Ynt: EL-MURACAT Mektep ve İmamet Hakkındaki Mektuplar
MEKTUP 102 10 Rabi' üs Sani 1330
1- İmamın Sakife günü ihticacda bulunmasına mani olan sebepler .
2- Mani olan sebepler bulunduğu halde kendisinin ve ona sadık kalanların ihticacda bulunduklarına işarette bulunmak.
1- Herkes biliyor ki, İmam ve Haşim oğulları ve başkalarından olan, bütün sadık dostları, o gün ne Sakife'de bulundu ne biate şahit oldular. Hepsi oradan ve orada olup bitenlerden uzakta. Peygamber'in (s.a.a) vefatıyla başlarına gelmiş olan felaketin vahametine külliyeleriyle yönelmiş, onun teçhizinden başka bir şeye ehemmiyet vermiyorlardı.
Zaten mukaddes kabrine onu yerleştirip tevdiye edinceye kadar, sakife kahramanları(!) işlerini bitirmişti. İmam Sakife'nin neresinde bulunuyordu ki onlara karşı ihticacta bulunsun? Son biat akdedildikten sonra nasıl ihticac edebilirdi ki. Bilhassa emir ve nehiy sahipleri, o malum şiddetlerini ilan ettikten sonra. Şimdi bu devirde dahi sulta sahiplerinin saltanatını kaldırmak veya devletlerini lağvetmek kimin haddine? O böyle bir girişimde bulunsa bile onu keyfine bırakırlar mı? Heyhat... Geçmişi şimdiki zamana kıyaslayın, insanlar her devirde insan, zaman da zamandır..
.
Bununla birlikte Hz. Ali ihticacın fitneden başka hiçbir işe yaramayacağını anlamış ve hakkının kaybolmasını, onun yüzünden doğacak olan fitneye tercih etmiştir. Zira o günkü ortamda böyle bir fitneden İslam' ın bütünlüğünü zedelemesinden korkuyordu. Daha önce de söylediğimiz gibi o günlerde başına iki felaket gelmişti: Bir yanda hilafet, nasları ve vasiyetleri ile yüreği kanatan şikayetle ve ciğeri parçalayan bir şefkatle onun yardımını ve himayesini diliyor, diğer bir yanda da azmış olan fitneler onu Bedevi Arapların dönmesinden sakınmaya çağırıyor. Ki böyle bir hareket onu İslam'ın mahvına sebep olmaktan korkutuyor. Bilhassa Medine'deki münafıklar ve onların etrafındaki bir kısım Araplar, onu fazlasıyla ürkütüyordu. Zira onlar Kuran' ın da tasdikiyle nifaka alışmış ve onun üzerine yetişmişlerdi. Hatta "0nlar küfür ve nifak bakımından diğer Araplardan daha şiddetlidirler. Ve Allah'ın Resulüne indirdiği hükümlerin hududunu bilmemeye müstahaktırlar."(*)
Nitekim Peygamber'in (s.a.a) vefatı ile sultaları kuvvetlenmiş, hatta Museylimet'ul Kezzab, Tulayha b. Huveylid el-Effak ve Secah bint el-Haras gibi peygamberlik iddia eden ve İslam'ın mahvını amaçlayan bazı sahtekarlar harekete geçmiş, Rumlar, Kaysarlar, Kisralar ise tetikte beklemekte idi. Hatta bunlara benzer daha nice unsurlar Hz. Muhammet(saa) ve akraba ve ashabına olan öfkelerinden, İslam kelimesine Kin ve nefretlerinden dolayı Müslümanlığı temelinden yıkrnak istiyorlar. Aynı zamanda bu hususta pek de gayretli idiler. Çünkü şimdi durum müsa- itti. Bu karışıklıktan istifade edip fırsatı kullanmak lazımdı. Evet Hz. Ali bu iki tehlikenin arasında kalmıştı. Müslümanlığın ve Müslümanların yaşaması için kendi hakkını kurban etmesi gayet tabii idi. (1)
Ancak hilafetteki hakkını, Müslüman topluluğunu ayırmayacak bir şekilde muhafaza edip, kendisini dışlayanlara karşı ihticacda bulunmak istemiştir. Ama nasıl? Çekilip evinde oturarak . Ta ki evini basıp onu dövüşsüz ama zorla evinden çıkarıncaya kadar. Eğer hemen onlara koşup dediklerini yapsaydı, kendisinin hiç bir kanıtı olmayacağı gibi Şia' sinin da hiç bir kanıt ve delili olmayacaktı. Fakat yapmış olduğu hareketle hem dinin muhafazasını hem de hilafetteki hakkını korumuş oldu. Dini muhafaza etmekle din düşmanlarına karşı koymanın, o günlerde ancak başa geçmiş olanlarla barışmakla sağlanacağını görünce, ümmetin vahdeti, milletin selameti ve dinin korunması için şer' en ve aklen mühimden daha mühim olanı önde tutarak vacip ne ise onu yapmıştır. Zira o günlerde şartlar ne kılıçla ne hüccetle mukavemette bulunmaya elverişliydi.
2- Bununla beraber kendisiyle birlikte çocukları, akraba ve dostlarından alim olanlar, (araştırmacılarca bilindiği gibi) vasiyet tahsisinde ve açık nasların neşrinde, her zaman akıl ve hikmeti kullanmayı tercih ederlerdi. Vesselam. (Ş)
DİPNOT
1_Bunu, Mısır'a vali tayin ettiği Malik Eşter'le Mısırlılara gönderdiği
mektupta çok açık bir şekilde dile getiriyor: "Daha sonra Allah Teala Muhammedi (s.a.a) bütün insanlara doğru yolu göstermek için elçi olarak göndermiştir. O gidince Müslümanlar makam kavgasına düştüler. Allah'a yemin ederim ki, Arapların onun Ehl-i Beyt'inden /(as) şaşıp, bu görevi başkalarına verme ihtimalleri hiç hatırımdan geçmemişti. Hatta ondan sonra benden başkasına yöneleceklerini hiç düşünmemiştim. Ancak insanların filana biat etmeğe koşuşması beni ürkütmüştü. elimi tuttum, bir de baktım ki bir çok kimse İslam dininden dönüyor, Muhammed (s.a. a) dinini çökertmeğe kalkışıyor.
O anda İslam'ı korumaya yardımcı olmazsam, onda herhangi bir, çöküntü görmekten korktum. O zaman karşılaşacağım musibet, vilayetinizin sağlayacağı bir kaç günlük faydanın kaybından çok daha ağır gelecek. "
(*) Tövbe Süresi 97
MEKTUP 102 10 Rabi' üs Sani 1330
1- İmamın Sakife günü ihticacda bulunmasına mani olan sebepler .
2- Mani olan sebepler bulunduğu halde kendisinin ve ona sadık kalanların ihticacda bulunduklarına işarette bulunmak.
1- Herkes biliyor ki, İmam ve Haşim oğulları ve başkalarından olan, bütün sadık dostları, o gün ne Sakife'de bulundu ne biate şahit oldular. Hepsi oradan ve orada olup bitenlerden uzakta. Peygamber'in (s.a.a) vefatıyla başlarına gelmiş olan felaketin vahametine külliyeleriyle yönelmiş, onun teçhizinden başka bir şeye ehemmiyet vermiyorlardı.
Zaten mukaddes kabrine onu yerleştirip tevdiye edinceye kadar, sakife kahramanları(!) işlerini bitirmişti. İmam Sakife'nin neresinde bulunuyordu ki onlara karşı ihticacta bulunsun? Son biat akdedildikten sonra nasıl ihticac edebilirdi ki. Bilhassa emir ve nehiy sahipleri, o malum şiddetlerini ilan ettikten sonra. Şimdi bu devirde dahi sulta sahiplerinin saltanatını kaldırmak veya devletlerini lağvetmek kimin haddine? O böyle bir girişimde bulunsa bile onu keyfine bırakırlar mı? Heyhat... Geçmişi şimdiki zamana kıyaslayın, insanlar her devirde insan, zaman da zamandır..
.
Bununla birlikte Hz. Ali ihticacın fitneden başka hiçbir işe yaramayacağını anlamış ve hakkının kaybolmasını, onun yüzünden doğacak olan fitneye tercih etmiştir. Zira o günkü ortamda böyle bir fitneden İslam' ın bütünlüğünü zedelemesinden korkuyordu. Daha önce de söylediğimiz gibi o günlerde başına iki felaket gelmişti: Bir yanda hilafet, nasları ve vasiyetleri ile yüreği kanatan şikayetle ve ciğeri parçalayan bir şefkatle onun yardımını ve himayesini diliyor, diğer bir yanda da azmış olan fitneler onu Bedevi Arapların dönmesinden sakınmaya çağırıyor. Ki böyle bir hareket onu İslam'ın mahvına sebep olmaktan korkutuyor. Bilhassa Medine'deki münafıklar ve onların etrafındaki bir kısım Araplar, onu fazlasıyla ürkütüyordu. Zira onlar Kuran' ın da tasdikiyle nifaka alışmış ve onun üzerine yetişmişlerdi. Hatta "0nlar küfür ve nifak bakımından diğer Araplardan daha şiddetlidirler. Ve Allah'ın Resulüne indirdiği hükümlerin hududunu bilmemeye müstahaktırlar."(*)
Nitekim Peygamber'in (s.a.a) vefatı ile sultaları kuvvetlenmiş, hatta Museylimet'ul Kezzab, Tulayha b. Huveylid el-Effak ve Secah bint el-Haras gibi peygamberlik iddia eden ve İslam'ın mahvını amaçlayan bazı sahtekarlar harekete geçmiş, Rumlar, Kaysarlar, Kisralar ise tetikte beklemekte idi. Hatta bunlara benzer daha nice unsurlar Hz. Muhammet(saa) ve akraba ve ashabına olan öfkelerinden, İslam kelimesine Kin ve nefretlerinden dolayı Müslümanlığı temelinden yıkrnak istiyorlar. Aynı zamanda bu hususta pek de gayretli idiler. Çünkü şimdi durum müsa- itti. Bu karışıklıktan istifade edip fırsatı kullanmak lazımdı. Evet Hz. Ali bu iki tehlikenin arasında kalmıştı. Müslümanlığın ve Müslümanların yaşaması için kendi hakkını kurban etmesi gayet tabii idi. (1)
Ancak hilafetteki hakkını, Müslüman topluluğunu ayırmayacak bir şekilde muhafaza edip, kendisini dışlayanlara karşı ihticacda bulunmak istemiştir. Ama nasıl? Çekilip evinde oturarak . Ta ki evini basıp onu dövüşsüz ama zorla evinden çıkarıncaya kadar. Eğer hemen onlara koşup dediklerini yapsaydı, kendisinin hiç bir kanıtı olmayacağı gibi Şia' sinin da hiç bir kanıt ve delili olmayacaktı. Fakat yapmış olduğu hareketle hem dinin muhafazasını hem de hilafetteki hakkını korumuş oldu. Dini muhafaza etmekle din düşmanlarına karşı koymanın, o günlerde ancak başa geçmiş olanlarla barışmakla sağlanacağını görünce, ümmetin vahdeti, milletin selameti ve dinin korunması için şer' en ve aklen mühimden daha mühim olanı önde tutarak vacip ne ise onu yapmıştır. Zira o günlerde şartlar ne kılıçla ne hüccetle mukavemette bulunmaya elverişliydi.
2- Bununla beraber kendisiyle birlikte çocukları, akraba ve dostlarından alim olanlar, (araştırmacılarca bilindiği gibi) vasiyet tahsisinde ve açık nasların neşrinde, her zaman akıl ve hikmeti kullanmayı tercih ederlerdi. Vesselam. (Ş)
DİPNOT
1_Bunu, Mısır'a vali tayin ettiği Malik Eşter'le Mısırlılara gönderdiği
mektupta çok açık bir şekilde dile getiriyor: "Daha sonra Allah Teala Muhammedi (s.a.a) bütün insanlara doğru yolu göstermek için elçi olarak göndermiştir. O gidince Müslümanlar makam kavgasına düştüler. Allah'a yemin ederim ki, Arapların onun Ehl-i Beyt'inden /(as) şaşıp, bu görevi başkalarına verme ihtimalleri hiç hatırımdan geçmemişti. Hatta ondan sonra benden başkasına yöneleceklerini hiç düşünmemiştim. Ancak insanların filana biat etmeğe koşuşması beni ürkütmüştü. elimi tuttum, bir de baktım ki bir çok kimse İslam dininden dönüyor, Muhammed (s.a. a) dinini çökertmeğe kalkışıyor.
O anda İslam'ı korumaya yardımcı olmazsam, onda herhangi bir, çöküntü görmekten korktum. O zaman karşılaşacağım musibet, vilayetinizin sağlayacağı bir kaç günlük faydanın kaybından çok daha ağır gelecek. "
(*) Tövbe Süresi 97
Yorum