani cahihiliye insanlarıyla aynı şeyleri mi paylaşıyordu? Cahili bir hayat mı yaşıyordu? Ayetin zahiri bu değil mi? Buna şu ayeti de eklerseniz, olay daha da açık hale gelir: "Seni dall (dalalette) bulup da hidayet etmedi mi?" (Duha, 7)

            "Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Tahrim, 1)

            Ayetin zahiri peygamberin, Allah’ın en az bir helalini haram kıldığını gösteriyor ve bundan dolayı kınıyor! Peygamber Allah’ın hangi helalini haram kılmıştı? Ayrıca Allah’ın helal kıldığı bir şeyi peygamber hangi hakla ve cüretle haram kılabiliyor? Böyle bir yetkisi var mı? Varsa neden kınanıyor?

            "Şüphesiz, Biz sana apaçık bir fetih verdik. * Öyle ki Allah, senin önceki ve sonraki günahlarını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltsin.” (Fetih, 1-2)

            Ayetin zahiri açık bir şekilde Peygamberin mağfiret edilen önceki ve sonraki günahlarından bahsediyor? Gerçekten peygamberin bu kadar günahı mı vardı? Yoktuysa neden ayet günahtan bahsediyor? Vaydıysa, o günahları neydi? Ayrıca bu kadar günahı olan nasıl masum oluyor?

            Bakın muhterem kardeşim, bu ayetlerin zahirinin çok açık ve net olduğunda herhalde kimse şüphe etmez. Bu ayetlerin zahirinde Allah Resulü’nün masumiyetiyle, ister günahtan masumiyet olarak alın, isterse hatadan masumiyet, her ikisine de açıktan ters düşen ifadeler vardır. Açıkça günahtan, bahsediyor, af ve mağfiretten bahsediyor. Kınama şeklinde ifadeler vardır. Bunlar masumiyetle bağdaşıyor mu? Oysa siz de diğer bir sorunun cevabında açık bir şekilde Peygamberlerin en azından günahtan masum olduklarını yazmıştınız. Bir de Resulullah’ın risalet öncesiyle alakalı, ayetler vardı ki onlarda iman ve kitabın ne olduğunu bilmediğini, Duha suresindeki ayetin zahiri ise, Resulullah’ın dall olduğunu ifade ediyordu. Risalet öncesi Resulullah’ın konumu hakkında ne düşündüğünüzü bilmediğim için onları geçiyorum.
            Ama diğer ayetler risalet sonrası olduğu için ve bu konudaki görüşünüzü ifade ettiğiniz için onları sorabilirim. Şimdi siz bu ayetlerin açık ve net olan zahirini kabul ederseniz, kendi inancınıza ters bir şeyi (peygamberin günahtan masum olmadığını) kabul etmiş olursunuz. Eğer zahirini bırakıp da akli yorumlarla, ya da bazı hadislerden istifadeyle ayetlere farklı bir yorum getirirseniz, tıpkı bizim yaptığımızı yapmış olursunuz. Allah aşkına nedir o zaman sizinkiyle bizimkinin arasındaki fark?!

            Diğer bazı peygamberler hakkında verdiğim ayetlerin zahiriyle ilgili durum da bundan farklı değildir.
            İşte gördüğünüz gibi bu ayetlerin sizden yorumunu istemem, yersiz, ya da sizin tabirinizle herhangi bir art niyetten kaynaklanmıyordu. Sizin bizim yaptıklarımıza verdiğiniz tepkiye karşı, aynı üslupla karşılık verme amacını taşıyordu.


            [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106689#msg106689 date=1286288492]
            Peygamberler konusunda yine benzer şeyleri tekrarlayıp durmuşsunuz. Peygamberlerin istisnasız her ketsen üstün olduğunu gösteren sadece bir tane ayet verin dedim. Göstermediniz. Verdiğim örneklere dokunmamışsınız bile.
            Hz. İbrahim’le ilgili, Hz. Yunus’la ilgili..

            Her neyse birkaç ayet daha verip bu konuyu kapatmak istiyorum:

            Hz. Adem’in ağaçtan yeme konusuna değindikten sonra buyuruyor ki: “Doğrusu bundan önce Âdem'le (bu ağaçtan yeme diye) ahitleştik (ona emrettik), fakat unuttu ve biz onda bir azim (bir kararlılık) bulmadık.” (Taha, 115)

            Diğer bir ayette ise şöyle buyuruyor: “Artık sen sabret; Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi…” (Ahkaf, 35) Şimdi eğer Rabbimiz kitabında bu farkı ortaya koyuyorsa, bunu dile getirmek suç mu oluyor? Ya da onlara saygısızlık mı etmiş oluyor? Ya da bu yarıştırma mı oluyor?

            Veya şöyle buyuruyor: “Unutma o peygamberlerden kesin sözlerini aldığımız vakti! Hele senden, Nuh, İbrahim, Musa, Meryem oğlu İsa'dan ki, onlardan ağır bir söz aldık.” (Ahzap, 7)

            Görüldüğü gibi, Peygamberlerin beşinden diğer bazısına nazaran daha galiz ahit alındığını beyan ediyor. Bunu söylemek yarıştırma mı oluyor?

            Peygamberler elbette risaletleri için gerekli olan standartlara hepsi sahiplerdi. Ve bu açıdan üzerlerine düşeni hakkıyla yerine getirmişlerdir. (Allah'ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun.) Bunda kimsenin şüphesi yok. Ama o standartların üstünde elbette derece farkları vardı. Olmasaydı o zaman birbirlerinden üstün olmalarının anlamı olmazdı ki. Aynı şeyi biz Ehlibeyt imamları hakkında da söylüyoruz. İmamet için gerekli standar özellikler hepsinde vardır. Ama bunun üzerinde başka açılardan elbette derece farkları vardır ve bu konuda Ehlibeyt’ten nakledilen bir çok hadis vardır.

            Bu farklıklar, Allah’ın lütfudur diyorsunuz, amenna ve saddakna.. Ama Allah’ın lütüfları hesapsız kitapsız, tombaladan çıkarır gibi değil.

            Her neyse bu konuyu bundan fazla uzatmanın bir anlamı yoktur. İki tarafın da meramı ortaya çıkmıştır…[/quote]

            [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
            Bu konuda da beni anlamamakta ısrar ediyosunuz. Bakın mesele tüm nebilerin eşit olduğumu yoksa bazılarının bazılarından üstün olduğumu meselesi değil, bu nebiler arasında kendi akıl yürütmelerimize dayanarak şu şundan daha üstündür diye kat’i deliller ortaya koyup koyamayacağımızdır. Eğer Allah bazı nebiler bazılarından üstün tutuyo ise bunu ancak ve ancak yine kendisi bilir. Kuranda nebilerin fazilet sıralaması hakkında bir ayet varda benmi bilmiyorum bunu ??

            Ben diyorumki bana bir tane ayet gösterinki ; şu nebide şu özellik var ama şu nebide bu yoktur dolayısıyla şu nebi şu nebiden üstündür… gösteremezsiniz… Allah böyle bir kıyas yapmaz. Bu bir nebiyi yücelteyim derken haşa diğer nebiyi alçaltmaktır. Allah şu nebiye şunu ihsan ettik der, şu nebiye şunu verdik der… ama asla ve asla şu nebiye bunu vermedik dolayısıyla diğerlerinden daha faziletsizdir demez ! sizin yaptığınız tam olarak budur işte.. nuhun eşi imansızdı, alinin eşi ise fatımadır dolayısıyla ali nuhtan üstündür demek apaçık şekilde nuh peygamberi küçük düşürmeye yönelik bi rivayettir. Bunları neden görmezden geliyo ve hala daha bana kurandan konuyla alakası olmayan ayetleri sunuyosunuz ? verdiğim örnekler hakkında neden tek kelime etmeyip sürekli farklı mecralarda dolaşıyosunuz anlamıyorum!

            Bu hadis sizin kaynaklarınızda geçiyomu?? evet geçiyor.. siz bunu inkar ediyor musunuz? Hayır etmiyorsunuz.. o zaman aynı yorumu ve kıyası neden resulullahın eşi için de yapmıyosunuz?

            Nuhun eşi imansızdı, alinin eşi fatıma idi diyerek ali ve nuh as hakkında kıyas yapan kişi pek ala, resulün eşi aişe idi, alinin eşi ise fatıma idi diyerek bu konudada kıyas yapar ve euzubillah ali muhammedden üstünde der ! sizin gibi taassub ehli olmadığına inanmak istediğim alim nasıl bu tehlikenin farkına varmaz ve bu rivayetleri sahiplenir inanın anlamakta güçlük çekiyorum. Evet bu kıyaslar yanlıştır insanları farklı algılamalara yöneltir demek bu kadar zor mudur? bunu demekten sizi alıkoyan nedir?
            [/quote]

            Bu konunun gereksiz yere uzadığının farkındayım. Yukarıda şöyle bir tabir kullanmıştınız: “Hala beni anlamamakta ısrar ediyorsunuz diye.” Bu sözün hangimiz hakkında geçerli olup olmadığını ben en iyisi okuyucuya bırakıp, inşallah bu sefer anlaşılırım, umuduyla bir iki cümle daha yazıp geçmek istiyorum.

            Muhterem kardeşim,

            Şu hususlarda en azından mutabıkız:

            1- Peygamberlerin hepsi istisnasız risaletlerini ilgilendiren konularda standart özelliklere sahiplerdi. O konularda asla yanlış yapmamış, hiçbir eksikliğe sahip değillerdir.

            2- Peygamberlerin bazısı bazısından üstün kılınmıştır. Ayetin ifadesiyle.


            Peki fark nerede? Fark şurada: Siz diyorsunuz ki bu üstünlüğü bizim bilmemiz imkânsızdır. Bunu ancak Allah bilir. Ben de diyorum ki Kur’an’da bir takım ifadeleri dikkate alarak bu üstünlüğü en azından bazı peygamberler hakkında anlamak mümkündür. Dolayısıyla biz Rabbimizin kendi ifadelerini dile getirdiğimizde bu niye yarıştırma olsun? Bizim ahşa niyetimiz, onlara saygısızlık yapmak mı?

            Örneğin Hz. Adem hakkında “biz onda gerekli azmi bulmadık” derken, beş peygamberin ismini sayarak “onlar azim sahibi peygamberlerdir” buyuruyor. Demek ki bunlarda olan azim derecesi, Hz. Adem’de yoktu. Peki bu bir üstünlük ölçüsü değil midir? Bunu ben kafamdan çıkarmıyorum ki, Allah (c.c) söylüyor. Peki, bunu ben söylediğimde onları yarıştırıyor muyum?

            Yine Resulullah’a “Balık arkadaşı (Yunus) gibi olma” buyuruyor. Yani Hz. Yunus’taki sabır ve tahammül derecesini Hz. Resulullah için beğenmiyor Allah-u Teala. Başka nasıl söylesin?

            Bunlar gibi diğer bir çok örnek de zikretmek mümkündür..

            Sonra aşağıda bir rivayete dayanarak yazdıklarınıza gelince, ben önceki yazımda o konuya değinecektim ama maalesef unuttum. Madem gündeme getirdiniz, şimdi cevabını vereyim:

            Evvela bahsi geçen rivayette anlatılanlar, Hurre isimli kadının Haccac’a verdiği cevapları içeriyor. Bu sözlerin Hurre tarafından söylendiğini kabul etsek dahi (ki bu da sabit değil), onlar masum sözü değil. Dolayısıyla bizim için herhangi bir hücciyeti yoktur. İçinde doğru olan sözler de olabilir, ama bu rivayeti bütünüyle kabul edebileceğimiz anlamına gelmez.
            Bakın ben, bundan birkaç yıl önce bir forumda, rivayeti gündeme getiren Şii bir katılımcıya yazdığım cevabın önemli bölümlerini arşivimden aynen buraya aktarıyorum:

            “Hz. Nuh’un ve Hz. Lut’un hanımlarının kâfir oldukları, Hz. Ali’nin ise hanımının Hz. Fatıma olduğundan hareketle Hz. Ali’nin onlara üstün olduğu sonucuna gidilmiştir ki bu kabul edilebilecek bir durum değildir. Bu mantığa göre Hz. Ali’nin (hâşâ) Resulullah’tan da üstün olduğu sonucu ortaya çıkar. Zira Hz. Fatıma en azından Şia’ya göre Resulullah’ın da hanımlarından üstündür. Dolayısıyla Hz. Fatıma’nın üstünlüğünden hareketle Hz. Ali’nin Hz. Nuh ve Hz. Lut’tan üstün olduğu sonucuna gidersek, o zaman Resulullah’tan da üstün olması gerekir…

            Bence siz iki şeyi birbirine karıştırıyorsunuz: Haslet ve Fazilet… Bunlar birbirinden farklı şeylerdir. Yani bir kimse, diğerinde olmayan bir takım özellik ve hasletlere sahip olabilir, ama bu luzumen ondan üstün olduğu anlamına gelmez. Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali’ye buyuruyor ki: "Ya Ali Allah-u Teala sana üç özellik vermiştir ki bunları bana bile vermemiştir. Sana benim gibi bir kayınpeder vermiş ki bana bile vermemiş. Sana Fatıma gibi bir eş vermiştir ki bana bile vermemiş; sana Hasan ve Hüseyin gibi evlatlar vermiştir ki bana bile vermemiş." Bunlar Hz. Ali’nin hasletleridir, üstünlük vesileleri değil. Aksi takdirde Resulullah'tan üstün olması gerekirdi.

            Ben Hürre’ye atfedilen sözlerin son paragrafını görmemiş değilim. Ancak o paragrafla birlikte Hz. Fatıma’ya yönelik onlarca paragraf olsaydı dahi yine de bu Hz. Fatıma’nın şahsıyla alakalı olurdu. Yani Hz. Fatıma’nın üstünlüğünün asli delili elbette ki "Rızası Allah’ın rızası, gazabı Allah’ın gazabı olacak" noktaya ulaşmasıydı. Ama herhalükarda bu Hz. Fatıma’nın üstünlüğüdür, Hz. Ali’nin değil. “Hz. Fatıma’nın rızası Allah’ın rızasıdır, gazabı Allah’ın gazabı, o halde Hz. Ali de böyledir” veya “o halde Hz. Ali de üstündür” demek mantık hatası yapmaktır. Bu ikisin arsında sebep sonuç ilişkisi olabilir mi? Hz. Ali'nin üstünlüğüne Hz. Ali'den hareketle istidlal etmek gerekir, başkasından değil. Aksi takdirde bu Farsların arasında meşhur olan bir darbulmesele benzer: "Men anem ki Rüstem buved Pehlevan!" (Ben o kimseyim ki Rüstem pehlivandır.) Tekrar ediyorum, haslet ayrı şeydir, fazilet ayrı, bunlar bazen bir noktada birleşebilir de ayrılabilir de. Hasletler bazen üstünlük vesilesi de olabilir, ama olmayabilir de. Ama hasletin kendine göre başka sebep ve hikmetleri olabilir. Örneğin bizim İmamlarımızın bazısında olan bazı hasletler diğerinde yoktur, bunun kendi yerinde kendine has hikmet ve maslahatları vardır. Ama lüzumen bunlar illa da üstünlük sebebi olarak alınamazlar.

            Her halükarda benim o rivayete eleştirisel yaklaşmamın sebebi, şuydu ki Kur’ani deliller ve daha sağlam ve mantıklı hem de masumlarımızın dilinden nakledilen hadisler varken bunlara yapışmanın bir alemi yoktur. Zannedersem siz de rivayetin içinde diğer bazı Peygamberlere yönelik isnat ve yakıştırmaları gördünüz. Niye kendi oturduğumuz dalı kesiyoruz? Bir taraftan bütün akaid kitaplarımızda ve nakledilen hadislerimizde Peygamberlerin masumiyetini haklı olarak bir sürü delile göre ispatlamaya çalışacağız, daha sonra dönüp kendimizin onlar hakkında tevil edip masumiyetle çelişmediğini söylediğimiz olayları Sünnilerde olduğuna benzer şekilde onlara isnad edeceğiz, hem de İmamlarımızın üstünlüğünü ispatlamak için. Bu anlaşılacak ve kabul edilebilecek bir durum değil. Eğer kabullendiğimiz prensipler varsa, bunlar her yerde geçerli olmalıdır…”

            Sonuç olarak sizin “sizin gibi taassub ehli olmadığına inanmak istediğim alim, nasıl bu tehlikenin farkına varmaz ve bu rivayetleri sahiplenir. İnanın anlamakta güçlük çekiyorum. Evet, bu kıyaslar yanlıştır insanları farklı algılamalara yöneltir” demek bu kadar zor mudur? Bunu demekten sizi alıkoyan nedir?” sözünüz de maalesef yine o ön yargılarınızdan kaynaklanmaktadır. Siz ne zaman bu rivayeti bana sordunuz da ben sahiplendim? Gördüğünüz gibi sizin söylediklerinizden daha ağırını rivayet hakkında hem de yıllarca önce söylemişim. Benden önce de diğer otorite alimlerimiz, aynısını yapmıştır. Ama sizin Şia hakkında hem ön yargı, hem de gerçekten bilgi eksikliğiniz olduğu için maalesef bu hataları rahatlıkla yapabiliyorsunuz.

            Devamı gelecek inşallah…

            Yorum


              #36
              Ynt: IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER

              Bismillahirrahmanirrahim

              Selamun aleykum

              [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
              Bismillahirrahmanirrahim

              Şimdi gelelim benim sorduğum sorulara verdiğiniz cevaplara

              İlk sorumuz şöyleydi: Siz imametin nassa dayandığına mı inanıyorsunuz, yoksa Ehli Sünnet gibi Şuraya mı, icmaa mı, seçime mi ya da neye?

              Ve siz demişsiniz ki:
              “Zeydiyye mektebinde imamet ne sizin inancınızda yer aldığı gibi Allah tarafından seçilen, nassa dayalı bir inançtır ne de ehli sünnet gibi seçime dayanır. Ehli sünnetin imamet anlayışını şura olarak sunmakta yanlıştır. Ehli sünnetin şura anlayışı 3-5 kişinin oldu bittiye getirme meselesidir. Bu hak olan bi şura sistemi değildir. İmam alinin içerisinde yer almayan bir şura hiçbir hüküm ifade etmez. Nitekim imam ali 3. halife seçiminde bizzat şuraya iştirak ederek şartlarını ortaya koymuş ve kabul görmeyince de şuradan çekilmiştir. İmam alinin benimsediği ve yer aldığı şura yöntemini ehli sünnet yöntemi olarak sunmak doğru bir yaklaşım değildir...”

              Her şeyden önce sabit bir prensip ortaya koymuş değilsiniz. Allah tarafından seçilmez, halk tarafından da seçilmez. Peki nedir o zaman sabit kuralınız? Şura mı? Şuranın Ehli Sünnet anlayışı olduğunu söylemek yanlıştır diyor, ardından şuranın bizzat Hz. Ali tarafından benimsendiğini iddia ediyorsunuz. [/quote]

              [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
              İmam alinin ilk halife olmaması ilk imam olmadığı anlamına gelmez. Makam açısından imam ali resulden sonra en efdal olan kişidir ve imamete en layık olan kişidir. Ancak birileri kendi aralarında yönetici seçti ise, halk buna tabi oldu ise, imam alide buna karşı çıkmamış ve kabullenmiş ise bizim diyeceğimiz hiçbirşey yoktur. Siz imamlıkla yöneticiliği aynı kefeye koyduğunuz için ortak noktayı bulmakta zorluk çekiyoruz. Örneğin size göre zamanın imamı mehdidir ve onunda yeryüzündeki temsilcisi hamaneydir. Peki İslam devrimi olmadan önce size göre zamanın imamı mehdi değimliydi? Yine mehdiydi.. ama yönetici kimdi şah rıza pehlevi idi.. şahın yönetici olması sizin anladığınız anlamda mehdinin imametine zarar verdimi? [/quote]

              Bir kere imam olan kimsenin görevleri nedir, bunu bilmek gerekir. İmam Resulullah’ın vahiy alma dışında bütün görevlerini taşımaktadır. Resul’ün görevleri nedir?

              a) Vahiy almak
              b) Vahyi korumak
              c) Vahyi tebliğ etmek
              d) Vahyi tefsir etmek.
              e) Vahyin canlı örneği olmak
              f) İnsanların şahidi olmak
              g) İlahi düsturlar gereğince insanları yönetmek (sizin hilafet dediğiniz şey).

              Dediğimiz gibi ilk görev hariç İmam diğer görevlerin hepsini aynen devam ettiren kimsedir. Ancak son görev olan yöneticilik görevi, imkanların oluşmasına bağlı bir şeydir. Eğer imkanlar elverişli olur, insanlar teslimiyet gösterirse, peygamberlerde olduğu gibi her imam da bu görevi yerine getirir. Nasıl ki imkan oluşan peygamberler bunu yapmışlardır. Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. Resulullah gibi…

              Bir başka netleşmeyen husus, imam ve vasi olan kimsenin bu makamı nasıl elde ettiğidir. Bunu ya Allah tayin eder (ki siz bunu kabul etmiyorsunuz). Ya da Resul tayin eder. Benim ısrarla sorup da cevap alamadığım konu budur. Eğer Resul imam ve vasi olan kimseyi tayin ediyorsa (ki böyle olduğunu daha önce yazmıştınız), bunu neye dayanarak yapıyor? Allah’tan aldığı bir emir gereği mi yapıyor, yoksa kendi fikri, ictihadı ve tercihi mi? Eğer İlahi emir gereği yapıyorsa, bu bizim söylediğimiz nassın aynısıdır. Yok, kendi ictihadı ise bunun anlamı (Sünnilerin de dediği) Resulullah’ın da bazı konularda bir müctehid olduğu görüşüdür. Siz bunu mu söylüyorsunuz? Sonra Resulullah’a itaati mutlak bir şekilde emreden ayetleri siz mutlak olarak kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz? Yani ister İlahi emirleri ilettiğinde, isterse ictihadına dayanarak bir şeyi emrettiğinde-hükmettiğinde hepsinde mi itaat farzdır, yoksa sadece ilahi emri ilettiğinde farz, ama kendi reyine göre olduğunda değil? Böyle mi?

              Dediğim gibi bizim bu konudaki ayetlerden anladığımız (ki bunlardan bir kaçını önce aktarmıştım) itaatin mutlak oluşudur. Resulün bir şeyi tercih etmesine karşılık, muminlerin başka tercih etme haklarının olmadığı, onun verdiği her şey alıp, nehyettiği her şeyden sakınmaları gerektiğini söyleyen ayetler de yine aynı gerçeği vurgulamaktadır. Dolayısıyla siz ister imam ve vasinin belirlenmesini, ilahi bir emre dayandırın, ister Resulün kendi tercihi olarak görün, her iki şıkta da başkalarının kalkıp da başka birisini tercih etmeleri bu konudaki ayetlerle açık bir şekilde ters düşmek değil de nedir?

              “Hz. Ali de karşı çıkmamış ve kabullenmiş” sözünüz de bütün tarihi verilere terstir. İster Sünni kaynaklar olsun, ister Şii… Aslında bunları önceki yazımda da yazdım. Ama maalesef dikkate almayışınız beni tekrara mecbur ediyor. Hz. Ali’nin 6 ay biat etmediğini Sünniler bile kabul ediyor. Hz. Ali’nin, Beni Haşim’in ve bazı sahabenin (Sünni kaynaklar en az 18 kişinin adını vermiş) halife seçimine bu müddet içinde, özellikle işin başında çeşitli şekillerde karşı geldiklerini yazan yine bizzat Sünni kaynaklar… Ama daha sonraları Hz. Ali’nin susması onun bu seçime razı olduğunu asla göstermez. Zaten önceden verdiğim linke baksaydınız, Emirül’muminin’in neden sustuğunu kendi dilinden öğrenirdiniz. Dolayısıyla Hz. Ali (a.s) ilk zamanlar çeşitli vesilelerle hücceti insanlara tamamlamış, ama gereken ilgi ve desteği görmeğince, kendi beyan ettiği maslahat üzere susmuştur. Bu yüzden bu suskunluk, ne onun rızasını gösterir ne de o büyük yanlışı yapanları mazur kılar.

              İnşallah bu sefer yukarıda biraz daha açarak tekrar beyan etmeye mecbur kaldığım hususlara açık ve doyurucu cevaplar lütfedersiniz…

              [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
              Bir taraftan Hz. Ali'nin vasi olduğunu söylemek, diğer taraftan şurayı benimsediğini söylemek açık bir çelişki değil mi? [/quote]

              [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
              Hayır bu çelişki değildir. Eğer bu çelişki ise o zaman sizinde şu anlayışınız çelişki olmaz mı? Hem diyosunuz ki imam aliyi Allah seçti, hem de imam ali 3. şuraya katıldı ve şartlarını ortaya koydu.. kabul edilmeyince de geri çekildi.. allahın seçtiği bir imam neden şuraya katılsın ve şartlarını koysun? Size göre imam tıpkı nebi gibi seçilen bir makamdır. Peki siz hiç şuraya katılan ve şartlarını sunan kabul edilmeyince de geri çekilen nebi duydunuz mu? [/quote]

              Biz Hz. Ali’nin hücceti tamamladıktan sonra, İslam’ın maslahatı için hilafetin aslından feragat ettiğini söylüyoruz ve bunu rızasından ya da haşa korkusundan değil, zaruret ve maslahat babından yaptığını söylüyoruz ve bu konuda Hz. Ali’nin (a.s) bizzat kendi sözlerine istinad ediyoruz. Şurada da durum bundan farklı değildir. Ayrıca biz Hz. Ali’yi masum olarak gördüğümüz için, onun çeşitli davranışlarını da mutlaka bir maslahata binaen yaptığına inanıyoruz. Hilafetten feragat, illa rızanın alameti ise, o zaman Hz. Ali’nin de Sıffın savaşından sonra Muaviye ile savaşmaktan el çekip, en azından İslam topraklarının büyük bir kısmında yönetimi Muaviye’ye devrettiğini de rızanın alameti olarak görmelisiniz. Yine İmam Hasan’ın hilafeti Muaviye’ye devretmesini de onun hilafetine razı gösterdiğinin bir alameti olarak görmelisiniz. Aynı şekilde İmam Hüseyn’in de tam 10 yıl Muaviye’nin hilafetine karşı susması ve herhangi bir eyleme girişmemesini de rızanın alameti olarak görmelisiniz!

              Eğer siz Hz. Ali’nin Muaviye’ye karşı son tutumunu, Hz. Hasan’ın tutumunu ve Hz. Hüseyn’in tutumunu Muaviye’nin hilafetine rıza olarak değerlendiriyorsanız, o zaman Hz. Ali’nin halifelerin hilafetine karşı tutumunu ve şuraya katılmasını da bir rıza alameti olarak değerlendirebilirsiniz. Ama böyle olmadığını siz de biliyorsunuz biz de. Bu bizim görüşümüzün tahlili ve neden çelişki söz konusu olmadığının ispatı…

              Ama siz hem vasi olarak görüyorsunuz Hz. Ali’yi, hem de halifelerin hilafetine rıza gösterdiğini, şuraya da benimseyerek girdiğini söylüyorsunuz. Çelişki buradadır, bizimkinde değil.

              Siz maalesef “Hz. Ali razı olmasaydı, mutlaka muhalefet eder, karşı çıkar, eyleme başvururdu. Madem bunu yapmamış, o halde yapılan işe razı idi” sonucuna gidiyorsunuz.

              Aziz kardeşim, gerçekten etraflıca düşünür ve biraz da tarihi bilgilerinizi güçlendirirseniz, bu genellemenin doğru olmadığını siz de rahatlıkla göreceksiniz.

              Bakın birkaç örnek vereyim size:

              Hepimiz biliyoruz ki Resulullah Allah'ın emriyle Mekke'ye girmek ve orayı fethetmek için müslümanlarla birlikte yola çıkmıştı. Ama müşrikler Mekke yakınlarında önlerini kesip içeri girmelerine engel oldular. Resulullah ise, onlara karşı koymaktan çekindi ve aralarında antlaşma imzalandı. Hatta antlaşma metninde isminin yanına Resulullah yazılmasına şiddetle karşı çıktılar; Resulullah da kabul etti ve "Bu Muhammed ile Kureyşliler arsındaki bir antlaşmadır" yazılmasına rıza gösterdi!

              Hatta bu olay sahabeden birçoğunun şüpheye düşmesine vesile oldu. Sünni kaynaklarda da nakledildiğine göre Ömer bin Hattap “Ben o günkü kadar hiçbir zaman Resulullah’ın risaletinde şüpheye kapılmamıştım” diyor!

              Peki, Hz. Ali'den daha cesaretli ve şecaatli olan Allah'ın Resulü, müşriklerden korktu mu? Ya da onların dediğine rıza mı gösterdi? Neden onlara karşı koymadı, hatta isminin Resul olarak yazılmasına rıza gösterdi? Sizin buna cevabınız ne ise bizim de Hz. Ali’yle ilgili cevabımız odur. Korkaklık derseniz korkaklık, maslahat derseniz maslahat, rıza derseniz rıza...
              Buna geçmiş ümmetlerden bir örnek vermek gerekirse, Hz. Musa (a.s) Tur dağına Rabbiyle münacat için gitmiş ve Beni İsrail'i kardeşi Harun'a emanet etmişti. Fakat geri döndüğünde, Samiri'nin fitnesiyle bütün Beni İsrail'in hepsinin buzağıya taptığını gördü ve Hz. Harun'a itiraz etti. Neden bunların böyle yapmasına izin verdin diye. Hz. Harun’un cevabı ne oldu? Bunu gelin bizzat Kur'an’dan öğrenelim; şöyle buyuruyor:

              “Hârûn dedi: “Ey anam oğlu! Saçımı sakalımı çekme. Şüphesiz ben, İsrailoğullarının arasını tefrika soktun, sözüme uymadın demenden korktum!” (Taha, 94)

              Sizce bir toplumun düşeceği şirkten ve putperestlikten daha kötü bir şey olabilir mi? Ama bakıyoruz ki Hz. Harun Beni İsrail’in buzağıperest olmalarına karşı fiili bir eylem yapmıyor! Korktuğu için mi (haşa)? Elbette hayır; zaten kendisi cevapta gerekçeyi söylüyor: “İsrailoğullarının arasını açtın, onların arasına tefrika ve fitne soktun, demenden korktum” diyor. Hz. Musa da artık itiraz etmiyor. Şimdi siz Hz. Harun’un bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Korktuğu için mi karşı koymadı, maslahat için mi, yoksa onların yaptıklarına razı olduğu için mi? Buna sizin cevabınız ne ise, bizim de Hz. Ali’nin hilafet ve şura hakkındaki tutumuna cevabımız odur.

              [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
              Zeydiyye’nin İmam olarak kabul ettiklerinin hangisi veya hangileri şurayla seçilmiştir?!
              Hz. Ali mi, Hz. Hasan mı, Hz. Hüseyin mi, İmam Zeynü’l-Abdin mi, Hz. Zeyd mi, ya da hangisi? [/quote]

              [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
              Ne ali ne hasan nede Hüseyin as şura ile seçilmemiştir. Onların adil bir şura olması halinde zaten seçilecekleri malumdur. Kim ben aliden hasandan ya da hüseyinden daha faziletliyim diye ortaya çıkabilir? ha çıkanlar olmuş mu evet olmuş.. ama bunu itikadi bir problem olarak görüp tekfire varan boyutlarda ele almak aşırılıktır. Eğer birisi çıkıp ben aliden bu makama daha layığım diyosa o bunun doğru olup olmadığını hem bu dünyada sergilemeli hem de ahrette Allaha hesabını verebilmeli. Buna cüreti varsa diyeceğimiz yine bişi yoktur. Eğer ebubekir ömer zamanında islamın direkleri zarar görse idi ve bu kişiler sahip oldukları bu görevleri yerine getirmeseler idi imam ali şüphesiz bunlara karşı kıyam eder ve hesabını sorardı. Tıpkı Osmanın son dönemleri ve muaviye zamanında sabredemeyip kıyam ettiği gibi. Özetle; biz resulullahtan sonra bu makama en layık olanın imam ali olduğuna iman etmekle beraber, o nasılki diğerlerinden bazılarına karşı susmuş ve müdahalede bulunmamış ise bizde o kişilere karşı susuyoruz, o nasılki birilerine karşı susmamış ve mücadele etmiş ise bizde onlarla mücadele ediyoruz. [/quote]

              Fesubhanallah.. Bir taraftan adil bir şura olsaydı, zaten onlar seçilirdi diyorsunuz, diğer taraftan Hz. Ali şuraya rıza gösterdi diyorsunuz!! Peki, Hz. Ali adilane değil de zalimane olan bir şuraya mı benimsedi, böyle bir şuraya mı rıza gösterdi? Eğer öyledir derseniz, artık size söyleyecek hiçbir sözüm kalmaz. Hayır, önceki sözünüzü tadil edip de maslahat gereği yaptı derseniz, o zaman bizim dediğimiz söze gelmiş olursunuz.

              “Eğer birisi çıkıp ben aliden bu makama daha layığım diyosa o bunun doğru olup olmadığını hem bu dünyada sergilemeli hem de ahrette Allaha hesabını verebilmeli” diyorsunuz. Peki, hilafeti ele alanlar ya da onları seçenler, Hz. Ali’yi o makama daha layık gördükleri halde mi bunu yaptılar yoksa kendilerini layık gördükleri için mi? Eğer birincisi ise, bu açık bir şekilde “Emanetleri ehline tevdi edin” ayetine ters değil mi? Müslümanların kaderini ilgilendiren bir konudan daha büyük emanet ne olabilir? Yine Şia ve Sünni’nin müştereken naklettiği şu hadise aykırı olmaz mı?:

              “Kim Müslümanları ilgilendiren bir görevi üstlenir de, birisini onlara yönetici olarak seçer ve bunu, ondan daha evla ve Allah’ın kitabını ve Resulü’nün sünnetini ondan daha iyi bilen başka birisinin bulunduğunu bildiği halde yaparsa, Allah’a, Resulü’ne ve mu’minlere hıyanet etmiştir!” (Mecmeü’z-Zevaid –Heysemi-, c.5, s.211)

              Hayır, kendilerini daha layık gördükleri için yapmışlarsa, bu da yine sizin sözünüze aykırıdır. Yani nerden bakarsan, sizin yaptığınız yorumun elle tutulur bir yanı yoktur maalesef.

              Diğer söylediklerinizin cevabını ise bir önceki bölümde vermiştim..

              [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
              Sonra imamları üç kısma bölüyorsunuz? Nebi İmamlar, vasi imamlar, müctehid imamlar..
              Pekala, bundan şunu mu anlamamız gerekir: “Bir kimse peygamber olur olmaz, aynı zamanda nebi de oluyor”, böyle mi?
              Cevap “evet” ise, o zaman Bakara suresinin 124. ayetinden, Hz. İbrahim’in uzun bir zaman nebi olduğu halde imam olmadığını anlıyoruz. Çünkü imtihanları tamamladığında “Seni imam kıldık” buyuruyor. İmtihan dönemlerinin hepsinde ise nebi olduğu kesindir. Kimse aksini söylememiştir. Ateşe atılma, eşini ve küçük yavrusunu ıssız bir çöle sahipsiz bırakma, oğlu İsmail’i kurban etmekle görevlendirilişi vs. hepsi bu dönemde olmuştur. Yoksa diğer peygamberlerin hepsi baştan imamdı da Hz. İbrahim bu genel kaideden müstesna mıydı? Öyle ise neden? [/quote]

              [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
              Bakara suresindeki söz konusu ayeti alıp bunları resulden sonraki imamlara yormak sadece sizin hadislerden yararlanarak ulaştığınız kendi yorumunuz. Ayette anlatılan İbrahim peygamberin imameti ile vasi imamların imameti arasında uzaktan yakından ilgi yoktur. İbrahim peygamberin imameti sınanmakla, aşamalarla kaydedilen bir üst makamdır. ancak sizin inandığınız imamet ise tıpkı nebilik gibi Allahın seçtiği kişilere verdiği bir makamdır. Vasi imamların hem kuranda hem de resulün diliyle atfedildiği makam veliliktir. [/quote]

              İnanın anlamak için kendimiz zorluyorum, ama bir türlü anlayamıyorum. Allah aşkına net cevaplar verin.
              Evvela önceden söylediğiniz sözün hala üzerinde misiniz? Yani siz İmamları üçe böldünüz: Birincisi Nebi imamlardı.. Öyle değil mi? Bunun anlamı her nebinin aynı zamanda İmam olduğu değil mi? Eğer değilse, açık söyleyin biz de bilelim. Ve bundan sonra “Zeydiyye kardeş de bazı peygamberlerin imamet makamına sahip olmadığını söylüyor, kabul ediyor” diyelim ve buna şahitlik edelim.

              Yok, hala “her Nebi aynı zamanda imamdır da” diyorsanız, o zaman da önce sorduğum soru hala cevabını bulmuş değildir. Ne demiştik? “O zaman Bakara suresinin 124. ayetinden, Hz. İbrahim’in uzun bir zaman nebi olduğu halde imam olmadığını anlıyoruz. Çünkü imtihanları tamamladığında “Seni imam kıldık” buyuruyor. İmtihan dönemlerinin hepsinde ise nebi olduğu kesindir. Kimse aksini söylememiştir. Ateşe atılma, eşini ve küçük yavrusunu ıssız bir çöle sahipsiz bırakma, oğlu İsmail’i kurban etmekle görevlendirilişi vs. hepsi bu dönemde olmuştur. Yoksa diğer peygamberlerin hepsi baştan imamdı da Hz. İbrahim bu genel kaideden müstesna mıydı? Öyle ise neden?”

              Saniyen, diyorsunuz ki “Hz. İbrahim’in imameti Ehlibeyt imamlarının imametiyle farklıdır; Hz. İbrahim’in imameti sınanmakla geldiği bir üst makamdır.” Şimdi bunu nasıl anlamalıyız? Yani “peygamberlikten farklı bir makam” mıdır? Eğer öyle ise, siz de imamet makamının peygamberlik makamından daha üstün bir makam olduğunu kabul ediyorsunuz. Yok, “Peygamberlikte bir üst makamdır” diyorsanız, o nasıl bir makamdır? Yani Peygamberlik aşama, aşama mı verilmiş Hz. İbrahim’e? Hayır bu da değil, “imametin çeşitli aşamaları vardır? Dolayısıyla bazı aşamaları imtihandan önce, bazıları ise imtihandan sonra verilmiştir” mi demek istiyorsunuz? Eğer maksadınız bu ise, o zaman ayette “seni imam kıldık” denmezdi ki? “Seni daha üstün bir imam yaptık, ya da imametin daha üstün bir derecesine yükselttik” denirdi!

              Ayrıca Hz. İbrahim’in imamet görevinin, vasi imamlar dediğiniz imamların göreviyle farkını da anlamış değilim. Onlar Allah tarafından seçilmiştir, ama diğerleri öyle değil diyorsun. “Biz de İmamların Allah tarafından seçildiğini söylüyoruz” cevabını vereceğimizi bildiğiniz için önceden cevap vermeye çalışmış ve bu konudaki delillerimizin sadece “hadislerimiz” olduğunu iddia etmişsiniz. Bu konuda bizim görüşlerimizi bilmemeniz biraz tuhaf geliyor bana; ama olsun zahire dayanarak cevaplamaya çalışayım.

              Evvela sadece hadislerle değil, Kur’an ayetleriyle de istidlal ediyoruz. Maide 67’yi, Maide 3’ü, Maide 55’i en azından bilmeniz lazım. Bu ayetleri nasıl anlama konusuna gelince, siz veya başkaları o ayetlerden farklı anlam çıkardığınızda, bunu sadece ayetin zahirine dayanarak mı yapıyorsunuz? Eğer öyle olsaydı, tefsirlerde “Tebliğ et” cümlesinde neyin tebliğinin kastedildiği hususunda yığınla farklı görüş ortaya konmazdı. Aynı şekilde Maide üçteki durum da bundan farklı değildir. Bir de Maide 55… Eğer salt aklınızla bunların ne olduğunu anlamaya çalışıyorsanız, bunu nasıl yaptığınızı bize de öğretin de istifade edelim. Hayır, hadislere başvuruyorsanız, o zaman siz de bizim yaptığımızı yapıyorsunuz demektir. Ayrıca “hadisleriniz” sözü de bizim için değil, ancak başkaları için geçerli olabilir. Çünkü İmamiye bu ve benzeri konuların hepsinde müşterek hadislere istinad eder. Az buçuk bizim akaid kitaplarımızdan haberdar iseniz, bunu bilmeniz gerekir. Ama başkalarında asla bunu göremezsiniz.

              Bu meselenin bir yanı, diğer yanına gelince görev ve mesuliyet açısından Hz. İbrahim’in imametiyle vasi imamların imameti arasında gördüğünüz farkı gerçekten merak ediyorum. Bunları lütfen açık ve delilli bir şekilde buyurun ortaya koyun biz de anlayalım. Fakat önceden şunu hatırlatayım ki İmamet deyip de Hz. İbrahim’in peygamberliğiyle alakalı görevlerini bana saymayın.

              [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
              Vasi imamlara gelince, esasen vasinin görevleri nedir? Bildiğimiz halife mi, yoksa farklı bir makam mı?
              Sonra vasinin vasiliğini nasıl anlamalıyız? Acaba vasi, yani Resul’ün vasiyeti üzere imam olan mı?
              Cevap evet ise, Resul’ün bu vasiyeti yine Allah’ın emriyle mi oluyor? Yoksa kendi tasarrufu, ictihadı mı? [/quote]

              [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
              Halifelik sadece yöneticilikten ibarettir. Vasi imamlık ise Allahın dinini ve resulün sahih sünnetini yaşatmaktır. Bi nevi bayrağı devralmak ve İslam fidanının köklerini güçleştirmektir. Yoksa yeni hüküm koymak ya da Allah ve resulünün getirdiği hükmü değiştirmek gibi bir yetkisi yoktur. Resulullah bu vasi imamları bazen ismen söylemiş bazen vasfen tayin etmiş ve özellikleri hakkında ümmete ipuçları sunmuştur. Aslında bu da bi imtihandır. [/quote]

              Güzel de bunu halife olan da yapamıyor mu? Ya da yapmalı değil mi? Halife olan kimse de “Allahın dinini ve resulün sahih sünnetini yaşatmalı” değil mi? Halife olan kimse de bayrağı devr almıyor mu? İslam fidanının köklerini güçleştirmeye çalışmıyor mu? Ya da çalışmalı değil mi? Esasen Halife halef demek değil mi, birisinin yerine oturup da onun yaptıklarını yapmak değil mi? Halife olan Resule haleflik yapmıyor mu? Yoksa başka birisinin halefidir de biz mi bilmiyoruz?

              “Yoksa yeni hüküm koymak ya da Allah ve resulünün getirdiği hükmü değiştirmek gibi bir yetkisi yoktur” diyorsunuz. Aynı şey halife için de geçerlidir. Hatta Peygamberin bile Allah’tan bağımsız hüküm koyma yetkisi yoktur, nerde kaldı imam vasi veya halifenin olsun!!

              Dolayısıyla da biz bu açıklamalarınızda vasi ve halife arasında görev açısından hiçbir fark göremedik. Başka bildiğiniz bir fark varsa onları ortaya koyun.

              Vasinin Resul tarafından seçildiğine gelince, buna yukarıda geniş bir şekilde değinmiştik. Bu yüzden tekrar etmeye gerek yoktur. Fakat burada merak ettiğim bir konuda bir ricada bulunsam inşallah beni kırmazsınız. O da şudur ki eğer mümkünse Hz. Ali’nin, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn’in ve eğer vasi olarak görüyorsanız İmam Zeynü’l-Abidin’in ve İmam Zeyd’in vasiliğini ispatlayan delillerden birkaç tanesini kaynak belirterek zikredin, inşallah istifade edelim.

              [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
              Acaba Resul’e itaat Allah’a itaat olduğu gibi, ona muhalefet de Allah’a muhalefet değil mi? Hayır diyemezsiniz çünkü hiçbir tevile yer bırakmayacak şekilde açık ayetler var? İşte onlardan sadece bir kaçı:

              “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisa, 80)

              “Ey iman edenler, Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. İşitip durduğunuz halde onun emirlerinden yüz çevirmeyin!” (Enfal, 20)

              “De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.” (Al-i İmran, 31)

              “Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne âsi olursa açık bir sapıklık etmiş olur.” (Ahzap, 36)

              Bu konuda muhalefet edenleri suçsuz ve mazur mu görüyorsunuz? Yoksa sadece İslam’ın maslahatı için susuyor musunuz? Yazdıklarınızda birinci seçeneği destekleyen cümleler de var, ikinci seçeneği destekleyen de?
              Sonra Hz. Ali’nin susmasından bahsediyorsunuz? Acaba bu suskunluk ta baştan mıydı? Yani hilafeti elinden alanlara karşı gülden ağır bir şey söylemedi. Buyurun hayırlı uğurlu olsun, Allah başarılar versin, devam edin deyip bir kenara mı çekildi mesela? Bunu Sünniler bile kabul etmiyor. Hz. Ali’nin 6 ay biat etmediğini onlar da kabul ediyorlar. Yine acaba bu suskunluk sonuna kadar devam mı etti? Hz. Ali ömrünün sonuna kadar bu hakkının elinden alınması için hiç sesini çıkarmadı mı? Hiç sitem etmedi mi? Hiç eleştirmedi mi? [/quote]

              [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
              İmam ali sitem etmiş eleştirmiş olabilir ancak hiçbir müdahalede bulunmamıştır. Bunlar yapıcı eleştirilerdir uyarı mahiyetindedir. Ve zaman zaman ebubekir ve ömerinde imam alinin tavsiyelerinde uyduklarını görüyoruz. Bunda da islamın maslahatını gözetmiştir. Ebubekir ve ömerin islamın temel direkleriyle oynamamaları resulden aldıkları görevi imam ali kadar ehil olmasalar bile hakkınca yerine getirdikleri ve emanete ihanet etmedikleri için imam ali susmuştur. Ne zamanki osmanın son dönemleri ile beraber İslam emevilerin oyuncağı oldu işte orada imam ali dur demiş ve mücadeleye girişmiştir. Bizim bu noktada kabullenemediğimiz şey sizin imametin tıpkı nebilik gibi Allah tarafından seçilmir bir makam olarak sunmanız. Eğer böyle bir makam ise bu görevi hakkıyla elde edemediği ve süreci yönetemediği için haşa imam alide sorumlu olur. Siz hiçbir nebi gördünüz mü kendisine ittiba etmeyenlere karşı mücadele etmesin ya da davasından vazgeçsin? Nuh peygamberin tabilerinin sayısı bir elin parmaklarını geçmediği söylenir. Oysa o hiçbir zaman mücadeleden vazgeçmedi ve görevine sıkı sıkıya bağlanarak emanete sahip çıktı. Bunu asla başkalarına teslim etmedi taviz vermedi. Burada şu sonucu çıkarıyoruz imamet asla nübüvvet gibi Allah tarafından seçtiği insanlara verdiği bir yükümlülük değildir. Bu inanç en başta imam aliyi zan altında bırakır ki bundan Allaha sığınırız.[/quote]

              Yukarıda ki açıklamalardan bu bölümün cevabı da belli olduğu için ayriyeten cevap vermeye gerek görmüyorum.

              [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
              Ayrıca vasi olanların başkalarıyla (müctehid imamlarla) farkı nedir? Sadece o makama Allah veya Resulü tarafından seçilmede mi? Bu fark tek başına onları müctehid imalardan ayırmaya yeterli mi? [/quote]

              Evet yeterlidir.

              Ama nasıl yeterli olduğunu da izah etmeliydiniz. Bizim açımızdan yeterli olmadığını aşağıda izah edeceğim inşaallah.

              [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
              Örneğin Hz. Ali, ümmeti yönlendirmek için gerekli olan bilgileri olduğu gibi Allah Resulü’nden almışsa, bunları anlama, tebliğ etme ve uygulamada hata yapma durumu da var mı? Eğer var diyorsanız, o zaman müctehid imamlardan farkları ne? Ne diye vasi tayin edilmişlerdir? Eğer yoksa, bu bizim dediğimiz masumiyet değil mi? O zaman neden bizim masumiyet inancımıza karşı çıkıyorsunuz? [/quote]

              [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
              Hata ile günahı birbirine karıştırmamak lazım. Hatayı nebilerde yapabilir. Ama bu hatanın mahiyeti henüz vahy ile ona bildirilmediği için bu onlar için günah değildir. İmam alininde hata yapma olasılığı vardır yapmıştır yapmamıştır orası tartışılır. Ama asla günah işlememiştir. Bu ise Allah tarafından kendisine verilen bir masumiyet yani lütf değil kendi takvasının sonucudur.[/quote]

              Bir kere vasinin de vahy aldığını söylemezsiniz herhalde. Vahy almadığına göre o da nas olmadığı yerde ictihad yapıyor, müctehid imam dedikleriniz de. Hata yapabileceğini yine kendiniz söylüyorsunuz. Durum bu iken hata yapabilecek vasiy imamla hata yapabilecek müctehid imam arasında ne fark kaldı? Allah aşkına öyle bir vasiy, Peygamber tarafından seçilse ne olacak seçilmese ne olacak?!

              Peygamberlerin, günah işlemediği, konusu da aslında sizin ayetler hakkında ortaya koyduğunuz prensibe büsbütün terstir. Nasıllığını yukarıda açıklamış ve ayetlerin zahirinde açık bir şekilde peygamberlerin, günahından, istiğfarından, affından vs. bahsetmektedir. Siz zahiri alırsanız, burada beyan ettiğiniz görüşe aykırı davranmış olursunuz. Zahiri bırakıp da farklı bir yorum getirirseniz, bunu ya akli yorumlarla yapacaksınız, ya da hadislerden yaralanacaksınız. Hangisini yapmış olsanız, bizim yaptığımızın aynısını yapmış olacaksınız. Bu konuda yapacağınız açıklamayı gerçekten merak ediyorum.
              Peygamberlerin hata yaptığı konusuna gelince, bu da gerçekten ilginç bir görüş. Hata yapan bir peygamberin nerde yapıp yapmayacağını nerden bileceğiz? Hata yapan bir peygambere nasıl güveneceğiz?
              Bunları da izah ederseniz memnun olurum.

              [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
              Yine Zeydiyye açısından imam olması gereken kimsenin şartlarını sormuştum. Diğer bazı şartlarla birlikte Al-i Resül’den olması, kendine davet etmesi şartlarını da yazmışsınız. Gerçi kendine davetin kıyam-ı bis-seyf (kılıçla kıyam) şeklinde olmasını ifade eden tabirler de kaynaklarda zikredilmiştir ki zannedersen sizin de maksadınız budur.
              Özellikle bu iki şarttan hareketle şu soruların cevabını merak ediyorum:
              İlk üç halife Al-i Resul’den miydi? Değillerse (ki değiller), o zaman o makama haksız yere oturdukları sunucu çıkmaz mı?
              Eğer kıyam-ı bis-seyf imam olmak için gerekli ise, acaba bu, durum ne olursa olsun geçerli mi?
              Eğer cevap evet ise, neden vasi olan İmam Hz. Ali ilk üç halifeye karşı kıyam etmedi, oysa hilafeti kendi hakkı olarak görüyordu? [/quote]

              [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
              Kıyam şartı islamın direklerinin sarsıldığı zamanlarda yapılır. İmamlık benim hakkımdı nasıl benim yerime geçersin diye yapılan bi güç mücadelesinden bahsetmiyorum. Bu müslümanı müslümana kırdırmaktan başka bişey değildir ve fitnedir. Yukarıdada bahsettim. Ebubekir ve ömer dönemlerinde islamın temel direkleriyle oynanmamıştır, bazı bidatler sokulmuş ancak bunlar düzeltilebilecek telafisi olan şeylerdir nitekim imam ali bunları sonradan düzeltmiştir. Ama muaviye dönemi sonrası durum böyle değildir. Muaviye ile ebubekir dönemini kıyaslayıp ikisi arasında fark yok gibi sunmak insafsızlık olur. [/quote]

              Birçoğunda olduğu gibi, yuvarlak cevaplar verip geçiyorsunuz maalesef. Ben diyorum ki halife olan kimse Al-i Resül’den olması gerekirse ve ilk halifelerin hilafeti de meşru ise, o zaman Al-i Resül’den olmayan bu halifelerin halifeliği nasıl meşru görülüyor? Siz yine dönüp benzer şeyleri tekrarlıyorsunuz. O halifeler döneminde İslam’ın direkleriyle oynanmıştır veya oynanmamıştır, onu ayriyeten tartışmak gerekir. Ama benim sorum Zeydiyye’deki imamet prensiplerine göre meşru olup olmadığındadır. Meşru ise açıkça söyleyin meşrudur, o zaman da prensiplerinizin neden bazen işleyip bazen işlemediğinin cevabını verin. Hayır, meşru değilse, açık bir şekilde meşru değildir deyin.

              Kaldı ki bugün Müslümanlar arasında çeşitli alanlardaki bunca farklılığın temellerinin ta o günlerde atıldığını bilmeyen var mı? Hz. Ali ve diğer imamlar sahih bir çizgiyi korumaya çalıştılar. Yoksa bütün Müslümanlar arasındaki yanlışları her kese yansıyacak şekilde düzelttiğini nasıl söyleyebiliriz? Bakın bir tek teravih konusunda Hz. Ali yapılan yanlışı düzeltmeye kalktığında ne fırtınalar koptu?

              Süleym bin Kays Hz. Ali'den şöyle nakletmektedir: "Allah'a yemin olsun ki İnsanlara Ramazan'da farz namazların dışındaki namazları cemaatle kılmamalarını emrettim ve nafile namazları cemaatle kılmak bidattir dedim. Orduma katılan bazı askerler feryat ettiler ki "Ey İslam ehli, Ömer'in sünneti değiştirildi! Ali bizi Ramazanın nafilelerini cemaatle kılmaktan men ediyor!" Öyle bir yaygara kopardılar ki ordu içinde fitne ve isyan çıkmasından endişelendim.." (Vesailü'ş-Şia, c.8, s.46)

              Aynı hadisin benzerini İbn-i Ebil-Hadid-i Mutezili kitabında nakletmiştir.

              [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
              Neden vasi imam Hz. Hasan Muaviye'ye karşı sonuna kadar direnmedi ve hilafetten feragat etti? [/quote]

              [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
              İmam hasan muaviyeye kıyam etmiş ama başarılı olamamıştır çünkü etrafındakiler onu yalnız bırakmış tabiri caizse bikaç dinara satmıştır. İmam hasanla muaviye arasındaki anlaşma resulullah ile Mekkeli müşrikler arasındaki anlaşmaya benzer. [/quote]

              Gerçekten anlamakta güçlük çekiyorum. Peki, burada Hudeybiye antlaşması aklınıza geliyor da başka yerlerde niye gelmiyor?

              Hz. Hasan’ı yalnız bıraktılar da Hz. Ali’yi bırakmadılar mı? Niye Hz. Hasan’ınkine bir mazeret buluyor, bir yerlere benzetebiliyorsunuz da Hz. Ali’ninkini benzetmiyorsunuz? İmamsa ikisi de İmam, vasiyse, ikisi de vasiy?
              Hadi bunları geçtik, eğer mesele sadece yalnız bırakılmak ise, Hz. Hüseyin (a.s) yalnız bırakılmadı mı? Hatta Hz. Hasan’ın yalnızlığıyla Hz. Hüseyn’in yalnızlığı kıyas bile edilemez. Ama bakıyoruz ki Hz. Hüseyin (a.s) Hz. Hasan (a.s) gibi yapmıyor? Her şeyini feda edinceye kadar savaşıyor!

              Aynı şekilde Hz. Zeyd (r.a), yalnız bırakılmadı mı? Kaç kişi sonuna kadar mertçe direndi? Dolayısıyla Hz. Zeyd niye İmam Hasan gibi yapmadı? Ayrıca fütursuzca eleştirdiğiniz, Hz. İmam Bakır yalnız bırakılacağını düşünüp de kıyamdan çekinmiş olamaz mı? Hangisinin hangi gerekçeyle kıyam ettiğini veya etmediğine siz mi teşhis koyacaksın? Bakın değerli kardeşim, bunlar sizlerin çıkmazlarınız. Ve buna emin olun ki imamiyenin görüşleri olmadan bu farklılıklara makul bir yorum getirmeniz mümkün değildir.

              [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
              Neden imam olarak kabul ettiğiniz Hz. Zeyd'in babası İmam Zeynü'l-Abidin (a.s) Emevilere karşı kıyam etmedi? Bu şarta haiz olmadıkları halde nasıl imam olabiliyorlar? Onlar buna dahil değil, Hz. Zeyd’den sonrakiler için bu geçerlidir mi diyorsunuz? Eğer öyle ise bunu neye dayandırıyorsunuz? İmamlar arasındaki bu ayrımın sırrı nedir? Vasilik mi? Eğer bu ise İmam Zeynü’l-Abidin de vasi değildi. Onu neden kıyam etmediği halde imam olarak görüyorsunuz? [/quote]

              [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
              Zeydiyye mektebinde sadece çok az kişinin mensup olduğu bir görüş vardırki onlar zeynelabidini kerbela vakasından ötürü vasi imam olarak görürler, çoğunluğun görüşü imam hüseyinden sonra imameti imam zeydin devraldığıdır. [/quote]

              Gerçekten ilginç bir şey! Kerbela olayı vuku bulduğunda İmam Bakır (a.s) 3 yaşında idi. Hz. Zeyd ise daha dünyaya bile gelmemişti! Dolayısıyla henüz dünyaya gelmemiş birisi nasıl oluyor da imameti devralıyor?!

              [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106722#msg106722 date=1286316152]
              Esasen İmam Bakırla, babası İmam Zeynü’l-Abidin’in farkı nedir? Neden birisi sadece bir alim, diğeri imam? [/quote]

              [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]
              Bizim açımızdan fark nettir ve basittir. Müslümanlara her türlü zulmün reva görüldüğü bir ortamda imam zeydin emevi halifesi hişama kıyam ederek zulm ateşini söndürmek istemesi ve bu uğurda tıpkı dedesi Hüseyin gibi şehid olması, Muhammed bakırın ise bu esnada evinde oturmayı tercih etmesi, kardeşine dahi yardım etmekten geri durmasıdır. peki sizin açınızdan imam zeydle Muhammed bakırın farkı nedir? Neden sizin imam silsilenizde neden zeyd yer almaz? [/quote]

              Yine başa dönüyoruz! Muaviye’nin zamanında Müslümanlara her türlü zülüm reva görülmüyor muydu? Neden o zaman Hz. Ali (a.s) sonuna kadar oğlu imma Hüseyin gibi savaşmadı? Şehadetten mi çekindi? Hz. Hasan da kardeşi İmam Hüseyin gibi şehid olmayı göze almadı?

              İmam Zeynü’l-Abidin’in zamanında Beni Ümmeyye’nin baskı ve zulümleri ayyuka çıkmıştı. Neden İmam Zeynü’l-Abidin babası gibi kıyam etmedi? İmam Zeynü’l-Abidin’i vasiy olarak gören Zeydiyye’den bazılarının buna gösterdikleri mazeret nedir acaba?

              Şaşırdığım bir bir nokta da hakları olmadığı halde hilafeti ele alan halifeleri mazur gören ve “Velhasıl zeydiyye mektebinin gündemi hiçbir zaman ebubekir ve ömer olmamış, onların en efdal olmadıklarını düşündüğümüz halde onlar hakkında tek kötü söz söylememeyi şiar edinmişizdir” diyen sizin, Resulullah’ın ilim ve irfanının varisi olduğunu, zamanının en alimi, en takvalısı olduğunu Sünnilerin bile kabul ettiği, 14 yaşından itibaren (babasının şehadetinden sonra) Hz. Zeyd’in hocalığını ve eğitimini üstlenen İmam Muhammed Bakır gibi bir şahsiyet hakkında bu ifadeleri kullanmanız, gerçekten esef verici bir olay!

              Ne diyim, Rabbim hepimizi hatalardan korusun, yaptığımız hataları bağışlasın inşaallah.

              Ama bizim açımızdan Hz. Zeyd’in (r.a) İmam Muhammed Bakır’la (a.s) farkı bilinmeyen bir şey değildir. Bu silsileye kimin girip kimin girmediğine karar veren bizler değiliz. Bunun İlahi tayinle olduğu inancını taşıyoruz. Kaynaklarımızda bununla ilgili yığınla hadisler var. Ama ben onlardan size delil göstermeyeceğim. Onlar bize kalsın. Ama size Sünni kaynaklardan birkaç hadis vereceğim ki İmamiye kendini kurtarmak için uydurmuştur demeyesiniz.

              a) Abdulmelik bin Ümeyr diyor ki Cabir bin Semure’den şöyle dediğini duydum: “Babamla birlikte Resulullah’ın yanındaydım; Allah Resulü’nün şöyle buyurduğunu duydum: “Benden sonra 12 halife olacaktır. Sonra sesini biraz kıstı ve bir şey söyledi. Babama dedim ki kısık sesle ne söyledi? Babam dedi ki “Hepsi Haşim oğullarından olacak” dedi. (Yenabiü’l-Mevedde –Süleyman Kuduzi Hanefi-, s. 445, İstanbul baskısı)

              Bilindiği gibi Müslim başta olmak üzere Sünni kaynaklarda yaygın olan hadis “Hepsi Kureyş’tendir” ibaresini içeriyor. Onlar zaten bilindiği için çerçeveyi biraz daha daraltan bu hadisi aktarmayı uygun buldum.

              b) İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir:
              "Na'sel adında bir Yahudi Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna gelerek:
              "Ya Muhammed, senden sonra yerinde oturacak vasilerin kimlerdir?" diye sordu. Resulullah (s.a.a): "Benim vasim Ali b. Ebi Talib'dir ve ondan sonra onun iki evladı Hasan ve Hüseyn'dir. Sonra da Hüseyn'in dokuz evladıdır." buyurdu. Yahudi’nin: "Ey Muhammed, onların isimlerini bana söyle" demesi üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle devam etti: "Hüseyn'den sonra oğlu Ali, Ali'den sonra oğlu Muhammed, Muhammed'den sonra oğlu Cafer, Cafer'den sonra oğlu Musa, Musa'dan sonra oğlu Ali, Ali'den sonra oğlu Muhammed, Muhammed'den sonra oğlu Ali, Ali'den sonra oğlu Hasan, Hasan'dan sonra da Allah'ın hücceti Muhammed Mehdi'dir. Onlar toplam on iki kişidirler… Evlatlarımın on ikincisi gaybete çekilecek ve gözlere görünmeyecektir. Ümmetim için bir zaman gelecektir ki, İslam ve Kur'ân'dan sadece bir isim kalacaktır. Bu zamanda Allah onun (Mehdi'nin) kıyam etmesine izin verecek ve İslam'ı onun eliyle izhar edecek ve İslam'a yeniden hayat bağışlayacaktır."
              (Yenabiü’l Mevedde, s.440, ve Şeyh Muhammed ibn-i Ali El-Hanefi'nin "İthaf-u Ehl-il İslam" adlı kitabında)

              c) Hafız Kenci-i Şafii uzun bir hadiste Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir:
              "Benden sonraki imamlar şunlardır: Hidayetçi Ali, hidayete ermiş Hasan, adaletli (zulme karşı koyan) Hüseyin, dinin himayetçisi Ali ibn-i Hüseyin, çok bağışta bulunan Muhammed ibn-i Ali, halka yararlı Cafer ibn-i Muhammed, emin Musa ibn-i Cafer, güvenilir Ali ibn-i Musa, kılavuz Muhammed ibn-i Ali, çaba sarfeden Ali ibn-i Muhammed, derin ilim sahibi Hasan ibn-i Ali ve arkasında Meryem oğlu İsa'nın (a.s) namaz kılacağı Mehdi." (Feraid-üs Simtayn -Hafız Kenci-i Şafii-, c.2, s.152)

              d) Cabir bin Abdullah şöyle diyor: "Allah'a, Resulü'ne ve emir sahiplerine itaat etmenin vacip olduğunu bildiren âyet indiği gün Peygamber'e sordum: "Allah ve Resulü'nü tanıyoruz. Ama emir sahiplerinin kimler olduğunu bilmiyoruz. Onlar kimlerdir?" Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdular: Onlar benim halifelerimdir. Onların ilki Ali bin Ebi Talib, sonra Hasan, sonra Hüseyin, sonra Ali bin Hüseyin, sonra da Tevrat'ta Bakır diye anılan Muhammed bin Ali'dir. Ey Cabir! Sen onu göreceksin. Gördüğünde benim selamımı ona iletirsin. Ondan sonra Cafer bin Muhammed Es-Sadık, sonra Musa bin Cafer, sonra Ali bin Musa, sonra Muhammed bin Ali, sonra Ali bin Muhammed, sonra Hasan bin Ali ve en sonuncusu Allah'ın yeryüzündeki hücceti ve kulları arasındaki saklantısı olan ve benim isim ve künyemi taşıyan Hasan bin Ali'nin oğludur." (Bu hadis Ehl-i Sünnet'in şu kaynaklarında nakledilmiştir: Yenâbi-ül Meveddet (Kunduzî el-Hanefî), S.114-117-494, Şevâhid-üt Tenzil (Hâkim el-Heskânî el-Hanefî), C.1, S.148, Ferâd-üs Simtayn (Hamavî), C.1, S.314.

              Ehlibeyt mektebine göre, Hz. Zeyd ve İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer-i Sadık’ın o şartlardaki kıyam edip etmeme hususundaki farklı tavırları, tıpkı Hz. Ali’yle Hz. Fatıma’nın aynı zamanda sergiledikleri farklı tavırlar gibidir. Hepimiz biliyoruz ki Hz. Ali (a.s) ilk hücceti tamamlama sürecinden sonra susmayı tercih etmişken, Hz. Fatıma halifeye karşı en ağır konuşmaları ve itirazları yapmıştır. Şia ve Sünninin müştereken naklettiği hutbesi bunu açıkça ortaya koyuyor. Hatta Buhari bile Hz. Fatıma’nın halifeye kızıp da ölünceye kadar onunla konuşmadığını ve küs olarak dünyadan gittiğini nakletmektedir. Hz. Fatıma’nın halifeye biat etmediğini Sünniler bile kabul ediyorlar. “Rızası Allah’ın rızası, gazabı Allah’ın gazabı olan” bir Fatıma’nın bu konuda yanlış yaptığını söylemek bizzat Resulullah’ı tekzib etmektir. Hatta tathir ayetine aykırıdır. Sonuç olarak biz Hz. Ali’yle Hz. Fatıma’nın tutumları arasında bir çelişki görmüyoruz. Hem Hz. Ali’nin, hem de Hz. Fatıma’nın kendi görevlerini ifa ettiğine inanıyoruz. Evet, birisi İslam’ın esasının korunması için susması gerekirken, diğeri gerçeklerin ortaya çıkması ve gelecek nesillere ışık tutması için haykırması, itiraz etmesi gerekirdi. Ve öyle de oldu.

              Aynı şeyi mesela Hz. Ali (a.s) ile Hz. Ali’nin yakın dostlarından ve sır arkadaşlarından sayılan Ebuzer Gıfari’nin (r.a) tutumları arsında da müşahede ediyoruz. Hz. Ali (a.s) susmayı yeğlerken, Ebuzer’in itirazlarına, haykırışlarına şahit oluyoruz. Öyle ki artık 3. halifenin zamanında bu itirazlar onun işkencelere tabi tutulmasına ve önce Şam’a daha sonra da Rebeze’ye sürgün edilmesine ve bilahare sürgünde yapayalnız şehid olmasına kadar devam ediyor! Ebuzer’in bütün bunları Hz. Ali’ye rağmen ve onun izni olmadan yaptığını söylemek, garaz marazdan kaynaklanmıyorsa en azından saflık ve bilgisizliğin bir ifadesi olur. Zaten eğer öyle olmasaydı, Hz. Ali ve evlatlarının, Medine’den sürüldüğünde Ebuzer’i uğurlarken söyledikleri o sözler abes olurdu. Evet, onların her biri kendi görevlerini ifa ediyorlardı.

              Değinmek istediğim son husus şudur ki biz Hz. Zeyd’i yukarıda beyan edilen sebepten dolayı 12 masum imam içinde görmüyoruz, doğrudur. Ama Hz. Zeyd bize göre, Al-i Muhammed’in (s.a.a) en seçkin âlimlerinden, muhaddislerinden, mücahidlerinden ve şehitlerindendir. Aşağıda İmamlarımızdan sadece örnek olarak vereceğim hadisler aslında hem imamlarımızın, hem de İmamiye mektebinin Hz. Zeyd ve onun kıyamı hakkındaki görüşünü ortaya koymaya ve aralarındaki tavrın yukarıda beyan ettiğimiz istikamette olduğunu göstermeye yeter:

              1- İmam Cafer-i Sadık (a.s) Hz. Zeyd’den sonra kıyam etmek isteyenlere hitaben şöyle buyurdu: “Bakın ne üzere huruc (kıyam) ediyorsunuz? Demeyin Zeyd kıyam etti (biz de buna dayanarak kıyam ediyoruz). Hiç şüphesiz Zeyd alim ve doğru birisiydi. O sizi asla kendine çağırmadı (kendi imametine davet etmedi). O sizi Al-i Muhammed’in Rıza’sına (Allah ve Resulü’nün imametine razı olduğu kimseye) davet etti. Eğer zafere ulaşsaydı, sizi davet ettiği şeye vefa edecekti (imameti asıl sahibine tevdi edecekti)…” (El-Kafi, c.8, s.264) Bir diğer rivayette İmam (a.s) “Al-i Muhammed’in Rıza’sı benim” diye ilavede bulunmuştur.” (El-İrşad -Şeyh Mufid-, s.268)

              2- Yine şöyle buyurmuştur: “Hiç şüphesiz Zeyd, Mu’min, arif ve sadakatli birisiydi. Şunu bilin ki eğer zafere ulaşsaydı, ahdine vefa edecekti. Hiç şüphesiz o hakimiyeti elde etseydi, onu kime tevdi edeceğini biliyordu.” (El-Kafi, c.8, hadis: 381)

              3- İmam Rıza (a.s) da Me’mun’un “Zeyd hakkı olmadığı bir şeyi iddia etmiştir” sözüne karşılık şu cevabı verdi: “Şüphesiz Zeyd b. Ali, hakkı olmadığı bir şeye davet etmedi. O bunu yapmaktan daha takvalı birisiydi. O şöyle dedi: “Ben Al-i Muhammed’in Rıza’sına davet ediyorum…” (Uyunu’l-Ahbar, s.249, bab: 25)

              4- Şeyh Saduk El-Emali kitabında Zeyd bin Ali’nin şöyle dediğini nakletmektedir: “Her zamanda biz Ehlibeyt’ten bir kişiyle Allah yaratıklarına hücceti tamamlar. Bizim zamanımızın “Hüccet”i kardeşimin oğlu Cafer bin Muhammed (İmam Sadık)’tır. Ona uyan yolunu şaşırmaz ve ona muhalefet eden hidayeti bulamaz!” (El-Emali -Saduk-, s.542, Biharü’l-Envar, c.46, s.173)

              5- Hazzar Kummi Kifayetü’l-Eser kitabında Zeyd’in şöyle dediğini nakletmektedir: “Kim cihad etmek istiyorsa, bana gelsin; kim de ilim istiyorsa, Kardeşimin oğlu Cafer’e gitsin.” (Kifayetü’l-Eser, s. 302)

              6- El-Keşşi Ammar Sabati’den şöyle nakletmektedir: “Süleyman bin Halid, Zeyd ile kıyam edenlerden birisiydi. Bir gün birkaç kişiyle biz bir köşede duruyorduk; Zeyd de başka bir köşedeydi. O sırada adamın birisi, Süleyman’a dedi ki Zeyd hakkında görüşün nedir? Acaba o mu daha üstündür yoksa Cafer (İmam Sadık) mı? Süleyman dedi ki: “Vallahi Cafer’in bir günü Zeyd’in bir ömrüne bedeldir!” Adam şaşkınlığından başını sallayıp Zeyd’in yanına gitti ve olayı ona anlattı. Ben de onların yanına vardım. Zeyd şu cevabı verdi: “Cafer helal ve haramda bizim imamımızdır.” (Ricalü’l-Keşşi, s.308)

              7- Yine Hazzar Kummi’nin nakline göre Zeyd’in oğlu Yahya, babasına imamların kim olduğunu sordu. O da oğluna şu cevabı verdi: “İmamlar on ikidir. Bunlardan dördü geçmiş ve sekiz tanesi de geri kalanlardır. Yahya “Babacığım onların isimlerini bana sayar mısın?” dediğinde, şöyle cevap verdi: “Geçmişler Ali bin Ebi Talib, Hasan, Hüseyin ve Ali bin Hüseyin’dir. Geriye kalanlar ise şunlardır: “Kardeşim (Muhammed) Bakır, ondan sonra oğlu Cafer-i Sadık, ondan sonra oğlu Musa (Kazım), ondan sonra oğlu Ali (Rıza), ondan sonra oğlu Muhammed (Taki), ondan sonra oğlu Ali (Naki), ondan sonra oğlu Hasan (Askeri) ve ondan sonra da oğlu Mehdi’dir.” Yahya “Babacığım, sen onlardan değil misin?” diye sorunca şu cevabı aldı: “Hayır, ama ben Resulullah’ın neslindenim.” Yahya tekrar “Peki onların isimlerini nerden öğrendiniz?” deyince, şöyle buyurdu: “Bunlar Resulullah’tan bize ulaşan bir bilgidir.” (Kifayetü’l-Eser, s.300)

              8- Aynı eserde yine Abdu’l-A’la’dan şöyle nakledilmiştir: Zeyd bin Ali’ye “… Bu emrin (imametin) sahibi siz misiniz?” diye sorduğumda “Hayır dedi, ama ben Resulullah’ın soyundanım.” Ben “O halde kime uymamızı emrediyorsunuz?” dediğimde İmam Cafer-i Sadık’a işaret ederek “Şundan ayrılmayın” buyurdu.” (Kifayetü’l-Eser, s.307)

              9- Muhammed bin Müslim diyor ki: “Zeyd bin Ali’nin yanına gittim ve ona şöyle dedim: “Bir topluluk sizin bu işin (imametin) sahibi olduğunuzu zannediyorlar.” Bunun üzerine şöyle dedi: “Hayır, ama ben Resulullah’ın neslindenim.” Dedim ki Peki bu işin sahibi sizden sonra kimlerdir?” Şöyle buyurdu: “Yedi tane halifedir ki Mehdi de onlardandır.” Muhammed bin Müslim şöyle devam ediyor: “Ben İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) yanına gittim ve Zeyd’in dediğini anlattım. “ İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Kardeşim Zeyd doğru söylemiştir. Bu işin sürecinde benden sonra yedi tane vasi olacaktır ki Mehdi (a.s) de onlardandır…” (Kifayetü’l-Eser, s.306)

              Yorum


                #37
                Ynt: IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER


                [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]Önce şunu belirteyim ki biraz hayal kırıklığı yaşadım maalesef. Ben bir hafta gibi bir süre bekleyişin ardından siz değerli kardeşimden ortaya konulan hususlar ve sorulan sorular hakkında detaylı ve doyurucu cevaplar beklerken, maalesef umduğumu bulamadım. Birçok bölüme birkaç cümleyle değinip çoğu bölümleri es geçmişsiniz. Sorduğum soruların çoğuna cevap vermemiş veya yuvarlak cevaplarla yetinmişsiniz. Herhalükarda biz de umduğumuzu değil, bulduğumuzu ganimet sayarak yazılanlar üzerinde durmaya çalışacağız ve cevabını almadığımız soruları tekrar hatırlatıp cevap bekleyeceğiz. [/quote]

                Ben yaşadığınız hayalkırıklığının nedeninin sorular hakkında detaylı cevap alamadığınız için değil, almak istediğiniz cevapları alamadığınız için olduğunu düşünüyorum. Siz konu ile ilgisi olmayan şeyleri sorup konuyu farklı mecralara çekmeye çalıştığınız sürece, önüme bitakım ayetler verip “ hadi bakalım bu ayetleri aklından ve hadislerden yararlanmaksızın açıkla” diyerek sanki ben aklın ve hadislerin ayetlerin açıklanması amacıyla kullanılmasına karşıymışım gibi lanse ettiğiniz sürece bu tarz sorulara cevap vermeyeceğimi ve hayalkırıklığı yaşamaya devam edeceğinizi bildireyim. Çünkü bu soruların muhatabı olarak görmüyorum kendimi. Diğer hususlarda ise gereken yerde gerektiği kadar açıklamayı yaptığımı düşünüyorum. Anlaşılmayan noktalar varsa oraları özellikle belirtin yine açıklarım sorun değil.

                [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]Değerli kardeşim, yazdıklarım yukarıda duruyor. Ama maalesef cümlelere gereği gibi dikkat etmiyorsunuz. Bakın kullandığım cümle aynen şöyledir: “Yani Kur’an’ın Allah kelamı olduğunda hiçbir şüphe yoktur, ancak ayetlerden çıkarılan anlamlar birçok zaman zannidir…” “Ama hadislerin birçoğunun (mütevatir olmayanların) Resul’den sadır olduğu kesin değildir. Ama çoğunun anlamı açıktır…”

                Gördüğünüz gibi genelleme yapmamışım. Her iki tarafta da çoğunlukla böyledir demişim. Dolayısıyla Kur’an ayetlerinden çıkan kesin manalarla, hadislerden çıkan kesin manaları birbiriyle kıyaslarsak elbette hadislerin anlamlarının açıklığıyla, ayetlerin anlamlarının açıklığı kıyas götürmeyecek boyutlardadır. Dediğim gibi bu görüş sadece Şiaya has bir görüş de değildir. Usul-i Fıkıh alimlerinin ortak görüşüdür. [/quote]

                İtikadi bir konuda genelleme yapmayıp ortaya koyduğunuz kaidenin duruma ve hadislere göre değişeceğinden bahsetmeniz net bir yönteminizin olmadığını, yine hangi hadis ve ayetin açık ya da kapalı olduğuna sizin karar verdiğinizi gösterir. Anlamlarının açık olduğunu söylediğiniz çoğunluk hadisler ya da anlamlarının zanni olduğunu iddia ettiğiniz azınlık ayetlerin hangileri olup olmadığına karar veren merci kimdir? Öyle ya öncelikle tüm ayetler ve hadisler için bu sınıflamayı yapmalısınızki ondan sonra sizin başvurduğunuz yöntem uygulanabilsin. Yani şu ayetin anlamı zannidir öyleyse bu ayeti zahiri olarak ayete muhalif bile olsa şu hadisle açıklarız diyebilmelisiniz. Ya da şu ayetin anlamı açıktır hadise başvurmaya gerek yoktur diyebilmelisiniz. Peki bu ayrımı kime ve neye göre yapacaksınız? Sizin anlam bakımından kapalı ve zanni olduğunuz ayeti bir başkası anladığını iddia edebilir ve sizin başvurduğunuz kurana muhalefet eden hadisi reddedebilir. Buna söz söylemeye hakkınız var mı ?

                Oysaki bizim üzerinde durduğumuz ve önem verdiğimiz daha doğrusu sizi eleştirdiğimiz husus çok açık ve net; sizin anlamlarının zanni olduğunu ve anlayamadığınızı iddia ettiğiniz ayetleri zahiren kurana apaçık şekilde ters olan hadislerle açıklamaya kalkışmanız. Biz demiyoruzki hadislere başvurmayın ya da ayetleri sadece okuyarak anlayın. Ama bunu zahiren bile olsa ayetlere aykırı olan hadislerle yapmayın diyoruz. Ayet açıkta olsa kapalıda olsa zannide olsa ne olursa olsun ayetlere muhalefet eden bir hadis gördüğünüzde duyduğunuzda bunu tevil etmek yerine reddedin diyoruz. Bu arada ifadelerimden sanki sizi bu noktada yönlendiriyo gibi algılamayın. Bizim savunduğumuz ve itikadımızı oluşturan temel ilkeleri ifade etmek adına “diyoruz” lafzını kullanıyorum.


                [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]Önceki açıklamalarımla, yukarıdaki açıklamalar dikkate alınırsa, anlaşılmayacak bir durum söz konusu değildir. Hem ben ne zaman akıl yürütmeyiz demişim? Akıl yürütmeyen kimse hadisle ayet arasını nasıl buluşturacak? Benim dediğim şudur: Başkaları salt akıllarıyla bir ayetin zahirinden bir anlamı çıkarıyor ve bunu muteber sayıyorsa, bir diğeri akl-i kül olan ve vahiy kaynağından beslenen Resul ve onun varislerinin açıklamalarından da yardım alarak ayete farklı bir anlam, farlı bir yorum yüklüyorsa, bu niye yadırganıyor? [/quote]

                Bakın yine aynı yere gelmişsiniz. Kim sizin hadisler aracılığıyla ayete anlam vermenizden ya da yorum yüklemenizden rahatsızki? Böyle bişey diyen oldu mu ? neden ayetlere hadisler aracılığıyla yaklaşıyosunuz diyen oldumu? Yineliyorum yadırganan ve reddedilen durum sadece ayetlere muhalefet eden, onlarla zıt düşen hadisleri tevil ederek onlar aracılığı ile ayetlere yaklaşmaya çalışmanız ve onlara anlam yüklemenizdir. Diyosunuzki söz konusu hadislerin ayetlere aykırı olduğunu nereden biliyosunuz.. e tabii ki aklımızla yapıyoruz bunu. İki metni ortaya koyarsınız ikisi birbirine zıt anlamlar içeriyosa aykırıdır. Bunu bilmek ya da görmek için ne fıkıhçı ne tefsirci ne de din alimi olmaya gerek yok. Dilbilgisi kurallarını bilmek bu tezatlığı görmek için yeterlidir. Bu seferde diyosunuzki ayetler arasındada bu tür tezatlar var. İşte o noktada ayetler tevil edilir çünkü Allah tarafından geldiği kesindir ve uydurulma ihtimali olmayan lafızlardır. Ama hadislerde güvence yokki. Anlayamadığınız ayetleri anlamak için ne diye tezat anlamlar içeren hadislere başvuralım. Diğer hadislere başvurur yine de o ayeti anlarsınız. Eğer bu yöntemi uygulamaz isek kuranın ölçü mihengi olma özelliği nerede kalıcak ? eğer kuran ayetleri bir hadisin gerçekten resulullah ya da imamlar tarafından gelip gelmediği noktasında sağlama aracı olamayacak ise bu sözlerin teminatı nedir? Bir tarafta yüzyıllardır milyonlarca kişinin naklettiği, toparladığı, kitap haline getirdiği, yazdığı, çoğalttığı hadisler diğer tarafta 1.400 yıl boyunca Allah’ın koruması altında olan ve kıyamete kadar asla değiştirilemeyeceği teminat altına alınmış hak sözler. Sakın ha bu sözlerimden hadisleri küçümsediğim anlamı falan çıkmasın ama ifade etmeye çalıştığım nokta sıhhat açısından karşılaştırmadır. İşte bu milyonlarca tanımadığımız kişilerin elinden geçen hadislerin bir tek sağlama noktası vardır o da kuranı kerimdir. Sizin zanna dayanmayan başka yöntemleriniz varsa bunlarıda açıklarsanız sevinirim inş.

                [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]Hatta hadisleri, bir tarafa bıraksak bile, birisi kalkıp “Sen neden, farklı bir yorum getiriyorsun?” deme hakkına sahip mi? Her kes bir başkasının anladığını ayetten anlamaya mecbur mu? Eğer mecbur olsaydı, neden bu kadar tefsirler çıkmış ortaya? Aynı ayete bazen onlarca farklı yorum sunulmuştur. Az buçuk tefsirlerle haşir neşir olan bunu bilir. Bir mevla ve veli kelimesine 30’a yakın anlam verilmiştir. Dolayısıyla bu anlamları dikkate alarak, her kes farklı yorumlar getirmiştir ayetlere. Kevser suresindeki “Kevser” kelimesine 35 tane, (evet yanlış duymadınız, tam 35 tane) anlam zikredilmiştir! [/quote]

                Bu sözleri sizden duymak hem sevindirici hem de şaşırtıcı. Yani sizin ayetlerden çıkardığınız ve çoğunu imamlara, imamete yorduğunuz ayetleri bir başkası başka şeylere yorma hakkına sahiptir.. kimseye veli kelimesinden illaki velayet ya da imamet anlamı çıkarması konusunda baskı yapılamaz ve böyle anlamayan kişiler yargılanamaz. Halbuki sizin ehlisünneti ya da diğer ekolleri en fazla eleştirdiğiniz husus budur. Ayetleri neden sizin gibi anlamadıkları konusu. Örneğin abdest alırken ayakların yıkanacağımı yoksa meshedileceğimi konusundaki maide suresi 6. ayet. Ben o ayetten ayakların meshedileceğini anlıyorum siz de sanırım öyle ama Sünniler yıkanacağı anlamını çıkarıyolar. “Her kes bir başkasının anladığını ayetten anlamaya mecbur mu?” demişsiniz… değilse eğer sorun yoktur. Ben sanmıyorumki hiçbir Sünni ayetten ayaklarını meshedeceği anlamını çıkarmasına rağmen haşa sırf Allaha inat olsun diye ayaklarını yıkasınlar. Demekki ayeti bu şekilde anlayıp bu şekilde amel ediyolar. Sizinde beyan ettiğinize göre bunları sorun yapıp ortaya koymamak ve dayatmamak lazım.. değil mi..

                [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]Bakın yanlış anlaşılmasın, ben her kesin ayetten her anladığı doğrudur demek istemiyorum. Benim demek istediğim şudur ki birçok zaman ayetin zahiri farklı yorumlara açıktır. Hz. Ali’nin (a.s) tabiriyle “Hammalun zu vucuh.” Yani Kur’an çeşitli şekillerde yorumlanmaya müsait bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla burada yapılacak şey sen niye öyle anladın, deme yerine, senin o anladığın şu şu delillere binaen yanlıştır deyip bunu ispata çalışmaktır. [/quote]

                E şimdi yukarda söylediklerinizle bu sözleriniz arasında nasıl bağlantı kuracağız ? eğer ayetlerin kapalı olduğunu ve herkesin hadislerle ya da aklıyla bu ayetlere yorum getirme hakkını savunuyo iseniz o zaman kimin doğru kimin yanlış olduğunu neye göre ölçücez? Senin hadisin yanlış benim hadisim doğru diyerek mi? Peki bunun ölçümünü nasıl yapıcaz ? şu şu delillere göre yanlıştır demek çözüm mü? birisine göre ebu hureyre yalancıdır diğerine göre ibni sebe yalancıdır. Birisine göre kuleyni yalancıdır diğerine göre buhari yalancıdır. Ya da bunların hepsi doğruyu söylemiş ama onların eserlerine eli dokunanlar onlar adına yalan söz uydurmuşlardır. Ölçüm nedir? Yine iş döner dolaşır kurana gelir.. işte ebuhureyrenin naklettiği sözmü kurana aykırı yoksa ibni sebeninmi ya da buharinin eserinde yer alanlarmı kurana muhalefet ediyor yoksa kuleynininmi ( ya da her ikisinindemi). Yegane kıstas , en sahih yöntem, şüphe şek barındırmayan ölçü aracı kuranı kerimdir.

                [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]Yoksa sırf “Kati Kur’an’a sen nasıl akli yorumla, ya da hadisler yoluyla muhalefet edersin” demek ne realiteye uyar, nede inandırıcı olur. [/quote]
                Böyle diyen yoktur zaten. Denilen; eğer bir ayetle hadis yan yana konulduğunda farklı anlamlar içeriyor ve birbirine tezat düşüyo ise sıhhat açısından ayet kesin hadis ise zanni olduğu için ayet başka ayetlerle ya da hadislerle açıklanır, aykırı olan hadis ise inkar edilir.

                [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]Bütün bu söylediklerim, sizin bizim hadislerden ilham alarak ayetlere getirdiğimiz yorumları “Kati olan Kur’an’a ve Kur’an’ın apaçık ortaya koyduklarına nasıl olur da zanni hadislerle muhalefet edersiniz?” sözünüze cevap vermek ve bunun tutarsız olduğunu ispat etmektir. Diyoruz ki “Kur’an’ın muradı bir yerde gerçekten açık olursa, buna ancak inatçı bir kafir muhalefet eder. Biz kendimizi bundan beri görüyoruz. Bizim yaptığımız şey söz konusu ayet veya ayetlere hem aklımızdan yararlanarak, hem de hadislerden ilham alarak farklı bir yorum getiriyoruz. Bu da bizim hakkımız. Sen veya başkaları bizim yerimize akledecek değilsiniz ya. Nasıl ki biz sizin yerinize bunu yapacak durumda değiliz. [/quote]

                Şu ifadelerinizi tekrar okuyun inş. Diyosunuzki “sizin bizim hadislerden ilham alarak ayetlere getirdiğimiz yorumları “Kati olan Kur’an’a ve Kur’an’ın apaçık ortaya koyduklarına nasıl olur da zanni hadislerle muhalefet edersiniz?” sözünüze cevap vermek ve bunun tutarsız olduğunu ispat etmektir.” Ben bu sözü siz hadislerden ilham alarak ayetlere yorum getirdiğiniz içinmi söylemişim.. el insaf… zaten söylediğim şeyin içeriğinde ne amaçla söylediğimi belirtmişim. “muhalefet” kavramından bahsetmişim. Öyle güllük gülistanlık bi durum ortaya koydunuzki sanki bugün elimize ulaşan tüm hadisler kuranı açıklamaya yardımcı birer askerler. Kuranın özünü tahrif etmeye yönelik uydurulan milyonlarca hadisin varlığından bihaber olduğunu sanmıyorum. Niye anlamak istemiyosunuz bilemiyorum. Bizim derdiğimiz bu hadislerin tevil edilmek bahanesiyle kurana uydurulması ve ayetlerin anlamlarının yerlerinden oynanmasıdır. Eğer kuran namaz kılın diyo hadiste öğle namazının farzı 4 diyo ise buna kimsenin sözü yoktur. Bunu kurana aykırı olarak görende yoktur inkar edende yoktur. Bu tarz açıklayıcı mahiyette olan hadisleri istediğiniz kadar kullanın ve kurana yorumlar getirin. Kimin itirazı var? Bizde aynısını yapıyoruz çünkü. Eğer buna itiraz etse idik imam zeydin el mecmu adlı hadis kitabını çöpe atmamız gerekirdi. Ama eğer kuran hz meryemi alemlerin kadınlarına üstün kıldık diyorsa sizin hadislerinizde de alemlerin en üstün kadını hz fatıma diyo ise biz bu hadisi ne tevil ederiz ne bu ayeti anlamak için araç olarak görürüz ne de zikrederiz. Gördüğümüz anda inkar eder bunun kurana muhalefet ettiğine ve uydurma hadis olduğuna iman ederiz. İşte kurana muhalefet eden hadis kavramı diye bahsettiğimiz ve gördüğümüz anda inkar ettiğimiz hadis türleri bunlardır. Peki siz ne yapıyosunuz. Sanki ayet zanni imişte hadis sıhhat açısından daha makbulmüş gibi hadisi ön plana alarak önce ona iman ediyosunuz sonrada ayeti tevil ederek hadise göre anlamlandırıyo ve uyarlıyosunuz. Biz bu yöntemden Allaha sığınırız.

                [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]Ama aslına bakarsan, asıl su-i zan eden, hatta su-i zandan öte açıkça bizi itham eden sizsiniz. Bakın aynen yukarıdaki sözünüzü buraya da kopyalıyorum: “Siz sırf kaynaklarınızın yara almaması, ravilerinizin zedelenmemesi için böyle bir yola başvuruyo olabilirsiniz.” Yukarıda yaptığımız genel açıklamalardan hareketle bir çıkarım yapıp, hemen bizi adil davranmamak, insaflı olmamakla suçlayan birisinin, kalkıp böyle bir suçlamayı başkasına yöneltmesinin, ne kadar adalet ve insafa sığdığını okuyucuların ve bizzat kendinizin insaf ve vicdanına bırakıyorum. [/quote]

                Sözlerimin muhatabının siz olmadığınızı “siz” derken sizinle aynı itikada mensup bitakım kişileri bahsettiğimi anlamanız gerekirdi. Ancak bu yorumumu hayır bizim mensuplarımızdan hiçbirisi böyle yapmaz diyerek onlarıda koruma altına alıyo iseniz pişman olabilirsiniz çünkü bunun çok örneğini gördüm.

                [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]İslam mezhepleri arasında hadise Şia’dan daha eleştirisel bir gözle bakan yoktur. Şia hiçbir alimin hiçbir kitabına veya kaynağına yüzde yüz garanti vermez. Her zaman onları tahkik ve eleştiri açık görür. Şia ulemasının eserlerinden haberdar olan bunları bilir de sizin bileceğinizi zannetmiyorum. Dolayısıyla da yukarıdaki korkunç ve fütursuzca ithamınızı husn-i zan ederek bu bilgisizliğinize bağlıyorum. Şia alimleri ister çeşitli konularda yazdıkları eserlerinde, yüzlerce rivayetin zayıf ve uydurma olduğunu tespit edip açık bir şekilde ortaya koymuşlardır. isterse bu konuda yazdıkları müstakil eserlerde yığınla rivayetin zayıf ve uydurma olduğunu delilleriyle birlikte deklare etmişlerdir. Merhum allame bir ansiklopedisi olarak Biharü’l-Envar kitabını hadisler kaybolmasın diye yazdıktan sonra, Miratü’l-Ukul isminde 26 ciltlik dev eser yazarak, kitapta hadislerin hangisinin sahih ve güvenilir, hangisinin zayıf olduğunu teker teker belirlemiştir. [/quote]

                Hadis kaynaklarınızın hiçbirisi için %100 sahih dememeniz, içlerinde uydurma hadislerinde olduğunu ifade etmeniz takdire şayan bi itiraf ancak yukarıda ifade ettiğim suçlama da ifade ettiğim şey bunun sizin şahsi görüşünüz olduğu, tüm mensuplarınızın böyle düşünmediği ve bunu yapmaktaki amaçlarıdır. Eğer herkes sizin gibi düşünseydi, yöneticiler, bi üyenin “el kafideki çelişkiler” adı altında açtığı başlığı “el kafide çelişki yoktur” diye taassubi şekilde davranarak değiştirmezdi.

                Yanı sıra en büyük hadis kaynağınızın tümüyle sahih olmadığını içerisinde uydurma rivayetlerinde bulunduğunu söyledikten sonra bu kitabın isminin “el-kafi” olması ve önsözünde bu kitabın Şialar için kafi (yeterli) olduğu, bu kitabın mehdiye arzedilip onay alındığına dair rivayetlerin nakledilmesi de düşündürücüdür.


                [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]Yine Rical ilminde kitaplar yazan büyük alimlerimiz, hadislerin ravilerini teker teker ele alarak hangisinin güvenilir, hangisinin güvenilemeyeceğini, ya da yalancı, sahtekar vs. olduğunu beyan etmişlerdir. [/quote]

                Süleyman Bin Yahya’ya hadislerin sıhhati konusunda ne yapılması gerektiği sorulunca dedesi imam zeydden naklen; en sağlam yöntemin kurana arz edilmesi gerektiğini en zayıf yöntemin ise ravilerin ele alınmasını söyler.ne isnaaşeriyye mektebi ne de ehlisünnet mektebi hadisleri ele alırken metin tenkidine gereken önemi vermemiş çoğunlukla senet tenkidine tabi tutmuşlardır. Ravilerin konum ve karakterlerini yine birilerinin onlar hakkında söylediklerine dayanarak belirlemek hadislerde ölçü olabilir mi? Birisi yalancı diye söylediği her söz yalandır denilebilir mi? Örneğin ebuhureyre sizin için güvenilmeyen bir ravidir, yalancıdır. Peki ebuhureyrenin naklettiği hadisler içerisinde hiçmi hak söz yoktur ? bu ravi bir tane bilemi doğru söz söylememiştir? Neden kaynaklarınızın hiçbirisinde ebuhureyrenin ismi dahi anılmaz ? çünkü adı çıkmış dokuza inmez sekize… artık o kişinin yalan hadis naklettiği sabit olunca doğru naklettikleri içinde kafaya şüphe girer. Ya bu da yalansa.. peki aynı şeyi kuleyni için düşünelim. Kuleyninin kitabının içerisine uydurma hadisleri aldığını , bunların mevcut olduğunu ifade ettiniz. Peki ben bu kişiye nasıl güvenicem? Ya doğru olduğunu iddia ettiklerinizde uydurmaysa? Bir kez yalan söyleyen bin kezde söylemekten çekinmez. Öyleyse yine aynı noktaya geliyoruz. Hadisleri ölçmenin yegane kontrol noktası kuranı kerimdir. Ne raviler ne başka ölçütler bu konuda nihai sonuca götürmez. Yardımcı olur fikir verir ama sonuç vermez.

                [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]İnanın ben de sizin hala niye buna geldik demenizi anlamış değilim. Muhterem mesele Kur’an hadis meselesi değil mi? Siz bizim hadislere dayanarak Kur’an’a yorum getirmemize, itiraz etmiyor musunuz? Bizim olursa, hadisle Kur’an arasını makul bir yorumda buluşturma çabamıza itiraz etmiyor musunuz? [/quote]

                Subhanallah…Allahım sen aklımı koru..ben sizin hadislere dayanarak kurana yorum getirmenize itiraz ediyorum öyle mi? Bu kadar yazılan çizilenden sonra açıklamalardan sonra hala daha bunu iddia edebiliyosanız vallahi pes..siz sürekli benim söylediklerimi anladığınızı ve hakkınızda zanda bulunduğumu iddia ediyosunuz ama maalesef hiçbişi anlamamışsınız. Hala daha kafanızdaki önyargılarla, sabitleşmiş şablonlarla söylemediğim şeyleri söylemişim gibi aksetiriyosunuz. Yineliyeyimmi bilemiyorum ne kadar da ifade etsem kafanızda oluşan bi sabit düşünceden vazgeçmeyeceğinize benziyosunuz. Bakın Allah için sözlerimi iyi anlayın .. eğer bu tavrınızda kasıtlı değilseniz sözlerimi bi kez daha iyi okuyun..benim söylemediğim şeyleri ben söylemişim yada iddia etmişim gibi lanse ederek konuyu farklı mecralara çekmeyin. Konu hiçbir zaman kuran hadis meselesi olmadı. Konu hiçbir zaman benim kuranın hadisler aracılığı ile anlaşılıp anlaşılmamasına itiraz etmem olmadı. Konu neydi biliyomusunuz ? bizim iddia ettiğimiz gibi zahiren kurana aykırı görünen hadisler görüldüğü anda redmi edilir yoksa sizin iddia ettiğiniz gibi aklımızla ve yorumlama gücümüzle kuran ile kurana muhalefet eden hadislerin orta yolumu bulunur !

                kurana muhalefet eden sizin hadislerinizden örnek verdiğimde muradımı anlamakta güçlük çekiyosunuz belki, daha net anlaşılması için ehlisünnetin kurana muhalefet eden hadisinden bi örnek vericem bakalım bu sefer hangi yolu izleyeceksiniz.

                Ehlisünnet hadislerinden birisinde derki “recm ayeti vardı ve onu keçi yedi”

                Şimdi biz bu hadisi duyduğumuzda kuranın Allahın koruması altında olduğuna iman ederek bu hadis hakkında ne akıl yürütme ne makul yorum hiçbirisine başvurmaksızın diyoruzki; Bu hadis UYDURMADIR !

                Peki ehlisünnet ne yapıyor? Sizin izlediğiniz yöntemi uygulayarak hadisi kurtarmak ve uydurma olmadığını ispatlamak amacıyla yorum getiriyor ve diyorki; evet keçi ayetin metnini yemiştir ama hükmü kıyamete kadar korunmuştur bakidir.. işte Allahın koruması altında olanda budur.

                Gördünüzmü sizin yönteminiz olan hadisle kuran arasında orta yol bulma ile nasılda kurana muhalefet eden bir söz aklanıverdi..

                İşte sizinde yaptığınız tam olarak budur. Ehlisünnet nasılki acaba bu söz gerçekten hadismi diyerek kuranın tahrif edilmesini bile göze alıp “makul yorum “ adı altında sonuçlar üretiyo ise siz de aynısını yapıyor ve kurana muhalefet eden hadisleri “makul yorum” adı altında aklayarak kurana uyarlamaya çalışıyosunuz.

                Bizim tam olarak inkar ettiğimiz ve Allaha sığındığımız yöntem budur. Biz kuranın açıklayıcı hükmündeki hiçbir hadisi reddetmiyor onları resulün mirası olarak kabul ediyoruz ancak kurana aykırı hiçbir hadis üzerinde düşünmeye bile yeltenmiyor gördüğümüz anda reddediyoruz.


                [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]Biz de diyoruz ki Ehlibeyt’in hadisleri deyip geçmeyin. Onların sözlerini herhangi birisinin sözleri gibi algılamayın. Onların sözlerine baş vurarak yanılgılardan, sapmalardan korunmayı ümmete topyekun öğütleyen, ümmetin müştereken kabul ettiği Sekaleyn hadisiyle bizzat Allah’ın Resulü’dür. Dolayısıyla eğer Kur’an’ın zahiriyle (bakın zahiri diyorum) yada daha isabetli bir tabirle sizin Kur’an’ın zahirinden anladığınız bir manayla çeliştiğini gördüğünüzde, bir çırpıda atın gitsin, uydurmadır gibi söz ve tavrınızı en basit tabiriyle ihtiyatsızlık olarak görüyoruz. Önce bir düşün, ikisini birleştirecek bir yorum mümkünse, onu yapmaya çalış. Hiçbir şekilde yapamadın bunu, o zaman ayetin zahirini al, hadisi bırak bir kenara. Bunda yanlış olan, ihtiyata aykırı olan nedir ki? En kötü ihtimal sizin bu buluşturma çabanızın gerçekle örtüşmediğinin daha sonra anlaşılması değil mi? Sizin salt aklınızla ayetten çıkardığınız yorumda bu risk daha yüksektir. Çünkü siz, biz ve bizim gibiler, normal bir beşeriz. Hata yapma, yanlış anlama ihtimalimiz daha fazladır. Ama onlar Allah Resulü’nün hatadan beri olduklarını garanti ettiği kimselerdir. Yoksa “Onlara sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz” demesinin bir anlamı olur muydu? Dolayısıyla öncekinde bir kereyse, burada en az iki defa düşünmeniz gerekmez mi? Hadi siz yapmıyorsanız, buna kendi tabirinizle gerek görmüyorsanız, bari sırf bu kaygıyla bunu yapan kimseyi de kalkıp Kur’an’a muhalefetle suçlamayın. [/quote]

                şunu ifade edeyim biz Kurana muhalefet ettiğini iddia ettiğimiz hadislerin ehlibeytten geldiğine inanmıyoruz ki. Bu bu sözlerin ehlibeytin adına uydurulan sözler olduğuna iman ediyoruz. Çünkü ne resul ne de ehlibeyt zahiren bile olsa eğer kuranı kerimi açıklamaya yönelik bir hadis zikretmişler ise bunu aykırı olarak değil kurana paralel olarak yaparlar. O açıdan bizim ehlibeyte atfedilen aykırı hadisleri reddetmemizi sanki ehlibeytin hadislerini reddetmişiz gibi algılamanız yanlıştır.

                İncilde ya da tevratta yer alan sözleri reddedince nasılki Allahın sözlerini reddetmiyor, Allah adına papaz ve hahamlar tarafından uydurulan sözleri reddediyor isek, hadis kitaplarında yer alan sözleri reddedince de resulün ya da ehlibeytin değil onlar adına birilerinin uydurduğu sözleri reddediyoruz.


                [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]Yine dönüp dolaşıp aynı yere gelmenize “birbirine zıt olan ayetlerle hadisler” demenize şaşırmamak elde değil. Kim bu ikisini zıt olarak gördüğü halde böyle bir girişim içine girerse, bu ancak inatçı bir zındık olur. Bunu kaç kere tekrarlamam yetecek acaba?! Zıt olan ayetle hadis değil, sizin, benim veya bir başkasının ayetten anladığıdır. Bizim ayetten anladığımızın yüzde yüz doğru olduğunu sağlayacak garanti nedir acaba? Açıklamanız için verdiğim ayetlerin içinde, zahiri bizzat sizin bu yazılar içinde ortaya koyduğunuz bazı hususlara ters düşecek anlamlar var? Bakalım orda da bunu bu katiyetle söyleyebilecek misin? [/quote]

                İki cümlenin birbirine zıt olup olmadığını anlamak için dilbilgisi kurallarını bilmek yeterlidir. Zıtlık zaten anlama ile ilgilidir. Daha öncede verdim bu örneği; eğer ayette hz Meryem alemlerin kadınlarına üstün kılındı diyo ise bir hadiste de hz fatıma alemlerin kadınlarına üstün kılınmıştır diyo ise bu ikisi arasındaki tezatı ve zıtlığı anlamak için alim falan olmaya gerek yoktur. 8 yaşındaki ilkokul talebesine iki cümleyi okuttuğunuzda derki bunlardan birisi yalandır..ha siz bu ikisini okuyup ikiside doğrudur diyip ikisi arasında makul yorumlar yapma çabasına girerseniz bu sizin bileceğiniz iştir. Ama biz kuranın kati, hadislerin ise zanni olduğundan yola çıkarak alemlerin kadınlarına üstün kılınan kişinin hz Meryem olduğuna iman eder, hz fatıma ile ilgili hadisi ise birilerinin onu mezhebi kaygılarla yüceltmek adına uydurduğu bir söz olduğuna inanırız. Ayetlerin zahiren birbirine aykırı gibi görünmesine gelince şundan eminizki bu ayetlerin kaynağının hepsi allahtır ve korunmuştur. Yani uydurulma imkanı yoktur. İşte burada zahiren birbirine ters gibi görünen ayetler yine diğer ayetlerin yardımıyla tefsir edilir ve aynı kaynaktan çıkan sözlerin birbiri ile çelişmeyeceği ortaya konulmuş olur. Ama bu yöntemi hadislere karşı uygulayamazsınız çünkü hadisler koruma altında değildir ve sahih olma olasılıkları kadar uydurulmuş olma olasılıklarıda vardır.


                Devam edecek...


                Yorum


                  #38
                  IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER

                  Bayram amacıyla Türkiyeye döndüğüm için fazla nete giremiyorum, kusura bakmayın inş.

                  [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]Örneğin kuranda kimse ecelini erteleyemez diyo ise, sizin hadislerinizde ise “imamlar ecellerini erteleyebilir” diyo ise bizim burada takındığımız tavır kurana aykırı olan bu sözü reddetmektir. Siz bu hadisi alır tevil eder yorum katar kurana uyarlamaya çalışırsanız bu sizin bileceğiniz iştir.[/quote]


                  [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Birinci şıkka gelince, burada Kur’an’a aykırı olabileceği düşünülen şey, onların ecellerinin ne zaman olduğunu bilmeleridir. Bunu gayb ilmiyle alakalı değerlendirmek lazım. Evet, birçok ayette açık bir şekilde “Allah’tan gayrı kimse gaybı bilmez, ecelini de bilmez, nerde öleceğini bilmez” buyuruyor.
                  O zaman söz konusu hadis bu ayetlere aykırı mı? Biliyorum siz hemen elbette diyeceksiniz. Ama biraz sabredin abkalım bunu sonuna kdar diyebilecek misiniz?

                  Bakın değerli kardeşim, eğer siz bunu bir çelişki olarak addederseniz, aynı çelişki bizzat Kur’an ayetlerinde de vardır. Birkaç ayette “gaybı ancak Allah bilir”, “Gaybın anahtarları Allah indindedir” buyururken, diğer bazı ayetlerde “istisnalardan bahsediyor. Mesela şöyle buyuruyor: ““Gaybı bilendir O. Gayb konusunda hiç kimseyi haberdar etmez; ancak razı olduğu Resul hariç...” (Cin, 26-27) [/quote]

                  Biçok gayb haberini, cennet ve cehennem ile ilgili, Din Günü ile ilgili haberleri Kuran yoluyla öğreniyoruz. Demek ki gayb bilgisinin tek kaynağı Allah'tır ve o bilgiyi birilerine vahiy yoluyla paylaşırsa o kişi de bildirildiği kadarıyla gaybi bilebilir. Ayetlerden anlayacağımız şu. Kimse, Allah'tan bir vahiy/bilgi almaksızın geleceği bilemez.

                  Allahtan başka gaybı kimsenin bilmemesi ile Allahın razı olduğu resullere gaybı bildirmesi arasında hiçbir aykırılık ve tezat yoktur. Çünkü Allahtan başka kimsenin gaybı bilmemesi anlamındaki ayetler gaybın mutlak anlamda bilinmesinin sadece Allaha has olduğunu, sizin çelişki gibi gördüğünüz diğer ayetler ise Allah tarafından gaybın resullere bildirilmesini yani resullerin kendi başlarına, Allahın yardımı ve isteği olmaksızın gaybı bilmelerinin mümkün olmadığını ifade eder. Kurana bütüncül yaklaşıp ayetleri bir arada değerlendirirsek, birbirlerini tefsir ettiklerini ve tamamladıklarını görmek zor olmaz sanırım.

                  Sonra ayette gaybın sadece resullere bildirileceği ifade edilmiş ve sadece resullerle sınırlandırılmıştır. Sizin bu sınırı ortadan kaldırıp imamlarıda buna dahil etmeniz yine kurandan uzak bi anlayış. Ki eğer Allah kitabında belli zümrelere istisna tanımlıyo ise bunu en üst mertebeye yapmalıki onun dışındakiler bundan ayrı tutulsun. Bu da yine sizin iddia ettiğiniz gibi imamet denen bi makamın olmadığını ve resullük makamından daha üstün bi makamın olmadığını gösterir. Öyle olsa idi Allah gaybı bildireceği kişileri sınırlarken “yalnız imamlar bundan müstesna” derdi..



                  Veya Hz. İsa’nın İsrailoğulları’na “Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber verebilirim…” dediğinden bahsediyor. (Al-i İmran, 49)
                  Veya Hz. Hızır’ın Hz. Musa’ya gelecekle ilgili verdiği gaybi bilgiler.. (Kehf) 60-82) ve…
                  “Veya Hz. İsa’nın İsrailoğulları’na “Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber verebilirim…” dediğinden bahsediyor. (Al-i İmran, 49)” diyosunuz…….

                  Halbuki Allah ayetinde böyle buyurmaz, ben kasıtlı yaptığınıza inanmıyorum ancak ayeti parçalayarak ve eksik sunarsanız anlaşılmayı zorlaştırırsınız. Ayet şöyledir; “ALLAH'ın izniyle körü ve cüzzamlıyı iyileştirir, ölüyü diriltirim. Ne yediğinizi ve evlerinizde neler biriktirdiğinizi size bildirebilirim. İnanacaksanız bu kanıtlar sizin için yeterlidir.”

                  Demekki Allahın izni olmadan isa peygamberin gaybdan haber vermesi mümkün değildir. Bu da ancak vahy ile olur ve ayetler birbirini bu şekilde tefsir eder. Hz Hızır diye adlandırılan Salih kul da peygamber olduğu için onun da yine Allahın izni ve bildirmesi ile gaybdan haber vermesi kuranın hiçbir ayetine muhalif deildir.

                  Araf-188 bu konuyu gayet güzel özetler; Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Resulullah Allahın bildirimi olmaksızın gaybı bilmediğini söylediğine göre ancak ve ancak vahy ile gerçekleşir bu bildirim.

                  Peki siz imamlar gaybı bilir derken bunu Allahtan bağımsız kendi hallerinemi bilir diyosunuz yoksa onlarada allahmı bildirir diyosunuz. Ya da bu bildirimi onlara yapan kimdir? İmamlarında nebiler gibi vahy aldıklarını iddia edecekmisiniz merak ediyorum..


                  [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Evvela bizim hadislerimizde İmamlar ecellerini erteleyebilir diye bir tabir yoktur. Var olan şey şudur: Onlar ecellerinin zamanı bilirler; Allah tarafından seçimde muhayyerdirler.”

                  İkinci şıkta Kur’an’ın hatta zahirine dahi ters düşecek bir durum söz konusu değil. Hiçbir ayette “Allah kimseyi muhtar bırakmaz” diye bir tabir yoktur. Ama gözden kaçan şey şudur ki onlar asla, Allah’ın razı olduğu şeyden başkasını seçmezler. Peki, o zaman neden serbest bırakılıyorlar? Bunun sırrını aşağıda açıklayacağım inşallah. [/quote]

                  Ecellerini erteleme tabiri yoktur diyosunuz ama sonradan ifade ettiğiniz asli tabir daha da vahimdir. Yani imamların ecellerinin zamanını bildiklerini ve ne zaman ölüp ölmeyeceklerine kendilerinin karar verdiklerini söylüyosunuz. Yani imam ali ibni mülcem tarafından öldürüleceğini bile bile buna önlem almadı. Subhanallah..Bunun adı haşa intihardır. İşte kimin nerede nasıl ne zaman öleceğini bilmemesinin hikmeti budurki ecel vakti geldiği zaman Allahın takdiri vuku bulacağı zaman kişi buna müdahale edemesin.

                  Aşağıdaki ayetler kimsenin ecelinin ertelenmeyeceği, bunun takdirinin allahta olduğu, bu takdire Allahın kimseyi ortak kılmadığı noktasında kesin hükümler içerir.

                  Allah hiç bir nefsi eceli geldiği vakit sonraya bırakmaz, ve Allah her ne yapar iseniz haberdardır. (münafikun -11)

                  Ve eğer Allah Teâlâ insanları zulümleri sebebiyle cezalandıracak olsa idi yeryüzünde hiç bir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir zamana kadar erteliyor. Onların ecelleri geldiği vakit ise onlar ne bir saat geri kalabilirler, ve ne de öne geçebilirler. (Nahl-61)

                  Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç hangi yerde öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır. (Lokman-34)


                  [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Elbette bunun benzeri bizde olduğu gibi Ehl-i Sünnet kaynaklarında da Resulullah hakkında nakledilmiş ve Azrail (a.s) Resulullah’tan Allah’ın emrini uygulamak için izin istemekte ve “Ey Ahmed, Allah beni sana gönderdi ve emrettiği her şeyde sana itaat etmemi emretti. Canını almamı emredersen, bunu yapacağım, almamamı emredersen onu yapacağım” dedi…” (Tabakat-ı İbn-i Sa’d, c.2, s.48)

                  Diğer hususa, yani Resulullah ve imamlara seçme hakkının verildiği, ama onların Hakk’ın rızasından başka bir şeyi seçmedikleri konusuna gelince, burada “Madem onlar bu yetki ve ihtiyardan yararlanmıyorlardı, bunun ne anlamı vardı? Hikmeti neydi?” diye sorulabilir.

                  Bunun açılımını şöyle yapabiliriz: Allah’ın salih ve veli kulları, manevi seyr u sülukta, öyle bir tekâmül noktasına erişiyorlar ki iradeleri hakkın iradesinde fani oluyor. Allah’ın istediği şeyin dışında bir şeyi istemez oluyorlar. Farklı bir şeyi isteyebilme imkânları olmasına rağmen istemezler. Ölüm konusu da buna dahildir. Allah-u Teala onları ölümle yaşamak arasında muhayyer bırakmasına rağmen hakka kavuşmak onlar için her şeyden daha lezzetli olduğu için ölümü tercih ederler. Çünkü âşık için maşukun vuslatından güzel bir şey tasavvur edilemez. Esasen bu bile onların makam ve faziletlerinin ortaya çıkması için bir vesiledir. Ölüme mecbur olan bir kimseyle severek ve seçerek ölüme gitmek arasındaki farkı anlatmaya bile gerek yoktur. Yukarıda Resulullah hakkında naklettiğimiz hadis bunu en güzel şekilde ortaya koymaktadır.

                  Gördüğünüz gibi zorla ayete uyarlama diye bir şey söz konu değildir. Eğer buna zorlama derseniz, o zaman ayetlerin de arasında devam eden bir çelişkinin olduğunu ya kabul edeceksiniz, ya da bu zahiri çelişkiyi gidermeye de zorlama demelisin. [/quote]

                  Ehlisünnet kaynaklarında da sizin kaynaklarınızda yer alan ifadelerin benzerlerinin yer alması bunu daha öncede ifade ettim hak olduğunun delili değildir. Aksine hak olmayan bir inancın her iki kaynağa da bulaşmış olduğunu gösterir. Hatta ehlisünnet bu konuda israiliyattan etkilenmesini öyle abartmıştırki, azrailin can almak için musa peygambere geldiğini, musa peygamberin ona tokat atıp gözünü çıkarttığını iddia edecek kadar haddi aşmışlardır. İşte bu ve bunun gibi ortak rivayetleriniz haklılığın ölçüsü olamaz.

                  [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Dolayısıyla “Biz, bu hadis senin kitabına aykırı olduğu için reddettik başka amaç ve gayemiz yoktu” cevabıyla da kendinizi kurtarabileceğinizi zannetmeyin. Çünkü aykırılık Allah’ın kitabına değil, senin ondan çıkardığın yorumadır.” [/quote]

                  [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]Bu ifadenizi birde kendi yönetimiz için düşünün bakalım ne çıkacak ortaya; kurana aykırı hadis ile Allahın ayetini çakıştırdığınızda bulduğunuz ortak nokta Allahın murad ettiği dinmidir yoksa sizin uyarlamanız ve yorumunuzmudur ? [/quote]

                  [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Yukarıda kaç defa tekrarlanan ve defaaten cevapladığımız şeyin yeniden tekrarı olduğu için cevaba gerek yoktur. [/quote]

                  Kendimizi kurtarmak için o cevabı vermeyeceğiz elbette çünkü biz kuranı merkeze oturtup onun etrafında dolaşarak dine ulaşmaya çalıştığımız için bunda yanılmayacağımıza eminiz. Çünkü kuran hamd olsun günümüze kadar sapasağlam gelmiş kıyamete kadarda bu mucizevi özelliğini koruyacaktır. Ama kuran yerine merkeze oturtulmaya çalışılan alimler, hadisler, mezhepler yüzyıllardır tahrife uğramış israiliyat bulaşmıştır. Bu yan kaynaklardan yararlanır ama onları asla birimcil kaynak konumuna getirmeyz.

                  Dolayısıyla hadis-ayet aykırılığını bizim yorumumuz olarak değerlendirip karşı çıkarken, aykırı hadisleri kurana uyarlamanın (ya da ikisi arasında ortak yol bulmanın) sizin yorumunuz olduğunu es geçmenize cevap vermemenize şaşırmadım desem yeridir.


                  [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Sondan başlayım isterseniz. Sizin maalesef içinizde barındırdığınız şüpheci tavır, maalesef bazen en masum cümlelerden dahi olumsuz bir anlam çıkarmaya ve başkalarını sakındırdığınız su-i zanlara, kendinizin bu şekilde rahat rahat sürüklenmenize vesile oluyor. Bakın “akıllıya işaret yeterlidir” cümlesinden ben neyi kastetmişim, siz neye yormuşsunuz. Benim o cümlem aslında sizin için bir övgüdür. Yani sizi akıllı, incelikten anlayan birisi addederek, sözü bundan fazla uzatmama gerek yoktur; bu yazdıklarımdan muradımı anlarsınız demek istemişim. Fakat maalesef tam tersi bir şeye yormuşsunuz ki ben böyle bir anlamı kastetmekten kendimi beri görüyorum. Ama siz yine de ısrarla yok o değil de budur derseniz, kendiniz bilirsiniz…[/quote]

                  İşte sorunda bu zaten. Ben halen hadis ve aklınızı kullanmadan şu ayetleri açıklayın demekteki muradınızı anlayamıyorum..

                  [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Bu ayetlerin zahiri anlamları çok açıktır. Şimdi siz bunları açıklarken, ayetlerin sadece zahiri anlamlarıyla yetinirseniz, bu sizin de kabulünüz olan bir takım hüküm ve ilkelere ters düşecektir. Eğer zahirini kabul etmez ve bunu bazı akli yorumlarla, ya da bazı hadislere dayanarak zahirinden farklı bir anlama yorarsanız, o zaman da bizim yaptığımızın aynısını yapmış olacaksınız. Oysa bunu yaptığımızdan dolayı bizi suçluyor ve “Kaynaklarımızı, ravilerimizi kurtarmak, aklayıp paklamak pahasına Kur’an’ın kati hükmüne muhalefet etmek”le itham ediyorsunuz!! [/quote]

                  Ayetlerin zahiri anlamları ile Batıni anlamlarının çeliştiğini iddia etmek kurana bütüncül yaklaşmamanın sonucudur. Eğer tüm ayetler ortak paydada değerlendirilip birbirinin müfessiri şeklinde ele alınırsa hiçbir ayetin birbiriyle çelişmediği görülecektir.


                  Devam edecek...

                  Yorum


                    #39
                    IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER

                    Bismillahirrahmanirrahim

                    Kardeş mümkünse şu cevapları bundan fazla geciktirme lütfen. Yakında başka mazeretlerimiz olacağı için cevap verme imkanımız olmayacak, ya da çok zorlaşacak.

                    Yorum


                      #40
                      IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER

                      Haklısınız uzadı ancak elimde olan bişey değil, imkanlar dahilinde girmeye ve yazmaya çalışıyorum ancak hem konunun uzun hem de yazarken zahmetli olması (alıntı vs yapmak) biraz sürecin uzamasına neden oluyo.

                      [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] "Kadınlarınızdan zina edenlere karşı, içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar, şahitlik yaparlarsa, bu kadınları, ölüm alıp götürünceye kadar veya Allah onlara bir çıkış yolu açıncaya kadar evlerde hapsedin." (Nisâ,15)

                      Gördüğünüz gibi bu ayetin zahirindeki açık hüküm, zina yapan kadınların, zina yaptığı sabit olduktan sonra ölüm anına kadar bir evde hapsedilmesini emrediyor. Oysa hepimiz biliyoruz ki zina yapan kadınlar için ya recm (evli olursa), veya kırbaç hükmü vardır. Şimdi bu ayetin zahirini ne yapacağız? Burada hadislerden yardım alarak bu ayetin zahiri hükmü diğer ayetlerin hükmüyle kaldırılmıştır dersek (ki öyledir), bize ettiğiniz itiraz aynen sizin için geçerli olmaz mı? “Nasıl olur da ayetin açık hükmü ortada dururken, zanni hadislerle onun hükmünün kaldırıldığını söylersiniz?” diye itiraz edilirse, verecek cevabınız var mı? Siz buna ne cevap verirseniz, bizim de sizin itirazınıza cevabımız aynıdır. [/quote]

                      Zeydiyye mektebi recm cezasının islama sokulan israiliyat olduğuna, bunun İslam şeriatında değil Yahudi şeriatında olduğuna iman ettiği için verdiğiniz ayette hiçbir çelişki yoktur. Zina edenlerin cezası İslam şeriatında celdedir. Kurandaki ayetlerin hükmünün hadislerle kaldırıldığını söylemekten Allaha sığınırız.

                      [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Aşağıda aynı hedefi takip eden birkaç ayeti birlikte veriyorum:

                      "Allah seni affetsin (veya affetti); neden doğru söyleyenler sana belli oluncaya ve yalancıların kim olduğunu öğrenmeden onlara izin verdin?" (Tevbe, 43)
                      Resulullah’ın, affı gerektiren işlediği günah veya suç neydi? [/quote]

                      Resulullahın en güzel örnek olması için günahsız olması yani günahtan masum olması şarttır. Günah işleyen birisinin Allahın ayetlerinde en güzel örnek olarak sunulması düşünülemez dolayısıyla öncelikle kuranı yine kuranla tefsir ederek resulullahın masum olduğunu öğreniyoruz. Bunun yanında onlarca ayette resule Allahın dini ile ilgili hükümlerde mutlak itaati emreden ayetler vardır. Bunu öğrendikten sonra Allahın diğer ayetlerinde sanki masumiyetle çelişecek gibi görünen diğer ayetleri tefsir ve tevil ederek anlamaya çalışıyoruz. Bu ayette onlardan bi tanesidir. Buradaki Allah seni affetsin hitabı duadan ibarettir. Bu tür duaların edilmesi için illaki ortada bi günah olmasıda gerekmez. Mesela şey gibi düşünün. Biz resulullahın makamı mahmuda erişmesi için dua ediyoruz. Allah biz dua ediyoruz diyemi verecek o makamı resulullaha? Tabiî ki hayır.. bu Allahın zaten lütfudur. Bizim duamız ise o gerçekleşecek olan lütfa iman ettiğimizi gösteren yakarıştır.

                      [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] "Böylece sana da biz kendi emrimizden bir ruh (Kur'an) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz..." (Şura, 52)

                      Resulullah (s.a.a) kendisine vahiy gelmeden, ya da en azından peygamber olmadan imansız biri miydi? Yani cahiliye insanlarıyla aynı şeyleri mi paylaşıyordu? Cahili bir hayat mı yaşıyordu? Ayetin zahiri bu değil mi? Buna şu ayeti de eklerseniz, olay daha da açık hale gelir: "Seni dall (dalalette) bulup da hidayet etmedi mi?" (Duha, 7) [/quote]

                      Resulullahın nübüvvet öncesi kitabı bilmemesi yani daha açık anlamıyla kitabın içeriğini bilmemesinden daha normal ne olabilir? Ancak vahy ile muhatap olunca bunları öğrenmiş ve tatbik etmiştir. Bu demek değilki kitaba muhalefet ediyordu ya da putperetti.. resule vahy gelmeden önce de tevhid üzere yaşayanlar vardır ve bunlar hanif dinine mensuptu. Resulullahın dedesi abdulmuttalib gibi. Abdulmuttalib vahy ile muhatab olmadı yetişemedi diyerek imansızmı öldü? Böyle bi anlayış olabilirmi..biz ayetin zahiri bu değimli derken düştüğünüz hata ayetlerin içeriğindeki kelimelere sadece bir anlam yükleyip değerlendirmektir. Ayetin zahirinde resulullahın ne puta taptığı ne de imansız olduğu anlamı çıkmaz.eğer öyle olsa idin Allah açık açık sen mümin değildin derdi. İman nedir bilmiyordun derkende durum aynıdır. Buradan maksat Allahın muradı olan dinin tam manasıyla anlaşılması ve yaşanması için vahye muhtaç olunduğudur. Fıtri olarak tevhide ulaşılsada bunun içeriğini doldurmak kitabı imanı bilmekten geçer.

                      [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] "Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Tahrim, 1)

                      Ayetin zahiri peygamberin, Allah’ın en az bir helalini haram kıldığını gösteriyor ve bundan dolayı kınıyor! Peygamber Allah’ın hangi helalini haram kılmıştı? Ayrıca Allah’ın helal kıldığı bir şeyi peygamber hangi hakla ve cüretle haram kılabiliyor? Böyle bir yetkisi var mı? Varsa neden kınanıyor? [/quote]

                      Haram kılmaktan maksat kendisini o şeyden (kimisi bal yemek der kimisi başka şey der ne olduğunun önemi yoktur) men etmektir. Bunu sanki tüm insanlığa haram kılmak gibi algılamak abestir. Burada resulullahın sadece kendi nefsine uygulamış olduğu bi men etmeyi görüyoruz. Ve resulullah bu yaptığı fiilin yasak olduğundan haberdar değildir. İşte vahy bu yüzden vardır. Allah resulün hataya düşeceğini anladığı an vahyini yollar ve resulde buna uyarak o hatadan beri durur. Nasılki içkinin men edildiği ayetler inmeden önce içki içen sahabeler mesul değilse, tahrim ayeti inmeden önce resulün kendisine bir şeyleri yasaklamasıda mesuliyet içermez. Eğer bu ayetten sonra resulullah bu yasaklamaya devam etseydi işte o zaman haşa haram işlemiş Allahın ayetine muhalefet etmiş olurdu.

                      [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] "Şüphesiz, Biz sana apaçık bir fetih verdik. * Öyle ki Allah, senin önceki ve sonraki günahlarını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltsin.” (Fetih, 1-2)

                      Ayetin zahiri açık bir şekilde Peygamberin mağfiret edilen önceki ve sonraki günahlarından bahsediyor? Gerçekten peygamberin bu kadar günahı mı vardı? Yoktuysa neden ayet günahtan bahsediyor? Vaydıysa, o günahları neydi? Ayrıca bu kadar günahı olan nasıl masum oluyor? [/quote]

                      tevbe-43 tekine benzer bi ifadedir. Bu ayet resulullahı kınama değil aksine onun şanını yücelten bi ifadedir. Sonraki günahın bağışlanmasından kasıt resulullahın asla böyle bi günaha düşmeyeceğininin garantisidir. Ben size Allah günahlarınızı bağışlasın diye dua ettiğimde illaki bu duayı etmem için günahınızınmı olması lazım ? günahınız olmadan da ben derecenizin makamınızın artması için böyle bi duada bulunabilirim.

                      [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Şimdi siz bu ayetlerin açık ve net olan zahirini kabul ederseniz, kendi inancınıza ters bir şeyi (peygamberin günahtan masum olmadığını) kabul etmiş olursunuz. Eğer zahirini bırakıp da akli yorumlarla, ya da bazı hadislerden istifadeyle ayetlere farklı bir yorum getirirseniz, tıpkı bizim yaptığımızı yapmış olursunuz. Allah aşkına nedir o zaman sizinkiyle bizimkinin arasındaki fark?! [/quote]

                      Ben yukarıdaki yorumları yaparken Allahın bir diğer ayetleri olan “resulullahın en güzel örnek olması, ona uyulmasını emretmesi ile ilgili ayetlerden yararlandım yani ayeti ayetle tefsir ettim. Hiçbir hadise başvurmadım. Ha hadisede başvurabilirim gerektiği zamanlarda ancak sadece ve sadece Allahın muradına ters düşmeyecek, Allahın ayetlerine muhalefet etmeyecek hadislere..

                      Benim yaptığımla sizin yaptığınız arasındaki fark şudur; benim kuranın diğer ayetlerinden istifade ederek yaptığım yorumlarla sizin sunduğunuz ayetler hükmünü yitirmez, neshedilmez ve anlam kaymasına uğramaz.sizin yaptığınız ise Allahın ayetine 180 derece hadislerle yaklaşarak adeta Allahın ayetini neshetmek ya da hem zahiren hem batınen hükmünü iptal etmek, Allahın ayeti yerine hadise iman etmektir. Bunun örneklerini daha önce biçok kez verdim. Tek örneği yineliyimki muradım daha iyi anlaşılsın. Ayette Allahın gayb ilmini bildireceği kişiyi vahy ile muhatab olan yegane insanlar olan nebilerle sınırlandırmasına rağmen, sizin hadislerinize dayanarak vahy ile muhatap olmayan imamlarında gayb ilmini bileceğini iddia etmeniz Allahın bu sınırını kaldırmak genişletmek ve Allahın murad ettiği manayı başka yönlere çekmektir. İşte bizim Allaha sığındığımız konu budur.



                      [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Peygamberler konusunda yine benzer şeyleri tekrarlayıp durmuşsunuz. Peygamberlerin istisnasız her ketsen üstün olduğunu gösteren sadece bir tane ayet verin dedim. Göstermediniz. Verdiğim örneklere dokunmamışsınız bile.
                      Hz. İbrahim’le ilgili, Hz. Yunus’la ilgili..
                      Her neyse birkaç ayet daha verip bu konuyu kapatmak istiyorum:
                      Hz. Adem’in ağaçtan yeme konusuna değindikten sonra buyuruyor ki: “Doğrusu bundan önce Âdem'le (bu ağaçtan yeme diye) ahitleştik (ona emrettik), fakat unuttu ve biz onda bir azim (bir kararlılık) bulmadık.” (Taha, 115)
                      Diğer bir ayette ise şöyle buyuruyor: “Artık sen sabret; Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi…” (Ahkaf, 35) Şimdi eğer Rabbimiz kitabında bu farkı ortaya koyuyorsa, bunu dile getirmek suç mu oluyor? Ya da onlara saygısızlık mı etmiş oluyor? Ya da bu yarıştırma mı oluyor?
                      Veya şöyle buyuruyor: “Unutma o peygamberlerden kesin sözlerini aldığımız vakti! Hele senden, Nuh, İbrahim, Musa, Meryem oğlu İsa'dan ki, onlardan ağır bir söz aldık.” (Ahzap, 7)
                      Görüldüğü gibi, Peygamberlerin beşinden diğer bazısına nazaran daha galiz ahit alındığını beyan ediyor. Bunu söylemek yarıştırma mı oluyor?

                      Peygamberler elbette risaletleri için gerekli olan standartlara hepsi sahiplerdi. Ve bu açıdan üzerlerine düşeni hakkıyla yerine getirmişlerdir. (Allah'ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun.) Bunda kimsenin şüphesi yok. Ama o standartların üstünde elbette derece farkları vardı. Olmasaydı o zaman birbirlerinden üstün olmalarının anlamı olmazdı ki. Aynı şeyi biz Ehlibeyt imamları hakkında da söylüyoruz. İmamet için gerekli standar özellikler hepsinde vardır. Ama bunun üzerinde başka açılardan elbette derece farkları vardır ve bu konuda Ehlibeyt’ten nakledilen bir çok hadis vardır.

                      Bu farklıklar, Allah’ın lütfudur diyorsunuz, amenna ve saddakna.. Ama Allah’ın lütüfları hesapsız kitapsız, tombaladan çıkarır gibi değil.
                      Her neyse bu konuyu bundan fazla uzatmanın bir anlamı yoktur. İki tarafın da meramı ortaya çıkmıştır…[/quote]

                      [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Bu konuda da beni anlamamakta ısrar ediyosunuz. Bakın mesele tüm nebilerin eşit olduğumu yoksa bazılarının bazılarından üstün olduğumu meselesi değil, bu nebiler arasında kendi akıl yürütmelerimize dayanarak şu şundan daha üstündür diye kat’i deliller ortaya koyup koyamayacağımızdır. Eğer Allah bazı nebiler bazılarından üstün tutuyo ise bunu ancak ve ancak yine kendisi bilir. Kuranda nebilerin fazilet sıralaması hakkında bir ayet varda benmi bilmiyorum bunu ??

                      Ben diyorumki bana bir tane ayet gösterinki ; şu nebide şu özellik var ama şu nebide bu yoktur dolayısıyla şu nebi şu nebiden üstündür… gösteremezsiniz… Allah böyle bir kıyas yapmaz. Bu bir nebiyi yücelteyim derken haşa diğer nebiyi alçaltmaktır. Allah şu nebiye şunu ihsan ettik der, şu nebiye şunu verdik der… ama asla ve asla şu nebiye bunu vermedik dolayısıyla diğerlerinden daha faziletsizdir demez ! sizin yaptığınız tam olarak budur işte.. nuhun eşi imansızdı, alinin eşi ise fatımadır dolayısıyla ali nuhtan üstündür demek apaçık şekilde nuh peygamberi küçük düşürmeye yönelik bi rivayettir. Bunları neden görmezden geliyo ve hala daha bana kurandan konuyla alakası olmayan ayetleri sunuyosunuz ? verdiğim örnekler hakkında neden tek kelime etmeyip sürekli farklı mecralarda dolaşıyosunuz anlamıyorum!

                      Bu hadis sizin kaynaklarınızda geçiyomu?? evet geçiyor.. siz bunu inkar ediyor musunuz? Hayır etmiyorsunuz.. o zaman aynı yorumu ve kıyası neden resulullahın eşi için de yapmıyosunuz?

                      Nuhun eşi imansızdı, alinin eşi fatıma idi diyerek ali ve nuh as hakkında kıyas yapan kişi pek ala, resulün eşi aişe idi, alinin eşi ise fatıma idi diyerek bu konudada kıyas yapar ve euzubillah ali muhammedden üstünde der ! sizin gibi taassub ehli olmadığına inanmak istediğim alim nasıl bu tehlikenin farkına varmaz ve bu rivayetleri sahiplenir inanın anlamakta güçlük çekiyorum. Evet bu kıyaslar yanlıştır insanları farklı algılamalara yöneltir demek bu kadar zor mudur? bunu demekten sizi alıkoyan nedir? [/quote]

                      [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Bu konunun gereksiz yere uzadığının farkındayım. Yukarıda şöyle bir tabir kullanmıştınız: “Hala beni anlamamakta ısrar ediyorsunuz diye.” Bu sözün hangimiz hakkında geçerli olup olmadığını ben en iyisi okuyucuya bırakıp, inşallah bu sefer anlaşılırım, umuduyla bir iki cümle daha yazıp geçmek istiyorum.

                      Muhterem kardeşim,

                      Şu hususlarda en azından mutabıkız:

                      1- Peygamberlerin hepsi istisnasız risaletlerini ilgilendiren konularda standart özelliklere sahiplerdi. O konularda asla yanlış yapmamış, hiçbir eksikliğe sahip değillerdir.

                      2- Peygamberlerin bazısı bazısından üstün kılınmıştır. Ayetin ifadesiyle…

                      Fark nerede o zaman? Siz diyorsunuz ki bu üstünlüğü bizim bilmemiz imkansızdır. Bunu ancak Allah bilir. Ben de diyorum ki Kur’an’da bir takım ifadeleri dikkate alarak bu üstünlüğü en azından bazı peygamberler hakkında anlamak mümkündür. Dolayısıyla biz Rabbimizin kendi ifadelerini dile getirdiğimizde bu niye yarıştırma olsun? Bizim haşa niyetimiz, onlara saygısızlık yapmak mı?

                      Örneğin Hz. Adem hakkında “Biz onda gerekli azmi bulmadık” derken, beş peygamberin ismini sayarak “onlar azim sahibi peygamberlerdir” buyuruyor. Demek ki bunlarda olan azim derecesi, Hz. Adem’de yoktu. Peki, bu bir üstünlük ölçüsü değil midir? Bunu ben kafamdan çıkarmıyorum ki, Allah (c.c) söylüyor. Peki, bunu ben söylediğimde onları yarıştırmış mı oluyorum?

                      Yine Resulullah’a “Balık arkadaşı (Yunus) gibi olma” buyuruyor. Yani Hz. Yunus’taki sabır ve tahammül derecesini Hz. Resulullah için beğenmiyor Allah-u Teala. Başka nasıl söylesin?
                      Resulullah için: "Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların (şahitlerin) üzerine bir şahit kılacağımız zaman bakalım kâfirlerin hali ne olacak!.." (Nisa, 41) buyuruyor. Her peygamber kendi ümmetinin şahidi, Resulullah ise, bütün şahitlerin şahididir. Peki bu üstünlük değil de nedir?

                      Bunlar gibi diğer bir çok örnek de zikretmek mümkündür.. [/quote]

                      Sizin iddia ettiğiniz gibi kurandan bazı ifadeleri ele alarak Allah belirtmediği halde şu nebi şundan üstündür diye yorumlar yapmak asla mümkün değildir. Çünkü evvela o şeyin üstünlük ölçüsü olup olmadığının yorumunu biz yapamayız. İkincisi eğer bi nebiye bi özellik verilmişse diğer nebiye başka özellik verilmiştir. O ondan üstün bu bundan üstün diye sıralama yapmak bizim işimizde değildir haddimizde değildir.

                      Allahın hz adem hakkında azim bulamadık demesi, 5 peygamber hakkında da azim sahibi demesi hz ademin diğer 5 peygamberden daha alçakta olması anlamına gelmez. Bu sadece sizin kıyasınız ve yorumunuzdur Allahın muradı değildir. Bakın daha öncede bu örneği vermiştim eğer böyle bi sıralamaya girişecek olup bazı özellikleri öne çıkarırsak Muhammed peygamberin en altta musa peygamberin en üstte kalması lazım. En fazla isminden bahsedilen musadır, en fazla mucizelerinden bahsedilen musadır. Resulullahın ise bir tane bile mucizesinden bahsedilmez. Şimdi bu tarz konuları kıyas meselesi haline getirip musa muhammedden üstündür demek ne kadar çirkin bi yakıştırmadır. Allah peygamberlerin arasını ayırmaya çalışan, onların hepsini bir tutmayan, senin peygamberin üstün benim peygamberim üstün diyenleri sert dille kınamışken bizim peygamberleri dereceye sokup aralarında sıralama yapmamız Allahın hoş karşılamadığı bi durumdur. Hele hele peygamberleri bırakıp bunları imamlarla peygamberler arasında yapmak daha da ürkütücüdür.

                      Resulullahın bütün şahidlerin şahidi olması üstünlük derecesi değil makam ve konumunun gereği olan bi husustur. Son nebi olduğu için getirdiği din tüm insanlığa hidayet rehberi olduğu için resulullaha bu şekilde ifade edilmiştir. Musa son peygamber olsaydı aynı hitap ona yapılırdı. Bunların üstünlükle ilgisi yoktur. Sadece konum ve durumlarına göre verilen özelliklerdir.

                      Meryem ve adem peygamber babasız doğdu diye diğer peygamberlerden üstün demek değildir.

                      Ya da diğer ayette idris peygambere yüce makamın verildiğini, Muhammed peygambere ise verilme ihtimalinden bahseder. Sizin mantığınıza göre idris peygamber Muhammed peygamberden üstün olması lazım çünkü idris as ın makamı kesindir ona bu makam verilmiştir ancak Muhammed peygambere verilme ihtimalinden bahseder verdik demez Allah.

                      Herneyse her halükarda bizim ayetleri olur olmaz yorumlayarak nebileri sıralamaya koymamız Allahın murad etmediği ve hoşnut olmayacağı bir durumdur.


                      [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Sonra aşağıda bir rivayete dayanarak yazdıklarınıza gelince, ben önceki yazımda o konuya değinecektim ama maalesef unuttum. Madem gündeme getirdiniz, şimdi cevabını vereyim:
                      Evvela bahsi geçen rivayette anlatılanlar, Hurre isimli kadının Haccac’a verdiği cevapları içeriyor. Bu sözlerin Hurre tarafından söylendiğini kabul etsek dahi (ki bu da sabit değil), onlar masum sözü değil. Dolayısıyla bizim için herhangi bir hücciyeti yoktur. İçinde doğru olan sözler de olabilir, ama bu rivayeti bütünüyle kabul edebileceğimiz anlamına gelmez.
                      Diyorsunuz ki “Bu hadis sizin kaynaklarınızda geçiyomu?? evet geçiyor.. siz bunu inkar ediyor musunuz? Hayır etmiyorsunuz.. o zaman aynı yorumu ve kıyası neden resulullahın eşi için de yapmıyosunuz?” [/quote]

                      Bakın benim bu hadis hakkında soru sormama rağmen unuttuğunuzu ve değinmediğini söylüyosunuz. Ben sizin bu hadisi sormama rağmen değinmenizden buna bi itirazınız olmadığınız anlamını çıkardım ve o yüzden o tür ifadeleri kullandım. Eğer gerektiği zaman açıklama yapılmış olsa idi o ifadeler kullanmak zorunda kalmazdım. Ben sizin kalbinizi okuyamam sadece sizin söylemlerinizle sizi değerlendirebilirim. Sorun bu sözün sizin için hüccet olup olmaması değil muteber diye naklettiğiniz kaynaklarda bu çirkin kıyasların yer almasıdır. Siz neden ehlisünneti sahabelerin söyledikleri sözler yüzünden eleştiriyosunuz ? bu sözler onların kaynak kitaplarında yer aldığı için değimli? Aynı şey sizin içinde geçerlidir. Sahabede masum değildir hurre isimli kadında..

                      [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Ya da hangi otorite alimimizin bunun hakkındaki değerlendirmesini gördünüz ki böyle söylüyorsunuz?! [/quote]

                      Sanki öyle bi noktaya geldikki bu rivayet kaynaklarınızda geçmezi kimse bunu kabullenmez, herkes bu rivayeti reddeder vs… mübarek ben bu kaynağı sizin kaynaklarınızdan aldım kafamdan uydurmadım. Sizin için otoritemidir değimlidir orasını bilemem. Ama en azından forumdaki diğer kişilerin söylemlerine göre alim olarak bilinen ve Fahrettin Altan bu rivayeti imamların nebilerden üstün olduğunu ispat etmek için ortaya sunan kişidir.hatta bu hadisleri inkar edenlerin mümin olamayacağını savunmuştur. Buyurun aşağıdaki linkte okuyun.




                      [quote author=Fahrettin altan link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]

                      İmam Mehdi (a.f) kıyam ettiğinde, Hz. İsa (a.s) yeryüzüne inip İmam Mehdi’nin arkasında namaz kılacaktır. Bu da İmam Mehdi’nin daha üstün olduğunu göstermiyor mu?
                      25 tane hadis Hz. Mehdi’nin (a.f), İsa b. Meryem’e imamlık yapacağını vurgulamaktadır. Bu konuda Müntehab’ul-Eser’e bakabilirsiniz. Bu kadar hadisleri hiçbir delili olmadan inkar etmek bir mümine yakışmaz.

                      Üstünlükle ilgili diğer hadislere bir göz atalım:

                      1- Hz. Ali (a.s)'ın Sekiz Peygamber'den Üstün Olduğu Haber

                      Hurre bint-i Halime es-Sa'diyye Haccac bin Yusuf es-Sakfi'nin yanına gelip onun huzuruna vardığında Haccac ona dedi ki: "Senin, İmam Ali'yi Ebu Bekir, Ömer ve Osman'dan daha üstün tuttuğun haberi geldi."
                      Hurre dedi ki: "Onu sadece yalnız bu üçüne üstün tuttuğumu söyleyen yalan söylemiştir."
                      Haccac sordu: "Başka kimlere üstün tutuyorsun?"
                      Hurre dedi ki: "Adem'e, Nuh'a, Lut'a, İbrahim'e, Musa'ya, Davut'a, Süleyman'a ve İsa bin Meryem'e (Allahın selamı onlara olsun) üstün tutuyorum."
                      Haccac dedi ki: "Vay haline! Sen onu hem sahabelere üstün tutuyorsun, hem de onlara ek olarak Ulul Azm (şanı büyük) peygamberlerden 8 peygamberi kattın, eğer bana dediklerinin açıklamasını yapmazsan senin boynunu vururum."
                      Hurre dedi ki: Onu peygamberlere üstün tutan ben değilim. Allah (c.c) Kuran'da onu o peygamberlere üstün kılmıştır: Allahu Azze ve Celle Adem hakkında buyuruyor ki: "Adem Rabbine karşı asi oldu"(Ta Ha/121)
                      İmam Ali hakkında ise buyurdu ki: "İşte bu, sizin bir mükafatınızdı, çalışmanız mükafat ile karşılandı."(İnsan/22)
                      Haccac dedi ki: "Ey Hurre, iyi açıkladın, Peki onu Nuh ve Lut'a karşı ne ile üstün tutuyorsun?"
                      Hurre dedi ki: Allah Teala onu onlara üstün kılmıştır: Allah buyuruyor ki: "Allah, inkâr edenlere, Nuh'un karısı ile Lut'un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kulun (nikahı) altında idiler, onlara hıyanet ettiler. (Kocaları,) Allah'tan hiçbir şeyi onlardan savamadı. (Onlara): "Haydi girenlerle birlikte siz de ateşe girin!" denildi."(Tahrim/10)
                      Ali bin Ebi Talib'in eşi ise, Muhmammed (s.a.a)'in kızı Fatıma'tüz Zehrâ'dır ki, Allah onun rızasına rıza ve onun gazabına gazap gösterir.
                      Haccac dedi ki: "Ey Hurre, iyi açıkladın. Peki onu peygamberlerin babası ve Allah'ın dostu İbrahim'e ne ile üstün tutuyorsun?"
                      Hurre dedi ki: Allahu Teala onu, şu buyruğu: "Hani İbrahim de şöyle yakarmıştı: ‘Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster?' ‘İnanmadın mı?' diye sordu. ‘İnandım, dedi, ancak kalbimin tatmin olması için'"(Bakara/260) ile üstün kılmıştır. Mevlam Emir'ül-Müminin Hz. Ali de öyle bir söz söyledi ki, müslümanlardan hiçkimse onda ihtilaf etmemiştir: "Gözlerimin önünden perde kalksa da benim bilincimde bir artış olmaz."(1) Bu sözü de ondan başka ne öncekilerden ne sonrakilerden hiç kimse söylememiştir.
                      Haccac dedi ki: "Ey Hurre, iyi açıkladın. Peki onu Kelimullah Musa ile ne ile üstün tutuyorsun?"
                      Hurre dedi ki: "Allahu Teala Musa hakkında buyuruyor ki: "Şehirde korku içinde, (etrafı) gözetleyerek sabahladı."(Kasas/18) Ali bin Ebi Talib ise hiç korkmadan Resulullah (saa)'ın yatağına yattı, hatta bunun üzerine Allah da onun hakkında şu ayeti indirdi: "İnsanlardan öyleleri var ki, Allah'ın rızası için kendi nefsini satarlar."(Bakara/207)
                      Haccac dedi ki: "Ey Hurre, iyi açıkladın. Peki onu Davut'a ve Süleyman'a karşı ne ile üstün tutuyorsun?"
                      Hurre dedi ki: Allahu Teala onu o ikisine üstün kıldı. Allahu Teala buyuruyor ki: "Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında hak ile hüküm ver. Keyfe, arzuya uyma ki, seni Allah yolundan saptırmasın."(Sad/26)
                      Haccac sordu: "Onun hükmü ne üzere idi?"
                      Hurre dedi ki: "İki şahıs hakkında idi. Birisinin üzüm bağı vardı, ötekinin de koyunları vardı. Koyunlar üzüm bağını otladı. Bu iki şahıs Davut'a gelip onlar hakkında hüküm vermesini istediler. Davut onlar hakkında hüküm verince oğlu Süleyman onun hükmünü düzeltti. Allahu Teala da buyurdu ki: "Onu Süleyman'a kavrattık"(Enbiya/79)
                      Mevlamız Emir'ül-Müminin Ali (as) de buyurdu ki: "Bana Arş'ın üstünden, arşın altından sorunuz."(2) "Beni kaybetmeden bana sorunuz."(3) O Hayber'in fethedildiği günde Resulullah'ın yanına geldiğinde Resulullah (saa) hazır olanlara buyurdu ki: "Sizin en üstününüz, en bilgininiz ve en iyi hüküm vereniniz Ali'dir."(4)
                      Haccac dedi ki: "Ey Hurre, iyi açıkladın. Peki onu Süleyman'a karşı ne ile üstün tutuyorsun?"
                      Hurre dedi ki: Allahu Teala onu kendi buyruğu ile ona karşı üstün tuttu: "Süleyman: ‘Ey Rabbim! Beni bağışla ve bana öyle bir mülk ihsan et ki, ardımdan hiç kimseye yaraşmasın."(Sad/35)
                      Mevlamız Emir'ül-Müminin Ali (as) de buyurdu ki: "Ey dünya seni üç kere boşadım. Benim sana ihtiyacım yoktur." (5) Bunun üzerine Allahu Teala şu ayeti indirdi: "İşte âhiret yurdu! Biz onu, yeryüzünde üstünlük taslamayanlarla bozgunculuk peşinde koşmayanlara veririz."(Kasas/83)
                      Haccac dedi ki: "Ey Hurre, iyi açıkladın. Peki onu İsa bin Meryem'e karşı ne ile üstün tutuyorsun?"
                      Hurre dedi ki: Allahu Teala onu bu buyruğu ile ona karşı üstün tuttu: "Allah şunu söyledi: "Ey Meryem oğlu İsa! Allah'ın yanında beni ve annemi de iki tanrı olarak kabul edin diye insanlara sen mi söyledin?" İsa dedi: "Hâşâ! Seni tespih ederim. Hakkım olmayan bir şeyi söylemek benim haddime değildir. Eğer onu söylemişsem sen onu elbette bilirsin. Sen benim içimde olanı bilirsin ama ben senin zatında olanı bilmem. Çünkü sen, evet sen, gaybları çok iyi bilensin!"
                      "Onlara, senin bana emrettiğin şu sözden başka bir şey söylemedim: 'Benim Rabbim ve sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin."(Maide/116-117)
                      Hz. İsa, onların hükmünü Kıyamet gününe kadar geciktirdi. Hz. Ali bin Ebi Talib (as) ise Hururiler olan Nehrivan ehli (Hariciler) onda iddia ettikleri şey hakkında iddia ettikleri zaman onlarla savaştı ve onların hükümlerini geciktirmedi. Bunlar onun faziletleridir ki, başka kimsenin faziletleri ile sayılmaz.
                      Haccac dedi ki: "Ey Hurre, iyi açıkladın, cevabından iyi çıktın. Açıklamayı cevaplayamasaydın, olan olacaktı."
                      Sonra onu ödüllendirdi ve ona güzel ikram yaptı. Allah Hurre'ye rahmet etsin. [/quote]

                      Bunlarda yine mektebinizin aliminin bu rivayetin sahih olduğunu ispat etmek amacıyla ortaya sunuğu kaynaklardır;

                      [quote author=Fahrettin altan link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]
                      Dipnotlar:
                      1) Menakıb-ı Harezmi S.375, H.395 / el-Kunduzi "Yenabi'ül Mevedde" S.65 / İbni Ebil Hadit "Şerh-i Nehc'ül Belağa" C.7, S.253...
                      2) el-Müttaki el-Hindi "Kenz ul Ummal" C.13, S.165
                      3) Nehc'ül Belağa S.280, Hutbe: 189 / Ebu Naim "Hilyet'ül Evliya" C.1, S.65 / el-Müttaki el-Hindi "Kenz ul Ummal" C.13, S.165
                      4) et-Tüsteri "Şerh-i İhkak'ul Hak C.5, S.48 / İbn-i Şazan "el-Fedail" S.138 / Avalim'ul Ulum C.18, S.189
                      5) Nehc'ül Belağa Subhi es-Salih S.480, Hutbe 77 / İbni Ebil Hadit "Şerhi Nehc'ül Belağa" C.18, S.224 / eş-Şerif er-Radıy "Hasais el-Eimme" S.70 / el-Behrani "Hilyet'ül Ebrar" C.2, S.212...
                      ____________________
                      Kaynaklar:
                      1- Şazan bin Cibril el-Kummi "el-Fedâil" S.136-138
                      2- el-Meclisi "Bihar'ül Envar" C.46, S.134-137, H.25
                      3- Ahmet er-Rehmâni el-Hemedâni "el-İmâm Ali" S.326-330
                      4- Nimetullah el-Cezairi "El-Envâr en-Numaniyye" C.1, S.25
                      5- el-Hâc Hüseyn eş-Şâkiri "Min Siret el-İmam Ali Aleyhisselam" S.96-100 H.1420 1. Bas.
                      6- el-Meraşi "Şerh-i İhkâk'ul Hak" C.5, S.47-49
                      7- el-Ahmedi el-Meyânici "Mevâkıf eş-Şia" C.1, S.88-90 H.1416 1.Baskı.
                      8- eş-Şeyh Abdullah el-Hasan "el-Munazarat fil İmâme" S.125-129
                      9- Yunus Ramadan "Buğyet'üt Talib fi Marifeti Aliyyibni Ebi Talib" s.475-477 Beyrut Bas.
                      10- et-Tebrizi el-Ansari "el-Lemat'ül Beyda Fi Şerh-i Hutbet'üz Zehra" S.220-218 H.1418 1. Bas. Kum Bas.
                      11- Reyâhin eş-Şerîa C.4, S.144
                      12- Kâmus er-Ricâl C.10, S.415
                      13- "Er-Revda fil-Mucizât vel-Fedâil" S.161-162
                      14- Eş-Şeyh Cemalettin Muhammed bin Ahmet El-Hanefi el-Mûsuli "Dürr Bahr'ül Menakıb" (Ö.680)
                      15- Merkez el-Mustafa "Nimazic Min Kerâmet'ül Eimme ve Mucizâtihim" S.1892
                      16- Merkez el-Mustafa "Nusus Uhra Minen Nebi Ala Hilafet Ali" S.338 [/quote]

                      yine bu rivayete benzer diğer çirkin kıyaslarla dolu bir diğer rivayette şudur;

                      [quote author=Fahrettin altan link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]
                      2. Sasa bin Suhan (ra)'ın Haberi

                      Sa'saa Hz. Ali (a.s)'a şöyle arz etti: "Siz mi üstünsünüz, Adem mi?"
                      Hz. Ali (a.s): "İnsan kendisini tarif ve tezkiye etmesi çirkin bir şeydir; ama Allah: "Rabbinin nimetinden haber et"(Duha/11) buyurmasaydı cevap vermezdim. Ben Adem'den daha üstünüm. Çünkü, Adem (a.s) için buğday hariç, cennette bütün rahmet, rahatlık ve nimetler hazırlanmıştı; O nehy edilmesine rağmen o buğdaydan yiyerek cennet ve Hakkın rahmetinin dışına çıktı. Ama Allah Teala beni, buğdayı yemeden men etmemesine rağmen kendi istek ve irademle dünyayı önemli bilmediğimden dolayı, buğdaydan yemedim."
                      Sa'saa: "Siz mi daha faziletlisiniz, yoksa Nuh peygamber mi?"
                      Hz. Ali (a.s): "Ben Nuh'tan daha faziletliyim. Çünkü Hz. Nuh kendi kavmini Allah'a davet ettiğinde onlar itaat etmediler; üstelik, O Hazrete çok eziyet ve zulüm ettiler. Sonunda onların eziyetine sabredemeyip onlara beddua edip şöyle dedi: "Allah'ım, yeryüzünde kafirlere bir diyar dahi bırakma (yani onların hepsini helak et.)"(Nuh/26) Ama ben habibim ona ve ailesine salat ve selam olsun Resulullah (saa)'tan sonra, bu ümmetin bana yaptıkları onca zulüm, eziyet ve gösterdikleri inatlarına karşı tahammül edip sabrettim, kesinlikle onların hakkında beddua etmedim."
                      (Nitekim meşhur "Şıkşıkıyye" hutbesinde şöyle buyuruyor: "Gözümde diken ve boğazımda kemik olduğu halde sabrettim…)
                      Sa'saa: "Siz mi daha üstünsünüz, yoksa İbrahim mi?"
                      Hz. Ali (a.s): "Ben İbrahim'den daha üstünüm. Çünkü "İbrahim (as) Allah Teala'ya; "Rabbim, ölüyü nasıl diriltirsin?" diye sordu. Allah Teala; "İnanmıyor musun?" diye buyurdu. İbrahim; "Evet inanıyorum, ama (onu görmekle) kalbimin mutmain olmasını istiyorum."(Bakara/260) dedi. Ama demişim ve her zaman derim ki: Eğer hicaplar kaldırılırsa zerre kadar yakinimde artış olmaz."
                      Sa'saa: "Siz mi daha üstünsünüz, yoksa Musa mı?"
                      Hz. Ali (a.s): "Ben Musa'dan daha faziletliyim. Çünkü Allah Teâla, Hz. Musa'yı Firavun'u davet etmek için Mısır'a gönderdiğinde Musa Rabbine şöyle dedi: "Rabbim, ben onlardan bir kişi öldürdüm, beni öldüreceklerinden korkuyorum."(Kasas/33)
                      Ama ben, habibim Resulullah (s.a.a) Allah tarafından beni "Tevbe" süresini Mekke müşriklerinin ehline tebliğ etmek için görevlendirdiğinde, ben onların erkeklerinin ve ayanlarının çoğunu öldürdüğüm halde, onlardan asla korkmayıp yalnız başıma hızlı bir şekilde gidip Tevbe süresinden (birkaç ayeti) yüksek sesle onların duyacağı şekilde açıkladıktan sonra geri döndüm."
                      Sa'saa: "Siz mi mi daha üstünsünüz, yoksa İsa mı?"
                      Hz. Ali (a.s): "Ben İsa'dan daha üstünüm. Çünkü İmran'ın kızı Meryem İsa'yı doğuracağı sırada Beyt'ül Mukaddes'teydi. Sonra ona şöyle bir nida geldi: Ey Meryem! Evden dışarı çık! Bu ev ibadet evidir, doğum evi değildir. (Sancı onu bir hurma dalına götürdü)(Meryem/23)
                      Ama benim annem Esed kızı Fatıma'ya viladet yaklaştığında Mesdcid'ül- Haram'a gelip, Kabe'ye iltica ederek Rabb'ine doğumunun kolaylaştırması için dua edip yalvarmıştı. Bunun üzerine Beyt'ül Haram'ın duvarı yarılıp: "Ey Fatma, eve gir!" diye gaybi bir nida geldi. Bunun üzerine Fatıma duvardan içeri girdi ve beni Allah'ın hareminde ve evinde dünyaya getirdi. Bu fazilet benden önceki ve sonrakilerin hiçbirine nasip olmamıştır."
                      __________________________
                      Kaynaklar :
                      1- Ahmet er-Rahmani el-Hemedâni "el-İmâm Ali" S.370-371
                      2- et-Tebrizi el-Ansari "el-Lematül Beyda Fi Şerh-i Hutbet'üz Zehra" S.220-221 H.1418 1. Bas. Kum Bas.
                      3- Nimetullah el-Cezairi "El-Envâr en-Numaniyye" C.1, S.27
                      4- el-Hâc Hüseyn eş-Şâkiri "Min Siyret el-İmam Ali" S.130-132 H.1420 1.Bas.
                      5- Haşim Âli Katit "Veminel Havâr Ekteşeft el-Hakika" S.111-113 H.1421 Dâr'ül Muntazar Beyrut Bas.
                      6- Ebul Kasım el-Hav'i "el-İmam Ali Minel Mehd ilel Lehd" S. 549
                      7- Süleyman Yıldız "Hakikat Yolu" S.38-39-40
                      8- es-Seyyid Muhammed Musevi eş-Şirazi "Leyali Peşaver" 7. Oturum. [/quote]

                      Hurrenin ya da sasanın ne dediği, sizin için ne ifade ettiği umrumda değildir. Eğer mektebinizin alimi konumundaki kişi bu söylemleri kaynaklarıyla beraber sunarak imamların nebilerden üstün olduğuna delil getiriyo ise benim için hüccet olan işte budur. Ben teker teker tüm Şiileri araştırıp bu hadise iman ediyomusunuz diye soramam. Bi mektebin inancını ortaya koyan şey eserleridir alimlerinin görüşleridir.

                      [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914]
                      bir katılımcıya yazdığım cevabın önemli bölümlerini arşivimden aynen buraya aktarıyorum:

                      “Bu rivayette Hz. Nuh’un ve Hz. Lut’un hanımlarının kâfir oldukları, Hz. Ali’nin ise hanımının Hz. Fatıma olduğundan hareketle Hz. Ali’nin onlara üstün olduğu sonucuna gidilmiştir ki bu kabul edilebilecek bir durum değildir. Bu mantığa göre Hz. Ali’nin (hâşâ) Resulullah’tan da üstün olduğu sonucu ortaya çıkar. Zira Hz. Fatıma en azından Şia’ya göre Resulullah’ın da hanımlarından üstündür. Dolayısıyla Hz. Fatıma’nın üstünlüğünden hareketle Hz. Ali’nin Hz. Nuh ve Hz. Lut’tan üstün olduğu sonucuna gidersek, o zaman Resulullah’tan da üstün olması gerekir…
                      Bence siz iki şeyi birbirine karıştırıyorsunuz: Haslet ve Fazilet… Bunlar birbirinden farklı şeylerdir. Yani bir kimse, diğerinde olmayan bir takım özellik ve hasletlere sahip olabilir, ama bu luzumen ondan üstün olduğu anlamına gelmez. Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali’ye buyuruyor ki: "Ya Ali Allah-u Teala sana üç özellik vermiştir ki bunları bana bile vermemiştir. Sana benim gibi bir kayınpeder vermiş ki bana bile vermemiş. Sana Fatıma gibi bir eş vermiştir ki bana bile vermemiş; sana Hasan ve Hüseyin gibi evlatlar vermiştir ki bana bile vermemiş." Bunlar Hz. Ali’nin hasletleridir, üstünlük vesileleri değil. Aksi takdirde Resulullah'tan üstün olması gerekirdi.

                      Ben Hürre’ye atfedilen sözlerin son paragrafını görmemiş değilim. Ancak o paragrafla birlikte Hz. Fatıma’ya yönelik onlarca paragraf olsaydı dahi yine de bu Hz. Fatıma’nın şahsıyla alakalı olurdu. Yani Hz. Fatıma’nın üstünlüğünün asli delili elbette ki "Rızası Allah’ın rızası, gazabı Allah’ın gazabı olacak" noktaya ulaşmasıydı. Ama herhalükarda bu Hz. Fatıma’nın üstünlüğüdür, Hz. Ali’nin değil. “Hz. Fatıma’nın rızası Allah’ın rızasıdır, gazabı Allah’ın gazabı, o halde Hz. Ali de böyledir” veya “o halde Hz. Ali de üstündür” demek mantık hatası yapmaktır. Bu ikisin arsında sebep sonuç ilişkisi olabilir mi? Hz. Ali'nin üstünlüğüne Hz. Ali'den hareketle istidlal etmek gerekir, başkasından değil. Aksi takdirde bu Farsların arasında meşhur olan bir darbulmesele benzer: "Men anem ki Rüstem buved Pehlevan!" (Ben o kimseyim ki Rüstem pehlivandır.) Tekrar ediyorum, haslet ayrı şeydir, fazilet ayrı, bunlar bazen bir noktada birleşebilir de ayrılabilir de. Hasletler bazen üstünlük vesilesi de olabilir, ama olmayabilir de. Ama hasletin kendine göre başka sebep ve hikmetleri olabilir. Örneğin bizim İmamlarımızın bazısında olan bazı hasletler diğerinde yoktur, bunun kendi yerinde kendine has hikmet ve maslahatları vardır. Ama lüzumen bunlar illa da üstünlük sebebi olarak alınamazlar.

                      Her halükarda benim o rivayete eleştirisel yaklaşmamın sebebi, şuydu ki Kur’ani deliller ve daha sağlam ve mantıklı hem de masumlarımızın dilinden nakledilen hadisler varken bunlara yapışmanın bir alemi yoktur. Zannedersem siz de rivayetin içinde diğer bazı Peygamberlere yönelik isnat ve yakıştırmaları gördünüz. Niye kendi oturduğumuz dalı kesiyoruz? Bir taraftan bütün akaid kitaplarımızda ve nakledilen hadislerimizde Peygamberlerin masumiyetini haklı olarak bir sürü delile göre ispatlamaya çalışacağız, daha sonra dönüp kendimizin onlar hakkında tevil edip masumiyetle çelişmediğini söylediğimiz olayları Sünnilerde olduğuna benzer şekilde onlara isnad edeceğiz, hem de İmamlarımızın üstünlüğünü ispatlamak için. Bu anlaşılacak ve kabul edilebilecek bir durum değil. Eğer kabullendiğimiz prensipler varsa, bunlar her yerde geçerli olmalıdır…”

                      Sonuç olarak sizin “sizin gibi taassub ehli olmadığına inanmak istediğim alim, nasıl bu tehlikenin farkına varmaz ve bu rivayetleri sahiplenir. İnanın anlamakta güçlük çekiyorum. Evet, bu kıyaslar yanlıştır insanları farklı algılamalara yöneltir” demek bu kadar zor mudur? Bunu demekten sizi alıkoyan nedir?” sözünüz de maalesef yine o ön yargılarınızdan kaynaklanmaktadır. Siz ne zaman bu rivayeti bana sordunuz da ben sahiplendim? Gördüğünüz gibi sizin söylediklerinizden daha ağırını rivayet hakkında hem de yıllarca önce söylemişim. Benden önce de diğer otorite alimlerimiz, aynısını yapmıştır. Ama sizin şia hakkında gerçekten bilgi eksikliğiniz olduğu için maalesef bu hataları rahatlıkla yapabiliyorsunuz maalesef. [/quote]

                      İşte bu kadar basit. Bu rivayetin ve kıyasların batıl olduğunu üstünlük derecesi olarak addedilemeyeceğini söylüyosunuz. Benim de beklediğim bu idi zaten. Ama sorun burada biter mi? Mesela bu rivayeti kitaplarına alan eserlerinizde güven zedelenmesi olmaz mı? Kaynaklara baktığımda kummi gibi meclisi gibi büyük alimlerinizin bu rivayeti sahiplendiğini e naklettiklerini görüyoruz onlarda sizin gibi bu rivayeti eleştirmek içinmi kitaplarında zikretmişler yoksa bunu imamların nebilerden üstün olduğunu ispat etmek amacıylamı kullanmışlar ? Neden bunu nakletme gereği duymuşlardır amaçları nedir? Sorgulanması gereken bunlardır… bu rivayete iman edip bu kıyaslara inananların durumu nedir ve vebalini kim yüklenecektir ? Ya da Fahrettin Altan bunu delil olarak sunarken siz neden inkar edebiliyosunuz alimler arasındaki farklı görüşlerde mektebinizi anlamak için nereye müracaat etmek gerekir ?

                      Devam edecek..

                      Yorum


                        #41
                        IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER

                        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Bir başka netleşmeyen husus, imam ve vasi olan kimsenin bu makamı nasıl elde ettiğidir. Bunu ya Allah tayin eder (ki siz bunu kabul etmiyorsunuz). Ya da Resul tayin eder. Benim ısrarla sorup da cevap alamadığım konu budur. Eğer Resul imam ve vasi olan kimseyi tayin ediyorsa (ki böyle olduğunu daha önce yazmıştınız), bunu neye dayanarak yapıyor? Allah’tan aldığı bir emir gereği mi yapıyor, yoksa kendi fikri, ictihadı ve tercihi mi? Eğer İlahi emir gereği yapıyorsa, bu bizim söylediğimiz nassın aynısıdır. Yok, kendi ictihadı ise bunun anlamı (Sünnilerin de dediği) Resulullah’ın da bazı konularda bir müctehid olduğu görüşüdür. Siz bunu mu söylüyorsunuz? Sonra Resulullah’a itaati mutlak bir şekilde emreden ayetleri siz mutlak olarak kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz? Yani ister İlahi emirleri ilettiğinde, isterse ictihadına dayanarak bir şeyi emrettiğinde-hükmettiğinde hepsinde mi itaat farzdır, yoksa sadece ilahi emri ilettiğinde farz, ama kendi reyine göre olduğunda değil? Böyle mi? [/quote]

                        Hayır resulullahın ismen ya da vasfen tayin etmesi herhangi bi vahy sonucu gerçekleşmemiştir buna gerekte yoktur. Resulullah eğer bu dini en iyi bilen kişi ise insanları da en iyi tanıyan kişidir. Bunu biz ictihad olarak değil resulullahın kuran çerçevesinde durum değrerlendirmesi yaptığını ve en uygun olanını tavsiye ettiğini düşünüyoruz. Resulullaha itaati mutlak anlamda emreden ayetler ; resulullahın aldığı vahy ile ilgili konulardadır. Diğer hususlarda ise resulullahın kendi reyi ya da ictihadı bile olsa bir şey söylediğinde kendi şahsıma onun söylediğine göre hareket etmeyi kendime borç bilirim. Fakat bu Allahın emri değildir. Resulullahın emri de olabilir tavsiyeside olabilir. Her halükarda resulullahın tavsiyesi dahi olsa yine kendi adıma konuşuyorum ben ona uymayı kendime borç bilirim ama uymayan kişileride Allahın emrine muhalefet edenler olarak tanımlamam. Resulullah hata yapabilir ancak vahy ile uyarılır ve hatası düzeltilir. O da en nihayetinde beşerdir ve her sözü ayettir manasına gelen ayet Allahtan kendisine gelen ve iletmesini emrettiği hususlardadır. Resulullahın günlük hayatında sarfettiği bir sürü cümle vardır.çarşıda , pazarda, arkadaşlarıyla, eşleriyle vs. bunların hiçbirisi vahy değildir. O günün şartlarına uygun olarak tavsiye ve emirlerde bulunmuş ya da yasaklamalarda bulunmuş olabilir. Örneğin resulullah savaşta at eti yemeyi yasaklamış olabilir. Çünkü at savaş için önemli bi araçtır ve eksilmesi savaşın kaybedilmesi sonucuna götürebilir. Resulullahın orada söylediği emir herkes için bağlayıcıdır ve herkes buna uymak zorundadır. Ancak günümüzde artık at üzerinde savaş söz konusu değildir. Bugün halen at eti haramdır demek abesle iştigaldir.

                        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] “Hz. Ali de karşı çıkmamış ve kabullenmiş” sözünüz de bütün tarihi verilere terstir. İster Sünni kaynaklar olsun, ister Şii… Aslında bunları önceki yazımda da yazdım. Ama maalesef dikkate almayışınız beni tekrara mecbur ediyor. Hz. Ali’nin 6 ay biat etmediğini Sünniler bile kabul ediyor. Hz. Ali’nin, Beni Haşim’in ve bazı sahabenin (Sünni kaynaklar en az 18 kişinin adını vermiş) halife seçimine bu müddet içinde, özellikle işin başında çeşitli şekillerde karşı geldiklerini yazan yine bizzat Sünni kaynaklar… Ama daha sonraları Hz. Ali’nin susması onun bu seçime razı olduğunu asla göstermez. Zaten önceden verdiğim linke baksaydınız, Emirül’muminin’in neden sustuğunu kendi dilinden öğrenirdiniz. Dolayısıyla Hz. Ali (a.s) ilk zamanlar çeşitli vesilelerle hücceti insanlara tamamlamış, ama gereken ilgi ve desteği görmeğince, kendi beyan ettiği maslahat üzere susmuştur. Bu yüzden bu suskunluk, ne onun rızasını gösterir ne de o büyük yanlışı yapanları mazur kılar. [/quote]

                        İmam alinin suskunluğunun etkenlerinden bi taneside fatıma selamullahi aleyhin fedek arazisi konusunda incitilmesidir ve onu daha fazla incitmemek içindir. İmam alinin biatinin seçimden razı olduğunu söylemedik zaten ama karşı çıkmadığını ve sizinde ifade ettiğiniz gibi “kendi maslahatına göre” sustuğunu ifade ediyoruz. İşte bizde imam alinin yolundan giderek o maslahat üzere hareket ederek susmayı tercih ediyoruz bunda garipsenecek durum nedir? Biz yanlış yapanlarıda biliyoruz, onların gerçek hak sahibi olmadıklarınıda biliyoruz ancak imam ali nasıl davrandı nasıl metod izledi ise biz de aynısını uyguluyoruz.

                        [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Biz Hz. Ali’nin hücceti tamamladıktan sonra, İslam’ın maslahatı için hilafetin aslından feragat ettiğini söylüyoruz ve bunu rızasından ya da haşa korkusundan değil, zaruret ve maslahat babından yaptığını söylüyoruz ve bu konuda Hz. Ali’nin (a.s) bizzat kendi sözlerine istinad ediyoruz. Şurada da durum bundan farklı değildir. Ayrıca biz Hz. Ali’yi masum olarak gördüğümüz için, onun çeşitli davranışlarını da mutlaka bir maslahata binaen yaptığına inanıyoruz. Hilafetten feragat, illa rızanın alameti ise, o zaman Hz. Ali’nin de Sıffın savaşından sonra Muaviye ile savaşmaktan el çekip, en azından İslam topraklarının büyük bir kısmında yönetimi Muaviye’ye devrettiğini de rızanın alameti olarak görmelisiniz. Yine İmam Hasan’ın hilafeti Muaviye’ye devretmesini de onun hilafetine razı gösterdiğinin bir alameti olarak görmelisiniz. Aynı şekilde İmam Hüseyn’in de tam 10 yıl Muaviye’nin hilafetine karşı susması ve herhangi bir eyleme girişmemesini de rızanın alameti olarak görmelisiniz!

                        Eğer siz Hz. Ali’nin Muaviye’ye karşı son tutumunu, Hz. Hasan’ın tutumunu ve Hz. Hüseyn’in tutumunu Muaviye’nin hilafetine rıza olarak değerlendiriyorsanız, o zaman Hz. Ali’nin halifelerin hilafetine karşı tutumunu ve şuraya katılmasını da bir rıza alameti olarak değerlendirebilirsiniz. Ama böyle olmadığını siz de biliyorsunuz biz de. Bu bizim görüşümüzün tahlili ve neden çelişki söz konusu olmadığının ispatı…[/quote]

                        Allah tarafından kesin bir emirle seçilen ve tauin edilen kişilerin kendi maslahatlarını kullanmaları gibi bir durum söz konusu değildir. Canları pahasına isterlerse etraflarında bir tek yardımcı bile bulunmasa dahi bu davanın peşinden gider ve mücadele ederler. İmam ali vahy mi alıyorduki kendi maslahatına göre Allahın emrinden feragat etsin ? kimin haddinedir bu ? imam aliye yaptığınız bu yakıştırma korkunçtur. Bakın ısrarla nebilerle olan kıyaslamam cevap vermiyosunuz. Siz hiç tarihte kendi maslahatı ile Allahın emrinden feragat eden ya da seçime katılan nebi duydunuzmu ? yunus as kendi maslahatı ile kavminden ayrıldı ve başına neler geldi biliyosunuz.. demeki Allah tarafından seçilen kişilerin böyle bi haklarıda yok hadleride yok. Onlar eğer Allah tarafından seçiliyor ise tüm yaptıklarıda Allahın emrine uygun olmalı ve kendi başlarına karar vermemelidir. İmam ali, hasan ya da hüseyin Allah tarafından seçilmeyen kişiler olduğu için kendi maslahatını uygulamaları garipsenmez. Ama hz musa hz ise hz Muhammed ya da diğer nebiler sadece ve sadece Allahın yönlendirdiği doğrultuda gitmek zorundalar ve seçim hakları yoktur. Resulullah kendisine mekkenin anahtarları teklif edildiğinde, 1 yıl kendisinin bir yıl diğer müşriklerin yönetici olması teklif edildiğinde ne dedi? Bir elime güneşi bir elime ayı verseniz davamdan vazgeçmem..

                        Diyorsunuzki; “Biz Hz. Ali’nin hücceti tamamladıktan sonra, İslam’ın maslahatı için hilafetin aslından feragat ettiğini söylüyoruz”

                        İşte biz de tıpkı imam ali gibi islamn maslahatı için dönüp dolaşıp ebubekirmi imam olacaktı ömermi alimi diye cedelleşmeyi mahsurlu görüyoruz. Temcit pilavı gibi sanki Müslümanların başka meselesi yokmuş gibi bunu sürekli öne sürülüp ehli kıble arasında fitne yaratılmasını mahsurlu görüyoruz. İmam ali nasılki İslam için hilafetten feragat etti ise bizde onun izleyicileri olarak ebubekirin ömerin ya da osmanın hilafette alinin önüne geçmesinde akidevi olarak mahsur olmadığını söylüyor “keşke ilk ali olsaymış” diye iç geçirmekten başka bişey yapamıyoruz.


                        Yorum


                          #42
                          IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER

                          [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Hepimiz biliyoruz ki Resulullah Allah'ın emriyle Mekke'ye girmek ve orayı fethetmek için müslümanlarla birlikte yola çıkmıştı. Ama müşrikler Mekke yakınlarında önlerini kesip içeri girmelerine engel oldular. Resulullah ise, onlara karşı koymaktan çekindi ve aralarında antlaşma imzalandı. Hatta antlaşma metninde isminin yanına Resulullah yazılmasına şiddetle karşı çıktılar; Resulullah da kabul etti ve "Bu Muhammed ile Kureyşliler arsındaki bir antlaşmadır" yazılmasına rıza gösterdi!

                          Hatta bu olay sahabeden birçoğunun şüpheye düşmesine vesile oldu. Sünni kaynaklarda da nakledildiğine göre Ömer bin Hattap “Ben o günkü kadar hiçbir zaman Resulullah’ın risaletinde şüpheye kapılmamıştım” diyor!

                          Peki, Hz. Ali'den daha cesaretli ve şecaatli olan Allah'ın Resulü, müşriklerden korktu mu? Ya da onların dediğine rıza mı gösterdi? Neden onlara karşı koymadı, hatta isminin Resul olarak yazılmasına rıza gösterdi? Sizin buna cevabınız ne ise bizim de Hz. Ali’yle ilgili cevabımız odur. Korkaklık derseniz korkaklık, maslahat derseniz maslahat, rıza derseniz rıza... [/quote]

                          Anlaşma yapmak ile tabi olmayı nasıl aynı bağlamda değerlendirirsiniz? Savaşlarda yapılan ateşkes anlaşmaları ile savaşı bırakıp diğer tarafın tabisi olmak aynı şeyler midir ? anlaşma çift taraflı şartlara bağlıdır ve herkes kendisine uygun olan hususları bildirir iki tarafta rıza gösterirse anlaşma gerçekleşir. Nitekim müşrikler bu anlaşmaya uymamış ve resulullahta gereğini yaparak mekkeyi fethetmiştir. İlk 3 halife ile imam ali arasında bir anlaşma söz konusu değildir. İmam ali ister islamın maslahatı diyin ister başka bişey diyin. Kimsenin baskısı altında olmadan kendi rızası ile (6 ay sonra dahi olsa) bu halifelere biat etmiştir. Ama resulullah asla müşriklerin hakimiyeti altına girmemiş onlara ittiba etmemiştir. Bu kıyasınız gerçekçi değildir.

                          [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Sizce bir toplumun düşeceği şirkten ve putperestlikten daha kötü bir şey olabilir mi? Ama bakıyoruz ki Hz. Harun Beni İsrail’in buzağıperest olmalarına karşı fiili bir eylem yapmıyor! Korktuğu için mi (haşa)? Elbette hayır; zaten kendisi cevapta gerekçeyi söylüyor: “İsrailoğullarının arasını açtın, onların arasına tefrika ve fitne soktun, demenden korktum” diyor. Hz. Musa da artık itiraz etmiyor. Şimdi siz Hz. Harun’un bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Korktuğu için mi karşı koymadı, maslahat için mi, yoksa onların yaptıklarına razı olduğu için mi? Buna sizin cevabınız ne ise, bizim de Hz. Ali’nin hilafet ve şura hakkındaki tutumuna cevabımız odur. [/quote]
                          Ayetlerin bir kısmını nakledip diğer kısımlarını görmezden geliyosunuz. Hz harunun kavmine müdahale etmediğini iddia etmeniz kurana aykırıdır. Bakın ayette şöyle der; Andolsun, Harun bundan önce onlara: "Ey kavmim, gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin asıl Rabbiniz Rahman (olan Allah)dır; şu halde bana uyun ve emrime itaat edin" demişti. Demişlerdi ki: "Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız." (Taha Suresi, 90-91) hz musa ise hz harunun bu müdahele ve uyarısını bilmediği için sormuş ve cevabını almıştır. Sonucunda da hz musa şu duayı yapmıştır; (Musa yalvarıp) Dedi ki: "Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın." (Araf Suresi, 150-151)
                          [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] Fesubhanallah.. Bir taraftan adil bir şura olsaydı, zaten onlar seçilirdi diyorsunuz, diğer taraftan Hz. Ali şuraya rıza gösterdi diyorsunuz!! Peki, Hz. Ali adilane değil de zalimane olan bir şuraya mı benimsedi, böyle bir şuraya mı rıza gösterdi? Eğer öyledir derseniz, artık size söyleyecek hiçbir sözüm kalmaz. Hayır, önceki sözünüzü tadil edip de maslahat gereği yaptı derseniz, o zaman bizim dediğimiz söze gelmiş olursunuz. [/quote]

                          Hz alinin şuraya rıza gösterdiğini söylerken şuranın adil olduğunu kastatmedim. Şura fikrine sıcak baktığını ve iştirak ettiğini ifade ettim. Eğer şura adilane olsa idi zaten Osman değil ali seçilecekti. Ali kendisinden önceki halifelerin sünnetine itiba etmeyi reddettiği için şurayı adil bulmamış ve hilafeti kabul etmeyerek ayrılmıştır. Nihayetinde imam ali şuraya katıldı ancak şuranın hükümlerine ve şartlarına rıza göstermedi.
                          [quote author=mursel_aydin link=topic=14752.msg106186#msg106186 date=1285862914] “Eğer birisi çıkıp ben aliden bu makama daha layığım diyosa o bunun doğru olup olmadığını hem bu dünyada sergilemeli hem de ahrette Allaha hesabını verebilmeli” diyorsunuz. Peki, hilafeti ele alanlar ya da onları seçenler, Hz. Ali’yi o makama daha layık gördükleri halde mi bunu yaptılar yoksa kendilerini layık gördükleri için mi? Eğer birincisi ise, bu açık bir şekilde “Emanetleri ehline tevdi edin” ayetine ters değil mi? Müslümanların kaderini ilgilendiren bir konudan daha büyük emanet ne olabilir? Yine Şia ve Sünni’nin müştereken naklettiği şu hadise aykırı olmaz mı?:

                          “Kim Müslümanları ilgilendiren bir görevi üstlenir de, birisini onlara yönetici olarak seçer ve bunu, ondan daha evla ve Allah’ın kitabını ve Resulü’nün sünnetini ondan daha iyi bilen başka birisinin bulunduğunu bildiği halde yaparsa, Allah’a, Resulü’ne ve mu’minlere hıyanet etmiştir!” (Mecmeü’z-Zevaid –Heysemi-, c.5, s.211)

                          Hayır, kendilerini daha layık gördükleri için yapmışlarsa, bu da yine sizin sözünüze aykırıdır. Yani nerden bakarsan, sizin yaptığınız yorumun elle tutulur bir yanı yoktur maalesef. [/quote]
                          Kanaatim sahabelerin biçoğunun imam aliyi en layık olarak görmedikleri, diğerlerini bu işe daha layık olarak gördükleri için ya da islamın saltanata dönüştürülmesinden çekindikleri için ya da imam alinin kendi arzusunun bu makama ulaşmak olmadığını düşündükleri içindi bilemiyorum.. kalplerini yarıp bilemem ne düşündüklerini. Bu sadece ilk 3 halifenin kanaatiyle gerçekleşen bi durum değildir. Diğer sahabelerin takdirini kazanmak ve onlarında destek vermeleriyle gerçekleşen bir durum. Talha ve zübeyr de kendilerini layık görüyolardı ama kimse onlara ittiba etmedi. Demekki sadece kişilerin kendilerini bu işe layık görüp görmemeler ölçü değildir. Eğer siz bu takdiri ya da seçimi itikadi bir sorun haline getirirseniz imzm alinin etrafında yer alan birkaç sahabe dışındaki tüm ashabı , islamın önde gelenlerini tekfir ederek büyük bi zulme girişmiş olursunuz.

                          Devam edecek..

                          Yorum


                            #43
                            IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER

                            Bismillahirrahmanirrahim

                            Kardeş şu cevapları artık gönderin. Öncekilerin cevaplarını da karışmasın diye asamıyorum ...

                            Yorum


                              #44
                              IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER

                              selamun aleykum bu güzel tartışmayı çok beyendim ama Mürsel Aydın hocamızın bu kadar açık delille ve bu kadar güzel sözlerle ifade etmesine rağmen kardeşimizin hala başka şeyler aramasına anlam veremiyorum.Allaha emanet olun saygılar

                              Yorum


                                #45
                                Ynt: IMAM CAVAD ASNIN DILINDEN EBU BEKIR VE OMER

                                [quote author=zeydiyye link=topic=14752.msg107276#msg107276 date=1286815190]Bu forumda “bizim imamlarımızın hadislerinin anlaşılması zordur” diye bile başlık açıldı. Sırf Allahın kitabına muhalefet eden hadisleri aklamak için.. ki konumuzda buydu zaten[/quote]
                                Zeydiyye kardeşim, yazınızı şimdi gördüm o yüzden de şimdi cevap veriyorum. başlık hadisleri Allahın kitabına muhalefet eden hadisleri aklamak için değil daha ıstilahi anlam ile lugavi anlamların ne olduğunu bilmeyen ve mealci sitelerden kopya yapmış olan bir şahısa cevap maksadı ile açılmıştı. siz bu iddanızın arkasında durarak orada bir tek Allahın kitabına muhalif olan ve sizin deyiminizle "aklanan" hadis göstere bilirmisiniz?

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X