İslamın gelişi ve gelişmesi sürecindeki ilk fitne hareketlerinin boyut ve şekil değiştirmeye başladığı dönem Hz Osman dönemidir. Bu dönem; Yahudi ve putperest düşünürlerin strateji değiştirerek islami inkar veya reddetme yöntemi dışına çıkarak islamı esas mecrasından uzaklaştırma faaliyetlerine yöneldiğini ondan sonrada bir daha hiç durmadığını görüyoruz. Şöyle ki;
Yahudi cemaati ve kanaat önderleri Peygamberimiz dönemi ve ilk iki halife dönemindeki faaliyetlerinden istedikleri sonucu alamamışlardır. Ancak, büyümenin hızlanması ve ilim sahibi insanların yavaş yavaş Allahın rahmetine kavuşuyor olmasıyla yeni yeni stratejiler geliştirmeye başlamışlardır. İslamın lehine gibi görünen niteliksel büyümenin islamın aleyhine nasıl çevrileceğinin planını yapıp uygulama konusunda görüş birliğine vardılar. Bu çerçevede yapmak istedikleri şey, ümmet arasına fitne sokarak ikilik çıkarmak, dini gelecek nesillere taşıyacak olan cemaati karalamak gözden düşürmek sonrasında ise bu cemaatin söylemlerini boşa çıkartarak islamı ortadan kaldırmak şeklinde dizayn edilmiştir. Bu hainlerin bütüm yaklaşımlarında bu gözlemlenebilir. Yani hakikatin tersine çevrilmesi. Bunları kısa kısa özet halinde incelersek daha net ortaya çıkacaktır. Bu stratejinin uyguluma safhasında öncelik olarak İslam inancında ne önemli sayıldıysa onun karşısına mutlaka bir şey çıkartılarak birinin diğerini yıkmasının sağlanması, mümkün olanların yok edilmesi, mümkün olmayanların gücünün zayıflatılması ve güven duygusunun sarsılmasına dayandırılıyordu.
Geliştirilen bu planı yürütecek kişiler, uygulama yer ve zamanı, uygulama süreci, stratejilerin hangi merhalede uygulamaya konulacağının çok iyi belirlenmesi gerekiyordu. Şimdi bu planın kurgusu ve başarısında kimlerin etkin olduğu, kimlerin kullanıldığı, hangi şartlardan faydalanıldığını tarihin aydınlık sayfalarından ışık alarak karanlıklarda saklanılmaya çalışılan safhalarını görmeye çalışalım.
İnananların Allah’ın varlığı konusunda şüpheye düşürülemeyeceği bilindiğinden birilerinin bu güce ortak edilerek inanca şirk bulaştırılması, Kuranla ilgili şüphelerin oluşturulması, Kabe’nin karşısına en az onun kadar hatta ondan daha kutsal Kabecikler oluşturulması, peygamber inancını doğrudan kaldıramasa da yerine, onlardan daha güçlü, daha fazla yetkilerle donatılan geçmiş ve geleceği bilen, kendi ölecekleri vakti bile tayin eden, evrendeki bütün olayları iradesi ile yönlendiren, yöneten masum yapılanmanın getirilmesi, Peygamberin en yakınları, hanımları yakın akrabaları, arkadaşları yani peygamberi inancı gelecek nesillere taşımayı üstlenenlerin bir şekilde insanların gözünden düşürülüp bunların peygambere ihanet ettiği fikrinin oluşturulması, hainlikle suçladıkları insanların Peygamber sözlerini doğru aktaramayacağı inancının yerleştirilmesi,(sahabe sözlerine güvensizliği telkin) hac anlayışının değiştirilmesi, yerleşik inanç beş vakit namazı daha az vakte indirilmesicahiliye dönem adetlerinin yeniden canlandırılması, yeni Müslüman olmuş bölgelerdeki geleneksel inançların hortlatılması, kutsal sayılan değerlerin bir şekilde bozularak yerine yeni kutsaliyetlerin getirilmesi, bu sürecin aksamadan devamını sağlamak için de süreci yürütecek elit bir oluşumun gerçekleştirilmesi bunlara dinden kaynaklanan bir takım maddi ve manevi imtiyazların verilmesi, yani sözlerinin dinlenmesi dinin emirlerinden sayılması, ellerinin güçlü kılınması için de zekatın doğrudan ihtiyaç sahiplerine değil de bu görevi yürütecek kişilerin yetkisine bırakılması, halktan toplanacak verginin belirli miktarının yine aynı güçlere verilmesi, gibi bu oluşuma katkı sağlayacak bir çok ana ve detay stratejilerden oluşmaktadır.
Bu planı Hz Osman’ın halifeliğinin altıncı yılından sonrası uygulamaya konması da bir tesadüf eseri değildir. İslam coğrafyasındaki nicelik olarak gelişme aynı ölçüde nitelik olarak İslam toplumuna yansıması imkansızlaşmaya başlamıştır. Çünkü her gün binlerce insan islamı kabul etmekte ancak islamın ne olduğundan bihaber durumdadırlar. sorunlar eskisi kadar kolay çözüme ulaşamamaktadır. Ayrıca bölgelere gönderilen valiler eskisi kadar duyarlı değillerdi. Merkezdeki disiplin taşrada ayniyle yürütülememektedir. Bugünkü imkanlarla o günleri değerlendirmeye kalkmak son derece adaletsiz bir bakış acısı olacağından meseleyi değerlendirirken kin nefret yaklaşım ile değil de daha insani yaklaşırsak mesele daha gerçekçi anlaşılacaktır.
Çünkü insan hatadan münezzeh değildir. Bu dönemde ceşitli hatalar yapıldığını görmek mümkündür. Şöyle ki;
Hazreti Osman, medineye geldikten sonra sahabenin en sıkıntılı döneminde, susuzluğun en büyük sorun olduğu bir anda Efendimizin işaretiyle Rume kuyusunu Müslümanlar için satın alarak Müslümanların hizmetine sunmuştur. Tebük seferi hazırlığında ‘ceyşü’l-usre’ denen İslam ordusunun hazırlanmasında büyük gayret sarf etmiş, ticaret için hazırladığı üç yüz kadar deveyi yüküyle birlikte sadaka olarak vermişti. Buna mukabil Efendimiz de “Bundan sonra Osman’a yaptıkları zarar vermez.” Buyurmuştur. 12 yıllık Hilafeti sırasında da islam toplumuna pek çok iyi olay yaşatmıştır. Ordu ve donanmayı güçlendirmiş, Kıbrıs ve Rodos alınmıştır . Müslümanlar onun zamanında bütün Kuzey Afrika'yı aşarak İspanya'ya geçmişlerdir. Tarık Bin Ziyad'ın İspanya geçtikten sonra gemilerini yaktırarak askerlerin geri dönüş ihtimalini ortadan kaldırması meşhurdur . Böylece koca yarımada kısa zamanda İSLAM egemenliği altına girmişti . Asya'da Horasan ve Taberistan bu dönemde fethedilmiştir. İslam toprakları yüz kat artmış buna mukabil genişleyen coğrafyada aynı oranda nitelik olarak islamı öğretim sağlanamamıştır. Hasan el-Basri'den El-Hâfız İbn-i Abdil Berr naklettigine göre; “Osman (r.a.) zamanında bereketli rızıklar ve bol bol hayırlı işler yanında insanlar arasında iyi ilişkiler vardı. Bu dönemde Müslümanlar en rahat ve en saadeti bir hayat yaşamıştır. Tabiînden iki büyük âlim Hasan Basri ve İbn-i Sîrîn bunun doğruluğuna şahitlik etmişlerdir. Hatta yeryüzünde biri diğerinden korkan bir tek mümin yoktu. Aksine her mümin diğer mümin kardeşini sever ve ona yardım etmek isterdi.” Denmektedir.
Bu ortamdan faydalanan bazıları dışa iyice açılıp zenginliğini çok ileriye götürürken, yakın akrabalardan olan valilerden bazıları da idarî ve mâlî konulardaki aksaklıkları görmezden gelip halkın dert ve sıkıntıları ile ilgilenmediği çeşitli kesimlerce ifade edilir olmuştu. Zaten “yönetimde Haşimîlik-Emevîlik rekabeti görünmeye başlamıştı. Devlet adamlarının çoğunluğunun Emevîlerden olması, Haşimîler için bir huzursuzluk kaynağı, dolayısıyla da önemli bir tahrik unsuruydu. İstismar edilebilecek bir diğer husus da; devlet işlerinde Ensâr'dan çok, Muhîcirlerin vazife almış olmasıydı. Bütün bu şartları yakından takip eden
İbn-i Sebe, bu ve benzeri bütün fırsatları değerlendirmek üzere seyahata çıktı. Önce Basra'ya gitti. Burada daha önce yerleştirdiği komitacıları vasıtasıyla devletten memnun olmayan kişilerle temaslar kurdu. Yaptığı faaliyetler, Vali Abdullah bin Amr'ın dikkatini çekince Kûfe'ye geçti. Burada da bir kısım halkın idare aleyhinde olması, İbn-i Sebe'nin işini daha da kolaylaştırdı ve kısa zamanda komitacılarını gerekli biçimde organize ederek Şam yolunu tuttu. Şam'da aradığını bulamadı. Zira, devlet işleri yolundaydı ve istismar edebileceği fazla bir mevzu yoktu. Buradan Mısır'a gitti.
Bu konu ile alakalı Şii tarihçisi Ravdatil safa da: “Abdullah bin Sebe, Osman bin Affan karşıtlarının Mısır’da çok olduğunu öğrenince oraya yöneldi. Aradığı şartları maalesef burada fazlasıyla buldu. Çünkü, farklı sebeplerle devlet idarecileri aleyhinde bulunan çeşitli gruplar, burada toplanmışlardı. Orada ilim ve takvalıymış gibi göründü ve böylece insanları kendine güvendirdi İbn-i Sebe dağınık halde bulunan bu grupları büyük gayretler sonunda bir çatı altında toplayarak, onları Hz. Osman (ra)'ya karşı harekete hazır hale getirdi.
Bu merhaleden sonra, Hz. Osman (ra) aleyhinde tanzim ettiği bir dizi iftira listesini diğer İslâm vilâyetlerindeki adamlarına göndererek Halife'ye karşı bir kıyam hareketi başlatmak üzere yeni ve yoğun bir faaliyetin içine girdi ve adamlarına şu talimatı verdi: "İşe, bütün devlet erkânını kötülemekle başlayın. Kendinizi de iyiliği emredip kötülüğü de nehyetmekle meşgul gösterin. Halkın hürmet ve muhabbetini kazanın."
Kendisi de çeşitli vilâyetlere ve bilhassa Basra ve Kûfe'ye sürekli olarak mektuplar gönderiyordu. Bu mektuplarda idari ve siyasi meseleler, yalan ve iftiralarla abartılıyor, Hz. Osman ve valilerinin halka zulüm ve gadrettiği ve bütün vilâyetlerin müthiş bir kargaşa içinde bulunduğu imajı veriliyordu. Maksat, Medine dışındaki diğer bölgelerin İslâmî çizgiden gittikçe uzaklaştığı, anarşinin bütün İslâm beldelerinde yaygınlık kazandığı kanaatini halka telkin etmek, halifenin bu meselelere karşı lâkayt ve aciz kaldığını zihinlere yerleştirmekti.
Fitne ve fesat haberleri Medine'ye ulaşınca Hz. Osman (ra), Hz. Ali'nin de yardımıyla, durumun tetkiki için çeşitli vilayetlere güvenilir ve itibarlı heyetler gönderdi.” (Mehmet Kırkıncı'nın Alevilik Nedir adlı kitabından faydalanılmıştır.)
Bir tarafta ümmet içindeki zenginliğin etkisi ile Allah (c.c.)'a ve halifeye karşı azalan korku, diğer tarafta kargaşa, tahrik istismar bu sürecin neticesi Hz Osmana saygısızlığı getirdi. Bütün bu olumsuzlukların ardından da ayaklanmaların önüne geçilemedi. Etkisiz hale getirilemeyen bu zaaf İslam düşmanlarının istismarına kapı açmış bu kapı bir daha hiç kapanmamıştır. İlk alev mısırda tutuşturulmuştur.
Fitne hareketinin lideri “ Her Nebi kendinden sonra yerine geçecek birini vasiyet eder. İlim, fetva, cömert, yiğit olan ve emaneti yerine getiren takva sahibi Ali de Resulullahın vasisi ve halifesidir. Ümmet Ali’ye zulüm etti. Onun hakkı olan hilafeti ve vilayeti zorla aldı, şimdi onun yanında yer almak ve yardım etmek herkese lazımdır. Osman’ın hilafetine son vermek lazım dedi. Mısırlılar onun sözlerinden ve görüşlerinden çok etkilendiler ve Osman’ın hilafetine karşı çıktılar.” (Ravdatil safa, s. 292 cilt 2, Farsça İran baskısı)
İbn-i Sebe, bu çalkantılar sırasında, Şiîliğin ilk çekirdeği olan Sebeiyye mezhebini kurdu .Böylece, tasarladığı hainâne plânını gerçekleştirmede büyük bir adım atmış oluyordu. Bu mezhep, istikbâlde İslâm'ı parçalayacak fırkaların temelini teşkil edecekti.
İbn-i Sebe, Mısır'da kurmuş olduğu bu mezhebine yeterince taraftar buldu ve onları Hz. Osman (ra) aleyhine tam mânâsıyla şartlandırdı. Şimdi sıra yeni bir halife adayı tespit ederek Hz. Osman'ı (ra) katletmeye gelmişti. Bu noktada şöyle bir plânla işe başladı: "Hz. Osman kusurlu ve hatalı bir insandı. O'nun perine gelecek kimse de hatalı bir insan olursa problemlere çözüm getirilemez; zulmün, haksızlığın önü alınamazdı. O halde en mühim mesele, O'nun yerine gelecek kişinin hatadan sâlim, masum bir insan olmasıydı. Bu masum insan ise, çocukluğundan beri Hz. Peygamber'in (sav) murakabesi altında yetişen, O'nun terbiyesiyle olgunlaşan ve O'nun ilmine ve kemâline vâris olan Hz. Ali'den başkası olamazdı. Her peygamberin bir veziri olduğu gibi, Hz. Ali de Hz. Peygamber'in veziriydi. Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman, O'nun bu veraset hakkını gasp etmişlerdi..."
İbn-i Sebe bu davasını kuvvetlendirmek için, Hz. Aliyi (ra), eski masal kahramanları gibi gösteriyor, birtakım hurâfe ve hikâyelerle O'nun, insanüstü bir varlık olduğunu telkin ederek etrafındaki insanlar gitgide birer Hz. Ali meczubu haline getiriyordu.
İbn-i Sebe, plânlarını merhale merhale uygulama sahasına koymaktaydı. Şimdi sıra güya Hz. Ali'nin (ra) hakkını almaya gelmişti. Bunun için de şu telkin metodunu uyguladı: "Her peygamberin bir vasisi vardır. Hz. Peygamber (sav), Hz. Ali'yi (ra) vasi tayin etmiştir. Hz. Peygamber'in bu vasiyetini yerine getirmemek kadar büyük bir cinayet olamaz. Hem Hz. Peygamber (sav), Hz. İsa gibi tekrar yeryüzüne geri gelecek ve niçin vasiyetimi yerine getirmediniz?' diye bizden hesap soracaktır. O zaman hepimiz mahcup olacak ve hüsrana uğrayacağız..."
Sonuçta islam düşmanları bu konudaki stratejilerini uygulamış, mısırlıları kullandıkları isyan hareketiyle Hz Osman’ın şehit edilmesini sağlamıştır.
Henüz fitne ortada iken Ali (r.a.) hilafete geçti. Bazıları Osman'ın (r.a.) öldürülmesinde ihmalkâr davrandığı, bazıları da kanının akıtılmasında kendisinin sebep olduğunu ileri sürerek Ali'yi (r.a.) itham etmişlerdir. Ali (r.a.) ın Osman'ın (r.a.)ı öldürülmesine rıza göstermediği ve bu konuda âsîlere yardımcı olmadığı bir hakikat iken, birçoklarının kalpleri Ali ye karşı saflaşmamış, kendisi de bunları yenemediği için itaat etmemişlerdir.
Hz. Hüseyin’in, Hz. Osman’ın hilafeti sırasında, 30 /651 yılında, Said b. el.As'ın Kilfe'den Horasan'a yaptığı sefere, kardeşi Hz. Hasan'la birlikte katıldığı(Taberi, 1 {2836.); daha sonra da Hz. Osman'ın evini muhasara eden isyancılara karışı Halife'yi korumak üzre babası Hz. Ali tarafından, yine kardeşi Hz. Hasan'la birlikte memur edildiği en güvenilir kaynaklarda mevcuttur.(Belazuri, Ensilbu'/.Eşrtif (Sülcymımiye Kütüphanesi, Heisülkütlfıb nı. Xo: 597-598), 483 o: Taberi. 1 {3020.
Bu dönemde çıkan olaylar bir yandan kökleri İslam Öncesi dönemi uzanan tarihi Emevi-Haşimi çekişmesinin su yüzüne çıkartmış; diğer yandan da daha sonra ortaya çıkacak olan Hariciliğe zemin hazırlamıştır.
Yorum