Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nehcul Belaga'dan Dersler

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Nehcul Belaga'dan Dersler

    Avrupa Alulbeyt Yayınları: 09

    درسهاى از نهج البلاغة


    Kitabın Adı:
    Nehcü’l Belağa’dan Dersler


    Telif:
    Kerim Uçar

    Tashih:
    Latif Yılmaztekin

    Basım Yılı: 2008


    Alulbeyt Publikation
    Imam Cafer Sadik Moschee e.V.
    Koloniestr. 106
    13359 Berlin
    Web: www.imam-sadik.de
    Tel: 0049 30-492 73 21
    Fax: 0049 30-499 978 38


    Nehcü’l Belağa’dan Dersler


    Kerim Uçar



    Önsöz
    Hamd Allah'a mahsustur ki övenler onu hakkıyla övemezler, sayanlar nimetlerini sayamazlar, çalışıp çabalayanlar hakkını eda edemezler. Salât ve selam âlemlere rahmet ve ümmete nimet olarak gönderilen Muhammed b. Abdullah’a ve Allah’ın salât ve selamı ümmetin imamı ve mürşidi, Mustafa’nın (Sallellahu Aleyhi ve Alihi ve sellem) vasisi Ali b. Ebu Talib ve onun on bir hak halifesi, âlemin kurtarıcısı, Gaim-i Al-i Muhammed İmam Mehdi'ye (Aleyhisselam) olsun!
    Değerli okuyucular Nehcü’l-Belağa dipsiz ve derin bir okyanustur. Zira insanlar bu okyanusun dibine indikçe onda kendilerini başarıya götürecek dersler, hikmetler ve nasihatler bulacaklardır. Zira 14 asırdan günümüze kadar Şia ve Ehlisünnet’in büyük muhaddisleri Hz. Ali'nin (Aleyhisselam) hikmetli buyruklarına çeşitli bakış açılarından yüzlerce cilt şerhler yazmışlardır.
    İmam Ali’nin (Aleyhisselam) sözleri her konuda mükemmeldir. İmam Ali'nin (Aleyhisselam) züht, hatırlatma ve sakındırma hususundaki sözleri çok ilginç ve dikkat çekicidir. Allah’ın sözünün altında, insan sözünün üstünde söylenmiş harikulade sözlerdir. Bu sözler üzerinde tefekkür edenler söz sahibinin züht dışında bir nasibinin ve ibadet dışında bir işinin olmadığı kanısına varacak, bazen de bu sözlerin sahibinin inzivaya çekilmiş veya bir dağın eteğine sığınmış biri olduğu hissine kapılırlar.
    Bazen de bu sözlerin sahibinin savaş meydanlarında kılıcını çekmiş, azgın boyunları vuran, ünlü kahramanları yere deviren ve kılıcından kan damlayan biri olduğu kanısına varır. Ama bu haliyle o zahitlerin zahidi ve kahramanların kahramanıdır. Hz. Ali (Aleyhisselam) tüm bu özellikleri mübarek vücudunda cem etmiştir. Bu da Hazretin o yüce ruhundan kaynaklanmaktadır. Nitekim Allah Resulü (Sallellahu Aleyhi ve Alihi ve sellem) onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Ben ilmin şehriyim, Ali'de onun kapısıdır.”
    Ve İmam Ali'nin (Aleyhisselam) kendiside şöyle buyurmaktadır: “Resulullah bana bin ilim kapısı öğretti, her bir kapıdan da bin kapı açıldı.”
    Elbette ki böyle bir zatın nasihati ve buyrukları kalbe ve ruha işleyecektir.
    Güzel Türkçemize şimdiye kadar çeşitli kitaplar kazandırılmıştır. Ne yazık ki bir şaheser niteliğindeki Nehcü’l-Belağa eseri üzerinde fazla çalışılmamıştır.
    Bizlerde bu değerli kitabın her yönüyle mükemmel bir kitap oluşundan istifade ederek o masum İmam'ın (Aleyhisselam) sözlerinden hayat dersleri almak için ve özellikle genç neslin o nurani buyruklarla tanışıp, yaşamlarını o zatın buyruklarına göre düzene koymaları ümidiyle âlimler ve fakihlerin özet yorum ve şerhlerini aktarmaya çalıştık.
    Aziz okuyucular bu eser değerli üstat Hüccetü’l-İslam Cevad Muhaddisi'nin eserlerinden esinlenerek birçok değerli usta kalemlerin kitaplarından yararlanılarak aylarca Berlin İmam Cafer Sadık (Aleyhisselam) Camii Cuma hutbelerinde işlendikten sonra genişletilerek kaleme alınmıştır.
    Elinizdeki eser güncel hayatta en çok karşılaşılan ve insanı saadet yollarına ileten ; “Akıl, Arkadaşlık, Dua, Ekonomi, İmtihan, İtidal, Namaz ve Tevbe” gibi konuların işlendiği toplam sekiz ana başlık halinde kaleme alınmıştır.
    Bu eserde maddi ve manevi yardımlarını bizden esirgemeyen Hacı Elif Cihan ve değerli hoca arkadaşlarım Latif Yılmaztekin ve Rahmi Onurşan'a teşekkür eder ve bu yolda attıkları başarılı adımlarının devamını yüce Allah'tan niyaz ederim.

    Kerim Uçar
    Muharrem 1429
    Mart 2008
    Berlin

    BİRİNCİ BÖLÜM
    AKIL
    Kimi zaman insan Allah’ın büyük nimetlerinden ve lütuflarından gafil olur. Akıl, insanları hayvanlardan ayırt eden ancak unutulan ve gaflet edilen en büyük nimettir. İnsanların ve hayvanların yaşantılarına şöyle baktığımızda aklın dışında yemek, içmek, şehvet, uyku vb. gibi özelliklerde eşit olduklarını görürüz. Rivayetlerde akıldan Allah’ın insanlara emanet verdiği batini peygamber ve hüccet olarak tabir edilmiştir. İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Allah, kendisine akıl emanet ettiği kimseyi, bir gün onunla kurtarır.”
    Allah ve peygamberlerin davetine icabet aklın ta kendisidir. Akıl, insanı kemal ve saadete götüren bir nur ve Allah'ın hüccetidir. İnsanlar akılarının ölçüsü kadar mükâfat ve cezaya tabi tutulacaktır. Allah insanlara akıl bahşettiği için onların boş amellerini ve yersiz davranışlarını kabul etmeyecektir. Dolayısıyla akıl sahibi bir kimseden de Allah'ın kendisine verdiği akılla ilahi nimetleri tanıyıp, şeytanı ve nefsini alt ederek kendi kendisinin rehberi olmasından başkada bir şey beklenmez.
    İmam Sadık (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “İlim müminin arkadaşı, hilim veziri, akıl ise amir ve komutanıdır.”
    Din ve mektepten uzaklaşıp cehalet, taassup, inat ve delalet bataklığına düşenler akıl nurunu söndürüp, nefislerini kendilerine önder edinerek ömür sermayelerini boş harcayıp, zarar eden kimselerdir.
    İhtiyar ve iradelerini aklın emrine verenler ise batınlarındaki hazineleri akıl nuruyla çıkararak saadet yoluna koyulup ilahi nimetlerden istifade eder ve ebedi nimetlere doğru yol alırlar.
    AKIL BÜYÜK SERMAYE
    Bazıları akıl dışında her malı ve serveti sermaye zannetmektedirler, dolayısıyla akıl vasıtasıyla kemal ve refah içinde yaşamak için de bu büyük servete yatırım yapmamaktadırlar. Onlara servet ve mal nedir diye sorulduğunda banka hesabındaki nakit paralar, araziler, arabalar vs. şeylerden haber verirler, ancak bunları kazanan ve idare eden akıl sermayesinden ise gafil ve habersizdirler.
    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Akıldan daha faydalı bir mal yoktur.”
    Hz. Ali (Aleyhisselam) bu buyruğunda aklı önemli bir sermaye ve en karlı kazanç olarak tanımlamıştır. Bir başka buyruğunda aklın zıddını ahmaklık olarak zikretmiştir; “En büyük zenginlik akıl, en büyük fakirlik ise ahmaklıktır.”
    Yine bir başka hadiste şöyle buyuruyor; “Akıl gibi zenginlik, cehalet gibi yoksulluk yoktur.”
    Bu buyruklara baktığımızda şunu anlıyoruz ki cahiller ve ahmaklar her ne kadar mal ve servete sahip olsalar da hakikatta fakirdirler. Malları ve servetleri bir gün aleyhlerine dönecektir.
    Şair şiirinde ne de güzel ve yerinde demiş: “Ya Rabbi! Akıl verdiklerine neler vermemişsin ki? Akıl vermediklerine de ne vermişsin ki?”
    Akıl sermayesi bazen aşikârdır, bazen de insanın batınında tıpkı bir hazine gibi saklıdır. Bu yüzden insan aklın üzerini kaplayan toz ve toprakları temizleyerek onu açığa çıkarmalıdır.
    Peygamberlerin önemli görevlerinden biri de şehvet, gaflet, cehalet ve bağnazlıklar altında tozlanan bu büyük nimeti onların altından çıkarıp, temizlemektir. İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Allah’ta onlara elçiler gönderdi ve insanlardan fıtri sözleri unutmamalarını istemek, insanlara unuttukları nimetini hatırlatmak, davetle hücceti tamamlamak, aklın definlerini ortaya çıkarmak ve onlara kudret ayetlerini göstermek için kesintisiz nebiler gönderdi.”
    Bu hazine ve sermayeyi keşfedip, çıkarmayanlar bir ömür bu büyük yardımcı sermayeden mahrum kalarak sefilce yaşamaktadırlar.
    Nebilerin işi insan vücudundaki tarlayı kazarak onda saklı olan hazine ve cevherleri ortaya çıkarmaktır. Bu yolda nebilere tabi olmak bu hazinenin bulunmasında büyük rol oynamaktadır. Zira nebiler ve resullere tabi olanlar tıpkı Salman, Ebuzer, Mikdad ve Ammar'lar gibi o hazineyi keşfedip, ortaya çıkarmışlardır.
    Beşerin bunca maddi ve manevi zararları onların akılsızlıklarından mı, yoksa onu keşfedip ortaya çıkarmamalarından mı kaynaklanmaktadır?
    Keşke insanlar peygamberlere tabi olarak bu hazineleri keşfedip hidayet olsaydılar.
    AKLIN ÖZELLİKLERİ
    1) Akıl en büyük kalkandır; Rivayetlerde akıl, hidayet çırağı, keskin kılıç ve güvenilir bir müşavir sıfatlarıyla tanımlanmıştır. Buda aklın ne kadar önemli olduğunun göstergesidir.
    İnsandaki akıl, nefis mücadelesine karşı oldukça etkili ve aynı zamanda da çok tehlikelidir. İnsan, akıl ve şehvetten meydana gelmiş bir yaratıktır ve her birinin kendine has çalışkan ve aktif askerleri vardır.
    İmam Ali (Aleyhisselam) aklı keskin bir kılıca benzeterek şöyle buyuruyor; “Akıl keskin bir kılıçtır, heva ve hevesini akılla öldür.”
    Akıl ve nefis savaşında şehvetin galip gelmemesi için akılı devamlı zinde tutmalı, nefsi öldürmeli ve ona fırsat verilmemelidir. Nefis ne kadar kontrol altında tutulursa akıl bir o kadar sağlıklı olur ve huzur bulur.
    İmam Ali (Aleyhisselam) başka bir hadiste şöyle buyuruyor; “O, salihler aklını diriltmiş, şehvetlerini öldürmüşlerdir.”
    Hazret, gerçek muttakilerin sıfatını sıralarken şöyle beyan etmiştir; “Onlar, şehvetleri ölmüşlerdir.”
    Yani muttakilerin akılsal özellikleri onların hayvani özelliklerine hâkim olmuştur.
    Eğer insan akıl kılıcıyla o yedi başlı nefis canavarını öldürmezse, o canavar aklı öldürerek devre dışı bırakacaktır.
    2) Akıl en güzel nasihatçidir; Eğer insan samimi bir şekilde gerçekten de yapacağı işlerde akılla istişare ederse akıl onu hiç bir zaman yanıltmaz ve aldatmaz.
    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Akıl kendisinden öğüt isteyene ihanet etmez.”
    Bu emin ve güvenilir nasihatçi, gerçekleri olduğu gibi doğru bir şekilde insana aktarmaktadır, aklın nasihatinden yüz çevirip nasibini almayanlar büyük zarar ve hüsrana uğramışlardır. Kur'an Kerim kıyamette cehennem ehlinin kavliyle şöyle buyuruyor “Ve şayet (peygamberlere) kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık! Diye ilave ederler.
    3) Akıl iyilikleri ve hakikatleri gösteren bir aynadır: Onu kırıp, tozlandırmamak ve nefsin esaretine terk etmemek şartıyla görevinde hiç bir aksaklık yapmaz.
    4) Akıl rehber ve mürşittir: Yüce Allah saadet ve dalalet yollarını peygamberlere akıl ve vahiy yoluyla bildirdi. “Dinde zorlama yoktur” ayeti insanın yol seçiminde bilinçli olarak özgür olduğunu vurguluyor. İnsan eğer bağnazlıktan uzak doğal bir seçim yapmak istediğinde aklın sözlerine kulak verirse saadet ve Allah'a giden yola hidayet olur.
    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyurmaktadır; “İnsanın en üstün nasibi akıldır, zelil olsan akıl onu aziz yapar, düşerse kaldırır, saparsa kurtarır, konuştuğunda akıl onu yönlendirir.”
    İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor; “Aklından, doğru yolu batıl yoldan ayıracak kadarı sana yeter.” Aklın en küçük hizmeti insanı başıboş yolda bırakmamasıdır ve onun rehberliğini kabul edip etmemekte insanın kendisine bırakılmıştır.
    Nizami Gencevi ne de güzel demiştir;
    “Can, çırağdır, akıl ise yağıdır.
    Akıl candır, canımız ise onun tenidir.
    Akıl ve can Allah'ın nimetleridir.
    Can daima akılla zindedir.”
    Kim akıldan medet ve yardım dilerse ona yardım eder.
    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Kim aklından yardım isterse akıl ona yardın edecektir.”
    5) Akıl Hatırlatıcıdır: Allah'ı anmak kalbe safa ve nuraniyet bahşederek aklı ilahi ilhamlara amade eder. Zikir ile batına safa vermek ve kalbi cilalamak aktif bir aklın belirtisidir.
    İmam Ali (Aleyhisselam), Allah’ın kendilerine sırlarını açtığı salih kulları överken şöyle buyuruyor; “Allah'ın fikirlerine ve akıllarına ilham ettiği, akıl ve düşünceleriyle konuştuğu kullar var olmuştur. Bunlar, gözlerindeki, kulaklarındaki ve kalplerindeki uyanış nuruyla aydınlanmışlar ve Allah'ın günlerini hatırlamışlardır.”
    Hz. Ali'nin (Aleyhisselam) bu buyruklarından da anlaşıldığı gibi eğer akıl, nefsanî tutkuların esaretinden kurtulup, özgürce görevini ifa ederse nefis karşısında keskin bir kılıç, güvenilir bir müşavir, gerçeği yansıtan bir ayna, insanları gafletten uyandıran bir hatırlatıcı, insanın batınında ilahi bir nur ve öğretmen olarak doğru yolu gösterir. Ancak bunun bir şartı vardır; unutmamak gerekir ki onun önünde samimi ve edepli bir şekilde diz çöküp irşat ve emirlerine kulak verilmelidir.
    AKLIN SINIRI
    Akıl insanın hidayet meşalesi olmasına rağmen bazı konularda yetersiz kalabilmektedir. Aklın yetersiz kaldığı konulardan biri de Allah’ın zatını tanıma konusudur.
    Allah'ın bir mahlûku olan akıl, sınırlıdır, bu aklı insanlara veren Allah ise sınırsızdır, bizim düşüncelerimizin ve idrakimizin üstündedir. Dolayısıyla da sınırlı bir varlık ve akılla, sonsuz ve sınırsız bir yaratıcıyı tanımak olanaksızdır.
    Adamın biri Hz. Ali'ye (Aleyhisselam) Allah’ın gözlerle görülmesini sorunca şöyle buyurdu; “Allah'ın azametini aklınla ölçmeye kalkışma, sonra helak olanlardan olursun.”
    Yine bir başka yerde şöyle buyurmuştur; “Akılları sıfatlarının sınırlarından haberdar kılmamıştır.” ( zira sıfatları da zatı gibi sınırsızdır)
    Yine aynı hutbede şöyle buyuruyor; “Şüphesiz akıllara sığmayan, dolayısıyla da düşünce esintileriyle nitelendirilmeyen Allah sensin.”
    Hazret bir başka hutbesinde Allah'ı şöyle vasfetmektedir; “Akıllar, O'nu sınırlarıyla kavrayamazlar ki, bir şeye benzetebilsinler.”
    İmam Ali (Aleyhisselam)bir diğer yerde de şöyle buyuruyor; “Ey Rabbim! Putlarına benzeterek sana eş koşanlar, vahimleriyle sana yaratılmışların elbisesini giydirenler, zanlarıyla seni cisimler gibi parçalara ayıranlar ve kusurlu akıllarıyla seni de yaratıkların gibi farklı kuvvelerin bileşiği bilenler yalan söylemiştir.”
    Nehc'ül-Belaga’da bu tabirlere benzer onlarca beyan göze çarpmaktadır:
    “Akıl, evi yabancıların girmesinden koruyan evin önündeki bekçi misalidir”.
    “Akıl, evin dış kapısındaki halka gibidir.”
    “Evin içindekilerden de bihaberdir.”
    Aklın Allah konusundaki idraki onun nişanelerindendir ki akıl, o nişaneler ve ayetlerle Allah’a yönelir ve âlem baştanbaşa Allah'ın nişane ve tecellileriyle doludur.
    İmam Ali (Aleyhisselam) Allah'ı vasfedereken şöyle buyuruyor; “Bizlere gerçekleşecek olan kazası ve sağlam tedbirinin alametlerini göstererek akıllara zahir olmuştur.”
    İmam Ali (Aleyhisselam) bir başka hutbede de Allah'ın güç ve kudretini yaratıklarıyla beraber akıllar için tecelli yeri olduğunu buyurmaktadır. Aklın idraki ise kalp gözüyle her yerde Allah’ın azamet ve kudretini bu nişaneler ve ayetlerle görmesidir.
    İdraki sınırlı olan aklın algılayamadığı şeylerden biride “ölümdür.” İmam Ali (Aleyhisselam) hutbelerinin birinde Tekasur suresini okuduktan sonra kıyamet ve ölümün insan üzerindeki ektilerinden bahsederken şöyle buyuruyor; “Kuşkusuz ki ölümün izah edilmeyen ve dünya ehlinin akıllarına ve hayallerine bile getirmeleri imkânsız olan daha nice zorlukları ve sıkıntıları vardır.”
    İmam Ali (Aleyhisselam) bir başka hutbede de tavus kuşunun yaratılışı ve Allah'ın kudret kalemiyle üzerine nakşettiği o renkler ve güzelliklere değinerek Allah'ı tespih ve tenzih ederek şöyle buyuruyor; “Hâlbuki en küçük bir parçası derin düşünceli insanları derken acze düşürmüş ve vasfedenlerin dilini güçsüz kılmıştır. Tavus kuşu gibi bir hayvanı düşünmekten aciz bırakan Allah ne de münezzehtir. Hâlbuki onu bir sınırla sınırlamış, vücuda gelmiş, az bir endam ile terkip bulmuş ve renklendirmiş olarak gördükleri halde sıfatlarını beyan noktasında dilleri aciz bırakmış ve bu hayvanın vasfını şerh etmekten mahrum bırakmıştır.”
    Allah'ın mazharı kudretinde olan hayvanlardan biride “sivrisinektir.” İmam Ali (Aleyhisselam) hutbelerinin birinde sivrisineğin yaratılışı ve tüm kudretlerin onu yaratmaktan aciz olduğunu beyan ederken şöyle buyuruyor; “Bütün hayvanlar, kuşlar, dört ayaklılar, ahırda veya meralarda otlayanlar, akıllı ve akılsız her çeşit ve her sınıftan canlılar, bir sivrisineği yaratmak için birleşseler, onu yaratmaya güç yetiremezler.”
    Fakat insan aklını kullanarak Allah'ın sıfat ve ayetlerini tanıyabilir ve bu vesileyle de Rabbine ulaşabilir.
    AKLIN NİŞANELERİ
    Akıl herkesin sahip olduğunu iddia ettiği bir varlıktır ve hiç kimse akılsızlık sıfatıyla anılmak istemez. Bu da aklın ne kadar büyük ve önemli bir nimet olduğunun göstergesidir.
    Ancak gerçek aklın nişaneleri nelerdir? Aklı hangi yollarla tanıyabiliriz? Ve akıllı bir insanın ne gibi özelliklere sahip olduğunu nasıl anlayabiliriz?
    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor;
    “İnsanların aklı altı şey ile denenir:
    1-Öfke anından tahammül
    2-Korku anında sabır
    3-Meyl anında niyet
    4-Her halükarda ilahi takva
    5-Güzel geçinme
    6-Kavganın azlığı.”
    Herkes kendi değer ve şahsiyeti doğrultusunda hareket etmelidir. İnsanlar amel ve kendilerine yakışır hareketleriyle tanınmaktadırlar.
    İmam Ali (Aleyhisselam) akıllı bir insanı şöyle bizlere tanıtmaktadır; “Akıllı insana malı ile halkın övgüsünü kazanıp, kendini nefsinin isteklerinden alıkoyması yakışır.”
    Bir başka yerde şöyle buyuruyor; “Akıllıya yaraşan ahireti için bir şeyler göndererek kalıcı yeri abat etmesidir.”
    Bu konuda İmam Ali'nin (Aleyhisselam) hikmetli buyruğu yolumuza ışık tutarak, bizlere rehberlik etmektedir. Dolayısıyla akıl ve nişanelerini İmam Ali'nin (Aleyhisselam) buyrukları doğrultusunda inceleyeceğiz.



    #2
    Ynt: Nehcul Belaga'dan Dersler

    1) Dile Hâkim olmak
    İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor; “Akıllı, dilini bağlayan kimsedir.”
    “Az konuşmak, boş ve düşünmeden konuşulan sözlerden kaçınmak aklın nişanelerindendir.”
    Dolayısıyla akıllı insan çok konuşmaz, konuştuğunda da faydalı ve mantıklı konuşur.
    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Akıllının dili, kalbinin arkasındadır, ahmağın kalbi ise dilinin arkasındadır.”
    Seyyid Razi (r.a) şöyle diyor; “Bu çok değerli ve ilginç sözlerdendir. Çünkü akıllı insan istişare etmeden ve düşünmeden diline geleni söylemez. Ama ahmak adam, düşünmeksizin ve dikkat etmeksizin diline gelen her şeyi söyler. O halde akıllının dili kalbine, ahmağın kalbi ise diline tabidir.”
    Aynı tabire yakın anlamda İmam Ali'nin (Aleyhisselam) bir başka buyruğunda şöyle nakledilmiştir; “Ahmağın kalbi ağzında, akıllının dili ise kalbindedir.”
    Akla uygun olan şey mantıklı, az konuşmak, boş ve faydasız konuşmalardan sakınmaktır. Akıl susmak gücüne sahiptir ve susması da tefekkürüne zemin hazırlar.
    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Akıl tamamlandığı zaman, konuşma azalır.”
    Arifler ve seyr-i süluk ehlinin nefis tezkiyesindeki tavsiyeleri şudur; insan diline hâkim olmalı ve boş sözlerden kaçınmalıdır.
    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle nasihat etmektedir; “Tek dili olan herkes, dilini korumalıdır. Çünkü bu dil sahibine asidir. Allah'a andolsun ben, dilini korumadıkça sakınan kula bu sakınmasının fayda verdiğini görmedim. Müminin dili, kalbinin arkasında, münafığın kalbi ise dilinin arkasındadır. Mümin, bir söz söylemek istediğinde kendi kendine düşünür, hayırsa söyler, şer ise vazgeçer. Münafık ise, kendine ne getireceğini, ne götüreceğini düşünmeden diline geleni söyler.”
    2) Sır Saklamak (Sırdaş)
    Sır, ister insanın kendisine ait olsun ister başkasına onun korumak ve saklamak akıl ve akıllı insanların sıfatlarındandır. İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Akıllının sinesi, sırrının sandığıdır.”
    Akıl farkındadır ki sır ağızdan çıktımı artık sır olmaktan çıkar. Kendi sırrına sahip olamayan insanın bunu başkalarından beklemesi yersiz bir beklentidir. İnsanın en iyi sırdaşı kendisidir. Zira İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Kişinin sırrını, en iyi kendisi korur.”
    Yine Hazret bir başka yerde şöyle buyuruyor; “Konuşmadığın sürece söz senin esirindir, söylediğin zaman sen onun esiri olursun. O halde altın ve gümüşü koruduğun gibi, dilini de koru.”
    Dolayısıyla diline hâkim olmayıp, sırrını açan kimse akıllı değildir.
    3) Tecrübe Edinmek
    Tecrübenin ilmin üstünde olduğu yaygın bir söylentidir. Çünkü insan, ömrünü sıcak, soğuk, acı, tatlı, iniş ve çıkışların olduğu bir dünyada belirtilen bu şeyleri bizzat tecrübe ederek geçirmektedir.
    Akıl ise kendi ve başkalarının tecrübelerinden faydalanıp, onu korumayı insana emretmektedir. Çünkü akıl insanı büyük belalara maruz kalmaktan ve gaflete düşmekten kurtarmaktadır.
    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Akıl, tecrübeleri korumaktır. En hayırlı tecrübe ise sana öğüt veren tecrübedir.”
    Bir insanın hayatındaki tekrarladığı hatalar ve yanlışlıklar onun hem kendi ve hem de başkalarının edindiği tecrübelerden ders çıkarmamasından kaynaklanmaktadır.
    4) Tedbirli Olmak
    Akıllı insan ömründen doğru bir biçimde yararlanmak, hedefine ulaşmak ve o değerli sermayesini boşa harcamamak için yaşantısını tedbir ve düzenli bir program üzerine kurarak ömrünü heder edecek her türlü işten sakınır.
    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Tedbir gibi bir akıl yoktur.”
    Akılı uzağı gören, akıbeti düşünen bir dost olarak algılayabiliriz ve akıl tedbiriyle insanı kuruntu, çıkmaz ve şüphelerden kurtarır. Çünkü akıl tedbiri kontrollü ve doğru kullanarak çıkmazlardan ve kuruntulardan arınabilir ve akıl tedbir sayesinde olayları doğru tanıyabilir ve sağlıklı bir şekilde analiz edebilir. İnsan, tedbirli, programlı ve hesaplı düşünüp ve hareket ettiği takdirde yaşamı boyunca hiçbir zaman aldığı kararlardan pişmanlık duymayacaktır.
    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Akıllı insan sadece üç şey için yolculuk eder; geçimini sağlamak, ahiret yolunda adım atmak ve haram olmayan lezzetten yararlanmak için.”
    5) Dünyaya Düşkün Olmamak
    Aslında dünya kendi başına kötü değildir, bilakis insanı ahiret saadetinden, maneviyat ve kemallerden alıkoyan dünya sevgisi kötüdür. Şüphesiz ki dünya fani ve geçicidir hiç kimseye de vefa etmemiştir. Fani olmak dünyanın özelliğidir. Akıllı insan dünyayı iyi tanıdığı için onun süslerine ve geçici nimetlerine aldanmıyor.
    Bakınız İmam Ali (Aleyhisselam) dünya hakkında ne kadar güzel bir benzetme yapmıştır; “Dünya zehirli bir yılan gibidir, derisi yumuşak, ama içinde öldürücü zehir vardır, aldanan cahil ona doğru yürür, akıl sahibi ise ondan uzaklaşır.”
    Dünya ehli ve düşkünleri akıllarını kullanıp fani dünyayı kalplerinden söküp atmazlar ve bir ömür dünyaya hizmet ve kölelikten sonra güvenip bel bağladığında da dünya onlara vefa etmez.
    6) Öğüt Almak
    Akıllı insan kalbini ve kulaklarını öğütlere açan kimsedir. Nasihatten yüz çevirenlerin ve ondan ders çıkarmayanların ise hayvanlardan farkları yoktur.
    İmam Ali (Aleyhisselam) bu konuda şöyle buyuruyor; “Sakın musibete uğramadıkça nasihatten faydalanmayanlardan olma! Akıllı olan, nasihatten öğüt alır ve yola gelir, hayvanlar ise ancak dayakla uslanır.”
    7) Sevgi Ve Muhabbet
    İnsan toplumsal bir varlık olduğu için birlik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışmaya ihtiyacı vardır. Muhabbet ve sevgi insanları birbirlerine yakınlaştırır ve gönülleri kaynaştırır. Dikenler ancak sevgiyle güle dönüşür. Akıllı kimseler devamlı bu nimetten yararlanarak yeni dostlar kazanırlar ve gönülleri fethederler. Yüce İslam dininin özü sevgiden ibarettir. İslam dininde sevgiden daha yüce ve kutsal bir ibadet yoktur.
    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Dostluk aklın yarısıdır.”
    Akraba ve insanlara karşı sevgi beslemek ve onlara saygı göstermek insanın toplumsallaşma yönünü takviye eder ve ayrıca bu her insanın toplumdaki ahlaki vazifelerinin başında yer alır. Bunların meyvesi ve yararı da şahısın kendisine döner. Gönüllere muhabbet ve sevgi tohumları eken akıl sahipleri bu tohumların meyvesini en iyi şekilde elde ederler.
    İmam Ali (Aleyhisselam) akrabalara ikram konusunda şöyle tavsiyede bulunuyor; “Soyuna ikramda bulun; onlar senin kanatlarındır, onlarla uçarsın, bağlı olduğun kökündür, saldırıya geçtiğin ellerindir onlar.”
    Hazret, bir başka nasihatlerinde şöyle buyuruyor; “Her kim akrabasından el çekerse onlardan bir el çekilmiş olur, ama kendisinden birçok el çekilmiş olur.”
    8)Hikmet
    Hikmet, her şeyi yerinde ve zamanında yapmaktır ve bu ise aklın bir başka nişane ve delidir.
    İmam Ali'ye (Aleyhisselam) akıllı kimseyi tarif et dediklerinde şöyle buyurdu; “Akıllı, her şeyi layık olduğu yere koyandır.”
    İmam Ali’ye (Aleyhisselam) şimdi de cahili bizlere tarif et dediklerinde “Akıllıyı tarif ettiğimde cahili de tarif ettim” buyurdu. İmam Ali’nin (Aleyhisselam) bu buyruğu genel ve kapsamlı bir sözdür. Yani güzel ve hoş bir sözü gerektiği yerde söylemek akıllılık, sözü yersiz ve düşünmeden söylemek ise aptallıktır. Yerinde ve zamanında yapılan tevazu akıllılık, yersiz ve zamansız yapılan tevazu da cahilliktir. Bu konuda örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür.
    AKLIN AFETİ
    Akıl ayna olsa da bazen paslanabilir ve üzerini tozlar kaplayabilir. Hidayet edici ve iyi bir kılavuz olsa da bazen nefsin kölesi olabilir ve insanı büyük yıkımlara sürükleyebilir.
    Akıl tıpkı pusula gibidir normal ve doğal olarak işlevini yapıp, yol göstermektedir, ancak bazen çeşitli nedenlerden dolayı insanı yanıltabilir.
    Konu aklın bu afetlere duçar olarak doğru ve Sırat-ı Müstakim’den ayrılmasıdır. Akla musallata olarak, onu devre dışı bırakıp, işlevini yitirmesine neden olan birçok afet vardır. Ancak biz burada imam Ali'nin (Aleyhisselam) Nehcü’l-Belaga’da akıl için buyurduğu afetlerden birkaçını zikretmekle yetineceğiz. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyenler ahlak ve hadis kitaplarına müracaat edebilirler.
    1)Uzun Arzular
    İnsan her ne kadar uzun arzularla yaşasa da bazen bu uzun arzular onu gerçekleri görmekten alıkoyarak rüya âlemine götürür. Dolayısıyla da akıl hakikatleri teşhis etmekten aciz oluyor. İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyurmaktadır; “Biliniz ki uzun arzular aklı yanıltır ve zikri unutturur.”
    İmam Ali (Aleyhisselam) bir başka yerde de insanları nefsin tehlikelerinden uyarmış ve onları nefislerine tabi olmalarından ve uzun arzulara kapılmalarından korkutmuştur.

    2) Nefsanî İsteklere Esir Düşmek
    Akıllı insan nefsanî isteklerini alt eden kimsedir. Eğer nefsanî istekler ve tutkular insana galebe edip, kalbini ele geçirirse akıl devre dışı kalır ve işlevini yitirir. İmam Ali'nin (Aleyhisselam) tabiriyle top rakibin eline geçer. Bu konuda İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyurmaktadır; “Nice akıllı insanlar vardır ki nefsanî isteklerine esir düşmüşlerdir.”
    Akıl, nefsanî arzuların ve tutkuların esiri olursa işlevini kaybeder ve artık doğruları yanlışlardan ayırt edemez. Esaret altında bulunanın boyun eğmek ve teslim olmaktan başka bir çaresi var mıdır?
    Şair ne kadar güzel demiştir; “Nefsanî arzular amir olursa, akıl ve din memur olur.”
    İmam Ali (Aleyhisselam) Kadısı Şureyh b. Haris'in gösterişli ve pahalı bir ev satın aldığını işitince onu huzuruna çağırdı ve şöyle buyurdu; “O gösterişli eve ahirette daha çok ihtiyacın olacaktır. Dünyanın süslerine gönül bağlayanlar ve ona aldananlar çok yakında hesaba çekilecek ve karşılıklarını göreceklerdir.” Sonra da şöyle buyurdu; “Nefsanî isteklerin ve dünyanın taallûkatından kurtulmuş akıl buna şahadet eder.”
    Nefsanî tutkuların esaretinden ve dünyanın kölelik zincirlerini koparıp özgürlüğe kavuşan akıllar öğüt alırlar. Ey ahiret kervanının yolcusu! Kır o esaret zincirlerini, kulak ver masumların, Salihlerin ve büyüklerin öğütlerine.
    3) Şehvet Ve Aşk
    Şehvet, cinsel ve nefsi isteklere denir. Dünya, mal, eş, evlat, makam ve sevgide aşırılık aklın doğru ve sağlıklı düşünüp, karar vermesini olumsuz yönde etkilemektedir. Belirtilen bu şeylerde ölçü ve denge gözetilmezse insan maslahat ve hakikati nefsinin sevdiği şeyler üzerine bina eder.
    İmam Ali (Aleyhisselam) dünyaperestleri kınarken şöyle buyuruyor; “Sevdikleri şey gözlerini körleştirmiş, kalplerini hasta etmiştir. Artık sağlıksız bir gözle bakmakta ve iyi duymayan bir kulakla işitmektedirler. Hevesleri akıllarını çelmiş, dünya kalplerini öldürmüştür.”
    Bu şehvetler ve nefsanî istekler insanın kalbini çeler ve onu büyük mürşit ve kılavuz nimetinden (akıl) doğru biçimde yararlanmaktan mahrum eder.
    “Meczup, deli bir tutsak gibi kalbini aşka kaptırır
    Akıllı ise iradesini kalbine vermez.”
    Kontrollü ve dengeli bir aşk ve şehvetin hiç bir zararı olmaz. Şehvetler ifrat mertebesine ulaşıp, insanı mabudundan alıkoyarsa aklın afeti olur. İsteklerde ölçülü ve dengeli olmak aklıselim insanların yoludur.
    4)Tamah, Hırs
    İnsandaki hırs, eğer hakikat ve maslahatların önüne geçerse akıl ve kalp gözünü kör eder. İmam Ali (Aleyhisselam) bu konuda şöyle buyuruyor; “Akılların en çok ölüm yerleri, tamah ve arzularının şimşekleri altındadır.”
    Bu gibi yerlerde akıl devre dışı kalıp, işlevini tam anlamıyla gerine getirmediği için öldürücü tamah şimşeklerin hedefi olur.
    Tarih sayfaları makam ve şehvet hırslarına esir düşmüş ve tutkularının kölesi olmuş insanların ibret verici olaylarıyla doludur. Bu konunun en belirgin örneği Ömer b. Sa’d’ın (Lanetullahi aleyh) Rey Şehrinin hükümdarı olma hırsıyla kanlı Kerbela faciasını yaratması ve bu uğurda elini temiz kanlara bulamasıdır.
    Bu yüzden aklın doğru düşünmesi ve sağlıklı karar vermesi için tamah ve dünya hırsından kurtulması gerekir. Dünya tutkusu ve hırsı nicelerini hırsızlığa ve cinayetlere sürükleyerek onlar için kötü akıbetler hazırlamıştır.
    Şairin dediği gibi:
    “Akıllı kimse kendi ayağıyla zindana gitmez, bilakis onu zindana götüren tamahıdır.”
    5) İblise Kulluk
    Bazen iblis insana vesvese ederek aklını çeler, eğer bu değerli emanet insanın elinden çalınırsa işte o zaman her türlü günah ve cinayet insan için normal bir hale gelir.
    İmam Ali (Aleyhisselam) “el-Kasia” (hakir görme) hutbesinde insanların kibirlerinden inatlarından bahsederken onların bu kötü sıfatları şeytandan miras aldıklarını vurguluyor; “İblis onları sapıklık binekleri ve insanların üzerine saldığı ordu edinmiştir. İblisin tercümanıdır onlar, onların dili ile konuşur. Böylece akıllarınızı çeler, gözlerinize girer, kulaklarınıza fısıldar.”
    6) Şaka Ve Mizah
    İslam dini kaba, itici ve ruhsuz bir din olarak tanınmasın diye şaka ve mizah müminin güzel ahlakından sayılmıştır. Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt İmamları (a.s) gibi büyük din önderlerinin siresinde de yerine göre şaka ve mizah yaptıkları göze çarpmaktadır. Diğer taraftan yersiz şakaların ve mizahın kalbi karartıp, öldürdüğü nakledilmiştir.
    “Şakadan kaçın ey akıl sahibi, şaka seni küçük düşürür”.
    Şüphesiz ki yüce İslam dininde mümini küçük düşürmek, Allah'tan gafil olma, günaha düşme ve aşırıya kaçılan türden şakalar ve mizahlar kınanmıştır.
    İmam Ali (Aleyhisselam) şakanın akıla verdiği zararı şöyle beyan etmektedir; “Şaka yapan, aklının bir parçasını dışarı atmış olur.”
    Çünkü yapılan şakaların geneli küçümseme ve istihza içeren türdendir. Bu tür şakalar ise düşmanlık ve nefret doğurmaktadır.
    7) Gurur ve Kibir
    Kendini beğenmek aklın afetidir. Çünkü kibirli ve kendini beğenen kimseler insanların nazarında saygınlığı olmayan ve kişilikleri oturmamış kimseler olarak telakki edilirler.
    İmam Ali (Aleyhisselam) buyruğunda kibri aklın hasedi olarak tanımlamıştır; “Kişinin kendisini beğenmesi, aklının kıskançlıklarındandır.”
    Kıskançlık insanın kemal ve saadetine gölge düşüren büyük bir engeldir. Bu hastalığa müptela olan kimse aslında saadet ve kemal yolunda bir adım dahi ilerleyememiştir.
    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Kendini beğenmek, hakikatin düşmanı ve aklın afetidir.”
    İmam Ali (Aleyhisselam) valisi ve yakın ashabı Malik Eşter'e yazdığı mektupta gurur ve kibrin akla verdiği zarara dikkat çekmiş ve şöyle buyurmuştur; “İçinde iktidarından dolayı kibir ve gurur gibi duygu ortaya çıktığı zaman senin üzerinde olan Allah'ın mülkünün azametini düşün ve senin güç yetiremediğini gör. Bu tamahından dolayı isyan edip, serkeşlik eden nefsini yatıştırır, gururunu ve kibrini yok eder ve kayıp olup giden aklını da başına getirir.”
    Hazretin bu güzel beyanı saltanat ve makamın vermiş olduğu gurur sarhoşluğunun ve kibrin nasıl insanın aklını çelip devre dışı bıraktığının açık bir nişanesidir. Allah'ın azamet ve kudretine teveccüh ise yitip, kaybolan aklın tekrar yerine gelmesinin delilidir.
    8) İçki İçmek
    Alkol ve sarhoş edici şeyler aklın fonksiyonunu yitirmesine neden olduğu gibi içki, insanların nesillerinden dünyaya gelen çocukların zihinsel özürlü olmaları gibi tehlikeli sonuçlar da doğurur.
    Yücel Allah'ın her bir emri hikmet ve maslahat üzeredir. Alkol ve sarhoş edici şeyler akıl fonksiyonunu yitirip, insanı Allah ve Kur'an’dan uzaklaştırmasın diye haram kılınmıştır. Malumdur ki sarhoş insanlarda alınan zararlı maddeler yüzünden akıl işlevini doğru bir biçimde yerine getiremez. Dolayısıyla içki ve madde bağımlılarının işlemiş oldukları cinayetler herkes tarafından bilinmektedir.
    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Yüce Allah alkol ve sarhoş edici şeyleri aklın korunması için haram kıldı.”
    Alkol ve içkinin insan aklına verdiği zararlar, sarhoş kimselerin hem rablerine hem de topluma karşı işledikleri günahlar her akıl sahibi tarafından tasdik edilmektedir. Tarih boyunca hiçbir akıl sahibi bunların faydasının olduğunu savunmamıştır. Sarhoş edici şeyler ve içkiler insanın aklının zail olmasına neden olur. Aklı başında olmayan kimse korkunç cinayetler işler. Nitekim televizyon, radyo, gazete ve dergi gibi çeşitli basın yayın organlarından bu konu hakkında yeterli derecede üzücü olayları işitmekteyiz.
    9) Yoksulluk
    İnsanın dini inancına ve aklına zarar veren bir diğer şeyde yoksulluktur. İmam Ali (Aleyhisselam) oğlu Muhammed b. Hanefiye’ye şöyle buyuruyor; “Oğlum, fakirliğe düşmenden korkarım. Ondan Allah'a sığın, çünkü fakirlik, dini noksanlaştırır, aklı şaşkınlığa düşürür, düşmanlığa sebep olur.”
    Hazret bir başka hikmetli hadisinde şöyle buyuruyor; “Fakirlik, akıllı insanın kanıtını sergilemede dilsiz etmektedir.”
    Yine bir başka hadiste şöyle buyuruyor; “Zenginlik gurbette vatandır, fakirlik ise vatanda gurbettir.”
    Her halükarda fakirlik aklın sağlıklı düşünmesine engel olur. Aklın sağlıklı düşünebilmesi için maddi sorunlardan uzak tutulması gerekir.
    Peygamberler aklın nefse galip gelmesi için gönderilmişlerdir. Akılla nefsin savaşında nebiler aklın cephesinde yer almışlardır. Dolayısıyla bu konuda bütün peygamberlere minnettarız. İnsanın ruhu akıl kanadıyla uçar, cehalet ise ruhu öldürerek, karanlığa hapseder. Atasözlerinde de akıllı düşman cahil dosta tercih edilmiştir. Çünkü cahil dost yardım etmek isterken insana zarar vererek gaflete sürekler. Akıllı düşman ise insanın aklını kullanmasına vesile olur, insan akıllı düşmanın hileleri karşısında aklını kullanarak tedbirler üretir. İnsanı diğer mahlûkata üstün kılan şey aklıdır. Bütün güzellikler, makamlar, iktidar ve maneviyat ancak akıl yoluyla elde edilir, zikredilen bu sıfatların tamamı akıllı insanda mevcuttur.
    İmam Ali(Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Aklın güzelliği, zahirin de batınında güzel olmasıdır.”
    Bu değerli nimete sahip olanlar manevi güzelliğe daha yakındırlar, bu nimetten yoksun olanlar ise bedbaht kimselerdir.
    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Kötü kişi, aklın ve tecrübenin getirdiği faydadan mahrum kalan kişidir.”
    Ne olursa olsun insan ümitsizliğe kapılmamalıdır. Eğer insanın fıtrat aynası tozlanmamış ve kendini gaflet pençelerinden kurtarırsa bir gün o batini peygamber yani akıl elinden tutarak onu saadet yoluna iletecektir.
    İmam Ali (Aleyhisselam) bu hakikati şöyle dile getiriyor; “Allah, kendine akıl emanet ettiği bir kimseyi, bir gün onunla kurtarır.”
    Ey insan! Sana göre bunca delil ve burhandan sonra hüccet tamamlanmamış mıdır?



    Yorum


      #3
      Ynt: Nehcul Belaga'dan Dersler

      İKİNCİ BÖLÜM
      ARKADAŞLIK
      İnsanın ruhu muhabbet ve samimiyetle huzur bulmaktadır. Her gönülde samimi bir dostluk ve arkadaşlık yatmaktadır. İnsan biriyle samimi ve sıcak bir arkadaşlık bağı kurarak yaşantıdan lezzet alır ve yalnızlık hissinden kurtulur.
      İmam Ali’nin (Aleyhisselam) buyruklarında dostluk ve arkadaşlığa dair ibret verici dersler ve çok zarif nükteler vardır.
      İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “İnsanların en acizi, kardeş kazanmada acizlik edendir, ondan daha acizi ise, kazandıktan sonra onu kaybedendir.”
      İnsanlarla dost ve arkadaş olmak, sevgilerini kazanmak ve onların arkadaşlıklarını kaybetme nedenlerini ilerideki sayfalarda genişçe işleyeceğiz. Fakat burada önemli olan mevzu arkadaş ve dost kazanma kabiliyetidir. İnsan dost edinirken hangi metotlara başvurmalıdır? İnsanların sevgileri nasıl kazanılır? İyi arkadaş seçmedeki kriterler nelerdir? Tüm bu sorular insanın kabiliyet ve aklıyla yakından ilişki içindedir.
      İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor; “ Dostluk aklın yarısıdır.”
      Arkadaş kazanma yeteneğine ve zekâsına sahip olamayanlar hayatlarının çeşitli dönemlerinde kendilerine yardımcı olacak ve kendilerini başarıya götürecek şeylerden yoksun kalacaklardır. Başka bir deyimle arkadaşlıktan yoksun olmak akılsızlığın belirtisidir. Hayat, iniş ve çıkışlarla doludur. Her insanın hayatında bazen öyle sıkıntılı durumlar olur ki o durumlarda insan yakın akrabasının desteğinden ziyade samimi ve vefalı bir arkadaşın yardımına ihtiyaç duyar. Samimi bir dostla sıkıntılarını paylaşması dertlerini ve üzüntülerini hafifletir. Dolayısıyla İmam Ali (Aleyhisselam) dostluğun bir nevi akrabalık olduğunu beyan etmiştir; “Dostluk, yararlanılan bir akrabalıktır.”
      Hazret arkadaşsızlığı ve onu kaybetmeyi ruhun gurbeti ve yalnızlığı saymıştır; “Yalnız ve garip, arkadaş ve dostu olmayandır.”
      İnsanların bir birbirleriyle irtibat halinde olmalarını, sevgi ve muhabbetle kaynaşmalarını sağlayan arkadaşlık bağıdır. Dolayısıyla arkadaşlık bağının ve ilişkilerin güçlenmesi hayatın enerji kaynağıdır. İşte bu yüzdendir ki hadislerde dost kaybetmek gurbet olarak nitelendirilmiştir. Bu konuda İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Dostları kaybetmek, gurbettir.”
      Etrafımıza baktığımızda arkadaştan yoksun kimselerin yalnızlığa çekilmiş, yapmacık ve aldatmaca dostlar edinerek büyük felaketlere uğradıklarını açıkça görmekteyiz. İnsan hayatında iyi bir dost ve arkadaşın büyük ve önemli rolü vardır. Bir şair şiirinde kötü arkadaşı zehirli bir yılandan daha tehlikeli olarak nitelemiştir. Şaire göre zehirli yılan sadece insanın canını alır, ancak kötü arkadaş insanın hem canını hem de imanını alır. İmam Ali (Aleyhisselam) bu şöyle buyuruyor; “Yolculuktan önce yol arkadaşını sor.
      İnsan dünyada çıkacağı uzun ahiret yolculuğu için yol arkadaşını iyi seçmelidir. Çünkü tehlikeler ve zorluklarla dolu bu yolculukta arkadaş güvenilir ve vefalı olmazsa insan telafisi zor belalara duçar olabilir. Bazen yanlış seçimiyle iyi arkadaş yerine kendine düşman edinir. Samimi ve emin dost arkadaşına bu tehlikeli ve çetin yolculukta büyük bir yardımcıdır. Arkadaşlık ve dostlukta dikkat edilmesi gereken nokta körü körüne bir arkadaşlıktan, sahte muhabbet ve çıkarlar üzerine inşa edilmiş arkadaşlıktan sakınmaktır. Doğal olarak insanın bir şeye aşırı sevgi duyması onu dikkatli ve iyice tanımasına engel olur. Arkadaş seçiminde duygusallığın yeri yoktur. Yoksa telafisi mümkün olmayan zararlar görebilir. İnsanın iyice tanımadığı kimselerle arkadaşlık kurması ve onların zaaflarından habersiz olması bir takım yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
      İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Sevdikleri şey gözlerini körleştirmiş, kalplerini hasta etmiştir. Artık sağlıksız bir gözle bakmakta ve iyi duymayan bir kulakla işitmektedirler.”
      İmam Ali (Aleyhisselam) dostluk ve arkadaşlığı övmesinin yanı sıra dikkatsizce ve körü körüne seçilen arkadaşlıkların hataları ve hakikati görmeye engel olduğunu beyan etmiş ve arkadaşlıkta ölçülü olmanın şart olduğunu hatırlatmıştır. Ey insan kötü arkadaşlıktansa yalnızlık senin için daha iyidir.
      Şairin dediği gibi:
      “Kötü arkadaştan kaç, kaça bildiğin kadar
      Kötü arkadaş zehirli yılandan da kötüdür.
      Zehirli yılan sadece canını alır
      Kötü arkadaş hem canını hem de imanını alır.”
      İYİ ARKADAŞ KİMDİR?
      İyi bir arkadaşa bir değer ve paha biçilemez. İyi bir arkadaş için can feda etmek bile azdır. Fakat burada insan bazı sorularla karşılaşmaktadır. İyi arkadaş kimdir? Hangi özelliklere sahip olmalıdır? İyi bir arkadaş, çıkarcı ve kötü arkadaştan nasıl ayırt edilir? Tüm bu sorulara cevap vermek yolumuza ışık tutacaktır.
      İyi bir dost ve arkadaşın en belirgin nişanelerinden biri onun insana olduğu gibi davranması ve çıkara dayalı bir arkadaşlık kurmamasıdır. Dışıyla içi bir olmalıdır. İyi bir dost insanın kardeşi gibidir; ihtiyaçlarında yardımcı olur, sıkıntılarında onu yalnız bırakmaz, üzüntüsüne ve mutluluğuna ortak olur.
      İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Dost, kardeşini üç halde korumadıkça sadık dost olmaz;
      1- Sıkıntılarında yardım etmek
      2- Gıyabında şahsiyetini korumak
      3- Ölümünden sonra rahmet ve istiğfarla anmak.
      Yine Hazret bir başka hadiste şöyle buyurmuştur; “Dostun ve arkadaşın gıyabında sana sadık olandır (yani dostluk haklarını tamamen riayet edendir.)”
      Dostluk ve arkadaşlık iddia ve sözle olmaz, bilakis zorluklar ve musibetlerde belli olur. Bu nedenle arkadaş seçiminde kişinin ahlaki ve insani yönlerine dikkat edilmeli ve herkese güvenilmemelidir.
      İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “İmtihan etmeden önce herkese güvenmek acizliktir.”
      Etrafımızda çıkarcı ve sahte arkadaşlara güvenip arkadaş kurbanı olan nice insanlar vardır. İyi bir arkadaş insanın güçlü adalesidir, hayır işlerde yardımcısıdır, hatalarında samimi bir uyarıcısıdır, arkadaşlığı bozulmasın diye gördüğü hataları ve günahları söylemekten geri kalmaz. İyi dost insanın hatalarına ve günahlarına sessiz ve seyirci kalmaz, tıpkı şefkatli bir kardeş gibi onu uyarır. Bazen de arkadaşlık insanı günaha sürükleyerek arkadaşının günah, hataları karşısında sessiz kalmaya neden olabiliyor. Bu tür arkadaşlıklar insan için felakettir ve onu telafisi olmayan bataklıklara götürür.
      İmam Ali (Aleyhisselam) muttakilerin sıfatını zikrederken şöyle buyuruyor; “Dostları ve arkadaşlarının muhabbetinden dolayı günaha düşmezler.”
      Arkadaşta bulunan en kötü haslet hasettir. Haset, dostlukları bozan yıkıcı bir hastalıktır. Gerçek dost arkadaşının başarısını ve rahatlığını isteyendir.
      İmam Ali (Aleyhisselam)şöyle buyuruyor; “Dostu kıskanmak, dostluğun hastalığındandır.”
      İyi bir arkadaş imtihana tabi tutulup, imtihandan başarıyla çıkan bir dosttur. Böyle bir kimsenin dostluğu kalıcı olur ve insanı yolun yarısında bırakmaz. İmam Ali (Aleyhisselam) imtihan etmeden seçilen arkadaşlığın isabetli bir seçim olmadığını beyan ediyor ve seçilecek arkadaşın mutlaka imtihana tabi tutulmasının gerekli olduğunu tavsiye ediyor. Çünkü imtihanın sonucu üzücü ve acı olabilir ve insanın dost bildiği düşman çıkabilir.
      “(Önce) Dene (sonra) buğzet.”
      Zira insanların gerçek yüzleri, sadakatleri ve dostlukları imtihanla ortaya çıkar. Arkadaşınızda güzel bir ahlak ve sıfat gördünüz mü ondaki diğer güzel sıfatları da arayıp bulun ve onun arkadaşlığından ve samimiyetinden istifade ediniz.
      İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Bir insanda güzel bir haslet olduğunda, onun kardeşlerini bekleyin.”
      Merhum İbni Meysem Bahrani bu cümlenin şerhinde şöyle diyor; “Birinde güzel ahlak ve haslet gördüğünüzde o güzel ahlakın gereği mutlaka o insanda ya o sıfatın aynı ya da yakını vardır. Nitekim doğru sözlü bir kimseden ahde vefa ve sözünde durması beklenildiği gibi ondan diğer işlerinde de doğruluk ve dürüstlük beklenmektedir. İşte bu yüzden samimi ve gerçek dosta bir değer ve paha biçilemez.
      MARİFETLİ VE BİLGİLİ ARKADAŞALAR
      Dostlukları ölümsüzleştiren, sevgiler çoğaltan ve gönüllerde huzuru sağlayan şey muhabbet ve vefadır. Kalbimize girmesine izin verdiğimiz ve sırlarımızdan haberdar olacak şahıs emin olmalı, zorluklarda arkadaşını yolun yarısında bırakmamalı ve ona sırt çevirmemelidir. İşte bu yüzden arkadaş iyi seçilmelidir. Marifetli ve bilgili arkadaşlar insanı huzurunda gözetleyip, korudukları gibi gıyabında da onu gözetip korurlar. Asayişte ve sıkıntıda yanında olduğu gibi sıkıntılar ve belalarda da yanında olur. İnsan arkadaşının samimiyet ve vefasını gördükten sonra artık başkalarının dedikodusuna kulak asmaz ve kalbini siyah lekelerle çirkinleştirmez.
      İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor; “Söz taşıyana uyan dostunu kaybeder. “
      Bazen de başkalarının düşmanlık ve haset içerikli sözleri bizleri etkisi altında bırakarak arkadaşlarımızdan ayrılmaya neden olabiliyor. Elbette eğer arkadaşımızı iyi tanımıyorsak o sözlere dikkat etmemiz gerekir, fakat samimiyetine kanaat getirdiğimiz dostlarımız hakkında bu gibi sözlere ve dedikodulara itina etmemeliyiz.
      İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Ey insanlar! Kim bir kardeşinin, yolunun doğruluğunu, dininin sağlamlığını biliyor ve onu öyle tanıyorsa onun hakkında başkalarının sözlerini kesinlikle dinlememelidir. Bilin ki ok atan, bazen hedeften şaşar, söz de bazen hatalı olur.”
      İmam Ali (Aleyhisselam) liyakatli ve değerli dostlar hakkında şöyle buyuruyor; “Kardeşin ve arkadaşın senden ayrılınca ona bağlan, yüz çevirince lütuf ve yakınlık göster, cimrilik edince ona cömert davran, uzaklaşınca yakınlaş, hiddetlenince yumuşa, suç işleyince özrünü kabul et. Böylece sen onun kölesi, o ise senin nimet sahibin gibi olsun. Bunu gerekmeyen yerlerde ve ehli olmayan kimselere yapma.”
      Arkadaş marifetli ve anlayışlı olursa imamın buyurduğu gibi onun hizmetçisi ve kölesi olunmalı ve hatalarına göz yumulmalıdır. Önemli olan arkadaşımızın yapacağımız bu hizmete layık olduğunu anlamaktır. Marifetsiz dost, gerçek bir dost değildir.
      ARKADAŞLIK ADABI
      Arkadaşlığın bekası ve devamlılığı için dostluğa zarar ve gölge düşürecek hastalıkların teşhis edilip tedavi edilmesi ve dostlukları pekiştiren ve sağlamlaştıran etkenlerin de bulunup güçlendirilmesi gerekir. Arkadaşlık hakkını tanıyıp, gözetmedikçe dostluk kalıcı olmaz ve aynı şekilde arkadaşlığı pekiştiren, muhabbetleri çoğaltan unsurlar pratiğe dökülmedikçe sahip olduğumuz arkadaşları kaybetme tehlikesinden kurtulamayız.
      Bu konuda İmam Ali'nin (Aleyhisselam) arkadaşlık adabı hakkındaki buyruklarını zikredeceğiz:
      1) Güler yüzlülük
      Arkadaş kazanmanın yollarından biride güler yüz ve samimiyet göstermektir. Atasözünde de işaret edildiği gibi “insan açık kapıya gider.”
      İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor; “Güler yüzlülük, dostluk bağıdır.”
      2) İyi Geçinmek
      Güzel ahlak, iyi davranmak ve yumuşaklık dostluğu pekiştirerek, samimiyet doğurur. Kabalık, sertlik ve asık suratlılık sahip olunan dostları kaybetmenin asıl nedenleridir. İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Ağacı (tabiatı) yumuşak olanın dalları (dostları) çok olur.”
      Yine bir başka buyruğunda şöyle tavsiyede bulunuyor; “Etrafındakilere alçakgönüllü ve merhametli davranan, onların kalıcı dostluğunu kazanır.”
      Dostluk ve arkadaşlığın bekası iyi geçinmeye bağlıdır.
      3) İnsaflı Olmak
      Başkalarını küçük görmemek, herkesi kendisiyle eşit görmek, arkadaşlarının haklarına insaflı bir şekilde riayet etmek ve kendine beğendiğini başkaları için de beğenmek dostluğun adabındandır.
      İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Ey oğlum! Nefsini kendinle başakları arasında tartı haline getir, kendin için sevdiğin şeyleri başkaları için de sev, kendin için kerih gördüğün (sevmediğin) şeyleri başkaları için kerih gör. Zulme uğramayı sevmediğin gibi, kimseye de zulmetme. Sana nasıl iyi davranmalarını istiyorsan, sen de iyi davran. Başkalarında çirkin gördüğün şeyi, kendin için de çirkin gör.”
      İnsanlara insaflı davranmak insani ve ahlaki değerlerdendir. İnsaf ve hoşgörüye dayalı ve maddi çıkardan uzak olan dostluk arkadaşların samimiyetlerinin çoğalmasına sebep olmaktadır.
      İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor; “Dostlar insafa riayet ile çoğalır.”
      4) Külfet Olmaktan Kaçınmak
      Külfet yani başkaları için kendini zahmet ve meşakkate atmak.
      Bazen insan arkadaşından birtakım beklentileriyle arkadaşını zor durumda bırakıp, onu sıkıntıya düşürmektedir. İnsan arkadaşına ve sevdiğine rahatsızlık vermemeli ve kendiişlerini ona yüklememelidir. İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Arkadaşların en kötüsü, kendisi için meşakkate düşülen kimsedir.”
      Beklentilerden ve rahatsızlıklardan kaçınmak dostluğu pekiştirmesinin yanı sıra arkadaşlık adabından ve ahlakındandır.
      5) Dostluk Hakkını Gözetmek
      Bazen arkadaşlık âleminde, tarafların samimiyeti birtakım kaçınılmaz hak ve hukukların telafi olmasına neden olmaktadır. Samimi dostlar arasında birtakım adabı muaşeret ve ahlak kurallarının ihlal edilmesi doğal olarak karşılanabilir. Bu aşırı samimiyetten kaynaklanan bir davranıştır, fakat ne olursa olsun dostun malı ve şahsi haklarının zayi olmamasına son derece dikkat edilmelidir. Dostların birbirlerinin hak ve hukukuna saygılı ve duyarlı olmaları doğruluklarının nişanesidir.
      İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor; “İnsanlar senin hakkında iyi zanda bulunursa sen de iyi işlerinle onların zanlarını doğrula. Zira hakkını zayi ettiğin kimse artık dostun olmayacaktır.”
      6) Haddi Aşmamak
      Her işte denge ve itidal üzere olmak güzel bir davranıştır. Bu dinimizin bizlere emridir. Arkadaşlıkta aşırıya kaçmak pişmanlık getirir. Ne yazık ki bazen insanlar arkadaşlık ölçüsünün sınırlarının dışına çıkmaktadırlar. Gereğinden fazla samimi ve içli dışlı olarak birbirlerinin tüm sırlarından haberdar olurlar. Daha sonra aralarında bir sorun çıktığında da haberdar oldukları sırları birbirlerinin aleyhine koz olarak kullanıp, telafisi olmayan zararlar verirler. Sonuç olarak ta dostluk ve samimiyetlerinin yerini düşmanlık alır. İnsan düşmanlıkta da ifrat ve tefrit etmemelidir. Çünkü bir gün aralarındaki düşmanlık buzları eriyip, yerini sevgiye ve dostluğa bıraktığında yaptıklarından pişman olurlar. Ama samimi dostundan aldığı darbelerin acısını ve kırgınlığını tam olarak kalplerinden söküp atamazlar ve buruk bir dostlukla arkadaşlıklarına devam ederler.
      İmam Ali (Aleyhisselam) bu konu hakkında şöyle buyuruyor; “Dostunu ihtiyatla sev, çünkü bir gün düşmanın olabilir, düşmanına da düşünerek düşman ol, çünkü bir gün dostun olabilir.”

      Yorum


        #4
        Ynt: Nehcul Belaga'dan Dersler


        7) Muhabbetli Olmak

        İnsan arkadaşlık ve dostluğun devamlılığı ve bekası için arkadaşına olan muhabbet ve sevgisini belli etmeli ve sevdiğini dile getirmelidir. Müminlere içten ve samimi davranmak İslami bir emirdir. İmam Ali (Aleyhisselam), Allah’ın mümin ev sadık dostlarını överken şöyle buyuruyor; “Yaratılışları ve ahlakları bu özellikler üzere şekillenmiştir. Bu esas üzere birbirlerini sevmekte ve ilişki kurmaktadırlar.”
        Sevgi ve saygıya dayalı arkadaşlık, sevgiyi açığa vurmak dostluk bağlarını güçlendirdiği gibi ömrü de uzatmaktadır.

        8) Hataları Örtmek

        Samimi ve gerçek dostlar birbirlerinin hatalarının üstünü örterek arkalarından çekiştirmezler. Onlar birbirlerinin aynasıdırlar ve arkadaşlarının şahsiyetlerinin korunması için adeta örtü olurlar.
        İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “İnsan kardeşinin işlediği ayıbı nasıl söyler, onu duçar olduğu bela sebebiyle nasıl yerer? Oysa o, ayıbı işleyenin ayıbından daha büyüğünü işlediği zaman Allah'ın, kendisinin ayıbını örttüğünü hatırlamaz mı? Onun işlediğinin benzerini işlediği halde onu nasıl kötüler. Onun gibi bir suç işlememiş olsa bile, ondan daha büyük bir suç işleyerek Allah'a isyan etmiştir. Ey Allah'ın kulu! Hiç kimseyi günahıyla ayıplamakta acele etme, belki günahı bağışlanır, küçük bir günah işledim diye kendini güvende sayma, belki o yüzden azaba uğrarsın. Sizden bir başkasının ayıbını bilen kimse, kendi ayıbını da bildiği için onun ayıbını açmasın.”

        9) Kötülüğe İyilikle Cevap Vermek

        Samimi ve gerçek bir arkadaş dostunun hatasını ve yanlışını gördüğünde hatasını onu rencide etmeyecek şekilde bildirir. Arkadaşlıklarını tehlikeye düşürecek bir durum gördüğünde de ona iyi davranır ve samimiyetiyle arkadaşlık bağını güçlendirir. Kuşkusuz ki kötülüğe kötülükle karşılık vermek hiç bir sorunu çözmediği gibi daha da işi zorlaştırır.
        İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Kardeşini, ona iyilik ederek kına, şerrini ise ona bağışta bulunmakla geri çevir.”

        10) Fırsat Tanımak
        Bazen arkadaşlar arasında çeşitli nedenlerden dolayı birtakım sürtüşmeler ve kırgınlıklar olabilir. Bu kırgınlıklar onların birbirlerinden ilişkilerini kesme sınırına kadar ulaşabilir. Ancak daha sonraları her ikisi de hatalarının farkına vararak pişman olurlar, ne yazık ki barış ve geri dönmek için açık kapı bırakmadıklarından geçmişteki dostluklarını yeniden elde edemiyorlar.
        İmam Ali (Aleyhisselam) bu konuda şöyle tavsiyede bulunmaktadır; “Dostundan ayrılmak istersen, barışmak için açık bir kapı bırak ki bir gün dönmek istediğinde dönebilsin.”
        11) İyi Geçinmek
        Genelde insanlarla ve özel olarak da arkadaşlarla öyle geçinmeliyiz ki bizimle bir olmak ve bir yeri paylaşma arzusunda olsunlar. Aralarından ayrıldığımızda da bizler için üzülmelerini ve bizleri iyilikle anmalarını sağlamalıyız. Onları bizlerden uzaklaştıran davranışlardan, bizlerle bir yerde olmama duygularından ve ölümümüze sevinmelerini sağlayacak hal ve hareketlerden sakınmalıyız. İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “İnsanlarla, öldüğünüzde arkanızdan ağlayacak, yaşadığınızda ise sizi özleyecek bir şekilde geçinin.”
        12) İhtilaf ve Kırıcı Davranışlardan Sakınmak
        Arkadaşlık bağlarını dalları kolayca kırılmayan çam ağacı gibi sağlam tutmalı ve bu konuda son derece hassas ve dikkatli olmalıyız. Arkadaşlık bağlarını zayıflatan ve dostluğu bozacak her türlü kırıcı davranışlardan sakınmalıyız. Anlaşmazlığa sebebiyet verecek yersiz tartışmalardan uzak durmalıyız. Aslında arkadaşlar arasında meydana gelen pürüzler ve ihtilaflar tarafların birbirlerinin niyetlerini yanlış anlamalarından kaynaklanmaktadır. Arkadaşların birbirlerine karşı kötü ve art niyetleri ne olursa olsun bir yerde mutlaka ortaya çıkar. Bu yüzden bu tür ihtilaflara mahal vermemek için arkadaşlarımızın niyetlerini iyice anlamalıyız.
        İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor; “Sizler Allah'ın dininde kardeşsiniz. Sizleri ancak gönüllerinizdeki çirkinlik ve kalplerinizdeki kötülük birbirinden ayırdı. Birbirinize yardım etmiyor, öğüt vermiyor, ihsanda bulunmuyor ve birbirinizi sevmiyorsunuz.”
        Eğer kalpler birbirlerine karşı saf ve temiz olurlarsa arkadaşlıklar kalıcı ve huzur da kaçınılmaz olur.
        KİMLERLE ARKADAŞLIK EDELİM?
        Arkadaş arkadaşın kimliğidir. Kötü, ahlaksız, fasık ve yalancı kimselerle arkadaş olmak kısa bir zamanda insanı tıpkı kendileri gibi felaket ve delalet yollarına sürükler. İyiler ve salihlerle dostluk ise insanı kemale ve saadete ulaştırır. Dost, dostun rengini alır. Arkadaşın arkadaş üzerindeki büyük etkisi inkâr edilemeyecek kadar açıktır. Tarih boyunca salih arkadaşlar insanı Allah'a itaat etmeye, kötü arkadaşlar ise isyana götürmüşlerdir.
        Ebu ez-Ze'la, rivayet eder ki Emirü’l-Müminin Ali (Aleyhisselam) buyurdu: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve alihi vessellem) şöyle buyurmuştur: “Kiminle konuştuğunuza bakın, çünkü bir kimse öldüğü zaman, mutlaka Allah için dost edindiği arkadaşları temessül ederler, (kendisine gösterilir) eğer arkadaşları iyi kimselerse temsilleri iyi olur ve eğer arkadaşları kötü kimselerse temsilleri de kötü olur. Ölen bir kimsenin ölüm anında mutlaka arkadaşları kendisine gösterilir.”
        İmam Ali (Aleyhisselam) arkadaşlık kuralına riayet etmeyen ve dille arkadaşlık iddası edenleri sert dille tenkit etmektedir.
        “Salih kimseleri sever, fakat onların yaptığını yapmazlar.”
        İmam Ali (Aleyhisselam) oğlu imam Hasan'a (Aleyhisselam) yazdığı vasiyette arkadaşın arkadaş üzerindeki etkisine değinmiştir; “Salihler ve iyilerle arkadaşlık et ki onlardan biri olasın. Kötüler ve ehli olmayanlarla arkadaşlığını kes ki onlardan ayrılmış olasın.”
        Hazretin bu buyruğundan da anlaşıldığı gibi iyiler ve salihlerle arkadaşlık zaman sürecinde insanın onların güzel ahlak ve edeplerinden etkilenmesine ve onların ahlaklarıyla ahlaklanmasına vesile olmaktadır. İmam Ali (Aleyhisselam) Haris-i Hamedani'ye yazdığı mektupta şöyle buyuruyor; “Allah'a saygı göster, onu sevenleri de sev.”
        İmam Ali’nin (Aleyhisselam) tavsiyelerindeki ikinci hususta babaların arkadaşlarıyla dostluk kurma konusudur. Babalar, hayatın acı ve tatlı olaylarını bir ömür görüp, tecrübeler edinmişlerdir. Bu yüzden babaların evlatlar için uygun gördükleri arkadaşlar güzel bir ölçüdür.
        İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Babalar arasındaki sevgi, oğullar arasında yakınlık sebebidir. Akrabalığın dostluğa ihtiyacı, dostluğun akrabalığa ihtiyacından daha fazladır.”
        Arkadaşlıkta ölçü samimiyet ve muhabbettir. Samimiyet ve muhabbetten yoksun akrabaların akrabalık bağlarının bir değeri yoktur. Nice arkadaşlar vardır ki insana akrabasından daha yakındır. Temelinde samimiyet olan arkadaşlık sevgiden ve samimiyetten yoksun akrabalıktan daha iyidir. İmam Ali’nin (Aleyhisselam) tabiriyle insanın babasının samimi dostuna amca denilebilir. Çünkü aradaki bu köklü ve samimi dostluk onları birbirlerine akraba gibi kılmıştır.
        KİMLERLE ARKADAŞLIK ETMEYELİM?
        İnsan bilmediği ve tanımadığı yerlerden geçerken ihtiyatlı ve dikkatli davrandığı gibi arkadaş ve dost seçiminde de temkinli davranmalıdır. Çünkü arkadaşlık insanın hem dünyası hem de ahireti noktasında büyük bir etkendir. Burada da Hz. Ali’nin (Aleyhisselam) nasihatlerinden yararlanarak kötü arkadaşların sıfatlarını açıklayacağız:
        1) Basiretsiz Ve kötü Kimseler
        Cahil, basiretsiz, ahlaksız ve davranışları kötü olan kimselerle arkadaşlık kurulmamalıdır. Çünkü onlar arkadaşlarını kendilerine benzeterek cehalet ve fesat vadisine götürürler.
        İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor; “Zayıf ve düşüncesi kıt insanlarla arkadaşlık etmeyin ki işleri kötü ve çirkindir.”
        2) Fasık ve Günahkârlar
        Günahkâr ve lakayt kimseler kendi suçları ve günahlarına başkalarını da ortak ederler. Abdu'l A'la, rivayet eder: Emirü’l-Müminin Ali (Aleyhisselam) buyurmuştur ki; “Müslüman bir kimsenin günahkâr biriyle kardeşlik kurması uygun değildir. Çünkü günahkâr yaptığını ona süslü gösterir, onunda kendisi gibi olmasını ister, dünya ve ahireti hususunda ona yardım etmez. Müslüman’ın onun yanına girip çıkması ayıptır.”
        Ey insan bulaşıcı hastalık ve virüs taşıyan hastalardan kaçtığın gibi liyakatsiz ve kötü arkadaştan da kaçın! Çünkü onların hastalıkları bir gün sana da bulaşacak ve seni de hasta edecektir.
        İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Fasıklarla arkadaşlık etme, çünkü şer, ancak şerle birleşir.”
        Yine bir başka buyruğunda şöyle buyuruyor; “Kötü kimseyle arkadaşlık etme, çünkü seni değersiz bir şey karşılığında satar.”
        3) Ahmak Kimseler
        Ahmak, işlerini ölçüsüz ve düşüncesiz yapan akılsız kimseye denir. Onlar, yersiz ve saçma sapan sözler sarf ederek, sonucunu düşünmeden bilinçsiz işlere kalkışırlar.
        İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Yavrucuğum! Ahmakla arkadaşlıktan sakın, çünkü o, sana fayda vermek isterken zarar verir.”
        Hazret bir başka hikmetli sözünde şöyle buyuruyor; “Yufka yürekli olsa bile akılsız kimseyle arkadaşlık etme, çünkü o, yaptığı işi sana güzel gösterir ve senin de kendisi gibi olmanı ister.”
        İmam Ali (Aleyhisselam) cahillerle arkadaşlıktan sakınma konusunda şöyle buyuruyor; “Cahille irtibatı kesmek, akıllı kimseye katılmaktır.”
        Muhammed b. Salih el-Kindi, kendisine anlatan birinin aracılığıyla şöyle rivayet eder: Ebu Abdullah İmam Cafer Sadık (Aleyhisselam) şöyle buyurdu; “Emirü’l-Müminin Ali (Aleyhisselam) minbere çıktığı zaman şöyle derdi; “Bir Müslüman şu üç kişiyle kardeşlik etmekten sakınmalıdır; arsız günahkâr, ahmak ve yalancı kimse... Akmak kimseye gelince, o sana hayırlı olanı göstermez, kendini zorlasa da sana gelen bir kötülüğü savunması umulmaz. Bazen sana iyilik etmek isterken zarar verir. Ölmesi yaşamasından, susması konuşmasından, uzaklığı yakınlığından daha iyidir.”
        4) Cimriler
        Cimri ve kıskanç kimseler başkalarına yardım ve ihsandan kaçınırlar. Kimseye hayırları dokunmaz. Böyle kimselerin kendilerinde hayır olmadığı gibi arkadaşlıklarında da bir hayır yoktur.
        İmam Ali (Aleyhisselam) cimrilerle arkadaşlık konusunda şöyle buyuruyor; “Cimriyle arkadaşlıktan sakın, çünkü ihtiyaç duyduğu en küçük şeyi senden esirger.”
        Ebu Hamza, Ebu Abdullah İmam Cafer Sadık’tan (Aleyhisselam) şöyle nakleder; “Babam anlattı: Babam Ali b. Hüseyin Zeynelabidin (Aleyhisselam) bana dedi ki; Oğulcuğum! Beş kişiye dikkat et! Onlarla arkadaşlık etme, onlarla konuşma ve yoldaşlık ta etme.
        Dedim ki: Babacığım! Onlar kimlerdir, bana onları tanıt?
        -Dedi ki: ...Cimri kimseyle arkadaşlık etmekten kaçın. O, malına en fazla ihtiyaç duyduğun bir sırada seni yüz üstü bırakır.”
        5) Yalancılar
        Başkalarından taraf sana yalan söyleyen kimse senden tarafta başkalarına yalan söyleyecektir. Yalancı kimselere güvenmek büyük bir hatadır. Çünkü onun ne davranışı doğrudur ne de sözü. İmam Ali’nin (Aleyhisselam) tabiriyle yalancı kimse hilekâr ve aldatıcıdır; “Yalancıyla da arkadaşlıktan kaçın, çünkü o serap gibidir, uzağı sana yakın ve yakını da uzak gösterir.”
        İnsana arkadaşlık ettiği şahsın kendisini ıssız ve kimsesiz bir yerde kendi başına yalnızlığa itmesinden acı ne olabilir. Yalancı kimseler hataları ve sözleriyle insanı felaketlere iterler.
        Muhammed b. Salih el-Kindi, kendisine anlatan birinin aracılığıyla rivayet eder:
        Ebu Abdullah imam Cafer Sadık (Aleyhisselam) şöyle buyurdu; “Emirü’l-Müminin Ali (Aleyhisselam) minbere çıktığı zaman şöyle derdi; Bir Müslüman şu üç kişiyle kardeşlik etmekten çekinmelidir; arsız günahkâr, ahmak ve yalancı… Yalancıya gelince, onunla beraberken hayatında huzur nedir göremezsin. Sözünü başkalarına aktarır, sana söz taşır, Sözü bittiği zaman seni ona benzer başka bir söz yağmuruna tutar. Bazen doğru söylediği halde tasdik edilmez. İnsanlar arasında düşmanlığa sebep olarak, onları birbirinden ayırır. Böylece göğüslerde kin yeşertir. Allah’tan (Azze Celle) sakının ve kendinize dikkat edin.”
        6) Düşmanının Dostu
        Bir kimseyle arkadaş olduğunda dikkat etmen gerekir. Çünkü onun arkadaşı senin arkadaşın ve düşmanı da senin düşmanın olur. Bu hakikat İmam Ali’nin (Aleyhisselam) buyruğunda da gelmiştir; “Dostların üçtür, düşmanların da üçtür. Dostlarına gelince… Dostların senin dostun, dostunun dostu ve düşmanın düşmanıdır. Düşmanlarına gelince... Onlar da senin düşmanın, dostunun düşmanı ve düşmanının dostudur.”
        İmam Ali’nin (Aleyhisselam) bu buyruğundan yola çıkarak düşmanımızın dostu nasıl bizim düşmanımız olur ve niçin onların arkadaşlıklarından sakınmalıyız sorusunun yanıtını Hazret şöyle açıklıyor; “Dostunun düşmanını dost sayma, dostunla düşman olmana sebep olur.”
        7) Düşüncesiz İnsanlar
        İyi ve samimi bir arkadaşın özelliklerinden biri de arkadaşını zorluklarını ve sıkıntılarını kendisine dert edinendir. İyi arkadaş arkadaşının sıkıntılarını düşünür ve onu bu durumdan kurtarmak için maddi ve manevi yardımını ondan esirgemez. Zorluklarda ve musibetlerde arkadaşını düşünmeyen ve onun yardımına koşmayan arkadaşlığa layık değildir. İmam Ali (Aleyhisselam) dostlarını sıkıntılarda yalnız bırakan kimselerin dost olmadıklarını bilakis düşman olduklarını buyurmaktadır; “Sana önem ve değer vermeyen düşmanındır.”
        Arkadaşlık âleminde gerçek ve samimi dostla sahte ve dost diye geçinenleri birbirinde ayırt etmek çok önemli bir mevzudur. Bunları bir birinde ayırt edemeyenler aldatılmış ve büyük zararlara uğramış kimselerdir.
        İMAM ALİ’NİN (A.S) DOSTU
        İmam Ali (Aleyhisselam) iyi ve kötü arkadaşların sıfatlarını beyan ettikten sonra sadık ve gerçek bir dostunun isim vermeden anlatıyor. İmam ona olan muhabbet ve alakasını şöyle dile getiriyor; “Eskiden ilahi bir kardeşim vardı. Gözünde dünyanın küçüklüğü, onu benim gözümde büyütmüştü. Karnının esaretinden kurtulmuş, ulaşamayacağı şeyi arzu etmez ve ulaştığı şeyde de aşırıya gitmezdi. Çoğu zaman susuyordu, konuşunca konuşmacılara üstün geliyor, soranların susuzluğunu (marifetinin berraklığıyla) gideriyordu. Görünüşte zayıf ve güçsüz sayıyorlardı. Ama ciddiyet zamanında kızgın bir aslan ve zehirli bir çöl yılanı kesilirdi. Hâkimin yanına gelinceye kadar delil ikame etmezdi. Benzerinde özür bulduğu işte, özrünü dinleyinceye kadar hiç kimseyi kınamazdı. Ağrısını, dindikten sonra söylerdi. Söylediği şeyi yapar, yapmadığı şeyi söylemezdi. Sözde mağlup olsa da susmada mağlup olmazdı. Duymayı konuşmaktan daha çok isterdi. İki işle karşılaşınca, hangisinin nefsine daha yakın (uygun) olduğuna bakar, ona muhalefet ederdi. Bu çeşit huylara sarılın, onları elde etmek için yarışın, onların hepsine gücünüz yetmese de, bilin ki azını elde etmek çoğunu terk etmekten daha hayırlıdır.”
        İmam Ali'nin (Aleyhisselam) zikrettiği sıfatların her biri insanın hayatının ders ve ibret tablosudur. Yaşantılarında bunları uygulayan kimseler ancak saadet ve kurtuluşa erişebilir. Aynı zamanda altın suyuyla yazılması gereken bu sözler arkadaş edinmek isteyenler için de büyük bir öğüttür.
        Bu sıfatların en mükemmel mazharı İmam Ali’nin (Aleyhisselam) kendisi değil midir? İmam Ali'nin (Aleyhisselam) muhabbet ve sevgisi ancak mümin kimselerin temiz kalplerinde yer edinir. Hazret bu konuyu şöyle beyan ediyor; “Bu kılıcımla, benden nefret etmesi için mümin kimsenin burnuna vursam bile bana buğzetmez. Bütün dünya malını, beni sevmesi için münafığın başına döksem yine de beni sevmez. Bu takdir edilmiş Ümmi Nebi'nin diliyle de söylenmiş bir hükümdür. Zira o şöyle buyurmuştur; “Ey Ali! Mümin sana buğzetmez, münafık da seni sevmez.”
        Muhabbet ve sevgi hayatın manası ve özüdür. İslam dininin de en kutsal ibadetidir. Sevginin değeri ve kutsallığı sevgi duyulan tarafın değeri kadardır. Bu hakiki değeri önemsemeyen kimseler boş ve değersiz şeyleri severek kendilerini avutacaklardır. Bu muhabbet ve aşklardan daha hayırlı ve yücesini Kur'an-ı Kerim bizlere şöyle tanıtmaktadır; “İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise çok daha fazladır.”
        Ey müminler gerçek sevgi ve aşk Allah’a duyulan sevgidir. Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) şöyle buyurmaktadır; “Çocuklarınızı benim, Ehlibeyt’imin ve Kur'an’nın sevgisiyle terbiye ediniz.”
        Ey Müminler bizlerden insanları sevmemiz istenmiştir. Öyleyse gelin muhabbet besleyeceklerimizi iyi tanıyalım ve sevgimize layık olanları sevelim. Öyle kimseleri sevelim ki kıyamet günü muhabbet ve sevgimizden dolayı hesaba çekilmeyelim. Hadislerin buyurduğu gibi, “Kıyamet günü herkes sevdiğiyle haşredilecektir.” Gelin hakiki bir muhabbet ve aşk ile Muhammed (s.a.a) ve onun pak Ehlibeyt’ini sevelim ki bu sevgi yarın mahşerde elimizden tutsun ve bizleri onların yanına götürsün. Unutmayalım ki insanın değeri sevdiği şey ile ölçülür. Bizlerin değeri de Allah, Muhammed (s.a.a), Ehlibeyt (a.s) ve evliyaya olan sevgimiz kadardır. Dolayısıyla nasıl bir muhabbete sahip olduğumuza ve kimleri sevdiğimize dikkat edelim.


        Yorum


          #5
          Ynt: Nehcul Belaga'dan Dersler


          ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

          DUA

          DUA RAHMET ANAHTARIDIR

          İslam'da önemle vurgulanan konulardan biri de duadır. “(Resulüm!) De ki: Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?” Hatta bazı rivayetlerde dua ibadetin özü olarak ta açıklanmıştır. Bu kadar önem taşıyan bir amelin, elbette birtakım şartları olacaktır. Bu şartlar gözetilmediği takdirde dua ruhsuz bir amele dönüşür. Günahkâr birinin dua etmeye ve Allah’tan af dilemeye herkesten daha çok ihtiyacı vardır. Yalnızlığa itilmiş, günahlar içinde boğulmuş kimseler dertlerini açacak, kimseyle paylaşamadıkları sırlarını paylaşacak şefkatli bir dosta, feyiz ve rahmetinden yararlanacak olağanüstü güçlü bir sığınağa özlem duyarlar. Dua, şefkatli dostun rahmet dergâhına açılan bir kapıdır. Allah'ın kullarına dua nimetini sunması, kendisiyle konuşup, dertleşme ve dualarına kulak verme olanağı tanıması onun sonsuz lütuf ve merhametinin nişanelerindendir. İnsan, hiç zaman kaybetmeden kulların yüzüne açılan bu sonsuz rahmet dergâhından yararlanarak dua ve münacata koyulmalıdır.
          İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor; “O halde amel ediniz, Zira ameller (Allah'a) yükselir. Tövbe fayda verir, dua işitilir. Durum sakin, kalemler yazmaktadır. Ömrünüz sona ermeden, sizi işten alıkoyan hastalık çatmadan ve ölüm ansızın canınızı bedeninizden ayırmadan amele koşun.”
          Hazretin bu buyruğundan da anlaşıldığı gibi insana her zaman tövbe ve dua etme fırsatı verilmiyor ve her zaman dualarda ilahi dergâhta kabul görmüyor. Ölüm gelip kapıya dayandı mı artık tüm fırsatlar elden çıkmıştır demektir. O anda yapılan tövbeler ve dualar insana bir fayda sağlamaz.
          İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “İhtiyacını istemeye izin vererek hazinelerinin anahtarını eline vermiştir. İstediğin zaman dua ile nimet kapılarını açar, kurak yerleri sulayıp, hayat vermek için rahmetini istersin. İcabet gecikti diye ümitsizliğe düşmemelisin.”
          Allah’ın kullarına sunduğu en büyük lütuf ve merhametlerinden biri de dua ve ibadet fırsatıdır. Bundan daha önemlisi de kullarına dualarını kabul edeceğine dair söz vermesidir. “Rabbiniz şöyle buyurdu; Bana dua edin kabul edeyim.”
          İnsan şunu bilmelidir ki Allah’ın kullarının üzerine inen rahmeti dualarının vesilesiyledir. Kulluğun gereği dua ve ibadet etmektir, ilahlığın gereği ise lütuf ve merhamettir. Dua kul ile Allah arasında bir anahtardır. Kul, elindeki dua anahtarıyla Rabbinin rahmet hazinelerinin kapısını açar. Dua ve ibadetimizle ihtiyaç ve isteklerimizi yüce Allah’ın dergâhına sunarız. Kuraklık ve rahmet yağmuru inmediğinde yağmur duası ve namazına çıkılması tavsiye edilmiştir. Kıtlık ve kuraklık ve benzer durumlarda kullar âcizane, yaşlı gözlerle ellerini ilahi dergâha açtıklarında yüce Allah rahmet yağmurlarını onlara göndermiştir. Dini kaynaklarda bu konuları sıkça okumuşuzdur ve tarih boyunca da örnekleri görülmüştür. İnsan unutmamalıdır ki saadet, hayırlı akıbet, salih evlat, sağlık, ibadet tevfiki, hayır ve bereket sadece Allah'ın rahmet dergâhındadır ve bunları ancak duayla elde edebilir.
          İmam Ali (Aleyhisselam) oğlu İmam Hasan’a (Aleyhisselam) yazdığı mektupta bu konu hakkında şöyle buyurmuştur; “Yere ve göklere tasarruf eden, af dileyip dua etmene izin vermiş, kabul etmeyi de üzerine almıştır. Vermesi için istemeni, merhamet etmesi için de merhamet dilemeni emretmiştir. Seninle arasına engel olacak bir kimseyi koymadı. Katında bir şefaatçiye muhtaç etmedi, kötü işlerinden sonra tövbe etmeyi yasaklamadı. Cezalandırmanda acele etmedi. Dönünce kınamadı, rezil rüsva olmayı hak ettiğinde rezil rüsva etmedi, tövbeye yönelişinin kabulünde sana şiddetli davranmadı. Günahın sebebiyle seni zorluğa düşürmedi, rahmetiyle seni ümitsizliğe düşürmedi. Aksine suçundan yüz çevirmeni bir iyilik saydı, yaptığın kötülüğe misliyle, ettiğin iyiliğe de on misliyle karşılık verdi. Sana tövbe ve hoşnutluk kapısını açtı. Çağırdığın zaman seslenişini duyar, fısıltıyla yalvardığın zaman da fısıldadığını işitir. O halde ihtiyacını O'na söyle, gönlündekini aç, dertlerini şikâyet et. Sıkıntılarını gidermesini iste, işlerinde O'ndan yardım dile.”
          Tüm bu buyruklar duanın rahmet anahtarı olduğuna dair yeterli değil midir? Allah'ın bizlere nasıl dua edeceğimizi öğretmesi ve onu kabul etme sözü vermesi duanın rahmet anahtarı oluşunun kanıtı değil midir?
          DUA ŞEVKİ
          Mademki dua Allah ile kulun aşka dayalı bir irtibatı ve âşıkla maşukun bir diyalogudur o halde bu fırsatı iyi değerlendirmeli, yılmadan büyük bir şevkle ilahi dergâha yönelmeliyiz. Dua eden kimse yüce yaratan ile sırlarını paylaştığı için yalnızlık hissetmez. İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor; “Çağırdığın (nida) zaman seslenişini duyar, fısıltıyla (necva) yalvardığın zaman da fısıldadığını işitir.”
          Nida: Yani yüksek sesle çağırmak.
          Necva: Yani yavaşça seslenmek, kulağa fısıldamak.
          Allah için sesli ve sessiz, yakın ve uzak kavramlarının bir anlamı yoktur. O, hem sesli hem de sessiz yakarışı işitir, ancak O kullarının kendisiyle necva ve duayla irtibat kurmasını istiyor. Benzetecek olursak duayı şuna benzetebiliriz: Allah telefonun diğer ucunda bizden kendisini aramamızı bekliyor, onunla irtibat sadece zorluklar ve musibetlerde olmamalıdır. Bilakis O, her halükarda rahatlıkta ve sıkıntıda kendisiyle irtibatta olmamızı istiyor. Ey insan! Şunu bilesin ki Allah'la olan bu manevi irtibatını ilahi dergâhtan kovulmuş şeytan, kesmek istemektedir. Allah, kullarından hiçbir zaman gaflet etmiyor ve işlediğimiz onca çirkin günahlarımıza rağmen rahmetini bizden esirgemiyor ve sunduğu sonsuz nimetleriyle bizleri mahcup ediyor. Aslında ondan gafil olan ve aradaki bağı koparan bizleriz. İmam Ali (Aleyhisselam) bu irtibat hakkında şöyle buyuruyor; “Seninle arasına engel olacak bir kimseyi koymadı. Katında bir şefaatçiye muhtaç etmedi.”
          Yani Allah kuluyla arasında bir engel ve vasıta koymadan, önceden bir randevu almaksızın her zaman istediği her yerde onu huzuruna kabul edip dertlerini dinlemeye hazırdır. Ey günahkâr kul! Öyleyse günahlarından pişman ol, özür dile ve duayla irtibatını güçlendir. Kuşkusuz ki Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Kendisinden isteyene de nimetinden verir, istemeyene de. Nitekim Recep ayının duasında şöyle gelmiştir; “Ey aza karşılık çok veren, ey rahmet ve şefkatinden dolayı isteyene de istemeyene de veren.”
          Dua sadece günahkârlara mahsus değildir, bilakis salihler ve iyiler herkesten daha çok Rableriyle münacat ederler. Çünkü Allah hem kendisine itaat edenlerin hem de isyan edenlerin rabbidir.
          DUA BELALAR İÇİN KALKANDIR
          Dua, sadece rahmet ve nimet elde etmek amacıyla yapılmaz, bazen de belaları ve azapları def etmek için yapılır. Dua, tıpkı bir set gibidir, nitekim set, bazen su biriktirmek ve depolamak için, bazen de sel felaketinin önünü almak için yapılır. Duada bazen dünya ve ahirette ilahi rahmet ve nimete ulaşmak ve bazen de belalar, felaketler, hastalıklar ve ilahi azaptan güvende olmak için edilir.
          İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Bela dalgalarını dua ile defedin.”
          İnsan dünya hayatında belalar ve sıkıntılarla iç içe yaşamaktadır. Dünya hayatında ani ölüm, fakirlik, nimetlerin elden çıkması ve ilahi azabın inmesi gibi afetler her insan için kaçınılmaz afetlerdir. Tüm bunlar insanın kendi amellerinin neticesidir.
          Nitekim İmam Ali’den (Aleyhisselam) nakledilen Kumeyl duasında şöyle okumaktayız; “Allah'ım! Benim masumluk perdemi yırtan günahlarımı bağışla! Allah'ım! Belalar indiren günahlarımı bağışla! Allah'ım! Nimetleri değiştiren günahlarımı bağışla! Allah'ım! Duamın icabetini engelleyen günahlarımı bağışla! Allah’ım! Belanın inmesine sebep olan günahlarımı bağışla.”
          Nimetleri değiştiren, azapların inmesine sebep olan ve duaların kabul olmasına mani olan günahlar ancak dua vesilesiyle bertaraf olur. Yine Kumeyl duasının bir başka bölümünde şöyle okuyoruz; “Allah'ım! Mevla'm! Nice kötülüklerimin üzerini örttün, nice şiddetli belaları geri çevirdin.”
          Dua sadece sıkıntıya ve musibete uğramış kimselere mahsus değildir. Bilakis sağlık ve mal sahibi zenginler de dua etmelidirler. Çünkü hiç kimse afet ve azaptan güvende değildir. Dünya hayatında herkes bela ve sıkıntılara uğrayabilir. Her zaman rahatlık ve asayiş içinde olacaklarını zannedenler büyük bir yanılgı içindedirler. Bu ancak kâfirlerin zannıdır. Nitekim kâfirler malları ve servetleriyle gururlanıp, daima bu nimetlerden yararlanacaklarını zannederler. Deprem ve sel gibi doğal afetler karşısında kendini güvende hisseden kimse gaflettedir. İnsan bu belaları ancak Rabbinin dergâhına yönelerek duayla defedebilir.
          İmam Ali (Aleyhisselam) oğlu İmam Hasan’a (Aleyhisselam) mektubunda şöyle buyuruyor; “Dua ile sorunlarını ve sıkıntılarını ona götürerek bertaraf olması için ondan medet diliyorsun.
          İmam Ali (Aleyhisselam) sorunlarını çözmeye ve gidermeye gücü olmayan kimselere sorunlardan dolayı şikâyet etmemelerini öğütlüyor; “Allah’ı nazarda tutun, Allah’ı Şikâyette bulunmak için sizden kederi ve acıyı gideremeyecek ve sorununuzu çözemeyecek kimselerin yanına gitmeyin.”
          Allah’ın salih ve mümin kulu bütün sıkıntılarını, hacetlerini ve şikâyetlerini Rabbinin dergâhına götürür ve Allah’a dua ederek bunları gidermesini ister. Hacetlerini onun dergâhından başka yerlerde aramaz.
          DUA VE İCABET
          Duaya icabet etmek yüce Allah’ın kesin vadelerindendir; “Beni çağırın, duanızı kabul edeyim.”
          Allah’ı ihlâsla çağıran kulun her duası ve isteği kesin kabul olur. Çünkü kendisini çağıran kulların duasını kabul edeceğine dair onlara söz veren hikmet sahibi yüce Allah’ın duaları kabul etmemesi abes ve yersiz bir iş olur. Abes iş ise yaratanın şanından uzaktır. Bazen insanlar ilahi lütuf ve merhametten haberdar olmazlar. Allah kulunun bazı dualarını ve isteklerini onun maslahatı gereği geciktirir, bu kulun hayrınadır. Yüce yaratan işleri hikmeti gereği uygun bir zamanda yapar. Bazen kulunun duasına icabeti kulunun başına gelecek bir güne kadar geciktirir ve gerçekleşmesi takdir edilen o belayı kulunun o duasıyla ondan bertaraf eder. Bazen de insanın işlediği birtakım günahlar duanın Rabbinin dergâhına yücelmesine ve kabul olmasına engel olmaktadır. İşlenen her günah duanın kabulüne bir engeldir. Fakat unutulmamalıdır ki kula dua etme başarısını veren de Allah’tır. Kendisine dua etme nimeti verilen kimseye icabeti de nasip olmuş demektir.
          İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Allah'a itaatkâr ol, O'nu anarak dost ol, O'ndan yüz çevirdiğin halde sana nasıl yöneldiğini bir düşün! O seni lütfüyle kuşatmış ve affına çağırıyor.”
          İmam Ali’nin (Aleyhisselam) bir başka buyruğunda şöyle gelmiştir; “Kendisine dört şey verilen kimse, dört şeyden mahrum kalmaz; dua verilen kimse icabetten, tövbe ihsan edilen kimse kabulünden, istiğfar verilen kimse mağfiretten ve şükür verilen kimse de nimetin artmasından.”
          Yine Hazret bir başka yerde şöyle buyurmuştur; “Allah kuluna şükür kapısını açıp da nimetin çoğalan kapısını kapatmaz, dua kapısını açıp da icabet kapısını kapatmaz ve ona tövbe kapısını açıp da mağfiret kapısını kapatmaz.”
          Allah kendisiyle bireysel ve teke tek yakın irtibatta bulunan kimseye kesin olarak kabul sözünü de vermiştir. Duanın icabeti ve tövbenin mağfireti Allah'ın değişmeyen sünnetlerindendir. Ancak belirtildiği gibi dua, bazen ya şartların oluşmamasından veya kulun maslahatı gereği icabet zamanının erken olmasından veyahut insanın işlemiş olduğu günahlardan kaynaklanmaktadır. Çünkü Allah'ın vaadi haktır ve gelip çatmasında da hiçbir şüphe yoktur.
          İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor; “Bazen de bir şey istersin verilmez, fakat bu dünyada ya da ahirette ondan daha hayırlısı verilir. Veya verilmemesi senin yararına olmuştur.”
          DUA'NIN ADABI VE ŞARTLARI
          Duanın da diğer dini farizalar gibi birtakım şartları ve adabı vardır. Biz burada sözü fazla uzatmadan özet olarak duanın şart ve adabına işaret edeceğiz. Konuya girmeden önce duayla ilgili İmam Sadık'ın (Aleyhisselam) ashabından birinin İmam’a sorduğu soruyu ve İmam'ın verdiği cevabı nakletmek istiyoruz:
          Ashaptan biri İmam Sadık'a (Aleyhisselam) “Kur'an-ı Kerim'de tevilini bilmediğim iki ayet vardır” diye arz etti.
          İmam; “Hangi ayetler” diye sordu.
          Sahabi; “Beni Çağırın size icabet edeyim” ayetidir. Oysaki ben Allah'ı çağırıyorum ama duam kabul olmuyor dedi.
          İmam (a.s); “Allah, verdiği sözünde durmuyor ve sözünün aksini yapıyor demek istiyorsun öyle mi?” buyurdu.
          Sahabi; “Efendim, ben bunu demek istemiyorum” dedi.
          İmam (a.s); “O halde ne demek istiyorsun?” buyurdu.
          Sahabi; “Bilmiyorum” dedi.
          İmam (a.s); “Tevilini bilmediğin öteki ayet hangisidir?” diye sordu.
          Sahabi; “Siz Allah için ne verirseniz, Allah onun yerine başkasını verir” ayetidir dedi.
          İmam (a.s); “Allah'ın verdiği sözün aksine davrandığını mı sanıyorsun?” buyurdu.
          Sahabi; “Hayır, böyle düşünmüyorum” diye cevap verdi.
          İmam (a.s) ; “Öyleyse ne demek istiyorsun?” buyurdu.
          Sahabi; “bilmiyorum” dedi.
          İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu; “İnşallah bu konuyu sana açıklayacağım; Allah'ın emrettiği şeye itaat ettikten sonra O’nu çağırsaydın, elbette ki duanı kabul ederdi. Ama görüyorum ki sen Allah'a muhalefet etmektesin, bu yüzden de duana icabet etmemektedir. İnfak ettiğin şeyin yerini başka bir şeyin doldurmadığı sözüne gelince, eğer helal yolla kazandığın parayı harcanması gereken yerde infak etmiş olsaydın, bir dirhem dahi olsaydı Allah onun yerine bir başkasını sana verirdi. Dua konusuna gelince eğer onu adabıyla yerine getirseydin, günahkâr olmuş olsan dahi yine sana icabet ederdi. Duanın Adabı şöyledir;
          İlahi farzları eda ettiğinde Allah'ı ulularsın, elinden geldiği kadar O'nu methet! Peygambere (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) çokça salâvat gönder, risaleti tebliğ ettiğine dair şahadet et ve hidayet imamlarına salâvat yolla! Daha sonra Allah'ın sana verdiği nimetleri hatırla, günahlarına itiraf et ve tekrar günahlarına dönmeyeceğine dair söz ver, bundan sonra da Allah'tan bağışlanma ve mağfiret dile. Bunları yaptıktan sonra hacetlerini iste, umulur ki Allah seni mahrum etmez. Dua adabına dikkat etmek hem dua eden kimseyi duaya hazırlar ve hem de duanın ilahi dergâhta kabul olmasını sağlar.”
          Burada kısaca duanın şartlarını ve duada riayet edilmesi gereken bazı adabı nakletmekle yetineceğiz.
          1) Allah'ı Tanımak ve İhlâsla Dua Etmek
          Duada ihlâs yani, yalnız Allah için dua etmek ve her türlü gösterişten uzak, samimi bir kalp ile ona yönelip sadece ondan medet ummaktır.
          İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Allah'a dua ve isteklerinde ihlâslı ol; çünkü yalnız O’dur ki ya icabet eder ya da mahrum.”
          Bazı kimseler bir taraftan dua edip, hacetlerini Allah'tan isterler, diğer taraftan da hacetlerini başka yerlerde ve kimselerde ararlar. Böyle bir kimsenin duasında ihlâs olmadığından kabul görmez. Hem yaratandan istemek hem de başka kapılara ümit bağlamak duanın ruhuyla bağdaşmamaktadır. Başkalarından medet umanlar unutmasınlar ki vesileleri de yaratan ve hazırlayan Allah’tır. O, istemezse yaprak düşmez, gönüllere merhameti düşüren O’dur. İnsanların şefkatlerini ve sevgilerini kazandıran yine O’dur. Dua ederken insan sadece Allah'ı nazarda tutmalı, kalbini herkesten ve her vesileden arındırarak, ilahi dergâha yönelmelidir. Dua eden kimse tıpkı denizin azgın dalgalarıyla boğuşan ve her yerden ümidini kesmiş ve bir tek güce kalp bağlayan kimse gibi Rabbini çağırmalıdır. Kur'an- Kerim bu durumu övmüş ve bu duayı ihlâslı bir dua olarak zikretmiştir; “Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız O’na has kılarak (ihlâsla) Allah'a yalvarırlar. Fakat onları salimen karaya çıkarınca, bir bakarsın ki, (Allah'a) ortak koşmaktadırlar.”
          İnsan bela anlarında ihlâsla Allah’ı çağırdığı gibi kendisini güvende ve nimet içinde gördüğünde de halisane O’nu çağırmalıdır. Çünkü insan her an afetlere ve musibetlere duçar olabilir. Dünya hayatından bu kaçınılmaz bir durumdur.
          İmam Cafer Sadık (Aleyhisselam) Resulullah’tan şöyle rivayet eder; “Allah'u Teâlâ buyuruyor ki: Kim benim yarar ve zarar verdiğimin bilincinde olarak benden bir şey isterse, istediğini kabul ederim.”
          2) Duaya Hamd, Salât ve Mağfiretle Başlanmalı
          Duaya Allah'a hamd ve Hz. Muhammed (s.a.a) ve O’nun pak Ehlibeyt’ine (a.s) salâvat ile başlamak duanın adabındandır. Duaya Allah'ın nimetlerini anıp, Peygambere salât ve selam göndererek başlamak duanın icabet zeminini oluşturur. Allah ve melekleri Hz. Muhammed'e (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) salât ve selam gönderiyor ve Allah, iman ehline de Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) ve O’nun Ehlibeyt’ine (a.s) salâvat göndermeyi emretmiştir; “Allah ve melekleri, Peygambere çok salâvat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salâvat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.”
          Peygambere salâvat göndermek kabul olunan bir duadır ki Allah'ın kendisi buna emretmiş ve bizden de O’na salâvat göndermemizi istiyor.
          İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor; “Allah'tan bir hacetin olduğu zaman duana Peygambere salâvat göndererek başla ve ardından hacetini dile. Allah kendinden iki şey istenildiğinde (hacet ve salâvat) birini kabul edip, diğerini reddetmekten daha kerim ve yücedir.”
          Allah ile manevi irtibat kurmanın en önemli şartının Allah’a hamd ve Peygambere salâvat olduğunu söyleyebiliriz. Eğer kapasitemize göre Ehlibeyt’i (a.s) gerçek manada tanımaya muvaffak olursak Allah ile yakından irtibat kurmak nimeti de bizlere nasip olur. On dört nur (a.s) ile yakından irtibat bağı kuran kimse gerçekte Allah ile de irtibat kurmuş demektir.
          İmam Sadık (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Adamın biri mescide girip iki rekât namaz kıldı, sonra Allah'tan bir istekte bulundu. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) bu adamı görünce, kul (duada) Rabbine acele etti buyurdu. Sonra başka biri geldi, iki rekât namaz kıldı, daha sonra Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra Peygambere (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) salât ve selam etti. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) ona, işte istediğin sana verilir buyurdu.”
          3) Duanın Amel İle Olması
          İnsana hedefine ulaşması ve belalardan güvende olması için çalışıp, çaba sarf etmesi emredilmiştir. Bu çabalarının yanı sıra dua etmesi de ondan istenmiştir. Dua hiçbir zaman zahmet ve çabanın yerini alamaz. Allah'ın sünnet ve kanununda da işlerin dua ile yapılması emredilmemiştir, bilakis amel duanın destekçisi olmalıdır. İlk önce çalışıp, çaba sarf edilmeli ardından da dua edilmelidir. Amelsiz duanın faydası olmadığı gibi duanın da amelsiz faydası yoktur. Tıpkı hasta kimsenin doktora gitmesi, ilim tahsil etmek isteyenin okula gitmesi ve düşmanla savaşan kimsenin savaş meydanına gitmesi gibi. Bu gibi durumlarda dua başarı ve hedefe ulaşmayı kolaylaştırmaktadır.
          İmam Ali (Aleyhisselam) bu konu hakkında şöyle buyuruyor; “Amelsiz dua eden (veya davetçi) yaysız ok atan gibidir.”
          Halk dilinde kullanılan senden hareket Allah’tan bereket sözü de Hazretin bu buyruğundan alınmıştır. Söz gelimi üniversite sınavına girecek kimse zahmet ve çaba harcadıktan sonra Allah’ı çağırarak ve O’na tevekkül ederek sınava girmelidir. Dersine çalışmadan, herhangi bir hazırlık yapmadan duayla sınava girmesi yersiz ve neticesiz bir davranıştır.
          İmam Cafer Sadık (Aleyhisselam)şöyle buyuruyor; “Üç kişinin duası kabul olmaz; (Onlardan biri) evinde oturup “Ya Rabbi, bana rızık ver!” diyen kimsenin duasıdır. O zaman o adama rızık kazanmak için sana bir yol karar kılmadım mı?” diye hitap edilir.”

          Yorum


            #6
            Ynt: Nehcul Belaga'dan Dersler

            4) Takva
            Takva, insanın nefsini günahlardan korumasıdır. Duanın icabet şartlarından biride Allah'a iman etmek ve takvalı olmaktır. İmam Ali (Aleyhisselam) Hicretin 37. yılında Muhammed B. Ebubekir’i Mısır'a vali tayin ettiğinde ona bir mektup yazmış ve mektubunda takva sahiplerini ve Allah dostlarını vasfettikten sonra şöyle buyurmuştur; “Onların (muttakilerin) duaları reddedilmez, lezzetten de payları azalmaz.”
            Ömrünü Allah'ın emirlerine itaat etmekle geçiren bir kimse Allah'tan bir şeyler istediğinde isteği geri çevrilmez ve dilediği mutlaka ona verilir.
            5) Duanın Özel Zamanı Ve Mekânı
            Bazen duaların kabulü için özel bir zamana ve mekâna ihtiyaç olur. Kutsal mekânlar ve Allah katında değerli sayılan zamanlarda dua etmek duanın kabul olmasını çabuklaştırır. Örneğin, Cuma günleri, Cuma akşamları, Kadir gecesi, Arafat, İmam Hüseyin'in (Aleyhisselam) kutsal türbesi, Kâbe, Mekke ve Medine gibi mukaddes mekânlarda ve zamanlarda edilen dualar daha çabuk kabul olur. Çünkü bu mekânlar ve zamanlar Allah katında özel bir değere sahiptirler. Hz. Yakup’un (a.s) evlatları kardeşleri Hz. Yusuf’a (a.s) yaptıklarından pişmanlık duyunca babalarının yanına geldiler ve ondan günahlarının bağışlanması için Allah’a dua etmesini istediler. Nakledilen rivayete göre Hz. Yakup (a.s) evlatları için özel bir zamanı bekledi ve Cuma akşamı onların bağışlanmaları için Allah’a dua etti.
            İmam Ali (Aleyhisselam) yakın dostlarından olan Nevf-i Bikkali şöyle nakleder; “Bir gece Emirü’l-Müminin Ali’yi (Aleyhisselam) ibadet için yatağından kalktı. Yıldızlara baktıktan sonra bana, Ey Nevf! Uyumuş musun yoksa uyanık mısın?” diye sordu. Daha uyumadım dedim. Bunun üzerine Hazret şöyle buyurdu; “Ey Nevf! Ne mutlu dünyada zahit olanlara ve ahirete rağbet edenlere! Onlar yeryüzünü sergi, toprağını yatak, suyunu güzel koku, Kur’an’ı elbise (kalp ziyneti), duayı ise (olaylara karşı) dış elbise yapan ve dünyayı Hz. İsa Mesih (Aleyhisselam) gibi kesip atan (ondan yüz çeviren) kimselerdir. Ey Nevf! Davut (Aleyhisselam) böylesi bir gecede kalkıp şöyle buyurdu; “Halktan haraç alan zorba, halkı sultanlara ispiyonlayan gammaz zalim, hükümeti koruyup polis ve tambur ile davul çalanlar dışında, bu saatte dua eden her kulun duası kabul olur.”
            Müminlerin dualarının kabulünde zaman ve mekânın büyük rolü vardır, belirtilen özel zamanlarda ve mekânlarda edilen dualar kabul olur. Öyleyse o zaman ve mekânları ganimet bilip, fırsat elden çıkmadan yararlanılmalıdır. Uykuyu gözlere haram edip bu uzun gecelerden istifade etmek gerekir.
            6) Daima Dua Edilmelidir
            Duanın adabından biride insan kulluğunun gereği her halükarda sağlıkta ve hastalıkta, yoksullukta ve zenginlikte Allah ile manevi irtibat içinde olmasıdır. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) şöyle buyuruyor; “Rahatlığında Allah'ı tanırsan O da seni sıkıntı halinde tanır.”
            İmam Ali (Aleyhisselam) kendisine öğüt vermesini isteyen bir adama birtakım nasihatlerden sonra şöyle buyurdu; “Bela dokununca sızlanarak duaya koyulup, (genişlik ve rahatlığa) çıktığında, gururla Allah'tan yüz çevirenlerden olma.”
            Hakikaten bu hadisler çok dakik ve zarif noktalara işaret etmektedir. Şüphesiz dua Allah'a yöneliştir. Kulluğun gereğidir, ahret saadetine açılan köprüdür. Kılıçtan daha keskin olan Sırat köprüsünden rahat geçmenin belgesidir. Duanın icabete en yakın ve etkili olanı, içinde en çok Allah'a yönelişin olduğu duadır. Eğer bu yöneliş ne kadar zayıf olursa, icabet de o ölçüde zayıf olur. Allah'a tam manasıyla yönelmek ise ancak çok dua etmekle mümkün olur.
            İmam Zeynelabidin (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Duaya (sürekli) koşan gibi (güzel bir şey) görmedim. Çünkü kulun her saatte duası kabul olmaz.”
            7) Marifetli Olmak
            Daha önceki konularda da zikrettiğimiz gibi dua etmeden önce Allah’a hamd ve Resulüne de salâvat göndermek insanın Allah katındaki konumunun ve marifetinin nişanesidir. Yüce Allah insana niyet ve marifetinin ölçüsünde lütufta bulunur. Ehlibeyt’ten (Aleyhisselam) nakledilen dualara baktığımızda onların hacetlerini dile getirmeden önce dua ortamını oluşturduklarını görmekteyiz. Allah'ın sıfatlarını zikredip, Onu kendi azamet ve büyüklüğüne yemine verdikten sonra hacetlerini istemişlerdir.
            İmam Ali (Aleyhisselam) Malik Eşter'e yazdığı fermanında şöyle buyurmuştur; “Rahmetinin genişliğine, yüce kudretine ve her isteneni vermesine dayanarak, Allah'ın bizi hoşnut olduğu işleri başarmaya, kendisine ve halkına yaptıklarımız için açık özürler getirmemeye, kullarının güzel övgülerine mazhar olmaya muvaffak etsin”.
            Duaya belirtilen adabıyla başlamak dua edene manevi bir güç ve güvence verdiği gibi duasının kabul olmasında da son derece etkilidir.
            8) Muztar Olmak
            Duada insan Allah’tan başka bir sığınak bulmayan muztar (her yerden ümidi kesilen, çaresiz insan) gibi Allah'a sığınmalıdır, ancak O'na ümit bağlamalıdır. Allah'a ümit bağlamasının yanı sıra insanlara da ümit bağlayarak Allah’a hakkıyla sığınmış sayılmaz. O'na sığınmak ve ondan medet ummak kavramı yerinde bir tabir olmaz. Her şeyden ümit kesip, Allah'a yönelmek duanın kabul olmasında temel şarttır. Yüce Allah Hz. İsa'ya (Aleyhisselam) şöyle vahyetmiştir; “Ey İsa! Bir kurtarıcısı ve yardımcısı olmayıp da boğulmakta olan kimsenin duası gibi bana hüzünlü bir halde dua edin.”
            Haksızlığa uğramış, mazlum kimsenin duası çabuk kabul olur. İmam Ali (Aleyhisselam) Malik Eşter’e yazdığı mektupta şöyle buyuruyor; “Allah'ın kullarına zulmetme! Zira Allah'ın nimetlerini değiştiren, azabının gelip çatmasını çabuklaştıran şeyler içinde zulümden daha etkili bir şey yoktur. Allah, zulme ve haksızlığa uğramış kimselerin feryadını duyar ve O, zalimleri gözetir.”
            Bazen kalpten söylenen bir “Ya Rabbi” cümlesi, bir damla gözyaşı ve riyasız bir tevessül bütün perdeleri ortadan kaldırarak duanın Allah dergâhına yücelmesini sağlar.
            9) Allah'ın Belirlediği Çizgiden Gitmek
            Her ibadet ve itaatte olduğu gibi duada da Allah'ın belirlediği çizgiden giderek, emrine itaat edilmelidir. Bu hususta şöyle bir rivayet nakledilmiştir; “İsrail oğullarından bir şahıs kırk gece Allah'a ibadetten sonra dua etti. Ancak Allah duasını kabul etmedi. Adam bu durumu Hz. İsa b. Meryem'e şikâyet edince, Hz. İsa bunun sebebini Allah'a sordu. Yüce Allah şöyle vahyetti; “Ya İsa! O, bana dua edince kalbinde senin hakkında şüphesi vardı.”
            10) Acele Etmeden Dikkatlice Dua Etmek
            Duada dikkat edilmesi gereken konulardan biri de acele etmeden, düşünerek ve dikkatlice dua etmektir. Allah'tan bir şey isterken acele edilmemelidir. Çünkü duanın hakikati ve ruhu ağlayıp, sızlayarak Allah'a yönelmektir. Hadislerde geldiği üzere duada söylenen sözler üzerinde düşünülmeli ve acele edilmeden yapılmalıdır. İnsan acele etmeden ve söylediklerinin farkında olarak dua ederse kalbinde Allah'a yönelişinin vermiş olduğu huzuru hisseder. Zürare'nin İmam Sadık'a (Aleyhisselam) bana dua öğretir misiniz?” arz etmesi üzerine İmam (Aleyhisselam) şöyle buyurdu; “En iyi dua diline dökülenleri istemektir.”
            11) Rahmet İndiğinde Dua Etmek
            Allah'ın rahmeti duayla iner. Rahmetin indiği vakitler dua için en uygun vakitlerdir. Bu vakitlerde insan Allah'ın kapsayıcı ve geniş rahmetine daha yakın olur. Hadislerde Allah’ın rahmetini indiği birçok vakit zikredilmiştir. Onlardan bazıları şunlardır:
            -Kuran okunduğu vakit
            -Ezan vakti
            -Yağmur yağdığında
            -Şehidin kanının yere akıtıldığı vakit
            -Ezan ile Kamet arası
            Bu anlarda Allah'ın rahmet kapıları kullarının üzerine açılır.
            İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Beş yerde dua etmeyi ganimet bilin; Kuran ve Ezan okunduğunda, yağmur yağdığında, iki ordu savaştığında ve mazlumun dua ettiği vakitte. Çünkü mazlumun duasının arşa erişmesinde hiçbir engel yoktur.”
            12) Gece Yarılarında Dua Etmek
            Kalplerin Allah'a yönelmesinde ve Allah'ın rahmetinin insanı kapsamasında gecenin tenhalığında dua etmenin büyük bir rolü vardır. Allah'ın rahmeti gecenin son vakitlerinde daha çok nazil olur. Yüce Allah, gecenin son saatlerinde benzeri görülmemiş rahmetini kullarına gönderir. Allah katında bazı vakitler vardır ki Allah'ın rahmet kapıları ardına kadar açılır ve o kapıdan kullarının üzerine rahmet yağmurları yağar. Bu vakitlerin en önemlisi ve Allah'ın rahmetinden pay almak açısından en uygunu gecenin yarısından sonraki saatlerdir. O saatlerde yapılan dualar icabete daha yakındır.
            Yüce Allah şöyle buyuruyor; “Ey örtünüp bürünen (Resulüm)! Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. (Gecenin) yarısını (kıl). Yahut bunu biraz azalt. Ya da bunu çoğalt ve Kur'an'ı tane tane oku. Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz.”
            İmam Ali (Aleyhisselam) bir hutbesinde muttakilerin sıfatlarını sayarken şöyle buyuruyor; “Gece oldu mu, ayaklarına basarlar, saflar kurarlar, ibadete koyulurlar. Kur'an ayetlerini, harfleri sayılacak kadar, ağır, anlamını düşünerek okurlar.”

            Yorum


              #7
              Ynt: Nehcul Belaga'dan Dersler

              DUANIN İCABETİNİ GECİKTİREN NEDENLER
              Birçok kimse yaşantısında şu soruyla karşılaşmaktadır; ya duaları kabul olmuyor ya da geç kabul oluyor. Şimdiye kadar duanın icabet olmasının veya geri çevrilmesinin sebepleri bizim için aydınlığa kavuşmamış olabilir. Bununla birlikte bunların nedenlerini bilmesek de Allah'ın hikmet ve maslahatına iman etmiş bulunuyoruz. Şunu unutmamalıyız ki davranışlarımızın ve fillerimizin duanın kabulünde büyük etkisi vardır.
              İmam Ali’nin (Aleyhisselam) Kumeyl duasında buyurduğu gibi bazı günahlar duanın kabul olmasına engel olmaktadır; “Allah'ım! Duamın icabetini önleyen günahlarımı bağışla.”
              Bazen duanın geç kabul olduğunu düşünürüz. Bunun birtakım sebepleri vardır. Bu sebepler ya dua eden kimseden, ya toplumun bireylerinin davranışlarından ya insanın yediği lokmalardan ya kişinin kendi ailesinden veya dostlarından kaynaklanmaktadır. Bunların her biri duanın geri çevrilmesinde başlıca etkenlerdir. Dualarımızın kabulünü engelleyen etkenleri gözden geçirmeliyiz. Bu etkenlerin kaynağını bulup, ıslah etmedikçe duanın kabul olmasını beklemek yersizdir. Yüce Allah ile irtibatımıza engel olan her şey kişinin kendi yaşamıyla yakından ilgilidir. Hatamızın nerede olduğunu, nerede gaflet ettiğimizi ve hangi günahın Allah ile irtibatımıza engel olduğunu bilmeliyiz.
              İmam Ali (Aleyhisselam) duanın icabetinin gecikmesi konusunda şöyle buyuruyor; “Duanın icabeti gecikti diye ümitsizliğe düşmemelisin. Çünkü ihsan, niyetle birdir. Pek çok kez, isteyenin ecri artsın, arzulayana daha çok verilsin diye icabet gecikir. Bazen de bir şey istersin verilmez, fakat bu dünyada ya da ahirette daha hayırlısı verilir. Veya verilmemesi senin yararına olmuştur. İstediğin birçok şey vardır ki, eğer verilirse dinin helak olur.”
              Ey insan! Ne kadar şefkatli bir Rabbimiz var, kulunun maslahatını ve çıkarını ondan daha çok istemektedir.
              Bazen de Allah kulunun münacat ve dua sesini duymayı sevdiği için icabeti geciktirir. Her âşık maşukunun sesini işitmeyi sever. Allah ile kul arasındaki sevgi ve aşk karşılıklıdır. Hem mümin bir kul Allah’a âşıktır hem de Allah mümin kuluna âşıktır. Hiç kimse sevdiğiyle konuşmaktan bıkmaz, usanmaz. Maşukundan bıkan kimse gerçek manada âşık değildir. Dua aşığın kalbinden diline dökülen sihirli sözcüklerdir. Maşukta bu sihirli sözleri aşığından işitmek ister. Bizler işlerimizi yapıp, neticesini Allah'a havale etmekle mükellefiz. Yüce yaratan uygun gördüğü işlerimizi takdir eder.
              Bazen insan bir şeyi istemekte ısrar eder, duasının kabul olması için elinden gelen her şeyi yapar. Hatta bu kadar ısrarla istediği şeyin niçin kendine verilmediğine de bir anlam veremez. Ancak bir müddet sonra istediğinin niçin ona verilmediğini ve duasının niçin kabul olmadığını anlayınca bunun için Rabbine şükür eder.
              Hiç kimse perde arkasında olup bitenlerden ve gaipten haberdar değildir. Çoğu zaman da duasının hemen kabul olması onu Allah'tan uzaklaştırır ve gaflete düşürür.
              İmam Ali (Aleyhisselam) duanın geç kabul olmasının nedenlerinden birini de insanın önemli vazifesi olan “Emri bil maruf ve Nehy-i anil münkeri” (iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak) terk etmesi olarak nitelendirmiştir; “İyiliği emredip, kötülükten sakındırmayı terk etmeyin. Aksini yaptığınız takdirde başınıza kötüleriniz geçer ve sonra ne kadar çağırsanız da artık sizlere icabet edilmez.”
              Allah ile irtibatın tekrar sağlanması için gerçek tövbeye, güzel amellere ve Allah'ın günahların üstünü örttüğü settarlık sıfatından suiistimal etmemeye ihtiyaç vardır.
              DUAMIZDA ALLAH’TAN NE İSTEYELİM?
              Dualar iki bölümden oluşmaktadır:
              Birinci kısım yüce Allah'a hamd ve senadır. İkinci ve aynı zamanda önemli kısmı ise duada Allah'a açılan dilekler ve ondan istenilen hacetlerdir.
              Herkes düşüncesi, idraki ve marifeti ölçüsünde Allah'tan bir şeyler ister. Kulun Allah’a açtığı bazı hacetler görünüşte basit ve bireysel isteklerdir, bazılarıysa manevi yönden büyük ve toplumsal isteklerdir. Kendi başımıza dua edersek hacetimiz ve isteklerimiz naçiz ve değersiz şeyler olur. Fakat peygamberler ve Ehlibeyt’e (a.s) yönelip onlardan dua etmeği öğrenirsek hacetlerimizde değerli ve manevi olur. Çünkü Ehlibeyt (Aleyhisselam) her yönüyle bizler için güzel örnektirler. Ehlibeyt İmamları’ndan (Aleyhisselam) nakledilen dualar, Allah ile nasıl irtibat kurulacağını, dualarımızda Allah’tan neler isteyeceğimizi ve Allah'a olan marifetimizin nasıl olması gerektiğini bizlere öğretmektedir. Ne mutlu dualarını ve isteklerini Masum İmamlardan (a.s) öğrenip kemale ve saadete erişenlere!
              İmam Ali (Aleyhisselam) oğlu İmam Hasan'a (Aleyhisselam) vasiyetinden şöyle buyuruyor; “Güzelliği sana kalacak, zorluğu senden uzaklaşmasını isteyen kimse ol. Mal, sana kalmaz, sen de malın sahibi olmazsın.”
              Yani istek ve hacetlerin mal ve servetten büyük ve manevi olsun ki ölümünden sonra senin için yararlı ve kalıcı olsun. Öyleyse insan ölümünden sonra sürekli kendisiyle baki kalacak ve ona yarar sağlayacak hacetleri Allah’tan dilemelidir.
              İmam Ali (Aleyhisselam) İmam Hasan’a (Aleyhisselam) yazdığı mektubunda şöyle buyuruyor; “Ondan yardım dile. Rızkın bolluğu, bedenin sıhhati, ömrün uzunluğu gibi O'ndan başkasının veremeyeceği şeyleri rahmet hazinelerinden sana ihsan etmesini iste.”
              Allah'tan uzun ömür istemek ve rızkının bolluğu için dua etmek tavsiye edilen güzel dualardandır. Fakat şu unutulmamalıdır ki ömrünü Allah’a itaat etmekle geçiren ve kazandıklarını Allah yolunda kulları için harcayan kimsenin ömrü ve kazancı bereketli bir ömür ve kazançtır. Allahın verdiği rızkı ve ömrü ona itaat ve kullarına hizmet etmekle geçirmeyen kimsenin ömrü ve kazancı vebal ve felaketten başka bir şey değildir.
              Ey insan! Devamlı Allah'tan işlerimizin hayrını isteyelim. Çünkü gaip perdesi ardında saklı olan birçok şeyden haberdar değiliz. Nelerin yararımıza ve nelerin zararımıza olduğunu hesaplayamıyoruz. Aslında bazen ısrarla istediğimiz şeyler bizim için hayır değildir. Bazen de maslahatımız sevmediğimiz ve istemediğimiz şeylerde takdir edilmiştir; “Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
              İnsanın işlerini meşveretten sonra Allah’a havale etmesi ve ondan hayır talep dilemesi ne kadar güzeldir.
              Tüm sorunlar maddiyatla bitmiyor ve tüm hacetlerde dünyayla sınırlı değildir. Öyleyse gelin dua etmenin metodunu masumlardan öğrenelim. İmam Ali’nin (Aleyhisselam) nasıl dua ettiğine bir göz atalım.
              İmam Ali (Aleyhisselam) dualarının birinde şöyle buyuruyor; “Münezzeh olan Allah'tan dileriz ki bizleri ve sizleri hiç bir nimetin azdıramadığı, hiç bir amacın Rabbine itaatten alıkoyamadığı ve (dolayısıyla da ) ölümden sonra pişmanlık ve hüzne kapılmayan kimselerden eylesin.
              Bu istekler önemli ve büyük isteklerdir. Fakat bazı kimseler biraz maddi sıkıntılara düştüklerinde hemen isyan bayraklarını açarlar, Allah’ı unuturlar.
              İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “Sizden biriniz, Allah'ım, fitneden sana sığınırım, demesin. Zira fitneye duçar olmamış hiç kimse yoktur. O, halde sığınanlar fitnelerin kendilerini saptırmasından Allah’a sığınmalıdır.”
              Yine İmam Ali (Aleyhisselam) hutbelerinin birinde şöyle buyurmuştur; “Allah'tan şehitlerin makamını, saadet ehlinin yaşayışlarını ve peygamberlerle birlikte olmayı istiyorum.”
              Şehitlerin yeri cennettir. Saadet ehlinin temiz bir yaşamları vardır ve peygamberlere itaat etmek ve salih ameller işlemek insanı gerçek manada Allah’a kul yapar.
              İmam Ali (Aleyhisselam) bu üç hacetiyle bizlere nasıl dua etmemiz gerektiğini ve Allah’tan neler istememizi bize öğretiyor.
              KARANLIKLARI AYDINLATAN NUR
              Tarih boyunca Allah’ı hakkıyla tanıyan bir grup insan, dua ve itaatleriyle yeryüzünde insanlara hüccet olmuşlardır. İmam Ali (Aleyhisselam) bu ayeti okurken “Onlar, ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır.” Onların zikir ehli olduklarını buyurmuştur.
              İmam Ali (Aleyhisselam) o samimi ve ihlâslı kulları şöyle vasfetmiştir; “Böylece onlar, o karanlıkları aydınlatan lambalar ve o şüpheleri gideren kılavuzlar olmuşlardır. Dünya yerine zikri tercih eden bir zikir ehli vardır. Onları ne ticaret ne de alışveriş bundan alıkoyabilmiştir. Bu şekilde yaşamaya devam etmişlerdir. Her zaman gafillerin kulaklarına Allah’ın haramlarından kaçınmayı fısıldamışlardır. Adaletle emrettiklerinde kendileri de sarılmışlar, münkerden sakındırdıklarında kendileri de kaçınmışlar. Dünyada oldukları halde, sanki dünyayı ahirete taşımışlar ve ötedeki şeyleri görmüşler, sanki orada uzun süre kalan berzah ehlinin gaibi hallerinden haberdar olmuşlar, adeta kıyamet vaatlerini onlara gerçekleştirmiş, böylece dünya ehlinin gözünün önüne gerilen perde aralanmıştır da. Onlar, insanların görmediklerini görüp, işitemediklerini işitmişlerdir... Allah'a dua ederken af ve bağış havasını solumuş, O'nun fazlına çok muhtaç ve azametine boyun eğen esirleri olmuşlardır. Uzun hüzünler kalplerini yaralamış, dinmeyen ağlamalar gözlerini bozmuştur. Allah'a rağbete açılan her kapıyı çalan bir elleri vardır. Onlar, geniş (bağış) toprakları daralmayan, isteyenleri ümitsizlikle çevirmeyen kimselerden isterler. O halde kendin için nefsini hesaba çek. Çünkü diğerlerinin senden başka hesap görücüleri vardır.”
              Bu vasıflar zikir ehlinin tanınmayan simalarından bir parçadır ki ilahi lütuf ve merhamet onlara inmiştir.
              Peygamberin (s.a.a) güzide ve temiz ashabını ve onların Allah'a olan aşklarını hatırlamak bizler için güzel örnektir. İmam Ali (Aleyhisselam) hutbelerinin birinde askerlerinin itaatsizliği ve gevşekliklerinden hasretle şikâyet ederken Peygamber (s.a.a) dönemindeki dostları ve yaranlarını hatırlayarak şöyle buyurdu; “Ağlamaktan gözleri dünyayı görmez olmuş, oruçtan karınları çekilmiş, dua etmekten dudakları kurumuş, uykusuzluktan benizleri solmuş, simalarına Allah'a boyun eğenlerin tozu konmuştu. İşte onlar, benim giden kardeşlerimdir.”
              İmam Ali (Aleyhisselam) bir başak hutbede de Peygamberin seçkin ashabını şöyle tarif etmektedir; “Ben, Muhammed'in (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) ashabını gördüm, fakat sizin aranızda onlara benzer kişi görmedim. Onlar saçları dağılmış, toz toprağa bulanmış bir halde geceleri sabahlara kadar secde ve kıyam ederlerdi. Bazen alınlarını, bazen de yanaklarını toprağa dayarlardı. Kıyametin zikri geçtiğinde ateş üzerinde durur gibi olurlardı. Uzun secdelerden alınları, keçi dizleri gibi nasırlaşmıştı. Allah anıldığında, azap korkusundan ve sevap ümidiyle rüzgârlı havada sallanan ağaç gibi titrerler, gözyaşlarıyla gömleklerinin yakalarını ıslatırlardı.”
              İmam Ali'nin (Aleyhisselam) da yaranlarından beklentisi onlarında ilk Müslümanlar gibi ilahi dergâha huşu ve gözyaşlarıyla dönmeleridir.
              İMAM ALİ'NİN (A.S.) DUALARI
              Nehcü’l-Belaga’da Hz Ali'den (Aleyhisselam) nakledilen onlarca dua vardır ve her biri insanlara nasıl dua edeceklerini ve dualarında Allah’tan neler istemlerinin gerektiğini öğretmektedir.
              Biz de burada İmam Ali'den (Aleyhisselam) nakledilen bir kaç dua nakledeceğiz:
              1) Sefer Duası
              İmam Ali (Aleyhisselam) Kufe dışında Nuheyle denilen yerde Muaviye ile savaşa gitmek için atına binerken şöyle dua etti; “Allah'ım! Yolculuğun zorluğundan (ağır kayıplarla) dönüşün kederinden ve (döndüğümüzde) ailemizden, mal ve evlatlarımızdan kötü bir şey görmekten sana sığınırım. Allah'ım sensin yolculukta yoldaşımız ve sensin ehlimizi bıraktığımız (emanet) ettiğimiz. Bu ikisi senden gayrisinde toplanmaz. Zira ehlimiz emanet ettiğimiz, bizimle yoldaş olmaz, bize yoldaş olan da ehlimizle (ailemizle) geride kalamaz (Her yerde hazır ve nazır olan sadece sensin)”
              2) İmam Ali'nin (Aleyhisselam) Sıkça Okuduğu Dua
              Hazret, sürekli Allah'a şöyle dua ederdi; “Allah'ım! Benim üzerimde hüccetin var, benim sana karşı bir hüccetim yok. Ancak bana verdiğini almaya, beni koruduğunda korunmaya güç yetire bilmiyorum. Allah'ım! Senin zenginliğinin içinde fakir olmaktan, hidayetinden sapmaktan, egemenlik sana aitken mağdur olmaktan sana sığınırım. Allah'ım! Nefsimi, bahşettiğin nimetlerden alacaklarının ilki, bana verdiğin emanetlerden gelen hidayeti bırakıp nefsanî arzularımıza uyarak sapıtmaktan evveli karar kıl! Allah'ım! Sözden uzaklaşmaktan, dinden fitneye düşmekten, senin katından gelen hidayeti bırakıp heva ve heveslerimize uyarak sapıtmaktan sana sığınırız.”
              3) Yağmur duası
              Yağmur yağmadığı zaman şu duayı okurdu; “Ey Allah'ım! Biz çocuklarımız ve hayvanlarımızın bağrışmaya başlamasından sonra, örtülerimiz ve gölgeliklerimizin altında senin rahmetini umarak, nimetlerinin bolluğunu dileyerek, azabından ve belalarından korkarak sana geldik. Ey Allah'ım bereketli yağmurunla bizleri sula. Bizleri ümitsizlerden etme. Kıtlıkla bizleri helak etme. İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizleri hesaba çekme, ey merhametlilerin en merhametlisi! Zorluklar ve sıkıntılar başımıza çöreklenince, kıtlık dolu seneler bizi bu duruma getirince, zaruri ihtiyaçlar usandırınca ve ağır belalar peş peşe üstümüze gelince, sana gizli olmayan durumumuzu şikâyet etmek için huzuruna geldik. Ey Allah'ım! Bizi ümitsizlikle, hüzünle geri çevirme, bize günahlarımızla hitap etme, bizi amellerimizle ölçme. Ey Allah'ım! Üzerimize bol yağmurunu, bereketini, rızkını yağdır ve rahmetini üzerimize yay.”
              4) Savaşa Başlarken Okuduğu Dua
              Sıffın'da Muaviye’nin ordusuyla çarpışmaya gittiğinde şu duayı okudu; “Ey yeryüzüne çivi ve halka güven veren sabit dağların Rabbi! Düşmana galip getirirsen azıp zulüm etmekten koru, hakka dayandır bizi. Onları bize galip getirirsen, bizi şahadetle rızkılandır ve fitneden koru.”
              5) İmam Ali'nin (Aleyhisselam) Örnek Duası
              İma Ali (Aleyhisselam) insanlığa örnek olacak duası; “Allah'ım benden daha iyi bildiğin şeyler için beni bağışla. Ben yine ona dönersem, sen de bana mağfiretle yönel. Allah'ım! Söz verip vefa görmediğin ahitlerim için beni bağışla. Sana yaklaşmak için dilimle söylediğim halde, sonradan kalbimin muhalefet ettiği için de beni bağışla. Allah'ım gözlerimin işaretlerini, faydasız sözlerimi, kalbimin yersiz isteklerini ve dilimin sürçmelerini bağışlamanı diliyorum.”
              6) Düşmanlar Hakkındaki Duası
              Sıffın savaşının cereyan ettiği günlerde Hicr b. Adiyy ve Amr b. Humk gibi bazı yaranlarının Şam halkına küfrettiklerini duyduğu zaman şöyle buyurdu; “Allah'ım! Onların kanlarını da bizim kanlarımızı da ıslah et, onları sapıklıklardan kurtarıp hidayete ulaştır da bilmeyen hakkı tanısın! Sapıklıkta ve düşmanlıkta direnen vazgeçsin.”
              7) Düşmanlara Beddua
              İmam Ali (Aleyhisselam) ashabı ve müminleri cihada teşvik ederken düşmanlarına da şöyle beddua ediyor; “Allah'ım! Hakkı reddederlerse topluluklarını dağıt, ayrılığa düşür, suçlarına karşılık helak et onları. Onlar peş peşe vurulan mızrak darbeleriyle delik deşik olup deliklerinden hava çıkmadıkça, kafaları parçalanmadan, kemikleri kırılmadan, kolları ayakları kesilmeden yerlerinden kıpırdamazlar.”
              8) Maddi Güç İçin Dua
              İmam Ali (Aleyhisselam) ekonomik sıkıntıların bertaraf olması için Allah'a şöyle yakarıyor; “Ey Allah'ım! Yüzsuyumu ihtiyaçsızlıkla koru ve beni fakirlikle başkalarının yanında küçük düşürme! Bunları, senden rızık dileyenlerden istememek, mahlûkatının şerlerinden merhamet dilememek, bana vereni övmeye müptela olmamak ve benden esirgeyeni yermemekle imtihan edilmemek için istiyorum. Buna rağmen vermeye ve vermemeye muktedir olan sensin.
              9) Hazreti Övenler Hakkında Okuduğu Dua
              Bir grup Hazreti yüzüne karşı övünce şöyle buyurdu; “Allah'ım! Sen, beni kendimden daha iyi tanırsın, ben de kendimi onlardan daha iyi tanırım. Allah'ım! Bizi, onların sandıklarından daha iyi kıl ve hakkımızda bilmedikleri şeyleri de bağışla.
              10-İmam Ali'nin (Aleyhisselam) Örnek Dualarından Biri
              “Allah'ım! Zahirimin insanların gözünde güzel, batınımın ise senden gizlemeye çalıştıklarımla çirkin olmasından sana sığınırım. Senin de bildiğin şeyleri koruyarak zahirimin güzel, sana getireceğim amellerimin ise çirkin olmasından, böylece halka yakın, senin hoşnutluğundan uzak düşmekten sana sığınırım.”

              Yorum


                #8
                Ynt: Nehcul Belaga'dan Dersler


                DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

                İMTİHAN

                İmtihan Nedir?

                İmtihan, insanların iman, sabır, takva vb. konularda karşılaştıkları çeşitli zorluklarda sahip olduğu cevher ve değeri kendisinin ya da etrafının öğrenmesidir. Her insan yaşantısında çeşitli sorunlarla bulunduğu duruma göre imtihana tabi tutulacaktır. Bundan kaçış yoktur. Kimse bu kuraldan istisna edilmemiştir.
                Sözgelimi: Öğrencilerin dersleri anlayıp anlamadığı aldığı notlarla, iyi bir halterci halteri kaldırmasıyla, usta bir boksör attığı yumruklarıyla, iradeli biri karşılaştığı sıkıntılarda sabır örneği göstererek ve yiğitler savaş meydanlarında verdikleri imtihanlarla belli olurlar. İnsanın kulluğu ise Allah'a itaat ve emirlerine uymasıyla ölçülür. Eğer imtihan olmasıydı iyiyle kötüyü, güçlüyle zayıfı, ihlâslıyla riyakârı, itaatkârla asiyi ve cahille âlimi birbirlerinden ayırt etmek imkânsız olurdu.
                Her fabrika kendi ürününün en iyi ve kaliteli olduğunu, her insan kendisinin bilgili, itaatkâr, kahraman, en iyi Müslüman ve kısacası kendisinin en iyi olduğunu iddia eder. Herkesin iddiasının doğruluğu ancak imtihana tabi tutulduktan sonra anlaşılır. İmtihanın her insan üzerinde son derece eğitici ve yapıcı bir etkisi vardır. İnsan bu vesileyle kendi zaafını ve eksikliğinin farkına vararak gurur ve kibirden uzaklaşır. İmtihana tabi tutulmanın topluma ve etrafa faydası şudur; insanlar denendikten sonra içlerindeki gizli cevherleri ortaya çıkar. Herkes hangi konuda yeteneğinin olduğunu anlar ve o doğrultuda kendini geliştirir ve eksiklerinin farkına varır.
                İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor; “İnsanların cevheri, durumlarının değişmesinden bilinir.”
                İnsanların başarısızlarını görüp, ondan kendilerine ders çıkaranlara ne mutlu! İmtihan büyük bir ibret okuludur. Bu okulda ye kendisi ya da başkaları sınava tabi tutulur. İnsan, bir konuda imtihana tabi tutulmamışsa o konuda imtihana tabi tutulan başka birinin durumundan ders almalıdır.
                İmam Ali (Aleyhisselam) bizlere başkalarının imtihanından ibret alıp ileride başımıza gelecek imtihanlara hazırlanmamızı tavsiye etmektedir; “Allah'ın bela ve tecrübelerle fayda vermediği kişiye, hiçbir öğüt fayda vermez.”
                İmtihan insanın gerçek kimliğini ortaya çıkarır, riyayla ihlâsı birbirinden ayıran en güzel şeydir. Yüce Allah, Resul-i Ekrem (s.a.a) ve imam Ali (a.s), imtihan için “fitne” tabirini kullanmışlardır.
                Fitne, çeşitli manalarda kullanılmaktadır. Saf altının saf olmayan altından ayırt edilmesi için ateşe konulmasına fitne denmiştir. Saf altın ateşe girmedikçe saf olmayan altından ayırt edilmez.
                İmtihan Kaçınılmaz Bir Sünnettir
                İmtihan Allah'ın kaçınılmaz sünnetlerindendir. Kendisine şuur verilen her canlı mutlaka denenecektir.
                Sünnet: Yüce Allah’ın değişmeyen kesin kanunudur ki bu kanundan hiç bir topluluk ve ümmet istisna edilmemiştir. Kur'an-ı Kerim’de insanların hayır ve şerle imtihan edileceğini bildirmiştir; “Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz.”
                Hiç bir ümmet sırf biz inandık demeleriyle kendi başlarına bırakılmayacaktır. Kendilerinden önceki kavimler ve topluluklar imtihan oldukları gibi onlarda imtihana tabi tutulacaklardır; “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ''iman ettik'' demeleriyle bırakı verileceklerini mi sandılar? Andolsun ki biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da ortaya koyacaktır.”
                İmam Ali (Aleyhisselam) Nehcü’l-Belaga’da Kur’an’ın imtihan hakkındaki ayetine değinmiş ve bu sınavın mutlaka gerçekleşeceğini bildirmiştir. Hazret, Basra halkına hitap ederken biri kalkıp “Ey müminlerin emiri, bizlere çıkacak fitneden haber ver, bu fitnenin ne olduğunu Resulullah'a sordun mu?” dedi. Bunun üzerine Hz. Ali (Aleyhisselam) şöyle buyurdu: “Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah katından şu ayeti indiğinde “Elif, Lam Mim. İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ''iman ettik'' demeleriyle bırakı verileceklerini mi sandılar?”
                Anladım ki Resulullah aramızdayken bize fitne inmez. “Ey Allah'ın Resulü! Allah'ın bu ayetle sana bildirdiği fitne nedir?” diye sordum. Hazret buyurdu ki: “ Ey Ali! Ümmetim benden sonra fitneye düşecektir.” Ey Ali! Bu kavim mallarıyla aldanacak, dinleriyle Rablerine minnet etmeye kalkışacak, rahmetini dileyecek, azabından emin olacak. Haramını yalancı şüpheler ve gaflete düşürücü isteklerle helal kılarlar. Böylece içkiye nebiz, rüşvete hediye, faize alışveriş adını takarak helal sayarlar.”
                Bunlar insanların helal, haram, rüşvet, içki, şehvet v.b konularda imtihan olduklarına delildir. Resul-i Ekrem’den (s.a.a) sonra bazıları bu sınavı başarıyla geçti, bazıları da başarısızlığa uğrayarak ebedi azaba duçar oldular. Allah akıl ve şuur verdiği her canlıyı mutlaka deneyecektir ve bundan kaçış yoktur.
                İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “İçinizden kimse Allah'ım fitneden sana sığınırım demesin! Zira fitneye düşmemiş hiç kimse yoktur. O halde sığınanlar fitnelerin saptırıcılığından Allah'a sığınmalıdır. Nitekim Allah'u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Bilin ki mallarınız ve evlatlarınız ancak bir fitnedir.” ' Bu ayetin manası şudur: Allah'u Teâlâ rızkına karşı çıkanlarla, kendi payına rıza gösterenlerin açıkça ortaya çıkması için evlat ve mallarla onları imtihan etmektedir. Ama sevap ve cezayı gerektiren fiillerin aşikâr olması için onları imtihan etmektedir. Zira bazıları erkek çocukları sevmekte, kız çocuğundan ise nefret etmekteler. Bazıları da malın çoğalmasını sevmekte ve ondan bir şeyin azalmasını sevmemekteler.”
                Her insanın bu imtihan sürecinden bir nasibi vardır, önemli olan bu imtihandan başarılı ve alın akıyla çıkmaktır.
                DÜNYA İMTİHAN YERİDİR
                İnsanoğlunun devamlı ve sıkça kendine sorduğu sorulardan biride yaratılış konusudur. Her insan niçin yaratıldığını, niçin bir müddet yaşadıktan sonra öldüğünü, nereye gideceğini ve bu âlemde olmaktaki gayesini ve daha birçok soruları mutlaka kendi kendine sormuş ve bu sorulara da cevaplar bulmaya çalışmıştır.
                Bu sorulara verilen cevaplardan biri şudur; insan dünyada birtakım imtihanlara tabi tutularak gerçek manada kulluk ve kemale ulaşır. Yaratılan her insan için dünyada bir imtihan zemini hazırlanmıştır. Dünya ahirete uzanan bir köprüdür. Bazı rivayetlerde de dünya ahiret hayatı için bir tarla olarak nitelendirilmiştir. İnsanlar dünyada ektiklerini ahiret yurdunda hasat ederler.
                İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Allah bu dünyayı ondan sonra gelecek bir yaşam için yarattı. Dünyada kimin daha güzel amel işleyeceğini bilmek için de imtihanı karar kıldı.” Biz dünya için yaratılmadık ve çalışıp, dünyamızı mamur etmekle de mükellef kılınmadık. Dünyaya gelişimizin yegâne gayesi bizler için takdir edilen imtihan sürecinden geçmektir. Bu imtihanın hakikati ve felsefesi Mülk suresinde beyan edilmiştir; “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölüm ve hayatı yaratmıştır.”
                Ölüm, hayat, gençlik, yaşlılık, kudret, yoksulluk, zenginlik, sağlık, hastalık ve kısacası dünya ve dünyanın içinde var olan her şey insan için imtihan vesilesidir. Kimileri bu sınavlardan alınlarının akıyla, kimileri de başları önünde yenilgiye uğramış bir halde çıkarlar. Sınavdan geçerli not alanlar ebedi yurdun büyük saadetine ve mükâfatına nail olurlar, sınavı kaybedenler ise yaptıkları kötülüklerini karşılığını acı bir şekilde öderler.
                İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Bilin dünya öyle bir yurttur ki orada (takvalı) olmadan hiç kimse ondan kurtulamaz, esenliğe kavuşamaz. Hiç kimse (sözlü veya ameli olarak) dünya için sayılabilecek bir şeyle kurtuluşa eremez. İnsanlar dünyaya imtihan nedeniyle müptela olmuşlardır. O halde dünyadan dünya için elde ettikleri şeyler ellerinden çıkacaktır. (Ölüm halinde geri bırakacaktır). Ahirette ise ondan hesabını soracaklardır. Ama dünyadan gayrisi (yani ahiret için elde ettikleri) kendisi için baki kalır ve sürekli onunla olur, ondan ayrılmaz. O halde dünya akıl sahipleri nezdinde gölgenin dönüşünü andırmaktır ki yayar yaymaz bir de bakarsın toplanıvermiş, fazlalaşır fazlalaşmaz bir de bakarsın kısılıvermiş.”
                Bu hutbeden de anlaşıldığı gibi geçici ve vefasız dünyada imtihandan başarıyla çıkanlar ahiret yolculuğuna azık toplamış ve ahiretlerini abat etmişlerdir. Yine hutbede dünyanın acı ve tatlı olaylarının birer imtihan vesilesi olduğu vurgulanmıştır. İnsan nimetlere şükür ettiği gibi zorluklar karşısında da sabırlı ve dayanıklı olmalıdır. Kur'an-ı Kerim, Hz. Süleyman’ın (Aleyhisselam) sözünden ona verilen ilahi saltanat ve kudreti şöyle naklediyor: “Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapatmadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanı başına yerleşmiş olarak görünce: Bu dedi, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin lütfündendir. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbimin hiç bir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.”
                İmam Hüseyin (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “İnsanlar dünya kullarıdır, din ise onların dillerinde bir yalaktır, dinin sayesinde geçimlerini sağladıkları müddetçe onu koruyup gözetirler, zorluklarla imtihan edildiklerinde dindarlar azalır.”
                Kulların imtihan edilmeleri söz konusu olmasaydı birçokları kendilerini iman ehlinin safında görürdü. Ancak imtihan vesilesiyle iddialarında sadık ve ihlâslı olanlar ile olmayanlar birbirlerinden ayırt edilirler. Dolayısıyla dünya ateş ocağı, insanlar ise ateş ocağına girmiş altın misalidir. İnsanlar ateş ocaklarında imtihana tabi tutularak gerçek kimliklerine kavuşurlar.
                İmam Ali (Aleyhisselam)buyuruyor: “Kalbiniz bedenlerinizden çıkmadan önce, dünyayı kalbinizden çıkarın. Burada sınanacaksınız, ama başka bir yer için yaratıldınız.”
                İnsanlar tıpkı okullarda sınava tabi tutulan öğrenciler gibi imtihan olacaklardır. Her insan ömründe bir kez de olsa mutlaka bu sınava girecektir.
                NİÇİN İMTİHAN EDİLİYORUZ?
                İnsan tanışıp, dost olmak istediği kişinin gerçek yüzünü ve cevherini tanımak için onu imtihan eder. Tıpkı bir öğretmenin öğrencisini, insanın da arkadaş olacağı kimsenin samimiyetini ölçmek için imtihan etmesi gibi. Ancak Allah'ın kullarını imtihan etmesi onların bilinmeyen gerçek kimliklerini öğrenmek için değildir. Çünkü insanı ve kâinatı yaratan Allah onun bütün zerrelerinden en ince detayına kadar haberdardır. Allah, insanı kendine gelip, gafletten uyanması, içinde yatan cevherleri keşfetmesi ve diğerlerinin de onu tanıyarak, dersler alması için imtihan eder.
                İmam Ali (Aleyhisselam) mübarek Ramazan ayının orucunun insanlara farz kılınmasını da onlar için bir imtihan olarak değerlendirmiştir: “Oruç, mahlûkatın ihlâsını denemek içindir.”
                Yüce Allah insanları özgür yarattı. Onları bir şeye mecbur kılmadı. İyiliklerde ve kötülüklerde, itaatte ve isyanda onları ihtiyar sahibi kıldı ki yollarını bilinçli ve özgür iradeleriyle seçsinler. İnsanlar, seçimleriyle mükâfatları veya cezaları hak ederler. Allah, kullarının hangi yolu seçeceklerini bilmesine rağmen hüccetini tamamlamak ve kıyamette kullarının bahanelerine mahal vermemek için onlara imtihan olma zeminini hazırlayıp, gerçekleri ortaya çıkarıyor. Bir başka deyimle takdir edilenler fiiliyete dökülüyor.
                İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Haberinizi olsun, yüce Allah, kullarının sır perdesini kaldırdı, bu onların gizlediklerini ve gönüllerindeki sırlarını bilmemesinden değildi. Aksine iyiliğe karşı mükâfatı, kötülüğe karşı da cezayı takdir etmek için kullarından hangilerinin daha güzel iş yapacaklarını denemek içindir.”
                İtaatten isyanı, iyiden kötüyü ve ihlâstan riyayı birbirinden ayırt eden imtihan olmasaydı herkes kendinin mükemmel olduğunu iddia ederdi ve hiç kimse hatasını ve eksiğini kabul etmezdi. İlahi imtihanlar sadece insanlara mahsus değildir. Bilakis melekler de imtihana tabi tutularak ayrı saflarda ve makamlarda yer almışlardır. İmam Ali (Aleyhisselam) Allah'ın meleklere Hz Âdem’e (Aleyhisselam) secde emrini şöyle buyuruyor: “Sonra boyun eğip, itaat edenlerle büyüklük taslayanları bir birinden ayırmak için kendisine yakın melekleri onlarla imtihan etti.”
                Meleklerin tamamı Allah'ın emrine itaat ederek ona teslim oldular, fakat yaratılışı cinlerden olup melekler safında onlarla birlikte ibadet ve itaatle meşgul olan iblis kibirlenerek kendisini Hz. Âdem’den (Aleyhisselam) üstün gördü. Bu yüzden de Allah’ın emrine karşı çıkarak, Hz. Âdem’e (Aleyhisselam) secde etmedi ve imtihanı kaybetti. Sonunda da Allah’ın dergâhından kovularak lanetlendi.
                İmtihanın ağır ve zor gelmesi insanların imtihanın asıl amacından, felsefesinden ve direktiflerinden haberdar olmamalarından kaynaklanmaktadır. İnsan aklı ve arzularıyla imtihanı ölçemez, ilahi iradeye teslim olduğu takdirde zorluklar onun için kolaylaşır ve imtihanın üstesinden gelebilir.
                Yaratılışları nurdan olan Meleklere topraktan yaratılan Hz. Âdem’e (Aleyhisselam) secde etmeleri emredildiğinde, melekler kendilerinin Âdem’den üstün olduklarını düşünüp sınavlarını zorlaştırmadılar. Hâlbuki zahiri olarak nur, topraktan üstündür. Onlar Rablerinin emrine teslim oldular ve bu imtihandan alınlarının akıyla çıktılar.
                İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Allah Âdem’i (Aleyhisselam) ışığı gözleri alan, görünüşü, güzelliği akılları durduran ve kokusu nefesleri kesen bir nurdan yaratmak isteseydi yaratırdı, böylece boyunlar ona eğilir, meleklerin imtihanı hafiflerdi. Fakat Allah birbirinden ayırmak, büyüklenenleri içlerinden kovmak ve kendini beğenmişleri onlardan uzaklaştırmak için yarattıklarını aslını bilmedikleri bazı şeylerle imtihan etmektedir.”
                Daha sonra imam Ali (Aleyhisselam)şöyle nasihat ediyor:
                O halde şeytanın yaptığından ibret alın. Öyle ki uzun amelini, yoğun çabalarını boşa çıkardı. Allah'a altı bin sene (dünya yılları mı yoksa her günü bin yıl olan ahiret yıllarımı bilinmez) ibadet etti ama bir anlık tekebbürü ile hepsini boşa çıkardı.
                Ey insan! İblis’in bu hal ve durumundan sonra kim günah işledikten sonra güvende olduğunu düşünebilir?
                NASIL İMTİHAN OLUYORUZ?
                Bizden önceki topluluklar çeşitli vesilelerle imtihan oldukları gibi bizlerde farklı vesilelerle imtihan olmaktayız. Bazen Allah’ın maslahatı gereği insan tahammül edilmesi güç olan fakirlik ve zenginlikle imtihan edilir. İnsan yoksullukla denendiğinin farkında olmazsa Rabbine isyan eder ve isyanı onu hırsızlık ve fuhuş gibi kötülüklere sürükleyebilir. Yüce kimilerini de servet ve dünya malıyla sınamamaktadır. Eğer zenginlikle imtihan edilen kimse malını Allah’ın emrettiği yerlerde harcamaz, fakir ve fukaraya yardım etmezse bedbahtlık ve dalalet yoluna düşer. Bunların her biri insan için imtihan vesilesidir. Dünya hayatı insanların üzerinden geçtiği yerdir, ahiret yurdu ise ebedi kalınacak bir yurttur.
                “Dünyadan ahiretiniz için azık alın. Kalpleriniz bedenlerinizden çıkmadan önce, dünyayı kalbinizden çıkarın.” İmam Ali (Aleyhisselam) bu hatırlatmayı yaptıktan sonra şöyle buyuruyor: “Bir kimse öldüğünde insanlar, ne bıraktı? Melekler ise ne hazırladı?” diye sorarlar.”
                Öyleyse ey insan! Sende sınandığını unutma ve geçmiş ümmetlerin başına gelenlerin farklı şekillerde seninde başına geleceğini ve mutlaka sınanacağını ya da sınanmakta olduğunu düşün! Düşündüğünde göreceksin ki ahiretlerini abat edenler kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
                Sahip olduğumuz mallar Allah’ın bizlere emanetidir. Sana sunduğu nimetlerden yoksullara da vermeni emretmiştir. Rahmeti her şeyi kuşatan Rabbimiz kendi fazlından bizlere ihsan ettiği şeylerden yoksullara da vermemizi istiyor, üstelik bunu kendine verilmiş bir borç olarak sayıyor. Hakikatte mallarından muhtaçlara verenler Allah’a borç vermişlerdir. Hadiste de geldiği üzere insanın Allah yolunda verdiği sadaka ve yardım kuldan önce Allah’ın eline ulaşır. İnsan, kapısına ihtiyacı olan birinin gelmesini Allah’ın kendisine bir lütfü olarak değerlendirmelidir. Muhtaç kimsenin sıkıntısını senin vesilenle giderdiği için Rabbine ne kadar şükretsen de azdır. Çünkü Allah, o kadar zengin insanın arasından seni seçti ve malını senden borç olarak kabul etti. Bunun aksini yapan kimse yani hayrı kimseye dokunmayan ve cimrilik yapan kimse aslında imtihanı kaybetmiş ve büyük bir hüsrana uğramıştır.
                İmam Ali (Aleyhisselam) hutbelerinin birisinde insanlar şöyle nasihat ediyor: “Ey Allah’ın kulları! Hastalanmadan önce sıhhatte, darlıktan önce genişlikte Allah'tan korkun! Özgürlük kapıları yüzünüze kapanmadan özgürlüğünüz için çalışın! Gözlerinizi geceleri ayık tutun, karınlarınızı zayıflatın ve ayaklarınızı kullanmaya çalışın! Çünkü münezzeh olan Allah buyuruyor ki: “Eğer Allah'a yardım ederseniz Allah'ta sizlere yardım eder ve ayaklarınızı sağlamalaştırır.” Ve yine şöyle buyuruyor: “Kim Allah'a karşı güzel bir borç verirse, Allah onun için kat kat artırır ve onun için şerefli bir mükâfat da vardır.” Allah sizden, zilletten dolayı yardım, azlıktan dolayı da borç istemez. Göklerde ve yerde O’nun orduları olduğu, güçlü ve hikmet sahibi bulunduğu halde sizden yardım istememektedir. Göklerin ve yerin hazineleri O'nun olduğu, Gani ve Hamid bulunduğu halde sizden borç istemiştir. Böylece Allah, hanginiz daha güzel amel işleyecek diye sizi imtihan etmeyi istemiştir.”
                Rızkın bolluğu ve azlığı da bir imtihan vesilesidir. Bu konuda Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber! ) Sabredenleri müjdele!”
                Kur’an-ı Kerim’de ölümün, musibetin, açlığın, korkunun vb. şeylerin birer imtihandan ibaret olduğu bildirilmiştir. Sonra bir kez de imam Ali (Aleyhisselam) bunların imtihan olduğunu hatırlatmış ve insanları gaflet uykusundan uyandırmak istemiştir. “Kuşkusuz ki Allah, kulunun kötü amelleri sebebiyle ürünlerden eksilterek, bolluk ve bereketten kısarak, hayır hazinelerinin kapılarını kapatarak, tövbe edecek kimsenin tövbe etmesi, kötülükten vazgeçeceklerin kötülüklerden vazgeçmesi, öğüt alacakların öğüt alması, sakınacaklarında sakınması için imtihan eder.”
                Yüce Allah kimilerinin de rızıklarını genişletip, günah işlemelerine de fırsat vererek onları imtihan eder. Bu hususta İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Nice insanlar vardır ki, kendisine ihsan edilmekle yavaş yavaş azaba yaklaşır, günahlarının örtülmesiyle aldanır, övülmesiyle, fitneye uğrar, (aklını ve malını yitirir) Allah hiç bir kimseyi insana verdiği fırsat gibi bir şeyle imtihan etmemiştir.”
                Hazret bir başka yerde de şöyle buyurmuştur: “Nice kimseler vardır ki, kendisine ihsan edilmekle azaba yaklaşır, günahlarının örtülmesiyle mağrur olur ve hakkında söylenen güzel sözlere aldanır. Allah kimseyi ona verdiği fırsat gibi başka bir şeyle imtihan etmemiştir.”
                Ne yazık ki insanların çoğu Allah'ın kendisine verdiği bu fırsatı ganimet sayıp, tövbe edeceğine günah işlemekte ısrar eder. Ama ansızın geçmişini telafi etmeye ve dönüp, tövbe etmeye fırsat tanımadan yakalayıverir. Bu konuda İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Sakının! (günahtan) sakının! Andolsun ki (Allah) affedercesine günahlarınızın üstünü örtmüştür.(O halde tövbe edin ve sakının)”
                Maddiyatla İmtihan Olmak
                Kulların imtihan olunacakları şeylerden biri de dünya malıdır. Geçmişteki topluluklar dünya malıyla denendiği gibi günümüzde de insanlar onunla denenmektedir. İnsanın en çok müptela olduğu ve sınandığı hususlardan biri de “Hakkullah” denilen ilahi haklar ve kul haklarıdır. Ne yazık ki bu sınavda toplumun büyük bir çoğunluğu başarısız olmakta ve sınavını kaybetmektedir. Bu konun daha iyi anlaşılması için imam Ali’nin (Aleyhisselam) Nehcü’l-Belaga’daki buyruğuna müracaat edeceğiz: “Allah'ın kullarını faydalandırmak için kendilerine özel nimetler verdiği bir takım kulları vardır, bağışladıkları sürece o nimetleri onların elinde baki kılar, esirgediklerinde ise o nimetleri onların elinden çıkarır başkalarına devreder.”
                Önceki konularda da değindiğimiz gibi Allah'ın değişmeyen bir takım sünnetleri vardır ve maddiyatla imtihana tabi tutulmak da bu değişmez sünnetler arasında beyan edilmiştir.
                İmam Ali (Aleyhisselam)şöyle buyuruyor: “Ey Âdemoğlu, sen isyan ettiğin halde münezzeh olan Allah sana birbiri ardınca nimet verdiğinde işte o zaman (Allah'ın azabından) sakın.”
                Allah, sünneti gereği kendilerine verdiği nimetlerden suiistimal edip, nankörlük edenlerden nimetlerini alır ve bir başkasına devreder. Günah işlediği halde de ona hala nimet ve fırsat veriyorsa bu onun için büyük bir afettir. Böyle bir kimse günah dosyası kabarık bir halde ilahi mahkemeye götürülür. Aslında bu kimse nimetin kendisine verilmesiyle tövbeyi unutur ve düştüğü gaflet batağında battıkça batar. Akıllı kimseler Allah'ın intikamından korkmalı, verdiği nimet ve fırsatın imtihan olduğunu unutmamalıdır.
                İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Ey insanlar, Allah nimet anında sizleri, belada olduğu gibi korkulu görmelidir. Kendine geniş bir nimet verilen kimse, bunu tedrici bir cezanın başlangıcı olarak görmezse, korkunç hallerde güvene ermiş demektir. Darlığa düşen de bunun bir imtihan olduğunu bilmezse ümit edilen ecrini zayi etmiştir.
                Hazret bir başka yerde da şöyle buyuruyor: “Allah'ın azap ve belaya uğrattığı sizden önceki büyüklenen ümmetlerin başlarına gelenlerden ve uğradıkları cezadan ibret alın.”
                Yine bir başka hikmetli sözünde buyuruyor: “Bilin ki yoksulluk belalardan (imtihanlardan) biridir, yoksulluktan daha şiddetlisi bedenin hastalığıdır, bedenin hastalığından daha çetini ise gönül hastalığıdır. Bilin ki, kalbin takvası bedenin sıhhatindedir.”
                Dünya malına sevgi beslemek, ilahi farizaları eda etmemek, fakir fukaranın hakkını gasp edip başkalarının elinden tutmamak nimetten suiistimal etmektir. Buda kulun imtihandan başarılı çıkmadığı anlamına gelir. Tarihte imtihanlardan başarıyla çıkamayıp, akıbetlerinin helak ile sonuçlandığını nice insanlar vardır. Kur’an’da zikredilen Karun’un hikâyesi bunun açık ve bariz örneklerinden biridir.
                HAC FARİZASI İMTAHANI
                İmtihan sırrı ve felsefesi Allah'ın emirlerine teslimiyet ona itaat etmektir. Samimi ve ihlâslı kul, tıpkı oğlu İsmail'i (Aleyhisselam) kurban etmeye hazır Hz. İbrahim (Aleyhisselam) gibi kayıtsız ve şartsız Allah’ın emirlerine teslim olandır.
                İmam Ali (Aleyhisselam) bazı ilahi emirlerin hikmet ve faydasını beyan etmiştir: “Allah imanı, şirki temizlemek, namazı, kibirden uzak tutmak, zekâtı, rızka bir sebep, orucu, yaratıkların ihlâsını denemek haccı, inananların din için yakınlaşmalarını sağlamak cihadı, İslam’ı yüceltmek için farz kıldı...”
                İmam Ali (Aleyhisselam) birçok buyruğunda diyanetin ve İslam’ın ruhunun teslimiyet ve emirlere uymak olduğunu buyurmuştur. Bu emirlerden biri de hac farizasıdır. Her amelinin farz oluşunun mutlaka bir hikmeti ve felsefesi vardır. İhlâslı ve mümin kullar bu hükümlerin felsefe ve sırrını bilmeseler de Allah’ın emri olduğu için karşısında teslim olurlar. Kabulü insanlara güç gelse de sırf Allah’ın emri olduğu için onu yapan kimselerin her türlü gurur ve kibirden arındıklarının ve imtihanlarından da başarılı bir şekilde çıktıklarının nişanesidir. İmam Ali (Aleyhisselam) Nehcü’l-Belaga'daki “el-Kasia” adlı hutbesinde gurur ve kibrin insanlar için ne kadar tehlikeli ve zararlı olduğuna çeşitli örnekler ve deliller sunmuş, onları bağnazlıklardan ve yersiz inatlardan uzak durmaya ve Allah’ın emirlerine boyun eğmeye davet etmiştir. Hutbenin bir bölümünde de Allah'ın, kullara sır ve hikmetini bilmedikleri bir takım hükümleri emrederek, onların bu emirler karşısındaki teslimiyet ve ihlâslarını ölçmekte olduğunu bildirmiştir.
                “Allah, Âdem’in (Aleyhisselam) zamanından beri bu dünyada ilk ve son bütün insanları ne kimseye zararı ve ne de faydası dokunan, görmeyen ve duymayan taşlarla denediğini görmüyor musunuz? O taşları kendisine saygın bir ev ve evini de “İnsanlar için kıyam yeri” kıldı. Sonra onu, yeryüzünün taşı en çok olan, ot bitmez, dar bir vadide, sarp dağlar arasında, savrulan kumlar içerisinde, suyu az pınarların ve birbirinden kopuk köylerin bulunduğu bir bölgede kurdu. Orada ne deve, ne at, ne inek ve ne de koyun barınır. Sonra, Âdem (Aleyhisselam) ve evladına oraya yönelmelerini emretti. Böylece orası seyahatlerin konağı, kervanların durağı oldu. Gönüllerin seyri orayadır. İnsanlar, çölleri aşarak, yükseklerden inerek, geniş yolları, yurtlarını adalarını bırakarak oraya gelirler. Omuzlarını oynatarak, eziklikle hoşnutluğunu isteyerek yürürüler, koşuşurlar. Saçları darmadağın, toz toprak içinde kalır, elbiselerini çıkartıp arkalarına atarlar, yaratılışlarındaki güzelliklerinden saçlarını kestirirler. Bunlar büyük bir deneme, çetin bir imtihan, apaçık bir seçim, güzel bir arıtmadır. Allah onu rahmetine vasıta, cennetine ulaşmaya sebep kılmıştır. Allah dileseydi, hürmetli evini büyük yerleşim yerlerine yakın, bahçeler ve nehirler arasında, düz, kolay ve istikrarlı bir yerde, ağacı çok, meyvesi bol, binaları sık, köylerin bitişik ve yakın olduğu bir yerde kurardı. Kızıla çalan buğdayların, yemyeşil çayırların yetiştiği, sulak bir yerde, taze bitkilerin, güzelim suların, mamur yolların bulunduğu bir mevkide bina ederdi. Böyle yapsaydı imtihanların azlığına karşı mükâfatın da az olması gerekirdi. O, yaptığı gibi değil de, yeşil zümrüt, kızıl yakutla süslü, nurlu ışıklar saçan, pırıl pırıl parlayan bir bina olarak yapılsaydı, gönüllerdeki şüphe azalır, iblisin kalplerdeki savaşı biter, insanların arasında dalgalanıp duran vesveseler giderilmiş olur. Kalplerdeki kibri çıkarsın, yerine ruhlarına huşu ve huzuru yerleştirsin, yüzlerine rahmet kapılarını açsın ve onlara bağışlama araçlarını kolayca versin diye Allah, çeşitli zorluklarla imtihan etmekte, sorunlarla ibadete davet etmekte ve çeşitli belalara duçar kılmaktadır.”
                İmtihanda önemli ve kilit nokta kulun Allah'a teslim olmasıdır. Büyük bir İslam âliminin buyurduğu gibi “eğer Allah'ın emirlerinin hikmetini anladıktan sonra itaat etme kuralı olsaydı, o zaman insanlar hakikatte idraklerinin ve akıllarının kulu olurdu ne Allah’ın kulu.”
                Peygamberler ve İmamlar da bu sınava ve imtihanlara tabi tutulmuşlardır. Kimse Allah’ın bu sünnetinden istisna edilmemiştir. Buna örnek olarak Kuran-ı Kerim’de zikredilen Hz. Musa ile (Aleyhisselam) Hz. Hızır’ın (Aleyhisselam) yolculuk hikâyesini gösterebiliriz. Bu yolculukta Hz. Musa (Aleyhisselam) hiç bir konuda Hz. Hızır’a (Aleyhisselam) soru sormayacak ve hiç bir şeye de ona itiraz etmeyecekti. Fakat Hz. Hızır'ın (Aleyhisselam) gemiyi delmesi, masum bir çocuğu öldürmesi ve uçmaya yüz tutmuş bir duvarı onarması gibi ilginç işler yapması Hz. Musa’nın itirazlarına (Aleyhisselam) neden oldu. Hz. Musa (Aleyhisselam) dayanamadı ve Hızır’ın (Aleyhisselam) yaptığı işlere itiraz ederek, sorular sordu. Hz. Musa (Aleyhisselam) Hz. Hızır’ın (Aleyhisselam) cevaplarını duyunca bunların imtihan olduğunu anladı.
                Zorluklarla İmtihan
                Yüce Allah kullarını fakirlik, deprem, hastalık vb. gibi çeşitli afetlerler ve zorluklarla imtihan etmektedir. İnsanın manevi makamlar ve kemal yolunda ilerledikçe sınanması da güçleşir. Herkes kapasitesine göre imtihana tabi tutulur. Yüce Allah kimseyi kaldıramayacağı şeylerle imtihan etmez.
                İmam Ali (Aleyhisselam) peygamberlerin yüce Allah karşısındaki tevazuları hakkında şöyle buyuruyor: “Allah onları açlıkla denedi, meşakkatlere, korkulara uğratarak imtihan etti. Onları zorluklarla halis kıldı. Mal ve evlat sahibi olmayı, Allah'ın gazap veya rızasına ölçü saymayın. Zira bu kudret ve zenginliğin imtihan için verdiğini bilmemektedir.”
                Kudret sahibi ve zenginlerin Allah tarafından daha çok sevildiklerini, fakirler ve zayıfların ise ilahi gazaba uğrayan ve Allah’ın sevmediği kimseler olduğunu düşünen kimse büyük bir yanılgı içindedir. Nice zengin ve güç sahibi kimseler vardır ki servetleri başlarına bela olmuş ve imtihandan başları önünde hüsrana uğramış bir halde çıkmışlardır. Diğer taraftan nice yoksullar vardır ki sabır ve ihlâslarıyla ilahi sınavdan alınlarının akıyla başarılı bir şekilde çıkmışlardır.
                İmam Ali (Aleyhisselam) hutbenin devamında şöyle buyuruyor: “Allah büyüklenen kullarını, onların gözlerinde zayıf olan dostlarıyla sınamaktadır. İmran oğlu Musa, kardeşi Harun ile birlikte, sırtlarında yünden elbiseler, ellerinde asa olduğu halde Firavun'un yanına gitti. Ona, eğer Hakka teslim olursa saltanatının süreceğini ve kudretinin devam edeceğini söyleyip, şart koşmalarına şaşmıyor musunuz? dedi. Altın sahibi olmayı bir büyüklük, yün giyinmeyi alçaklık saydı da neden onlara altın bilezikler verilmemiş? dedi. Münezzeh olan Allah dileseydi, nebilerini gönderdiği zaman altın definelerini, altın madenlerini ihsan eder, bağlar, bahçeler verir, onların etrafına göğün uçan kuşlarını, yerin vahşi hayvanlarını toplardı. Fakat bunu yapsaydı imtihan ortadan kalkar, cezalar boşa gider, vaatler yok olurdu. O zamanda denenip, kazananlara ecirleri verilmez, müminler, muhsinlerin sevabını elde edemez, isimler anlamlarına uygun olmazdı. Fakat Allah, elçilerini iradelerinde güç sahibi kıldı, görenlere karşı hallerini zayıf gösterdi. Gözleri, gönülleri dolduran bir kanaat, kulaklara ve gözlere eza olan bir yokluk verdi. Eğer elçiler, karşı konulmaz bir kuvvete, başa çıkılmaz bir üzgünlüğe ve görenlerin başlarını çevirecekleri bir saltanata sahip olsalardı ve insanlar kendilerine gelmek için her taraftan sefer hazırlığı halk öğütlerini daha kolay kabul eder, onlara karşı durmazlar ve düştükleri korkudan veya kendilerine meylettiren bir rağbetten dolayı iman ederlerdi. Bu takdirde de insanların niyetlerinde bir ortaklık olur, iyilikler paylaşılırdı. Ancak münezzeh olan Allah peygamberlerine uymayı, kitaplarını tasdik etmeyi, kendisine huşu etmeyi, emrini kabul etmeyi ve itaatine teslim olmayı kendisine has kılmış ve başka şeylerle karışmasını dilememiştir. Bela ve imtihan ne kadar büyük olursa, sevabı ve ödülü de o kadar çok olur.”
                Buda enbiyanın imtihanıydı. Onların imtihanı ellerinde zahiri olarak hiç bir güç olmadan güç sahipleri bidatçilerle savaşmaktı. Hem de kendi zamanlarının saltanatını elinde bulunduran hükümdarlardan, elerinde hiçbir kudret olmayan bu peygamberlere teslim olmaları ve iman etmeleri istenmişti. Kulluk ve teslimiyetin ölçüsü Allah'ın gönderdiği elçilere bahaneler getirmeden itaat etmektir. Kullar da bu vesileyle imtihan olmaktaydılar. İmam Ali’nin (Aleyhisselam) hilafet dönemi de işte bu imtihan sahnelerden biriydi
                İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Hükmettiğini yapan, takdirini yerine getiren, beni sizinle imtihan eden Allah'a hamd ederim. Ey buyurduğumda itaat etmeyen, çağırdığımda icabet etmeyen topluluk! Size mühlet verip, serbest bırakırsam, boş lafa dalarsınız, savaşa soksam gevşeklik edersiniz. İnsanlar bir imamın etrafında toplansa kınarsınız, zorluğa düşersiniz gerisini geriye dönersiniz.”
                Bunlar hem imam Ali (Aleyhisselam)için bir imtihandı ve hem de İmam Ali (Aleyhisselam) gibi hak bir öndere sahip olup, emirlerine itaat etmeyen kavim için bir imtihandı. İnsanın hayatı baştan sona imtihanlarla doludur, kimileri bu imtihandan başarıyla çıkıp ebedi yurtlarını kazanmış, kimileride bu sınanmada nefsine uyup ebedi azap ve belalara duçar olmuşlardır. Ne mutlu bu dünyadayken ahiretini garantiye alıp, gönül rahatlığıyla ebedi yolculuğa azık toplayarak yolculuklarını bekleyenlere!

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Nehcul Belaga'dan Dersler

                  [color=blue
                  BEŞİNCİ BÖLÜM

                  İTİDAL

                  Ölçülü Olmak

                  İnsanın yaşantısında onu hedefe götüren iki yol vardır. Bunlardan biri insanı yakın ve güvenli yoldan maksadına ulaştıran yol, diğeri ise badireler ve tehlikelerle dolu bir yoldur.
                  Tehlikesi olmayan ve insanı güvenli bir şekilde maksadına ulaştıran yol Sırat-ı Müstakim yoludur ki bu mutedil ve her türlü ifrattan uzak bir yoldur. Bunun dışındaki yollar insan için tehlikeli olan dalalet yoludur. İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Sağ ve sol sapıklık yoludur. Doğru yol, orta yoldur.”
                  Bu yollar dikkatli ve özenle seçilmelidir. Aklını kullanarak Sırat-ı Müstakim yolunu seçen kimse İmam Ali’nin de (Aleyhisselam) buyurduğu gibi rüşt ve olgunluk yolunu seçmiştir.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) Resul-i Ekrem’in (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) sünneti ve yaşamı hakkında şöyle buyuruyor: “Yolu itidal, sünneti rüşt (olgunluk) yoludur…”
                  Hz. Ali (Aleyhisselam) Sıffın ve Nehrivan savaşlarından sonra halkı cihada davet edince suskunlukları karşısında onları şöyle kınadı: “Size ne oluyor? Ne doğru yola girebildiniz, ne de dilediğinizi elde ettiniz.”
                  Yüce Allah’ın kullar için uygun görüp, beğendiği yol itidal ve Sırat-ı Müstakim yoludur. Nitekim peygamberlerini de bu yol üzerine gönderdi. Peygamberlerde insanları bu yola davet etmişlerdir.
                  “Yolun doğrusu Allah'ındır.” Ayetinden de anlaşıldığı üzere hak ve gerçek yol itidal yolu olan Sırat-ı müstakimdir. Bu yoldan çıkan ve ayrılan sapkınlık, ifrat ve tefrit yollarına düşmüştür.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Doğru yoldan sapan sapıklığa düşer.”
                  Ey müminler tarih sayfaları, doğru yol olan Sırat-ı Müstakimden ayrılarak kem kendileri sapmış hem de başkalarını saptırmış kimselerin ibretli öyküleriyle doludur.
                  İfrat Ve Tefrit
                  İfrat: Bir işte ölçüyü kaçırıp, aşırıya gitmeye ve haddi aşmaya denir.
                  Tefrit: Bir işte kusurlu davranmak, işi boşlayıp, ihmalkâr davranmaktır. Bu yolların ikisi de tehlikeli ve zararlıdır.
                  Eğer bir meyve ağacına ihtiyacından fazla ya da ihtiyacından az su verilirse her iki durumda da ağaca zarar vermiş oluruz. Birinde (fazla su vermekte) ifrat, diğerinde (az su vermekte) ise tefrit etmiş oluruz.
                  Fakat usta ve bilinçli bir çiftçi ifrat ve tefrite düşmeden ağaca ihtiyacı kadar su vererek ondan faydalanır. Cahiller yaptıkları işlerin birçoğunda ya ifrat ya da tefrit ederler. Dolayısıyla her işte ölçüye riayet etmek, dengeli olmak insanı kurtuluşa ve mutluluğa götürür. Sırat-ı Müstakimin manası da budur.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) İfrat ve tefritin cahil kimselerin davranışı olduğunu buyurmuştur: “Cahili mutlak ya ifratçı, ya tefritçi görürsün.”
                  Çünkü cahil, doğru ve mutedil yolu bilmediğinden ifrat ve tefrite düşer, hatta cehaleti öğüdü işitip, kabul etmesine de engel olur. İmam Ali (Aleyhisselam) bu gibi şahısların gururlu ve mağrur olduklarından dolayı Allah tarafından kendi başlarına bırakıldığını buyurmuştur: “Allah'ın yarattıklarından ne fazla buğzettiği (sevmediği) iki kişidir; birincisi Allah'ın (günahları sebebiyle) kendi başına bıraktığı kimselerdir.”
                  Yüce Allah hiç bir zaman kulunu kendi başına bırakmak istemez, fakat kulun cehaleti hak ve doğru sözleri kabul etmesini engelledi mi Allah'ta o kulu kendi nefsiyle baş başa bırakır. Bu da kul için en kötü ve çetin azaptır.
                  İfrat her ne kadar da muhabbet ve iyi niyetle olursa olsun kötüdür ve zararlı etkileri vardır, tıpkı bir annenin çocuğuna iyi niyeti ve ona duyduğu sevgiyle aşırı yemek yedirip hasta etmesi gibi.
                  İfrat Ve Tefritin Zararları
                  İster ifrata mürtekip olup İtidal ve orta halden çıkmak isterse tefrite bu oldukça tehlikeli ve zararlıdır. Ömür nimetinden gerektiği gibi yararlanmayıp, pişmanlık duymak tefritin yol açtığı zararlardandır.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Tefritin (kusur etmenin) semeresi pişmanlıktır, ihtiyatın semeresi ise sağlıktır.”
                  İfrat ve tefritin kalbe büyük etkisi vardır. İnsan ne esir olmalı ne de boşlayıp umursamamalı ve her işte dengeli ve ölçülü olmalıdır.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “O halde kusur ona zararlıdır, her ifrat (haddi aşmak) da onu bozguna uğratır.”
                  Hazretin bu buyruğundan da anlaşıldığı gibi insanın kalbe ve batına yönelik konularda ölçüyü ve haddi aşması bir takım felaketler doğurmaktadır. İnsan yüklendiği bütün sorumluluklarda ölçülü olmalıdır. Vazifede haddi aşmanın neticesi hüzün ve kederden başka bir şey değildir.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Amelde kusur eden, üzüntüye duçar olur.”
                  İlahi makamları elde etmeye, hayır işlere mükâfat ve sevap verildiği için bu konularda her türlü kusur ve haddi aşma insana pişmanlık ve zarar verir. Bu konu hakkında İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyurmaktadır: “Sevabına güvendiğin halde iyi işte kusur (ihmalkârlık) yapmak zarardır.”
                  İşlerde ciddiyetsizlik, ihmalkârlık ve gevşeklik tefritin kötü semerelerindendir ki başkalarının hakkını zayi etmeye neden olur.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Gevşek davranan, hakları zayi eder.”
                  Her insan için salih amel işlemek kaçırılmaz güzel fırsatlardır. İnsan iyi işler yaparak diğer güzel işler yapma zeminini de kendine hazırlar. Yapılan güzel bir iş başka bir güzel işin zeminini yaratır. Fakat tembellik ve gevşeklik o fırsatları yitirmemize neden olur. Fırsat varken güzel işler yapmamak hem dünyada hem de ahirette yerini pişmanlık ve hüzne bırakır. İnsanın eline iyi fırsatlar geç gelir ama çabuk elden çıkar.
                  Elinde iyi işler yapmaya fırsatı olup, ancak bunu gereksiz işlerle boşa harcayan kimselerin duyacağı hüznü ve pişmanlığı İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle beyan ediyor: “Bilin ki sizler bugün ümit/arzu günlerindesiniz, ardındaysa ecel/ölüm var. O halde eceli gelmeden ümit günlerinde (salih ameller) işleyene, şüphesiz ki amel fayda verir, eceli zarar vermez ona.”
                  Yine Hazret bir başka buyruğunda nimetlerin hakkını eda etmekte işlenen kusurun o nimetin insanın elinden alınacağını ifade etmiştir: “Allah'ın her nimette bir hakkı vardır, o halde kim hakkını verirse, nimetini artırır, kim de kusur ederse, nimetinin yok olmasıyla kendini tehlikeye sokmuş olur.”
                  Tefrit (gevşeklik ve ihmal) insanın kendisine ve inancına zarar verdiği gibi ifrat ve haddi aşmakta zarar verir. Hatta Ehlibeyt ve İmam Ali’nin (Aleyhisselam) sevgisinde de ifrat ve tefrit insanı dalalet ve hüsrana götürür.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “İki (grup) kişi benim hakkımda helak olur; ifrat eden dost ve bühtan edip iftirada bulunan (münafık).”
                  Her İşte Ölçülü Olmak
                  Nakledilen birçok rivayette ifrat ve tefritin kınanmış, kötü bir davranış olduğu, ölçü ve itidalin ise övülmüş iyi bir davranış olduğu ifade edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’in beyanıyla yüce Allah ümmetini vasat (orta) ve mutedil bir ümmet kılmıştır: “Sizi mutedil bir millet kıldık.”
                  Resul-i Ekrem'de (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) insan için en iyi durumun orta hal ve itidal olduğunu buyurmuştur. İmam Ali’de (Aleyhisselam) emir ve nehiyleriyle insanları itidal ve orta halli olmaya davet etmiştir.
                  Ahlak üstatları da insanları bütün ahlaki konularda orta halli ve ölçülü olmaya davet etmiş, ifrat ve tefrite sebep olacak her türlü davranıştan sakındırmışlardır. Söz gelimi cömertlik, yiğitlik, tevazu, güzel ahlak ve daha birçok ahlaki kavramlarda insanların ölçülü olmaları tavsiye edilmiştir.
                  Burada İmam Ali’nin (Aleyhisselam) ölçü ve itidal konusundaki buyruklarına bir göz atalım:
                  1) İnfak ve Harcamalar
                  Her insanın ölçülü olması gereken yerlerden biri de infak ve harcama konusudur. Kimileri harcamalarında haddi aşıp, israfa düşerler ve onların bu yersiz harcamaları onların hem fakirleşmesine hem de ellerindeki imkânları yitirmelerine neden olur ve netice de bu tutum onları ilahi nimetlerin şükrünü hakkıyla eda etmekten alıkoyar.
                  Kimileri de harcamalarından o kadar kısarlar ki cimriliğe duçar olular. Ellerindeki imkânlardan ne kendileri yararlanır ne de aileleri ve dostları. İnsan harcamalarını ve giderlerini öyle yapmalıdır ki hem infak edebilmeli hem de israfa düşmeden harcamasını yapabilmeli.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Cömert ol, saçıp savuran değil. İtidalli ol zorlaştırıcı değil. (Zira bu ifrat ve tefritine neden olur).”
                  Harcamalarda ifratın israfa neden olduğu konusunu Kur'an-ı Kerim şöyle açıklıyor: “Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar.”
                  Mallarını gereksiz yere çarçur edenler ameli olarak da şeytanın hoşnutluğunu ve yakın dostluğunu kazanmış olurlar.
                  Harcamalarda tefrit ise cimriliğe neden olduğu gibi şeytanı da hoşnut eder. Çünkü şeytan sürekli vesvese ederek infak ve hayrın önüne geçmektedir: “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimrilik telkin eder.”
                  Kur'an-ı Kerim Resul-i Ekrem'i (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) orta halli olmaya ve itidale davet etmektedir: “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.”
                  Yine bir başka ayette yüce Allah kullarını orta halli olmaları ve itidalleriyle övmektedir: “(O kullar) harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler, ikisi arasında orta bir yol tutarlar.”
                  İtidalli ve ölçülü olmak, insanda hem kendi ailesinin geçimini hem de fakir fukara ve mahrumların ihtiyaçlarını giderme hissini ve sorumluluğunu uyandırır.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) elimizdeki malları harcamakta bizlere ahiretimizi düşünmemizi tavsiye ederek şöyle buyuruyor: “Sonradan alacaklı duruma düşmek için önceden bir miktar gönderin, tümünü geride bırakıp sorumlu duruma düşmeyin.”
                  Ölçülü ve hesaplı harcamayla hem dünyevi ihtiyaçlar temin olur hem de ahiret abat olur. Fakat bazıları cimrilik ederek elindeki malı ne kendisi için ne de ailesi için harcar ve bir ömür hem kendisi sefalet içinde yaşar hem de ailesini sefalet içinde yaşatır.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) ne de güzel buyurmuştur: “Kendisinden kaçtığı yoksulluğa doğru koşan cimriye şaşarım! Talep ettiği zenginlik elinden çıkıp gider, dünyada fakirler gibi yaşar, ahirette zenginler gibi hesaba çekilir.”
                  Cimriler mal toplama sevdasıyla fakirlikten kaçarlar, ama bir ömür fakirlikten kurtulamazlar. Cimri kimse bu cahilane ve kötü huyundan ölçü ve itidal yolunu bularak ve Allah'ın Rezzaklığına (rızık veren) güvenerek fakir olma düşüncesinden korkmadan malını hayır işlerde harcayarak kurtulabilir.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) fakirlere infak etme konusunda ölçülü ve orta halli olmayı tavsiye etmektedir. Ne yazık ki bazıları kendilerinden yardım isteyen fakirlere ve muhtaçlara sert davranarak, dilleriyle onları rencide ederler. Bazıları da acıma duygularına kapılarak infak ve yardımda haddi aşarlar.
                  Bu konuyu İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle beyan ediyor: “Fakire yardım ederken güzel ve ahlaka uygun bir şekilde et. (onu küçümseyerek ve rencide etmeden) ve eğer yardım etmek istemesen de güzel bir dille onu kırmadan özrünü bildir.”
                  2) Rızık Ve Geçim
                  Bizler her ne kadar da geçimimizi sağlamak için büyük bir ciddiyetle zahmetlere katlansak da rızkın Allah'tan olduğuna inancımız tamdır ve dünyadaki her canlının rızkının Allah’tan olduğuna iman ederiz: “Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir.”
                  Yeter ki insan rızkını elde etmek için biraz hareket etsin, yüce yaratan herkesin rızkına kefildir. Dolayısıyla bizden hareket Allah'tan da bereket olmalıdır. İnsan rızkını ve geçimini kazanmak için kendisini gereğinden fazla zahmete atmamalıdır. Ailesinin geçimini helal yoldan kazanmak isteyen hiç kimseyi sıkıntıda bırakmaz. Bazen de kimileri ne kadar zahmet ve sıkıntılara katlansalar da fazla bir kazanç elde edemiyorlar. Böyle kimseler kendileri için belirlenen belirli rızıktan fazlasını elde edemezler. Yaratanın rahmet hazinelerinden herkes için belirlenmiş bir nasip vardır, ne ondan fazlası eline ulaşır ne de azı.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Yakini bir ilimle bilin ki, bir kulun hilesi ne kadar büyük, talebi ne kadar şiddetli ve planı ne kadar güçlü olursa, Allah'ın kitabında kendisine takdir edilmişten başkası ulaşmaz. Zayıf ve tedbirsiz birine de Allah'ın takdir ettiğine ulaşmasına kimse engel olamaz. Bunu bilen ve amel eden kimsenin huzur ve menfaati herkesten daha çoktur. Bu hakikati görmeyen ve şek edenin ise bela ve ziyanı herkesten daha çoktur. Birçok insan hakkın nimetine mazhar olduğu halde nimet sebebiyle yavaş yavaş Allah'ın cezasına yakın olur. Birçok belaya duçar olan kimseye ise bu sıkıntıdan dolayı Allah'ın ihsanı ulaşır. Ey bu sözlerden yararlanan! Şükrünü artır, acele davranma ve rızkının sonunda dur takdire razı ol.”
                  Hazretin bu nurlu hadisinden de anlaşıldığı gibi herkesin günlük rızkı tayin edilmiştir. İnsan kendisini helak etmeyle, gecesini gündüzüne katarak çalışıp çabalamasıyla zengin olamaz. Elbette ki insan rızkının peşine düşmeli, eli kolu bağlı oturmamalıdır. Bu hayat mücadelesinde itidalli olmalıdır yani çalışmadan evinde oturup kendisine tayin olan rızkı beklememeli ve gereğinden fazla da çalışıp kendisini büyük sıkıntılara düşürmemelidir. İnsan Allah’ın kendisi için tayin ettiği rızkı helâl yollardan kazanmalıdır. İnsan, Allah'ın buyurduğu gibi çaba sarf ederse Allah'ta bu yolda ona başarı vererek nimetini artırır.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Ey oğlum! Bilesin ki rızık, senin aradığın ve seni arayan olmak üzere iki kısımdır. Sen ona gitmeden o sana gelir.”
                  Bu buyruk insanın kalbine huzur ve ferahlık bahşederek ifrat ve tefritten onu alıkoymaktadır. Önemli olan insanın kendisine tayin edilen rızkı doğru bir şekilde arayıp, bulmasıdır.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Dünyadan sana geleni al, senden yüz çevirenden ise yüz çevir. Böyle yapmazsan, o halde (en azından) dünya talebinde güzel davran, aşırı gitme.”
                  İmam Ali (Aleyhisselam) bir başka nurani hadisinde şöyle buyurmuştur: “İsteklerini azalt, rahat ol, geçimini isteme hususunda iyi çalış. Zira nice istekler insanı elindekinden eder.”
                  3) İbadet
                  İbadet yaratılış felsefesi ve kulun Allah ile manevi irtibatıdır. Ancak programlı ve ölçülü yapılmazsa insanı saadetten dalalete götürebilir. Vacip dediğimiz farz ibadetler zamanında en güzel bir şekilde yapılmalıdır. Nafile ve müstehab diye nitelediğimiz ibadetler de insanın Allah’a yakınlaşmasına ve manevi mükâfatlar elde etmesine vesile olur.
                  Eğer müstehab ibadetler insanın farz ibadetlerine engel olursa terk edilmelidir. Müstehab amelleri yapıp, sevap alalım derken farzlarımızdan olmayalım.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Nafileler farzlara zarar verirse, onlarla Allah'a yakın olunmaz.”
                  İbadetlerin değeri çokluğuyla değil kalitesiyle ölçülür. Bazen şeytan insanı nafilelerle meşgul ederek farzlardan alıkoyar. İnsan ibadet ve duada da ölçülü olmalıdır. İbadette ve duada aşırıya kaçmak insanı isteksizliğe götürür ve artık insan ondan bir lezzet almaz. Ama bunları ölçülü yaparsa her zaman şevk ve istekle ibadet ve dua eder. Bu konuda İmam Ali (Aleyhisselam) kalbin ve ruhun dua ve ibadete amadeliğini göz önünde bulundurarak şöyle buyurmuştur: “Kalplerin yöneliş ve yüz çevirişi vardır, yönelince onu nafilelerle yöneltin, yüz çevirince de farzlarla yetinin.”
                  İbadette itidalin manası şudur; kalp, ibadet ve münacata yönelişte o an isteksiz olursa sadece farzlarla yetinmeli ve nafileleri terk etmelidir. İbadette ifrat bazen insanı gurur ve kibre götürür ama dengeli olmak ibadet ve münacatın devamının garantisidir.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) valilerine yazdığı mektuplarda onlara cemaat namazlarında itidalli olmalarını emretmiş, onu ne çok uzun ne de çok kısa tutmalarını tavsiye etmiştir; “Namazı uzatıp insanları bıktırmadan, hızlandırıp zayi etmeden, içlerinde hastalar ve ihtiyaç sahipleri olduğunu bilerek kıldır. Beni Yemen'e göndereceği zaman Resulullah'a onlara nasıl namaz kıldırayım diye sordum. O da En zayıflarının namazı gibi namaz kıldır, müminlere karşı merhametli ol dedi.”
                  4) Muhabbet Ve Öfke
                  İtidal ve ölçünün riayet edilmesi gereken yerlerden biride muhabbet ve öfke anıdır. İnsan, cazibesi (sempatisi) ve dafiesi (iticiliği) gereği muhabbet, nefret, ciddiyet, şaka, yumuşaklık vb. sıfatlarına ölçülü bir şekilde sahip olmalıdır. Bu özellikler toplumun her tabakasından olan bireylerde mevcuttur. Bu sıfatlarda ölçü sağlanmaz ve ifrat ve tefrit olursa kalpte kapanması zor ve güç yaralar açar.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) memurlarından birine yazdığı mektubunda şöyle buyuruyor: “Şiddetli muamelene biraz yumuşaklık kat, yumuşak davranman gerektiğinde sert davranmaktan kaçın. Sert davranman gereken yerde de sert davran. İşaretinde, selamında, onlar arasında eşit davran ki güçlüler sana zayıflara zulmetmeye tahrik hususunda tamah etmesin, zayıflar da adaletinden ümit kesmesinler. Vesselam.”
                  Yumuşaklık ve iyi geçinmek güzel ve övülmüş sıfatlardandır. Ancak bunda da aşırılığa gidilir ve suiistimale sebep olursa iyi ve hoş davranış olmaktan çıkar. Ciddiyet ve öfke yerinde olursa iyidir, fakat aşırıya kaçılırsa insanların nefretine neden olur. Şahsi işlerde yumuşaklık ve bağışlayıcı olmak çok güzel bir davranıştır, fakat müdüriyet ve yöneticilikte hoş ve doğru bir davranış değildir. Çünkü lakaytlığa ve gevşekliğe neden olur. İnsan nerede ve ne zaman nasıl olması gerektiğini bilmelidir.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) oğlu İmam Hasan’a (Aleyhisselam) vasiyetlerinde şöyle buyuruyor: “Yumuşaklık, sertlik sayıldığı zaman, sertlik de yumuşaklık sayılır. Bazen ilaç, ölüme sebep olur, bazen de hastalık ilaç olur.”
                  Yani karşılaştığımız sorunların sertlikle mi yoksa yumuşaklıkla mı çözülmesi gerektiğini iyi teşhis etmeliyiz. Her iyi ve kötü davranışın bir yeri ve zamanı vardır. Muhabbet, eğitim ve öğretim için oldukça etkilidir. Fakat gereğinden fazla olması karşı tarafın şımarmasına ve lakayt olmasına sebep olmamalıdır.
                  Bostan adlı şiir kitabının yazarı meşhur şair Saidi ne güzel demiştir:
                  “Gereğinden fazla öfke korku getirir.
                  Vakitsiz lütuf ve merhamet şahsiyeti yok eder.
                  O kadar sert olma ki senden nefret etsinler
                  O kadar da yumuşak olma ki alay etsinler.”
                  Bir grup zimmî Müslüman mektup yazıp, şehirlerinin valisini Hz. Ali’ye (Aleyhisselam) şikâyet ettiklerinde Hazret valisine şöyle bir mektup yazdı: “Bölgedeki çiftçiler ve köylüler, onlara sert davrandığın, katı muamele ettiğin, aşağılayıp zulmettiğin için seni şikâyet ettiler. Baktım, inceledim ve müşrik oldukları için yaklaşıp dost edinilmeye layık değillerse de, verdikleri ahit dolayısıyla uzaklaştırılmaları, zulüm ve baskı ile idare edilmeleri de doğru değildir. O halde Allah'ın izniyle, bir yanı şiddetle örülmüş olan yumuşaklık örtüsüyle onları ört. Gerekir de sert davranırsan, bir yandan da merhametli ol. Ne kendine fazla yaklaştır, ne de fazla uzaklaştır.”
                  5) İhmal Ve Acelecilik
                  İşlerde dengeli ve ölçülü olmak amelin devamlılığını ve kalıcılığını sağlar. Her işin özel bir vakti ve mekânı vardır. Vaktinden önce ya da sonra yapılan bir amelin faydası olmaz. Mevsiminden önce koparılan meyveden gerektiği gibi yararlanılmaz ve aynı şekilde hasat zamanından sonra da toplanırsa bir faydası olmaz. İşlerde ne acele etmek iyidir ve ne de ihmalkârlık. Bilakis işleri basiretli bir şekilde takip edip vakti ve zamanı geldiğinde yapmak netice verir.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Zamanı gelmeyen işlerde acele etmekten, zamanı gelmiş işlerde ihmal etmekten, gerçeği sence belli olmayan işte ısrar etmekten, doğruluğu açıkça belli olan işte gevşekliğe düşüp, savsaklamaktan sakın! Her işi yerinde ve zamanında yap.”
                  İşlerde acelecilik ya da ihmalkârlık tıpkı bir paranın yazı ve turası gibidir. Bir tarafı yazı (acelecilik) diğer tarafı turadır. (ihmalkârlık) her ikisi de zararlıdır. İşin güzelliği ve sağlıklı olanı ölçülü bir şekilde zamanında yapılanıdır. Bunun özü de adalettir.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Adalet her şeyi kendi yerine bırakmaktır.”
                  İmam Ali (Aleyhisselam) Malik Eşter’i ordunun iki komutanı Ziyad b. Nadr ve Şureyb b. Hani'ye yazdığı mektupta şöyle övmektedir: “Size ve emriniz altındakilere, Malik b. Haris el-Eşter'i komutan tayin ettim. Onu dinleyip, itaat edin. Onu zırh ve kalkan edinin. Çünkü O, gevşeme ve hataya düşme hususunda güvenilir biridir. Tez davranılması gereken yerde ihtiyatlı davranacak, ihtiyatlı davranılması gereken yerde de acele edecek kimselerden değildir.”
                  Hazret bir başka buyruğunda aceleciliği ve sabırsızlığı olgunlaşmamış meyveyi toplamaya benzetmektedir: “Vakti gelmeden ham meyveyi devşiren, başkasının toprağına tohum ekene benzer.”
                  Karar alma mekanizması, konuşma, eğitim vb. konularda da ölçülü davranılmalıdır; ne aceleci ne de ihmalkâr davranılmalıdır. İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Sürekli yapılan az iş, usanılıp, bıkılan çok işten daha hayırlıdır.”
                  6) Dostlukta Ve Düşmanlıkta Ölçülü Olmak
                  Arkadaşların sevgi ve samimiyette aşırıya gitmelerinin birtakım zararları vardır. Birbirlerine karşı aşırı sevgi beslemeleri ve güvenmeleriyle tüm sırlarını paylaşırlar. Birbirlerinin sırlarından haberdar olan arkadaşlar aynı zamanda birbirlerinin elinde esir konumuna düşerler. Aralarının hiç bozulacağını hesaba katmadan rahat davranırlar. Ancak zamanın tüm dostlukları bozduğu gibi kendi dostluklarını da bozacağından gaflet ederler. O zaman da birbirlerinden bildikleri sırları ellerinde koz olarak kullanır ve intikam almak için de sırları ifşa etmekten kaçınmazlar. Görüldüğü üzere dostlukta ve sevgide aşırıya gidildiği takdirde iş rezillikle sonuçlanabilir. Bazen de bunun aksine düşmanlıkta ve dargınlıkta taraflar birbirlerine öylesine kin ve öfkeyle davranırlar ki bir gün gelip aralarındaki kin ve nefret yerini sevgi ve saygıya bıraktığında dostluk ve arkadaşlık köprülerini yıkmış, dönüş kapılarını kapattıklarından dolayı büyük bir utanç duyarlar.
                  Bu konuda İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Dostunu ihtiyatla sev, çünkü bir gün düşmanın olabilir, düşmanına da temenni ile düşman ol, çünkü bir gün dostun olabilir.”
                  Bazen aşırı sevgi ve dostluk insanın gözünü kör eder ve dostunun hatalarını görmezlikten gelmesine neden olabilir. Kimi zamanda aşırı kin ve düşmanlık insanı zulme ve haksızlığa sürükleyebilir. İnsan dostluk ve düşmanlık ölçüsünü dengeleyemezse günaha düşebilir.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) muttakilerin sıfatını zikrederken şöyle buyuruyor: “Kendine buğzedene zulmetmez, birini sevdiğinden dolayı da günaha girmez.”
                  Her insanda sevgi ve nefret güdüsü vardır ki insanın yaşantısındaki dostluk ve düşmanlığını yönetir ve düzene sokar. Dolayısıyla bunlarda ifrat ve tefrite düşmemek için son derece dikkatli olmalıyız. Biri diğerinden fazla oldu mu insan hayatının düzeni bozulur. İmam Ali (Aleyhisselam) Müslümanların kâfirlerle savaşlarını anlatırken bir cephede babanın yer aldığını öteki cephede ise oğul, kardeş, amca veya dayının yer aldığını hatırlatıyor. İslam tarihinde vuku bulmuş birçok savaşta bu durumlar sık sık görülmüştür. Aslında Müslümanların bu sahnelerle karşılaşmaları onların imanını, teslimiyetini, doğru yoldaki sebatlarını artırarak güçlendiriyordu. Diğer taraftan da bu gibi sahneler İslam’daki baba, amca, dayı ve kardeşe olan muhabbetin bir sınırının ve ölçüsünün olduğunu da göstermektedir. Mümin kimse küfür ve iman arasında kaldığında yani kendi akrabasından birini küfür cephesinde gördüğünde onunla olan akrabalık bağı veya ona olan sevgisi onu cihattan alıkoymaz.
                  Bütün işlerde ölçü ve sınır olduğu gibi sevgi ve dostluklarda da bir sınır olmalıdır. Hatta Ehlibeyt’in (Aleyhimusselam) sevgisinde de ölçüler ve sınırlar aşılmamalıdır, eğer aşırıya gidilirse bu sevgi guluva dönüşür. Ehlibeyt'in (Aleyhimusselam) kendisi guluvcuları lanetlemişlerdir. Nitekim bu gibi guluvlar ve aşırı tutumlar İmam Ali'nin (Aleyhisselam) kendi döneminde vuku bulmuştur ve Hazret bu kimselerin hakkında şöyle buyurmaktadır: “Benim hakkımda iki sınıf helak olacaktır; Bir kısmı kendisini haktan uzaklaştıracak ölçüde beni aşırı sevenlerdir. İkincisi ise kendisini haktan uzaklaştırıp sapıklığa götürecek ölçüde bana aşırı buğzedendir. İnsanların en hayırlıları, hakkımda ne ileri ne de geri kalan, orta yolu seçenlerdir.”
                  İmam Ali (Aleyhisselam) bir başka buyruğunda Ehlibeyt’i örnek ve ölçü olarak tanıtıyor ve ne onlardan öne geçilmesinin ne de onlardan geriye kalınmasının doğru bir davranış olduğunu ifade ediyor. Doğru olan davranış ölçülü ve dengeli bir şekilde onlarla birlikte hareket etmektir. Bu hususta İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Biz dayanılacak orta halli bir yastığız (güvenilir, mutmain bir dayanağız) geri kalan bize ulaşmalı, haddi aşıp ileri giden de bize dönmelidir.”
                  Görüldüğü üzere demek ki dostluk ve düşmanlıkta ifrat ve tefrit olabiliyormuş. Ehlibeyt (Aleyhimusselam) hakkında aşırıya gidenler guluva düştüler, onlardan geri kalanlar ise Nasibi oldular. Bu konuda inançları sarsılmayan ve zarar görmeyenler itidal yolunu seçenlerdir.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) bu konu hakkında şöyle buyuruyor: “Düşmanlıkta aşırı giden günah işler, ondan geri kalan zulme uğrar, (delilsiz) düşmanlık eden ise takvalı olamaz.”
                  7) Övgü ve Kınamada Ölçülü Olmak
                  Övmek ve övülmek herkes tarafından sevilip, benimsenen bir davranış, kötülemek ve kınamak ise hiç kimse tarafından tasdik edilen bir davranış değildir. Teşvik için övmek insanı hedefe ve başarıya götürür. Kötülemek ve serzenişte bulunmak ise insanı kötü amelinde daha da cüretkâr eder. Bunlar doğal sonuçlardır. Fakat teşvik ve övgüde aynı şekilde kötüleme ve kınamada ifrat ve tefrit edilirse iş gurur ve düşmanlıkla son bulur. Mümin, müminin aynası olduğuna göre kardeşinin artıları ve eksilerini olduğu gibi ona yansıtmalıdır; ne fazla ne de eksik.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) bu konu hakkında şöyle buyuruyor: “Kişiyi layık olduğundan çok övmek dalkavukluk, layık olduğundan az övmek ise acizlik veya hasettir.”
                  Bir gün imam (Aleyhisselam), kendisine inancı olmadığı halde övmekte aşırı giden, fakat kalbindeki asıl inancını gizleyen bir adama şöyle buyurdu: “Ben dediğinin altında, içinde olanın (gizlediğinin) ise üstündeyim.”
                  Bazen birilerini aşırı övmenin kaynağı dünya malı ve çıkardır. Hâlbuki insanın maddi çıkarlar için dalkavukluk yapıp birini övmesinden daha kötü bir şey yoktur. Rivayetler de bu gibi insanların davranışlarını tasvip etmemektedir. Zira çok yersiz veya gereğinden fazla övgü insanı kibir ve gurura götürebilir.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) Malik'i Eşter'e şöyle tavsiyede bulunuyor: “Seni övmemelerini iste, yapmadığın batıl bir işle seni sevindirmesinler. Çünkü fazla övünme, insanın kendini beğenmesine neden olur, azgınlığa sürükler.”
                  Şair ne de güzel demiştir: “İnsan duyduklarıyla aldatılır.”
                  8) Yeme ve İçmede Ölçülü Olmak
                  Yeme ve içmede ölçülü olmak, her türlü israftan, ifrat ve tefritten sakınmak kıtlık ve fakirliği engellediği gibi insanı da sağlıklı kılar.
                  Yeme ve içmede aşırıya gitmek israftır. İsraf ise hem günah hem de kıtlık ve kuraklık zeminini oluşturmaktadır.
                  Yeme ve içmede de ölçülü olunmalıdır. Meşhur şair Sa’di Şirazi’nin dediği gibi: “Ne az yemekle takatsiz olmalı ne de çok yemekle mide bulandırmalı”.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) kalp hakkında şöyle buyuruyor: “Açlık onu takatsiz eder, zaaf onu çökertir, doymak onu ifrata götürürse (fazla yerse), aşırı doymak (mide şişkinliği) onu sıkar. O halde her kusur ona zarardır, her ifrat (haddi aşma) da onu bozguna uğratır.”
                  O halde insan daha sağlıklı ve rahat yaşayabilmek için yemesi, içmesi ve beslenmesi konusunda Kur’an-ı Kerim’in önerdiği ve uygun gördüğü programa uymalıdır. Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyurmaktadır: “Yiyin, için israf etmeyin.”
                  İmam Ali (Aleyhisselam) eski dostlarından birinin sıfatlarını sayarken yeme ve içme konusundaki özelliğinden şöyle bahsetmiştir: “Eskiden ilahi bir kardeşim vardı... Karnının esaretinden kurtulmuş, ulaşamayacağı şeyi arzu etmiyor, ulaştığı şeyde aşırıya gitmiyordu.”
                  Yani onun yeme ve içmesi zenginliği ve yoksulluğuyla ilgili değildi, bilakis yaşantısında ölçüyü ve dengeyi bulmuştu. Varlığında da yokluğunda da aynı yiyip içmekteydi.
                  Nehcü’l-Belaga’da bu konuyla ilgili güzel ve ibret verici bir hikâye nakledilmiştir:
                  Basra savaşından sonra Hz. Ali (Aleyhisselam) ashabından hasta yatağında olan A’la b. Ziyad el-Harisi'yi ziyarete gitti. A’la’nın evinin büyüklüğünü görünce şöyle buyurdu: “Dünyada bu evin genişliğini ne yapacaksın? Hâlbuki ahirette ona daha fazla muhtaçsın. Evet, istiyorsan, onunla ahirete ulaşabilirsin. Yani bu geniş evde misafir ağırlayarak, akrabalarına iyilik ederek ve boynunda olan hakları sahibine ulaştırarak böylelikle ahireti elde edebilirsin.”
                  A’la, Ya Emire’l-Müminin Asim b. Ziyad'ı sana şikâyet ediyorum dedi. “O ne yapıyor?” diye sorunca A’la, bir abaya bürünerek dünyayı terek etmiş dedi. Hz. Ali (Aleyhisselam), onu bana getir dedi. Gelince de ona şöyle dedi: “Ey kendinin düşmanı olan adam! Pis şeytan seni şaşırtmak istiyor! Ailene çocuğuna acımaz mısın? Allah'ın sana temiz kıldığı şeyleri görmüyor musun? Şeytan, bunlara ulaşmanı kötü görüyor. Sen, Allah katında düşündüğümden daha aşağısın.”
                  Asım, “Ey Emire’l-Müminin senin de giyimin kaba, yemeğin tatsız!” deyince de şöyle buyurdu: “Yazıklar olsun sana! Ben sen değilim! Yüce Allah, insanlara yoksullukları nedeniyle heyecanlanıp, isyan etmesinler diye adil imamlara kendilerini insanların en fakirleriyle ölçüp değerlendirmelerini emretti.”
                  İmam Ali (Aleyhisselam) Bu buyruğuyla dünya hayatında orta halli olmayı nasihat ediyor ne büyük eve sahip olup, dünya ziynetine dalmayı ve ne de dünyadan yüz çevirip mağarada yaşamayı tavsiye ediyor. Bilakis normal ve itidalli bir hayat sürdürmeyi öğütlüyor.
                  9) Konuşma Ve Sükût
                  Konuşmada ve sükûtta itidalin manası şudur; insanın iyiliğe emretmek, insanları irşat etmek ve mazlumu savunmak gibi durumlarda konuşması, haddi olmayan, fazla ve yersiz konuşmaktan da sakınmasıdır.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) çok konuşanın çok hata yapacağını, az ve yerinde konuşanın ise vakar ve saygınlık kazanacağını vurgulamıştır: “Çok konuşanın hatası da çok olur, hatası çok olanın, hayâsı azalır, hayâsı az olanın takvası azalır, takvası azalanın, kalbi ölür, kalbi ölen ise ateşe girer... Sözünün de amelinden sayıldığını bilen kimse, zaruret dışında konuşmaz.”
                  İmam Ali (Aleyhisselam) az ve yerinde konuşmak hakkında da şöyle buyuruyor: “Heybet ve vakar, çok susmakla olur. “
                  İmam Ali (Aleyhisselam) kendisine öğüt vermesini isteyen adama şöyle buyurdu: “Çok konuşup az amel edenlerden olma!”
                  Hazret bir başka hadisinde şöyle buyuruyor: “Cehaletle konuşmakta hayır olmadığı gibi, hikmetli söz söylemeyip, susmakta da hayır yoktur.”
                  “Bilmediğin şeyleri söyleme, hatta bildiğin her şeyi bile söyleme.”
                  Yine Hazret bir başka hikmetli sözünde şöyle buyurmuştur: “Allah’ın sevgili kulları, ... Söyler, anlatır, susar, kurtulur.”
                  Daha önce de zikredildiği gibi Hazret eski bir dostu ve kardeşini hatırladığında onu şu cümlelerle övmüştür: “Eskiden ilahi bir kardeşim vardı... Duymayı konuşmaktan daha çok isterdi.”
                  Bu buyrukların tamamında Hazretin önemle altını çizmek istediği nokta sükûtta ve konuşmada itidalli ve ölçülü olmaktır. İnsan, nerde ve ne zaman konuşması ve susması gerektiği yerleri çok iyi teşhis etmelidir. Herkesin tecrübe ettiği gibi çok konuşan saygınlık görmediği gibi insanlar tarafından da sevilmez. Bu konu hakkında İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Çok konuşan saçmalar.”
                  10) Ümit Ve Korkuda Ölçülü Olmak
                  Bir şeye gereğinden fazla ümit bağlamak insanı gaflet eve gurura düşürdüğü gibi gereğinden fazla korku da insanı ümitsizliğe iter. Hadisler de mümin tarif edilirken mümin kimsenin korku ve ümit arasında halde olduğu ifade edilmiştir. İnsan korku ve ümitle yaşarsa dengeli bir hayata sahip olur ve amellerini ölçülü ve yerinde yapar. İtidal her şeyde gereklidir. İnsanları eğitirken ve onlara dini tebligat yapılırken ne haddinden fazla ümit verilmeli, ne de gereğinden fazla korkutulmalıdır. En etkili tebliğ metotlarından biri de insanları eşit derecede ahirete rağbet ettirmek ve cehennem ateşinden de korkutmaktır. Yüce Allah’ta resullerini Beşir (müjdeleyici) ve Munzir (korkutucu) olarak insanlara göndermiştir. Dolayısıyla da peygamberlerin tebligatlarındaki başarılarının sırrı bu iki boyutta ölçülü hareket etmelerinde yatmaktadır.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) Resul-i Ekrem’in (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) samimi ashabını överken şöyle buyuruyor: “Cehennemden korkarak, cennete de ümitle bakardılar.”
                  Hazret bu tabirin aynını muttakilerin sıfatlarını beyan ederken de kullanmıştır: “Cehennemden korkarak cennete ümitle bakardılar.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) korku ve ümidi şöyle izah ediyor: “Kulun Rabbine iyi zanda bulunması, Rabbinden korkusu kadardır.”
                  Korku ve ümit insanı günahtan alıkoyduğu gibi gerçek manada Allah’a kul olmaya ve itaate teşvik eder. Hatta dosyaları siyah ve amel defterleri günahlarla dolu olanlar da Allah’ın rahmet ve mağfiretine korku ve ümit gözüyle bakarlar. Kuşkusuz ki Allah gerçek tövbe edenlerin günahlarını affeder. Nitekim rahmeti her şeyi kuşatan yüce Allah, Kur’an-ı Kerim ve sahih rivayetlerde bunu yapacağına dair kullarına söz vermiştir.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) yağmur duasında Allah'a şöyle yakarıyor: “Allah'ım! Rahmetini umarak dergâhına yüz tuttuk ve azabından ve belalarından korkarak sana geldik.”
                  Allah’a iman eden herkes korku ve ümit içinde yaşamalıdır. Bu sıfat sadece iyiler için tavsiye edilmemiştir. Bilakis günahkâr ve salih kullar için eşit derecede tavsiye edilmiştir. Çünkü devamlı olarak sadece iyiler Allah'ın rahmetinde, kötülerde kötülüklerinde kalmayacaklardır. İyilerin her ana günaha düşme olasılıkları olduğu gibi günahkârların da tövbe edip, kurtuluşa ermeleri muhtemeledir. Allah, insanı yaratırken ona özgür iradeyi de vermiştir. Günahkârlar sağla iradeleriyle tövbe edip, günahlarla dolu amel defterlerini iyiliklerle telafi edebilirler. İyiler de yapmış oldukları iyilikler ve elde ettikleri sevaplarla övünmemelidirler. Zira imam Ali (Aleyhisselam)şöyle buyuruyor: “Bu ümmetin en iyisi hakkında bile Allah'ın azabından emin olma! Zira Allah şöyle buyurmuştur: “Allah'ın azabından hüsrana uğrayan topluluktan başkası emin olmaz.” Bu ümmetin en kötüsü hakkında bile Allah'ın rahmetinden ümitsiz olma! Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Allah'ın rahmetinden, kâfir olan kavimden başkası ümit kesmez.”
                  Bu iki faktörle yani korku ve ümitle insanlar irşat edilmelidir. Tebligatta her iki yöntemde kaçınılmazdır.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) gerçek fakih ve din adamlarını şöyle tanıtmaktadır: “Mükemmel bir fakih halkı Allah'ın rahmetinden ümitsiz etmeyen, onları Allah'ın şefkatinden ümitsizliğe düşürmeyen ve Allah'ın cezasından onları güvende kılmayan kimsedir.”
                  Çok korkan ümidini yitirir ve çok ümit bağlayan da amelden ve telaştan elini çeker. İnsan ümit ve korku kanadıyla kemale uçmaktadır, ifrat ve tefritle bu kanatlardan biri kırılırsa hedefine ulaşamaz.
                  İnsan Allah'a öyle ümit bağlamalı ki tüm âlemin günahına mürtekip olsa da gözünü Allah'ın sonsuz rahmetine dikmeli ve onun affına sığınmalıdır ve Allah’tan öyle korkmalı ki insanların ve cinlerin ibadet ve hasenatını işlese de kendini Allah'ın azabından güvende görmemelidir.
                  11) Sevinçte Ve Hüzünde Ölçülü Olmak
                  Haddinden fazla hüzün ve gam insanı yaşlandırdığı gibi fazla sevinç de insanı gaflete düşürür. Bu ikisinin ortasını bulmak ise kâmil insanların özelliklerindendir. İnsan mutlulukta ve hüzünde dengeli ve ölçülü olmalıdır. İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Müminin sevinci yüzünde, hüznü de kalbindedir.”
                  Mümin kimse üzüntülü de olsa hüznünü açığa vurarak başkalarının üzüntüsüne sebep olmaz. Her insanda olduğu gibi Allah dostlarının da hüzünlendikleri, sevindikleri, ağladıkları ve güldükleri durumlar vardır. Ancak onlar bu durumlarda ifrat ve tefrite düşmezler. İnsan toplumda yüksek ses ve kahkahayla gülmemeli, diğer taraftan da suratını asmamalıdır. Ölçüye riayet etmeli, üzüntüsünü de sevincini de toplumda normal kabul edilen ölçüde göstermelidir.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) muttakilerin sıfatını zikrederken şöyle buyuruyor: “Takva ehli güldüklerinde sesleri yükselmezdi.”
                  Yine dünya lezzetlerine sırt çevirenlerin sıfatlarını beyan ederken şöyle buyurmuştur: “Zahitler dünyada gülseler bile kalpleri ağlar, sevinçli olsalar da üzülür ve gıpta edilecek kadar lütfe erseler de az kulluk etikleri için kendilerine kızarlar.”
                  Bu ölçüye riayet edip, uyanlar ise zahitlerin ta kendileridir. İmam Ali (Aleyhisselam)şöyle buyuruyor: “Zühdün tümü, Kur'an’ın iki kelimesi arasındadır. Allah'u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Öyle ki elinizde çıkana karşı üzülmeyesiniz ve size verilenlere de sevinmeyesiniz. Hadid/23” O halde geçmişe üzülmeyen ve geleceğe sevinmeyen kimse, zühdün iki tarafını da eda etmiştir.”
                  İnsan dünyaya ve ahirete yönelik işlerinde dengeyi ve ölçüyü korumadığı zaman elinden giden az dünya malı için kalbine derin ve insanı yaşlandıran hüzünler gömer ve ahiretinden kaybettiklerini görmez olur.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Size ne oluyor ki, dünyada edindiğiniz az şeye seviniyor, ahiretten yitirdiğiniz çok şeye üzülmüyorsunuz.”
                  12) İyimserlikte Ve Kötümserlikte Ölçülü Olmak
                  Başkalarının işlerine Su-i zan ile bakan kimse onların tüm hal ve hareketlerinin kendisine karşı yapıldığını zannederek onların fiillerini düşmanca algılar ve bu yüzden de hiç bir zaman onlarla samimi bir dostluk bağı kuramaz. Ancak Başkalarının işlerine hüsn-ü zan ve olumlu bir gözle bakan kimse karşı tarafların yaptıkları her şeyi iyi görüp, olumlu ve kendi maslahatına yorumlar. Yani her zaman insanların olumlu yönlerine dikkat eder ve onların yaptıklarına iyilik gözlüğüyle bakar. Bunların her birinde ifrat ve tefrite düşmek büyük zararlar getirir. Gereğinden fazla iyimser ve hüsn-ü zan ile yaklaşmak insanı saf kılarak kolayca kandırılmasına neden olabilir. Diğer taraftan gereğinden fazla su-i zan ve kötümserlikle yaklaşmak ise insanda hiç kimseye güvenmeme hissini doğurur.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “İmtihan etmeden önce herkese güvenmek acizliktir.”
                  Mümin akıllı ve uyanıktır, imtihan etmeden ve karşı tarafı iyice tanımadan ona güvenmez. Günümüzdeki birçok alış veriş, evlilik, muameleler vb. konulardaki anlaşmazlığın ve sorunların başlangıcı insanın sade davranıp, karşı tarafı iyice tanımadan ona güvenmesinden kaynaklanmaktadır. İnsan toplumdaki bireylerin genelini tanımdan, iyilik veya kötülüklerini görmeden onlara su-i zan ya da hüsn-ü zan gözlüğüyle bakması günahtır.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “İyilik ve doğruluk, zaman ve ehline galip olduğunda (yani zaman ve insanlar iyi olduğunda), eğer bir kimse, kendisinden bir günah görülmeyen biri hakkında su-i zanda bulunursa, ona zulmetmiş olur. Fesat ve kötülük, zaman ve ehlini kuşattığında, bir kimse biri hakkında hüsn-ü zanda bulunursa, şüphesiz kendini tehlikeye atmıştır.”
                  Hazretin bu hikmetli buyruğundan da anlaşıldığı gibi her yerde hüsn-ü zan veya su-i zanda bulunmak doğru bir yaklaşım değildir. Bilakis insan, zaman ve ehlini dikkatlice araştırıp, iyice analiz ettikten sonra hüsn-ü zan veya su-i zanda bulunmalıdır. Normalinde insan başaklarının söyledikleri sözleri elinden geldiği ve iyiye yorabildiği kadar iyiye yormalıdır. Nitekim İmam Ali (Aleyhisselam) bu konuda şöyle buyuruyor: “Birinden duyduğun kötü bir sözü, hayra yorumlaya bildiğin müddetçe kötüye yorumlama!”
                  Fakat düşman konusunda barış sağlandıktan sonra bile yine de ona fazla güvenilmemelidir ve eğer onun hakkında fazla iyimser düşünür ve hüsn-ü zanda bulunursa bu onun sadeliğinin göstergesidir.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Ey Malik! ... Düşmanınla anlaşma ve sulh yaptın mı ona karşı her yönüyle uyanık ol, ondan kork ve tetikte bulun! Çünkü düşman, çoğu kez sana yaklaşıp, gafil olmanı bekler. Öyleyse tedbirini al, bu hususta hüsn-ü zan beslemeyi de bir kenara bırak.”
                  13) Güzel Ve Mertçe Davranış
                  Bazıları kanı kanla yıkayarak iyiliğe kötülükle cevap verir, bazıları da cömertlik gösterip, kötülüğe iyilikle cevap verirler. Buda onların ruhlarının yüceliğinin ve büyüklülüğünün nişanesidir. Kur'an'ı Kerim'in de emri bu doğrultudadır. Zira Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.”
                  Tarihe baktığımızda Peygamberler, imamlar ve salihlerin de davranışlarının yüce bir ahlaka ve iyiliğe olduğunu görürüz. Ancak ne zaman ve kimlere karşı iyi ve yumuşak davranılacağı bilmişlerdir. Eğer karşı taraf cömertlik ve iyi davranışı hak etmiyorsa bu yumuşak ve güzel davranıştan suiistimal edebilir. Bu yüzden kime ve hangi yerde nasıl bir tutum sergileneceği konusunda dikkatli olmak gerekir.
                  İmam Ali (Aleyhisselam)şöyle buyuruyor: “Kardeşin senden ayrılınca ona bağlan, yüz çevirince lütuf ve yakınlık göster, cimrilik edince cömert davran, uzaklaşınca yaklaş, şiddetlenince yumuşa, suç işleyince özrünü kabul et. Böylece sen onun kölesi, o ise senin nimet sahibin gibi olsun. Bunu gerekmeyen yerlerde ve ehli olmayan kimselere yapma.”
                  Teadül ve ölçü sağlam ve sağlıklı bir şekilde insanı maksadına ulaştırır. İfrat ve tefrit ise insanı asıl hedefinden uzaklaştırarak sapıklığa götürür.
                  İslam dini orta ve vasat bir dindir Müslümanlarda bu çizgiden hareket etmelidirler. Zira insanların hayat koşulları çeşitli amaçlar üzerine kurulmuştur. Din insanın hem dünya hem de ahiret saadetini temin etmektedir. Zira yüce İslam dini insanlar için namaz, geçimi helal yollardan sağlamak, onur, tevazu, cihat, sevgi vb. konularda ideal bir yaşam programı sunmuştur. Müminler bu konularda İslam’ın hayat veren programlarına uyarak ahiret saadetlerini elde ederler. Bunları yaparken de her türlü ifrat ve tefritten sakınır ve ölçüye riayet ederler.
                  İmam Ali (Aleyhisselam) müminlerin vakitlerinin ve hatta yolculuklarının bile ölçü ve programlı olduğuna işaret etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Müminin üç vakti vardır; Bir saatinde Rabbiyle münacat eder, bir saatinde geçimini sağlar, bir saatinde de kendisini güzel ve helal lezzetler arasında serbest bırakır. Akıllı insan üç şey için yolculuk eder; Geçimini sağlamak, ahiret yolunda adım atmak ve haram olmayan lezzetten yararlanmak için.” [/color]

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Nehcul Belaga'dan Dersler


                    ALTINCI BÖLÜM

                    NAMAZ

                    Namaz Kulluğun Sırrıdır

                    Güneş ışınları altında açan çiçek tomurcukları gibi insanın fıtrat tomurcukları da Allah’ın merhamet güneşi altında ibadet ve itaatine doyarak açmakta ve tüm kötülük ve çirkinliklerden arınarak kemale erişmektedir. İnsanın hayat bahçesinde bir takım programları vardır. Bunların en önemlisi ise ibadet ve namazdır. İnsan, Allah'tan korkarak ibadet ve itaatini Allah’ın isteği doğrultuda yapabilir. Allah'tan korkarak kulluk etmek insana özgürlük ruhu bahşederek insanın başkalarına kul olmasına mani olur. İbadet ve itaatlerinde Allah'ın sonsuz rahmetine ümit bağlayan kimse başkalarına ihtiyaç hissetmez ve bu his onu kemale ulaştırır. Hem de kemalin doruğuna ulaştırarak yaratılış felsefesinin sırrına varır. Bundan sonra da ahiret yurduna doğru seyreden kimse dünya imtihanlarını birer birer başarıyla kat eder. Ubudiyet ve teslimiyet ruhu, sağlam bir fıtratın nişanesidir. Bu ubudiyet ve teslimiyet ruhuna sahip olmayanlar isyan ve günahlarda boğularak kulluktan çıkıp, şirkin sınırlarına girerler. Allah'ın peygamberleri aracılığıyla tebliğ ettiği teklif ve vazifelerde birer imtihan vesilesidir. Bu imtihanları geçenler haramlar ve farizalar konusunda duyarlı davranan kimselerdir.
                    İmam Ali (Aleyhisselam)şöyle buyuruyor: “Hiç bir kulluk farzları eda etmek gibi değildir.”
                    Allah'ın emir ve nehiylerine uymayanlar, Allah’ın kendisini niçin yarattığını ve ondan ne istediğini düşünmeyenler nasıl kulluk iddiasında bulunabilirler? Mevlası ve önderi Ali (Aleyhisselam) gibi Allah'a kulluğu kendisine büyük bir iftihar sayana ne mutlu! Şairin de dediği gibi: “Ne mutlu Allah'ı dost edinenlere! İşleri Allah’a hamd ve Kur’an ayetleri okumaktır. Ne mutlu devamlı namaz kılanlara, cennet onların kazancıdır.”
                    Kulluğun en belirgin nişanesi ve Allah'ın kullarına farz kıldığı en büyük ibadet namazdır. Namaz, Allah'a yaklaşmanın en güzel yoludur. İmam Ali (Aleyhisselam) Nehcü’l-Belağa'da namazın çok büyük bir fariza olduğunu önemle vurgulamıştır.
                    Huzurlu İbadet
                    Kalp Allah'ın muhabbet evidir. İçinde korku ve ümitler barındıran bir kalp ile Allah'a yapılan ibadetler de huşu ve huzu ile olur.
                    Huşu: İnsanın kendisini azamet sahibi Allah’ın karşısında küçük ve zelil görmesidir. Kalp ve batini gözle Allah’a yönelmektir. Huşuyla yapılan ibadet insanın Allah'a olan marifetinin nişanesidir. Hz. Ali (Aleyhisselam) muttakilerin sıfatını sayarken huşuun onların nişanelerinden biri olduğunu ifade etmiştir.
                    Teheccüd (gece) namazı, Kur'an tilaveti, basiretli bir şekilde Allah’a ibadet etmek ve o basiretle cennet ve cehennemi görmek muttaki ve huşu sahiplerinin nişanelerindendir.
                    İmam Ali (Aleyhisselam) “Muttakin” hutbesinde salih kulların sıfatlarını şöyle beyan etmiştir: “Geceleri ayakları üzerinde durup, Kur'an ayetlerini, anlamını düşünerek ağır ağır (tertille) okurlar, onlarla hüzünlere dalarlar, dertlerinin çaresini onda bulurlar. O sırada müjdeleyen bir ayet geçtiği zaman, o sevabı elde etmeyi umarlar, şevkle ona yönelirler, (mükâfatını) gözlerinin önünde zannederler. Korkutucu bir ayet geçtiği zaman, can kulaklarını ona verirler. Cehennem alevlerinin uğultusu adeta kulaklarında yankılanmaktadır. Onlar (rükûda) iki büklüm olurlar, alınları, elleri, dizleri ve ayak parmakları ile yerlere (secdeye) kapanırlar. Böylece Allah'ın gazabından kurtulmayı dilerler.”
                    Huşu içinde yapılan ibadetlerde Allah ile fıtrat diliyle konuşmak, maneviyat çeşmelerinde ruhu temizlemek ve başkalarının kulluğundan kurtulmak şeref ve izzete ulaşmaktır. Allah'ın huzurunda huzu ve huşu içinde durup, elleri onun dergâhına açmak ve secdeye kapanmak nefsi ibadete yönlendirir. İnsan gerçek manada kul olmadıkça özgürlüğe ulaşmaz. Allah’a kul olmakta kim ne kadar alçakgönüllü olursa o kadar ilahi dergâha yakın olur. Çünkü bizler ihtiyaç sahibiyiz, o ise sonsuz güç sahibidir. Varlığımızın özü fakirliktir. Yani varlığı mutlak manada ihtiyaç olan insan her an yüce yaratanın feyzine muhtaçtır. Allah ile kulunun irtibatı yatan ile yaratılanın irtibatıdır. Dolayısıyla İmam Ali(Aleyhisselam) ibadeti üçe ayırmıştır: “İnsanlardan bir grup, Allah'a rağbet (mükâfat) için kulluk eder, bu tüccarların ibadetidir. Bir grubu da Allah'tan korkarak kulluk eder, bu da kölelerin ibadetidir. Bir grup ise Allah'a şükür etmek için kulluk eder, bu da özgürlerin ibadetidir.”
                    Bir başka hikmetli sözünde şöyle buyurmuştur: “Allah, kendisine karşı yapılan günaha azap vaat etmeseydi bile nimetlerine şükretmek için isyan edilmemesi gerekir.”
                    Allah'a teşekkür etmek kulun Rabbine karşı marifetinin göstergesidir ve marifetle yapılan ibadette de huşu ve kulluk olur. Dünya ihtiyaçlar yeridir ve kâinattaki tüm varlıklar Allah'a ibadet ve itaat etmektedirler. Peki, bizler bu mahlûkatın hangilerindeniz?
                    İhlâslı İbadet
                    Yüce Allah halis ve samimiyetle yapılan ve her türlü riyadan ve gösterişten uzak ibadetlerin alıcısıdır. Başkalarının ilgisini ve beğenisini çekmek, kendini insanlara takvalı göstermek amacıyla yapılan her amel ve ibadet riyadır. Riyayla yapılan ibadetlerin insanı Allah'a yaklaştırmadığı ve kıyamette hiç bir faydası olmadığı gibi cezası da vardır.
                    İmam Ali(Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Tövbe etmeden Rabbinin huzuruna çıkan kimse, istediği kadar çalışıp çabalasın, işinde ihlâslı olsun kendisine hiç bir fayda vermez ve onlardan biri kendisine farz kıldığı ibadette Allah'a ortak koşmaktır.”
                    Riyayla yapılan ibadet verimsiz çürük ağaç gibidir. Riyayla yapılan bir amel vesilesiyle Allah’tan mükâfat ummak ve Allah'a yakınlaşma ümidi beslemek abestir. Gizlide yapılan ibadet ile aşikârda yapılan ibadet arasına farklılık koyan riya afetine müptela olmuş demektir.
                    Hz. Ali (Aleyhisselam) hikmetli bir sözünde şöyle buyuruyor: “Gizlisi ve açığı, sözü ve ameli bir olan Allah'ın emanetini eda etmiş, ibadetlerinde ihlâslı davranmıştır.”
                    Kullardan Allah’ı her yerde hazır ve nazir görenler ibadetlerine riya karıştırmadan mükâfat elde etme ümidiyle ihlâslı yaparlar. Batini ve zahiri, gizlisi ve açığı bir olmayan ihlâs ve samimiyetten uzaklaşmıştır.
                    İmam Ali (Aleyhisselam) zekât toplamak için gönderdiği bazı memurlarına şöyle öğütlemiştir: “Zahirde Allah'a itaat edip, gizlide tam tersini yapmayın!”
                    İbadetin özü Allah'a ve kemale varmaktır, riya ise ondan uzaklaşmak ve şeytanın tuzağına düşmektir. İmam Ali(Aleyhisselam) amelde ihlâsın önemini anlatırken ihlâsın amelden de zor olduğunu ifade etmiştir. Çünkü iblis ihlâslı amelleri yok etmek için Allah'ın izzet ve azametine yemin etmiştir.
                    Severek Ve İsteyerek İbadet Etmek
                    İbadet ne kadar şevk ve huşuyla yapılırsa insanı bir o kadar Allah'a yaklaştırır. Dolayısıyla ibadet için de en güzel vakitler ve saatler seçilmelidir.
                    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Kendin için vakitlerin en üstününü Allah'a ayır.”
                    Bilindiği üzere ibadet farz ve müstehap olmak üzere iki kısımdır. İnsanın ruh hali de değişken olduğu için bazen bu ibadetleri büyük bir istekle yapar bazen de üşenerek yapar. Eğer müstehap ibadetler farizalara zarar getirirse o zaman sadece farizalarla meşgul olmak gerekir. Müstehap ve nafile olarak beyan edilen ibadetler hiçbir zaman farz ibadetleri gölgesinde bırakmamalıdır. Aksi halde insanın ibadete karşı isteksiz olur.
                    Bu hususta İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle tavsiyede bulunmaktadır: “Kalplerin yönelişi ve yüz çevirişi vardır, yönelince onu nafilelere yöneltin yüz çevirince de farzlarla yetinin.”
                    İnsan kendisini ibadet için zorlamamalıdır. Bunu yaparsa ibadeti hakkıyla huzu ve huşu içinde yapmaz. Nakledilen hadislerde nafilelerin farizalara zarar vermesi durumunda nafilelerin terk edilmesine ve sadece farizalarla yetinmeye emredilmiştir: “Nafileler farzlara zarar verdiğinde onları terk edin.”
                    “Nafileler farzlara zarar verirse onlarla Allah'a yaklaşılmaz.”
                    Nafilelere tavsiye edilen yerler ise farzlara zarar gelmemesi halindedir.
                    İbadetleri aşk ve rağbet ile yapmak insanı Allah'a yakınlaştırdığı gibi ibadetlerin devamlılığını da sağlamaktadır.
                    Burada yanlış bir anlaşılma olmamalıdır; ibadet ve itaate isteği olmayan kimsenin onu terk etmeye hakkı yoktur. Bilakis ibadet ve itaat zeminini akıllı ve programlı bir şekilde kendisinde yaratmalıdır. Kendisini ibadete karşı isteksizliğe sürükleyen faktörlerin kaynağını bulup onları nefsinde bertaraf etmelidir. Söz gelimi nefsine şöyle hitap edebilir; günde beş sayfa Kur'an okumana gerek yok, bir sayfa okuman yeterlidir. Ya da namazların nafilelerini kılmana gerek yok sadece sabah ve yatısı namazlarının iki rekât nafilelerini kılsa yeterli olur. Yani nefsi korkutmadan, bıktırmadan ve onu sıkmadan yavaş yavaş alıştırmalıyız.
                    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Nefsini kulluğa alıştır! Ona yumuşak davran, ezip azarlama! Sana kitapta farz kılınmış olanlar dışında onu hoş tut. Çünkü farzların vaktinde ve yerinde eda edilmesi gerekir.”
                    Müslüman ve mümin için önemli olan ibadeti önemseyerek onu vaktinde eda edip, Allah'a yakınlaşmaktır ve Allah’a yakınlaşmasından istifade ederek şeytanın vesvesesinden kurtulup insani bir yaşam sürdürmesidir.
                    İmam Ali (Aleyhisselam) insanların ibadet ve yaşam programları konusunda şöyle tavsiyede bulunmaktadır: “Müminin üç saati vardır; Bir saatinde Rabbiyle münacat eder, bir saatinde geçimini sağlar, bir saatinde de kendisini güzel ve helal lezzetler arasında serbest bırakır.”
                    İbadetlere özel vakit ayırmak insanın ruhi ihtiyaçlarını temin etmesi demektir. Dolayısıyla dikkatli davranıp günün en güzel ve verimli saatlerini ibadet için ayırmalıdır. Bu tavsiyelerin tamamı Resul-i Ekrem (s.a.a) ve Ehlibeyt İmamlarının (a.s) sirelerinde açıkça göze çarpmaktadır.
                    İbadetin Afeti
                    İbadetin afeti gurur ve kibirdir. Bu tehlikeli ve yıkıcı afet insanı ibadetin manevi mükâfatından mahrum ettiği gibi kendisini büyük görmesine de neden olur. Bu düşünce insanın toplumun fertleriyle irtibatlarını derinden sarsar ve insanların kendisinden uzaklaşmasına sebep olur. Çünkü gururlu ve kibirli insan devamlı başkalarına tahkir gözüyle bakar ve onların yaptıklarını küçük görür. Dolayısıyla böyle düşündüğü içinde hiçbir ibadet ve itaati Allah nezdinde kabul görmez.
                    Kur’an-ı Kerim’de İblisin kibri yüzünden cennetten kovulma olayını ibretle okumaktayız. Bundan da gururun ve kibrin ne kadar kötü ve büyük bir afet olduğunu anlıyoruz. İblis yaptığı onca ibadeti bir anlık bu düşüncesinden dolayı yok etti. Allah ona Âdem’e (Aleyhisselam) secde et diye emrettiğinde kendi yaratılışıyla Hz. Âdem’in yaratılışını mukayese etti ve bir an kendisinin ondan üstün olduğunu düşündü. Bu düşüncesi onu Allah’ın emrine karşı gelmeye sürükledi ve sonunda da cennetten kovulmasına neden oldu. İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “O halde Allah'ın şeytana yaptığından ibret alın. Öyle ki uzun amelini, yoğun çabalarını boşa çıkardı. Allah'a altı bin sene dünyanın yılı mı, yoksa (her günü bin yıl olan) ahiretin yılları mı bilinmez ibadet etti, ama bir anlık tekebbür ile hepsini boşa çıkardı. İblis’ten başka, onun gibi bir günah işledikten sonra kim Allah karşısında güvende kalabilir.”
                    Gurur: İnsanın kulluk ve itaatini çok görüp, kendisinin Allah katında herkesten daha değerli ve üstün olduğunu düşünmesidir. Neticesi ise yapılan tüm amellerin boşa çıkmasıdır.
                    İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Bencillik büyümeyi engeller.”
                    Arifler, salihler ve müminler bir ömür güzel ve ihlâslı amel etmelerine rağmen dilleri devamlı istiğfar ve tövbeyle meşguldür. Bizler neden bu az ve eksiklerle dolu ibadetimiz karşısında gurur ve kibre kapılıp, yaptığımız naçiz ibadeti bu afete kurban ediyoruz? Dolayısıyla çokça tevazu etmeli, tövbeyi amelimizden, istiğfarı da dilimizden eksik etmemeliyiz? Zaten buna da müstahak değil miyiz?
                    Âşıkların Sıfatları
                    Abitler, salihler ve muttakiler önderi İmam Ali’nin (Aleyhisselam) ibadeti ve münacatı konusunda yüzlerce kitap kaleme alınsa onu anlatmaya güç yetiremez. Diller beyandan, kalemler yazmaktan acizdir. Gelin Allah kullarının vasıflarını o zatın dilinden işitelim. Hazret bazı yaranlarından şikâyet edip yakınırken Hz. Muhammed’in (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) yaranlarını şöyle methediyor: “Ben, Muhammed'in (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) ashabını gördüm, fakat sizin aranızda onlara benzer kişi görmedim. Onlar saçları dağılmış, toza toprağa bulanmış bir halde geceleri sabahlara kadar secde ve kıyam ederlerdi. Bazen alınlarını, bazen de yanaklarını toprağa dayarlardı. Kıyametin zikri geçtiğinde ateş üzerinde durur gibi olurlardı. Uzun secdelerden alınları, keçi dizleri gibi nasırlaşmıştı. Allah anıldığında, azap korkusundan ve sevap ümidiyle rüzgârlı havada sallanan ağaç gibi titrerler, gömleklerinin yakaları ıslanacak kadar gözyaşı dökerlerdi.”
                    Bir başka buyruğunda kendi yanında yüce şehadet mertebesine nail olan vefalı ve samimi yaranlarının irfan ve ibadet boyutlarını şöyle övmüştür: “Ağlamaktan gözleri dünyayı görmez olmuş, oruçtan karınları çekilmiş, dua etmekten dudakları kurumuş, uykusuzluktan benizleri solmuş, simalarına Allah'a boyun eğenlerin tozu konmuştu. İşte onlar, benim kardeşlerimdir.”
                    Ey insan! Sen, makamlarına gıptayla baktığımız, ibadet ve itaatleri bizim için birer örnek olan meleklerden üstün olabilirsin. O halde içinde saklı olan o değerli cevheri keşfet, kendini tanı ve sonsuz makamların seni beklediğini unutma!
                    Muttakilerin mevlası Hz. Emirü’l-Mümin Ali (Aleyhisselam) melekleri şu sözleriyle övmüştür: “Göklerinde yerleştirdiklerin ve yerden yükselttiğin melekler, seni en iyi bilen yaratıklarındır. Senden en çok korkan ve sana en yakın olanlardır. Sulbe yerleşmemiş, rahme sokulmamış nutfeden yaratılmamışlardır. Zamanın hadiseleri onları dağıtmaz. Onlar senin katındaki yerlerindedir, yerleri senin yanındadır. İstekleri sende toplanır. İbadetlerinin hepsi sanadır. Emrinden gafletleri azdır. O halde kendilerine gizli olan hakikatine erseler de amellerini hiç sayıp kendilerini kınarlar, kendilerinin gereği gibi sana ibadet ve itaat etmediklerini anlarlar.”
                    İnsanın, Allah'a marifeti çoğaldıkça, onun azametini idrak ettikçe kulluk ve amelini naçiz görür. Bu nedenle melekler ibadet ve itaatlerini Allah indinde az ve değersiz görürler. Arifler ve salihler de bu marifete vardıklarından dolayı dilleri devamlı Allah'ı anmak ve istiğfarla meşgul olmaktadır. Asiler günahlarından tövbe ettikleri gibi onlar da ibadetlerinden tövbe ederler.
                    Melekler gece gündüz devamlı Allah'a ibadet ve itaatle meşgul olmaktalar ve hiç bir zaman ibadetleri onları gurura ve kibre düşürmüyor.
                    İmam Ali’nin (Aleyhisselam) tabiriyle “Ne gururlanırlar ne de ibadetlerini çok görürler.”
                    İmam Ali (Aleyhisselam) onca ibadet ve itaatiyle yolun uzunluğundan ve azığın azlığından yana dert yanmaktadır: “Ah! Azığın (ibadetin ve kulluğun) azlığından, yolun uzunluğundan, seferin uzaklığından, varılacak yerin (kabir, berzah ve kıyametin) zorluk ve azametinden.”
                    Geçmişte yaşamış salih, arif ve büyük abitlerin yaşantılarını araştırıp, incelemek ve onların biyografileri üzerinde tefekkür etmek İnsanı gaflet uykusundan uyandırır.
                    Kulluğun En Güzel İfadesi Namaz
                    Allah’ın azamet karşısında tevazu göstermek, ona ibadet ve yakarış her insanın fıtratında vardır. Ruhun lezzet bulması ve huzura ermesi ise itaat ve dua da karar kılınmıştır. İnsan Allah'a karşı kulluğunu, tevazuunu ve teşekkürünü namazla göstermektedir. Karşılaşılan sorunlarda, savaş meydanlarında, belalarda, musibetlerde ve hastalıklarda insanın tek dayanağı ve sığınağı Allah’tır. Kur’an’ın da tabiriyle işlerimizde namaz ve sabır vesilesiyle Allah’tan yardım dilemeliyiz: “Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım dileyin.”
                    Namaza yabancı ve uzak olan kimse sorunlarında namazdan nasıl yardım alabilir ki?
                    Namazın ne kadar önemli bir ibadet olduğu imam Ali’nin (Aleyhisselam) buyruklarında güzel tabirlerle beyan edilmiştir.
                    İMAM ALİ’YE (Aleyhisselam) GÖRE NAMAZIN ÖZELLİKLERİ
                    a) Namaz Dinin Direğidir
                    İmam Ali (Aleyhisselam) ömrünün sonlarında şahadet yatağına düştüğünde evlatlarını ve yakınlarını etrafına toplayarak onlara önemli konuları vasiyet etti. Hazretin önemle üzerinde durduğu vasiyetlerinden biri de namaz konusuydu: “Allah için, Allah için! Namaza dikkat edin, çünkü namaz dinin direğidir.”
                    Hiç direksiz çadır kurulur mu? Hiç sütunsuz bina inşa edilir mi? Namazın diğer farizalara göre konumu çadırın direği ve binanın sütunu gibidir.
                    b) Namaz Amellerin Eksenidir.
                    Hadisler ve rivayetlerde namazın önemi şöyle ifade edilmiştir: “Eğer kulun namazı kabul olursa diğer amelleri de kabul edilecek ve eğer namazı kabul edilmezse diğer amelleri de kabul edilmeyecektir.”
                    İmam Ali (Aleyhisselam) bu konuyu şöyle beyan ediyor: “Yapacağın her şeyin namazına bağlı olduğunu bil!”
                    c) Namaz Dinin Sembolüdür
                    Her inanç ve ayinin bir sembolü ve belirtisi vardır. Mukaddes İslam dininin de sembolü namazdır. Bu hakikati İmam Ali(Aleyhisselam) Nehcü’l-Belağa’da şöyle açıklamıştır: “Namaz, din ve dindarlığın özüdür.”
                    d) Namaz Allah’a Yakınlaşma Vesilesidir
                    İmam Ali (Aleyhisselam) hutbesinde cihadı, ihlâsı ve namazı İslam dininin erkânı ve Allah’a yakınlaşma vesileleri olarak zikretmiştir.
                    Namaz, Hz. İbrahim (Aleyhisselam) ve Hz. Muhammed’in ( Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) nidasına cevap vermektir.
                    Namaz kâinatla hem seda olmaktır.
                    Namaz fıtrat diliyle Allah ile konuşmaktır.
                    Namaz sessizlik diliyle tespih etmektir.
                    O halde namazın hakkını layıkıyla eda etmek gerekir. Namazın hakkı ancak vaktinde ve hafife almadan kılınarak eda edilebilir. İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “İşte bu namazın hakkını bilenler, mal ve evlada düşkünlükleri veya dünya metalarına dalmış olmaları, kendilerini namaz kılmaktan geri bırakmayan Müslüman kimselerdir.”
                    Namazın Ruhu
                    Her ibadetin bir ruhu ve cismi vardır. Namaz bütün ibadetlerin ruhudur, kulun rabbiyle irtibatıdır. Eğer namazda samimiyet, huzur, huşu ve ihlâs olmazsa isim ve cansız bir iskeletten ibaret olur. İbadet ve namaz insanı kötülüklerden ve günahlardan alıkoymuyorsa o ibadet ve namazın zahmetten ve yorgunluktan başka bir neticesi olmaz. “(Resulüm!) Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.”
                    Eğer oruçlu kimse Ramazan ayı orucunda başta kalp olmak üzere tüm azalarıyla oruçlu olmazsa o oruçtan açlık, susuzluk ve yorgunluktan başka bir şey elde edemez. İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Nice oruç tutan kimsenin, oruçtan elde ettiği ancak açlık ve susuzluktur. Nice gece namazı kılan kimsenin gece namazından elde ettiği, ancak uykusuzluk ve yorgunluktur. Akıllıların uykusu ve iftarları ne güzeldir.”
                    Basiret ve yakin ile yapılan ibadetler faydalı ve kalıcıdırlar. İnsan kime ibadet ettiğini, niçin ibadet ettiğini bilmelidir. İmam Ali (Aleyhisselam) yakin ehlinin uykusunun şüphe ile yapılan ibadetten daha iyi olduğunu beyan etmiştir. İmam Ali (Aleyhisselam) Nehrivan savaşında öldürülen Garveb b. Edne'nin gece namazı kıldığını görünce şöyle buyurdu: “Yakin üzere olan uyku, şüphe halinde kılınan namazdan daha hayırlıdır.”
                    Hazretin bu buyruğundan da anlaşıldığı gibi namaz kılanın kalbindeki yakin ve itminan ibadetin ruhudur. Yakinden uzak ve şüphe ile kılınan namaz virüs taşıyan bir hücre gibi tehlikelidir. Her geçen gün şüphesi tıpkı virüs gibi kalbini kuşatır ve kalbini köreltir. Namazın ruhu zikir ve Allah'ı anmaktır. Allah’ı ve nimetlerini anmak ise aslında kendimizi ve ihtiyaçlarımızı anmaktır. “Beni anmak için namaz kıl.”
                    Kuşkusuz ki Allah’ı anmak ve namaz insanı her türlü kötülükten ve günahtan alıkoyar. Ne zaman? Eğer dil zikri kalp zikriyle bütünleşirse yani dilden kalbe, kalpten de amele dökülürse insanı kötülükten alıkoyar. Yoksa sözcüklerin havada uçuşması ve kulağı aşmaması insanı kötülükten alıkoymaz.
                    Hz. Ali (Aleyhisselam) Nehcü’l-Belağa’da şöyle buyurmuştur: “Münezzeh ve yüce olan Allah, zikri kalplerin cilası kılmıştır.”
                    Namaz en büyük zikirdir.
                    Namaz, paslanmış kalplerin cilasıdır.
                    Namaz, Kâbe’ye canı gönülden yönelmektir.
                    Namaz kulun Allah ile irtibatıdır.
                    Namaz kulun Allah ile mülakatıdır.
                    İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Namaz takvalı kimselerin Allah'a yaklaşma vesilesidir.”
                    Ey insan! Eğer namazlarımız kalplerimizin paslarını gidermiyorsa, bizleri Allah'a yakınlaştırmıyorsa, günahtan ve kötülüklerden alıkoymuyorsa demek ki namazın ruhuna ulaşamamışız. O halde kendimizi ve namazlarımızı gözden geçirelim!
                    Namaz, Allah ile kulun irtibat köprüsüdür. Namaz kulun miracıdır, namaz kulun Allah'a olan marifetini çoğaltmakta ve onu Allah ile mülakata hazırlamaktadır.
                    Namaz Temizlik Pınarıdır
                    Namaz maneviyat âlemine açılan ruhani bir köprüdür. Günde beş vakit namaz kılmakla yüce nimet sahibinin huzurunda oturuyor, tüm kötülüklerimizi ve ruhi çirkinliklerimizi onun feyiz ve rahmet ırmaklarında yıkayarak maneviyat âlemine seyre koyuluyoruz.
                    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Namaz, yaprakların döküldüğü gibi günahları döker ve iplerin çözüldüğü gibi çözer.”
                    İmam Ali(Aleyhisselam) hutbenin devamında Resul-i Ekrem’in (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) namazı insanın kalbini ve ruhunu yıkayan bir akarsuya benzettiğine işaret etmiştir: “Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem), namazı insanın kapısının önünden akan ve orada gece gündüz beş defa yıkandığı (şifalı) ırmaklara benzetmiştir.”
                    Bu buyrukta namaz, suyuna her zaman ulaşılan, sıcak sulu temiz bir ırmağa benzetilmiştir. İnsan sürekli akan bu berrak ve temiz ırmakta günde beş defa yıkanarak her türlü ahlaki ve ruhi kötülüklerden temizlenebilir.
                    Yüce Allah temizi ve temizliği sever. Namaz, kötülüklerden arındıran bir ırmak olduğu için gelin çok namaz kılarak temizlenmiş bir halde Allah'a yaklaşalım. Bu nedenle İmam Ali (Aleyhisselam) namazlara dikkat etmemizi buyurmaktadır: “Namaza riayet edin, çok kılın ve onunla Allah'a yaklaşmaya çalışın.”
                    Gurur ve kibir ahlaki bir rezaletse namazda bu kötü ahlakı insanın kalbinden temizleyerek, silip atan bir ciladır. İmam Ali (Aleyhisselam) namazın farz kılınma felsefesinde bu konuya işaret etmiştir: “Allah namazı kibirden temizlenmek için farz kıldı.”
                    Ruhen temizlenmeyi seven bir kimse bu ırmaktan gafil olmak istemez. Ne kadar çok bu ırmakta yıkanırsa o kadar gafletten, kibirden, gururdan ve ümitsizlikten uzaklaşarak Allah'a yaklaşır.
                    Kibirden Temizlenmek
                    Hadislerde de geldiği üzere namaz, insanı cehenneme götüren, mabudundan uzaklaştıran ve iblisin onca ibadetini hiç eden gurur ve kibri insan ruhundan temizlemek ve gidermek için farz kılınmıştır. İmam Ali (Aleyhisselam) buyruklarının birinde bu konuya değinerek şöyle buyurdu: “Kendilerine sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir diye sorulduğunda cehennem ehlinin “Biz namaz kılanlardan değildik.” diye cevap verdiklerini işitmediniz mi?”
                    İmam Ali (Aleyhisselam) Nehc'ül-Belağa’da “Kasia Hutbesi’nde” insanları Allah’a kulluğa davet ederek, onlardan gurur ve kibirden sakınmalarını istemiştir. Hazret hutbesinde gurur ve kibrin boynuzunu kıran hac, oruç ve namaz gibi ibadetlerin önemine değinerek gurur ve kibrin şeytanın tuzaklarından bir tuzak olduğunu hatırlatmıştır. İmam Ali (Aleyhisselam) guru ve kibir şöyle anlatıyor: “Çünkü bu (kibir ve gurur) büyük av usulü, büyük tuzak şeklidir. Bu, insanların gönüllerine öldürücü zehirler gibi girerek onları zehirler, asla başarısız olmaz. Ne âlim bilgisiyle, ne de yoksul olan yokluğuyla ondan kurtulup bir yol bulabilir. Allah mümin kullarını bundan, namazlarla, zekâtlarla, farz kılınmış gündeki orucun gayretiyle, ellerini ayaklarını sakinleştirip gözlerini sakındırarak, nefislerini ezip gönüllerine tevazu vererek ve kendini beğenmeyi onlardan gidererek korur. Çünkü namazda gönül alçaklığıyla yüzleri ve en değerli azalarını toprağa koyup tevazu göstererek, oruçta, karınları açlıkla terbiye ederek kibri yok etmek ve tevazua alıştırmak, zekâtta da yerin bitirdiği ürünlerinden yeterince yararlanmak ve bunların dışındakileri miskinlere, yoksullara vermek vardır.”
                    Bu büyük ve sağlam kaleye şeytanın nüfuz etmesi ne de tuhaftır. Nefisinin emiri olmayan onun esiri olur. Allah'a açılmayan kalp şeytanın sığınağı olur. Ey insan! Allah karşısında zelil olan mahlûkat yanında aziz olur.
                    Namaz İçin Gayret Göstermek
                    İnsanın en değerli ve önemli şeyi en çok önemsediği ve vakit ayırdığı şeyleridir. Namaz, peygamberler ve masumların yanında ayrı bir konuma ve değere sahipti. Tavsiyelerinde önemle namazı öğütlemişler, onu vaktinde huzu-huşu içinde ve ihlâsla yerine getirmeyi insanlara emretmişlerdir.
                    İmam Ali (Aleyhisselam) yaranlarını anarken onların farizalara verdiği önemi de hatırlıyor ve şöyle buyuruyor: “Kur'an'ı okuyup hükümlerini uygulayan, farzları düşünüp ifa eden, sünnete hayat verip bidati öldüren...
                    Muhammed b. Ebu Bekir'i Mısır'a vali tayin ettiğinde yazdığı kanunnamede şöyle buyuruyor: “Namazı tayin edilen vaktinde kıl, işin yokken öne alıp acele etmeye, meşgulken de vaktinden ertelemeye kalkışma...
                    Müminlerin cemaat ve cuma namazlarına devamlı ve düzenli bir şekilde iştirak etmeleri onların namaza verdikleri değeri gösterir. İmam Ali (Aleyhisselam) yaranlarından olan Haris-i Hamedani'ye yazdığı mektupta şöyle tavsiye ediyor: “Cuma günü, Allah yolunda olması veya yapman mecburi olan bir iş hariç, (Cuma) namazını kılmadan yolculuğa çıkma.”
                    Cuma namazının ne kadar önemli bir ibadet olduğu Hz. Ali'nin (Aleyhisselam) bu buyruğundan açıkça anlaşılmaktadır. Cemaat namazları, yaşlı ve güçsüzlerin durumu dikkate alınarak kılınmalı ve onlarında bu büyük farizanın sevabından mahrum kalmamaları sağlanmalıdır. Resul-i Ekrem’in (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) İmam Ali'ye (Aleyhisselam) ve Hazretinde valilerine tavsiyelerinde bu konuya değinilmiştir.
                    İmam Ali (Aleyhisselam) bazı valilerine namaz hakkında yazdığı mektupta cemaat namazı konusunuda şöyle buyurmuştur: “Namazı en güçsüz kişinin kılabileceği şekilde kıldırın ve fitneye düşmemelerine neden olmayın.”
                    İmam Ali (Aleyhisselam) Malik Eşter'e yazdığı meşhur tarihi emirnamesinde şöyle buyuruyor: “Halkla namaza durdun mu namazı uzatıp insanları bıktırmadan, hızlandırıp zayi etmeden, içlerinde hastalar ve ihtiyaç sahipleri olduğunu bilerek kıldır. Resulullah'a beni Yemen'e göndereceği zaman onlara nasıl namaz kıldırayım diye sordum. O da en zayıflarının namazı gibi namaz kıldır, müminlere karşı merhametli ol dedi.”
                    Eğer bu şekilde namazın önemi ve saygınlığı korunursa müminler namaza teşvik olur ve namaz vakitlerine dikkat ederler. Rivayetlerde de buyrulduğu gibi namaz İslam’ın sembolü ve bayrağıdır. O halde bu bayrağı yükseklerde dalgalandırmak bizlere düşer.
                    Salihlerin Gidişatı
                    Arifler, salihler ve müminler, namaza âşıktırlar ve namazdan lezzet alırlar. Hiç bir zaman namaz kılmaya doymazlar. Aç ve susuz insanın su içip karnını doyurması gibi onlarda namaz ve ibadetle ruhlarını doyururlar. İmam Ali (Aleyhisselam) Nehcü’l-Belağa’da ariflerin öncüsü Resul-i Ekrem'i (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) şöyle tarif ediyor: “Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) cennetle müjdelendikten sonra bile namaz kılma hususunda kendisini sıkıntıya sokuyordu. Allah'ın “Ehline namazı emret ve kendi de ona devam etti” emri gereğince Allah Resulü, ehline namazı emrediyor ve kendisi de ona devam ediyordu.”
                    İmam Ali (Aleyhisselam) kendisi oldukça fazla namaz kılıyordu, gecenin tenha saatlerinde Rabbiyle baş başa münacatlar ediyordu. Meşhur şair Şehriyar ne de güzel demiştir:
                    “Ali O Allah'ın aslanı, Arap’ın şahı
                    Dostluk kurmuştu gecelerle
                    Geceler Ali'nin sırrına vakıftı
                    Geceler Ali’nin kalbinin sırdaşıydı.”
                    İmam Ali’nin (Aleyhisselam) vefalı yaranlarından olan Zerar b. Zamret'üz-Zıbabi, Şam'da Muaviye'nin yanına vardığında Muaviye ona Emirü’l-Mü’minin Ali’yi (Aleyhisselam) sordu. Şöyle cevap verdi: “Şahadet ederim ki gecenin karanlığı çöktüğünde o, ibadet mihrabında durur, eliyle sakalını tutar ve yılan sokmuş biri gibi kıvranırdı. Büyük dertleri olan bir kimse gibi hüzünlenir ve gözyaşı dökerdi. O haliyle de şöyle derdi: “Ey dünya! Uzaklaş benden. Kendini bana mı sunuyorsun? Yoksa beni mi arzuluyorsun? Aldatma zamanın yaklaşmasın! Sen, benden başkasını aldat, benim sana ihtiyacım yok. Seni üç kez boşadım, artık dönmeye imkânın yok. Ömrün kısadır, değerin azdır, arzun hakirdir. Ah! Azığın (ibadetin ve kulluğun) azlığından, yolun uzunluğundan, seferin uzaklığından, varılacak yerin (kabir, berzah ve kıyametin) zorluk ve azametinden.”
                    Bu Hazretin namaza ve ibadete olan aşk ve irfani hallerinden sadece biridir. Namaz ehlinin namaza olan aşkı amel defterlerinde parlamaktadır. Hz. Ali (Aleyhisselam) buyruklarının birinde kendisinin İslam’ı ilk kabul etmesine ve Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) ile namaz kıldığına işaret etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Allah'ım! İlk olarak mabuduna yönelen, davetini işitip icabet edenlerdenim. Resulullah'tan (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) başka benden önce namaz kılan olmadı.”
                    İmam Ali (Aleyhisselam) bir başka buyruğunda da Kur'an'ı Kerim'den ayet okuyarak, kendilerini ticaretin ve alışverişin Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoyamadığı dostlarını övmüştür.
                    “İşte, o kimseleri ne ticaret ve ne de alış-veriş, Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyar.”
                    Salih insanların yaşamlarında namaz, çok önemli ve büyük bir yer teşkil eder. Onlar Allah ile devamlı irtibat halinde olmalarıyla O’nun katında makam edinmişlerdir.
                    İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Ardından iki rekât namaz kılmak ve Allah'tan afiyet (bağışlanma) dilemek fırsatı verilen günah, beni üzmez.”
                    Görülüyor ki İmam Ali'nin (Aleyhisselam) bu buyruğunda insanın namazı, duası ve Allah ile irtibatı onu Allah'ın sonsuz rahmetine götürmüş, merhamet ve affı da iki rekât namaz ve duada kılınmıştır.
                    Kula işlediği günahından sonra verilen fırsat onun bağışlanacağının bir nişanesidir. Bu fırsat ona verilmişse Allah’tan affı da verilmiş demektir. Allah'ın kulluk dergâhında namaz kılanlar dünya sorunları karşısında kendilerini kaybetmez ve sabırlı olurlar. İnsanın kalbi ve batini huzurlu ve rahat olursa dışı da ona ayak uyduracaktır.
                    Ey insan! Allah’a yaklaşıp onun sonsuz merhametinin altında yer edinmek ve onun lütuflarından yararlanmak varken neden şeytana esir olalım?
                    Namazdan Önce Okunacak Dua
                    Namaz âlemlerin Rabbine teslimiyet ve kulun Allah ile görüşmesidir. Namaz kulun Rabbine ihtiyaçlarını sunmasıdır. Rivayetlerde bu güzel ve ihlâs gerektiren amel için bir takım ön hazırlıkların yapılması tavsiye edilmiştir. Fıkıh kitaplarında da bu rivayetlerden yola çıkılarak çeşitli hükümler zikredilmiştir. Her işte olduğu gibi insan ihtiyaç ve meramını anlatmak için önce onun zeminini oluşturmalıdır. Kul Allah'a hacet ve isteklerini Rabbine sunarken de Allah indinde makam sahibi, değerli kimseleri vasıta kılmalıdır. Rabbinin dergâhına duaları ve istekleri geri çevrilmeyecek vesileler ile gitmelidir. Ali b. Numan, İmam Cafer Sadık’ın (Aaleyhisselam) ashabının birinden rivayet eder: Ebu Abdullah İmam Cafer Sadık (Aleyhisselam) şöyle buyurdu: “İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle derdi: Kim şimdi söyleyeceğim duayı okursa Muhammed ve Al-i Muhammed ile beraber olur. Namaza başlamadan önce şöyle derse: “Allah'ım! Muhammed ve Al-i Muhammed ile sana yöneliyorum. Namazımdan önce onları sana takdim ediyorum, sana yakın olmak için onları dergâhına vesile kılıyorum. Onlarla beni dünyada ve ahirette gözde, yakınlaştırılmış biri kıl. Onları tanımakla bana minnet ettin, sonumu da onlara itaat etmek, onları bilmek ve onların velayetlerine sahip olmak şeklinde müyesser et. Çünkü bu bir mutluluktur ve benim sonum bu olsun. Çünkü senin gücün her şeye yeter.”
                    Bir başka rivayette Safvan Cemmal şöyle nakleder: “Vaktiyle İmam Sadık’ı (Aleyhisselam) gördüm; namazın tekbirini getirmeden önce kıbleye dönmüş şöyle diyor: “Allah'ım! Beni ruhundan ümitsiz kılma, rahmetinden ümidini kesmiş bir bedbaht kılma. Beni kendini senin tuzağından güvende görenlerden kılma. Çünkü kendisini Allah'ın tuzağından ancak hüsrana uğrayan bir kavim güvende görür.”
                    Dedim ki: Sana feda olayım! Bu duayı senden önce kimseden duymamıştım. Dedi ki: “Allah Katında büyük günahların en büyüğü, O'un ruhundan ümitsiz olmak ve onun rahmetinden ümit kesmek ve Allah'ın tuzağından emin olmaktır.”
                    Namazdan Sonra Okunan Dua
                    Kulun namaz vesilesiyle Allah ile kurduğu o manevi irtibat bağının devam etmesi ve namazdan sonra da içinde bulunduğu aynı manevi atmosferde Rabbiyle dertleşmesi ve rahmet kapılarının kapanmasından önce hacetlerini Rabbinin dergâhına sunması hakkında Ehlibeyt İmamlarından (a.s) birçok özel ve genel dualar nakledilmiştir.
                    İsa b. Abdûl el-Kummi rivayet eder:
                    Ebu Abdullah İmam Cafer Sadık (Aleyhisselam) şöyle buyurdu: “İmam Ali (Aleyhisselam) namazı bitirdiğinde şöyle dua ederdi: “Allah'ım! Cömertliğin ve kereminle sana yaklaşıyorum. Kulun ve Resulün Muhammed (s.a.a) ile sana yaklaşıyorum. Yakınlaştırılmış meleklerin ve gönderilmiş elçilerinle sana yaklaşıyorum. Allah'ım! Senin bana ihtiyacın yoktur, ama ben sana muhtacım. Sen zenginsin, benim ise fakirim (sana muhtacım). Düşeyazmalarımı azalttın, günahlarımı örttün. Bu gün benim ihtiyacımı gider. İşlediğimi bilmediğim çirkin amellerimden dolayı bana azap etme. Affın ve cömertliğin beni sarsın.”
                    Sonra secdeye kapanır ve şöyle derdi: “Ey sakınılmaya layık olan! Ey bağışlamaya layık olan! Ey iyilik eden! Ey Rabbim! Babamdan ve annemden ve bütün mahlûkattan daha çok bana iyilik ettin! İhtiyacımı gidererek duamı kabul et. Sesime rahmet et. Şüphesiz sen birçok belayı benden uzaklaştırdın!”
                    Ey insan! Rabbinin bunca nimet ve lütfünden sonra dergâhına yalvarıp, niyazda bulunman gerekmez mi? Bizlere ana-baba, eş-dost ve her şeyden daha merhametli Allah’a isyan yerine şükretmen gerekmez mi?
                    Rivayetlerde namazlardan sonra dua takibatının okunmasına, Allah ile münacat edilmesine çok önem verilmiştir. Çünkü namazdan sonraki vakitler hacetlerin ve isteklerin verildiği anlardan biridir. Hz. Yusuf'u (Aleyhisselam) duasıyla zindandan kurtularak padişahlık makamına ulaştı. Hz. Yusuf (Aleyhisselam) duası ve münacatıyla Rabbinin dergâhında aziz oldu.
                    Seyf b. Amire şöyle rivayet eder:
                    “Ebu Abdullah İmam Cafer Sadık’ın (Aleyhisselam) şöyle dediğini duydum:
                    Yusuf (Aleyhisselam) zindanda iken Cebrail (Aleyhisselam) ona geldi ve dedi ki:
                    Ey Yusuf (Aleyhisselam)! Her namazdan sonra şu duayı oku:
                    Allah'ım! Bana bir ferahlık ve çıkış kapısı bahşet. Beklediğim ve beklemediğim yerden beni rızıklandır!”
                    Sende o yüce peygamberlere uyarak dertlerini ve sıkıntılarını Rabbinin dergâhına götür, dünya ve ahiret mutluluğunu onun kapısında ara! Çünkü dertlerinin şafisi odur, öyleyse dertlerinin dermanını onun seçtiği vesilelerle ara!
                    Muhammed el-Cu'fi şöyle rivayet eder:
                    Gözlerimin ağrısından şikâyet ediyordum. Bu halimi Ebu Abdullah İmam Cafer Sadık’a (Aleyhisselam) şikâyette bulundum. Bana dedi ki: Hem dünyanın ve ahiretinin ve hem de gözünün ağrısına faydalı olacak bir dua sana öğreteyim mi?
                    Evet, dedim. Dedi ki: Sabah ve akşam namazlarından sonra şu duayı oku: “Allah'ım! Muhammed'in ve Al-i Muhammed'in katındaki hakkı için senden istiyorum; Muhammed'e ve Al-i Muhammed'e salâvat gönder. Gözüme nur, dinime basiret, kalbime yakin, amelime ihlâs, canıma selamet, rızkıma genişlik ve beni dünyada bıraktığın sürece sana şükretmeyi nasip et!”

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: Nehcul Belaga'dan Dersler


                      YEDİNCİ BÖLÜM

                      TÖVBE

                      Fıtrata Dönüş

                      Zararın neresinden dönülürse kardır. Dünya hayatında kemal ve saadet yolunu bırakıp, yanlış ve dalalet yolunu seçenler, kurtuluş yerine hüsrana düşmüşlerdir. Bu hataların farkına vararak hüsran ve dalaletten saadet ve fıtrata dönerek, geçmişin siyah sayfalarını güzel davranışlarla telafi edebilirler.
                      Tövbe, insanın kendisine gelmesidir.
                      Tövbe, isyandan itaate yöneliştir.
                      Tövbe, günahtan takvaya yöneliştir.
                      Tövbe, gaflet ilahi zikre yöneliştir.
                      Tövbe, günahtan sevaba yöneliştir.
                      Tövbe ise irade, ilahi yardım, kalp sefası, ciddiyet ve şeytanın kalbe nüfuz kapılarını kapatmakla mümkün olur. Tövbede günahları sadece dille söylemek yeterli değildir, bilakis gerçek tövbe insanın kalben günahtan nefret etmesi ve bir daha da ona dönmemesiyle gerçekleşir. Günah tehlikeli olduğu için insanın derhal ondan tövbe etmesi farzdır. Eğer vaktinde tövbe edilmezse ve iş işten geçtikten sonra artık bir faydası olmaz. Zira tövbenin derhal ve zaman kaybetmeden yapılmasının farz olduğunu Nisa suresinin 18. ayeti beyan etmiştir: “Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca “Ben şimdi tövbe ettim” diyenler ile kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tövbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlanmıştır.”
                      Ölüm, beklenmedik bir anda gelip çatan bir hakikattir. Kimse ölüm vaktinden haberdar değildir: “Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.”
                      Dolayısıyla fırsat elden çıkmadan gaflet uykusundan uyanmalı, bugün yarın etmeden bir an önce tövbe edilmelidir.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) oğlu İmam Hasan’a (Aleyhisselam) vasiyetinde şöyle buyuruyor: “Bilesin ki sen ölümün avısın. Seni helak etmesinden kork, günah bir işle uğraşıp, tövbe ederim ümidinde iken ölümün tövbe ile arana girmesinden ve kendini böylece helak etmekten sakın!
                      Eğer temiz ilahi fıtrata dönersek işte o zaman saadet ve Allah'a ulaşmanın yolları kolaylaşır.
                      Tövbe Rahmete Açılan Kapıdır
                      Tövbe ümit kapısıdır; ilahi rahmete açılmış ümit kapıdır ki insan oradan eli boş dönmez. İnsan ümit ve rahmet kapılarının üzerine kapandığını sanarak günahlara dalıp, kendini helak etmemelidir. Allah söz tövbe edenlerin tövbesini kabul edip, günahlarını bağışlayacağına dair kullarına söz vermiştir. İşte bu yüzden Allah tövbenin ümit kapılarını kullarının yüzüne açarak onlara büyük bir lütuf ve merhamette bulunmuştur. Tövbe meşale gibi günahkâr kulların karanlık yollarını aydınlatarak onların saadet ve kurtuluş zeminini hazırlamaktadır.
                      “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”
                      Allah’u Teâlâ bu ayetinde kullarına hem ümit veriyor hem de ümitsizliğe kapılmayı kınıyor. Çünkü Allah'ın affı ve rahmeti kulların günahlarından daha çoktur, kuşkusuz ki rahmeti her şeyi kuşatmıştır. İmam Ali (Aleyhisselam) Allah'ın mağfiretini ve rahmetini günahkâr kullara şöyle hatırlatıyor: “Ondan yüz çevirdiğin halde onun sana nasıl yöneldiğini bir düşün! O seni fazlı ile bürümüş, affına çağırıyor. Sen ise O'nu bırakıp başkasına gidiyorsun. Bu yüce ve güçlü olan Allah ne kadar kerimdir! Zayıflıktan boyun eğdiğin halde seni Allah'a karşı isyana cüretkar kılan nedir? Oysa sen Allah'ın perdesinin altında kalıyor, lütfünün genişliğinde yeryüzünde gezip tozuyorsun ve O, seni lütfünden mahrum bırakmadı, üzerindeki mağfiret perdesini de yırtıp atmadı. Aksine senin için yarattığı mağfireti, senden alıkoyduğu kötülüğü veya belayı fark ettiğinde, O'nun sana olan lütfünü göreceksin! Birde Allah'a itaat etmiş olsaydın ne olacağını düşün! Vallahi eğer bu durum güç ve kudrette eşit olan iki kişi arasında vaki olsaydı, kınanmış ahlak ve kötü amel sahibi olduğuna bizzat hüküm eden ilk kimse sen olurdun.”
                      İnsan ümitle yaşar ve yaşam seyrini de korku ve ümit kanadıyla geçirir. Eğer rahmet ve mağfiretten ümidini keserse her türlü cinayet ve günaha el uzatır, ümit, kurtuluş ve saadet kapısı olmazsa hiçbir günahtan çekinmez. Ümitsizliğin büyük günahlardan olmasının hikmeti de budur.
                      Şairin de dediği gibi:
                      “Gel gel her ne olursan ol gel
                      Kâfir, putperest olursan gene gel
                      Bu kapı ümitsizlik kapısı değildir
                      Yüz defada tövbeni bozsan gene gel!”
                      Artık benden geçti, bu saatten sonra ben affedilmem diyerek ümitsizliğe kapılan kimse battığı bataklıkta daha da batacaktır. Yüce Allah ilk olarak merhametiyle kulunun kalbine tövbeyi ilham ederek onu dergâhına davet ediyor. Bazen gaflet uykusundan uyansın diye onu hüzünlendirir, kimi zamanda kendine gelsin ve daha fazla Allah’a yönelsin diye onu belalara müptela eder. Bazen de belalara uğramış kullarını ibret olsun diye karşısına çıkarır. Bunların hepsi Allah'ın kullarına hazırladığı tövbe zeminidir. Allah kullarını şeytanın esaretinden kurtarıp, özgürlüğe kavuşturmak için bunu yapar.
                      İmam Ali’nin (Aleyhisselam) ifadesiyle: “Allah tövbe kapısını sana açtı.”
                      Cennetten şeytanın vesvesesiyle aldatılarak kovulan Hz. Âdem’e (Aleyhisselam) yüce Allah tövbe kapısını açarak ona kelimelerini öğreterek cennetle müjdeledi.
                      Yeter ki insan samimi bir kalple tövbe ederek Allah'ın rahmetine sığınsın, Allah onu eli boş geri çevirmez. İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Eğer insanlar, azap üzerlerine indiği, ellerindeki nimetler yok olduğu zaman Rablerine doğru niyetle içtenlikle sığınsalar, Rableri ellerinden giden her şeyi geri verir, içlerindeki her bozgunu düzeltir.”
                      Kulun tövbesi, ilahi rahmet kapısının açılmasına bir zemine değil mi?
                      Tüm kapılar günahkâr ve isyankâr kulları yüzüne kapandığında Allah'ın rahmet kapısı onlara açılır, fakat şunu da hiçbir zaman unutmamalıyız ki gerçek bir tövbe ve dönüş ancak içten bir pişmanlık ve samimiyetle olmalıdır ki buna din ıstılahında “Tövbe-i Nasuh” denilmektedir.
                      Tövbenin Hakikati
                      Tövbe sadece dille söylenen sözden ibaret değildir. Aslında tövbe amel ve fiildir. İnsan, günah ve amelinin kötülüğünü anlayıp, geçmiş hata ve günahlarından pişmanlık duyarak, geçmişin siyah lekelerini telafi ettiğinde ve bir daha o günahlara dönmediğinde gerçek anlamda tövbe etmiş sayılır. Durum böylede olduğunda Allah günahkâr kulumum tüm günahlarını ve hatalarını örter.
                      Muaviye b. Veheb şöyle rivayet eder:
                      Ebu Abdullah İmam Cafer Sadık’ın (Aleyhisselam) şöyle dediğini duydum: “Kul bir daha geriye dönmeksizin tövbe ettiği zaman, Allah onu sever. Dünya ve ahirette günahlarının üzerini örter.” Dedim ki: “Üzerini nasıl örter?” Dedi ki: “İki meleğine, kulun aleyhine yazdıkları günahları unutturur. Kulun organlarına: “Onun günahlarını saklayın!” diye vahyeder. Yer parçasına: “Üzerinde işlediği günahları gizle!” diye vahyeder. Böylece kul, Allah ile karşılaştığı zaman, hiçbir şey günah işlediğine dair aleyhine şahitlik etmez.”
                      Pişmanlık duymadan günahlardan kaçınmanın yarar yoktur, günahlardan pişmanlık duymayan ise geçmişi telafi etmek için bir çaba göstermez. Bundan anlaşılıyor ki tövbenin ilk merhalesi işlenen günahlara karşı pişmanlık duymaktır. İstiğfar ve geçmişi telafi etmek ise pişmanlıktan sonra gelen merhalelerdir. Tövbe hakkında inen ayetlerde tövbenin genellikle amelleri ıslah etmek ve salih amel ile birlikte zikredildiği görülür.
                      “Kim tövbe edip iyi davranış gösterirse şüphesiz o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.”
                      “Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği apaçık ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tövbelerini kabul ederim. Ben tövbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.”
                      Nehcü’l-Belaga’da hakiki “Tövbe” için altı merhale zikredilmiştir.
                      Adamın biri İmam Ali’nin (Aleyhisselam) yanında “Esteğfirullah” deyince (istiğfar edince) Hazret ona kızarak şöyle buyurdu: “Anan yasına ağlasın. İstiğfarın ne demek olduğunu biliyor musun? İstiğfar yüce maka sahiplerinin derecesidir. İstiğfar altı manası olan bir isimdir:
                      İlki geçmiş günahlar hakkında pişman olmak.
                      İkincisi o suçları ebediyen terk etmeye azmetmek.
                      Üçüncüsü, mahlûkatın haklarını eda ederek üzerinde bir kul hakkı olmadan pürüzsüz olarak Allah'a kavuşmak,
                      Dördüncüsü, üzerine farz kılındığı halde zayi ettiği her farizanın hakkını eda etmeyi kast etmek,
                      Beşincisi, haram kazançla bedeninde oluşan eti gamla ve hüzünle, deri kemiğe yapışıncaya kadar eritmek ve o ikisinin arasında yeni et oluşmasını sağlamak.
                      Altıncısı ise vücuduna isyan lezzetini tattırdığı gibi, itaat elemini de tattırmak. İşte bunları gerçekleştirdikten sonra “Esteğfirullah” diyebilirsin.”
                      İmam Ali’nin (Aleyhisselam) bu buyruğundan da anlaşıldığı gibi tövbe dille istiğfar etmek ve günahlardan el çekmek değildir, bilakis hayır ameller ve sevaplar işleyerek günahları telafi etmek, kul haklarını ve terk edilmiş farizaları eda etmektir.
                      Her halükarda insan ilk merhalede o kadar bilinçlenmeli ve basiretli olmalı ki yaptığı günahların kötülüğünden pişmanlık duymalıdır. Eğer tövbede kalben pişmanlık olmaz ve günaha eğilim olursa istiğfar ve tövbe zahiri bir tövbeden başka bir şey olmaz.
                      Hadislerde de şöyle nakledilmiştir: “Tövbe ve istiğfar eden kimsenin kalbinde günaha eğilim olursa aslında istiğfar ve tövbeyi alaya almıştır.”
                      Tövbe Ve Geçmişi Telafi Etmek
                      Günah kalbi karartarak insanın yükünü ağırlaştırır, kulun maneviyat ve kemal seyrini azaltır. Tövbe ile kalp nurlanır, insanın belini kıran günah yükü hafifler, maneviyat ve kemal seyrindeki engeller ortadan kalkar. Tıpkı kanatları ıslanmış kuşun kanatları kuruduktan sonra uçması gibi. Tövbe insanların yoluna devam etmesi için ayaklarındaki esaret zincirlerini koparmaktadır.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Dünyada iki şeyin hayrı vardır; Biri günah işlediğinde onu hemen tövbeyle telafi eden, diğeri ise hayırlara koşan kimse.”
                      Tövbe geçmişi telafi etmek için büyük bir fırsattır ve bu fırsattan istifade etmeyen hatayı kendinde aramalıdır. Çünkü telafi için yol açıktır ve Allah'u Teâlâ her günahkâr kulu dergâhına davet etmiş ve dergâhına gelen her kesi de kabul etmektedir.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) nurlu ve hikmetli bir hadisinde şöyle buyuruyor: “Katında bir şefaatçiye muhtaç etmedi, kötü işlerinden sonra tövbe etmeyi yasaklamadı. Cezalandırmanda acele etmedi. Dönünce kınamadı, rezil rüsva olmayı hak ettiğinde rezil rüsva etmedi, tövbeye yönelişinin kabulünde sana şiddetli davranmadı. Günahın sebebiyle seni zorluğa düşürmedi, rahmetiyle seni ümitsizliğe düşürmedi. Aksine suçundan yüz çevirmeni bir iyilik saydı, yaptığın kötülüğe misliyle, ettiğin iyiliğe de on misliyle karşılık verdi. Sana tövbe ve hoşnutluk kapısını açtı.”
                      Yine Hazret bir başka hikmetli sözünde şöyle buyurmuştur: “Ardından iki rekât namaz kılmak ve Allah'tan afiyet (bağışlanma) dilemek fırsatı verilen günah, beni üzmez.”
                      Bu buyrukların manası şudur; tövbe, Allah'tan af dilemek, günahların izlerini yok etmek ve amel defterini tüm siyahlar lekelerden temizleme zeminidir. Ne mutlu bu fırsattan istifade edip geçmişin siyah lekelerini salih amelleriyle temizleyenlere!
                      İmam Ali (Aleyhisselam) Osman b. Huneyf’e mektubunda şöyle buyuruyor: “Rabbinin farz kıldıklarını eda eden, uğradığı meşakkatlere sabreden, geceleri uykusunu terk eden, uykusu onu yendiğinde de yeri kendisine döşek, kolunu da yastık kılan, kıyamet gününün korkusundan gözlerine uyku girmeyen, yanları yatak yüzü görmeyen, dudakları gizlice Rabbinin zikrini fısıldayan, devamlı diledikleri bağışlanama sebebiyle günahlarından arındırılanlara ne mutlu!”
                      Bazen insanın geçmişi üzerinde tefekkür etmesi geçmişte işlediği günahlarını telafi etmek için müsait bir ortam yaratır ve geçmişinden dersler çıkarması gelecekteki hayatında yoluna meşale tutarak kalan yoluna emin adımlarla ilerlemesini sağlar.
                      İmam Ali(Aleyhisselam)bu konu hakkında şöyle buyuruyor: “Görmediniz mi uzun emellere kapılanları, sapasağlam evleri inşa edenleri, çokça mal yığanları? Evleri nasıl kabirlere dönmüş yığdıkları hep boşa gitmiş, malları varislere intikal etmiş, eşleri başkalarına kalmış, ne iyiliklerini artırabilir ve ne de günahlarından tövbe edebilirler.”
                      Hazret bir başka buyruğunda şöyle diyor: “Sizden öncekiler, ancak uzun uzak emellere kapılmaları, ecellerinden gafil olmaları yüzünden helak oldular. Derken özrün kabul edilmeyeceği, tövbenin kaldırıldığı ve çetin azap ve ceza gününün kendilerini kuşattığı o vaat edilmiş gün gelip çattı.”
                      Fırsat varken ve bu fırsat elden çıkıp gitmeden geçmiş hatalar ve günahları telafi edebiliriz.
                      Günahın Ve Tövbenin Eserleri
                      Allah'u Teâlâ kâinatı doğal tesir ve illetler üzerine yarattı. Bazı yiyecekler ve içecekler sağlığa zararlı, bazıları da faydalıdır. Bu durum insanın davranışları için de geçerlidir. Bazı ameller insanın ruhi, ahlaki, bireysel ve toplumsal durumunu olumlu yönde etkilediği gibi bazı amellerde insanın ruhi, ahlaki ve ferdi ve içtimai yapısını olumsuz yönde etkilemektedir.
                      Günah, kalbi karartıp, amel defterini ağırlaştırarak insanı cehennemlik eder, tövbe ise insana ilahi bir renk kazandırarak onu cennetlik eder.
                      Günah insanı saadetten alıkoyar, tövbe insanı kemale ulaştırır. Günah nimetin hapsedilmesine tövbe ise nimetin çoğalıp, artmasına neden olur. Günah nimeti keser, tövbe ise nimetin devamlılığını sağlar. Günah Allah'ı gazaplandırır, tövbe Allah'ı hoşnut eder.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Allah'a yemin olsun, nimet içinde hoşnut olarak yaşayanların mutluluk nimeti, ancak işledikleri günahlar yüzünden yok olur gider. “Çünkü Allah kullarına zulmedici değildir.” (Al-i İmran 182) Eğer insanlar, azap üzerlerine indiği, ellerindeki nimetler yok olduğu zaman Rablerine doğru niyetle ve içtenlikle sığınsalar, Rableri ellerinden giden her şeyi geri verir, içlerindeki her bozgunu düzeltir.”
                      Hazretin bu nurlu buyruğundan da anlaşıldığı gibi günah nimetlerin kesilmesine tövbe ise onun çoğalmasına sebeptir. Bazen de Allah uyarı niteliğinde bela ve musibetler göndererek insanı gafletten uykusundan uyandırır.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) bu konu hakkında şöyle buyuruyor: “Kuşkusuz ki Allah, kulunu kötü amelleri sebebiyle ürünlerden eksilterek, bolluk ve bereketten kısarak, hayır hazinelerinin kapılarını kapatarak, tövbe edecek kimsenin tövbe etmesi, kötülükten vazgeçeceklerin kötülükten vazgeçmesi, öğüt alacakların öğüt alması, sakınacaklarında sakınması için imtihan eder. Allah, istiğfar etmeyi, rızkın bollaşmasına ve mahlûkatın rahmetine bir sebep kılmış ve şöyle buyurmuştur: “Rabbinizden bağışlanma dileyin, O, çok bağışlayandır. Size gökten bol bol yağmur indirsin. Sizi mallar ve oğullarla desteklesin, sizin için bahçeler var etsin, ırmaklar akıtsın.”
                      Fırsatlardan yararlanıp, günahlardan tövbe etmek Allah’ın kullarına bir lütfü ve rahmetidir.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Yeryüzünde Allah'ın azabından iki aman vardı, onlardan biri kaldırılmış diğeri ise yanınızdadır, o halde ona sarılın. Kaldırılmış olan aman Resulullah’tır, baki kalan ise istiğfardır. Nitekim Allah’u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Hâlbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.”
                      Yüce Allah geçmiş ümmetlere günahlarından ve isyanlarından dolayı onlara sel, yıldırım, deprem, kasırga gibi afetler göndererek onları helak etmiş ve bunları sonraki ümmetlere ibret olsun diye Kur’an’da zikretmiştir. Tabi ki bu felaketlerin tümü doğal felaketlerdir ama aslında bunlar kulların gaflet uykusundan uyanmaları için onlara vurulan ilahi bir kamçıdır. Nitekim Kur'an’ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın, belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.”
                      İmam Ali (Aleyhisselam) Kumeyl duasında günahların insanın hayatını olumsuz yönde etkilediğini ve günahların insan üzerinde bıraktığı kötü etkiyi hatırlatmıştır: “Allah’ım! benim ismet (masumluk) perdemi yırtan günahlarımı bağışla. Bedbahtlıklara yol açan günahlarımı bağışla. Allah'ım! Nimetleri değiştiren günahlarımı bağışla. Allah'ım! Duamın icabetini önleyen günahlarımı bağışla. Allah'ım! Belanın inmesine sebebiyet veren günahlarımı bağışla!”
                      Tövbe duada zikredilen bu ve buna benzer belaların önüne geçen büyük bir silah ve siperdir.
                      Tövbe Niçin Geciktirilmemelidir?
                      Tövbekâr genç Allah indinde son derece değerlidir. Tövbe yalnız ömrünün sonuna gelmiş yaşlılara mahsus değildir. Tövbeyi geciktirmek bir takım afetleri de kendisiyle getirmektedir. Gaflet ve günahların çokluğu tövbeyi insana unutturduğu gibi ani bir ölümle tövbesiz bir halde dünyadan göçmesine neden olur.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) kendisine öğüt vermesini isteyen bir adama şöyle buyuruyor: “Amelsiz ahiretten ümidi olan ve uzun arzularla tövbeyi geciktiren kimseden olma!”
                      Eğer insan gençlik çağında ve sağlığı yerindeyken tövbe düşüncesinde olmazsa zamanla işlediği günahlar neticesinde kalbi taşlaşır ve artık daldığı gaflet uykusundan uyanıp tövbe etmesi çok zor ve neredeyse imkânsız olur. Bundan sonra da geçmişi telafi etmeden ömrünün baharı tövbesiz son bulur.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) ne kadar da güzel buyurmuştur: “Allah size acısın! Apaçık üzere delillerle amel edin. Yol doğrudur ve sizi selam yurduna çağırmaktalar. Şimdi fırsat ve mühletinizin olduğu bir diyardasınız, Allah'ın rızasını elde edebilirsiniz. Sahifeler açık, kalemler yazıyor, bedenler sağlıklı, diller özgürce konuşuyor, tövbeler işitilmekte, ameller kabul edilmektedir.”
                      Evet, muttakilerin önderi imam Ali'nin (Aleyhisselam) buyurduğu gibi ölümün gelmesiyle fırsat elden çıkıyor ve tövbe kapıları da kapanıyor. Gelin kapılar yüzümüze kapatılmadan gafletten uyanalım.
                      Hazretin bu buyruğu hepimiz için bir uyarıdır, çünkü hepimiz için bir an gelebilir ki işte o anda hayır işler yapmaya gücümüz olmaz ve günahlardan tövbe etmeye dilimiz varmaz. Dosyalarımız kapatılarak tövbemiz geri çevrilebilir. Öyleyse ey insan! Fırsat varken niçin bugün yarın ederek tövbeyi geciktiriyorsun? Bu iş için yarın çok geç olabilir?
                      İmam Ali (Aleyhisselam) bir başka buyruğunda şöyle buyurmaktadır: “Ey Allah'ın kulları! Henüz ölümcül ip boynunuza atılmamışken, canlarınız kemallere erişmek için özgürken, bedenleriniz rahatken, dertlerinize çare bulabilirken, fırsat elinizdeyken, karar almaya, tövbe etmeye hala zaman varken, dehşet darlığına, korkuya ve yokluğa düşmeden, görünmeyen fakat beklenen (ölüm) gelmeden, aziz ve muktedir olan sizi almadan gayret edin, çalışıp çabalayın!”
                      Şeytanın işlerinden biride insana vesvese edip, gaflete düşürerek tövbe etmesini engellemektir. Tövbe etme başarısı bulamayanlarda ebedi bir hasret ve pişmanlık ateşinde; “Niçin tövbe etmedim? Neden Allah'a dönmedim? Neden hatalarımın farkına varmadım” diye yanıp duracaklardır.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Ölüm gelmeden tövbe eden yok mu?”
                      Şeytanın Hz. Âdem’i (Aleyhisselam) kandırmak için ettiği yemin çeşitli kalıplarda göze çarpmaktadır. Mal, makam ve evlat sevgisi, uzun arzular ve insanları fakirlikle korkutması bunlardan bir kaçıdır.
                      Şeytan, mümine günahları hafif göstererek tövbe için henüz uzun bir süresinin olduğunu vesvese ederek aldatmak istiyor: “Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntularla boğacağım, kesinlikle onlara emir edeceğim...”
                      İmam Ali (Aleyhisselam) şeytanın bu hilesini şöyle beyan etmektedir: “Şeytan onlarla birliktedir. Üstüne binip sürmek için günahları süsler, güzel gösterir. Onu tövbe için ümitlendirir ki tövbesini ertelesin. Derken ölüm anında gafil bir haldeyken eceli gelir çatar.”
                      Ey insan! Kâinatın efendisi, mahlûkatın en üstünü ve peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) hiçbir günahı olmadığı halde günde yetmiş defa istiğfar ve tövbe ederdi. Neden sen onca isyan ve günahlarından tövbe ve istiğfar etmeyi geciktiriyorsun?
                      Zeyd eş-Şehham şöyle rivayet eder:
                      Ebu Abdullah İmam Cafer Sadık (Aleyhisselam) şöyle buyurdu:
                      Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Alihi vessellem) günde yetmiş kere Allah’a (Azze ve Celle) tövbe ederdi.
                      Dedim ki: “Esteğfirullahe ve etubu ileyhi” yani Allah'tan bağışlanma diliyorum ve O’na tövbe ediyorum mu diyordu?”
                      Dedi ki: “Hayır, Etubu ilallahi yani Allah'a tövbe ediyorum” diyordu.
                      Dedim ki: “Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Alihi vesellem) tövbe ediyordu ve tövbesinden dönmüyordu. Ama biz tövbe ediyoruz ve dönüyoruz!”
                      Buyurdu ki: “Yardım ancak Allah'tan istenir.
                      İşlenen her günahtan sonra kula istiğfar etmesi ve ilahi dergâha yönelmesi için zaman tanınır, müminler ise bu zamandan istifade ederek hata ve günahlarından istiğfar ederler.
                      Haris, rivayet eder:
                      Ebu Abdullah İmam Cafer Sadık’ın (Aleyhisselam) şöyle dediğini işittim:
                      “Bir mümin günah işlediği zaman, mutlak güç sahibi Allah (Azze ve Celle) ona o gün yedi saat mühlet verir. Eğer tövbe ederse, aleyhine (bir şey) yazılmaz. Eğer bunu yapmazsa, Allah (Azze ve Celle) işlediği kötülüğü (günahı) aleyhine yazar.”
                      Bir süre sonra Abbad el-Basri Hazretin yanına geldi ve dedi ki: “Duyduğuma göre sen demişsin ki: “Bir kul günah işlediği zaman, mutlaka kudret sahibi Allah (Azze ve Celle) ona o gün yedi saat mühlet verir.”
                      Buyurdu ki: “Öyle demedim. “Bir mümin dedim” Benim söylediğim buydu.”
                      Nelerden Tövbe Edilir?
                      Günah, büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır. İşlenen günah ya Allah ile ya da kullar ile irtibatlıdır. Ya ahlakidir ya inançsaldır. Yine işlenen günah ya ibadete yöneliktir ya da iktisada. Her halükarda işlenen her günah farzı terk etmek, Allah'ın emrini çiğnemek ve Allah'tan uzaklaşmaktır. İnsan günahın her türünden ister büyük olsun ister küçük kısacası günah olan her şeyden tövbe ve istiğfar etmelidir. İnsan günahlardan tövbe etmelidir ki yarın kıyamet sahrasına arınmış ve temiz olarak gelsin.
                      Eğer insan ahiretin tarlası olarak nitelendirilen bu dünyada kendisini günahlardan arındırıp, temizlemezse öteki dünyada ilahi gazap ve ateşle karşılaşacaktır. Tövbe ve istiğfar sırat köprüsünden geçiş iznidir.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) Nehc'ül-Belaga’da insanların kesinlikle tövbe etmesi gereken günahlardan bazılarını zikretmiş ve şöyle buyurmuştur: “Allah'ın hükmü, hikmetli öğütle dolu bir kitabında sevap vereceğini, azap edeceğini, razı olacağını veya gazaba uğratacağını kesinlikle bildirdiği şeylerden biride (aşağıda sayılacak olan) bu hasletlerin birisine bile sahip olan ve tövbe etmeden Rabbinin huzuruna çıkan kimse, istediği kadar çalışıp çabalasın, işinde ihlâslı olsun kendisine hiç bir fayda vermez.
                      Bu hasletlerden bazıları şunlardır:
                      1-Kendine farz kıldığı ibadette Allah'a ortak koşmak.
                      2-Öfkesini bir kişiyi öldürmekle yenmek.
                      3-Başkasının ayıbını söylemek.
                      4-Bir ihtiyacını elde etmek için dininde bidat ortaya çıkarmak.
                      5-İnsanları ikiyüzlü görmek.
                      6-Onlar arasında iki dille konuşmak.
                      Kendine gel de bunları iyi düşün. Çünkü örnek benzerine de delalet eder.”
                      Yukarıda zikredilen cinayet, şirk, gıybet, nifak ve münafıklık gibi günahların korkunç kötü sonuçları olduğundan insan hesap defteri arınmış ve temizlenmiş bir halde ilahi mahkemeye gitmek için bu günahlardan tövbe etmelidir. İnsanların kendi nefisleri veya başakları hakkında mürtekip olduklar zulümlerin de tehlikeli ve kötü sonuçlar doğuracağı vurgulanmıştır. Bu günahlarda anında derhal tövbe gerektiren günahlardandır.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Terk edilmeyip cezalandırılan zulüm ise, kulların bir birine zulmüdür. Burada kısas çok şiddetlidir, bıçakla yaralamak ve kamçıyla vurmak gibi değildir, bunlar onun yanında ne kadar küçük kalır.”
                      İmama Ali (Aleyhisselam) şöyle devam ediyor: “Ey insanlar! Kendi ayıbı, insanların ayıbını görmekten kendisini alıkoyan, evinde oturup rızkını yiyen, Rabbine itaat ve kullukla meşgul olan, hatalarına ağlayan, kendisiyle meşgul olan ve halkın kendisinden rahat olduğu kişiye ne mutlu!”
                      Ey insan! Hiç bir günahı küçük görüp; “keşke günahım fakat bu olsaydı” diye söyleme! Bu sözün kendisi büyük bir günahtır. Çünkü Allah'ın azametini küçümsemek ve emrine karşı gelmektir.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Size beş şey vasiyet ediyorum, onun için develerin (çabuk koşsun diye) koltukları altına (tabanlarınızla) vursanız da değer mi değer. Hiç biriniz Rabbinden başkasından bir şey ummasın, günahlarından başka bir şeyden korkmasın!”
                      Tövbenin Kabulünü Engelleyen Faktörler
                      Akıl ve nefis yolu arasında kalıp ancak nefsi istekleri terk ederek aklın emirlerine girmek büyük bir irade gerektirmektedir. Eğer insan dünya ve ahiretteki rezillik ve çirkinliklerden yeterli ölçüde haberdar olursa saadeti için rahat bir şekilde karar verebilir. Eğer dünyanın geçici ve geri kalan ömrün ise fırsat olduğunu anlarsa tövbeyi hiç bir zaman bu gün yarın etmez.
                      Tövbenin kabul olmasını engelleyen birçok faktör vardır. Biz burada birkaçını zikredeceğiz:
                      1-Uzun Arzular
                      Uzun arzular tövbeyi geciktirmektedir, dünyada uzun arzulara ve hayallere dalanlar ya da uzun bir yaşam süreceklerini ve henüz tövbe etmek için vaktin geniş olduğunu zannedenler tövbeye gerek duymazlar ve bugün yarın edip geciktirirler.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Amel işlemeden ahiretten ümidi olan ve uzun arzularla tövbeyi geciktiren kimseden olma!”
                      2-Günahın Lezzeti
                      İnsanın tövbeyi geciktirmesinin nedenlerden biride bu geçici ve fani dünya lezzetlerinin ebedi bir cezası olduğunu unutmasıdır. İnsan gaflete düşerek şeytani lezzetlere teslim olup, hak yoldan sapmaktadır.
                      Hz. Ali (Aleyhisselam) Nehc'ül Belaga'da şöyle buyurmaktadır: “İki amel arasındaki fark ne kadar da uzaktır; birinin tadı gider geriye kötü sonuç kalır, diğerinin ise zahmeti geçer, mükâfatı kalır.”
                      Yine Hazret bir başka buyruğunda şöyle buyuruyor: “Bilin ki Allah'a itaat zorluk ve isteksizlikle, Allah'a isyan ise lezzet ve istekle iç içedir. O halde nefsinin arzularından kaçan, nefsinin isteklerini kökünden söküp atan kimseye Allah rahmet etsin.”
                      3) Günahın kötülüğünden Gafil Olmak
                      Şeytan insan üzerindeki etkisi ve tehlikesi o kadar büyüktür ki bazen insan işlediği günahın farkında olmadığı gibi onun güzel olduğu düşüncesine de kapılabiliyor. Sağlığını tehdit eden yemeklerin zararını bilmeyen kimse yediği o zararlı yemekten lezzet alır, tıpkı sigaranın zararlarından gafil olup, ondan lezzet alarak içen kimse gibi. Hakikatte bu ameliyle kendi sağlığına tehlikeye atmıştır.
                      Eğer insan işlediği günahın ruhuna ne kadar zarar verdiğinin farkına varabilse bir an önce tövbeyle ruhunu bu hastalıktan tedavi eder.
                      4) Günahı Küçük Görmek
                      Allah'a karşı işlenen günahın büyüğü ve küçüğü olmaz. Rivayetlerde nakledildiği üzere günahı küçük saymak büyük günahlardan sayılmıştır, bunun nedeni ise insanın Allah'ın azametini küçük görerek ondan gafil olmasıdır.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Günahların en şiddetlisi, sahibinin onu önemsememesidir.”
                      Bedenindeki küçük bir kanser hücresini umursamayıp tedavisini geciktiren kimse fazla bir zaman geçmeden küçük ama bir o kadarda tehlikeli olan ölümcül kanser hücresinin tüm vücuduna yayılacağını ve sonunda da ölümle burun buruna geleceğini görecektir.
                      Ey insan! Eğer küçük günahlarda istiğfar ve tövbeyle tedavi edilmezse tıpkı ölümcül kanser hücresi gibi ruhunu saracak ve seni ebedi bedbahtlığa düşürecektir.
                      5)İlahi Rahmetten Ümidi Kesmek
                      Allah’ın kapsayıcı büyük rahmetinden ümit kesenler ve artık ben ıslah olmam düşüncesinde olanlar istiğfara ve tövbeye ihtiyaç duymazlar. Hastalığının tedavisinden ümidini kesen kimse tedavi peşine koyulmaz. Ancak şeytanın hilelerinden ve günahlardan kurtulmaya ümidi olan kimse kendine tövbe zemini hazırlar ve bir an önce bu hastalıklardan kurtulmaya çalışır. Günahlardan arınmak ve tövbe hakkında zikredilen sayısız rivayetlerdeki onca teşvikler insandan bu ümitsizliği gidermek içindir.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Kendisine dört şey verilen kimse, dört şeyden mahrum kalmaz; Dua verilen kimse icabetten, tövbe ihsan edilen kimse kabulden, istiğfar verilen kimse mağfiretten ve şükür verilen kimse nimetin artmasından.”
                      Allah’ın günahkâr kulunu dergâhına davet edip ona bağışlama sözü vermesi sonra da sözünü tutmayarak onu bağışlamaması düşünülemez.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) hikmetli bir hadisinde şöyle buyuruyor: “Allah kuluna şükür kapısını açıp da nimetin artış kapısını kapatmaz, dua kapısını açıp da icabet kapısını kapatmaz, ona tövbe kapısını açıp da mağfiret kapısını kapatmaz.”
                      6) Gurur Ve Kibir
                      Tövbe, pişmanlık, af dilemek ve günahlara bir daha dönmemek için Allah’a verilen bir sözdür. İblisin gururu ve kibri Allah’ın dergâhından kovulmasına neden oldu. Gurur ve kibir şeytanın insanları günaha ve bataklığa gömmesi için onlara kurduğu hile ve tuzaklarındandır. İnsan geçmiş ümmetlerin başlarına gelen hadiselerden ibret ve dersler alıp kendisine bir çeki düzen vermelidir.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) geçmiş ümmetlerin başına gelenlerden ibret alıp Allah'a dönmeyi tavsiye etmektedir: “Lezzetlerin kesilmesini, günahların ise bekasını hatırlayın!”
                      Allah’ın günahkâr kuluna bunca rahmet vaadi, affı, mağfireti ve ümit vermesinden sonra kulun ne özrü ve bahanesi olabilir ki?
                      İmam Ali (Aleyhisselam) Buyuruyor: “İstiğfar etmek elindeyken ümitsizliğe kapılana şaşarım.”
                      Tövbeden Daha Kolay Bir Yol
                      Hastalıktan önce tedbir almak tedaviden daha iyi ve kolaydır. Bu söz ahlaki konularda da geçerlidir. Kendi dikkatsizliği ve umursamazlığından dolayı hastalanarak sağlığını yitirenin çaresi doktora giderek tedavi olmaktır. Eğer hastalık ilerlemiş ve tedaviye cevap vermiyorsa tedavi masraflar daha fazla olur. Diğer taraftan iyileştikten sonra da o hastalığın birtakım izleri ve yan etkileri kalır. Ancak bu hastalığa yakalanmadan önce sağlık kurallarına uyarak önlem almak en kolay ve mantıklı bir yoldur. Elbette Allah'u Teâlâ günahkâr kullarını bir çıkmazda bırakmayarak tövbe kapısını ardına kadar yüzlerine açmış ve onları istiğfara davet etmiştir.
                      Acaba bütün günahkâr kimseler hatalarının ve günahlarının ne kadar kötü ve çirkin olduğunun bilincine varabiliyorlar mı? Allah'ın bu daveti onları gafletten uyandırabiliyor mu? Şeytan bu kadar rahat ve basit insanın Allah'a yönelmesine izin veriyor mu? Eğer tövbe etse bile günahların tüm izleri siliniyor mu? Tövbe edemeden dünyadan giderse hali ne olur? Ecel tövbe etmesine müsaade etmese hali nice olur?
                      Ey akıl sahibi! Düşün ki günaha karşı tedbir alıp onu işlememek tövbe etmekten daha kolaydır. Yani ilk baştan günahı terk etmek daha sonra günah işleyip ondan tövbe etmekten daha güzel ve basit bir yoldur.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Günahı terk etmek, (tövbe için) yardım talep etmekten daha kolaydır.”
                      İnsanı günaha karşı eğen ve ona bu cüreti veren Nefsi Emmare’sidir . Ancak insana bu nefse hâkim olma ve onu isyandan alıkoyup Allah'a itaate yönlendirme gücü de verilmiştir.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) Nefsi Emmare’yi kontrolü altına alarak günahlardan alıkoyanları övmüştür: “Aynı şekilde insan azgın nefsini gemlemeli, dizginlerini eline almalı, Allah'a isyandan alıkoymalıdır. Bu yolla onu isyandan Allah'a itaate sevk etmelidir.”
                      Ebu Abbas el-Bekbak şöyle rivayet eder:
                      Ebu Abdullah İmam Cafer Sadık (Aleyhisselam) şöyle buyurdu: Emirü’l-Müminin İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Günahı terk etmek, tövbe talep etmekten daha kolaydır.”
                      Günahların Bağışlanmasının Yolları
                      Önceki konulardan da anlaşıldığı gibi tövbenin şartlarından ilki işlenen günahlardan pişmanlık duymak ve gelecekte bir daha o günahlara düşmemektir. Bundan sonraki merhale ise dille tövbe ve istiğfar ederek Allah'a yönelmektir. Bunları önceki konularda beyan etmiştik.
                      İmam Ali'nin (Aleyhisselam) buyruklarını incelediğimizde tövbenin kabulü ve ilahi rahmetin inmesini sağlayan birtakım ameller zikredildiğini görürüz. Onlardan bazıları şunlardır:
                      1) Namaz'a Önem Vermek
                      İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Namaza riayet edin, onu gözetin, çok kılın ve onunla Allah'a yakınlaşmaya çalışın. Namaz günahları yaprakların döküldüğü gibi döker ve iplerin çözüldüğü gibi çözer. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Alihi vessellem) namazı insanın kapısının önünden akan ve orada gece gündüz beş defa yıkandığı (şifalı) kaynarcalara benzetmiştir. Böyle olan bir kimsede kirden bir eser kalır mı?”
                      2) Günahı terk etmek:
                      Günahı terk etmenin kendisi tövbe ve mükâfatı olan hayır ameldir.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Günahtan el çekmen hayır ve hasenedir. Haseneye de on mükâfat verilir.”
                      3) Hayır İşler Yapmak
                      İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor: “Gizli sadaka vermek günahları örter ve yok eder.”
                      Yine Hazret bir başka buyruğunda mazluma yardım ve darda olan kimseye yardımı günahların kefareti olarak nitelendirmiştir: “Mazluma yardım etmek ve sıkıntılı kimseye rahat bir nefes aldırmak, büyük günahların kefaretlerindendir.”
                      4) Hastalıklara Tahammül Etmek
                      Rivayetlerde hastalık Allah’ın kullarına verdiği bir nimet olarak ifade edilmiştir. İnsan yakalandığı bu hastalık vesilesiyle dünyada temizlenir, ahirete arınmış ve tertemiz bir halde gider. Hastalıklara ve musibetlere mükâfat ve sevap elde etmek ümidiyle sabretmek büyük günahların bağışlanmasına vesile olur.
                      İmam Ali (Aleyhisselam) hastalanan bir dostuna şöyle buyurdu: “Allah hastalığını günahlarının affedilmesine sebep kılmıştır. O halde hastalığın bir mükâfatı yoktur, fakat günahları, ağaçların yapraklarının döküldüğü gibi dökmektedir.”
                      İnsan her halükarda Allah'ın hoşnutluğunu sağlayacak ameller yaparak Rabbinin itaatine ve kulluğuna koyulup, onun lütuf ve rahmet gölgesine girmek için çaba göstermelidir.
                      Herkes İyi Bir İnsan Olabilir!
                      Allah'u Teâlâ hiçbir kulunun bedbaht ve günahkâr olmasını istememekte ve bunun içinde insanları yaratmamıştır. Günah bataklığına giren insan fıtrattan uzaklaşmış olur, ancak tövbe merdiveniyle kendisini arındırarak saadetin doğruna tırmanabilir.

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: Nehcul Belaga'dan Dersler


                        SEKİZİNCİ BÖLÜM

                        EKONOMİ/ İKTİSAT

                        İnsan doğal olarak muhtaç bir varlıktır ve bu yaratılışının gereğidir. Ancak tabiatında yatan bu ihtiyaç ve gereksinimleri sayesinde yeteneklerini ve cevherlerini işe koymaktadır. İnsan yemek, içmek, giyecek, mesken vb. ihtiyaçlarını temin ettikten sonra diğer faaliyetleri ifa etmesi mümkün olmaktadır. İnsanın tüm bu ihtiyaçlarına iktisat denilmektedir.
                        Eskiden günümüze ve günümüzden de kıyamete kadar insanlar her ne inanç ve ideolojiye sahip olurlarsa olsunlar bu ihtiyaçlarını temin etmek zorundadırlar. Maddeciler, dünyaları ve maddiyatları için bu ihtiyaçlarını temin ederler, müminler ise ahiretlerini abat etmek, huzurlu bir ibadet ortamı sağlamak ve başkalarına köle olmamak için bu ihtiyaçları temin ederler. Tarih boyunca büyük küçük, kayıtlı kayıtsız her toplum zamanlarının bir kısmını bu ihtiyaçlarını karşılamaya ayırmışlardır.
                        İslam dinide mükemmel ve kapsamalı bir din olduğu için bu konuya çok önem vermiştir, Kur'an-ı Kerim serveti ve ekonomiyi yaşamın direği olarak nitelendirmiştir: “Allah'ın geçiminizde dayanak kıldığı mallarınızı akıl ermezlere vermeyin.”
                        Resul-i Ekrem’in (Sallallahu Aleyhi ve Alihi vesellem) sünnetinde iktisat ve ticaret hakkında oldukça yol gösterici hadisler göze çarpmaktadır.
                        Ehlibeyt kültüründe de ticaret ve ekonomi özel bir konuma sahip olmuş ve Peygamberin siresine uyularak insanlar ticarete teşvik edilmiştir.
                        İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Ticaretle uğraşın, Allah mallarınıza bereket versin. Allah'ın Resulünden şöyle duydum: Rızık on kısımdır dokuzu ticarette biri ise diğer işlerde tayin karar kılınmıştır.”
                        İmam Ali (Aleyhisselam) Nehcü’l-Belağa’da şöyle buyuruyor: “Ey insanlar benim sizin üzerinizde hakkım var, sizin de benim üzerimde hakkınız var. Benim üzerimde olan hakkınız size öğüt vermek (hayrınızı istemek), beytulmalınızı adaletle bölüştürmek, cahil kalmayasınız diye sizlere öğretmek ve bilmediğiniz için sizleri terbiye etmektir.”
                        İslamiyet’in ticaret ve ekonomiye bu denli önem vermesinin nedeni düşmanların ve ecnebilerin Müslümanlara musallat olmamaları içindir. Nitekim Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: “Kâfirler için müminlere asla bir yol vermeyecektir.”
                        Kâfirlerin Müslümanlara musallat olduğu tek alan ekonomidir. Nitekim eskiden günümüze kâfirler bu alanda Müslümanlara baskı kurmuş ve onları kendilerine mecbur bırakarak esir almışlardır.
                        İmam Ali (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor: “Muhtaç olduğun her kesin esirisin.”
                        İmam Ali’nin (Aleyhisselam) Ekonomideki Genel Tutumu
                        Nehcü’l-Belağa ve diğer hadis kitaplarında İmam Ali'nin (Aleyhisselam) ekonomi ve ticaret alanındaki üstün siyasi ahlakı göze çarpmaktadır. Beşeriyet Hazretin bu hadis ve buyruklarını okuyup ticaret ve ekonomik alanlarda onları hayata geçirerek üstün başarılara imza atabilirler. İmam Ali'nin (Aleyhisselam) bu alandaki başlıca faaliyetleri:
                        1) Ekonomik Programların Hazırlanması
                        İmam Ali (Aleyhisselam) Malik’i Eşter’e yazdığı 53. mektup ve emirnamede şöyle buyuruyor: “Şunu bilmelisin ki halk sınıflara ayrılmıştır. Bir kısım, ancak diğer kısmın ıslahıyla düzene girer, birbirlerinden ihtiyaçsız değillerdir.Onlardan bazıları Allah'ın askeridir, bazısı da kamu ve özel işleri gören kâtiplerdir. Bazısı adil kadı, bazısı insaf ve şefkatle iş gören memur, bazısı cizye ve haraç veren zimmî, bazısı vergi veren Müslüman, bazısı tüccar, bazısı sanatkâr, bazısı da düşük olan muhtaç ve fakirlerdir.
                        Bunların hepsine Allah, kendi katında bir pay ayırmış, ölçüsünü kitabında ve nebisinin sünnetinde kesin olarak bildirmiş ve nezdinde mahfuz olan bir ahit karar kılmıştır. Ordu, Allah'ın izniyle halkın sığınakları, valilerin ziyneti, dinin izzeti, emniyetin vasıtalarıdır. Halk, ancak onlarla ayakta durur. Ordu da ancak Allah'ın onlar için çıkardığı vergiyle ayakta durabilir ve düşmanlarına karşı güç kazanabilir. Onların bütün ihtiyaçlarının giderilmesi, düzene girmeleri, ancak o vergiye dayanmakla mümkün olabilir. Bu iki sınıf, ancak kadılar, zekât ve vergi memurları ve kâtiplerden oluşan üçüncü sınıfla güçlenip düzene girer. Onlar antlaşmaları kontrol eder, faydalı şeyleri toplar, özel ve genel işlerde onlara güvenilebilir. Bütün bunlar da ancak tüccarlarla, sanatkârlarla ayakta durabilir. Onlar, halkın muhtaç olduğu şeyleri hazırlayıp çarşılara pazarlara getirirler. Bunun sonucunda başka sınıfların elde edemeyeceği kazancı elde ederler, diğerlerinin yapmadığı şeyleri yaparak halkın işlerini düzenlerler. Sonra muhtaç olan yoksulluk çeken, gözetilmesi, yardım edilmesi gereken fakir tabaka gelir. Bunların hepsi için. Allah katında genişlik vardır. İhtiyaçlarının giderilmesi, durumlarının düzene sokulması hususunda hepsinin vali üzerindeki hakkıdır. Vali, Allah'ın emirlerini gereği gibi ihtimamla yerine getirirken, halkın ıslahına çabalarken, Allah’ın yardımını dilemesi, hakka riayet etmesi, işler ister hafif olsun ister ağır sabır göstermesi gerekir.”
                        2) Ülkenin Bayındırlığı Ve Kalkınması
                        İmam Ali'nin (Aleyhisselam) ekonomik programlarından biride ülkenin ekonomik alanda yapılanması, ticaret ve alış verişin güçlenmesidir.
                        İmam Ali(Aleyhisselam) buyuruyor: “Vergi toplamaktan çok toprağın imarına ve kalkınmasına dikkat etmeye çalışmalısın. Toprak mamur olmadan vergi isteyen kimse ülkeyi harap ve halkı helak eder. Böylesinin işi, pek az devam eder.”
                        Hazret mektubun devamında şöyle buyuruyor: “Bir yerin harap olması, halkının yoksul düşmesinden kaynaklanır, halkın yoksul düşmesi ise valilerin kendilerine mal yığmalarından, makamlarının devamlı olacağını zannına kapılmalarından, ibret alınacak şeylerden az istifade etmelerinden kaynaklanmaktadır.”
                        3) Ekonominin Gelişmesi İçin Ortadaki Engelleri Kaldırmak
                        Her yönetici ve sorumlu kişinin birtakım samimi ancak çıkarcı dostları vardır. Bu kimselerin hükümet düzenine zarar vermemeleri için sıkı tedbirler alınmalıdır. İmam Ali (Aleyhisselam) valiler ve yöneticilerini böylesi çıkarcı şahısların tehlikelerinden uyarmış, onlardan uzak durmalarını tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Valinin, kendi reyleriyle hareket eden, zulüm işleyen, muamelede insafları az olan, adaleti gözetmeyen bazı yakınları vardır. Bunların sebeplerini yok ederek köklerini kopar! Yakınlarından hiç birine bir arazi verme. Sakın sana yakınlık sebepleriyle sudaki payları veya ortak yapmaları gereken işlerde komşu arazilerin sahiplerine zarar verecek ve zahmetlerini onların üzerine atacak bir antlaşma yapmasınlar. Bunun faydası ve lezzeti onlara, vebali ise dünya ve ahirette sana kalır.”
                        4) Ekonomik Güvenliğin Sağlanması
                        Ekonomi ve ticaretin gelişip büyümesi için ekonomik güvenliğin garanti altına alınması gerekir. Ancak sağlam ve güvenilir bir ortamda sağlıklı ve kalıcı ekonomik yatırımlar uygulanabilir.
                        İmam Ali (Aleyhisselam) bu konuda valilerine ve görevlilerine emirnamesinde şöyle buyurur: “İhtiyacı olanın ihtiyacını karşılamada geç davranıp kızdırmayın ve istediğini elde etmesine engel olmayın! Haraç almak için halkın yazlık, kışlık giysilerini satmayın. İşlerini gördükleri, yüklerini taşıdıkları hayvanlara, hizmetlerindeki kölelere dokunmayın. Ancak Müslümanlara karşı kullandıkları atlara ve silahlara el koyun. Çünkü bunları İslam düşmanlarının ellerine verip onların güçlenmesini sağlamak bir Müslüman’a yakışmaz.”
                        İmam Ali (Aleyhisselam) bir başka buyruğunda şöyle buyuruyor: “Bir olan, hiç bir ortağı olmayan Allah'tan korkarak git, hiçbir Müslüman’ı korkutma! İstemiyorsa topraklarına girme, onun malından Allah'ın hakkı dışında fazla bir şey alma.”
                        İmam Ali (Aleyhisselam) daha sonra şöyle buyurdu: “Sonra Ey Allah'ın kulları! Allah'ın velisi ve halifesi, mallarınızdaki Allah'ın hakkını almam için beni görevlendirdi. Mallarınızda Allah'ın velisine vereceğiniz Allah'ın hakkı var mı?” de. Birisi yok derse, ısrar etme, hakkını verecek kimseyi bulduğun zaman da onu tehdit edip, korkutmadan, kaba davranmadan, usulsüz muamele etmeden onunla beraber git! Altından, gümüşten ne verirse al. Davarı devesi varsa, hayvanların bulunduğu yere sahibinin izni olmadan girme! Çünkü onların çoğu sahibinin malıdır. Hiçbir hayvanı ürkütüp korkutma, sahibini de o hayvandan dolayı tedirgin etme!”
                        5) Muhtaçların Ve Fakirlerin Bütçedeki Haklarını Gözetmek
                        Ezilmişler, haklarından mahrum edilmişler ve fakirler devamlı İmam Ali'nin (Aleyhisselam) teveccüh ettikleri kimselerin başında gelmiştirler. Hazret bir an olsa dahi onlardan gaflet etmediği gibi valiler ve memurlarında üzerine basa basa onların haklarını gözetip, korumalarını emretmiştir.
                        Emirnamesinde bu konuyla ilgili şöyle buyuruyor: “Allah için, Allah için! Çaresi, düzeni olmayan aşağı tabakayı gözet. Onlar yoksul, muhtaç, darlıktan bunalmış, dertlerle boğuşan, kazançtan aciz kimselerdir. İçlerinde dilenenler olduğu gibi, bir şey uman fakat kimseden bir şey istemeyenlerde vardır. Allah onlara bir hak tayin etmiş ve senden de ona riayet etmeni istemiştir. O halde onu korumaya çalışın. Onlara beytülmalinden bir pay ayır ve her şehirde İslam'a (devlete) ait arazilerin gelirlerinden de bir pay ver. Zira o şehre uzak olanların da, yakın olan kimseler gibi hakkı vardır. Senden, uzak ve yakın herkesin hakkına riayet etmen istenmiştir. Gurur ve şımarıklılık seni onlardan gafil kılmasın. Zira önemli işlerle meşgul olman, küçük sayılan işlere bakmana mazeret olmaz. Böyle bir özür kabul de edilmez. Önemli saydığın işlere dalman, sana onları unutturup yüz çevirtmesin. Onlardan, insanlar tarafından hakir görülen fakat gelip sana dert anlatamayanları ara bul. Onları bulmak, hallerini anlamak için, Allah'tan korkan, büyüklenmeyen, mütevazı kişileri yolla da o kimselerin durumlarını sana iletsinler. Sonra insanlar hakkında buluşma gününde Allah’a mazeret getirebileceğin bir şekilde davran. İnsanlar arasında fakir ve sefiller, en fazla saygınlığa layık kişilerdir.
                        Haklarını eda etmede, Allah katında bir mazeret olacak şekilde hareket et. Bir hile yapmayan, kimseden bir şey istemeyen yetimlerin, yaşlıların da hakkını gözet. Bu valilere ağır bir yüktür. Fakat hak, bütünüyle ağırdır. Allah yalnızca güzel bir akıbet isteyen, sabretmeye zorlayan ve Allah'ın kendisi hakkındaki vaadine güvenen insanlara o yükü hafifletir. Zamanının bir kısmını bizzat haksızlıklara uğrayanlara, ihtiyaçlarını, sıkıntılarını sana söylemek isteyenlere ayır. Onlarla herkese açık bir yerde oturarak konuş. O mecliste, yaratanına karşı mütevazı ol!”
                        6) Ekonomideki Sıkıntıların Ve Kötü Gidişatın Nedenlerini Araştırmak
                        Günümüzün ekonomistleri ülke ekonomisindeki sıkıntıların ve durgunlukların nedenlerini tartışırlarken işin sadece maddi yönünü ele almaktadırlar. İlahi bir nizamda ve İslami bir devlette maddi nedenlerin yanı sıra manevi faktörlerde araştırılmaktadır.
                        Nitekim imam Ali (Aleyhisselam) bu konu hakkında şöyle buyuruyor: “Kuşkusuz ki Allah, kulunu kötü amelleri sebebiyle ürünlerden eksilterek, bolluk ve bereketten kısarak, hayır hazinelerinin kapılarını kapatarak, tövbe edecek kimsenin tövbe etmesi, kötülükten vazgeçeceklerin kötülükten vazgeçmesi, öğüt alacakların öğüt alması, sakınacaklarında sakınması için imtihan eder. Allah, istiğfar etmeyi, rızkın bollaşmasına ve mahlûkatın rahmetine bir sebep kılmış ve şöyle buyurmuştur: “Rabbinizden bağışlanma dileyin, O, çok bağışlayandır. Size gökten bol bol yağmur indirsin. Sizi mallar ve oğullarla desteklesin, sizin için bahçeler var etsin, ırmaklar akıtsın.” Tövbeye yönelen, hatasının affedilmesini isteyen ve ahirete koşan kimseye Allah rahmet etsin.”
                        7) Şahıs Ve Ekonomi
                        İmam Ali (Aleyhisselam) müminin yaşam programını hazırlarken ibadet ve ekonomiyi aynı terazi kefesine koymuş ve şöyle buyurmuştur: “Müminin üç saati vardır; 1-Bir saatinde Rabbiyle münacat eder. 2-Bir saatinde geçimini sağlar. 3-Bir saatinde de kendisini güzel ve helal lezzetler arasında serbest bırakır.
                        Akıllı insan sadece üç şey için yolculuk eder; 1-Geçimini sağlamak, 2-Ahiret yolunda adım atmak, 3-Haram olmayan lezzetten istifade etmek.”

                        İmam Ali’nin (Aleyhisselam) Ekonomistlere Ve İşadam-larına Emirnamesi
                        İma Ali (Aleyhisselam) zahiri hilafet makamına geldiğinde ilk işi hükümetin sanatkârları ve işadamlarına yönelik işleri büyük bir titizlikle takip edip valilerine birtakım tavsiyelerde bulunmak oldu. Çünkü İmam Ali (Aleyhisselam) çok iyi biliyordu sanatkârlar ve işadamlarından gaflet etmek ülkeyi felaket ve fakirliğe götürür.
                        Günümüzün dünyasında sistemli bir ekonomik ve ticari programla nerelere gelindiği ameli olarak göze çarpmaktadır. Ekonomisi ve ticareti güçlü olan ülkelerle ekonomisi ve ticareti zayıf olan ülkeler arasındaki fark çok açık ve net bir şekilde görülmektedir.
                        İmam Ali (Aleyhisselam) ekonomi ve ticaretin hassas ve ne kadar önemli olduğunu bundan 1400 yıl önce dünya insanlarına bildirmiştir. Keşke İslam âlemi O Hazretin buyruklarına kulak verip, uygulayabilseydiler. Eğer Hazretin hayat veren hikmetli tavsiyelerine zamanında uyulsaydı bugün Müslümanlar ve Müslüman ülkeler bu kadar sefalet ve yoksulluk içinde olmazdılar.
                        İmam Ali'nin (Aleyhisselam) bu konudaki emirnamelerinden birini nakletmekle yetiniyoruz. Hazret kendi hükümeti döneminde valisi Malik Eşter'e yazdığı mektubunda şöyle buyuruyor: “Tüccarlara ve sanatkârlara karşı hayırla muamele etmeni ve memurlarına da onlara iyi davranmalarını söylemeni tavsiye ederim. Onların bir kısmı, oturdukları yerde ticaretle meşgul olur, bir kısmı, bir yerden bir yere mal götürür. Bir kısmı da halkın muhtaç olduğu şeyleri elleriyle hazırlar, bunlar, faydalı kişilerdir. Ülken için gerekli olan şeyleri karalarda, denizlerde, dağlarda ve ovalarda yolları aşarak, meşakkat çekerek getirirler, halkın, o insanların bulunduğu yerlere gitmeye ne imkânı ne de gücü vardır. Onlar, barış içindedirler şerlerinden, kinlerinden korkulmaz isyanlarından asla çekinilmez. Bulunduğu yerde onları denetle, ülkenin diğer şehirlerindeki durumlarını izle. Şunu da bilesin ki bunların çoğunda aşırı hırsla, kötü bir cimrilik, bencillik, ihtikâr ve alış veriş keyiflerine göre yapma gayesi vardır. Bu, halk için zarar kapısıdır, valiler içinde bir kusurdur. İhtikârı önle, çünkü Resulullah’da bunu men etmiştir. Taraflardan birine zulmetmeksizin alan ve satan her iki tarafın da zararına sebep olmayacak şekilde bir alış verişin gerçekleşmesini sağla. Yasaklandıktan sonra ihtikâra kalkışan olursa, onu adalet sınırını aşmaksızın cezalandır.”
                        İmam Ali (Aleyhisselam) Döneminde Pazarların Durumu
                        Günümüzde uluslararası arenada ticaret büyük devletlerin siyasi mihveri olmuştur. Uluslararası ekonomi alanında güçlü olan devletler genellikle ticaretlerde kendinden küçük ve zayıf ülkeler üzerinde büyük bir üstünlük kurarak adeta onları sömürmektedirler. Çeşitli siyasi vesilelerle zayıf ülkelerin kaynaklarını ellerine geçirerek koloni sistemini uygulamışlardır. Halkın ihtiyaçları ekonomisi büyük birkaç ülkenin eline düştüğünde malları diledikleri fiyattan pazarlara sürerler. Hatta fiyatların yükselmesi için malları stoklayarak ambargo sisteminden yararlanıp pazardan çekerler daha sonra ihtiyaç olduğunda bu malları diledikleri fiyattan yoksul ülkelere satmaktadırlar.
                        Batı ülkeleri sömürgecilik sistemiyle Müslüman ve fakir ülkelere musallat olmaktadırlar ve günümüzün süper büyük güçleri diye tabir edilen emperyalist devletler ekonomik alanda dünyaya hâkim olmaktadırlar.
                        İmam Ali (Aleyhisselam) Malik Eşter'e yazdığı mektubunda ve emirnamesinde bu konuyu hatırlatarak şöyle buyurmuştur: “Sağlam ve güçlü bir ekonomiye sahip olmak toplumun isteği ve huzur vesilesidir.”
                        Yine Hazret emirnamesinde yabancıların İslam ülkelerine musallat olmamaları için tüccarlara mallarını koruyarak güvenilir ve sağlam bir ortam hazırlamalarını tavsiye etmektedir.
                        İmam Ali (Aleyhisselam) emirnamesinde sağlıksız bir ticaret ve ekonominin tehlikelerini hatırlatarak karaborsacıların ve fırsatçıların emellerinin önüne geçilmesini emretmiştir. İmam Ali (Aleyhisselam) halkı ticarete teşvik ettiği gibi yakından da onların ticaret ve muamelelerini takip ederek İslami çerçevede yapılmasını sağlıyordu.
                        1) Merhum Kuleyni (r.a) İmam Bakır'dan (Aleyhisselam) şöyle naklediyor:
                        İmam Ali (Aleyhisselam) Kufe'de her gün sabah elindeki sopasıyla pazarları dolaşarak onlara şöyle hitap ediyordu: “Ey tacirler! Allah'tan korkun!”
                        Tacirler İmamın sesini duyunca ellerindeki işi bırakarak canı gönülden imamın buyruklarına kulak veriyordular.
                        İmam şöyle buyuruyordu: “Hayır ve bereketi her şeyden öne geçirin! Muamelelerinizi kolay tutarak mallarınıza bereket katın! Mallarınızı alıcılara pahalı satmayın, ahlakınızı güzelleştirin, yemin etmekten kaçının, yalan söylemeyin, zulüm ve sitem etmeyin! Mazlum ve siteme uğramışlarla adalet ve insafla muamele edin, faize yaklaşmayın, tartılarınıza dikkat edin, halkın malını küçümseyerek değersiz etmeyin ve yeryüzünde bozgunculardan olmayın!”
                        İmam Ali (Aleyhisselam) pazarları dolaştıktan sonra tekrar makamına dönüp halkın sorunlarıyla ilgilenirdi.
                        2) İbni Said şöyle nakleder: İmam Ali (Aleyhisselam) pazar yerlerini dolaşarak esnaflara şöyle hitap ediyordu: “Ey tacirler ve pazar ehli! Allah'tan korkun, yemin etmeyin, çünkü yemin sermayeyi telef ediyor ve bereketi azaltıyor. Hak üzere ticaret etmeyen tacir facirdir.”
                        İmam Ali'nin (Aleyhisselam) pazarları dolaşarak esnafı ve tüccarları denetlemesi onlarca değişik ibaretlerle tarih kitaplarında nakledilmiştir. Biz sadece size iki örnek nakletmekle yetindik.
                        İmam Ali (Aleyhisselam) bizzat gidip nezaret edemediği pazarcı ve esnaflara güvendiği şahısları görevlendirerek satışlarını denetliyordu. İbni Abbas’ı Basra’ya, Ali b. Esme’yi Barcah’a ve İbni Refat b. Şidadi Ahvaz'a gönderdiği gibi her bölgeye de bir görevli tayin etmişti.
                        Esnafları Denetleyen Kimselerin Vzifeleri
                        Resul-i Ekrem (Sallallahu aleyhi ve Alihi vesellem) ve İmam Ali’nin (Aleyhisselam) hadis ve sirelerinde esnaf ve pazarla sorumlu şahısların başlıca vazifeleri:
                        1-Kara borsayı önlemek.
                        2-Malların fiyatlarını kontrol etmek.
                        3-Tartıları denetlemek
                        4-Pazarın güvenliğini sağlamak
                        5-Pazardaki yolsuzlukları önlemek
                        6-Esnaf ve pazarın genel sorunlarını çözmek
                        7-Güçsüzlere ve miskinlere yardımcı olmak
                        8-Kesimlere nezaret etmek
                        9-İçki gibi haram malların pazara sürülmesini engellemek
                        İmam Ali (Aleyhisselam) esnaf ve pazar görevlilerini çok yakından kontrol ediyordu. Onların küçük bir hatasını gördüğünde affetmez ve anında cezalandırarak görevden alırdı. Barcah bölgesi sorumlusu Ali b. Esme’nin ihanetini görünce elini kesti. Hazretin bu davranışı konuya ne kadar dakik ve hassas olduğunun bir göstergesidir. Ali b. Esme, Haccac dönemine kadar yaşadı, vaktiyle Haccac’ın huzuruna giderek şöyle dedi: “Ailem bana zulmetti.” Haccac: “Ailen sana ne yaptı?” diye sordu. Ali b. Esme: “Bana Ali ismini vermişler” dedi. Hacca: “Sen ne kadar güzel konuşuyorsun!” dedi. Ali b. Esme’nin bu sözleri üzerine Haccac, onu Amarat bölge valiliğine atadı ve şöyle dedi: “Eğer bana da ihanet edersen Ali’nin kesmediği diğer elini de ben keserim.”
                        İmam Ali (Aleyhisselam) İbni Herme'nin ihanetini duyunca Ahvaz valisi Rafet b. Şidad'a şöyle bir mektup yazdı: “Bu mektubum sana ulaşır ulaşmaz İbni Herme'yi derhal görevinden al! halka ihanet ettiği için zindana at ve bu olayı halka bildir. Şikâyetleri olanlar söylesinler. Bu olayda İbni Herme'ye acıma, ondan gafil olma ki Allah indinde helak olanlardan olursun ve eğer bunu yaparsan seni görevinden alıp en kötü şekilde cezalandırırım.
                        Ey Rafi! Cuma günleri onu zindandan çıkar ve 35 kırbaç vurarak pazarda dolaştır, İbni Herme’den şikâyetçi olup ve şahitlerle haklarını ispatlayan çıkarsa malından al ve şikâyetçinin hakkını ver. Daha sonra eli bağlı zelil bir şekilde zindana götür ve ayaklarına zincir vur. Namaz vakitlerinde zinciri aç, ona yiyecek, içecek ve giyecek getirenlere de engel olma! yalnız onunla görüşmelerine ve zindandan firar yollarını öğretmelerine engel ol. Zindanda ona firar yolu ve Müslümanlara zara yolunu öğretenleri gördün mü onları da cezalandırarak tövbe edene kadar zindana sakla! Ey Rafi! İbni Herme hariç tüm zindandakileri hava almaları için zindanın bahçesine çıkar, eğer canı tehlikede olursa zindandan görevliler eşliğinde onu da dışarıya çıkar. Eğer cismi gücü varsa her 30 günde bir 35 kırbaç vur ve maaşını keserek gelişen tüm olayları bana yaz ve onun yerine atadığın şâhısı bana bildir.”

                        Elhamdulillah Rabbi’l Âlemin
                        -SON-




                        İçindekiler
                        Önsöz 5
                        BİRİNCİ BÖLÜM 9
                        AKIL 9
                        AKIL 9
                        AKIL BÜYÜK SERMAYE 10
                        AKIL BÜYÜK SERMAYE 10
                        AKLIN ÖZELLİKLERİ 12
                        AKLIN ÖZELLİKLERİ 12
                        AKLIN SINIRI 15
                        AKLIN SINIRI 15
                        AKLIN NİŞANELERİ 18
                        AKLIN NİŞANELERİ 18
                        1) Dile Hâkim olmak 19
                        1) Dile Hâkim olmak 19
                        2) Sır Saklamak (Sırdaş) 21
                        2) Sır Saklamak (Sırdaş) 21
                        3) Tecrübe Edinmek 22
                        3) Tecrübe Edinmek 22
                        4) Tedbirli Olmak 22
                        4) Tedbirli Olmak 22
                        5) Dünyaya Düşkün Olmamak 23
                        5) Dünyaya Düşkün Olmamak 23
                        6) Öğüt Almak 24
                        6) Öğüt Almak 24
                        7) Sevgi Ve Muhabbet 24
                        7) Sevgi Ve Muhabbet 24
                        8)Hikmet 25
                        8)Hikmet 25
                        AKLIN AFETİ 26
                        AKLIN AFETİ 26
                        1)Uzun Arzular 26
                        1)Uzun Arzular 26
                        2) Nefsanî İsteklere Esir Düşmek 27
                        2) Nefsanî İsteklere Esir Düşmek 27
                        3) Şehvet Ve Aşk 28
                        3) Şehvet Ve Aşk 28
                        4)Tamah, Hırs 29
                        4)Tamah, Hırs 29
                        5) İblise Kulluk 29
                        5) İblise Kulluk 29
                        6) Şaka Ve Mizah 30
                        6) Şaka Ve Mizah 30
                        7) Gurur ve Kibir 31
                        7) Gurur ve Kibir 31
                        8) İçki İçmek 32
                        8) İçki İçmek 32
                        9) Yoksulluk 33
                        9) Yoksulluk 33
                        İKİNCİ BÖLÜM 36
                        ARKADAŞLIK 36
                        ARKADAŞLIK 36
                        MARİFETLİ VE BİLGİLİ ARKADAŞALAR 42
                        MARİFETLİ VE BİLGİLİ ARKADAŞALAR 42
                        ARKADAŞLIK ADABI 43
                        ARKADAŞLIK ADABI 43
                        1)Güler yüzlülük 44
                        1)Güler yüzlülük 44
                        2) İyi Geçinmek 44
                        2) İyi Geçinmek 44
                        3) İnsaflı Olmak 44
                        3) İnsaflı Olmak 44
                        4) Külfet Olmaktan Kaçınmak 45
                        4) Külfet Olmaktan Kaçınmak 45
                        5) Dostluk Hakkını Gözetmek 46
                        5) Dostluk Hakkını Gözetmek 46
                        6) Haddi Aşmamak 46
                        6) Haddi Aşmamak 46
                        7) Muhabbetli Olmak 47
                        7) Muhabbetli Olmak 47
                        8) Hataları Örtmek 47
                        8) Hataları Örtmek 47
                        9) Kötülüğe İyilikle Cevap Vermek 48
                        9) Kötülüğe İyilikle Cevap Vermek 48
                        10) Fırsat Tanımak 49
                        10) Fırsat Tanımak 49
                        11) İyi Geçinmek 49
                        11) İyi Geçinmek 49
                        12) İhtilaf ve Kırıcı Davranışlardan Sakınmak 50
                        12) İhtilaf ve Kırıcı Davranışlardan Sakınmak 50
                        KİMLERLE ARKADAŞLIK EDELİM? 50
                        KİMLERLE ARKADAŞLIK EDELİM? 50
                        KİMLERLE ARKADAŞLIK ETMEYELİM? 52
                        KİMLERLE ARKADAŞLIK ETMEYELİM? 52
                        1) Basiretsiz Ve kötü Kimseler 53
                        1) Basiretsiz Ve kötü Kimseler 53
                        2) Fasık ve Günahkârlar 53
                        2) Fasık ve Günahkârlar 53
                        3) Ahmak Kimseler 54
                        3) Ahmak Kimseler 54
                        4) Cimriler 55
                        4) Cimriler 55
                        5) Yalancılar 55
                        5) Yalancılar 55
                        6) Düşmanının Dostu 56
                        6) Düşmanının Dostu 56
                        7) Düşüncesiz İnsanlar 57
                        7) Düşüncesiz İnsanlar 57
                        İMAM ALİ’NİN (A.S) DOSTU 58
                        İMAM ALİ’NİN (A.S) DOSTU 58
                        ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 61
                        DUA 61
                        DUA 61
                        DUA RAHMET ANAHTARIDIR 61
                        DUA RAHMET ANAHTARIDIR 61
                        DUA ŞEVKİ 64
                        DUA ŞEVKİ 64
                        DUA BELALAR İÇİN KALKANDIR 65
                        DUA BELALAR İÇİN KALKANDIR 65
                        DUA VE İCABET 68
                        DUA VE İCABET 68
                        DUA'NIN ADABI VE ŞARTLARI 69
                        DUA'NIN ADABI VE ŞARTLARI 69
                        1) Allah'ı Tanımak ve İhlâsla Dua Etmek 72
                        1) Allah'ı Tanımak ve İhlâsla Dua Etmek 72
                        2) Duaya Hamd, Salât ve Mağfiretle Başlanmalı 73
                        2) Duaya Hamd, Salât ve Mağfiretle Başlanmalı 73
                        3) Duanın Amel İle Olması 74
                        3) Duanın Amel İle Olması 74
                        4) Takva 75
                        4) Takva 75
                        5) Duanın Özel Zamanı Ve Mekânı 76
                        5) Duanın Özel Zamanı Ve Mekânı 76
                        6) Daima Dua Edilmelidir 77
                        6) Daima Dua Edilmelidir 77
                        7) Marifetli Olmak 78
                        7) Marifetli Olmak 78
                        8) Muztar Olmak 79
                        8) Muztar Olmak 79
                        9) Allah'ın Belirlediği Çizgiden Gitmek 80
                        9) Allah'ın Belirlediği Çizgiden Gitmek 80
                        10) Acele Etmeden Dikkatlice Dua Etmek 80
                        10) Acele Etmeden Dikkatlice Dua Etmek 80
                        11) Rahmet İndiğinde Dua Etmek 81
                        11) Rahmet İndiğinde Dua Etmek 81
                        12) Gece Yarılarında Dua Etmek 82
                        12) Gece Yarılarında Dua Etmek 82
                        DUANIN İCABETİNİ GECİKTİREN NEDENLER 82
                        DUANIN İCABETİNİ GECİKTİREN NEDENLER 82
                        DUAMIZDA ALLAH’TAN NE İSTEYELİM? 85
                        DUAMIZDA ALLAH’TAN NE İSTEYELİM? 85
                        KARANLIKLARI AYDINLATAN NUR 88
                        KARANLIKLARI AYDINLATAN NUR 88
                        İMAM ALİ'NİN (A.S.) DUALARI 90
                        İMAM ALİ'NİN (A.S.) DUALARI 90
                        1) Sefer Duası 90
                        1) Sefer Duası 90
                        2) İmam Ali'nin (Aleyhisselam) Sıkça Okuduğu Dua 91
                        2) İmam Ali'nin (Aleyhisselam) Sıkça Okuduğu Dua 91
                        3) Yağmur duası 91
                        3) Yağmur duası 91
                        4) Savaşa Başlarken Okuduğu Dua 92
                        4) Savaşa Başlarken Okuduğu Dua 92
                        5) İmam Ali'nin (Aleyhisselam) Örnek Duası 92
                        5) İmam Ali'nin (Aleyhisselam) Örnek Duası 92
                        6) Düşmanlar Hakkındaki Duası 93
                        6) Düşmanlar Hakkındaki Duası 93
                        7) Düşmanlara Beddua 93
                        7) Düşmanlara Beddua 93
                        8) Maddi Güç İçin Dua 94
                        8) Maddi Güç İçin Dua 94
                        9) Hazreti Övenler Hakkında Okuduğu Dua 94
                        9) Hazreti Övenler Hakkında Okuduğu Dua 94
                        10-İmam Ali'nin (Aleyhisselam) Örnek Dualarından Biri 94
                        10-İmam Ali'nin (Aleyhisselam) Örnek Dualarından Biri 94
                        DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 96
                        İMTİHAN 96
                        İMTİHAN 96
                        İmtihan Nedir? 96
                        İmtihan Nedir? 96
                        İmtihan Kaçınılmaz Bir Sünnettir 98
                        İmtihan Kaçınılmaz Bir Sünnettir 98
                        DÜNYA İMTİHAN YERİDİR 100
                        DÜNYA İMTİHAN YERİDİR 100
                        NİÇİN İMTİHAN EDİLİYORUZ? 103
                        NİÇİN İMTİHAN EDİLİYORUZ? 103
                        NASIL İMTİHAN OLUYORUZ? 106
                        NASIL İMTİHAN OLUYORUZ? 106
                        Maddiyatla İmtihan Olmak 109
                        Maddiyatla İmtihan Olmak 109
                        HAC FARİZASI İMTAHANI 112
                        HAC FARİZASI İMTAHANI 112
                        Zorluklarla İmtihan 115
                        Zorluklarla İmtihan 115
                        BEŞİNCİ BÖLÜM 120
                        İTİDAL 120
                        İTİDAL 120
                        Ölçülü Olmak 120
                        Ölçülü Olmak 120
                        İfrat Ve Tefrit 121
                        İfrat Ve Tefrit 121
                        İfrat Ve Tefritin Zararları 123
                        İfrat Ve Tefritin Zararları 123
                        Her İşte Ölçülü Olmak 125
                        Her İşte Ölçülü Olmak 125
                        1) İnfak ve Harcamalar 126
                        1) İnfak ve Harcamalar 126
                        2) Rızık Ve Geçim 128
                        2) Rızık Ve Geçim 128
                        3) İbadet 131
                        3) İbadet 131
                        4) Muhabbet Ve Öfke 132
                        4) Muhabbet Ve Öfke 132
                        5) İhmal Ve Acelecilik 134
                        5) İhmal Ve Acelecilik 134
                        6) Dostlukta Ve Düşmanlıkta Ölçülü Olmak 136
                        6) Dostlukta Ve Düşmanlıkta Ölçülü Olmak 136
                        7) Övgü ve Kınamada Ölçülü Olmak 139
                        7) Övgü ve Kınamada Ölçülü Olmak 139
                        8) Yeme ve İçmede Ölçülü Olmak 140
                        8) Yeme ve İçmede Ölçülü Olmak 140
                        9) Konuşma Ve Sükût 142
                        9) Konuşma Ve Sükût 142
                        10) Ümit Ve Korkuda Ölçülü Olmak 144
                        10) Ümit Ve Korkuda Ölçülü Olmak 144
                        11) Sevinçte Ve Hüzünde Ölçülü Olmak 147
                        11) Sevinçte Ve Hüzünde Ölçülü Olmak 147
                        12) İyimserlikte Ve Kötümserlikte Ölçülü Olmak 148
                        12) İyimserlikte Ve Kötümserlikte Ölçülü Olmak 148
                        13) Güzel Ve Mertçe Davranış 150
                        13) Güzel Ve Mertçe Davranış 150
                        ALTINCI BÖLÜM 153
                        NAMAZ 153
                        NAMAZ 153
                        Namaz Kulluğun Sırrıdır 153
                        Namaz Kulluğun Sırrıdır 153
                        Huzurlu İbadet 154
                        Huzurlu İbadet 154
                        İhlâslı İbadet 156
                        İhlâslı İbadet 156
                        Severek Ve İsteyerek İbadet Etmek 158
                        Severek Ve İsteyerek İbadet Etmek 158
                        İbadetin Afeti 160
                        İbadetin Afeti 160
                        Âşıkların Sıfatları 161
                        Âşıkların Sıfatları 161
                        Kulluğun En Güzel İfadesi Namaz 164
                        Kulluğun En Güzel İfadesi Namaz 164
                        İMAM ALİ’YE (Aleyhisselam) GÖRE NAMAZIN ÖZELLİKLERİ 165
                        İMAM ALİ’YE (Aleyhisselam) GÖRE NAMAZIN ÖZELLİKLERİ 165
                        a) Namaz Dinin Direğidir 165
                        a) Namaz Dinin Direğidir 165
                        b) Namaz Amellerin Eksenidir. 165
                        b) Namaz Amellerin Eksenidir. 165
                        c) Namaz Dinin Sembolüdür 165
                        c) Namaz Dinin Sembolüdür 165
                        d) Namaz Allah’a Yakınlaşma Vesilesidir 166
                        d) Namaz Allah’a Yakınlaşma Vesilesidir 166
                        Namazın Ruhu 166
                        Namazın Ruhu 166
                        Namaz Temizlik Pınarıdır 169
                        Namaz Temizlik Pınarıdır 169
                        Kibirden Temizlenmek 170
                        Kibirden Temizlenmek 170
                        Namaz İçin Gayret Göstermek 171
                        Namaz İçin Gayret Göstermek 171
                        Salihlerin Gidişatı 173
                        Salihlerin Gidişatı 173
                        Namazdan Önce Okunacak Dua 176
                        Namazdan Önce Okunacak Dua 176
                        Namazdan Sonra Okunan Dua 177
                        Namazdan Sonra Okunan Dua 177
                        YEDİNCİ BÖLÜM 182
                        TÖVBE 182
                        TÖVBE 182
                        Fıtrata Dönüş 182
                        Fıtrata Dönüş 182
                        Tövbe Rahmete Açılan Kapıdır 183
                        Tövbe Rahmete Açılan Kapıdır 183
                        Tövbenin Hakikati 186
                        Tövbenin Hakikati 186
                        Tövbe Ve Geçmişi Telafi Etmek 189
                        Tövbe Ve Geçmişi Telafi Etmek 189
                        Günahın Ve Tövbenin Eserleri 192
                        Günahın Ve Tövbenin Eserleri 192
                        Tövbe Niçin Geciktirilmemelidir? 194
                        Tövbe Niçin Geciktirilmemelidir? 194
                        Nelerden Tövbe Edilir? 198
                        Nelerden Tövbe Edilir? 198
                        Tövbenin Kabulünü Engelleyen Faktörler 201
                        Tövbenin Kabulünü Engelleyen Faktörler 201
                        1-Uzun Arzular 201
                        1-Uzun Arzular 201
                        2-Günahın Lezzeti 201
                        2-Günahın Lezzeti 201
                        3) Günahın kötülüğünden Gafil Olmak 202
                        3) Günahın kötülüğünden Gafil Olmak 202
                        4) Günahı Küçük Görmek 203
                        4) Günahı Küçük Görmek 203
                        5)İlahi Rahmetten Ümidi Kesmek 203
                        5)İlahi Rahmetten Ümidi Kesmek 203
                        6) Gurur Ve Kibir 204
                        6) Gurur Ve Kibir 204
                        Tövbeden Daha Kolay Bir Yol 205
                        Tövbeden Daha Kolay Bir Yol 205
                        Günahların Bağışlanmasının Yolları 206
                        Günahların Bağışlanmasının Yolları 206
                        1) Namaz'a Önem Vermek 207
                        1) Namaz'a Önem Vermek 207
                        2) Günahı terk etmek: 207
                        2) Günahı terk etmek: 207
                        3) Hayır İşler Yapmak 208
                        3) Hayır İşler Yapmak 208
                        4) Hastalıklara Tahammül Etmek 208
                        4) Hastalıklara Tahammül Etmek 208
                        Herkes İyi Bir İnsan Olabilir! 209
                        Herkes İyi Bir İnsan Olabilir! 209
                        SEKİZİNCİ BÖLÜM 211
                        EKONOMİ 211
                        EKONOMİ 211
                        1) Ekonomik Programların Hazırlanması.... 213
                        1) Ekonomik Programların Hazırlanması.... 213
                        2) Ülkenin Bayındırlığı Ve Kalkınması....... 214
                        2) Ülkenin Bayındırlığı Ve Kalkınması 214
                        3) Ekonominin Gelişmesi İçin Ortadaki Engelleri Kaldırmak 215
                        3) Ekonominin Gelişmesi İçin Ortadaki Engelleri Kaldırmak 215
                        4) Ekonomik Güvenliğin Sağlanması 216
                        4) Ekonomik Güvenliğin Sağlanması 216
                        5) Muhtaçların Ve Fakirlerin Bütçedeki Haklarını Gözetmek 217
                        5) Muhtaçların Ve Fakirlerin Bütçedeki Haklarını Gözetmek 217
                        7) Şahıs Ve Ekonomi 219
                        7) Şahıs Ve Ekonomi 219
                        İmam Ali (Aleyhisselam) Döneminde Pazarların Durumu 221
                        İmam Ali (Aleyhisselam) Döneminde Pazarların Durumu 221
                        Esnafları Denetleyen Kimselerin Vzifeleri 224
                        Esnafları Denetleyen Kimselerin Vzifeleri 224
                        İçindekiler 227

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: Nehcul Belaga'dan Dersler

                          Allah razi olsun


                          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: Nehcul Belaga'dan Dersler

                            [quote author=gulistan_2 link=topic=5566.msg33900#msg33900 date=1244246864]
                            Allah razi olsun
                            [/quote]

                            Yorum

                            YUKARI ÇIK
                            Çalışıyor...
                            X