Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nura Giden Yol

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Nura Giden Yol

    Nura giden yol ( 14 )

    Bismillahirrahmânirrahîm

    Bakara suresinin 27. ayeti:

    الَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُولَـئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

    Yani:

    Onlar, Allah'a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah'ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.

    Fasıkların sapkınlığından söz eden geçen ayetin devamında bu ayet, onların üç özelliğini ifade ediyor.
    İlkin onlar ilahi sözleri ayaklar altına alırlar ve sadece kendi istekleri ve nefsani heveslerini izlerler. Burada ilahi sözden maksat, şeriata dayalı söz değil de, tekvini sözdür ki yüce Allah bu özelliği tüm insanların fıtratına yerleştirmiştir, öyle ki bu özellik sayesinde iyi ve kötüyü, hak ve batılı ayırt edebilir ve peygamberlerin davetini benimsemeye hazırlıklı olur.

    İkincisi, yüce Allah'ın koparmayın dediği bağları koparmalarıdır. Bu bağlar ister ilahi liderlerle olsun, ister sosyal bağlar, ister aile ve akraba bağları, hepsi önemlidir.

    Üçüncüsü, fısk ve günah işleyerek dünyada fesat ve fuhuşu yaygınlaştırırlar. Belki günahın bireysel bir konu olduğu ve etkisi sadece günah işleyen kimseyi etkilediği düşünülebilir, oysa günahın sosyal tesirleri bireysel tesirlerinden daha az değildir ve toplumu fesada sürükler.

    Kuşkusuz ilahi sözleri ve beşeri bağları hiçe sayan ve her istediğini yapan kimse, en büyük zararı kendine vermiş olur ve tüm maddi ve manevi servetini kaybederek kötülük ve çirkinlikten başka hiç bir şey kazanamaz.

    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Sözleri hiçe saymak dinle bağdaşamaz. Mümin insan sözünü tutar, hatta kâfirlere verilen bir söz olsa bile. Allah'a verilen sözün yeri ise apayrıdır.

    2 - Fıtratın sesine kulak vermemek, her türlü günah için zemin hazırlarken yeryüzünde fesada sebep olur.

    3 - Gerçek ziyan, ömür sermayesini fıtrat ve şeriat hükümlerini göz ardı ederek heba etmektir.

    4 - Bakara suresinin 124. ayetine göre imamet ve ilahi rehberlik, Allah'a verilen sözdür ve bu sözü çiğnemek, fasıkların özelliğidir.

    5 - İslam dini bağların korunmasına vurgu yapar, bu yüzden sıla-i rahim ve akrabaların ve yakınların ve özellikle ebeveynlerin ziyareti sürekli vurgulanan bir meseledir.

    6 - İslam dini inzivaya çekilmek ve aile ve toplumdan uzaklaşmaya karşıdır. İslam dini özellikle cemaat ve Cuma namazı başta olmak üzere Müslümanların topluluklarında bulunmaya ve hasta ziyaretine ve mağdurlara yardım etmeye ve komşularla ilgilenmeye davet eder. İslami rivayetlerde sıla-i rahim meselesine birçok yerde vurgu yapılmıştır. Şimdi bu rivayetlerden bir kaç örneği aktarmak istiyoruz.

    - Yakınlarınızı ziyaret edin ki yoksulluk sizden uzaklaşsın ve rızkınız artsın ve ömrünüz bereketli geçsin.

    - Sıla-i rahimi unutmayın, hatta onlar size itina etmezlerse veya salih ve iyi insanlardan olmazlarsa bile.

    - Sıla-i rahimde bulunun, hatta bir yıl yürümeniz gerekse veya bir selam vermek veya bir su içmek kadar zamanınızı alsa bile.

    - Sıla-i rahim ölümü ve kıyamet gününde hesaplaşmayı kolaylaştırır ve cennette özel bir konum kazandırır.


    Şimdi, Bakara suresinin 28. ayeti:

    كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَكُنتُمْ أَمْوَاتاً فَأَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

    Yani:

    Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O'na döndürüleceksiniz.

    Yüce Allah'ı en iyi tanıma yolu, yaratılışı ve evreni düşünmektir. Hayat ve ölüm gibi iki olgu üzerine düşünmek, insanları şu hakikatle tanıştırır ki eğer hayat kendi elinde olsaydı onu ebedi yapardı. Oysa insan önce yoktu, daha sonra var oldu ve ardından ona verilen bu hayat da elinden alınacaktır.

    Bundan önce bizler de taşlar, ağaçlar ve diğer nesneler gibi cansızdık. Yüce Allah bize can verdi ve idrak ve şuur sahibi yaptı. Dolaysıyla yüce Allah'ın en büyük nimeti hayat nimetidir. İnsanoğlu bunca bilimsel ilerlemesine karşın hayatın sırrını öğrenmekten acizdir.

    Ancak sadece hayat değil, ölümümüz de yüce Allah'ın elindedir. Bizler kendi irademizle bu dünyaya gelmedik ki kendi irademizle de ayrılalım. Bize yaratan ve yok eden de O'dur ve bu arada sadece amellerimiz bizim irademizin altındadır. O zaman nasıl varlığımız ve yokluğumuz onun iradesinde olan Allah'ı inkâr ederiz veya nasıl ölümden sonraki yeniden doğuşu inkar ederiz. Oysa bizlere ikinci kez hayat vermek, ilk verilen hayata göre çok daha kolay veya en az onun gibi olmalıdır. Nasıl olur da bizi yoktan var eden Allah bizleri ikinci kez yaratmaktan aciz olabilir?

    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Kuran-ı Kerim'in irşad ve hidayet yöntemlerinden biri akıl ve fıtrata yönelik sorular gündeme getirmek, böylece insanları düşünmeye ve hakikatleri keşfetmeye yönlendirmektir.

    2 - Hayat, yüce Allah'ın varlığının işareti ve ölüm olgusu da maad ve kıyamet gününün varlığını işaretidir.

    3 - Kendini tanımak, Allah'ı tanımanın ilk adımıdır. Eğer insan kendi hakikatini tanırsa, Allah'ı da tanıyacaktır. Çünkü kendinden hiç bir şeyi olmadığını ve neyi varsa O'dan olduğun anlar.

    4 - İnsanların kemale ermelerinin sonu, Allah katına ulaşmak ve hayatın başlangıcı ve nimetlerin kaynağına kavuşmaktır.

    5 - Ölüm, yaşamın sonu değil, yeni bir hayatın başlangıcı ve Allah'a doğru gitmektir.

    6 - Maad meselesini reddedemeyen kâfirler ölümden sonraki yaşamla ilgili bazı soruları gündeme getirerek kuşku yaratmaya çalışıyordu. Bu yüzden Kuran-ı Kerim de sizlerin yaşamlarınızın ilk kaynağı nereden, şeklinde sorular gündeme getirerek onlara cevap veriyordu.

    Yorum


      #17
      Nura Giden Yol

      Nura giden yol ( 15 )

      Bismillahirrahmânirrahîm

      Bakara suresinin 29. ayeti>

      هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
      2s

      Yani:

      O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.

      Bizi yaratan Allah, bizim refahımız için gerekli olan araç ve gereçleri de yarattı ve yeryüzünü ve gökyüzünü insanlara sundu. Çünkü insanoğlu, yüce Allah'ın yarattığı en üstün mahlûktur ve yeryüzünde ve göklerde bulunan her şey onun hizmetinde olması gerekir. Bu yüzden bu ayette de bu konuya vurgu yapılmıştır.
      Bu konu Kuran-ı Kerim'in diğer bazı ayetlerinde de vurgulanmıştır.

      Tevhidin bir başka delili, gök yüzüne hakim olan oldukça karmaşık ama aynı zamanda tedbir dolu düzendir ki bilim adamları bu düzeni idrak etmekten aciz olduklarına itiraf etmiştir.

      Yaşam kaynağı ve bunca nimeti barındıran yer küre, küçücük bir gezegendir ki Kuran-ı Kerim de bu konuya vurgu yapmış ve tekil tabiri ile yer küreden söz etmiştir. Oysa gökyüzü hakkında Kuran-ı Kerim'de birçok ayetler vardır. Örneğin bu ayette yüce Allah'ın yedi göğü kendi tedbiri ve muazzam gücü ile yarattığı ve insanlara sunduğu vurgulanır. Kuran-ı Kerim'in diğer ayetlerine göre insanları gördüğü gök yüzü bu yedi gök katının en alt katıdır ve diğer altısı insanların ulaşma imkanının dışındadır.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - insanoğlu, yeryüzü ve göklerdeki tüm mahlûklardan üstündür ve yaratılışın nihai gayesi sayılır.

      2 - Yüce Allah varlığı sırf bizim için yarattı, o zaman bizler de sırf Allah için var olmalıyız.

      3 - Doğada hiç bir şey beyhude yaratılmamış ve insanlara bir hizmet sunmak için yaratılmıştır, hatta biz onlardan nasıl yararlanacağımızı bilmesek bile.

      4 - Dünya insanlar içindir, insanlar dünya için değil. Dünya bir araçtır, hedef değil.

      5 - Doğanın nimetlerinden yararlanmak mubahtır, tabi akıl ve şeriatin men ettiği durumlar hariç.

      Şimdi, Bakara suresinin 30. ayeti:

      وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ


      Yani:

      Hani, Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlar, "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd ederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz." demişler. Allah da, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" demişti.

      Bundan önceki ayetlerde yüce Allah yer yüzü sakinleri için yarattığı sonsuz nimetleri anlattı. Bu ayet ise insanoğlunun manevi konumunu ve bu nimetleri hak ettiğinin gerekçelerini beyan ediyor.

      Yüce Allah insanoğlunun yarattıktan sonra bu konuyu meleklerine duyuruyor ve yer yüzünde kendi halifesi olacak kadar liyakate sahip olduğunu ve ilahi hilafet mevkiine getirileceğini belirtiyor. Ancak melekler bu durumdan kaygılarını dile getiriyor ve soyu bunca kan akıtacak ve fesat çıkaracak bir kimseyi nasıl kendi halefin yapacaksın şeklinde sorular yöneltiyor.

      Meleklerin görüşü, eğer Allah yer yüzünde bir halefi olacaksa bu halefin her türlü günah ve fesattan uzak olması ve Allah'a mutlak surette itaat etmesi yönündeydi ve insanoğlunun huyunun bilincinde oldukları için Allah'ın sürekli kendisine itaat ve ibadet eden meleklerin yerine bu mevkiyi insanoğluna vermesinden şaşıyordu.

      Ancak yüce Allah meleklerine şöyle karşılık verir:

      Sizler sadece insanoğlunun zafiyetini gördünüz ve onun olumlu yönlerinden haberdar değilsiniz. Oysa ben sizin bilmediklerinizi bilirim. Eğer siz melekler sürekli bana ibadet etmekle meşgul iseniz ve bunu kendinizi insanoğlundan üstün olma ve bu yüzden benim halefim olmanız için gerekçe olarak görüyorsanız, ama şunu bilin ki insanoğlu soyunda sizden çok daha üstün olan ve bu mevki için liyakati olanlar vardır.

      Kuşkusuz tüm insanlar yüce Allah'ın yeryüzündeki halefi olamaz ve ilahi hilafetten maksat şudur ki yüce Allah insanoğlunu en iyi kıvamda yarattı ve kendi ruhundan ona üfledi ve onun fıtratında kendisini yeryüzünde temsil edebilecek yeteneği yerleştirdi.

      Yer yüzünde yüce Allah'ın halefi olanlara örnek olarak peygamberleri, imamları, pak ve salih insanları ve şehitleri gösterebiliriz. Nitekim bazı insanlar bu yeteneklerini yok etmiş ve hatta insanlık mertebesinden bile düşmüştür. Kuran-ı Kerim bu tür insanların hayvanlardan daha alçak olduğunu buyurmuştur.

      Kuşkusuz insanların yeryüzünde Allah'ın halefi olmasının sebebi, yüce Allah'ın yer yüzünü yönetmekten aciz olması değildir. Bu mevki, insanlığın keramet işareti ve makamının faziletindendir ki böyle bir mevkie layık görülmüştür.

      Bunun dışında yaratılış alemi ve varlığın tedbiri de bir takım sebeplere dayanır. Yani yüce Allah kendisi tüm varlığın işlerini yürütebilecek güçtedir, lakin bazı işlerin yerine getirilmesi için bir takım araçlar ve aracılar belirlemiştir. Nitekim melekler hakkında da varlık işlerini tedbir etmek onların görevidir, şeklinde buyurmuştur, oysa esas tedbir eden yüce Allah'tır.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - İnsanoğlunun varlıktaki konumu öylesine yüksektir ki yüce Allah bu mahlûkun yaratılışını kendi melekleri ile gündeme getirmiştir.

      2 - İlahi halife ve hükümdarı atamak, yüce Allah'ın elindedir, başkalarının değil.

      3 - Önemli konuları sizden daha düşük mevkilerde bulunanlarla gündeme getirmek ve onların sorularını cevaplamak bir değerdir. Nitekim yüce Allah insanoğlunun yaratılışı konusunda böyle yapmış ve meleklerin soru işaretlerini bertaraf etmiştir.

      4 - İlahi halife ve hükümdar adil olmalı, fasık olmamalıdır. Bu yüzden melekler kan döken insanın nasıl Allah'ın halefi olabileceği sorusunu gündeme getirmiştir.

      5 - Kendimizi başkaları ile karşılaştırırken sadece karşı tarafın olumsuz yönlerini değil, aynı zamanda olumlu yönlerine de bakmalı ve böylece yargıda bulunmalıyız.

      6 - Liyakatin kriteri sadece ibadet değil, başka kriterler de gereklidir. Nitekim melekler Allah'a ibadet konusunda insanoğlundan üstün olmalarına karşın hilafet konumu için seçilmediler.

      7 - Bir grup insanın fesadı yüzünden başkalarının ilerlemesi engellenmemeli. Yüce Allah bir grup insanın yanlış yola gideceğini bilmesine karşın tüm beşeriyeti hilafetten mahrum bırakmadı.

      8 - Kuşkuları bertaraf etmek için soru sormanın bir sakıncası yoktur. Meleklerin soru sorması Allah' itiraz etmek için değil, kuşkularını bertaraf etmek içindi.


      Yorum


        #18
        Nura Giden Yol

        Nura giden yol ( 16 )

        Bismillahirrahmânirrahîm

        Şimdi Bakara suresinin 31. ve 32. ayetlerine kulak veriyoruz.


        وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَـؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ / قَالُواْ سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
        Yani:

        Allah, Âdem'e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, "Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin" dedi.

        Melekler, "Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin" dediler.

        Yüce Allah insanoğlunun liyakatini meleklere ispatlamak için her ikisini sınadı ve ilkin onlara bir takım bilgiler vererek ardından onlardan öğrendiklerini beyan etmelerini istedi.

        Kuran-ı Kerim bu bilgilerin neler olduğu hakkında her hangi bir açıklamada bulunmuyor, lakin bir çok müfessire göre yüce Allah varlık alemi ve doğayı yaratılışın en başında insanoğluna tanıttı ve her şeyin adını ona söyledi ve bu da günümüzde biz insanların fıtratında olan eşyaları tanıma özelliğidir.

        Melekler yaptıkları ibadet yüzünden insanoğlundan üstün olduklarını düşündükleri için yüze Allah başta onları sınadı ve şöyle buyurdu: Eğer iddianız doğruysa o zaman size öğrettiğim hakikatleri bana anlatın.

        Ancak melekler iddialarında ne denli hata yaptıklarını ve ilahi seçim için sadece ibadetin yeterli olmadığını ve ilahi halifenin bilim ve marifet açısından da üstün bir konumda olması gerektiğini anladılar ve yüce Allah'a şu cevabı verdiler:

        Ey Rabbimiz sen hiç bir işi hikmetsiz ve delilsiz yapmazsın. Kuşkusuz insan soyunun yaratılışı ve hilafet mevkiine getirilmesinde de büyük bir maslahat vardı ki bazı insanların fasık olmasından daha önemli ve sen de bu maslahatı gözeterek insanoğlunu yarattın. Ey Rabbimiz, bizler senin öğrettiklerinden başka bir şey bilmeyiz ve sormamız da bilinçsizliğimiz yüzündendi ki beşerin böyle bir imtiyazı olduğunu ve böyle bir yeteneği sahip olduğunu bilmiyorduk. Ey Rabbimiz sen her şeyi bilen ve sürekli hikmet ve maslahata göre amel edensin.

        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - İnsanoğlunun ilk öğretmeni yüce Allah'tır ve O, insanlara hakikatleri tanıma gücü sundu. Bu gün tüm beşeri bilimleri bu güce borçluyuz.

        2 - İnsanoğlu tüm bilimleri öğrenme ve varlığın tüm hakikatlerini keşfetme yeteneğine sahiptir. Gerçi bu yolun başındadır ve hala bilmediği birçok şey vardır.

        3 - İnsanoğlunun başta melekler olmak üzere tüm varlıklara üstünlüğünün sebebi, bilimi ve düşünce yeteneğidir ki bu da en büyük ibadetlerden sayılır.

        4 - ilahi halife ve İslami hükümdar, ibadetten ziyade bilime ihtiyacı vardır ve bu yüzden yüce Allah insanoğlunun üstünlüğünü ispatlamak için onun bilimini gündeme getirmiştir.

        5 - Gerçek öğretmen yüce Allah'tır ve üstat ve kitap, öğrenmenin zeminini oluşturur.

        6 - Yanlış bir söz için çabucak özür dilemek, melekuti edeptir. Melekler yanlış bir söz söylediklerini anlayınca hemen özür dilediler.

        7 - Bilmiyorum demekten utanmayın. Melekler de açıkca cehaletlerine itiraf ettiler.

        8 - Özür dilemek ve tevbe etmek, kurtuluşa vesile olur. İbadet ve tesbihi üstünlük nedeni sanan melekler hakikati öğrenince hemen özür dilediler ve yüce Allah da kabul etti. Ancak ateşten yaratıldığı için kendini insanoğlundan üstün bilen şeytan bu batıl iddiası üzerine ısrar etti ve bu yüzden Allah katından kovuldu.

        Şimdi, Bakara suresinin 33. ayetini dinliyoruz.

        قَالَ يَا آدَمُ أَنبِئْهُم بِأَسْمَآئِهِمْ فَلَمَّا أَنبَأَهُمْ بِأَسْمَآئِهِمْ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَأَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ


        Yani:

        Allah, şöyle dedi: "Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle." Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, "Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?" dedi.

        Bu sınavdan insanoğlu başarılı çıktı ve ilahi öğretiler sayesinde varlığın tüm isimlerini ve sırlarını meleklere anlattı ve onlar da yüce Allah'ın insanoğlunu öğrenme yeteneğini sunduğunu ve kendilerinin bu nimetten yoksun olduğunu anladı.

        Bu sınavın ardından yüce Allah meleklere şöyle buyurur:

        Sizler ilahi hilafet için herkesten daha çok layık olduğunuzu düşünüyordunuz, fakat bunu benden gizliyor ve açıkça söylemiyordunuz. Oysa Rabbiniz sizin açığa vurduğunuz şeyler kadar gizli tuttuğunuz şeylerden de haberdardır.

        Bu ayetin yüce Allah'ın her şeyin zahir ve batınından haberdar olduğuna vurgu yapmasının sebebi şudur ki: Varlık sırlarını bilmeyen ve sadece işlerin dış görünümünden haberdar olan sizler, boşuna Allah'ın ilim ve hikmete dayalı işlerine itiraz etmeyin veya eleştirmeyin. Eğer sizce varlık âleminin bir yeri yanlış ise bu, sizin cehaletinizden kaynaklanır, yoksa Allah'ın işinde kusur olmaz.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - İnsanoğlu bilim ve öğrenme yeteneği bakımından meleklerden üstündür ve bu yüzden meleklerin bilmediği şeyleri insanoğlu onlara öğretti.

        2 - Liyakat ve üstünlüğün belirlenmesi için sınamak gerekir. Gerçi insanoğlu meleklerden üstündü, lakin yüce Allah bunu ispatlamak için sınav yaptı.

        3 - Meleklerin kendiliğinden gaybi ilimler yoktur ve yüce Allah irade ettiği kadar melekler gayıpdan haberdar olur.

        4 - Yeteneklerin gelişmesi için gereken ortamı hazırlamalıyız. Yüce Allah bir tek sınavla insanoğlunun yeteneğini gün ışığına çıkardı ve böylece hem ona ve hem başkalarına bu yeteneği fark etme imkânı sağladı.

        Yorum


          #19
          Nura Giden Yol

          Nura giden yol ( 17 )

          Bismillahirrahmânirrahîm

          Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun değerli dinleyiciler. Bir başka Nur tefsirinde tekrar sizlerle birlikteyiz. Şimdi Bakara suresinin 34. ayeti

          وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ


          Yani:

          Hani meleklere, "Âdem için saygı ile eğilin" demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.

          Yüce Allah'ın insanlara sunduğu maddi manevi nimetler ve insanoğluna verilen ilahi hilafet mevkiini anlatan önceki ayetlerin devamında bu ayet insanoğlu için bir başka onur kaynağı olan bir meseleyi anlatıyor, o da meleklerin insanoğluna secde etmesidir.

          Kuran-ı Kerim'de ifade edilen ayetlerden anlaşıldığı üzere yüce Allah insanoğlunu yarattıktan sonra meleklere bu haberi duyurduktan sonra onlardan secde etmelerini ister. Demek ki bu secde insanoğlunun yaratılması içindir, ilahi hilafet mevkii için değil ve insanoğlunun yeryüzünde yüce Allah'ın halifesi olması meselesi, bu aşamadan sonra gerçekleşmiştir. Gerçekten de eğer secde emri insanoğlunun hilafetinden sonra verilmiş olsaydı, melekler için pek onur sayılmazdı, çünkü bu durum ilahi emre mutlak teslimiyet yüzünden değil de, insanoğlunun mevkii için gerçekleşmiş olurdu.

          Tabi bu arada Kaf suresinin 50. ayetine göre cin soyundan olan, fakat aşırı ibadeti yüzünden meleklerin arasına katılan İblis ilahi emre karşı çıktı ve kibir ve bencilliğe kapıldı ve yaratılışta insanoğlundan daha üstün olduğunu ve bu yüzden insanoğlunun ona secde etmesi gerektiğini düşündü.

          İblis sadece amelde günah işlemedi, inanç açısından da Allah'ın emrini adil olmayan ve hikmetten uzak bir emir niteledi ve böylece küfre sapanlardan olup imanını kaybetti.

          Gerçekte meleklerin insanoğluna secde etmesi, tapma anlamında değildi, çünkü tapmak, Allah'tan başkasına caiz değildir. Melekler sadece ilahi emir üzerine saygı gösterisi olarak secde ettiler ve bu secde gerçekte Allah içindir, o da böylesine şerif bir mahluk yarattığı için.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Gerçek ibadet, insanın Allah'ın buyruğu üzerine bir şey yapmasıdır, yoksa sadece gönlüne göre olan bir emre uymak değil. İblis Allah karşısında asırlar boyu secde etmeye hazırdı, ancak insanoğlu karşısında bir an için bile secde etmek istemedi.

          2 - Tüm meleklerin insanoğlu karşısında secde etmişken insanların Allah karşısında secde etmek istememesi adalet ve insaftan uzaktır.

          3 - Hak karşısında kibirli olmak insanları küfür ve dinsizliğe sürükler.

          4 - Allah'tan başkasının huzurunda secde etmek, eğer Allah'ın emri üzerine yapılırsa şirk değil, kulluk ve tevhit işaretidir.

          5 - Liyakat yaştan ve özgeçmişten daha önemlidir. Nitekim eskiden var olan melekler yeni yaratılan insanoğlunun karşısında secde etmek zorunda kaldılar.

          6 - Hz. Adem'e secde etmek sadece onun şahsına secde etmek değil, insan soyuna secde etmek anlamındadır. Bu konuya Araf suresinin

          11. ayetinde de vurgu yapılmıştır.

          Şimdi, Bakara suresinin 35. ayetini dinliyoruz.

          وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلاَ مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَـذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الْظَّالِمِينَ


          Yani:

          Dedik ki: "Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."

          Hz. Adem'i yer yüzünün toprağı ve çamurundan yer yüzünde hilafeti için yaratan yüce Allah, onun yer yüzündeki yaşamı için gereken araç ve gereçleri hazırlamak için ilkin kendi cinsinden bir eş yarattı ki hem ona eşlik etsin, hem de soyunun sürmesine vesile olsun. Yüce Allah ardından bu çift için yeryüzünde cennet gibi bir bahçe yarattı ki hem meskenleri olsun, hem de yiyeceklerini temin etsin. Böylece yüce Allah, Hz. Adem için tüm nimetleri tamamladı ve ona eş, ev ve yiyecek temin ederek yer yüzünde rahat etmesini sağladı ve ona bu nimetlerden yararlanma yollarını da öğretti.

          Ancak her yiyeceğin insan vücudu için yararlıdır diye bir kural yoktur. Bu yüzden yüce Allah onları belli bir yiyeceği yemekten men etti, çünkü o bitkiden yemenin onların nefsini ve canını rahatsız edecek ve ardından yeryüzündeki cennetten kovulmalarına sebep olacaktı.
          Tüm bu anlatılanlardan anlaşıldığı üzere Hz. Adem'in mesken edindiği cennetvari mekan, kıyamet gününde vaadedilen cennet değildi. Çünkü evvela cennet, mükafat içindir ve Hz. Adem henüz her hangi bir iyi amelde bulunmamıştır ki cennete yerleşmiş olsun. İkincisi, vaad edilen cennete giren kimse artık oradan kovulmaz. Üçüncüsü vaad edilen cennette yasak ağaç yoktur ki yüce Allah o ağacın meyvesini men etsin. Cennette her şey mubah ve helaldir.

          Öte yandan yüce Allah dünyadaki yemyeşil bahçelerine de cennet demiştir ve bu kelime vaad edilen cennete özgü bir kelime değildir. Bu konuya Kalem suresinin 17. ayetinde de işaret edilmiştir.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Eş, mesken ve yiyeceler, yüce Allah'ın insanların refahı için yeryüzünde sunduğu nimetlerdir.

          2 - Kadın evde erkeğe tabidir. Bu ayetler diğer işlerde hem Hz. Adem'i hem eşini birlikte muhatap almakta, fakat mesken konusunda sadece Hz. Adem'e hitap etmekte ve eşini onun ardında zikretmekte ve sen ve eşin bahçede mesken edinin şeklinde buyurmaktadır.

          3 - Bir şeyi yasaklamadan önce ilkin o şeyin karşıladığı ihtiyacı gidermek gerekir. İnsanoğlu yiyeceğe ihtiyacı vardır ve bu yüzden yüce Allah onlara kullanabilecekleri yiyecekleri sunmuş ve ardından belli bir yiyeceği yasaklamıştır.

          4 - Günah, öylesine tehlikelidir ki işlemek bir kenara, hatta ona yaklaşmamak gerekir. Bu yüzden yüce Allah bu bitkiden yemeyin yerine bu bitkiye yaklaşmayın şeklinde buyurmuştur.

          5 - Yüce Allah'ın men ettiği bir işi yapmak sadece insanın kendisine zarar verir, Allah'a değil. İlahi emirlere uymamak, kendine zulmetmektir ve insanları bir çok ilahi nimetten mahrum bırakır.

          6 - İnsanlar yemekte hayvanlar gibi karnına düşkün olmamalı ki istediği her şeyi yesin. İnsanlar bu konuda Allah'a tabi olmalı ve O'nun belirlediği yiyecekleri yemeli ve yasakladığı yiyecekleri bırakmalıdır.

          Yorum


            #20
            Nura Giden Yol

            Nura giden yol ( 18 )

            Bismillahirrahmânirrahîm

            Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun değerli dinleyiciler. Bir başka Nur tefsirinde tekrar sizlerle birlikteyiz. Şimdi Bakara suresinin 36. ayetine kulak veriyoruz.

            فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ وَقُلْنَا اهْبِطُواْ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي الأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ


            Yani:

            Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, "Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır" dedik.

            Geçen bölümlerde insanoğlunun yaratılışını anlattık ve dedik ki yüce Allah Hz. Adem ve eşini cennet gibi bir bahçeye yerleştirdi ve onlara her türlü yiyeceği sundu, fakat belli bir bitkiyi yasakladı ve bu bitkiden yemenin onlara zarar vereceğini ve nefislerine zulmetmiş olacaklarını buyurdu.

            Ancak Hz. Adem'e secde etmediği için Allah katından kovulan şeytan intikam alma peşindeydi ve bu yüzden Hz. Adem ve eşini refah içinde yaşadıkları yerden kovdurmaya karar verdi. Bu yüzden büyük vesveselerde bulunarak yasak bitkiyi övmeye başladı ve o kadar bu bitkinin yararlarından söz etti ki Hz. Adem ve eşi sonunda yasak bitkiden yediler.

            Gerçekte onlar Allah'ın emirlerine karşı çıkmak istememişti ve sadece yalan ve hilenin ne olduğunu bilmeyen ve başkalarını da kendileri gibi doğruları söyleyen sanan çocuklar gibi şeytanın yeminine inandılar ve kandırıldılar.

            İlahi emre karşı çıkmanın sonucu, cennetten kovulmaktı ve ardından yüce Allah katından şöyle bir emir geldi:

            İlahi kattan inin, çünkü sizlerle şeytan arasında kin ve düşmanlık topumu ekildi ve bundan sonra belli bir süre için yeryüzünde olacaksınız.
            Gerçekte insanoğlunun yaratılış nedeni, onun yer yüzünde Allah'ın halifesi olmasıydı, o zaman Hz. Adem'in yer yüzünde yaşaması gerekiyordu, lakin yüce Allah ilkin ona sakin ve sorunlardan uzak bir ortam yarattı ki burada hem yer yüzünde yaşama şartları ile tanışsın, hem de gerçek düşmanı, yani şeytanı tanısın.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Şeytana uymak insanları ilahi mevkilerden uzaklaştırdığı gibi huzur ve refah içinde yaşama imkânlarını da yok eder. Nitekim Hz. Adem ve eşi cennet gibi mekandan kovuldular.

            2 - Şeytanın insanlarla düşmanlığı eski ve yaratılışın ilk gününden beri var olan bir düşmanlıktır.

            3 - Yeryüzü insanların yaşamı için geçici bir mekândır ve esas ilahi cennet olan daimi mekânımız için hazırlık yapmalıyız.

            4 - Her insan yüce Allah'ın ona sunduğu yetenekler ve liyakati gereği cennetliktir, lakin emirlere uymamak düşmesine sebep olur.

            5 - Hiç kimse yüce Allah'ın iradesi dışında günah ve sapma tehlikesinden korunmuş değildir. Yüce Allah'ın yer yüzündeki halifesi ve meleklerin secde ettiği Hz. Adem bir an gaflete kapıldı ve ilahi kattan kovuldu. Tabi Hz. Adem'in bu hatası, nübüvvet mevkiine ulaşmadan önce idi.

            Şimdi, Bakara suresinin 37. ayetini dinliyoruz.

            فَتَلَقَّى آدَمُ مِن رَّبِّهِ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ


            Yani:

            Derken, Âdem (vahiy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabb'ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.

            Yüce Allah burada da insanoğlunu bırakmadı ve ona, pişmanlığını ifade edebilecek kelimeler öğretti. Bu kelimeler Araf suresinin 23. ayetinde zikredilmiştir. Hz. Adem bu kelimeleri tekrarlayarak yüce Allah'a biz nefsimize zulmettik ve eğer sen bizi bağışlamazsan, ziyankarlardan oluruz, dedi.

            Bu tabirler Hz. Adem'in tevbesine özgü değil, Hz. Yunus ve Hz. Musa için de zikredilmiştir. Nitekim Kuran-ı Kerim Hz. Musa'nın da Rabbine, ey Rabbim ben kendime zulmettim, o zaman beni bağışla dediğini buyurmaktadır.

            Hz. Adem, tevbesinin kabul edilmesi için yüce Allah'ın adlarını kendisine öğrettiği şefaat talebinde bulunanları adlarını gündeme getirdi. Bazı kaynaklarda Hz. Adem'in yüce Allah'a Muhammed ve Al-i Muhammed'in hakkına tevbesini kabul etmesini söylediği rivayet edilir.
            Tevbe sözcüğünün anlamı, dönmektir. Bu terim ne zaman insanlar için kullanılırsa, günahtan dönmek ve ne zaman Allah hakkında kullanılırsa ilahi rahmetin dönmesi anlamına gelir. Yani yüce Allah bir günah yüzünden insanları mahrum bıraktığı bir rahmetini onlara iade eder.

            Yüce Allah tevbe edenleri sever. Bu yüzden insanları ilahi rahmetten umutlarını kesmemeli ve sürekli tevbe edenlerde olmalı ki ilahi lütuf ve rahmet sürekli olsun.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Tevbe etmek için tevbe etme yollarını da yüce Allah'tan almalıyız. Nitekim bu ayette de Hz. Adem'in tevbe kelimelerini yüce Allah'tan öğrendiği ifade edilir.

            2 - Eğer insanların tevbesi gerçek ise yüce Allah kabul eder, çünkü O, tevbe edenleri sevendir.

            3 - Allah'ın tevbeleri kabul etmesi, öfke ve serzeniş veya rezil etmekle değil, rahmet ve sevgi ile birliktedir.

            4 - Eğer tevbeyi kırar ve tekrar günah işlersek, Allah'tan ümidimizi kesmemeliyiz, çünkü O, tevbeyi kabul edendir ve eğer yeniden tevbe edersek, tevbemizi kabul edecektir.

            Yorum


              #21
              Nura Giden Yol

              Nura giden yol ( 19 )

              Bismillahirrahmânirrahîm

              Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun değerli dinleyiciler. Bir başka Nur tefsirinde tekrar sizlerle birlikteyiz. Şimdi Bakara suresinin 38. ayeti
              قُلْنَا اهْبِطُواْ مِنْهَا جَمِيعاً فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَن تَبِعَ هُدَايَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ


              Yani:

              "İnin oradan (cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" dedik.

              Hz. Adem'in tevbesi ve yüce Allah tarafından kabul etmesinin ardından bir kez daha uyarı geldi ki onlar zannetmesin tevbelerinin kabul edilmesi cennet gibi mekana dönmelerine sebep olacaktır. Allah'ın affı, günahın cezasını kaldırır, lakin günahın izleri ilahi af ile tamamen yok olmaz.

              Hz. Adem'in cennetten kovulması, yasak bitkiden yemesinin doğal sonucuydu ve tevbe etmekle bu sonuç yok olamazdı ve her halükarda Hz. Adem ve eşinin cenneti terk etmeleri ve yer yüzünün pek de rahat imkanları olmayan bir başka yerine taşınmaları gerekirdi.

              Hz. Adem ve eşinin cennetten kovulması onun soyunun o cennetten kovulması anlamına geldiği için bu yüzden yapılan uyarı tüm insanlara hitaben yapılan bir uyarıydı. Ancak uyarının ardından bir de insanları hidayete ermeleri gündeme geliyor ve yüce Allah şöyle buyuruyor:

              Ben sizlerin hidayetiniz için gerekeni gönderirim, ister hidayet kitabı ister hidayet resulü. Ancak insanlar buna karşı iki gruba ayrılır, bir grup uyar ve bir grup da kâfir olur.

              Yüce Allah yaratılışın ta başında varlıktaki tüm isimleri ve hakikatleri insanoğluna öğretti ve ona öğrenme yeteneği verdi ve bu yetenek sayesinde elde edilen bilim, insanoğlunu meleklerden üstün kıldı. Ancak bu idrak gücü ve şuur, onun şeytanın vesveseleri ile mücadeleye yetmedi ve hemen kandırıldı ve sapkınlığa uğradı.

              Bu yüzden yüce Allah onun tevbesini kabul edip yeryüzüne yerleşmesinin ardından hidayet vesilesini de hazırladı ki böylece hakkı batıldan ve hayırı şerden ayırt edebilsin ve tekrar sapmasın. Vahiy, yüce Allah'ın akıl ile birlikte insanoğluna sunduğu ikinci büyük nimetti.

              Gerçi vahiy nazil etmek ve hidayet araçlarını hazırlamak yüce Allah'ın işidir, ancak hidayete ermek, insan iradesine bağlıdır ve ilahi hidayetten bağımsızdır ve bu konuda zorunluluk yoktur ki yüce Allah herkesi hidayete ermek için zorlamış olsun. İnsanlar kendi yolunu seçmekte serbesttir ve ister ilahi hidayete uyar, isterse uymaz.

              İnsanların en büyük kaygısı, gelecekleri ile ilgilidir, ister bu dünyada, ister ahiretteki gelecekleri olsun. Nitekim, geçmiş ömre bakmak, hüzün getirir ve insanlar kaybettiği fırsatlar için üzülür.

              Ancak kim ilahi hidayeti benimsemiş olursa yüce Allah onun geleceğini güvence altına alır ve artık geçmişi hakkında üzülmesine gerek yoktur, çünkü böyle bir insan görevini yerine getirmiştir, hatta işleri sonuç vermemiş olsa bile.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Bazen bir tek yanlışın izleri bir kuşağı veya bir ırkı kapsar. Hz. Adem bir tek hata işledi, ancak o ve soyu cennetten kovuldu.

              2 - Yüce Allah asla rahmetini esirgemez. Gerçi Hz. Adem isyan etti, ancak yüce Allah onu tevbe yolunu gösterdi, ayrıca hidayeti için gereken araçları hazırladı.

              3 - İlahi hidayet insanoğlu yer yüzüne yerleştikten hemen sonra başladı ve gerçek hidayet ancak Allah tarafındandır.

              4 - Seçim hakkı, insanların özelliğidir. İnsanlar hidayeti benimsemek zorunda değildir. Nitekim kimileri mümin olur, kimileri kafir.

              5 - İlahi hidayete ermiş olanlar gerçek huzura kavuşur ve her türlü ızdırap ve kaygıdan yoksundur.

              Şimdi, Bakara suresinin 39. ayeti

              وَالَّذِينَ كَفَرواْ وَكَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا أُولَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ


              Yani:

              İnkâr edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

              İlahi hidayeti kendi iradeleri ile kabul edenler ve akıbetleri hayırlı olanlara karşı bir grup insanlar da küfür ve inatları yüzünden ilahi ayetleri göz ardı ederler.

              Yüce Allah'ın hidayet araçları açık ve nettir, lakin eğer birileri küfür ve hakkı inkâr edercesine bu araçlara bakacak olursa, bunları kabul etmediği gibi bir de inkâr ve tekzip ederler ve Allah'a ait olduğunun yalan olduğunu savunurlar. Bu tür insanları sonu, cehennem ateşidir ve inatçılık onların daimi huyu olduğundan ebediyen cehennem ateşinde yanacaklardır.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Yüce Allah kâfirler için de hidayet araçlarını hazırladı, lakin onlar kendileri istemedi ve hidayete ermeyi reddetti ve bu yüzden kendi elleri ile cehennem ateşini satın almış oldular.

              Yorum


                #22
                Nura Giden Yol

                Nura giden yol ( 20 )

                Bismillahirrahmânirrahîm

                Şimdi Bakara suresinin 40. ayeti

                يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُواْ نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَوْفُواْ بِعَهْدِي أُوفِ بِعَهْدِكُمْ وَإِيَّايَ فَارْهَبُونِ


                Yani:

                Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Yalnız benden korkun.

                Hz. Adem'in hilafeti ve ilahi sözü unuttuğu için cennetten kovulmasının anlatılmasının ardından bu ayet, İsrailoğulları'nın Hz. Adem gibi bir kaderi paylaşmaları öyküsüne değiniyor.

                İsrail, Hz. Yakub'un diğer adıdır ve İsrailoğulları'ndan maksat, onun soyundan gelenlerdir. Bu kavim tarih boyunca engebeli bir süreci geride bırakmış ve Kuran-ı

                Kerim'in bir çok ayetinde bu kavimden söz edilmiştir.

                Bu ayette üç hüküm yer almakta ki hepsi ilahi programlar çerçevesindedir. İlkin insanlarda şükretme duygusunu geliştiren ve Allah'ın sevgisini ve O'na itaat etme hissine sebep olan ilahi nimetleri hatırlamaktır.

                İkincisi, bu nimetlerin kayıtsız şartsız olmadığı ve yüce Allah'ın bu nimetlere karşı insanlardan bazı sözler aldığı konusudur. İlahi nimetlerden yararlanma şartı, ilahi yolda adım atmaktır.

                Üçüncüsü, ilahi görevleri yerine getirirken hiç bir güçten korkmamak ve düşmanların propaganda ve tehditlerinden etkilenmemektir.

                Şimdi, Bakara suresinin 41. ayetini dinliyoruz.

                وَآمِنُواْ بِمَا أَنزَلْتُ مُصَدِّقاً لِّمَا مَعَكُمْ وَلاَ تَكُونُواْ أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَناً قَلِيلاً وَإِيَّايَ فَاتَّقُونِ


                Yani:

                Elinizdeki Tevrat'ı tasdik edici olarak indirdiğimize (Kur'an'a) iman edin. Onu inkâr edenlerin ilki olmayın. Âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin ve bana karşı gelmekten sakının.

                Bu ayet Yahudi bilginlere hitaben şöyle buyurmaktadır:

                Tevrat'ın müjdelediği gibi İslam peygamberinin zuhur etmesini bekleyen sizler şimdi Tevrat ile uyumlu olan onun Kuran-ı Kerim'ine iman edin ve sırf kendi konumunuzu korumak için İslam peygamberinin zuhuruna işaret eden Tevrat'ın ayetlerini gizlemeyin ve dininiz bu dünyaya satmayın. Veya en azından küfürde öncü olmayın ki diğer Yahudiler sizlere uyarak İslam'ı kabul etmekten kaçınmasın.

                Bu müslüman tüm semavi kitaplara ve önceki peygamberlere iman eder. Ancak İslam dini son semavi din olduğundan ve Kuran-ı Kerim'den önceki kitaplar tahrif edildiğinden sadece Hz. Muhammed'i (sav) izler. Bu yüzden Kuran-ı Kerim önceki semavi dinlerin izleyicilerini de Kuran-ı Kerim'e iman etmeye davet eder. Çünkü bu kitap her türlü tahriften uzaktır ve bu süreçte yalnızca Allah'ı göz önünde bulundurmak gerekir.

                Şimdi, Bakara suresinin 42. ayetini dinliyoruz

                وَلاَ تَلْبِسُواْ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُواْ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ


                Yani:

                Hakkı batılla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin.

                Bir kavmin veya inancın bilginlerinden gelen en büyük tehlikelerden biri, hakikatlerin halka beyan edilmemesi veya hak ve batılı istedikleri gibi ifade etmeleridir. Sonuçta insanlar cehalete veya gaflete sürüklenir ve bu da bir kavmin büyüklerinin işleyebileceği en büyük zulümdür.

                İmam Ali (sa) Nahculbalağa adlı eserinde bu konuda şöyle buyurur:

                Eğer batıl ihlaslı bir şekilde anlatılırsa, kaygı edilecek bir durum yoktur, çünkü insanlar batıl olduğunu anlar ve terk eder. Ve eğer hak da ihlasla beyan edilirse muhalefetin dili kapanır ve insanlar hakkı benimser. Esas tehlike, şeytanın halka musallat olacağı şekilde hakla batılın karışmasıdır.

                Şimdi, Bakara suresinin 43. ayetini dinliyoruz

                وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَارْكَعُواْ مَعَ الرَّاكِعِينَ


                Yani:

                Namazı kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.
                Sadece hakkı tanımak ve bilmek yeterli değil, mümin insan amel ehli olmalı ve en iyi amel, Allah'a ibadet ve kullarına hizmet etmektir.

                Kuran-ı Kerim'in bir çok ayetinde namaz ve zekat birlikte zikredilir ki böylece namaz ve ibadetin sizleri insanlara hizmet etmek ve mağdurlara ilgi göstermekten alıkoymasın.

                Hatta namaz kılma biçimi konusunda ve halkın arasında bulunma konusunda şöyle buyurmakta: Namazı cemaat olarak kılın ve diğer Müslümanlarla birlikte rüku ve secde edin, çünkü İslam'da inzivaya ve bir köşeye çekilmeye yer yoktur.

                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Yüce Allah'ın bizlere, ailelerimize ve toplumumuza sunduğu nimetleri sürekli hatırlamalı ve bir birimize anlatmalıyız ki O'na şükretme ve itaat etme zeminini hazırlasın.

                2 - Allah'a bizler için belirlediği görevleri yerine getirmek için verdiğimiz sözleri tutmalıyız ve ilahi rahmetin buna bağlı olduğunu unutmamalıyız.

                3 - İlahi emirleri yerine getirirken hiç bir güçten korkmamalı ve malımızı ve mevkimizi korumak için Allah'ın ayetlerine küfürde öncü olmamalıyız.

                4 - Dilin bir günahı da hakkı gizlemektir. Yani insan bir hakkı bilir de kendi çıkarları uğruna ifşa etmez.

                5 - İman, amelden ayrı olamaz ve namaz, tüm semavi dinlerin ilk emridir.

                6 - Namazın makbulu cemaatle kılınan namazdır ve cemaat namazına katılmak, Müslümanların dini görevidir.

                Yorum


                  #23
                  Nura Giden Yol

                  Nura giden yol ( 21 )

                  Bismillahirrahmânirrahîm

                  Şimdi Bakara suresinin 44. ayeti

                  أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ


                  Yani:

                  (Ey bilginler!) Sizler Kitab'ı (Tevrat'ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?
                  Geçen bölümde tilavet edilen ayetlerde yüce Allah Yahudi bilginlere hitaben neden hakkı gizliyorsunuz ve insanlara gerçeği öğrenmelerine izin vermiyorsunuz, diye buyurmuştu.

                  Bu ayet ise onlara hitaben şöyle devam ediyor: İslam peygamberinin Bi'setin'den önce onun geleceğini vaadeden ve onları iman etmeye davet eden sizler neden kendiniz ona iman etmiyorsunuz, oysa sizler Tevrat'ı daha iyi biliyorsunuz.
                  Gerçi bu ayetlerde İsrailoğulları ve bilginleri muhatap alınıyor, ancak ayetlerin kapsam ve kavramı çok daha geniştir ve tüm dinlerin âlimlerini kapsamaktadır.
                  Ehli Beyt (sa) fertlerinden imam Sadık (sa) bu konuda şöyle buyurmaktadır: İnsanları amellerinizle iyiliğe davet edin, dilinizle değil. Ve imam Ali (sa) da şöyle buyurmakta: Ey insanlar, Allah'a andolsun sizi, kendi yapmadığım hiç bir iyi amele davet etmiyorum ve yine sizi, kendim daha önce uzak durduğum hiç bir kötü amelden uzak durmanızı istemiyorum.

                  Kuran-ı Kerim de Cuma suresinin 5. ayetinde amelsiz âlimi, kitap yükü taşıyan bir eşeğe benzetmektedir, şöyle ki başkaları bu kitaptan yararlanır, ancak kendisi ağırlığından başka hiç bir faydasını görmez.

                  Şimdi, Bakara suresinin 45. ayetini dinliyoruz.

                  وَاسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلاَّ عَلَى الْخَاشِعِينَ


                  Yani:

                  Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.
                  Dış sorunlara veya iç şehvetlere karşı sabırlı olmak ve direnmek, insanlara yaşamlarında güç kazandıran ve böylece Allah katına huşu içinde ibadete ve sadece O'na teslim olmaya yönlendiren en iyi dosttur.

                  Gerçi bazı rivayetlerde sabır direnişten maksadın oruç olduğu belirtiliyor, lakin sabrın çok geniş bir kavramı söz konusudur ve oruç bu kavramlardan sadece biridir. Nitekim İslam peygamberi'nden (sav) şöyle nakledilir: Sabır üç çeşittir. Biri musibetlere karşı sabır, diğeri günaha karşı sabır ve üçüncüsü ilahi ibadete ve görevlerde sabırdır.

                  İmam Sadık (sa) da şöyle buyurur: Ne zaman dünyadaki hüzünlerden biri sizi saracak olursa aptes alın ve camiye gidin. Kitap okuyun, dua edin, çünkü yüce Allah namazda kendisinden yardım isteyin şeklinde buyurmuştur.
                  Kuşkusuz namazın pak ve huşu eden insanların nezdinde böyle bir değeri vardır. Ancak huzu ve huşu ehli olmayan için namaz, ağır bir yüktür ve bu yüzden namazdan kaçmaya çalışırlar.

                  Şimdi, Bakara suresinin 46. ayetini dinliyoruz

                  الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُم مُّلاَقُو رَبِّهِمْ وَأَنَّهُمْ إِلَيْهِ رَاجِعُونَ


                  Yani:

                  Onlar, kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve O'na döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen kimselerdir.

                  Kıyamet gününe ve Allah'a dönüşe iman etmek, huşu ve Allah korkusu ve sorumluluk duygularını geliştirir ve yaşam alanını her amele karşı hesap vermeyi gerektiren bir mahkeme salonuna dönüştürür.

                  Allah'a kavuşmaktan maksat kıyamet gününde Allah'ı hissetmek anlamında değildir, çünkü yüce Allah gözle görülecek gibi cisim değildir. Burada maksat, O'nun ceza ve mükâfat gücünün izlerini görmektir. Yani insanın gönlünde bir nevi görmek söz konusudur. Sanki insan yüce Allah'ı gönül gözü ile görür ve O'nun varlığından asla kuşku duymaz.

                  İmam Ali'nin (sa) dostlarından biri o hazretten sorar: Acaba Rabbini gördün mü? İmam Ali (sa) şöyle karşılık verir: Acaba göremeyeceğim bir Rabbe tapabilir miyim? Rabbimizi gözle değil gönüllerdeki iman nuru ile idrak etmek gerekir.

                  Şimdi, Bakara suresinin 47. ayetini dinliyoruz

                  يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُواْ نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَنِّي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ


                  Yani:

                  Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.

                  Yüce Allah'ın Yahudi kavmine sunduğu en büyük lütuflardan biri onları Firavun'un sultasından kurtarmaktı. Ardından İsrailoğulları Mısır'da iktidar oldular ve birçok maddi nimetlerden yararlandılar. Bu ayet ise İsrailoğullarının kendi çağında yaşayan diğer kavimlere üstünlüğünden bahsediyor ve onlardan, Hz. Musa'nın önderliği ve hidayeti sayesinde elde ettikleri bu büyük nimeti ilahi nimet olarak hatırlamalarını ve şükretmelerini istiyor.

                  Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Başkalarını iyiliğe davet etmenin en iyi yolu ameldir, dille davet değil. Yani kendimiz başkalarından önce iyi amelde bulunmalıyız.

                  2 - Sorunların üstesinden gelmek için iki şey gerekir. Birincisi güçlü bir iç kuvvettir ki bu da sabır ve direniştir ve diğeri de dış dayanak ki bu da namaz ve yüce Allah ile irtibat kurmaktır.

                  3 - Sadece iman ve kıyamet gününe inanmak değil, aynı zamanda yüce Allah'ın varlığına inanmak bile insanı her türlü kötü işten alıkoymaya yeter.

                  4 - İnsanlar ilahi peygamberlerin hidayeti sayesinde sadece cennete yerleşmiyor, aynı zamanda dünyada da maddi nimetlerden yararlanmaya ve başkalarından üstün olmaya vesile olur.

                  Yorum


                    #24
                    Nura Giden Yol

                    Nura giden yol ( 22 )

                    Bismillahirrahmânirrahîm

                    Şimdi Bakara suresinin 48. ayeti

                    وَاتَّقُواْ يَوْماً لاَّ تَجْزِي نَفْسٌ عَن نَّفْسٍ شَيْئاً وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ

                    Yani:

                    Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.

                    Bu ayet insanların kıyamet günü ile ilgili dört yersiz ve yanlış beklentisinden söz ederken onlara açıklık getiriyor.
                    Yahudiler atalarının onları azaptan koruyabileceğini veya din âlimlerinin yüce Allah katından şefaat edebileceğini veya dostlarının onların yardımına koşarak kıyamet azabını fidye ödeyerek bertaraf edebileceğini zannediyordu.

                    Kuran-ı Kerim onlara şu cevabı veriyor:

                    O günde hiç kimse ve hiç bir şey günahkarların cezasını önleyemez ve kim kendini kurtarmak istiyorsa sadece iman ve salih amele umut bağlasın.
                    Kuşkusuz yüce Allah rahmet ve lütuf yolunu asla kapatmamıştır ve dünyada tevbe yolunu açık bırakarak günahkarlara kıyamet gününde bağışlanmayı vaadetmiştir.

                    Burada önemli olan nokta, tevbenin de belli şartları olmasıdır ki günahların tekrar işlenmesini önler ve ayrıca günah işlemek için cesaretlendirmez.
                    Dolaysıyla bu ayet gerçekte Yahudilerin inandığı kayıtsız şartsız şefaati reddediyor. Nitekim bu inanç Hıristiyanlarda da vardı. Onlara göre Hz. İsa feda oldu ki onun kanı izleyenlerinin günahlarının fidyesi olsun. Oysa bu görüş asla geçerli değildir.

                    Şimdi, Bakara suresinin 49. ayetini dinliyoruz.

                    وَإِذْ نَجَّيْنَاكُم مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوَءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ أَبْنَاءكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءكُمْ وَفِي ذَلِكُم بَلاء مِّن رَّبِّكُمْ عَظِيمٌ


                    Yani:

                    Hatırlayın ki, sizi, Firavun taraftarlarından kurtardık. Çünkü onlar size azabın en kötüsünü reva görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlar, (fenalık için) kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Aslında o size reva görülenlerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. Firavun kendi iktidarını korumak için türlü mazeretler ileri sürerek İsrailoğullarının gençlerini öldürüyor ve kadınlarını da köle yapıyordu ve böylece kendisine
                    karşı çıkılmasını engellemek istiyordu.

                    Kuran-ı Kerim açısından hem o zorluklar hem de bu özgürlük ve refah, her ikisi bir sınama aracıdır ki insanlar bu süreçlerde kendilerini geliştirsin. Bir sonraki ayet ise İsrailoğullarına sunulan ayetlerden söz ediyor.

                    Şimdi, Bakara suresinin 50. ayetini dinliyoruz

                    وَإِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَأَنجَيْنَاكُمْ وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَوْنَ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ

                    Yani:

                    Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun'un taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk.

                    Bu ayet, İsrailoğullarının Firavun ve askerlerinden nasıl kurtulduğuna işaret ediyor ki bu da ilahi mucizelerden biridir.

                    Hz. Musa yüce Allah tarafından kavmini Mısır'dan göç ettirmekle görevlendirildiğinde Nil ırmağının sahiline geldiler ve burada Firavun ve askerlerinin onları takip ettiğini fark ettiler. O sırada İsrailoğullarını büyük bir panik yakaladı. Ancak Hz. Musa, yüce Allah'ın emri üzerine asasını suya vurdu ve birden bire su yarıldı ve İsrailoğullarının geçişi için yollar açıldı. Ancak Firavun ve askerleri Nil ırmağının ortasına varınca sular birleşti ve hepsi helak oldu.

                    İsrailoğulları ise sağ salim ve ilahi mucizenin sayesinde karşı kıyıya ulaştı ve düşmanlarının yok oluşunu seyretti. Bundan daha büyük ilahi lütuf olabilir mi?

                    Şimdi, Bakara suresinin 51. ayetini dinliyoruz

                    وَإِذْ وَاعَدْنَا مُوسَى أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِن بَعْدِهِ وَأَنتُمْ ظَالِمُونَ

                    Yani:

                    Musa'ya kırk gece (vahyetmek üzere) söz vermiştik. Sonra haksızlık ederek buzağıyı (tanrı) edindiniz.

                    İsrailoğulları Firavun'un pençesinden kurtulduktan sonra Hz. Musa, Tevrat'ı yazılarını almak üzere 40 günlük bir süre için kendi kavmini terk etmek ve Tur dağına çıkmak zorunda kaldı. Ancak aynı kısa süre, gerçekte İsrailoğulları için de bir sınav niteliğindeydi.

                    Samiri adında hilekâr bir şahıs halkın altınlarından, içinden inek sesi gelen ve halkı şaşırtan bir buzağı heykeli yaptı. Samiri İsrailoğullarını bu heykele tapmaya davet etti ve halkın bir çoğu onun davetini kabul etti. Gerçekte İsrailoğulları bu yaptıkları ile hem kendilerine zulmettiler ve Allah yerine buzağı heykeline taptılar, hem de onları Firavun zulümden kurtarmak için onca zorluğa katlanan liderleri Hz. Musa'ya haksızlık ettiler.

                    Kuşkusuz Hz. Musa, Tur dağından döndükten sonra İsrailoğulları çirkin amellerini fark ettiler ve yüce Allah da sonsuz rahmeti ile onları şirk koşmalarına karşın bağışladı.

                    Şimdi, Bakara suresinin 52. ayetini dinliyoruz

                    ثُمَّ عَفَوْنَا عَنكُمِ مِّن بَعْدِ ذَلِكَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

                    Yani:

                    O davranışlarınızdan sonra (akıllanıp) şükredersiniz diye sizi affettik.

                    Yüce Allah'ın kullarına yönelik en büyük lütuflarından biri, onları günah işledikleri anda hemen cezalandırmamak ve yaptıklarından pişmanlık duymaları için fırsat vermektir.

                    Bu olayda da yüce Allah, İsrailoğullarının günahını affetti ve zemini onların, Hz. Musa'nın liderliğinden gelen nimetten yararlanmak için hazırladı.
                    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Güncel yaşamımızda kıyam günün hatırlayalım ve dost veya mal ve mevki için günah işlemeyelim, çünkü kıyamet gününde hiç kimsenin bize yararı olamaz ve hiç bir tavsiye kabul edilmez ve dünyevi güç ve servet azabın gelmesini engelleyemez.

                    2 - Gençler, Firavunvari Tağut güçlerinin ilk hedefleridir. Günümüz dünyasında da istikbar güçleri fesat ve uyuşturucu madde kullanımını yaygınlaştırarak gençlerin cismini ve ruhunu hedef alıyor ve kadınları ve kızları geniş çaplı reklâmlar ve moda gibi bahanelerle şehvet esiri yapıyorlar.

                    3 - Zalimlerin sultasından kurtulmak, en büyük ilahi nimetlerden biridir ve mümin insanlar buna kavuşmak için çaba harcamalıdır, işte o zaman gaybi imdatlar da gelir.

                    4 - İlahi liderlerin toplumu hidayete ve saadete kavuşturmaktaki rolü çok önemlidir. Eğer Hz. Musa'nın 40 günlük yokluğu insanları bir buzağı heykeline tapacak kadar insanları saptırabiliyorsa, bir de yüce Allah'ın tarih boyunca hiç bir Peygamber göndermeseydi ne olurdu, onu düşünün.

                    Yorum


                      #25
                      Nura Giden Yol

                      Nura giden yol ( 23 )

                      Bismillahirrahmânirrahîm

                      Şimdi Bakara suresinin 53. ayeti

                      وَإِذْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَالْفُرْقَانَ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

                      Yani:

                      Doğru yolu bulasınız diye Musa'ya Kitab'ı ve hak ile batılı ayıran hükümleri verdik.

                      Furkan kelimesi, hakkı batıldan ayıran şeyin anlamına gelir ve hakkı batıldan ayırmaya yarayan semavi kitaplar ve peygamberlerin mucizelerine bu özelliklerinden ötürü Furkan adı verilir.

                      Yüce Allah insanların hidayete ermeleri için hem kitap gönderiyor, hem önderlik eden peygamberleri, hem de ayetler ve mucizeleri. Böylece insanlar doğru ve yalan söyleyenleri ayırt edebilir ve yüce Allah'ın insanlara hücceti de tamamlanmış olur.
                      Şimdi, Bakara suresinin 54. ayetini dinliyoruz.

                      وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُواْ إِلَى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ عِندَ بَارِئِكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

                      Yani:

                      Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Şüphesiz siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için Yaradanınıza tevbe edin de nefislerinizi (kötü duygularınızı) öldürün. Öyle yapmanız Yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah tevbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tevbeleri kabul eden ancak O'dur.

                      Tur dağına çıktığı 40 günün ardından geri dönen ve kavminin buzağıya taptığını gören Hz. Musa onlara iki noktayı hatırlattı. İlkin onlar kendilerine zulmetmişti ve Allah yerine bir buzağı heykeline taparak insani keramet ve şereflerini hiçe saymıştı. İkincisi onları günahı çok büyüktü, çünkü onlar hakkı tanımış ve iman etmiş, lakin tekrar imanlarını bir kenara atmış ve kâfir olmuştu, o zaman onlar mürteddi ve irtidadın cezası kesin ölümdür.

                      Gerçi yüce Allah rahmet ve sevgi simgesidir, lakin bazen yürek yakan ve öğretmen gibi bazen ağır cezalar da uygular ki başkalarına ders olsun ve dini alay konusu yapmasın ve çirkin amellerinden vazgeçsin.

                      Putperestlik veya buzağı heykeline tapmak bir tevbe ile affedilecek bir durum değildir, üstelik bunu yapanlar ilahi nimet ve mucizeleri gören ve iman eden insanlardır.

                      Şimdi, Bakara suresinin 55. ayetini dinliyoruz

                      وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَى لَن نُّؤْمِنَ لَكَ حَتَّى نَرَى اللَّهَ جَهْرَةً فَأَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ

                      Yani:

                      Bir zamanlar: Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe asla sana inanmayız, demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde hemen sizi yıldırım çarpmıştı.

                      Bu ayet İsrailoğullarının bir başka sapkınlığını anlatıyor. Onlar bir kez buzağı heykeline taptılar ve bu kez yersiz bir talepte bulunarak yüce Allah'ı kendi gözleri ile görmek ve böylece iman etmek ve Hz. Musa'nın sözlerini kabul etmek istediklerini belirttiler.

                      Yüce Allah da onların gözleri Rablerini görmekten ne kadar aciz olduğunu ispatlamak için bir şimşek gönderdi ve bu korkunç şimşek hepsinin ölümüne neden oldu.

                      Şimdi, Bakara suresinin 56. ayetini dinliyoruz

                      ثُمَّ بَعَثْنَاكُم مِّن بَعْدِ مَوْتِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

                      Yani:

                      Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz.

                      İsrailoğullarının 70 önde gelen büyüğünün ölümünün ardından Hz. Musa yüce Allah'tan onları tekrar diriltmelerini talep etti. Yüce Allah da Hz. Musa'nın duasını icabet etti ve onları diriltti, ta ki hem onlar ve hem İsrailoğulları iman etsin.

                      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Günahkar kimse sadece kendine zulmeder, Allah'a değil. İnsanın asaleti ruhundan gelir, cisminden değil. Günah insan ruhunu kirletir, öyle ki ruhunu ölümüne yol açar ve insandan hayvani bir vücuttan başka hiç bir şey geride kalmaz.

                      2 - Her günahın tevbesi, o günahla orantılıdır. Allah'a taparken buzağı heykeline tapmak, ölümü ve infazı kabul etmektir. Pişmanlık duygusu ile gözyaşı dökmek yeterli değil ve bazen kan akıtmak gerekir.

                      3 - Kimilerinin Allah'ı bizzat görüp de iman etmek istediklerini beyan etmesi, ya cehaletlerindendir ya da mazeret arama huylarından. Çünkü yüce Allah görünmez, ancak O'nun gücünün izlerini insanlarda ve tüm evrende görmek mümkün.

                      4 - Ölüleri diriltmek imkânsız bir şey değil, yüce Allah bu dünyada bir kaç kez ölüleri diriltti. Nitekim İsrailoğulları olayında da bu kavmin önde gelen 70 büyüğü öldükten sonra Hz. Musa'nın duaları üzerine yeniden dirildi.

                      Yorum


                        #26
                        Nura Giden Yol

                        Nura giden yol ( 24 )

                        Bismillahirrahmânirrahîm

                        Şimdi Bakara suresinin 57. ayeti

                        وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَأَنزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى كُلُواْ مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَـكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
                        Yani:

                        Ve sizi bulutla gölgeledik, size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik ve "Verdiğimiz güzel nimetlerden yiyiniz" (dedik). Hakikatte onlar bize değil sadece kendilerine kötülük ediyorlardı.

                        Yüce Allah İsrailoğullarını Firavun'un pençesinden kurtardıktan sonra onlara kutsal Filistin topraklarına doğru hareket etmelerini istedi, ancak onlar orada zalimler hüküm sürdüğü bahanesini ileri sürerek kabul etmediler. Bu yüzden yüce Allah'ın azabı nazil oldu ve
                        İsrailoğulları 40 yıl boyunca Sina çölünde avare oldular. Bu süre içerisinde bir grup yaptıklarından pişman oldular ve yüce Allah onlara yeniden nimetlerini sundu ki bu ayet de o nimetleri sıralıyor. Yüce Allah kızgın çölde bulutları gölgelik yaparken onlara iki çeşit yiyecek de sundu ki bunlardan biri ağaçlardan elde edilen ve balı andıran bir nevi şerbetti ve diğeri de güvercine benzeyen kuşlardı.

                        Şimdi, Bakara suresinin 58. ayetini dinliyoruz.

                        وَإِذْ قُلْنَا ادْخُلُواْ هَـذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُواْ مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَداً وَادْخُلُواْ الْبَابَ سُجَّداً وَقُولُواْ حِطَّةٌ نَّغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْ وَسَنَزِيدُ الْمُحْسِنِينَ

                        Yani:

                        (İsrailoğullarına Bu kasabaya girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yeyin, kapısından eğilerek girin, (girerken) "Hıtta!" (Yâ Rabbi bizi affet) deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım; zira biz, iyi davrananlara (karşılığını) fazlasıyla vereceğiz, demiştik.

                        Sina çölünde geçen 40 yılın ardından yüce Allah İsrail oğullarını affetmek için onlara Beyt'ul Mukaddes mabedine girmeleri ve tevbe ettiklerini belirmek için Hıtta sözcüğünü telaffuz etmelerini emretti. Bu kelimenin anlamı, ey Rabbim günahlarımızı bağışla demektir.
                        Yüce Allah İsrailoğullarına mabede girerken bu kelimeyi tüm kalpleri ile telaffuz etmeleri durumunda onların günahlarını affetmeyi ve tevbelerini kabul etmeyi ve iyilerin mükâfatını arttırmayı vaadetti. Günümüzde Mescid-i Aksa'nın kapılarından biri Hıtta kapısı adı ile anılır.
                        Bu ayet, kutsal mekânlara girmek için belli bir adabın yerine getirilmesi gerektiğini ve tevbe için neler söylememiz gerektiğini yüce Allah'tan öğrenmemiz gerektiğini gösteriyor.

                        Bir sonraki ayet İsrailoğullarının yüce Allah'ın bu buyruğuna karşı çirkin davranışlarından söz ediyor.

                        Şimdi, Bakara suresinin 59. ayetini dinliyoruz:

                        فَبَدَّلَ الَّذِينَ ظَلَمُواْ قَوْلاً غَيْرَ الَّذِي قِيلَ لَهُمْ فَأَنزَلْنَا عَلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ رِجْزاً مِّنَ السَّمَاء بِمَا كَانُواْ يَفْسُقُونَ

                        Yani:

                        Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.

                        İsrailoğullarından bir grup alay edercesine Hıtta sözcüğü yerine buğday anlamına gelen Hınta sözcüğünü sarf ettiler. Yüce Allah'ın emri ile alay etmek tabi ki kavmi ilahi azaba yakalattı ve aralarında taun hastalığı yayıldı. Tabi ayetin de vurguladığı gibi bu azab sadece zalimleri yakaladı ve iyi insanlar korundu.

                        Bu ayet de insanlar inatçılık ve haktan uzaklaşma yolunu tuttuklarında ilahi azabın bu dünyada bile nazil olmasına zemin hazırladıklarını gösteriyor.

                        Şimdi, Bakara suresinin 60. ayetini dinliyoruz

                        وَإِذِ اسْتَسْقَى مُوسَى لِقَوْمِهِ فَقُلْنَا اضْرِب بِّعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناً قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَّشْرَبَهُمْ كُلُواْ وَاشْرَبُواْ مِن رِّزْقِ اللَّهِ وَلاَ تَعْثَوْاْ فِي الأَرْضِ مُفْسِدِينَ
                        Yani:
                        Musa (çölde) kavmi için su istemişti de biz ona: Değneğinle taşa vur! demiştik. Derhal (taştan) on iki kaynak fışkırdı. Her bölük, içeceği kaynağı bildi. (Onlara Allah'ın rızkından yeyin, için, sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik.

                        Gerçi Hz. Musa, İsrailoğullarının peygamberiydi ve görevi yüce Allah'ın mesajını iletmekti, lakin ilahi liderler aynı zamanda kendi kavimlerinin rahatını ve refahını da düşünürler ve bu yüzden Hz. Musa yüce Allah'tan kavmi için su istedi. Yüce Allah da Hz. Musa'nın duasını kabul etti ve İsrailoğullarına yeni bir mucize göstererek su sağladı. Yüce Allah Hz. Musa'ya Nil'e vurarak karayı ortaya çıkaran aynı asasını bu kez taşa vurmasını ve taştan su çıkarmasını buyurdu ki İsrailoğulları Hz. Musa'nın Rabbinin her şeye muktedir olduğunu anlasın.

                        İsrailoğulları 12 aşiretten oluşuyordu ve yüce Allah'ın iradesi ile dağdan 12 pınar fışkırmaya başladı ta ki her aşiret kendine ait su kaynağı olsun ve sıkıntı çekmesin.

                        İşte böylece yüce Allah bir yandan İsrailoğullarına şerbet ve bıldırcın sunarken öbür yandan da yeteri kadar su sundu ki refahta olsunlar ve bozgunculuk yapmasınlar ve inatçılıklarını da bir kenara bıraksınlar.

                        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Yüce Allah insanlar için yiyecek sağladı, ancak bizler hayvanlar gibi sadece karnımızı doyurmayı düşünmemeliyiz ve her ne şekilde elde edilmiş olursa olsun her türlü yiyeceği kabul etmemeliyiz. Bizler pak ve helal yiyecekler peşinde olmalıyız.

                        2 - Yüce Allah affedendir, ancak tevbenin de bazı şartları vardır ki hem gönülden olmalı ve hem dile getirilmeli ve ilahi katta günaha itiraf edilmeli.

                        3 - İadet ederken tam kulluk duygusu içinde olmalı ve ilahi emirleri aynen olduğu gibi yerine getirmeliyiz, yoksa yaptığımız ibadet ve kulluk değil, yüce Allah'ın emirlerine karşı gelmektir.

                        4 - İlahi liderler kendi halkının maddi ihtiyaçlarını da düşünür ve bu bağlamda toplum bireyleri arasında ayrımcılık yapmaz ve imkânları dağıtırken adaletli davranır.

                        Yorum


                          #27
                          Nura Giden Yol

                          Nura giden yol ( 25 )

                          Bismillahirrahmânirrahîm

                          Bakara suresinin 61. ayeti[size=10pt]

                          وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَى لَن نَّصْبِرَ عَلَىَ طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنبِتُ الأَرْضُ مِن بَقْلِهَا وَقِثَّآئِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَا قَالَ أَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذِي هُوَ أَدْنَى بِالَّذِي هُوَ خَيْرٌ اهْبِطُواْ مِصْراً فَإِنَّ لَكُم مَّا سَأَلْتُمْ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَآؤُوْاْ بِغَضَبٍ مِّنَ اللَّهِ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُواْ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ ذَلِكَ بِمَا عَصَواْ وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ

                          Yani:

                          Hani siz (verilen nimetlere karşılık): Ey Musa! Bir tek yemekle yetinemeyiz; bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, salatasından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. Musa ise: Daha iyiyi daha kötü ile değiştirmek mi istiyorsunuz? O halde şehre inin. Zira istedikleriniz sizin için orada var, dedi. İşte (bu hadiseden sonra) üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah'ın gazabına uğradılar. Bu musibetler (onların başına), Allah'ın ayetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir.

                          Gerçi yüce Allah o sıcak çöllerde İsrailoğullarının suyunu ve yiyeceklerini temin etti, ancak bu kavmin nankörlüğü bir yandan ve rahatına düşkün olmak öbür yandan onları Hz. Musa'dan daha fazla yiyecekler talep etmelerine yönlendirdi.

                          Hz. Musa kavmine şöyle karşılık verdi: Evvela sizler daha semavi yiyecekleri yeryüzünde olan ve daha kötü olan yiyeceklerle değiştirmek istiyorsunuz. İkincisi eğer bu tür yiyecekleri istiyorsanız düşmanlarınızla savaşmalı ve kentlerine girerek bu yemekleri elde etmelisiniz. Sizler bir yandan savaş ve cihat yapmak istemezken bir yandan da kent yaşamının tüm imtiyazlarından yararlanmak istiyorsunuz. Sizin bu oburluğunuz hepinizi zillete düşürecek ve ilahi azabla cezalandırılacaksınız.

                          Sizler bu yersiz taleplerinizle ilahi ayetleri ve mucizeleri gözardı ediyor ve hatta maddi ve dünyevi amaçlarınız uğruna ilahi peygamberleri bile öldürmeye hazırsınız.

                          Şimdi, Bakara suresinin 62. ayeti

                          إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالنَّصَارَى وَالصَّابِئِينَ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ


                          Yani:

                          Şüphesiz iman edenler; yani Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiîlerden Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.

                          Tüm semavi dinlerde ilahi mükâfat ancak iman ehli olanlara ve salih ameller işleyenlere verilir. Allah'a ve kıyamet gününe iman etmek ve Allah'ın emirlerini yerine getirmek, ister müslüman, ister Hıristiyan, ister Yahudi, tüm semavi dinlerdeki yasası aynıdır.

                          Tabi Kuran-ı Kerim'ın birçok ayetinde Yahudiler ve Hıristiyanlar İslam'a davet edilir, nitekim Al-i İmran suresinin 85. ayetinde İslam'dan başka seçilen bir din kabul edilemez şeklinde ifade edilmiştir.

                          Dolaysıyla diğer dinlerin izleyenleri de eğer her biri kendi çağında kendi peygamberine ve semavi kitabına inandıysa ve iman ve amel ehli olduysa ilahi mükâfatla mükâfatlandırılır, fakat İslam zuhur ettikten sonra bu dinden başka hiç bir din kabul edilemez.

                          Bu ayette gündeme gelen dinlerden biri Sabii inancıdır ki Hz. Nuh, Hz. İbrahim veya Hz. Yahya'nın izleyenlerine verilen addır. Bu kavim de tarihte bir takım sapkınlar yaşamış ve inançlarını değiştirerek yıldızların insan yaşamı üzerinde etkisi olduğunu ileri sürmüştür.
                          Bu ayet tüm semavi dinlerin tevhid ve maad inancında bir olduğunu ve kurtuluşun tek yolunun iman ve salih amel olduğunu ve yersiz beklentilere yer olmadığını göstermektedir.

                          Şimdi, Bakara suresinin 63. ayetini dinliyoruz

                          وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُواْ مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُواْ مَا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

                          Yani:

                          Sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağının altında, size verdiğimizi kuvvetle tutun, onda bulunanları daima hatırlayın, umulur ki, korunursunuz (demiştik de);

                          Tevrat Hz. Musa'ya sunulduktan sonra yüce Allah, İsrailoğullarından bu kitaba uymaları ve takva edinerek müsamahakâr davranmamaları sözü aldı.

                          Yüce Allah'ın İsrailoğullarına gösterdiği mucizelerden biri de Tur dağını onların başı üzerine getirmekti, böylece hem onlara kendi gücünü gösterdi, hem de ilahi emirlere karşı gelmekten korkuttu.

                          Bu ayet dindar insanların inançlarında kararlı olmaları ve din hükümleri ile alay etmemeleri gerektiğini gösteriyor.

                          Şimdi, Bakara suresinin 64. ayeti

                          ثُمَّ تَوَلَّيْتُم مِّن بَعْدِ ذَلِكَ فَلَوْلاَ فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنتُم مِّنَ الْخَاسِرِينَ

                          Yani:

                          Ondan sonra sözünüzden dönmüştünüz. Eğer sizin üzerinizde Allah'ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz.
                          Gerçi yüce Allah, İsrailoğullarında sağlam bir söz aldı, lakin bu isyankâr kavim yine ilahi sözlerini unuttu ve sırt çevirdi, fakat ne var ki yüce Allah yine onlara lütufta bulundu ve onları kendi haline bıraktı.

                          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Aşırı taleplerde bulunmak ve tembellik gibi durumlar insan izzeti ve kerametini yok eder ve yerine zillet ve aşağılık hâkim olur, öyle ki insanlar Allah dinini aşağılık maddi amaçları uğruna bir kenara bırakır.

                          2 - Ard arda işlenen günahlar insanları küfür ve imansızlığa sürükler ve saldırganlık huyunu geliştirir, öyle ki hiç bir hak sözü kabul etmek istemez.

                          3 - Gerçek huzur ancak Allah'a ve kıyamet gününe inançla elde edilir.

                          4 - Yüce Allah hem akıl ve fıtrat ve hem de vahiy yoluyla insanlardan hakka inanmak ve iyi amellerde bulunmak ve kötülüklerden ve çirkin düşüncelerden uzak durma konusunda söz almıştır.

                          Yorum


                            #28
                            Nura Giden Yol

                            Nura giden yol ( 26 )

                            Bismillahirrahmânirrahîm

                            Bakara suresinin 65 ve 66. ayetleri.

                            وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذِينَ اعْتَدَواْ مِنكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُواْ قِرَدَةً خَاسِئِينَ * فَجَعَلْنَاهَا نَكَالاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِّلْمُتَّقِينَ

                            Yani:

                            İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: Aşağılık maymunlar olun! dediklerimizi elbette bilmektesiniz.

                            Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hadiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakîler için de bir öğüt vesilesi kıldık.


                            Bu ayetler, İsrailoğullarının bir başka macerasını anlatıyor. Yüce Allah onlar için Cumartesi günlerini tatil ilan etmiş, ancak onlardan deniz kıyısında yaşayan bir grup bir nevi hile düzenleyerek Cumartesi günü balık avlamıştı. Bu grup deniz kıyısında bir dizi havuz yapmış ve balıklar girdiklerinde onların çıkış yolunu kapatmış ve ardından Pazar günü havuzlarda mahsur kalan balıkları avlamış ve böylece Allah'ın hükmünü değiştirmişti.

                            Yüce Allah da bu itaatsizlikleri ve ilahi hükümle alay etmeleri yüzünden onları maymunlara dönüştürdü ve böylece başkalarına ibret konusu yaptı. Kuşkusuz hayvanlar da yüce Allah'ın rahmetinden mahrum değildir, lakin insanların insanlık mertebesinden hayvanlık mertebesine düşmesi onların ilahi kattan kovulduğu ve ilahi rahmetten uzaklaştığı anlamına gelir.

                            Şimdi, Bakara suresinin 67. ayetini dinliyoruz.

                            وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تَذْبَحُواْ بَقَرَةً قَالُواْ أَتَتَّخِذُنَا هُزُواً قَالَ أَعُوذُ بِاللّهِ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ

                            Yani:

                            Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. O da: Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım, demişti.

                            İsrailoğullarının sığır hikâyesi de bu surenin Bakara olarak adlandırılmasına sebep olan bu kavmin bir başka öyküsüdür. Bu öykü kısaca 67. ayetten 73. ayete kadar gündeme gelmiştir. Olay şöyle gelişmektedir: İsrailoğulları arasında bir maktul bulunur, fakat katilin kim olduğu belli değildir. Aşiretler arasında kavga çıkar ve herkes başkasını suçlamaya başlar. Konu Hz. Musa'ya intikal eder. Bu olayın çözümü normal yollardan mümkün olmadığından o hazret mucize yolu ile sorunu çözer ve onlara şöyle der: Yüce Allah bir sığır kesmenizi ve etinden bir parçasını maktulun vücuduna vurmanızı emretti, böylece maktul yeniden canlanacak ve katilini tanıtacaktır.

                            İsrailoğulları bu cevabı duyunca şöyle karşılık verir: Acaba bizimle alay mı ediyorsun ki böyle bir çözüm yolu öneriyorsun?

                            Ancak Hz. Musa şöyle karşılık verir: Alay etmek cahil insanların işidir ve Allah'ın resulü asla böyle bir şey yapmaz. Eğer katili arıyorsanız bunu yapmalısınız.

                            Bu ayet bizlere Allah hükmü bizim aklımız veya zevkimize uymuyorsa onunla alay etmemek ve bu hükmü hafife almamak gerektiğini öğretir.
                            Gerçi yüce Allah katilin kim olduğunu doğrudan Hz. Musa'ya söyleyebilirdi, lakin sığırı kesme emrini, bu kavim arasında hüküm süren buzağıya tapma kudsiyetini yok etmek için verdi.

                            Şimdi, Bakara suresinin 68. ayeti:

                            قَالُواْ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لّنَا مَا هِيَ قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لاَّ فَارِضٌ وَلاَ بِكْرٌ عَوَانٌ بَيْنَ ذَلِكَ فَافْعَلُواْ مَا تُؤْمَرونَ

                            Yani:

                            "Bizim adımıza Rabbine dua et, bize onun ne olduğunu açıklasın" dediler. Musa: Allah diyor ki: "O, ne yaşlı ne de körpe; ikisi arasında bir inek." Size emredileni hemen yapın, dedi.

                            İsrailoğulları yüce Allah'ın emrinin ciddiyetini anlayınca bu kez mazeret üretmeye başladılar ve nasıl bir ineği kesmeleri gerektiğini sordular. Belki de bu telkinler gerçek katil tarafından yapılıyordu ki böylece rezil rüsva olmasın.

                            Gerçi soru sormak, bir konuyu anlamanın anahtarıdır, lakin İsrailoğulları bu tür soruları gündeme getirerek işin aslından kaçmaya çalışıyordu ve ayrıca sorularını çok saygısızca dile getiriyor ve Hz. Musa'ya git Rabbinden sor diyordu, sanki o hazretin Rabbini kendi Rablerinden ayrı görüyordu.

                            Şimdi, Bakara suresinin 69. ayeti:

                            قَالُواْ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لَّنَا مَا لَوْنُهَا قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَاء فَاقِـعٌ لَّوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِرِينَ

                            Yani:

                            Bu defa: Bizim için Rabbine dua et, bize onun rengini açıklasın, dediler. "O diyor ki: Sarı renkli, parlak tüylü, bakanların içini açan bir inektir" dedi.
                            Gerçi sığırı kesme emri kesindi, lakin İsrailoğullar hala bu emri yerine getirmek istemiyordu ve bu kez başka bir soru gündeme getirerek ineğin ne renkte olması gerektiğini sordular. Oysa Allah'ın hükmünde ineğin renginin önemi yoktu ve eğer olsaydı zaten hükmün başında belirtilirdi.

                            Fakat yüce Allah onların elinden her türlü mazereti almak için ineğin rengini de sarı olarak belirledi ki onlar, Allah için kestikleri malın çirkin ve değersiz olmaması gerektiğini, bilakis sağlıklı ve güzel bir hayvan olması gerektiğini anlasın.

                            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - İlahi hükümleri yerine getirirken hileden kaçınmalı ve asla görece hareketlerle hikmeti kesin olan Allah hükmünün içeriğini değiştirmemeliyiz, çünkü dinin çehresinin değişmesi insanlığın çehresinin değişmesini beraberinde getirir. Nitekim Cumartesi günü balık avlayan İsrailoğulları da böyle oldu.

                            2 - İlahi cezalar kıyamet gününe özgü değildir. Yüce Allah bu dünyada da cezalandırır ki gelecek kuşaklara ibret olsun.

                            3 - Allah'ın hükümleri ile alay etmemeli ve onları sebepsiz saymamalı, bilakis mutlak teslimiyet içinde olmalıyız, çünkü Allah'ın her buyurduğu bizim ve toplumun hayır ve maslahatı içindir. Gerçi bir sığırı kesmek, katili bulmak için faydasız görülebilir, lakin bu olay hem İsrailoğulları arasında ineğe karşı kudsiyeti yok edecekti, hem de bir et parçasını bir ölüye vurarak dirilmesini sağlamakla Allah'ın kudretini gösterecekti.

                            Yorum


                              #29
                              Nura Giden Yol

                              Nura giden yol ( 27 )

                              Bismillahirrahmânirrahîm

                              İlk önce Bakara suresinin 70 ve 71. ayetleri.

                              قَالُواْ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لَّنَا مَا هِيَ إِنَّ البَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَا وَإِنَّآ إِن شَاء اللَّهُ لَمُهْتَدُونَ (*) قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لاَّ ذَلُولٌ تُثِيرُ الأَرْضَ وَلاَ تَسْقِي الْحَرْثَ مُسَلَّمَةٌ لاَّ شِيَةَ فِيهَا قَالُواْ الآنَ جِئْتَ بِالْحَقِّ فَذَبَحُوهَا وَمَا كَادُواْ يَفْعَلُونَ

                              Yani:

                              "(Ey Musa!) Bizim için, Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın, nasıl bir inek keseceğimizi anlayamadık. Biz, inşallah emredileni yapma yolunu buluruz" dediler.

                              (Musa) dedi ki: Allah şöyle buyuruyor: O, henüz boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan (salma), renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. "İşte şimdi gerçeği anlattın" dediler ve bunun üzerine (onu bulup) kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi.


                              Geçen bölümde yüce Allah'ın, katilin bulunması için bir inek kesilmesini emrettiğini, ancak bir grup İsrailoğullarından türlü mazeretler ileri sürdüğünü ve alay edercesine ineğin rengini ve yaşını sorduğunu anlattık.

                              Bu ayetler de aynı olayın devamında şöyle buyurmakta: Gerçi yüce Allah ineğin yaşını ve rengini buyurdu, lakin İsrailoğulları Hz. Musa'dan daha fazla bilgi istedi ki o hayvanı bulsun.

                              Ancak Hz. Musa ineğin tüm özelliklerini anlatınca artık teslim olmak zorunda kaldılar ve ineği kestiler, fakat yine de bir türlü bu hükmü yerine getirmek istemediler.

                              Bu ayet inatçılık ruhunun insanları ancak her işi kendi gönüllerince yapmaya yönelttiğini belirtiyor, öyle ki hatta edepsizce Allah resulüne şimdi hakkı söyledin diyorlar, sanki bundan önceki söyledikleri hak değilmiş gibi.

                              Şimdi, Bakara suresinin 72 ve 73. ayetlerini dinliyoruz.

                              وَإِذْ قَتَلْتُمْ نَفْساً فَادَّارَأْتُمْ فِيهَا وَاللّهُ مُخْرِجٌ مَّا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ (72) فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَا كَذَلِكَ يُحْيِي اللّهُ الْمَوْتَى وَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

                              Yani:

                              Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır.

                              "Haydi, şimdi (öldürülen) adama, (kesilen ineğin) bir parçasıyla vurun" dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size âyetlerini (Peygamberine verdiği mucizelerini) gösterir.


                              Önceki ayetlerde İsrailoğullarının türlü mazeretler ileri sürdükleri anlatıldı. Bu iki ayet cinayet olayını kısaca anlatarak şöyle buyuruyor: Siz bir cinayet işlediniz ve katili gizlediniz, fakat yüce Allah kendi mucizesi ile sizin cinayetinizi gün ışığına çıkardı. O zaman bilin ki Allah, günahkârları rezil rüsva edendir.

                              Bu ayet ayrıca yüce Allah'ın ölüleri diriltme gücünü beyan ederek insanları ilahi güç ve kıyamet günü hakkında düşünmeye ve Allah irade ettiği takdirde bir ölüyü bir başka ölüye vurarak diriltebileceğini bilmeleri konusunda uyarıyor.

                              Şimdi, Bakara suresinin 74. ayetini dinliyoruz

                              ) ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُم مِّن بَعْدِ ذَلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ أَوْ أَشَدُّ قَسْوَةً وَإِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الأَنْهَارُ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاء وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّهِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

                              Yani:

                              (Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.

                              49. ayetten buraya kadar yüce Allah'ın İsrailoğllarına sunduğu nimetler ve mucizeler anlatıldı. Örneğin Firavun'un sultasından kurtulmak, denizin yarılıp açılması, buzağı heykeline tapma tevbesinin kabul edilmesi, semavi yiyeceklerin nazil oluşu, bulutların gölgesi ve son olarak katilin mucizevi bir yöntemle ortaya çıkarılması bunlara birer örnekti. Ancak İsrailoğlları tüm bu ayetler ve mucizelere karşın bir türlü Allah'ın hükümlerine karşı teslim olmak istemiyor ve kaçış için bahaneler arıyordu ki Kuran-ı Kerim bundan taş kalpli olma şeklinde söz ediyor.

                              İnsan bazen öylesine düşüyor ki bir hayvan gibi ve hatta daha da alçak oluyor ve adeta taş gibi oluyor. Bu yüzden bu ayet şöyle buyuruyor: Taş bazen yarılır ve içinden su fışkırır veya en azından hareket eder ve aşağıya doğru yuvarlanır. Ancak bazı insanların yüreği taştan daha serttir ve ne sevgi yüzünden başkalarına iyilikte bulunur, ne de Allah'tan korkar ve bu korku yüzünden O'nun hükümlerine karşı teslim olur.

                              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - İlahi hükümlere karşı mazeret aramamalı ve inatçılık yapmamalı ve yükümlülükten kaçmak için yersiz sorular sormamalıyız. Çünkü soru sormak her zaman araştırmanın veya merak etmenin anlamına gelmez, bazen görevden kaçmak içindir.

                              2 - Allah yolunda kestiğimiz hayvanlar sağlıklı ve kusursuz olmalı, nitekim hacı adayları kurban bayramında böyle yapmaktadır.

                              3 - Yüce Allah açık gizli, her şeyimizi bilir ve eğer bizi ifşa etmek isterse bunu yapmaya muktedirdir. O zaman Allah huzurunda günah işlememeli veya günahımızı başkalarının boynuna atmamalıyız.

                              4 - Yüce Allah bazen ölüleri bu dünyada dirilterek gücünü göstermiştir ki bizler kıyamet gününü düşünelim.

                              5 - Tüm varlıklar, hatta sert taşlar bile Allah'ın kanunlarına karşı teslimiyet içindedir. O zaman eğer bir insan bu kanunlara karşı çıkarsa kalbi ve ruhu taştan da daha sert olur.

                              Yorum


                                #30
                                Nura Giden Yol

                                Nura giden yol ( 28 )

                                Bismillahirrahmânirrahîm

                                İlk önce Bakara suresinin 75. ayeti.

                                أَفَتَطْمَعُونَ أَن يُؤْمِنُواْ لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلاَمَ اللّهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِن بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ


                                Yani:

                                Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.

                                İslami dini zuhur ettiği ilk günlerde Yahudi kavminin herkesten önce İslam dinine inanması beklenirdi, çünkü onlar müşriklerin aksine kitap ehli idi ve İslam peygamberinin işaretlerini kendi kitaplarında okumuştu, fakat pratikte böyle olmadı ve Yahudiler Müslümanlara karşı müşriklerin yanında yer aldı.

                                Bu ayet İslam Peygamberi (sav) ve müslümanları teselli ederken şöyle diyor: Eğer Yahudilerin İslam'a inanmadığını ve Kuran-ı Kerim'in
                                mucizelerine karşı teslim olmadığını görüyorsanız kaygılanmayın ve kendi inancınızda kuşkuya kapılmayın ve genelde onlardan böyle bir beklenti içinde olmayın, çünkü onlar Hz. Musa ile birlikte Tur dağına giden, Allah'ın kelamını duyan ve O'nun emirlerini yerine getiren, ancak bu kez bizzat bu sözleri tahrif eden ve kendi inançlarına sadık olmayan bir kavmin evlatlarıdır.

                                Bu ayet her kavmi tehdit eden en büyük tehlikelerden birinin o kavmin büyüklerinin gerçekleri tahrif etmeleri olduğunu gösteriyor. Çünkü onlar hakkı biliyor ve anlıyor, lakin halk anlamasın diye başka türlü yorumluyor.

                                Şimdi, Bakara suresinin 76 ve 77. ayetleri

                                وَإِذَا لَقُواْ الَّذِينَ آمَنُواْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلاَ بَعْضُهُمْ إِلَىَ بَعْضٍ قَالُواْ أَتُحَدِّثُونَهُم بِمَا فَتَحَ اللّهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَآجُّوكُم بِهِ عِندَ رَبِّكُمْ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ (*)
                                أَوَلاَ يَعْلَمُونَ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ


                                Yani:

                                (Bir grup Yahudiler) inananlarla karşılaştıklarında "İman ettik" derler. Birbirleriyle başbaşa kaldıkları vakit ise: Allah'ın size açtıklarını (Tevrat'taki bilgileri), Rabbiniz katında sizin aleyhinize hüccet getirmeleri için mi onlara anlatıyorsunuz; bunları düşünemiyor musunuz? derler.

                                Onlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de açıkça yaptıklarını da Allah bilmektedir.


                                Asr-i Saadette bazı Yahudiler müslümanları görünce sizin peygamberinizin işaretleri Tevrat'ta var ve biz de sizin dininize iman ettik diyordu, ancak aynı insanlar bir biri ile karşılaşınca yine bir birini serzeniş ediyor ve neden Muhammed'in işaretlerini Müslümanlara anlattınız, diyordu. Onlar bu söylenenlerin kıyamet gününde kendilerine karşı delil olarak kullanılacağını dile getiriyordu.

                                Gerçekte o günlerde Yahudi kavminin yaptığı tahrifatın sonucunda bu gün dünyada milyarlarca Yahudi ve Hıristiyan bulunuyor.

                                Şimdi, Bakara suresinin 78. ayetini dinliyoruz

                                وَمِنْهُمْ أُمِّيُّونَ لاَ يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ إِلاَّ أَمَانِيَّ وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَظُنُّونَ


                                Yani:

                                İçlerinde bir takım ümmîler vardır ki, Kitab'ı (Tevrat'ı) bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar.

                                Bu ayet İsrailoğlları arasında bir başka gruptan söz ediyor ki bir önceki grup gibi bilginlerden değildi ve Tevrat'ın gerçeklerini gizlemiyordu, fakat Tevrat'ı bilmeyen ve kendi hayalleri ile yaşayan sıradan insanlardı.

                                Onlar Yahudi kavminin Tevrat'ta üstün kavim sayıldığını ve hepsinin Allah katında sevilen kullar olduğunu ve kıyamet gününde kurtulup cehenneme gitmeyeceklerini ve eğer bir ceza da varsa bir kaç günden fazla sürmeyeceğini düşünüyordu.

                                Belki bu tür hayaller başka semavi dinlerin izleyenleri arasında da olabilir, ancak tüm bu hayaller bilinçsizlik ve Allah kitabından habersizlikten kaynaklanır, yoksa hiç bir semavi kitapta böyle bir şey yoktur.

                                Şimdi, Bakara suresinin 79. ayetini dinliyoruz

                                فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِأَيْدِيهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هَـذَا مِنْ عِندِ اللّهِ لِيَشْتَرُواْ بِهِ ثَمَناً قَلِيلاً فَوَيْلٌ لَّهُم مِّمَّا كَتَبَتْ أَيْدِيهِمْ وَوَيْلٌ لَّهُمْ مِّمَّا يَكْسِبُونَ

                                Yani:

                                Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!

                                Tarih boyunca dini dünyevi taleplerin alet eden bilginler olmuştur. Bu zümre dini servet ve mal yolunda satmayı meslek edinmiştir. Allah dininde sırf halkın gönlünü kazanmak veya hükümdarlar nezdinde yücelmek veya kişisel çıkar uğruna tahrifat yapmak, bu ayetin vurguladığı açık bir durumdur ve Kuran-ı Kerim en sert ifadelerle bu tehlike hakkında uyarıda bulunmuştur.

                                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Tüm insanların iman etmelerini beklemek iyidir, lakin bilin ki birçok insan hakkı kabul etmek istemez. O zaman onların küfürleri bizlerin imanını sarsmamalıdır.

                                2 - En büyük ihanet kültürel ihanettir. Hakikati gizlemek veya tahrif etmek, gelecek kuşakları hakikatleri öğrenmekten mahrum bırakan ve toplumu sapkınlığa uğratan en büyük ihanetlerdir.

                                3 - Başta Kuran-ı Kerim olmak üzere semavi kitaplardan uzaklaşmak, toplumda hurafelerin yayılmasına sebep olur ve cahillik bu sorunun esas kaynağıdır.

                                4 - Din üretmek veya dinini satmak, fasık bilginlerden gelen en büyük tehdittir. O zaman dikkatli olmalıyız ve her sözü herkesten kabul etmemeliyiz.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X