Ynt: Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ
Şia Öncülerinden Bazılarının Kısaca Hayatı
1- Selman-ı Farisî
Selman-ı Farsi aslen İranlıdır ve İsfahan'ın "Ci" veya Fars'ın "İstehr" veya "Ramhormuz" şehrindendir. OZerdüşt dininde yaptığı araştırmadan sonra, Hıristiyanlığa iman getirdi. Hendek Savaşı'ndan önce de Müslüman oldu. O, Hz. Peygamber'in (s.a.a) sadık, maruf ve fedakar yaranındandır. Muhacir ve ensar, onu
kendilerinden bildiği hâlde Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Selman biz Ehlibeyt'tendir."
Selman Hz. Peygamber'in ailesine katılma şerefine ulaştıktan sonra sahabe arasında özel bir mevki ve konuma sahip oldu. Selman gazvelerin hepsinde Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanında müşriklerle savaşıyordu.[et-Tabakatu'l-Kubra, c.4, s.93]
O, Peygamber'in (s.a.a) hayatında Ali'nin (a.s) taraftarlarından idi. Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra, Ebu Bekir'in hükümeti döneminde Farsça şu maruf sözünü söyledi: "Yaptınız ve yapmadınız." Böylece Ali'ye (a.s) uymayanları eleştirdi. Selman Ali'nin (a.s) en sağlam yaranlarından ve sadık ilk dört Şiîlerinden biridir.[Şerh-i Nehcü'l-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, c.2, s.1 ve, c.2, s.39]
Onun saf davranı ve Ali'yi (a.s.) desteklemesi vatandaşlarının (İranlıların) İslâm'a ve Şiîliğe yönelişinde şüphesiz etkili olmuştur.
2- Ebuzer-i Gaffari
Ebuzer İslâm'dan öncede muvahhid idi. O, Hz. Peygamber'in (s.a.a) Mekke'deki davetini ve Kur'ân ayetlerini işittikten sonra Müslüman oldu.Tarihçiler, onu beşinci Müslüman olarak biliyorlar. İslâm'ı
tebliğ yolunda karşılaştığı tehlikeli durumdan ötürü Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından kendi kabilesinde tebliğle görevlendirildi. Ebuzer, Hz. Peygamber (s.a.a) nezdinde özel bir mevkiye sahipti.[et-Tabakatu'l-Kubra, c.4, s.222]
Ebuzer Üçüncü Halife zamanında halife ve yakınlarının yaptığı israfa özellikle "Mervan'a" itiraz etti. Bu yüzden halife onu "Rebeze" denilen küçük bir köye sürgün etti. Sürgüne gönderilirken Ali (a.s) ve evlatları onu uğurladılar…
O, Hz. Peygamber'in (s.a.a) sadık yaranlarından idi. Hz. Peygamber (s.a.a) onun hakkında şöyle buyurmuştu:
"Aferin Ebuzer'e ki, yalnız yol gidecek; yalnız ölecek ve yalnız dirilecektir."[et-Tabakatu'l-Kubra .c4, s.235 ve el-Meğazi, c.3, s.762]
Doksan üç veya doksan dört yaşında Sıffin Savaşı'nda Ali'nin (a.s) yanında Muaviye'ye karşı savaştı ve şahadetiyle Muaviye'nin ordusu arasında şüphe uyandırdı.[ et-Tabakatu'l-Kubra, c.3, s.253]
Ali (a.s) safında yer alma hususunda şüphe eden bazı askerlerin de güveni arttı. Ammar, İmam'ı savunanların ve ilk dört Şiînin dördüncüsü olarak bilinir.
5- Huzeyme b. Sabit
Huzeyme, ensardan ve Evs kabilesinden idi. Hz. Peygamber (s.a.a) onun şahitliğini iki kişinin şahitliğine eşit saymıştır; bu yüzden ona "Zu'ş-Şehadeteyn" lakabı verildi. Mekke fethinde Benî Hutbe kabilesinin bayrağını taşıyordu. Cemel ve Sıffin savaşlarına katıldı ve Muaviye'nin askerleri tarafından şehit edildi.[et-Tabakatu'l-Kubra, c.4, s.378]
Ali'ye (a.s) biat edilirken ensarın temsilci ve ikinci konuşmacı olarak söz aldı. Bu konuşma onun Ali'ye (a.s) olan ihlas ve imanını gösteriyor. Yakubi şöyle yazıyor:
"...Sonra Huzeyme b. Sabit Zu'ş-Şahadeteyn ayağa kalktı ve şöyle dedi: Ey Müminlerin Emiri! İşlerim için
senden başkasını bulmadım ve dönüş senden başkasına olamazdı. Eğer senin hakkında doğruyu söyleyecek
olursam, sen iman ve ilimde diğerlerinden daha üstünsün. Allah'a en çok bilgisi olan ve Allah Resulü'ne müminlerin en layığısın. Onların sahip olduğu şeylere, sen sahipsin; ancak senin sahip olduğun şeylere onlar sahip değiller."[Tarih-i Yakubî, c.2, s.179]
6- Berâ b. Azib
Berâ b. Azib, ensarın büyüklerinden ve Hazrec kabilesinden idi. On beş veya on sekiz gazveye katılmıştır. Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra Ali'nin yanında yer aldı. Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarına katıldı. Mus'ab b. Zübeyr zamanında Kufe'de vefat etti.
7- Ebu'l-Haysem Tayyihan
O, Birinci ve İkinci Akabe antlaşmasında Mekke'de Hz. Peygamber'in (s.a.a) huzuruna vardı. Medine'ye dönüşünde İslâm'ı tebliğe başladı. Bütün gazvelerde Hz. Peygamber'in yanındaydı. O, Hz. Peygamber'in (s.a.a) kendilerini İsa'nın havarileri gibi saydığı on iki nakib (lider) ensardan biriydi.[ el-Tabakatu'l-Kubra, c.3, s.447]
Ebu'l-Haysem, ensarın temsilcisi olarak Ali'ye (a.s) biat edenilk şahıstır.[Tarih-i Yakubî, c.2, s.178]
Bir nakle göre, Sıffin Savaşı'nda şehit oldu.
8- Halid b. Said b. As b. Ümeyye b. Abduşşems
Halid, Hz. Peygamber'e iman getiren dördüncü veya beşinci, kendi kabilesinden ise ilk iman getiren kimsedir. O Habeş'e yapılan her iki hicrette de vardı. Döndükten sonra Mekke fethine, Huneyn, Taif ve Tebük gazvelerine katıldı. Daha sonra Hz. Peygamber tarafındanYemen halkından zekat toplamakla görevlendirildi
ve oraya gitti.[el-İstiab, c.2, s.42]
Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra Medine'ye döndü ve Ebu Bekir'e biatten kaçındı ve Ali b. Ebu Talib'e katıldı. O Ali (a.s) ile biat ettiğinde şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki insanlar arasında senin dışında Hz. Peygamber'in yerini alacak daha layık birisi yoktur."[Tarih-i Yakubî, c.2, s.133]
O, bazılarına göre Ebu Bekir zamanında, bazılarına göre ise İkinci Halife döneminde, hicretin on dördüncü yılında şehit oldu.
9- Ebu Eyyub Ensari
Ebu Eyyub, Akabe'de Hz. Peygamber'le biat etti. Hz. Peygamber (s.a.a) Medine'ye girişinde, kendisi için bir ev yapılıncaya kadar onun evine yerleşti. O, savaşların hepsinde Hz. Peygamber'le (s.a.a) birlikteliğini koruyor ve İslâm'ı savunuyordu.[Tarih-i Yakubî, c.2, s.178]
Ebu Eyyub, Osman'ın ölümünden sonra Ali'nin (a.s) taraftarı olarak bilinen ilk şahıslardandır. Ali (a.s) tarafından Medine valiliğine atandı.
Ebu Eyyub, Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarında Ali'nin (a.s) yanındaydı. Ali'ye (a.s) yardım etmeleri için Kufe halkına yaptığı konuşmalar onun Ali'ye (a.s) karşı ihlas ve bağlılık derecesini gösterir. Hicri elli iki yılında vefat etti ve Konstantaniye duvarı kenarında defnedildi.
10- Huzeyfe b. Yeman
Huzeyfe, ensardan Hz. Peygamber'in (s.a.a) en seçkin yaranlarından biriydi. Hadis ravilerindendir. Hz. Peygamber'in (s.a.a) bütün gazvelerine katılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.a) zamanında Ali'nin (a.s) taraftarlarından ve ondan sonra onun savunucularından olmuştur.
Evlatları, Ali'yi (a.s) savunma yolunda Sıffin Savaşı'nda şehit oldular. Hicri otuz beş yılında Medine'de vefat etti.
11- Osman b. Huneyf
O, ensardan ve Evs kabilesindendir. Tirmizî onu Bedir ashabından saymıştır. Ama diğer ravilere göre o Bedir Savaşı dışında Hz. Peygamber'in (s.a.a) bütün gazvelerine katılmıştır.[el-İsabe, İbn Hacer, c.2, s.45]
Üçüncü Halife'nin öldürülmesinden sonra Ali'nin (a.s) yanında yer aldı ve Basra valiliğine atandı.
Cemel ashabı Basra'ya girmek istedikleri zaman, ilk önce Ali'yi (a.s) bekleyeceklerine dair Osman b. Huneyf'le anlaştılar; ama sözlerini tutmadılar, ona saldırıp sakallarını kazıdılar. Muhafızlarıöldürerek beytülmali yağmaladılar.[el-Meğazi, c.2, s.295]
Daha sonra Osman b. Huneyf Kufe'ye yerleşti ve Muaviye zamanında vefat etti.
12- Sehl b. Huneyf
Sehl, ensar ve Evs kabilesine mensuptur. Bütün gazvelere katılmıştır. Hz. Peygamber'le ölüm üzere ahitleşen sayılı şahıslardan biridir.[et-Tabakatul Kubra, c.3, s.471, el-İstiab, c.2, s.662]
O, Vadi'l-Kura Savaşı'nda Hz. Peygamber'in (s.a.a) bayraktarlarındandı.[el-Meğazi, c.2, s.542]
Hz. Peygamber (s.a.a) Ali'yi (a.s) "Saly" puthanesini yok etmek için gönderdiği Fuls Savaşı'nda, Ali'nin
(a.s) bayraktarı idi.[el-Meğazi, c.3, s.75]
Sehl, Ali'nin (a.s) vefalı yaranlarından olup, onunla birlikte Medine'den Basra'ya doğru hareket etti. Cemel ve Sıffin savaşlarına katıldı.[et-Tabakatu'l-Kubra, c.3, s.473]
13- Ebu't-Tufeyl
Uhud Savaşı sıralarında dünyaya geldi; o muhacir çocuğuydu. Sekiz yıl Hz. Peygamber (s.a.a) dönemini idrak etti ve Hz. Peygamber'i (s.a.a) ziyaret şerefine ulaştı. Ali'nin (a.s) ihlaslı yaranlarındandı, Ali'nin (a.s) bütün savaşlarına katıldı. Ali'nin (a.s) şahadetinden sonra Mekke'ye yerleşti ve vefat edinceye kadar
orada kaldı. Bazıları ise onun Kufe'ye yerleştiğini söylemiştir.
Ebu't-Tufeyl, Ali'nin (a.s) Şeyheyn'den (Ebu Bekir ve Ömer) daha üstün olduğuna inanıyordu. Onu İmam'ın yaranları arasında şair, akıllı, fazıl, fasih ve hazır cevaplı birisi olarak bilmişlerdir.[el-İstiab, Terceme-i Ebu'l-Tufeyl]
Şimdiye kadar adı geçen sahabenin dışında aşağıdaki isimler de sıralanabilir:
– Hind b. Ebu Hale Temimi
– Cu'de b. Cebire
– Hucr b. Adiy Kindi
– Amr b. Hamık el-Huzai
– Cabir b. Abdullah Ensari
– Muhammed b. Ebi Bekir
– Eban b. Said
– Zeyd b. Sûhan Zeydi.
HZ. PEYGAMBER’DEN (S.A.A) SONRA İHTİLÂFIN ÇIKIŞ NEDENLERİ
Hz. Peygamber (s.a.a) dönemi incelendiğinde ümmet arasında farklı iki temel yöntemin olduğu görülür. Bu metot farklılığı inanç konularında bile kendini göstermiş ve İslâm ümmetini biri çoğunluk, diğeri de azınlık olmak üzere iki gruba bölmüştür.
İslâm ümmetinin ihtilâf ve bölünme kaynağı, Hz. Peygamber’den (s.a.a) gelen naslar karşısında sergilenecek tavır ve yöntem olmuştur.
Azınlık grup, Allah'tan ve Hz. Peygamber’den gelen hükümler karşısında mutlak bağlılığa inanıyor ve şu delilleri kanıt olarak gösteriyorlardı:
a) Şer’î hükümler, yüce Allah’tan geldiği için kutsal ve saygındırlar.
b) Şeriat kurucusuna itaat edilmeli, ona karşı gelinmemeli. Çünkü yüce Allah bir çok ayette Allah ve Resulü’ne (s.a.a) itaati gerekli kılmıştır. Örneğin yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah ve Resulü'ne itaat edin."[Enfal, 20 ve 46. ayet]
Bir başka ayette şöyle buyuruyor: "Resulün sizin için getirdiği her şeyi alın ve nehyettiği her şeyden kaçının."[Haşr, 7]
c) Kur'ân ve sünnette bütün hükümler açıklanmıştır. Bu yüzden şeriatı tamamlayıcı hiçbir şeye ihtiyaç yoktur. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Biz sana Kur'ân'ı her şeyi açıklayıcı olarak indirdik."[Nahl, 89]
İkinci grup, Hz. Peygamber’i (s.a.a) sıradan bir beşer olarak görüyor, kamil olduğunu kabullenmiyor ve yaptığı bazı şeylerin yanlış olduğuna inanıyorlardı. Bu yüzden Hz. Peygamber'in (s.a.a) emirlerini kutsal ve saygın kabul etmiyor; emirleri karşısında görüş bildirip içtihat ediyorlardı. Şimdi bu grubun varlığını
ortaya koyan birkaç şahit getiriyoruz:
a) Kur'ân'dan Örnekler
1- Allah'ın şu buyruğu:
"Ey inananlar! Size ne oldu da Allah yolunda savaşa çıkın dendiği zaman olduğunuz yerde mıhlanıp kaldınız.
Ahireti bıraktınız da dünya yaşayışına mı razı oldunuz?"[Tevbe, 38]
2- Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Onlardan öyleleri de vardı ki Peygamber’i incitirler ve o derler, her söyleneni dinliyen bir kulak adeta."[Tevbe, 61]
3- Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Ve onlar bir alış-veriş yahut eğlence görünce ona gidip dağıldılar ve seni ayakta bıraktılar; deki: Allah'ın katındaki daha da hayırlıdır, alış-verişten ve eğlenceden ve Allah, verenlerin en hayırlısıdır."[ Cum'a,11]
b) Hadislerden Örnekler
1- Hudeybiye Barışı:
Hicretin altıncı yılında, Hz. Peygamber (s.a.a) Allah'ın evini ziyaret etme arzusundaydı. Bu yüzden bir kısım sahabeyle Ümre için Mekke seferine hazırlandılar. Hudeybiye denilen yere ulaştıklarında Kureyş bundan haberdar oldu ve Müslümanların kervanının hareketine engel oldular. Ama Kureyş'le yapılan görüşmeler
neticesinde anlaşmaya varıldı. Anlaşmanın maddelerinden biri şu idi ki Müslümanlar Medine'ye geri dönecek ve gelecek yıl ziyarete geleceklerdi. Bu sırada Ömer b. Hattab, hızla Ebu Bekir'in yanına geldi ve "Acaba o, Allah'ın Resulü değil midir?" diye sordu.
Ebu Bekir: "Alah'ın Resulüdür." diye cevap verdi.
Ömer: "Acaba biz Müslüman değil miyiz?" dedi.
Ebu Bekir:
"Müslümanız." dedi. (Bunun üzerine) Ömer: "Öyleyse niçin onlara ayrıcalık tanıyoruz?" dedi.[es-Siretu'n-Nebeviyye, İbn Hişam, c.2, s.316]
Vakidi, Meğazi kitabında şöyle yazmıştır:
"Ömer b. Hattab: "Ben Müslüman olduğumdan beri Allah'ın Resülü'nün huzuruna çıkarak: Acaba sen Allah-
'ın nebisi değil misin? diye sorduğum gün dışında hiç şüphe etmedim. “[el-Meğazi, c.1, s.607]
İbn Kesir’in tarihinde bu rivayetin devamında şöyle nakledilir:
Ömer: "Ben bu yüzden bir takım (Hudeybiye barışına aykırı) işler yaptım." dedi.[ el-Bidaye ve'n-Nihaye c,4, s.200]
2- Zi’s-Sedye'nin katline dair destur:
Ebu Ya'la ve diğerleri naklediyor ki: Allah Resulü zamanında sahabeden biri ibadet ve itaat açısından herkesi hayrete düşürmüştü. Olayı Allah Resulü’ne arzettik, ama o şahsı tanıyamadı; sonra özelliklerini sıraladık, yine tanıyamadı. Bu sırada adam geliverdi. Allah Resulü’ne "Bu, konuştuğumuz adamdır." dedik.
Hz. Peygamber (s.a.a): "Siz öyle bir adamdan bahsediyorsunuz ki alnında şeytandan siyah bir leke var." diye buyurdu. Söz konusu adam geldi ve kimseye selam vermedi. Allah Resulü ona:
"Seni Allah'a yemin veriyorum ki acaba meclise girdiğin zaman kavmin arasında senden daha üstün ve daha iyi birisinin olduğunu hiç düşünmedin mi? diye sordu.
Adam: "Ey Allah’ım! Niçin böyle bir şahsın olmadığını düşüneyim ki?" diye cevap verdi. Sonra namaz kılmaya başladı. Allah Resulü (s.a.a): İçinizde bu adamı öldürecek birisi var mı? diye sordu. Ebu bekir "Ben varım." dedi. Ama onu namaz hâlinde görünce,
"Acaba namaz kılan birini mi öldüreyim?" diye düşündü (ve onu öldürmekten vazgeçti). Resülullah tekrar "Bu adamı öldürecek birisi var mı?" diye buyurdu. Ömer ben diye ileri atıldı.
Ama onu secde hâlinde görünce Ebu Bekir benden daha üstündür diyerek geri döndü. Hz. Peygamber ona ne yaptın diye sorduğunda, Ömer, "Ben onu secde hâlinde görünce öldürmek istemedim." Hz. Peygamber "Bu adamı öldürecek kim var." diye tekrarladı. Bunun üzerine Ali (a.s) onu öldürmeye hazır olduğunu bildirdi.
Hz. Peygamber (s.a.a) "Sen onu öldüreceksin, elbette onu bulabilirsen." diye buyurdu. Ali (a.s) adamın ardı sıra gitti; ama onu mescitte bulamadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) "Eğer o öldürülmüş olsaydı hiçbir zaman ümmetimden iki kişi arasında ihtilâf çıkmazdı." buyurdu.
3- Müminleri Cennetle Müjdeleme Olayı:
İlâhî hikmet gereği Hz. Peygamber'in (s.a.a) insanlara "Kim muvahhit ve kalbi imanla sakinleşmiş bir şekilde Allah'ın huzuruna varırsa, cennete girecektir." müjdesini vermelidir.
Hz. Peygamber (s.a.a) müminlerin imanlarını derinleştirmek ve inanmayanları ise, imana ve tevhide teşvik amacıyla bu ilanı yapmak istiyordu. Alah'ın Resulü, bu müjdeyi halka ulaştırmak üzere Ebu Hureyre'yi görevlendirdi. Ebu Hureyre şöyle anlatıyor:
"Benim (bu iş için) ilk karşılaştığım şahıs Ömer b. Hattap idi. Bana nereye gidiyorsun? diye sordu. Olayı ona anlattım. Ömer göğsüme öyle vurdu ki kendimi yerde buldum. Bana " Ey Ebu Hureyre! Geri dön." dedi. Bunun üzerine ben Allah Resulü'nün huzuruna geri döndüm. Ömer de arkamdan geliyordu. Hazret buyurdu ki: "Ey Ebu Hureyre! Ne oldu? Olayı anlattım. Allah Resulü (s.a.a) Ömer'e "Ey Ömer! Neden böyle yaptın?" diye sordu.
Ömer "Ey Allah Resülü! dedi "Acaba siz Ebu Hureyre'yi "Kim Allah'ın huzuruna Lailaheillallah kelimesine yakin eder bir hâlde varırsa cennete girecektir." diye ilan etmesi üzere görevlendirdiniz mi? Hz. Peygamber "evet" dedi. Ömer "Bu desturu geçersiz kıl, halkın bu söze dayanarak amelden vazgeçeceklerinden endişeneliyorum." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber de desturu iptal kıldı.[Sahih-i Müslim, c.1, s.44; Siretu Ömer, İbni Cevzi, 38; Şerh-i İbn Ebi'l-Hadid, c,3, s.108 ve Fethu'l-Bari, c.1, s.184]
4- Usame ordusuna katılma:
Hz. Peygamber'in (s.a.a) emrine rağmen yapılan içtihatlardan bir diğeri, onun ısrarına rağmen Usame'nin ordusuna katılmamakta diretmektir. Daha önce bu konu hakkında bilgi verdik.
5- Vasiyet yazma isteği:
İçtihatlardan bir diğeri Hz. Peygamber'in (s.a.a) vasiyet yazmak isteğine karşı yapılan girişimdir. Bu konuya da geçen sayfalarda değindik.
HZ. PEYGAMBER'DEN SONRA NASSA KARŞI İÇTİHAD
Nassa karşı içtihadı savunanlardan bir çoğu, bu işlerinden vazgeçmediler ve bu görüşü pekiştirmek amacıyla ellerinden geleni yaptılar. Bunlardan birkaç örneğe işaret ediyoruz:
a) Teravih Namazı
Ehlisünnet'in hadis kaynaklarında Abdurrahman b. Abdulgari'nin şöyle dediği nakledilir:
"Ömer b. Hattap ile birlikte bir ramazan gecesi mescide girdik. Ömer herkesin dağınık bir şekilde nafile
namazı kıldığını görünce "bana göre bu topluluk teravih namazını bir imam arkasında cemaatle kılarsa daha iyi
olur." dedi. Bu yüzden cemaatle kılmaları için herkesi Ubey b. Ka'b'ın arkasında topladı. Ben başka bir gece
Ömer ile birlikte mescide gittiğimde halkın Teravih namazını bir imam arkasında cemaat ile kıldığını gördük.
Ömer, " Benim bu amelim, iyi bir bidattir…" dedi.[Tertibu'l-Ayn, s.72]
Bir çok karineye dikkat edildiğinde ramazan ayının nafile namazlarını "teravih namazı" adıyla cemaatle kılmanın İslâm şeriatında yeni bir şey olduğu ve dinle hiçbir alakası olmadığı anlaşılır. Buna nas karşısında içtihattan başka bir şey denilemez.Ömer b. Hattab'ın "bid'at" lafzını kullanması teravih namazının cemaat ile kılınmasının İslâm şeriati ile bağdaşmadığına dair iyi bir tanıktır.
Halil b. Ahmed diyor ki:
"Be-de-a" önceden olmayan bir şeyin sonradan icadı demektir... Bidat bir şeyi Allah Resulü'nden sonra heves
üzere ortaya çıkarmaktır.[ Tertibu'l-Ayn, s.72]
Firuz Abadi şöyle diyor:
"Bidat, dinin ikmalından sonra, dinde yeni bir şeyin ortaya çıkması veya Allah Resulü'nden sonra, heves ve
davranış yüzünden yeni bir şeyin icadından ibarettir."[el-Kamusu'l-Mühit, c.3, s.2]
İbn Hacer Askalanî diyor ki:
"Bidatin aslı, önceden örneği olmayan bir şeyin ortaya çıkmasından ibarettir… "[Fethu'l-Bari, c.4, s.253]
İbn Hacer Haysemi şöyle yazıyor:
"Bidat lugatte, icat edilen şeyden ibarettir ve şeriatta şer'î emre aykırı bir şeyin ortaya çıkmasıdır."[ el-Fetave'l-Hadisiyye, İbn Hacer, s.205]
b) Nafilenin Cemaatle Kılınması ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) Sakındırması
Teravih namazının İslâm şeriatına aykırılığı, Hz. Peygamber'den müstehap namazların evde kılınmasına dair nakledilen hadislerle pekişir.
İbn Kudame şöyle yazıyor:
"Müstehap namazı evde kılmak daha faziletlidir; çünkü Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyuruyor: Namazlarınızı
evde kılın, zira erkeğin en iyi namazı, farz namaz dışında, evde kıldığı namazdır…"
Bu hadisi Müslim de nakletmiştir.[el-Mana, İbni Kudeme, c.1, s.775]
İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Ramazan ayının orucu farzdır, ama ramazan ayının müstehap namazlarını cemaatle kılmak bidattir. Allah
Resulü ramazan ayının gecelerinde müstehap namazları cemaatle kılmamıştır. Eğer bu iş iyi olsaydı onu terk etmezdi. Ramazan ayının bazı gecelerinde müstehap namazları mescitte tek başına kılıyordu. Ama, ona uyan
bir grubu arkasında görünce, kendi evine gitti ve üç gece kendi evinde müstehap namazları kıldı ve sonraki
günün sabahı mescide geldi ve minbere çıktı. Allah'a hamdüsena-dan sonra şöyle buyurdu: Ey halk! Nafile
namazını ister ramazan ayında olsun, ister başka aylarda, cemaatle kılmayın; zira bidattir... bidat dalalettir ve her dalaletin sonu ateştir. Sonra minberden aşağı indi ve şöyle buyurdu: Sünnet üzere yapılan az amel, bidat üzere yapılan çok amelden daha üstündür."[Tenzihu'l-Ahkam, c.3, s.69 ve Vesailu'ş-Şia, c.5, s.192, Hadis: 1]
c) Emirü'l-Müminin ve Teravih Namazından Sakındırma
İbn Ebi'l-Hadid şöyle naklediyor: Halk Kufe'de Emirü'l- Müminin'in etrafında toplandıktan sonra ondan, teravih namazı için bir imam tayin etmesini istediler; böylece ramazan gecelerinin müstehap namazlarını onunla kılacaklardı. Ali (a.s) onları bu amelden sakındırdı, onlara bunun sünnete aykırı olduğunu anlattı. Halk Ali'nin etrafından dağıldı ve müstehap namazları cemaatle kılmak için kendileri bir imam tayin ettiler. hHber Ali'-ye (a.s) ulaştı. O, oğlu Hasan'ı (a.s) elinde bir kırbaçla onlara gönderdi. Topluluk onu görür görmez mescidin kapısına doğru kaçmaya başladı. Kaçarken şöyle diyorlardı: Ya Ömerah![ Şerh-i Nehcü'l-Belağa, c.12, s.283]
d) Hac Mut'ası ve Kadınlarla Mut'a
Hz. Peygamber (s.a.a) mut'ayla amel etmiştir ve Allah onu emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Sonra emin oldunuz muktadir bulundunuz mu, hacc zamanına dek umre yapmak isteyen, gücü neye yeterse
kurban eder. Buna imkan bulamıyan üç gün hacda, yedi gün de dönünce oruç tutar, işte bu, tam on gündür. Bu da ayali Mescid-i Haram'da olmayan içindir."[Bakara, 196]
Kadınlarla mut'anın Allah tarafından yasalaştırıldığında şüphe yoktur. Müslümanlar, Allah Resulü zamanında onunla amel ediyorlardı. Ama bir gün Ömer hilâfeti zamanında minbere çıkarak şöyle dedi:
"Allah Resulü zamanında iki muta vardı ki ben sizleri ikisinden de sakındırıyorum. Onu yapanı cezalandıracağım. Biri kadınlarla mut'a ve diğeri hac mut'asıdır."[Tefsir-i Fahri Razi, c.2, s.1678; Ahkamu'l-Kur'ân, Cessas, c.1, s.342; Tefsir-i Kurtubi, c.2, s.27; Zadu'l-Mead, İbni Kayyum, c.1, s.444; Kenzü'l-
Ummal, c.8 S293; Sünen-i Beyhaki, c.7, s.206; el-Meğazi, İbn Kudeme, c.7, s.527]
e) Ezanda Değişiklik
Malik, Muvatta'da şöyle naklediyor:
"Bir sabah müezzin Ömer b. Hattab'ın yanına geldi; Ömer'i uyur hâlde gördü; bu yüzden şöyle seslendi: es-
Salat-u hayrun mine'n-nevm, yani namaz uykudan daha iyidir. Ömer b. Hattab uyandıktan sonra bu cümlenin ezana eklenmesi yönünde emir verdi."[el-Muvatta, İmam Malik, Hadis: 151]
Zerkani, Muvatta'nın şerhinde şöyle yazıyor:
"Ömer b. Hattab, müezzinine şöyle emretti: Ezan okurken Hayye ale'l-felah cümlesine ulaştığında es-
Salat-u hayrun mine'n-nevm söyle."
Şevkani şöyle yazıyor:
"Sahih kanallarla elimize ulaşan hadislere göre Hayye ale hayri'l-amel cümlesi Resulullah (s.a.a) zamanında
ezanın bir parçası idi ve Ömer'in zamanına kadar ezandan çıkarılmadı."[Neylu'l-Evtar, c.2, s.39]
Muttaki Hindi şöyle yazıyor:
"Bilal sabah vaktinde Hayye ale hayri'l-amel diyordu."[Muntehab-u Kenzi'l-Ummal, c.3, s.276]
Beyhaki, kendi senediyle Bilal'den şöyle naklediyor:
"O sabah vaktinde, ezanın sonunda Hayye ala hayri'lamel diyordu."[es-Sünenü'l-Kubra, c.1, s.425]
Kuşçi, şerh-i Tecrit'te şöyle yazıyor:
"İkinci Halife minberde şöyle dedi: Allah Resulü'nün zamanında üç şey helal idi; ama ben onları yasakladım
ve onları yapanları cezalandıracağım: Kadınlarla mut'a, hac mut'ası ve Hayye ala hayri'l-amel." [Şerhu't-Tecrid, Kuşçi, s.201]
f) İmam Ali (a.s) ve Aişe'nin Ayaklanması
Nassa rağmen içtihadın bir başka örneği, Aişe'nin Ali'ye (a.s) karşı ayaklanmasıdır. Yüce Allah, Hz. Peygamber'in (s.a.a) eşlerine şöyle emrediyor:
"Ve evlerinizde oturun ve ilk cahiliyet devrinde olduğu gibi sokaklara çıkmayın"[Ahzab, 33]
Ne yazık ki, tarihteki tanıklar incelendiğinde, ümmetin Ali'yi (a.s) ittifakla seçmelerine ve onunla biat etmelerine rağmen Aişe ona karşı ayaklandığı ve Yüce Allan'ın emrinin aksine evinden çıktığı görülür. Bu olay Aişe'nin nassa rağmen nasıl içtihat ettiğini açıkça gözler önüne sermektedir.
g) Muaviye'nin İçtihadı
Ehlisünnet kaynaklarında şöyle gelmiştir: Ebu Derda, Muaviye'ye faiz almasına, altın ve gümüş kaplarda içecek içmesine itiraz etti ve buna Allah Resulü'nün hadisini delil olarak gösterdi. Ama Muaviye cevapta şöyle dedi: "Ben bu amelde hiçbir sorun görmüyorum."[Malik, Muvatta, c.2, s.59; Sünen-i Neseî, c.7, s.279 ve c.5l, s.270]
Ehlisünnet Medresesi ve Ali'yi (a.s) Hakkından Uzaklaştırmak İçin Öne Sürdükleri Bahaneler
Ehlisünnet medresesi, Ali'yi (a.s) meşru hakkından uzaklaştırmak için bazı mazeretler öne sürmüşler. Ancak bu mazeretler bile sahabenin Ali'nin hilâfetini hak bildiklerini, ama bazı nedenlerden ötürü karşı geldiklerini gösterir.
Bu mazaretlerden bazılarına işaret ediyoruz:
1- Kureyş'in hoşlanmaması:
Ömer b. Hattap'dan Benî Haşim'in hilâfet meselesindeki itirazına karşı şöyle cevap verdiği nakledilmiştir:
"Kureyş hilâfetin bir ailede toplanmasından hoşlanmıyor."
Bu kanıtın reddinde İbn Abbas'tan nakledilen cevaptan daha iyisi olamaz. İbn Abbas şöyle dedi:
"Eğer Kureyş'in kendisi için seçtiği bu hilâfeti, Allah da onlar için istiyorduysa, Kureyş kendi hakkına ulaşmış
demektir; ancak hilfet onlar için ilâhî bir hak değildiyse, sırf bir kavmin hoşlanmaması yüzünden, hakkın hak
sahibine verilmemesi ne anlama gelir? Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Bu da, indirdiğine hoşlanmadıklarındandır,
artık o da yaptıklarını mahvetmektedir."[Tarihi Taberî, c.4, s.224, Muhammed, 9]
2- Arapların Ali'yi (a.s) tahammül etmemeleri:
Bazen Ehlisünnet medresesi Araplar Ali'ye (a.s) tahammül etmemelerini mazeret olarak görürler.[Tabakatu'l-Kubra, c.5, s.20]
Cevapta şöyle deriz: Eğer Ali (a.s) hak üzere ise bazılarının ona tahammül etmeyişi, onun hakkından mahrum edilmesini gerektirmez. Kaldı ki, acaba Araplar Ali'den (a.s) başkasını tahammül ettiler mi? Tarih kitaplarında Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra bir grubun dinden çıktığı, diğer bir grubun ise
halifeye itaatten kaçındığı ve itaatsizliklerini zekât ve sadaka vermeyerek ilan ettiklerini, bir grubun açıkça Ebu Fusey'le biat etmeyeceklerini,[el-İsabe, c.3, s.357]
ensarın çoğunun Ali'den (a.s) başkasına biat etmeyeceklerini söyledikleri yer alır.[Tarihi Taberî, c.3, s.257 ve 380]
Halifeler medresesinin iddia ettiği gibi Arap kabileleri Ali'ye (a.s) karşı asi değildiler; aksine onlar Ali'den (a.s) başka hiç kimseyi hilâfete layık görmüyorlardı. Arapların Ali'ye (a.s) tahammül etmedikleri, nasıl iddia edilebilir? Üstad Hızri "Tarihu'lÜmemi'lİslâmeyye" adlı kitabında şöyle yazıyor:
"Ehlibeyt'in hilâfetinin İslâm ümmetinin geneli nezdinde mahbubiyetinde hiç bir şüphe yoktur; halk arasında
onlardan daha çok hiç kimseye bağlılık ve itaat yoktu… Bu yüzdendir ki ikinci asrın başlarında, Ehlibeyt-
'e yapılan davet başarılı olmuştur."[Tarihu'l-Ümemi'l-İslâmiyye, s.497]
3- Küçük yaşta olması:
Ömer b. Hattab, İbn Abbas'ın cevabında dedi ki:
"Ben halkın Ali'yi menetmeleri için, kavminin onun yaşını küçük bulmalarından başka bir delil olduğunu
zannetmiyorum."
İbn Abbas cevapta şöyle dedi:
"Ama Yüce Allah onu hilâfet için seçtiği zaman, yaşı küçük görmedi."
Nassa Rağmen İçtihat Düşüncesinin Yayılışının Sebepleri
Hz. Peygamber'in (s.a.a) sahabesinin, onunla işbirliği yapmaları, İslâm'ı yaymaları ve bu yolda birçok zorluklara katlanmaları, onları ihtiram ve övgüye layık kılmıştır. Ama aralarında nass karşısında içtihat yapmaya eğilimli kimseler vardı. Hz. Peygamber (s.a.a) ölüm yatağında bile, bunlardan kaynaklanan
bir çok sıkıntıya katlanmak zorunda kaldı. Bu düşüncenin yayılış sebeplerini şu şekilde beyan edebiliriz:
a) Bu düşünce, insanın idrak ettiği maslahata uygun bir şekilde ahkamda tasarruf etme yönündeki doğal eğilimiyle örtüşür.
b) Hilâfet mektebi mensupları, Ehlibeyt kapısını kendi yüzlerine kapadılar. Diğer taraftan İslâm ümmeti arasında ortaya çıkan bir çok değişik meseleyle karşılaştılar. Bunları cevaplayacak ilme sahip olmadıklarından nass karşısında içtihat yapmaktan başka çareleri yoktu.
c) Hz. Peygamber ( s.a.a) hayatı döneminde zorluk ve engellerle, bizzat kendisi ilgilenir, hallederdi. Ama onun vefatından sonra İslâm ümmetinin genişlemesiyle yeni meseleler ortaya çıktı. Şia'ya göre Hz. Peygamber (s.a.a), imamı, bu görev için seçmiştir.
d) Müslümanlar, halifenin iki güce sahip olmasını şart biliyorlardı. Biri siyasi güç (savaş, barış ve devletin idaresiyle ilgili şeyler) ve diğeri ilmî güçtür (yani Kur'ân ve sünnete göre fetva verebilmek). Bu yüzden halifeyi "muhaddis" olarak biliyorlardı. Birinci ve ikinci halife, bu gerçek (yani Müslümanların halifeden
olan beklentileri) gereği şer'î hükümleri Kur'ân ve sünnetten beyan ediyorlardı. Bilmedikleri bir şeyle karşılaştıklarında sahabeye başvururlardı.
Halifeler, bir çok meselede yanlış yaptıkları, toplumsal makam ve saygınlıklarını tehlikede gördükleri için "maslahat" ve "sahabenin, özellikle halifenin içtihadının geçerliliği" meselesini söz konusu ettiler.
Nass Karşısında İçtihadın Hükmü
Kesin deliller gereği, hiç kimse Allah'ın dininde müdahale hakkına sahip değildir. Bunun, kitap, sünnet ve biset tarihi araştırıldığında açıkça bilinen bir husus olduğu ortaya çıkar.
Nass karşısında, örneğin Ali'nin (a.s.) velâyeti karşısında içtihat etmenin yanlış olduğu hususunda şu ayetlere bakılabilir:
"Ey inananlar! Allah'ın ve Resulü'nün önüne geçmeyin ve çekinin Allah'tan; şüphe yok ki Allah, her şeyi duyar, bilir."[Hucurat, 1]
Yüce Allah Hz. Peygamber (s.a.a) hakkında şöyle buyuruyor:
"Ve eğer bize isnat ederek bazı lafları etseydi elbette onu kudretimizle alırdık. Sonradan elbette şah damarını
çeker koparırdık."[Hakka, 43-46]
"Allah ve Resulü, bir işe hükmetti mi erkek olsun, kadın olsun, hiçbir inananın, o işi istediği gibi yapmakta
muhayyer olmasına imkan yoktur ve kim Allah'a ve Peygamberine isyan ederse gerçekten de apaçık bir sapıklığa düşmüş, sapıtıp gitmiştir."[Ahzab, 36]
Ve sana da, önceki kitabı gerçekleyen ve ona, emin bir tanık olan kitabı, gerçek olarak indirdik. Artık aralarında, Allah'ın indirdiğine göre hüküm ver ve sana gelen gerçekten dönüp onların isteklerine uyma…"[Mâide, 48]
"Fakat öyle değil; andolsun rabbine ki onlar iman etmiş olmazlar aralarında çıkan ihtilâflarda seni hakem
etmedikçe ve sonra da yüreklerinde hiçbir sıkıntı, üzüntü duymadan verdiğin hükmü kabul eylemedikçe ve
tamamıyla sana teslim olmadıkça."[Nisâ, 65]
"Biz her Hz. Peygamberi ancak Allah izniyle ona itaat edilsin diye gönderdik."[Nisâ, 64]
"Ey inananlar, Allah'a itaat edin, Resul'e ve sizden olan ululemre itaat edin." Nisâ, 59[]
"Ve Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer; seçmek, onlara ait bir hak değildir; münezzehtir Allah ve yücedir şirk
koştukları şeylerden."[Kasas, 68]
"Ve kimler Allah'ın indirdiği hükme göre hüküm vermezlerse, onlardır Tanrı buyruğundan çıkanların ta kendileri."[Mâide, 46]
"Ve kimler Allah'ın indirdiği hükme göre hüküm vermezlerse, onlardır kafirlerin ta kendileri."[Mâide, 45]
"Ve kimler, Allah'ın indirdiği hükme göre hüküm vermezlerse, onlardır kafirlerin ta kendileri."[Mâide, 44]
"De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri yanımda da demiyorum, gaybi bilirim, ben bir meleğim de demiyorum.
Ben yalnız bana vahyedilen şeye uymadayım."[En'am, 50]
"Ve kendi dileğiyle söz de söylemedi. Sözü ancak vahyedilen şeyden ibarettir."[Necm, 3-4]
Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor:
"Elbette ben, size Kur'ân'ın helal ettiğinden başkasını helal etmiyorum; size Kur'ân'ın haram ettiğinden başkasını haram etmiyorum."[ Tertib-i Müsned-i İmam Şafiî, c.1, s.20 ve en-Nihaye, İbn Esir, c.4,
s.332 vs.]
Şia Öncülerinden Bazılarının Kısaca Hayatı
1- Selman-ı Farisî
Selman-ı Farsi aslen İranlıdır ve İsfahan'ın "Ci" veya Fars'ın "İstehr" veya "Ramhormuz" şehrindendir. OZerdüşt dininde yaptığı araştırmadan sonra, Hıristiyanlığa iman getirdi. Hendek Savaşı'ndan önce de Müslüman oldu. O, Hz. Peygamber'in (s.a.a) sadık, maruf ve fedakar yaranındandır. Muhacir ve ensar, onu
kendilerinden bildiği hâlde Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Selman biz Ehlibeyt'tendir."
Selman Hz. Peygamber'in ailesine katılma şerefine ulaştıktan sonra sahabe arasında özel bir mevki ve konuma sahip oldu. Selman gazvelerin hepsinde Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanında müşriklerle savaşıyordu.[et-Tabakatu'l-Kubra, c.4, s.93]
O, Peygamber'in (s.a.a) hayatında Ali'nin (a.s) taraftarlarından idi. Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra, Ebu Bekir'in hükümeti döneminde Farsça şu maruf sözünü söyledi: "Yaptınız ve yapmadınız." Böylece Ali'ye (a.s) uymayanları eleştirdi. Selman Ali'nin (a.s) en sağlam yaranlarından ve sadık ilk dört Şiîlerinden biridir.[Şerh-i Nehcü'l-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, c.2, s.1 ve, c.2, s.39]
Onun saf davranı ve Ali'yi (a.s.) desteklemesi vatandaşlarının (İranlıların) İslâm'a ve Şiîliğe yönelişinde şüphesiz etkili olmuştur.
2- Ebuzer-i Gaffari
Ebuzer İslâm'dan öncede muvahhid idi. O, Hz. Peygamber'in (s.a.a) Mekke'deki davetini ve Kur'ân ayetlerini işittikten sonra Müslüman oldu.Tarihçiler, onu beşinci Müslüman olarak biliyorlar. İslâm'ı
tebliğ yolunda karşılaştığı tehlikeli durumdan ötürü Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından kendi kabilesinde tebliğle görevlendirildi. Ebuzer, Hz. Peygamber (s.a.a) nezdinde özel bir mevkiye sahipti.[et-Tabakatu'l-Kubra, c.4, s.222]
Ebuzer Üçüncü Halife zamanında halife ve yakınlarının yaptığı israfa özellikle "Mervan'a" itiraz etti. Bu yüzden halife onu "Rebeze" denilen küçük bir köye sürgün etti. Sürgüne gönderilirken Ali (a.s) ve evlatları onu uğurladılar…
O, Hz. Peygamber'in (s.a.a) sadık yaranlarından idi. Hz. Peygamber (s.a.a) onun hakkında şöyle buyurmuştu:
"Aferin Ebuzer'e ki, yalnız yol gidecek; yalnız ölecek ve yalnız dirilecektir."[et-Tabakatu'l-Kubra .c4, s.235 ve el-Meğazi, c.3, s.762]
Doksan üç veya doksan dört yaşında Sıffin Savaşı'nda Ali'nin (a.s) yanında Muaviye'ye karşı savaştı ve şahadetiyle Muaviye'nin ordusu arasında şüphe uyandırdı.[ et-Tabakatu'l-Kubra, c.3, s.253]
Ali (a.s) safında yer alma hususunda şüphe eden bazı askerlerin de güveni arttı. Ammar, İmam'ı savunanların ve ilk dört Şiînin dördüncüsü olarak bilinir.
5- Huzeyme b. Sabit
Huzeyme, ensardan ve Evs kabilesinden idi. Hz. Peygamber (s.a.a) onun şahitliğini iki kişinin şahitliğine eşit saymıştır; bu yüzden ona "Zu'ş-Şehadeteyn" lakabı verildi. Mekke fethinde Benî Hutbe kabilesinin bayrağını taşıyordu. Cemel ve Sıffin savaşlarına katıldı ve Muaviye'nin askerleri tarafından şehit edildi.[et-Tabakatu'l-Kubra, c.4, s.378]
Ali'ye (a.s) biat edilirken ensarın temsilci ve ikinci konuşmacı olarak söz aldı. Bu konuşma onun Ali'ye (a.s) olan ihlas ve imanını gösteriyor. Yakubi şöyle yazıyor:
"...Sonra Huzeyme b. Sabit Zu'ş-Şahadeteyn ayağa kalktı ve şöyle dedi: Ey Müminlerin Emiri! İşlerim için
senden başkasını bulmadım ve dönüş senden başkasına olamazdı. Eğer senin hakkında doğruyu söyleyecek
olursam, sen iman ve ilimde diğerlerinden daha üstünsün. Allah'a en çok bilgisi olan ve Allah Resulü'ne müminlerin en layığısın. Onların sahip olduğu şeylere, sen sahipsin; ancak senin sahip olduğun şeylere onlar sahip değiller."[Tarih-i Yakubî, c.2, s.179]
6- Berâ b. Azib
Berâ b. Azib, ensarın büyüklerinden ve Hazrec kabilesinden idi. On beş veya on sekiz gazveye katılmıştır. Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra Ali'nin yanında yer aldı. Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarına katıldı. Mus'ab b. Zübeyr zamanında Kufe'de vefat etti.
7- Ebu'l-Haysem Tayyihan
O, Birinci ve İkinci Akabe antlaşmasında Mekke'de Hz. Peygamber'in (s.a.a) huzuruna vardı. Medine'ye dönüşünde İslâm'ı tebliğe başladı. Bütün gazvelerde Hz. Peygamber'in yanındaydı. O, Hz. Peygamber'in (s.a.a) kendilerini İsa'nın havarileri gibi saydığı on iki nakib (lider) ensardan biriydi.[ el-Tabakatu'l-Kubra, c.3, s.447]
Ebu'l-Haysem, ensarın temsilcisi olarak Ali'ye (a.s) biat edenilk şahıstır.[Tarih-i Yakubî, c.2, s.178]
Bir nakle göre, Sıffin Savaşı'nda şehit oldu.
8- Halid b. Said b. As b. Ümeyye b. Abduşşems
Halid, Hz. Peygamber'e iman getiren dördüncü veya beşinci, kendi kabilesinden ise ilk iman getiren kimsedir. O Habeş'e yapılan her iki hicrette de vardı. Döndükten sonra Mekke fethine, Huneyn, Taif ve Tebük gazvelerine katıldı. Daha sonra Hz. Peygamber tarafındanYemen halkından zekat toplamakla görevlendirildi
ve oraya gitti.[el-İstiab, c.2, s.42]
Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra Medine'ye döndü ve Ebu Bekir'e biatten kaçındı ve Ali b. Ebu Talib'e katıldı. O Ali (a.s) ile biat ettiğinde şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki insanlar arasında senin dışında Hz. Peygamber'in yerini alacak daha layık birisi yoktur."[Tarih-i Yakubî, c.2, s.133]
O, bazılarına göre Ebu Bekir zamanında, bazılarına göre ise İkinci Halife döneminde, hicretin on dördüncü yılında şehit oldu.
9- Ebu Eyyub Ensari
Ebu Eyyub, Akabe'de Hz. Peygamber'le biat etti. Hz. Peygamber (s.a.a) Medine'ye girişinde, kendisi için bir ev yapılıncaya kadar onun evine yerleşti. O, savaşların hepsinde Hz. Peygamber'le (s.a.a) birlikteliğini koruyor ve İslâm'ı savunuyordu.[Tarih-i Yakubî, c.2, s.178]
Ebu Eyyub, Osman'ın ölümünden sonra Ali'nin (a.s) taraftarı olarak bilinen ilk şahıslardandır. Ali (a.s) tarafından Medine valiliğine atandı.
Ebu Eyyub, Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarında Ali'nin (a.s) yanındaydı. Ali'ye (a.s) yardım etmeleri için Kufe halkına yaptığı konuşmalar onun Ali'ye (a.s) karşı ihlas ve bağlılık derecesini gösterir. Hicri elli iki yılında vefat etti ve Konstantaniye duvarı kenarında defnedildi.
10- Huzeyfe b. Yeman
Huzeyfe, ensardan Hz. Peygamber'in (s.a.a) en seçkin yaranlarından biriydi. Hadis ravilerindendir. Hz. Peygamber'in (s.a.a) bütün gazvelerine katılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.a) zamanında Ali'nin (a.s) taraftarlarından ve ondan sonra onun savunucularından olmuştur.
Evlatları, Ali'yi (a.s) savunma yolunda Sıffin Savaşı'nda şehit oldular. Hicri otuz beş yılında Medine'de vefat etti.
11- Osman b. Huneyf
O, ensardan ve Evs kabilesindendir. Tirmizî onu Bedir ashabından saymıştır. Ama diğer ravilere göre o Bedir Savaşı dışında Hz. Peygamber'in (s.a.a) bütün gazvelerine katılmıştır.[el-İsabe, İbn Hacer, c.2, s.45]
Üçüncü Halife'nin öldürülmesinden sonra Ali'nin (a.s) yanında yer aldı ve Basra valiliğine atandı.
Cemel ashabı Basra'ya girmek istedikleri zaman, ilk önce Ali'yi (a.s) bekleyeceklerine dair Osman b. Huneyf'le anlaştılar; ama sözlerini tutmadılar, ona saldırıp sakallarını kazıdılar. Muhafızlarıöldürerek beytülmali yağmaladılar.[el-Meğazi, c.2, s.295]
Daha sonra Osman b. Huneyf Kufe'ye yerleşti ve Muaviye zamanında vefat etti.
12- Sehl b. Huneyf
Sehl, ensar ve Evs kabilesine mensuptur. Bütün gazvelere katılmıştır. Hz. Peygamber'le ölüm üzere ahitleşen sayılı şahıslardan biridir.[et-Tabakatul Kubra, c.3, s.471, el-İstiab, c.2, s.662]
O, Vadi'l-Kura Savaşı'nda Hz. Peygamber'in (s.a.a) bayraktarlarındandı.[el-Meğazi, c.2, s.542]
Hz. Peygamber (s.a.a) Ali'yi (a.s) "Saly" puthanesini yok etmek için gönderdiği Fuls Savaşı'nda, Ali'nin
(a.s) bayraktarı idi.[el-Meğazi, c.3, s.75]
Sehl, Ali'nin (a.s) vefalı yaranlarından olup, onunla birlikte Medine'den Basra'ya doğru hareket etti. Cemel ve Sıffin savaşlarına katıldı.[et-Tabakatu'l-Kubra, c.3, s.473]
13- Ebu't-Tufeyl
Uhud Savaşı sıralarında dünyaya geldi; o muhacir çocuğuydu. Sekiz yıl Hz. Peygamber (s.a.a) dönemini idrak etti ve Hz. Peygamber'i (s.a.a) ziyaret şerefine ulaştı. Ali'nin (a.s) ihlaslı yaranlarındandı, Ali'nin (a.s) bütün savaşlarına katıldı. Ali'nin (a.s) şahadetinden sonra Mekke'ye yerleşti ve vefat edinceye kadar
orada kaldı. Bazıları ise onun Kufe'ye yerleştiğini söylemiştir.
Ebu't-Tufeyl, Ali'nin (a.s) Şeyheyn'den (Ebu Bekir ve Ömer) daha üstün olduğuna inanıyordu. Onu İmam'ın yaranları arasında şair, akıllı, fazıl, fasih ve hazır cevaplı birisi olarak bilmişlerdir.[el-İstiab, Terceme-i Ebu'l-Tufeyl]
Şimdiye kadar adı geçen sahabenin dışında aşağıdaki isimler de sıralanabilir:
– Hind b. Ebu Hale Temimi
– Cu'de b. Cebire
– Hucr b. Adiy Kindi
– Amr b. Hamık el-Huzai
– Cabir b. Abdullah Ensari
– Muhammed b. Ebi Bekir
– Eban b. Said
– Zeyd b. Sûhan Zeydi.
HZ. PEYGAMBER’DEN (S.A.A) SONRA İHTİLÂFIN ÇIKIŞ NEDENLERİ
Hz. Peygamber (s.a.a) dönemi incelendiğinde ümmet arasında farklı iki temel yöntemin olduğu görülür. Bu metot farklılığı inanç konularında bile kendini göstermiş ve İslâm ümmetini biri çoğunluk, diğeri de azınlık olmak üzere iki gruba bölmüştür.
İslâm ümmetinin ihtilâf ve bölünme kaynağı, Hz. Peygamber’den (s.a.a) gelen naslar karşısında sergilenecek tavır ve yöntem olmuştur.
Azınlık grup, Allah'tan ve Hz. Peygamber’den gelen hükümler karşısında mutlak bağlılığa inanıyor ve şu delilleri kanıt olarak gösteriyorlardı:
a) Şer’î hükümler, yüce Allah’tan geldiği için kutsal ve saygındırlar.
b) Şeriat kurucusuna itaat edilmeli, ona karşı gelinmemeli. Çünkü yüce Allah bir çok ayette Allah ve Resulü’ne (s.a.a) itaati gerekli kılmıştır. Örneğin yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah ve Resulü'ne itaat edin."[Enfal, 20 ve 46. ayet]
Bir başka ayette şöyle buyuruyor: "Resulün sizin için getirdiği her şeyi alın ve nehyettiği her şeyden kaçının."[Haşr, 7]
c) Kur'ân ve sünnette bütün hükümler açıklanmıştır. Bu yüzden şeriatı tamamlayıcı hiçbir şeye ihtiyaç yoktur. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Biz sana Kur'ân'ı her şeyi açıklayıcı olarak indirdik."[Nahl, 89]
İkinci grup, Hz. Peygamber’i (s.a.a) sıradan bir beşer olarak görüyor, kamil olduğunu kabullenmiyor ve yaptığı bazı şeylerin yanlış olduğuna inanıyorlardı. Bu yüzden Hz. Peygamber'in (s.a.a) emirlerini kutsal ve saygın kabul etmiyor; emirleri karşısında görüş bildirip içtihat ediyorlardı. Şimdi bu grubun varlığını
ortaya koyan birkaç şahit getiriyoruz:
a) Kur'ân'dan Örnekler
1- Allah'ın şu buyruğu:
"Ey inananlar! Size ne oldu da Allah yolunda savaşa çıkın dendiği zaman olduğunuz yerde mıhlanıp kaldınız.
Ahireti bıraktınız da dünya yaşayışına mı razı oldunuz?"[Tevbe, 38]
2- Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Onlardan öyleleri de vardı ki Peygamber’i incitirler ve o derler, her söyleneni dinliyen bir kulak adeta."[Tevbe, 61]
3- Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Ve onlar bir alış-veriş yahut eğlence görünce ona gidip dağıldılar ve seni ayakta bıraktılar; deki: Allah'ın katındaki daha da hayırlıdır, alış-verişten ve eğlenceden ve Allah, verenlerin en hayırlısıdır."[ Cum'a,11]
b) Hadislerden Örnekler
1- Hudeybiye Barışı:
Hicretin altıncı yılında, Hz. Peygamber (s.a.a) Allah'ın evini ziyaret etme arzusundaydı. Bu yüzden bir kısım sahabeyle Ümre için Mekke seferine hazırlandılar. Hudeybiye denilen yere ulaştıklarında Kureyş bundan haberdar oldu ve Müslümanların kervanının hareketine engel oldular. Ama Kureyş'le yapılan görüşmeler
neticesinde anlaşmaya varıldı. Anlaşmanın maddelerinden biri şu idi ki Müslümanlar Medine'ye geri dönecek ve gelecek yıl ziyarete geleceklerdi. Bu sırada Ömer b. Hattab, hızla Ebu Bekir'in yanına geldi ve "Acaba o, Allah'ın Resulü değil midir?" diye sordu.
Ebu Bekir: "Alah'ın Resulüdür." diye cevap verdi.
Ömer: "Acaba biz Müslüman değil miyiz?" dedi.
Ebu Bekir:
"Müslümanız." dedi. (Bunun üzerine) Ömer: "Öyleyse niçin onlara ayrıcalık tanıyoruz?" dedi.[es-Siretu'n-Nebeviyye, İbn Hişam, c.2, s.316]
Vakidi, Meğazi kitabında şöyle yazmıştır:
"Ömer b. Hattab: "Ben Müslüman olduğumdan beri Allah'ın Resülü'nün huzuruna çıkarak: Acaba sen Allah-
'ın nebisi değil misin? diye sorduğum gün dışında hiç şüphe etmedim. “[el-Meğazi, c.1, s.607]
İbn Kesir’in tarihinde bu rivayetin devamında şöyle nakledilir:
Ömer: "Ben bu yüzden bir takım (Hudeybiye barışına aykırı) işler yaptım." dedi.[ el-Bidaye ve'n-Nihaye c,4, s.200]
2- Zi’s-Sedye'nin katline dair destur:
Ebu Ya'la ve diğerleri naklediyor ki: Allah Resulü zamanında sahabeden biri ibadet ve itaat açısından herkesi hayrete düşürmüştü. Olayı Allah Resulü’ne arzettik, ama o şahsı tanıyamadı; sonra özelliklerini sıraladık, yine tanıyamadı. Bu sırada adam geliverdi. Allah Resulü’ne "Bu, konuştuğumuz adamdır." dedik.
Hz. Peygamber (s.a.a): "Siz öyle bir adamdan bahsediyorsunuz ki alnında şeytandan siyah bir leke var." diye buyurdu. Söz konusu adam geldi ve kimseye selam vermedi. Allah Resulü ona:
"Seni Allah'a yemin veriyorum ki acaba meclise girdiğin zaman kavmin arasında senden daha üstün ve daha iyi birisinin olduğunu hiç düşünmedin mi? diye sordu.
Adam: "Ey Allah’ım! Niçin böyle bir şahsın olmadığını düşüneyim ki?" diye cevap verdi. Sonra namaz kılmaya başladı. Allah Resulü (s.a.a): İçinizde bu adamı öldürecek birisi var mı? diye sordu. Ebu bekir "Ben varım." dedi. Ama onu namaz hâlinde görünce,
"Acaba namaz kılan birini mi öldüreyim?" diye düşündü (ve onu öldürmekten vazgeçti). Resülullah tekrar "Bu adamı öldürecek birisi var mı?" diye buyurdu. Ömer ben diye ileri atıldı.
Ama onu secde hâlinde görünce Ebu Bekir benden daha üstündür diyerek geri döndü. Hz. Peygamber ona ne yaptın diye sorduğunda, Ömer, "Ben onu secde hâlinde görünce öldürmek istemedim." Hz. Peygamber "Bu adamı öldürecek kim var." diye tekrarladı. Bunun üzerine Ali (a.s) onu öldürmeye hazır olduğunu bildirdi.
Hz. Peygamber (s.a.a) "Sen onu öldüreceksin, elbette onu bulabilirsen." diye buyurdu. Ali (a.s) adamın ardı sıra gitti; ama onu mescitte bulamadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) "Eğer o öldürülmüş olsaydı hiçbir zaman ümmetimden iki kişi arasında ihtilâf çıkmazdı." buyurdu.
3- Müminleri Cennetle Müjdeleme Olayı:
İlâhî hikmet gereği Hz. Peygamber'in (s.a.a) insanlara "Kim muvahhit ve kalbi imanla sakinleşmiş bir şekilde Allah'ın huzuruna varırsa, cennete girecektir." müjdesini vermelidir.
Hz. Peygamber (s.a.a) müminlerin imanlarını derinleştirmek ve inanmayanları ise, imana ve tevhide teşvik amacıyla bu ilanı yapmak istiyordu. Alah'ın Resulü, bu müjdeyi halka ulaştırmak üzere Ebu Hureyre'yi görevlendirdi. Ebu Hureyre şöyle anlatıyor:
"Benim (bu iş için) ilk karşılaştığım şahıs Ömer b. Hattap idi. Bana nereye gidiyorsun? diye sordu. Olayı ona anlattım. Ömer göğsüme öyle vurdu ki kendimi yerde buldum. Bana " Ey Ebu Hureyre! Geri dön." dedi. Bunun üzerine ben Allah Resulü'nün huzuruna geri döndüm. Ömer de arkamdan geliyordu. Hazret buyurdu ki: "Ey Ebu Hureyre! Ne oldu? Olayı anlattım. Allah Resulü (s.a.a) Ömer'e "Ey Ömer! Neden böyle yaptın?" diye sordu.
Ömer "Ey Allah Resülü! dedi "Acaba siz Ebu Hureyre'yi "Kim Allah'ın huzuruna Lailaheillallah kelimesine yakin eder bir hâlde varırsa cennete girecektir." diye ilan etmesi üzere görevlendirdiniz mi? Hz. Peygamber "evet" dedi. Ömer "Bu desturu geçersiz kıl, halkın bu söze dayanarak amelden vazgeçeceklerinden endişeneliyorum." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber de desturu iptal kıldı.[Sahih-i Müslim, c.1, s.44; Siretu Ömer, İbni Cevzi, 38; Şerh-i İbn Ebi'l-Hadid, c,3, s.108 ve Fethu'l-Bari, c.1, s.184]
4- Usame ordusuna katılma:
Hz. Peygamber'in (s.a.a) emrine rağmen yapılan içtihatlardan bir diğeri, onun ısrarına rağmen Usame'nin ordusuna katılmamakta diretmektir. Daha önce bu konu hakkında bilgi verdik.
5- Vasiyet yazma isteği:
İçtihatlardan bir diğeri Hz. Peygamber'in (s.a.a) vasiyet yazmak isteğine karşı yapılan girişimdir. Bu konuya da geçen sayfalarda değindik.
HZ. PEYGAMBER'DEN SONRA NASSA KARŞI İÇTİHAD
Nassa karşı içtihadı savunanlardan bir çoğu, bu işlerinden vazgeçmediler ve bu görüşü pekiştirmek amacıyla ellerinden geleni yaptılar. Bunlardan birkaç örneğe işaret ediyoruz:
a) Teravih Namazı
Ehlisünnet'in hadis kaynaklarında Abdurrahman b. Abdulgari'nin şöyle dediği nakledilir:
"Ömer b. Hattap ile birlikte bir ramazan gecesi mescide girdik. Ömer herkesin dağınık bir şekilde nafile
namazı kıldığını görünce "bana göre bu topluluk teravih namazını bir imam arkasında cemaatle kılarsa daha iyi
olur." dedi. Bu yüzden cemaatle kılmaları için herkesi Ubey b. Ka'b'ın arkasında topladı. Ben başka bir gece
Ömer ile birlikte mescide gittiğimde halkın Teravih namazını bir imam arkasında cemaat ile kıldığını gördük.
Ömer, " Benim bu amelim, iyi bir bidattir…" dedi.[Tertibu'l-Ayn, s.72]
Bir çok karineye dikkat edildiğinde ramazan ayının nafile namazlarını "teravih namazı" adıyla cemaatle kılmanın İslâm şeriatında yeni bir şey olduğu ve dinle hiçbir alakası olmadığı anlaşılır. Buna nas karşısında içtihattan başka bir şey denilemez.Ömer b. Hattab'ın "bid'at" lafzını kullanması teravih namazının cemaat ile kılınmasının İslâm şeriati ile bağdaşmadığına dair iyi bir tanıktır.
Halil b. Ahmed diyor ki:
"Be-de-a" önceden olmayan bir şeyin sonradan icadı demektir... Bidat bir şeyi Allah Resulü'nden sonra heves
üzere ortaya çıkarmaktır.[ Tertibu'l-Ayn, s.72]
Firuz Abadi şöyle diyor:
"Bidat, dinin ikmalından sonra, dinde yeni bir şeyin ortaya çıkması veya Allah Resulü'nden sonra, heves ve
davranış yüzünden yeni bir şeyin icadından ibarettir."[el-Kamusu'l-Mühit, c.3, s.2]
İbn Hacer Askalanî diyor ki:
"Bidatin aslı, önceden örneği olmayan bir şeyin ortaya çıkmasından ibarettir… "[Fethu'l-Bari, c.4, s.253]
İbn Hacer Haysemi şöyle yazıyor:
"Bidat lugatte, icat edilen şeyden ibarettir ve şeriatta şer'î emre aykırı bir şeyin ortaya çıkmasıdır."[ el-Fetave'l-Hadisiyye, İbn Hacer, s.205]
b) Nafilenin Cemaatle Kılınması ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) Sakındırması
Teravih namazının İslâm şeriatına aykırılığı, Hz. Peygamber'den müstehap namazların evde kılınmasına dair nakledilen hadislerle pekişir.
İbn Kudame şöyle yazıyor:
"Müstehap namazı evde kılmak daha faziletlidir; çünkü Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyuruyor: Namazlarınızı
evde kılın, zira erkeğin en iyi namazı, farz namaz dışında, evde kıldığı namazdır…"
Bu hadisi Müslim de nakletmiştir.[el-Mana, İbni Kudeme, c.1, s.775]
İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Ramazan ayının orucu farzdır, ama ramazan ayının müstehap namazlarını cemaatle kılmak bidattir. Allah
Resulü ramazan ayının gecelerinde müstehap namazları cemaatle kılmamıştır. Eğer bu iş iyi olsaydı onu terk etmezdi. Ramazan ayının bazı gecelerinde müstehap namazları mescitte tek başına kılıyordu. Ama, ona uyan
bir grubu arkasında görünce, kendi evine gitti ve üç gece kendi evinde müstehap namazları kıldı ve sonraki
günün sabahı mescide geldi ve minbere çıktı. Allah'a hamdüsena-dan sonra şöyle buyurdu: Ey halk! Nafile
namazını ister ramazan ayında olsun, ister başka aylarda, cemaatle kılmayın; zira bidattir... bidat dalalettir ve her dalaletin sonu ateştir. Sonra minberden aşağı indi ve şöyle buyurdu: Sünnet üzere yapılan az amel, bidat üzere yapılan çok amelden daha üstündür."[Tenzihu'l-Ahkam, c.3, s.69 ve Vesailu'ş-Şia, c.5, s.192, Hadis: 1]
c) Emirü'l-Müminin ve Teravih Namazından Sakındırma
İbn Ebi'l-Hadid şöyle naklediyor: Halk Kufe'de Emirü'l- Müminin'in etrafında toplandıktan sonra ondan, teravih namazı için bir imam tayin etmesini istediler; böylece ramazan gecelerinin müstehap namazlarını onunla kılacaklardı. Ali (a.s) onları bu amelden sakındırdı, onlara bunun sünnete aykırı olduğunu anlattı. Halk Ali'nin etrafından dağıldı ve müstehap namazları cemaatle kılmak için kendileri bir imam tayin ettiler. hHber Ali'-ye (a.s) ulaştı. O, oğlu Hasan'ı (a.s) elinde bir kırbaçla onlara gönderdi. Topluluk onu görür görmez mescidin kapısına doğru kaçmaya başladı. Kaçarken şöyle diyorlardı: Ya Ömerah![ Şerh-i Nehcü'l-Belağa, c.12, s.283]
d) Hac Mut'ası ve Kadınlarla Mut'a
Hz. Peygamber (s.a.a) mut'ayla amel etmiştir ve Allah onu emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Sonra emin oldunuz muktadir bulundunuz mu, hacc zamanına dek umre yapmak isteyen, gücü neye yeterse
kurban eder. Buna imkan bulamıyan üç gün hacda, yedi gün de dönünce oruç tutar, işte bu, tam on gündür. Bu da ayali Mescid-i Haram'da olmayan içindir."[Bakara, 196]
Kadınlarla mut'anın Allah tarafından yasalaştırıldığında şüphe yoktur. Müslümanlar, Allah Resulü zamanında onunla amel ediyorlardı. Ama bir gün Ömer hilâfeti zamanında minbere çıkarak şöyle dedi:
"Allah Resulü zamanında iki muta vardı ki ben sizleri ikisinden de sakındırıyorum. Onu yapanı cezalandıracağım. Biri kadınlarla mut'a ve diğeri hac mut'asıdır."[Tefsir-i Fahri Razi, c.2, s.1678; Ahkamu'l-Kur'ân, Cessas, c.1, s.342; Tefsir-i Kurtubi, c.2, s.27; Zadu'l-Mead, İbni Kayyum, c.1, s.444; Kenzü'l-
Ummal, c.8 S293; Sünen-i Beyhaki, c.7, s.206; el-Meğazi, İbn Kudeme, c.7, s.527]
e) Ezanda Değişiklik
Malik, Muvatta'da şöyle naklediyor:
"Bir sabah müezzin Ömer b. Hattab'ın yanına geldi; Ömer'i uyur hâlde gördü; bu yüzden şöyle seslendi: es-
Salat-u hayrun mine'n-nevm, yani namaz uykudan daha iyidir. Ömer b. Hattab uyandıktan sonra bu cümlenin ezana eklenmesi yönünde emir verdi."[el-Muvatta, İmam Malik, Hadis: 151]
Zerkani, Muvatta'nın şerhinde şöyle yazıyor:
"Ömer b. Hattab, müezzinine şöyle emretti: Ezan okurken Hayye ale'l-felah cümlesine ulaştığında es-
Salat-u hayrun mine'n-nevm söyle."
Şevkani şöyle yazıyor:
"Sahih kanallarla elimize ulaşan hadislere göre Hayye ale hayri'l-amel cümlesi Resulullah (s.a.a) zamanında
ezanın bir parçası idi ve Ömer'in zamanına kadar ezandan çıkarılmadı."[Neylu'l-Evtar, c.2, s.39]
Muttaki Hindi şöyle yazıyor:
"Bilal sabah vaktinde Hayye ale hayri'l-amel diyordu."[Muntehab-u Kenzi'l-Ummal, c.3, s.276]
Beyhaki, kendi senediyle Bilal'den şöyle naklediyor:
"O sabah vaktinde, ezanın sonunda Hayye ala hayri'lamel diyordu."[es-Sünenü'l-Kubra, c.1, s.425]
Kuşçi, şerh-i Tecrit'te şöyle yazıyor:
"İkinci Halife minberde şöyle dedi: Allah Resulü'nün zamanında üç şey helal idi; ama ben onları yasakladım
ve onları yapanları cezalandıracağım: Kadınlarla mut'a, hac mut'ası ve Hayye ala hayri'l-amel." [Şerhu't-Tecrid, Kuşçi, s.201]
f) İmam Ali (a.s) ve Aişe'nin Ayaklanması
Nassa rağmen içtihadın bir başka örneği, Aişe'nin Ali'ye (a.s) karşı ayaklanmasıdır. Yüce Allah, Hz. Peygamber'in (s.a.a) eşlerine şöyle emrediyor:
"Ve evlerinizde oturun ve ilk cahiliyet devrinde olduğu gibi sokaklara çıkmayın"[Ahzab, 33]
Ne yazık ki, tarihteki tanıklar incelendiğinde, ümmetin Ali'yi (a.s) ittifakla seçmelerine ve onunla biat etmelerine rağmen Aişe ona karşı ayaklandığı ve Yüce Allan'ın emrinin aksine evinden çıktığı görülür. Bu olay Aişe'nin nassa rağmen nasıl içtihat ettiğini açıkça gözler önüne sermektedir.
g) Muaviye'nin İçtihadı
Ehlisünnet kaynaklarında şöyle gelmiştir: Ebu Derda, Muaviye'ye faiz almasına, altın ve gümüş kaplarda içecek içmesine itiraz etti ve buna Allah Resulü'nün hadisini delil olarak gösterdi. Ama Muaviye cevapta şöyle dedi: "Ben bu amelde hiçbir sorun görmüyorum."[Malik, Muvatta, c.2, s.59; Sünen-i Neseî, c.7, s.279 ve c.5l, s.270]
Ehlisünnet Medresesi ve Ali'yi (a.s) Hakkından Uzaklaştırmak İçin Öne Sürdükleri Bahaneler
Ehlisünnet medresesi, Ali'yi (a.s) meşru hakkından uzaklaştırmak için bazı mazeretler öne sürmüşler. Ancak bu mazeretler bile sahabenin Ali'nin hilâfetini hak bildiklerini, ama bazı nedenlerden ötürü karşı geldiklerini gösterir.
Bu mazaretlerden bazılarına işaret ediyoruz:
1- Kureyş'in hoşlanmaması:
Ömer b. Hattap'dan Benî Haşim'in hilâfet meselesindeki itirazına karşı şöyle cevap verdiği nakledilmiştir:
"Kureyş hilâfetin bir ailede toplanmasından hoşlanmıyor."
Bu kanıtın reddinde İbn Abbas'tan nakledilen cevaptan daha iyisi olamaz. İbn Abbas şöyle dedi:
"Eğer Kureyş'in kendisi için seçtiği bu hilâfeti, Allah da onlar için istiyorduysa, Kureyş kendi hakkına ulaşmış
demektir; ancak hilfet onlar için ilâhî bir hak değildiyse, sırf bir kavmin hoşlanmaması yüzünden, hakkın hak
sahibine verilmemesi ne anlama gelir? Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Bu da, indirdiğine hoşlanmadıklarındandır,
artık o da yaptıklarını mahvetmektedir."[Tarihi Taberî, c.4, s.224, Muhammed, 9]
2- Arapların Ali'yi (a.s) tahammül etmemeleri:
Bazen Ehlisünnet medresesi Araplar Ali'ye (a.s) tahammül etmemelerini mazeret olarak görürler.[Tabakatu'l-Kubra, c.5, s.20]
Cevapta şöyle deriz: Eğer Ali (a.s) hak üzere ise bazılarının ona tahammül etmeyişi, onun hakkından mahrum edilmesini gerektirmez. Kaldı ki, acaba Araplar Ali'den (a.s) başkasını tahammül ettiler mi? Tarih kitaplarında Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra bir grubun dinden çıktığı, diğer bir grubun ise
halifeye itaatten kaçındığı ve itaatsizliklerini zekât ve sadaka vermeyerek ilan ettiklerini, bir grubun açıkça Ebu Fusey'le biat etmeyeceklerini,[el-İsabe, c.3, s.357]
ensarın çoğunun Ali'den (a.s) başkasına biat etmeyeceklerini söyledikleri yer alır.[Tarihi Taberî, c.3, s.257 ve 380]
Halifeler medresesinin iddia ettiği gibi Arap kabileleri Ali'ye (a.s) karşı asi değildiler; aksine onlar Ali'den (a.s) başka hiç kimseyi hilâfete layık görmüyorlardı. Arapların Ali'ye (a.s) tahammül etmedikleri, nasıl iddia edilebilir? Üstad Hızri "Tarihu'lÜmemi'lİslâmeyye" adlı kitabında şöyle yazıyor:
"Ehlibeyt'in hilâfetinin İslâm ümmetinin geneli nezdinde mahbubiyetinde hiç bir şüphe yoktur; halk arasında
onlardan daha çok hiç kimseye bağlılık ve itaat yoktu… Bu yüzdendir ki ikinci asrın başlarında, Ehlibeyt-
'e yapılan davet başarılı olmuştur."[Tarihu'l-Ümemi'l-İslâmiyye, s.497]
3- Küçük yaşta olması:
Ömer b. Hattab, İbn Abbas'ın cevabında dedi ki:
"Ben halkın Ali'yi menetmeleri için, kavminin onun yaşını küçük bulmalarından başka bir delil olduğunu
zannetmiyorum."
İbn Abbas cevapta şöyle dedi:
"Ama Yüce Allah onu hilâfet için seçtiği zaman, yaşı küçük görmedi."
Nassa Rağmen İçtihat Düşüncesinin Yayılışının Sebepleri
Hz. Peygamber'in (s.a.a) sahabesinin, onunla işbirliği yapmaları, İslâm'ı yaymaları ve bu yolda birçok zorluklara katlanmaları, onları ihtiram ve övgüye layık kılmıştır. Ama aralarında nass karşısında içtihat yapmaya eğilimli kimseler vardı. Hz. Peygamber (s.a.a) ölüm yatağında bile, bunlardan kaynaklanan
bir çok sıkıntıya katlanmak zorunda kaldı. Bu düşüncenin yayılış sebeplerini şu şekilde beyan edebiliriz:
a) Bu düşünce, insanın idrak ettiği maslahata uygun bir şekilde ahkamda tasarruf etme yönündeki doğal eğilimiyle örtüşür.
b) Hilâfet mektebi mensupları, Ehlibeyt kapısını kendi yüzlerine kapadılar. Diğer taraftan İslâm ümmeti arasında ortaya çıkan bir çok değişik meseleyle karşılaştılar. Bunları cevaplayacak ilme sahip olmadıklarından nass karşısında içtihat yapmaktan başka çareleri yoktu.
c) Hz. Peygamber ( s.a.a) hayatı döneminde zorluk ve engellerle, bizzat kendisi ilgilenir, hallederdi. Ama onun vefatından sonra İslâm ümmetinin genişlemesiyle yeni meseleler ortaya çıktı. Şia'ya göre Hz. Peygamber (s.a.a), imamı, bu görev için seçmiştir.
d) Müslümanlar, halifenin iki güce sahip olmasını şart biliyorlardı. Biri siyasi güç (savaş, barış ve devletin idaresiyle ilgili şeyler) ve diğeri ilmî güçtür (yani Kur'ân ve sünnete göre fetva verebilmek). Bu yüzden halifeyi "muhaddis" olarak biliyorlardı. Birinci ve ikinci halife, bu gerçek (yani Müslümanların halifeden
olan beklentileri) gereği şer'î hükümleri Kur'ân ve sünnetten beyan ediyorlardı. Bilmedikleri bir şeyle karşılaştıklarında sahabeye başvururlardı.
Halifeler, bir çok meselede yanlış yaptıkları, toplumsal makam ve saygınlıklarını tehlikede gördükleri için "maslahat" ve "sahabenin, özellikle halifenin içtihadının geçerliliği" meselesini söz konusu ettiler.
Nass Karşısında İçtihadın Hükmü
Kesin deliller gereği, hiç kimse Allah'ın dininde müdahale hakkına sahip değildir. Bunun, kitap, sünnet ve biset tarihi araştırıldığında açıkça bilinen bir husus olduğu ortaya çıkar.
Nass karşısında, örneğin Ali'nin (a.s.) velâyeti karşısında içtihat etmenin yanlış olduğu hususunda şu ayetlere bakılabilir:
"Ey inananlar! Allah'ın ve Resulü'nün önüne geçmeyin ve çekinin Allah'tan; şüphe yok ki Allah, her şeyi duyar, bilir."[Hucurat, 1]
Yüce Allah Hz. Peygamber (s.a.a) hakkında şöyle buyuruyor:
"Ve eğer bize isnat ederek bazı lafları etseydi elbette onu kudretimizle alırdık. Sonradan elbette şah damarını
çeker koparırdık."[Hakka, 43-46]
"Allah ve Resulü, bir işe hükmetti mi erkek olsun, kadın olsun, hiçbir inananın, o işi istediği gibi yapmakta
muhayyer olmasına imkan yoktur ve kim Allah'a ve Peygamberine isyan ederse gerçekten de apaçık bir sapıklığa düşmüş, sapıtıp gitmiştir."[Ahzab, 36]
Ve sana da, önceki kitabı gerçekleyen ve ona, emin bir tanık olan kitabı, gerçek olarak indirdik. Artık aralarında, Allah'ın indirdiğine göre hüküm ver ve sana gelen gerçekten dönüp onların isteklerine uyma…"[Mâide, 48]
"Fakat öyle değil; andolsun rabbine ki onlar iman etmiş olmazlar aralarında çıkan ihtilâflarda seni hakem
etmedikçe ve sonra da yüreklerinde hiçbir sıkıntı, üzüntü duymadan verdiğin hükmü kabul eylemedikçe ve
tamamıyla sana teslim olmadıkça."[Nisâ, 65]
"Biz her Hz. Peygamberi ancak Allah izniyle ona itaat edilsin diye gönderdik."[Nisâ, 64]
"Ey inananlar, Allah'a itaat edin, Resul'e ve sizden olan ululemre itaat edin." Nisâ, 59[]
"Ve Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer; seçmek, onlara ait bir hak değildir; münezzehtir Allah ve yücedir şirk
koştukları şeylerden."[Kasas, 68]
"Ve kimler Allah'ın indirdiği hükme göre hüküm vermezlerse, onlardır Tanrı buyruğundan çıkanların ta kendileri."[Mâide, 46]
"Ve kimler Allah'ın indirdiği hükme göre hüküm vermezlerse, onlardır kafirlerin ta kendileri."[Mâide, 45]
"Ve kimler, Allah'ın indirdiği hükme göre hüküm vermezlerse, onlardır kafirlerin ta kendileri."[Mâide, 44]
"De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri yanımda da demiyorum, gaybi bilirim, ben bir meleğim de demiyorum.
Ben yalnız bana vahyedilen şeye uymadayım."[En'am, 50]
"Ve kendi dileğiyle söz de söylemedi. Sözü ancak vahyedilen şeyden ibarettir."[Necm, 3-4]
Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor:
"Elbette ben, size Kur'ân'ın helal ettiğinden başkasını helal etmiyorum; size Kur'ân'ın haram ettiğinden başkasını haram etmiyorum."[ Tertib-i Müsned-i İmam Şafiî, c.1, s.20 ve en-Nihaye, İbn Esir, c.4,
s.332 vs.]
Yorum