Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

    Eserin adı: Kur'ân ve Sünnet Işığında
    EHLİBEYT MEKTEBİ
    Yazan: Üstad Ali Asker Rızvanî
    Mütercim: Ebulfez KOCADAĞ
    Tashih: Dr. Ata ŞENLİKÇİ – Abbas AKYÜZ
    Yayınevi: Kevser

    GİRİŞ
    Şiîlik hakkında yazı yazan yazarlardan bir grup, Şiîliğin bazı sebepler ve değişik eğilimlerden etkilenerek, İslâm camiasın dankopan bir düşünce ve ideal olduğunu zannetmişlerdir. Onlara göre Şiîlik tarih boyunca yavaş yavaş gelişerek yayılmıştır.

    Kitabın ilk kısmında tarihî tanıklara ve sağlam delillere dayanarak Şiîliğin hakikatlerini ortaya koymaya ve tarih kaynaklarındaki gerçek çehresini tanıtmaya çalışacağız.

    Bu kitapta şunları irdelemeye çalışacağız: Acaba Şiîlik tarihin akışıyla çeşitli nedenlerden dolayı İslâm camiasından kopanbir ekol ve akım mıdır? Yoksa Peygamber (s.a.a) efendimizin Allah(c.c) tarafından getirdiği hak dinin ta kendisi olup hiçbir kopuşve ayrılık söz konusu değildir? Başka bir deyişle acaba teşeyyü düşünce sistemi Peygamber (s.a.a) efendimizin bin birz ahmetle insanlara telkin etmek istediği, düşünce sistemininaynısı mıdır? Yoksa o düşünce sisteminden kopan apayrı birakım mıdır?

    Ne yazık ki şu ana kadar bu alanda yazılmış bir çok kitapta tam manasıyla taassup ve ön yargıdan kurtulamayan yazarlar,ya olaylara Ehlisünnet gözlüğü veya Şia gözlüğü ile bakarak birtakım tahlil ve değerlendirmede bulunmuşlar ve hakikati arayan samimî kişilerin yanılmalarına neden olmuşlardır. Fakat biz bu
    kitapta her türlü taassuptan uzak bir şekilde sadece ve sadece sağlam delillere dayanarak, hakikatleri tarih sayfalarından çekipçıkararak ortaya koymaya çalışacağız.

    İşte bu ilkeye bağlı olarak kitabın büyük bir bölümünde Ehlisünnet tarafından kabul gören kitaplardan faydalanılmıştır.Şu konuyu belirtmekte fayda vardır: Ne yazık ki ilmî edep veüsluptan uzak bir takım taassup ehli kimseler bu kitaplarda Hz.Peygamber (s.a.a) efendimizden Ehlibeyt'in faziletleri hakkında nakledilen hadisleri çıkarmışlardır. Bundan dolayı vermiş olduğumuz adresleri zikredilen kitapların son basımlarında bulamayabilirsiniz;eski basımlara bakmanız sizleri gerçeğe biraz dahayaklaştırır.

    Kitabın ikinci bölümünde ise Şiîleri tanıtmaya çalışacağız.Şiîlerin özelliklerini ve kimin Şiî olabileceğini onların hak imamolarak bildikleri önderlerinin ağzından tanıtmaya çalışacağız.Çünkü hiç kimseyi karşıtlarının ve muhaliflerinin sözleriyle olduğugibi tanıyamayız. Zira muhaliflerin hedefi, çeşitli komplolar tasarlayarak karşı tarafı yıpratmak ve gerçek yapısından uzaklaştırara kona çirkin bir görünüm kazandırmaktır.
    Bu bölümün son kısmında ise Şiîliğe nispet edilen bazı inançları inceleyeceğiz.

    Yüce Allah'a bizi bu çalışmada başarılı kılması ve hakikatleri tüm çıplaklığı ile bulmamızı sağlaması için yardım eli uzatıyor ve O'na sığınıyoruz.



    1. Bölüm
    • Teşeyyü ve Şia Kelimelerinin Anlamı
    • Şia'nın Ortaya Çıkışı
    • Şia'nın İki İddiası
    • Hz. Peygamber ve Hilâfet
    • Hz. Peygamber'in İmam Ali'nin Hilâfeti İçin Aldığı
    Tedbirler
    • Hz. Ali'nin İmamet ve Velâyetine Dair Deliller
    • Ehlibeyt'in Dinî Merciliği
    • Hilâfetin Tespiti ve Hz. Peygamber'in Tedbiri
    • Şia'nın Ortaya Çıkışı İle İlgili Görüşler
    • Şia'nın Anlamları
    • Şia'nın Yayılışının Nedenleri
    • Şia'nın Doğuşunun Sebepleri
    • Hz. Peygamber'den (s.a.a) Sonra İhtilâfın Çıkış
    Nedenleri
    • Hz. Peygamber'den Sonra Nassa Karşı İçtihad
    • Şia Fırkaları

    1. Bölüm



    TEŞEYYÜ VE ŞİA KELİMELERİNİN ANLAMI

    Teşeyyü'nün Sözlük Anlamı

    Cevherî, Sıhahu'l-Lügat'te şöyle yazıyor: "Teşeyyü (Şiîlik); bir şeyin izinden gitmek, ona yardım etmek ve dost edinmek anlamına gelir."1

    Teşeyyü'nün Terimsel Anlamı

    Teşeyyü, imametin ilâhî bir makam olduğu, dolayısıyla imamın nasla ve Allah (c.c) tarafından seçileceği inancından oluşan bir ekoldür. Hz. Peygamber'in (s.a.a) önceki peygamberler arasında da bulunan bu ilâhî sünnete uyarak Allah'ın (c.c) emriyle kendisinden sonraki imam ve vasileri tanıtması da bu doğrultuda gerçekleşmiştir.

    İlkleri Hz. Ali (a.s) olan bu tanıtılmış büyük şahsiyetler, hem dinî mercilik ve hem velâyet sahasında İslâm camiasının hakimiyet ve rehberliğini üstlenmiş, Hz. Peygamber'den sonra halkın imamı ve örnekleri olmuşlardır.
    Merhum Şeyh Muhammed Cevad Muganniye şöyle der: "Teşeyyü, Ali ve evlatları hakkında aşırıya gitmeksizin
    Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından Hz. Ali'nin (a.s) imamet ve hilâfetine dair nassın bulunduğuna inanmaktan
    ibarettir."2

    1- bk. Sıhahu'l-Lugat, c.3, s.166; Tacu'l-Arûs; Lisanu'l-Arab, şe-ye-a
    maddesi.
    2- Muhammed Cevad Muganniye, eş-Şia Fi'l-Mizan, 33


    Şia'nın Sözlük Anlamı

    Şia, sözlükte tâbi olan ve yardım eden anlamına gelir. Bu konuda Cevherî şöyle der:
    "Birinin şiası olmak, onun izinden gitmek ve ona yardım etmek demektir."1
    Şia kelimesi bu anlamda Kur'ân-ı Kerim'de kullanılmıştır. Örneğin: "Ve şüphe yok ki İbrahim de O'nun Şiası idi"2, "…Birisi Şiası, öbürü düşmanlarındandı…"3

    Kamusu'l-Mühit'te şöyle tarif edilmiştir:
    "Birinin şiası olmak, onun izinden gitmek ve ona yardım etmek demektir. Bu kelime müfret, tesniye, çoğul ve aynı şekilde müzekker ve müennes... olarak kullanılır."4

    Demek ki Şia kelimesi sözlük anlamı itibariyle özel bir grubu temsil etmez; aynı görüşü savunan, aynı tavırı takınan her grup ve topluluk hakkında kullanılabilir.

    Şia'nın Terimsel Anlamı

    • Şehristani şöyle der: "Sadece Hz. Ali'nin (a.s) izinden giden; onun imamet ve hilâfetini nas ve vasiyet üzere kabul eden kimselere, Şia denir."5
    • İbn Hazm şöyle yazıyor: "Ali'nin (a.s) Resulullah'tan (s.a.a) sonra halkın en üstünü ve imamete daha layık olduğunu ve imametin onun evlatlarında süreceğini kabul eden birine, Şia denir."6
    • İbn Haldun şöyle yazıyor: "Şia sözlükte arkadaş ve izleyici anlamına gelir; fakih ve kelamcılarca Ali (r.a) ve evlatlarının izleyicilerine denir."7

    1- Sıhahu'l-Luga, şe-ye-a fiil kökü.
    2- Saffat, 83.
    3- Kasas, 15.
    4- Kamusu'l-Mühit, Şa-a fiil kökü, c.3, s.47.
    5- el Milel ve'n-Nihel, c.1, s.47.
    6- el-Fasl, c.2, s.113.
    7- İbn Haldun'un Önsözü, s.138.


    • Mir Seyyid Şerif Cürcanî şöyle yazıyor: "Hz. Ali'nin (r.a) izinden giden, Allah Resulü'nden (s.a.a) sonra onun imam olduğunu kabul eden ve imametin, o ve evlatlarından başkasına nakil edilemeyeceğine inananlara, Şia denir."1
    • Muhammed Ferit Vecdî şöyle yazıyor: "Ali'yi imam bilerek onun izinden giden ve imametin onun evlatlarından başkasına geçmeyeceğine inanan kimselere, Şia denir. Onlar imametin,
    ümmetin maslahatına bırakılacak bir mesele olmadığına; ümmetin kendi isteğine göre bir şahsı imam ünvanıyla hiçbir şekilde tanıtamayacağına ve imametin dinin temellerinden biri olduğuna inanıyorlar. Bu yüzden Allah'ın (c.c) Resulü'nün (s.a.a) kendisinden sonraki imamı açıkça tanıtması gerekir. İmamların büyük
    ve küçük günahlardan masum oldukları da, onların diğer inançlarından biridir. Ayrıca söz ve davranışların tevelli [Allah'ın dostlarını dost edinme] ve teberri [Allah'ın düşmanlarınden beri ve uzak olma] esasına uygun bir şekilde yapılması gerektiğine ve sadece zalim bir düşmandan korkulduğu zaman ta-kiyye yapılacağına
    inanıyorlar.2
    • Ebu'l-Hasan Eş'arî şöyle diyor: "Şiîlere Şia denmesinin sebebi, Hz. Ali'yi (a.s) izlemeleri ve onu Peygamber'in (s.a.a) bütün ashabından daha üstün ve önde tutmalarıdır."3
    • Firuz Abadî şöyle diyor: "Bu isim (Şia) çoğunlukla Hz. Ali (a.s.) ve onun Ehlibeyt'inin velâyetini kabul edenler hakkında söylenmiş; öyle ki bu isim onlara has hâle gelmiştir."4
    • Butros Bastani şöyle yazıyor: "Şia büyük İslâm zümrelerindendir. Onlar Hz. Ali'ye (a.s) biat etmiş, Resulullah-tan sonra imametin, ona açık veya gizli nas ile ulaştığına inanmışlardır.
    Ayrıca imamet makamının o ve evladından başkasına geçmeyeceğine inanırlar."5

    1- Kitabu't-Tarifat, s.57.
    2- Muhammed Ferid Vecdi, Dairetü'l-Maarif, c.5, s.247.
    3- Makalatu'l-İslâmiyyin, s.65.
    4- Kamusu'l-Mühit Şa-a fiil kökü.
    5- Dairetü'l-Maarif, c.10, s.661.

    • Doktor Nasır b. Ali Aiz Hasan eş-Şeyh (Vahhabî yazarlardan) şöyle söylüyor: "Şia kelimesi terimsel olarak özel bir mana kazanmıştır kendine. Şia, imameti umumu ilgilendiren maslahatlardan bilmeyen ve neticede bu hususta ümmetin görüşünün geçerli olamayacağını savunan, onu dinin temellerinden biri olarak
    gören kimselere denir. Ayrıca Peygamber'in (s.a.a) imamı tayin etmemesini veya tayin işini ümmete bırakmasını caiz bilmezler ve onun böyle bir şahsı tanıtmasını farz bilirler."1
    • Şia, Şeyh Müfid'in kelamında şöyle açıklanmıştır: "Hz. Ali'nin (a.s) izinden giden ve onu diğer sahabelerden üstün tutan kimselere Şia denir. Onlar Hz. Ali'nin (a.s) Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra, Allah'ın (c.c) iradesi ve Peygamberi'nin (s.a.a) vasiyeti üzere imam olarak tanıtıldığına inanırlar."2

    1- Akidetu's-Sünneti ve'l-Cemaati Fi's-Sahabeti'l-Kiram, c.3, s. 890-891.
    2- Hüviyyetu't-Teşeyyü, s.12.
    Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

    #2
    Ynt: Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

    ŞİA'NIN ORTAYA ÇIKIŞI
    Tarihçilerin Şia'nın Ortaya Çıkışı Hakkındaki Görüşleri Şia'nın tarihsel olarak ortaya çıkışı ve onun kurucusu hakkında tarihçiler tarafından çeşitli görüşler belirtilmiştir. Burada bu görüşlerin en önemlilerinden bahsedilecektir:
    1- Şia, Hz. Peygamber (s.a.a) Döneminde Ortaya Çıkmıştır
    İmamiyye Şia'sına göre, Teşeyyü'nün ilk tohumu Allah (c.c) tarafından Kur'ân-ı Kerim'de serpilmiş ve yüce İslâm Peygamberi (s.a.a) tarafından, peygamberliği boyunca, geliştirilip büyütülmüştür. Dolayısıyla Teşeyyü'nün pak şeceresi Peygamber efendimizin (s.a.a) zamanında meyvesini vermiş ve Selman-ı Farisi,
    Ebuzer-i Gaffari, Mikdad b. Es-ved gibi sahabeden bir kesim Şia olarak tanınmışlardır. Bu görüşe göre Şia Mektebi'nin kurucusu bizzat Allah (c.c) ve Resul'üdür.

    2- Şia, "Sakife"de Ortaya Çıkmıştır
    Ehlisünnet tarihçilerinden bazısına göre, Sakife olayın-da bir grup insan Hz. Ali'nin (a.s) peşinden gidince ve diğerleri… Şia ortaya çıktı.
    Ehlisünnet yazarlarından İbn Haldun,[1] Doktor Hasan İbrahim
    Hasan[2], Mısırlı Ahmed Emin[3], Muhammed Abdullah İnan[4], ünlü doğu bilimcilerinden ise Kulet Teshir[5] bu görüşü kabul etmişlerdir.

    1- Tarih-i İbn Haldun, c.3, s.364.
    2- İslâm Tarihi, c.1, s.371.
    3- Fecru'l-İslâm, s.266.
    4- Tarihu'l-Cem'iyyati's-Sırriyye el-Herekatu'l-Fikriyye, s.26.
    5-1- el-Akidetu ve'ş-Şeria Fi'l-İslâm, s.174.

    3- Şia, Osman Öldürüldüğü Zaman Ortaya Çıkmıştır
    Tarihçilerden bazıları, halkın Osman'ın evine saldırarak onu öldürmeleri üzerine, Peygamber'den (s.a.a) yirmi beş yıl sonra, Şia'nın şekillenmeğe başlayıp ortaya çıktığını savunurlar. Ehlisünnet'te İbn Hazm Endülüsi[1] ve Doktor Ali Sami en- Nişar'ın;[2] doğu bilimcilerinden Felhavez'in[3] de böyle bir görüşü vardır.

    1- el-Fasl, c.2, s.78.
    2- Neş'etu'l-Fikri'l-Felsefi Fi'l-İslâm, s.78.
    3- el-Havaricu ve'ş-Şia, s.146.

    4- Şia, İmam Hüseyin'in (a.s) Şahadetinden Sonra Ortaya Çıkmıştır
    Doktor Kamil Mustafa Şebibi'ye göre, Şia Hüseyin b. Ali'nin (a.s) şahadetinden sonra ortaya çıkmıştır.[1]

    1-es-Siletu Beyne't-Tasavvuf ve't-Teşeyyü, s.23.

    5- Şia'yı Farslar Ortaya Çıkarmışlar
    Bazıları Şia düşünce sisteminin, İslâm başkentine nüfuz eden İranlı Farsların fikir ürünü olduğu görüşünü savunurlar. Doğu bilimcileri arasında Duzi,[1] Fan Fulatın[2] ve Bravun;[3] Ehlisünnet'ten
    ise Ahmed Emin[4] ve Ahmed Atiy-yetullah[5] bu görüşü belirtmişler.

    1- Ebu Zühre, Tarihu'l-Mezahibi'l-İslâmiyye, c.1, s.41.
    2- age.
    3- Fecru'l-İslâm, s.111.
    4- age.
    5- el-Kamusu'l-İslâmî, c.3, s.222.

    6- Şia'yı Abdullah b. Saba Kurmuştur
    Şia mektebinin Abdullah b. Saba'nın fikir ürünü olduğunu savunanlardan bazıları şunlardır: Doktor Ali Sami en-Nişar,[1] Seyyit Muhammed Reşit Rıza,[2] Şeyh Muhammed, Ebu Rünne,[3]
    Ebu'l-Hasan Multi.[4] Daha sonra yukarıda belirtilen görüşleri ayrı ayrı inceleyerek doğru olan görüşü belirteceğiz.

    1- Neş'etü'l-Fikri'l-Felsefi Fi'l-İslâm , s.18.
    2- es-Sünnetu ve'ş-Şia, s.4, 6.
    3- el-Mezahibu'l-İslâmiyye, s.64.
    4- et-Tenbih ve'r-Reddu Ala Ehli'l-Ehva ve'l-Bide' , s.25.



    ŞİA'NIN İKİ İDDİASI
    Önceki konularda aktarılanlar Şia'nın iki iddiasından küçük bir özet idi. Şöyle ki: Birinci olarak, imamet ilâhî bir makam olup, imam Allah (c.c) tarafından tayin edilir. İkinci olarak, Peygamber (s.a.a) kendisinden sonraki imam ve halifeyi açıklayarak belirtir.

    Burada her iki iddiayı da inceleyerek ispat etmeye çalışacağız.
    1- İmamet İlâhî Bir Makamdır
    "Niçin imamın tayini Allah'a (c.c) aittir ve imam Allah (c.c) tarafından tayin edilmelidir?" sorusuna çeşitli şekillerde cevap verilebilir. Burada sadece bazılarına değinilecektir.

    a) "İtaat" Sadece Allah'a (c.c) Mahsustur
    Tevhidin mertebelerinden biri de Allah'a (c.c) itaatte tevhittir. Şöyle ki itaat, asaleten ve zatî olarak insanların yaratıcısı Allah'a mahsustur. Bu yüzden O'ndan başkasına itaat, onun izni ve
    emriyle olmalıdır. (Çünkü arızî olan her şey, zatî olarak o şeye sahip olandan kaynaklanmalıdır.)
    Bunun delili şudur: İtaat; malikiyet (sahiplik) ve kullukla ilintili olarak söz konusu olabilir; bu yüzden bütün varlıkların sahibi olan birisine itaat etmek farz; ondan başkasına itaat ise onun
    iznine bağlıdır.
    Yüce Allah birçok ayette bu noktaya işaret etmiştir. Örneğin:
    "Ey insanlar, siz Allah'a muhtaçsınız, Allah ise, zengin ve hamde layık olan işte O'dur."[Fâtır, 15.]
    "Biz hiçbir peygamberi, Allah'ın izniyle itaat edilmekten
    başka bir amaçla göndermedik."[ Nisâ, 64]
    "Kim Resül'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur…"[Nisâ, 80.] Ayetlerden anlaşılan şu ki: İtaat bizzat Allah'a (c.c) mahsustur; başkasına itaat, O'nun emir ve izniyledir. Resul ve emir sahiplerine (ululemr) itaat de bu kaidenin dışında değildir, onlara itaat de Allah'ın (c.c) emriyle olmalıdır; ayet-i şerifede açıklandığı üzere: "Ey inananlar, Allah'a itaat edin, Resül'e ve sizden olan
    emir sahibine itaat edin…"[Nisâ, 59.]

    b) Hakimiyet Allah'a (c.c) Mahsustur
    Tevhidin diğer mertebelerinden biri, hakimiyette tevhittir. Yani egemenlik Yüce Allah'a (c.c) mahsustur; bu durumda bütün egemenlikler O'nun egemenliğine ve emirlerine dayanmalıdır.
    Çünkü O'nun dışında hiç bir varlık asaleten ve zatî olarak hakimiyet hakkına sahip değildir.
    Bunun delili şudur: Hükümdarlık, insanların mal ve canları üzerinde tasarruf etmek demektir. Başkalarının ca-nı ve malı üzerinde tasarrufta bulunmak, velâyet yetkisini gerektirir. Böyle bir yetkinin olmayışı, yapılan tasarrufu haram kılar. İnsanlar Allah'ın (c.c) yaratığı olup, eşittirler, hiç kimse başkalarının üzerinde
    velâyet yetkisine sahip değildir. Velâyet, sadece insanların gerçek Malikî olan Allah'ın (c.c) tekelindedir. Dolayısıyla hükümet etmek isteyen herkes, hükümetini Allah'ın (c.c) iznine dayandırması gerektiği, söylendi.

    Ayetlerde "…hüküm ancak Allah'ındır. O kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir."[Yûsuf, 40.] şeklindeki ifadede yüce Allah'ın teşri ve yasama alanındaki ortaksız hakimiyyetine işaret edilir.
    "…Ol dediği gün her şey oluverir. O'nun sözü haktır… mülk O'nundur."[En'âm, 73] ayetinde ise O'nun tekvin alanındaki tek hakimiyyetine işaret edilir.
    Merhum Allame Tabatabai şöyle buyuruyor: "…Etki, yüce Allah'a ait olduğuna göre, bir tür etki
    demek olan hüküm de O'na aittir. Bu hususta varoluşsal gerçeklere ilişkin hüküm ile kararlaştırılmalı/
    itibarî yasal olgulara ilişkin hüküm arasında herhangi bir fark yoktur."[el-Mizan, c.7, s.116.]
    Ebu'l-A'la Mevdudi şöyle diyor:
    "Hakimiyet Allah'a (c.c) mahsustur ve hakiki hâkim, O'dur. Bu yüzden İslâm nizamı demokrasi içerisine dahil
    edilemez ve bu çeşit hükümet için kullanılacak en iyi tabir, ilâhî hükümet veya Siyog-ratidir."[Nazariyyetu'l-İslâmi's-Siyasiyye, s.5.]
    Elbette bu anlayışın doğruluğu hakkında düşünülmelidir. Biz yeri geldiğinde ilâhî hükümet ile siyograti arasındaki farklara değineceğiz.
    c) Yüce İmamet Makamını Tanımamak
    Uzun bir hadiste İmam Rıza'dan (a.s) şöyle nakledilir: "Halk imametin kadrini ve ümmet arasındaki yerini
    biliyor mu ki imamı seçmeleri doğru olsun? İmamet, üstün bir yere, büyük bir öneme, yüksek bir konuma, ve erişilmez bir değere ve kavranması güç bir misyona sahiptir. Bu yüzden insanlar akıllarıyla erişemezler. Görüşleriyle onu kavrayamazlar. Kendi seçimleriyle bir imam tayin edemezler."[ Usul-i Kafi, c.1, s.199.]

    İmamı seçebilmek için imamet makamının değerini, konumunu, onunla ilgili şartları bilmek gerekir. Bu değerli rivayet, halkın bir şahsı imam unvanıyla seçmesi bir tarafa, imamı tanımanın bile mümkün olmadığını göstermektedir. Öyleyse imamı, ancak onu doğru bir şekilde tanıyan biri tayin edebilir.

    d) Hz. Peygamber'e Göre İmamet ve Hilâfet
    Nebevî rivayetlerden anlaşılan şudur ki: Hz. Peygamber efendimiz imamet ve rehberlik meselesini ilâhî bir iş olarak değerlendiriyordu. Bu yüzden hiçbir rivayette Hz. Peygamber'in (s.a.a), ümmetinin imametini, halka ve onların oylarına bıraktığı görülmemiştir. Bu hususta şu rivayeti örnek verebiliriz:
    İbn Hişam'ın siretinde şöyle anlatılıyor: "Benî Amir b. Sasaa, Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna geldiler. Peygamber (s.a.a) hazretleri onları Allah'a (c.c) davet ederek, ilâhî risaletini kabulleri için
    onlara sundu. Bu sırada onlardan Büheyra b. Furas isminde biri, Hazret'e şöyle arz etti:
    "Bana söyle! Eğer biz İslâm üzere sana biat eder ve Allah (c.c) sana, muhaliflerine karşı üstünlük verirse; acaba bizim, senden sonraki hilâfette bir payımız olacak mı?" Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Hilâfet işi Allah'ın (c.c) elindedir. Onu istediği yerde kılar." Bu sırada "Büheyra", Peygamber (s.a.a) hazretlerine
    şöyle arz etti: "Canımızı seni korumak için verdikten ve Allah (c.c) seni düşmanlarına karşı üstün kıldıktan sonra, hilâfet bizden başkasına yetişecek öyle mi? Bizim senin İslâm'ına ihtiyacımız yoktur..."[Tarih-i Taberî, c.2, s.84; İbn Kesir'in sireti, c.2, s.158; İbn Hişam'ın sireti, c.2, s.32; Halebiyye sireti, c.2, s.3; Sire-i Zeyni Dehlan, c.1, s.302; Hayatu Muhammed, s.152. vs...]
    Bu olayın benzeri Kindeoğulları ve Ammar b. Tufeyl kabilesiyle de yaşandı.

    2- Halifenin Tayinin Gerekliliği
    Şia'nın ikinci iddiasının ispatına gelince: Daha önce Hz. Peygamber'in (s.a.a) kendinden sonraki halife ve imamı tanıtması gerektiğini söylemiştik. Bu iddianın ispatı için iki genel delil sunuyoruz:
    a) İmamet İlâhî Bir Makamdır

    İmametin ilâhî bir makam olduğunu ve Allah (c.c) tarafından tayin edilmesi gerektiğini ispat ettikten sonra, imamın tayini için Allah (c.c) tarafından gelecek olan mesajı alarak halka ilan edecek şahsın ancak Hz. Peygamber olacağı oldukça açıktır.
    Gerçekte Hz. Peygamber'in (s.a.a) yaptığı iş Allah'ın (c.c) imam ünvanıyla seçtiği şahsı halka tanıtmaktır ve bu ilâhî bir emir olduğu için Hz. Peygamber'in (s.a.a) bile bu emre itaatsizliği düşünülemez.
    b) Tarihî Tanıklar
    Biz Hz. Peygamber'in (s.a.a) gayb ilmine sahip olduğuna ve kendisinden sonra vukubulacak olaylara vakıf olduğuna inanıyoruz. Bu durumda Hz. Peygamber (s.a.a) kendinden sonraki olaylar için tedbir almalı ve çözüm yollarını içerek bir program hazırlamalıydı. Hz. Peygamber'in (s.a.a) yapacağı en önemli iş, kendisinden sonraki halifeyi açık bir şekilde tanıtmasıdır.
    Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Nasıl olurda Hz. Peygamber (s.a.a) gayb ilmine sahip olabilir? Gaybî ilim, sadece Allah'a (c.c) mahsus değil mi dir? vs... Peygamber (s.a.a) efendimizin gayb ilmine sahip olduğuna dair kısaca birkaç delil getiriyoruz:
    Birinci delil: Bazı ayetlerde "Gaybın anahtarları O'nun yanındadır, onları ancak O bilir; karada ve denizde ne varsa bilir…"[En'am, 59] ifadeleri yer alır, ancak başka bir ayette de şöyle açıklanmıştır:
    "Gizliyi bilen O'dur, gizlediği şeyde hiçbir kimseye açılmaz, ancak
    peygamberlerden seçtiği müstesna…"[Cin, 26-27] Bu iki ayet bir araya getirildiğinde yüce Allah'ın, seçtikleri hariç, hiç kimseyi gayb ilminden haberdar etmediği anlaşılır. Yüce Allah'ın (c.c) razı olduğu ve seçtiği kimselerin en başında İslâm Peygamberi gelir.
    İkinci delil: Hadislerde Hz. Peygamber'in (s.a.a) gayb ilmini bildiğini ifade edilir. Onlardan bazı örnekler: Ümmetin bölüneceğine dair hadisler: Hz. Peygamber'den (s.a.a) değişik yollardan nakledilen hadislerde şöyle buyurmuştur:
    "Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Yetmiş iki fırka ateşte, bir fırka cennette olacaktır."[Sünen-i Ebi Davud, c.3, s.198; Müsned-i Ahmed, c.3, s.145; Sünen-i İbn Mace, c.2, s.362; Müstedrek-i Hakim, c.1, s.128; Camiu's-Sağir, c.1, s.184; ed-Dürrü'l-Mensur, c.2, s.186. vs...]

    Ümmetin arasındaki bu ayrılık ve bölünmenin sebebinin imamet meselesi olduğu oldukça açıktır.
    Havuz hadisleri: Buharî, Sahih'inde Ebu Vail kanalıyla Hz. Peygamber'den (s.a.a) şöyle nakleder:
    "Ben Kevser havuzunun başında sizleri göreceğim. Sizlerden bir grubu benim yanımdan geçirecekler, onlara yaklaşır yaklaşmaz... Allah'a (c.c) arz edeceğim: Ey Allah'ım, bunlar benim ashabımdır. Yüce Allah cevapta
    şöyle buyuracak: Ama bunların senden sonra ne yaptıklarını bilmiyorsun!" [Sahih-i Buharî, c.9, s.58; Müsned-i Ahmed, c.1, s.439.] Bu manada Ehlisünnet'in hadis kitaplarında, sıhah, sü-nen
    ve müsnetlerde olmak üzere, bir çok hadis nakledilmiştir. Harezmi'nin Hadisi: Harezmi Menakıb'da Ebu Ya'la-dan, o da
    Hz. Peygamber'den (s.a.a) şöyle naklediyor:
    "Benden hemen sonra ümmetimin arasında bir fitne ortaya çıkacaktır. Siz o zaman Ali b. Ebu Tali-b'in yanında yer alın; çünkü o hak ile batılı birbirinden ayırandır."[ Menakıb-ı Harezmî, s.105.]
    İbn Asakir'in hadisi: İbn Asakir sahih bir senetle İbn Abbas'- tan şöyle naklediyor:
    "Ben, Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ali (a.s) Medine sokaklarından geçiyorduk ki Medine bağlarına ulaştık. Bu sırada Ali (a.s) şöyle dedi: Ey Allah Resulü ne kadar güzel bir bağ! Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: Senin cennetteki bağın bundan da güzel. Sonra Ali'nin (a.s) baş ve sakalına işaret ederek ağlamaya başladı. Hatta ağlama sesi yükseldi. Ali (a.s) arz etti: "Sizi ağlatan şey nedir?" Hazret şöyle buyurdu: Bu kavmin sana karşı besledikleri ve benim vefatımdan önce açığa vurmayacakları kinleri beni ağlattı."[İbn Asakir, İmam Ali b. Ebi Talib'in (a.s) tercümesi, hadis: 834]
    İbn Esir'in rivayeti: Hz. Peygamber'in (s.a.a) hizmetkârlarından olan Ebu Muveyhibe şöyle anlatıyor:
    "Peygamber (s.a.a) beni uykudan uyandırarak buyurdu
    ki: Bana Baki Ehli'ne bağışlanma talebinde bulunmam emredilmiştir. Sende benimle gel."
    O devamında şöyle söylüyor: Peygamber (s.a.a) ile birlikte Baki'ye gittik. Hazret "Baki Ehli"ne selam verdikten sonra şöyle buyurdu:
    Sabahladığınız şeylerle mutlu
    olun. Fitneler karanlık gece parçaları gibi yakındır... Ravi şöyle devam ediyor: O sırada Peygamber (s.a.a)
    Baki ehli için bağışlanma talebinde bulundu ve Medine'ye geri döndü. O andan itibaren Peygam-ber'in hastalığı başladı ve aynı hastalıkla dünyadan göçtüler."[İbn Esir, el-Kamil, c.2 , s.318.] Zikredilen iki delil, Hz. Peygamber'in gayb ilmine sahip olduğunu gösteriyor. Gayb ilminin ispatı bu soruyu akla getiriyor
    ki: Acaba Peygamber (s.a.a) ümmeti arasında çıkacak olan bu ayrılıklara vakıf olduğu hâlde, hiçbir tedbir düşünmemiş mi? Amelen hiçbir çalışmada bulunmamış mı? Yoksa herşeyi düşünerek,
    gerekli tedbirleri almış mıdır? İlerideki bölümlerde bu soruyu cevaplamaya çalışacağız, inşaallah.

    Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

    Yorum


      #3
      Ynt: Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

      HZ. PEYGAMBER VE HİLÂFET
      Hz. Peygamber (s.a.a), ümmetinin kendisinden sonra hilâfet meselesiyle ilgili olarak ne yapacaklarını bildiği anlaşıldığına göre şöyle bir sorunun sorulması gerekir:
      Acaba Hz Peygamber (s.a.a) bu ihtilâf ve ayrılıkları önlemek için hiçbir tedbir düşünmedi mi? Yoksa gereken tedbirleri düşünerek, önlemini aldı mı?

      Başlangıçta söylenmesi gereken şudur: Hilâfet konusunda Hz. Peygamber'in (s.a.a) önünde sadece üç yol tasavvur edilebilir ki biz aşağıda her üç yola kısaca değineceğiz:
      1- Olumsuz Yol: Bu Konuyu Önemsememek
      Olumsuz yoldan maksat şudur ki Hz. Peygamber (s.a.a) hilâfet konusuna hiç önem vermemiş ve kendisinden sonra meydana gelecek boşluğu dolduracak, ihtilâf ve ayrılıkları önleyecek, hiçbir şey düşünmemiştir.

      Birinci Yolun Eleştirisi

      a) Böyle bir yol Hz. Peygamber'in (s.a.a) siretiyle çelişir. Hz. Peygamber'in (s.a.a) yaşam tarihine bakıldığında, onun her zaman ümmetinin fikrinde olduğunu ve onların ıslahı yönünde çaba
      harcadığı açıkça görülür. O ömrünün son günlerinde yatakta hasta bir hâlde yatarken bile, Rumlara karşı koymak için bir ordu hazırlıyor. Yine aynı günlerde hayatî bir destur yazarak ümmetini
      her türlü sapıklıktan korumak için, bir kalem ve kağıt istiyor. (Gerçi bazıları -haşa- Peygamber (s.a.a) sayıklıyor diyerek, onu böyle hayati bir destur yazmaktan alıkoydular.)
      Ayrıca o dönemde vukubulan gazveler incelenirse savaş için Medine'nin dışına çıktığında, birkaç kişiyi halef unvanıyla Medine'de görevlendirdiği görülür Aşağıda Hz. Peygamber'in (s.a.a) savaşlarına ve Medine'de
      bıraktığı halifelerine işaret edilmiştir. Hicretin ikinci yılında, Sa'd b. Muaz, Zeyd b. Harise, Eba Seleme-
      i Mahzumi, İbn Ümmü Mektum ve Ebu Lüba-be Ensarî el- Evsî'yi kendi yerine bıraktı.
      Hicretin üçüncü yılında, İbn Ümmü Mektum ve Osman b. Affan'ı; dördüncü yılında İbn Ümmü Mektum ve Abdullah b. Revahe el-Ensari'yi, yedinci yılda iki defa Seba b. Arfate'yi, sekizinci yılda Tebük gazvesinde Ebuzer-i Gaffari ve Ali b. Ebi Talib'i halife olarak yerine bıraktı. Ve aynı gazvede Peygamber (s.a.a),
      Ali b. Ebi Talib (a.s) hakkında şöyle buyurdu: "Senin bana göre konumun, Harun'un Musa'ya olan konumu gibidir."[Sahih-i Buharî, c.3, s.176, Tebük Gazvesi Babı.]
      Geçici hadiselerde kendi yerine halife tayin eden hakîm birisinin ebedi seferi sırasında ümmetini kendi hâline bırakarak, böyle hayati bir işi ihmal etmesi, yerine getirmemasi nasıl düşünülebilir?!
      Yüce makama erişmiş ve hakim bir peygambere böyle bir iş yapması yakışık alır mı?!
      b) Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyuruyor: "Kim, Müslümanların işlerini umursaz bir hâlde sabahlarsa Müslüman değildir."[Usul-i Kafi, c.2, s.131.]
      Müslümanların geleceğini ihmal etmek ve bu hususta ilgisiz kalmak hadiste vurgulanan umarsamazlığın en açık örneğidir. Hâl böyleyken Hz. Peygamber'in (s.a.a), kendi buyruğunu çiğneyen ilk şahıs olduğu düşünülebilir mi? Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
      "Benim vasim ve halifem Ali b. Ebi Talib'tir; ondan sonra, iki evladım Hasan ve Hüseyin'dir; onlar-dan sonra
      da Hüseyin'in soyundan dokuz İmam gelecektir."[Yenabiu'l-Mevedde, 76. bölüm, 1. ve 2. hadis]
      İbn Esir'in tarihinde şöyle yazar:
      "Hz. Adem (a.s) vefatı yaklaştığında Şeys'i halife olarak kendi yerine atadı. Ona gece ve gündüzün saatlerini
      öğretti; ona, halvette ve tek başına ibadet etmeği emretti;tufan olayından onu haberdar etti. Bu tertiple Hz.Adem'den sonra riyaset Şeys'e geçti ve Allah elli sahife ona nazil etti."[İbn Esir, el-Kamil, c.1, s.47.]

      Şeys ve ondan sonraki peygamberler de kendi yerlerine halife tayin ettiler. Şöyle ki Şeys Unuş'u; Unuş Gaynan'ı; Gaynan, Mehlail'i; Mehlail Yerit'i; Yerit İdris'i halife olarak tayin etti.[age. c.1, s.54-55.] Başka bir yerde İdris'ten sonraki halifelere değinilmiştir. Her peygamber kendi vasisini şu tertiple tayin etmiştir: İdris, Metuşlah, Lamel, Nuh, Sam.[İbn Esir, el-Kamil, c.1, s.62-63 ve 74.] Aynı şekilde Hz. İbrahim (a.s.) Mekke'ye gitmeğe karar verdiğinde İsmail'i (a.s) halife olarak tayin etti.[ Tarih-i Yakubî, c.1, s.28.]
      Musa b. Ümran rihleti sırasında, Allah'ın emriyle Yuşe b.
      Nun'u halife olarak İsrailoğulları'na tanıttı.[age. c.1, s.46.]
      Peygamberlerin halife ve vasi tayin etmesi, halkın genel maslahatlarını korumaya yöneliktir. Bu iş ilâhî emir olmanın yanı sıra akıllıca da bir iştir, bütün akıllılar bu işi yapmaktadır. Önceki satırlarda geçenler, bu akıllıca siretin peygamberler arasında uygulanışına dair birkaç örnek idi. Bu iş adı geçen peygamberlerle
      sınırlı kalmamış, sonraki peygamberler arasında da devam etmiştir. Misal olarak, Davut Nebi (a.s), evladı Süleyman'ı kendi yerine halife olarak tayin etmiş ve ona şöyle buyurmuştur:

      "Yüce Rabbimin vasiyetlerine amel et ve O'nun Tevrat'taki ant, ahit ve vasi-yetlerini koru."[Tarih-i Yakubî, c.1, s.58.]
      Hz. İsa (a.s) da Şem'un'u kendi yerine halife olarak tayin etti. Ondan sonra da Yüce Allah, Yahya b. Zekeriya'ya, imameti Şem'un'un evlatlarına ve İsa'nın havarilerine bırakmasını emretti.
      c) Hz. Peygamber'in (s.a.a) vazifesi sadece vahyi alıp halka ulaştırmak değil; onun dışında bir takım sorumluluklar da söz konusudur. Örneğin:
      – Kur'ân-ı Kerim'in tefsir etmek, amaç ve hedeflerini açıklamak.
      – Karşılaşılan hadiselerin hükümlerini açıklamak.
      – Şüphe icat etmek amacıyla Müslümanlara yönelik gerçekleştirilen kültürel saldırılara karşı koymak ve zor soruları cevaplamak.
      – Dini, sapmadan korumak. Hz. Peygamber'in (s.a.a) varlığıyla büyük boşluklar kapatıldığı gibi olmayışıyla da bir çok boşluk meydana geliyordu. Bu zorluklara göğüs gerecek ve sorunları çözecek saygın birisinin tayin edilmemesinden doğacak sorumluluklar tabii ki Peygamber'e (s.a.a) yönelecekti. Bundan dolayı bu tür buhran ve bunalımların ortaya çıkmasını önlemek amacıyla, hilâfet ve imamet gibi bir makamı üstlenecek yetkili ve ehliyetli bir şahsı tayin etmesi kaçınılmazdı.

      2- Olumlu Yol: Ümmetin İradesine Bırakmak
      Olumlu yoldan kastedilen şudur ki: Müslümanlar öyle bir eğitim ve terbiye almışlardı ki Hz. Peygamber'in (s.a.a) yokluğuyla
      meydana gelebilecek bütün boşlukları, hiçbir ihtilâf olmadan doldurabilirler. Hz. Peygamber (s.a.a) de bu yüzden hilâfet meselesini ümmetin ihtiyarına bırakmış, ümmetin şura veya başka yollardan bir halife seçmeleri için gerekli olan zemineyi hazırlamıştır.
      İkinci Yolun Eleştirisi
      a) Ümmet, halifeyi şura yoluyla belirleyebilecek kadar gerekli olan irade ve karar gücünden yoksundu. Cahiliyet tozları o günün Arabistan'ının çehresinden henüz tamamen silinmemişti.
      Bazen, üstünlüğün sadece kabile düzeni üzerine kurulu olduğu, eski Arap toplumunun yaşantısına dönüyorlardı. Tarih, Arap kabilelerinin Hacerü'l-Esved'i kendi yerine koymak hususunda ne kadar ihtilâf ettikleri ve bunun neredeyse kan dökmeğe kadar varabileceğine tanıktır. (Elbette bu hadise İslâm'dan önce idi.) Benî Mustalak gazvesinde, biri Muhacir ve diğeri En-sar'dan olan iki şahıs arasında kavga çıktı. Her biri kendi kabilesine seslendi.
      "Ey Muhacirler grubu", "Ey Ensar grubu" diye bağırıp onlardan yardım istediler. Bu durumu gören Hz. Peygamber (s.a.a) "Bu tür çağrılardan vazgeçin; bunlar cahiliye davetlerini çağrıştırıyor." buyurdu. Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra yaşanan "Sakife Hadisesi", Müslümanlarda "kabilecilik ruhu"nun
      tamamen yok olmadığına dair en iyi tanıktır.
      b) Şura düzeniyle ilgili gerekli bilgilerin sunulmaması: Hz. Peygamber'in (s.a.a) böyle bir görüşü olsaydı bunu ümmete bildirir, özelliklerini anlatır, halkı bu konuda bilgilendirir ve halkın bu nizamla idare edilmesi için gereken zemineyi hazırlamış olurdu. Böyle bir şeyin ispatı için hiçbir delil olmamakla birlikte, bunun aksi yönünde bir çok delil vardır.
      c) Ümmetin, kültürel boşlukları dolduracak liyakate sahip olmayışı: Ümmetin o günlerdeki durumunu incelemek, Peygamber'den (s.a.a) sonraki noksanlıkları gidermekte aciz kaldığını ve
      telafi edemediklerini aydınlığa kavuşturur. Örneğin Allah'ın (c.c) kelamını tefsirde, ümmetin arasında bir çok ayrılığın olduğu görülmektedir. Bunun en açık örneği abdest meselesindedir. Abdest meselesinde değişik görüşler olduğu görülmektedir. Bu görüşlerin hepsinin kaynağı Kur'ân'dır. Kur'ân'la ilgili farklı anlayış tarzları değişik görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Hırsızın elinin kesilmesi ve buna benzer birçok mesele de aynı şekildedir. Ümmetin özellikle halifelerin yeni meseleler karşısındaki davranışları, onların bilgisizliğini göstermektedir. Aşağıda bazı örneklere değinilecektir:

      • Ömer b. Hattap'tan, hanımını iki defa cahiliyet döneminde, bir defa da İslâm döneminde boşayan birinin vazifesi soruldu. Ömer b. Hattap cevapta "Bu konuda sana ne emrediyor; ne de sakındırıyorum." dedi.[Kenzü'l-Ummal, c.5, s.116.]

      • Bir hadiste şöyle anlatılıyor: Ömer b. Hattap altı aylık çocuk dünyaya getiren bir kadının recmedilmesini emretti. Bunu duyan Ali (a.s) Kur'ân'a istinaden şöyle buyurdu: Yüce Allah bir ayette "…gebelik müddeti ile sütten kesilme müddeti, otuz ayı tutar…"[Ahkaf, 15] buyuruyor, başka bir ayette de "Analar, emzirme zamanını tamamlamak isterlerse tam iki yıl, çocuklarına süt verirler…"[Lokman, 14 ] buyuruyor.
      Buradan hamilelik süresinin altı ay olabileceği anlaşılıyor. Bu vesileyle Ömer emrinden vazgeçti ve şöyle dedi: "Ali (a.s) olmasaydı, mutlaka Ömer helak olurdu."[Sünen-i Kubra, c.5, s.442 ve ed-Dürrü'l-Mensur, c.1, s.288 vs.]

      • İbn Cevzî ve diğer bir grup şöyle naklediyorlar: Ömer b. Hattap bir kadının ardı sıra bir konu hakkında soru sormak için birini gönderdi. Kadın hamile idi ve aşırı korkudan çocuğunu düşürdü.
      Ömer ashabın ileri gelenlerinden bu bebeğin diyetiyle ilgili soru sordu. Herkes senin üzerine diyet yoktur; çünkü kastın edep etmekti, dediler. İmam Ali (a.s) buyurdu: "Eğer bunlar seni memnun etmek için böyle fetva vermişlerse bil ki sana hile etmişlerdir; eğer bu fetva onların en son çabasının sonucu ise bil
      ki yanlış yapmışlardır. Ama hüküm, bir köleyi Allah (c.c) katında özgür etmendir." Bunu duyan sahabenin hepsi Ali'nin (a.s) görüşünü kabul ettiler.[İbn Cevzî, siret-u Ömer, s.118; Cem'u'l-Cevami, c.7, s.300 ve İbn Ebi'l-Hadid'in şerhi, c.1, s.58.]

      • Bir çocuk hırsızlık etmiş idi. Ömer b. Hattap'tan onun hükmü soruldu. O şöyle yazdı: Onun boyunu karışla ölçün; eğer boyu altı karış gelirse, parmaklarını kesin. Ravi şöyle anlatıyor:
      "Hırsızın boyu altı karıştan az geldiği için ona had uygulamadılar."[Kenzü'l-Ummal, c.3, s.116.]

      • İbn Abbas şöyle anlatıyor: Zina eden deli bir kadını Ömer'in huzuruna getirdiler. O bazılarıyla istişare ettikten sonra, kadının recmine hüküm verdi. Hz. Ali (a.s) kadını geri getirmelerini emretti ve Ömer'e dönerek şöyle buyurdu: Acaba Allah Resulü'nün (s.a.a) "Kalem (teklif) şunlar hakkında kaldırılmıştır: Çocuk
      baliğ oluncaya; uyuyan uyanıncaya ve deli akıllanıncaya kadar..." dediğini bilmiyor musun?[Sünen-i Ebi Davud, c.4, s.140; Sünen-i İbn Mace, c.1, s.659; Müstedrek-i Hakim, c.2, s.69; Camiu'l-Usul, c.4, s.271; İrşadu's-Sari, c.14, s.259 ve Fethu'l-Bari, c.12, s.121 vs]

      • Malik ve diğer bir kısım, Ba'ce b. Abdullah Cuheni'den şöyle söylediğini naklediyorlar: "Bizden bir erkek Cu-heniye taifesinden bir kadınla evlendi. Altı ay sonra o kadın bir çocuk dünyaya getirdi. Onun eşi, Osman'ın huzuruna giderek onu bu olaydan haberdar etti. Osman hemen onun recmedilmesini emretti.
      Haber Ali'ye (a.s) ulaştığında şöyle buyurdu: "Bu hüküm doğru eğildir; çünkü Allah (c.c) bir ayette şöyle buyuruyor: "…gebelik üddeti ile sütten kesilme müddeti otuz ayı tutar…" Diğer bir ayette e şöyle buyuruyor: "Analar, emzirme zamanını tamamlamak sterlerse tam iki yıl, çocuklarına süt verirler…"[Bakara, 233] Buna göre çocuğun süt emme dönemi yirmi dört ay ve en kısahamilelik dönemi altı aydır. Osman cevapta şöyle dedi: Allah'a (.c) yemin olsunbunu blmiyordum. Kadının geri döndürülmesini
      emretti. Ama oraya ulaştıklarında kadın taşlanmış idi[Malik, el-Muvatta, c.2, s.825; Sünen-i Beyhaki, c.7, s.242; Tefsir-i İbn Kesir, c.4, s.157; ed-Dürrü'l-Mensur, c.7, s.441; Umdetu'l-Kâri, c.21, s18.]
      Bazı rivayetlerde, kadının ölmeden önce kız kardeşine şöyle söylediği nakledilmiştir: "Bacım, sen üzülme! Allah'a (c.c) yemin olsun kocamdan başka hiç kimse benimle ilişkiye girmemiştir."

      • Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra, Yahudi ve Hıristiyanlardan bir zümre, bu boşluktan yararlanarak yeni kurulmuş İslâm toplumunda şüphe icat ederek bölünme yaratmak ve inançları sarsma niyetindeydiler. Oldukça önemli ve üzerinde düşünülmesi gereken bu olay daha geniş kitaplarda bahsedilmiştir. Biz konunun daha fazla uzamasını önlemek için, bu konuyu burada nakletmiyor ve isteyenlerin bu konuyla ilgili kaynaklara bakmalarını tavsiye ediyoruz.[el-Gadir, c.7, s.243, c.6, s.341, 387, c.7, s.241; Asimi, Zeynu'l-Feta adlı esere bk.]
      Ümmetin, Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra dini sapmadan koruyacak, hurafe ve aşırılıktan alıkoyacak bilge bir koruyucuya çok ihtiyacı vardı. Tarihin tanıklığı ile, İslâm'ın büyük Peygamberi'nden
      (s.a.a) sonra Kâ'bu'l-Ahbar, Tey-mem'ud-Dari, Abdullah b.Selem gibi Yahudi, Hiristiyan ve Mecusi alimleri İslâm kılığında, israiliyat hurafelerini dine sokmaya çalışıyorlardı.Böyle hassas bir zamanda varlığıyla Allah'ın (c.c) dinini koruyacak Peygambers.a.a) gibi bir şahısın gerekliliği oldukça açıktır. Ümmetin böyle bir işin üstesinden gelemeyeceği malumdur; zira yukarıda tarihten aktarılanlar üzere, büyükleri bile mevcut bir çok sorunları çözemeyen ve güncel meseleleri düzeltemeyen bir ümmet, nasıl olur da böyle bir Peygamber'in vekili olabilir veya onun özelliklerini taşıyan bir şahsı seçebilirler?! Burada değerli okuyucuların dikkatini Sadıkayn'den nakledilen iki hadise çekiyorum. İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle
      buyurmuştur: "Allah (c.c) yeryüzünü alimsiz bırakmayacaktır. Eğer
      böyle olsaydı hak batıldan ayrılmazdı."[Usul-i Kafi, c.1, s.178.]

      İmam Cafer Sadık şöyle buyurur: "Yeryüzü kesinlikle imamdan boş kalmaz; müminler dine bir şey artırmak istediklerinde, onu reddetsin ve dinden bir şey azaltmak istediklerinde onu tamamlasın diye."[Usul-i Kafi, c.1, s.178.]
      Soru: Şimdi bir soru karşımıza çıkar: Peki Hz. Peygamber'in (s.a.a) rihletinden sonra böylesine büyük sorunlar söz konusu ise, acaba ilmî ve ahlakî gücüyle boşlukları dolduracak; ümmeti,
      Allah'ın (c.c) irade ettiği ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) yönlendirmek istediği yöne yönlendirecek birisi var mıydı?
      Cevap: Burada güneş gibi parlayan bir gerçek kendini gösteriyor ki, Allah Resulü'nün (s.a.a) ümmeti hep birlikte Ali'yi (a.s) zamanın en bilgini olarak biliyorlardı ve değişik dallarda onun bilgilerinden faydalanıyorlardı. Hatta hilâfetin gaspından sonra bile çok zor sorunları çözen, habip ve kardeşi, Allah Resulü'nün
      (s.a.a) ümmetinin müptela olduğu en zor ve karışık düğümlerim açan birisi olarak tanınmıştır. Aşağıdaki deliller bu sözün doğruluğuna dair en iyi tanıktır:

      Hadisler:

      a) Belazürî ve diğerleri Ali'ye (a.s) şöyle sorulduğunu nakletmişlerdir:
      "Nasıl oluyor da sen ashabın hepsinden daha çok,
      hadis biliyorsun?" Cevapta şöyle buyurdu: "Çünkü ben ne zaman
      Allah'ın Resülü'nden (s.a.a) bir şey sorsam haber verdiği, ve ne
      zaman sussam konuşmaya başladığı kimseyim."[Ensabu'l-Eşraf, c.2, s.98; İbn Sa'd, Tabakat, c.2, s.101.]

      b) Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ali, yargılama konusuna hepinizden daha çok vakıftır."[el-İsabe Haşiyesinde el-İstiab, c.3, s.38; Menakıb-ı Harezmî, s.39; Nuru'l-Ebsar, s.79.]

      c) Tirmizî ve diğerleri Allah Resulü'nden (s.a.a) şöyle nakletmişlerdir: "Ben sağlam bir evim ve Ali onun kapısıdır."[Sahih-i Tirmizi, c.5, s.637; Kenzü'l-Ummal, c.13, s.148.]

      d) İbn Abbas Allah' Resülü'nün (s.a.a) şöyle buyurduğunu naklediyor: "Ben ilim şehriyim ve Ali onun kapısıdır. Öyleyse kim ilim irade ederse, kapısından ona girsin."[Müstedrek-i Hakim, c.3, s.127; Kenzü'l-Ummal, c.13, s.147, hadis:36463]

      e) İbn Asakir Allah Resulü'nün (s.a.a) Ali'ye (a.s) şöyle buyurduğunu naklediyor: "Sen, benden sonra, ümmetimin ihtilâf ettiği konuları, onlar için beyan edeceksin."[İbn Asakir, Tercüme-i İmam Ali (a.s), c.2, s.448.]





      Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

      Yorum


        #4
        Ynt: Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

        İmam Ali (a.s) Bütün İlimlerin Çağlayan Kaynağıdır
        İbn Ebi'l-Hadid şöyle yazar: "İlimlerin başlangıcı ve kaynağı Ali'ye (a.s) dayanır. Ali, dinin temellerini sağlamlaştırmış; şeriat hükümlerini beyan etmiş; akli ve nakli ilimleri takrir etmiştir. Fıkıhta
        bütün fakihler ona müracaat etmiştir. İmamiyye'nin Ali'ye bağlı oldukları açıktır; onlar bütün ilim ve hükümlerde ona ve pak sülalesine dayanırlar.
        Ama Hanefiler hakkında şu söylenmelidir: Ebu Yusuf Muhammed ve Züfer gibi şahısların hepsi Ebu Hanife'nin öğrencileridir ve Ebu Hanife'nin kendisi İmam Sadık'ın (a.s) öğrencisidir.[bk. Alusî, Muhtasar-ı Tuhfe-i İsna Aşeriye] Şafiiler, Şafiî'den ilimlerini almışlardır. O ise Muhammed b. Hassan'ın ve o da Ebu Hanife ve Malik'in huzurunda öğrencilik yapmıştır. Ahmed b. Hanbel de Şafiî'nin huzurunda ders okumuştur.
        Ama Malik b. Enes, görüşlerini Rabia'dan almıştır; o da İkrime'den; o da Abdullah b. Abbas'tan, o ise Ali'nin (a.s) öğrencisiydi. Haricilerin reis ve ileri gelenleri de onun öğrencilerinden idiler."
        Ali (a.s) Nahiv ilminin kurucusudur. Ebu'l-Esved ed-Dueli'ye şöyle buyurdu: Bütün kelimeler bu üç kısma ayrılır: İsim, fiil ve harf. İrabın (hareke) gerekliliğini de Ali (a.s) ona beyan etti.

        Büyük İslâm müfessiri İbn Abbas Ali'nin öğrencisi olduğu için tefsir ilmi de ona dayanmaktadır. İbn Abbas şöyle anlatıyor: Emirü'l-Müminin Ali (a.s) "Bismillahirrahmanirrahim"in "ba"sının tefsirinde gecenin evvelinden sonuna kadar benim için konuştu.[Yenabiu'l-Mevedde, s.69.] Kelam ilminin kaidelerini de o takrir etmiş; delillerini açıklamış ve halk onun hutbelerinden istifade etmiştir..."[ İbn Ebi'l-Hadid, Nehcü'l-Belâğa'nın şerhi, c.1, s.17-18.]
        İmam Ali'nin (a.s) En Bilgili Oluşuna Dair Sahabenin İtirafı

        a) Ömer'in söylediği şu meşhur söz "Ali olmasaydı mutlaka Ömer helak olurdu." Ömer'in İmam Ali'ye (a.s) ne kadar muhtaç olduğunu gösteriyor.

        b) Ebu Said Hudrî şöyle söylüyor: "Ali (a.s) yargı hükümlerinde diğer sahabeden daha çok bilgiliydi."[Fethu'l-Bari, c.8, s.167.]

        c) İbn Abbas şöyle der: "Allah'a yemin olsun, ilmin onda dokuzu Ali'ye (a.s) verildi ve Allah'a andolsun ki onuncu kısımda da sizinle ortaktır."[İstiab, c.13, s.40; Riyazu'n-Nezre, c.3, s.141.]

        d) Aişe'nin şöyle söylediği nakledilir: "Ali (a.s) sünnette halkın en bilginiydi."[Tarih-i İbn Asakir, c.3, s.62; Usdu'l-Gabe c.4, s.22; er-Riyazu'nNezre, c.3, s.159]

        3- Olumlu Yol: Halifenin Tayini
        Birinci ve ikinci yolu reddettikten sonra, sadece üçüncü yol kalıyor. Yani halifenin olumlu yoldan tayini. Bu yol, o zamandaki dengelere ve genel duruma göre de daha uygundur. Söz konusu yol Hz. Peygamber'in Allah'ın emriyle bir ferdi halife olarak tayin etmesi, böylece o şahısın halkın dini ve siyasi rehberliğini üstlenmesidir. İmamiyye'nin inancına göre böyle bir şey vuku bulmuştur ve Ali b. Ebi Talib Allah Resulü'nün (s.a.a) halifesidir.


        HZ. PEYGAMBER'İN İMAM ALİ'NİN (A.S) HİLÂFETİ İÇİN ALDIĞI TEDBİRLER
        Halifenin tayininin gerekliliği ispat edildikten sonra, şimdi sıra şu soruya geliyor: Hz. Peygamber bu iş için bir tedbir almış mıydı? Yoksa hiçbir tedbir almamış mıydı? Eğer almışsa hangi tedbirleri almıştı?
        Genel olarak Hz. Peygamber'in (s.a.a) bu konudaki çalışmalarını ve almış olduğu tedbirleri üç bölümde ele alabiliriz:
        – Bu işi üstlenebilecek birisini yetiştirmek
        – İmamet ve velâyetle ilgili net açıklamalar
        – Ömrünün sonunda aldığı tedbirler

        1- Bu İşi Üstlenebilecek Birisini Yetiştirmek

        Hz. Peygamber (s.a.a) daha risaletinin ilk yıllarında, Ali'nin (a.s) eğitimi ile ilgilendi. Bu çalışmayla Ali (a.s) imamet ve halkın hidayeti için gerekli olan hazırlıkları yapmış ve yetenekleri kazanmış olacaktı.
        Örnek olarak bunlardan küçük bir bölümü aşağıda zikrediyoruz:
        – Nakledilmştir ki: "Peygamber (s.a.a) namaz için evinden çıkarak Mescid-i Harama doğru geliyordu. O zaman Peygamber'in (s.a.a) beraberindekiler ve onunla birlikte namaz kılanlar, Ali
        (a.s) ve Hatice (s.a) idi."[Müsned-i Ahmed, c.1, s.209; Müstedrek-i Hakim, c.3, s.183; Tarih-i
        Taberî, c.2, s.311]

        – Abbas b. Abdullah anlatıyor: "Ali'den (a.s) şöyle işittim:
        "Ben Allah'ın (c.c) kulu ve Resulü'nün (s.a.a) kardeşiyim; ben Sıddık-ı Ekber'im. Benden sonra iftiracı ve yalancıdan başkası bu iddiada bulunmayacaktır. Hiç kimse Müslüman olmadan önce yedi yıl ben, Allah Resulü'yle (s.a.a) namaz kıldım."[Tarih-i Taberî, c.2, s.56.]
        Tarih-i Taberî'de şöyle nakledilmiştir: Bi'setten önce Allah Resulü (s.a.a) ne zaman namaz için, Mekke vadileri tarafına gitseydi, Ali'yi (a.s) de kendisiyle birlikte götürürdü. Her ikisi de orada namaz kıldıktan sonra Mekke'ye geri dönerlerdi.[Tarih-i Taberî, c.2, s.58; el-Fusulu'l-Mühimme, s.14; Metalibu's-Suul,s.11] İmam Ali (a.s) o dönemi Nehcü'l-Belağa'da güzel bir şekilde anlatmıştır.[Nehcü'l-Belâğa, Hutbe: 192.]

        – Peygamber (s.a.a) Medine'ye hicret edeceği zaman yatağında yatması ve ondan sonra borçlarını ödemesi için Ali'yi (a.s) seçti.[Müsned-i Ahmed, c.1, s.348; Tarih-i Taberî, c.2, s.99, 101; İbn Saad, c.1, s.212; İbn Hişam, Siret, c.2, s.291; İbni Kesir, Tarih, c.7, s.338.]

        – Ehlisünnet'in ileri gelenlerinden Abdulkerim Hatip, şöyle yazıyor: "...Bu hadise, Hz. Peygamber'in (s.a.a), ümmetin arasından ayrıldığında, onun veliahtlığını yapabilecek ve makamında oturabilecek tek kişinin Ali olduğunu göstermiyor mu?"[Abdulkerim Hatip, Ali b. Ebi Talip, s.105.]

        – Hz. Peygamber (s.a.a), Ebu Bekir ve Ömer, dünyanın en üstün kadını olan Hz. Fatıma'yı (a.s) istemeye gittiklerinde, onların isteğini kabul etmedi ve onu, Hz. Ali'yle (a.s) evlendirdi.[Neseî, el-Hasais, hadis: 120.]
        – Hz. Peygamber'in (s.a.a) bütün savaşlarında Muhacirlerin bayrağı Ali'nin (a.s) güçlü elindeydi.[Zehebî, Tarih-i İslâm; İbn Hacer, el-İsabe, c.2, s.30.]

        – Hz. Peygamber (s.a.a) şeref dolu ömürlerinin sonuna kadar, her gün akşamdan sabaha kadar olan vaktinin bir kısmını Ali'yle (a.s) konuşmaya ayırmıştı.[Neseî, el-Hasais, Hadis: 112]

        – Ebu Bekir, Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından "Beraat Suresi'nin ilânı için memur oldu. Ebu Bekir'in hareketinden kısa bir müddet geçmişti ki, Peygamber (s.a.a) Ali'den (a.s), ayetleri şahsen Mekke'ye götürüp halka okumasını istedi ve bu görevi ona verdi. Ebu Bekir bunun nedenini sorduğunda Hz. Peygamber
        (s.a.a) şöyle cevap verdi: "Allah (c.c) bu ayetleri ya benim veya benden olan birinin halka okumasını emretti."[Müsned-i Ahmed, c.1, s.3; Sünen-i Tirmizî, c.5, s.719; Sünen-i Neseî, c.5, hadis: 8461.]

        – Ashap tarafından, mescide doğru açılan kapılar yapılmış idi. Hz. Peygamber (s.a.a) Ali'nin (a.s) kapısı hariç, bütün kapıların kapatılmasını emretti.[2- Müsned-i Ahmed, c, s.331; Sünen-i Tirmizî, c.5, s.3732; İbn Kesir,el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.7, s.374.]

        – Hakim, el-Müstedrek adlı eserinde Ümmü Seleme-den şöyle nakleder: Allah'a (c.c) and olsun, Ali (a.s) Peygamber'e (s.a.a) halkın en yakın olanıydı. Bir sabah vakti Allah'ın (c.c) Resulü'ne (s.a.a) geçmiş olsuna gittim; Hazret devamlı Ali'nin (a.s.) gelip gelmediğini soruyordu. Fatıma (s.a) Allah'ın Resülü'n (s.a.a), "Sanki O'nu bir iş için göndermişsiniz", diye sordu. Ali (a.s) geldiğinde Peygamber'in (s.a.a) O'nunla hususi bir işi olur diye dışarı çıkarak kapının yanında beklemeye başladım. Aniden Peygamber (s.a.a) kendisini Ali'nin (a.s) üzerine atarak onunla gizlice konuşmaya başladı. Hazret bu haldeyken kısa bir
        müddet sonra dünyadan göçtü.[Müstedrek-i Hakim, c.3, s.138, Müsned-i Ahmed, c.6, s.300; Neseî,
        el-Hasais, s.40.]

        – Tirmizî, kendi senediyle İbn Ömer'den şöyle nakleder: "Allah Resulü (s.a.a) dostları arasında kardeşlik akdi okumakla meşgul idi. Bu sırada Ali'nin (a.s) gözleri dolmuştu; şöyle dedi: Ey Allah Resulü! Dostlarınız arasında kardeşlik akdi okudunuz, ama benimle başka birisi arasında akit okumadınız. Hz. Peygamber (s.a.a): "Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin."[Sünen-i Tirmizî, c.5, s.300, hadis: 3804; Müstedrek-i Hakim, c.3,s.14.] buyurdu.

        Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

        Yorum


          #5
          Ynt: Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

          2- İmamet ve Velâyetle İlgili Net Açıklamalar
          Ali (a.s) hakkında bir çok ayet ve hadis sıralanabilir. Ali (a.s) hakkında nazil olan ayet sayısı, o kadar çoktur ki İbn Abbas'tan, hiçbir ashap hakkında bu kadar ayet inmediği nakledilmiştir.[ İbn Asakir Şafiî, İmam Ali'nin (a.s) Tercümesi, c.2, s.430; Suyutî, Tarih-i Hulefa, s.171.]
          İbn Abbas başka bir yerde Ali (a.s) hakkında 300 ayetin indiğini
          söyler.[ İbn Asakir Şafiî, İmam Ali (a.s) Tercümesi, c.2, s.31; Tarih-i Hulefa, s.172; es-Sevaiku'l-Muhrika, s.125.]
          Şimdi bunca ayet ve hadisten en önemlilerine işaret edilecektir:
          1- Velâyet Ayeti
          Ali'nin (a.s) velâyet ve rehberliğine delalet eden ayetlerden birisi "Velâyet" ayetidir, ayette yüce Allah şöyle buyurmuştur:
          "Sizin veliniz, ancak Allah, O'nun Resulü ve namaz kılan ve rüku hâlinde iken zekât veren müminlerdir."[Mâide, 55]

          Bu ayet Şia ve Sünni rivayetlerine göre Ali (a.s) hakkında nazil olmuştur. Ayetin iniş hikayesi, tarih, tefsir ve rivayet kitaplarında nakledildiğine göre şöyledir: Bir gün fakir birisi, mescitte halktan yardım isteğinde bulundu. Ali (a.s) namazda rüku halindeyken yüzüğünü ona sadaka olarak verdi. O sırada bu ayet Cebrail
          (a.s.) vasıtasıyla Hz. Peygamber'e (s.a.a) evindeyken vahyoldu. Allah Resulü (s.a.a) mescide doğru yol alırken ayeti kendi kendine tilavet ediyordu. Ashapdan bir kısım da onu işittiler; mescide ulaştıklarında Hazret sordu: Acaba birisi rüku halindeyken sadaka mı vermiş? Fakir adam yüzüğü Allah Resulü'ne (s.a.a)
          göstererek şöyel dedi: Bu sadakayı, namaz kılan şu şahıs namazda rüku halindeyken bana bağışladı; bende yüzüğü onun parmağından çıkardım. Aniden ashabın tekbir sesleri yükselmeğe başladı ve Allah Resulü (s.a.a), böyle bir şahsın kendisinden sonra müminlerin veli ve koruyucusu olarak tayin edildiği için hamd ve şükür ettiler.

          Bu rivayetin içeriğ birçok sahabe tarafından nakledilmiştir. Örneğin:
          Ebuzer-i Gaffari, Mikdad b. Esved, Ebu Rafii Gıbti, Ammar b. Yasir, Ali b. Ebi Talib (a.s), Amr b. As, Abdullah b. Selem, Abdullah b. Abbas, Cabir b. Abdullah Ensari, Enes b. Malik Sahabelere ilave olarak, bazı Ehlisünnet alimleri de bu hadisi nakletmişlerdir. Onlardan bazıları şunlardır:
          – Kadı Ebu Abdullah Vakidi, öl. 207 h.k. Zehair-u'l-Ukba,
          s.102.
          – Hafız Ebu Bekir Sen'ani, öl. 211 h.k., Tefsir-i İbn Kesir, c.2, s.71.
          – Hafız b. Şeybe, öl. 239 h.k. kendi tefsirinde
          – Ebu Cafer el-İskafi, öl. 240 h.k. Nakzu'l-Osmaniyye, s.319.
          – Hafız Ebu Muhammed Keşşi, öl. 249 h.k. ed-Dürrü'l-Mensur, c.3, s.105.
          – Ebu Said Eşecc-i Kufi, öl. 257 h.k. kendi tefsirinde.
          – Hafız Nisai, öl. 303 h.k. kendi Sahihinde.
          – İbn Cerir Taberî, öl. 310 h.k. Camiu'l-Beyan tefsirinde, c.6, s.288.
          – İbn Ebi Hatem Razi, öl. 327 h.k. Suyutî'nin Lübabu'n- Nukul'unda gelmiştir.
          – Hafız Taberani, öl. 360 h.k. Mu'cemu'l-Evset, c.7, s.10,hadis: 6228.
          – Hafız Ebu Bekir Cessas, öl. 370 h.k. Ahkamu'l-Kur-an, c.2,s.446.
          – Hakim Nişaburî, öl. 405 h.k. Marifetu Usuli'l-Hadis, s.102.
          – Hafız İbn Merduye İsfahanî, öl. 416 h.k. Sahih senetlerle.
          – Salebi Nişaburî, öl. 427 h.k. el-Keşf ve'l-Beyan Tefsirinde,s.180.
          – Ebu Nuaym İsfahanî, öl. 430, h.k. Ma Nezele Mine'l-Kur'ânFi Ali (a.s) kitabında.
          – Ebu'l-Hasan Maverdi, öl. 450 h.k Tefsiru'l-Maverdi, c.2,s.49.
          – Hafız Ebu Bekir Beyhaki, öl. 458 h.k, el-Müsannef''te
          – Hatib Bağdadi, öl. 463, el-Müttefek'te.
          – Hafız Vahidi Nişaburî, öl. 468, Esbabu'n-Nüzul, 133
          – İbn Meğazili Şafiî, öl. 483 h.k el-Menakıb, s.311.
          – Hakim Haskani, öl. 490, Şevahidu't-Tenzil, c.1, s.231.
          – Hafız Beğevi Şafiî, öl. 516 h.k. Mealimu't-Tenzil, c.2, s.47.
          – Carullah Zamehşeri Hanefî, öl. 538, el-Keşşaf, c.1, s.649.
          – Ebu Bekir Kurtubi, öl. 567, el-Cami Li-Ahkami'l-Kur-an, c.6,s.221.
          – Hatip Harezmi, öl. 568 h.k. el-Menakıb, s.264.
          – Hafız İbn Asakir ed-Dimeşki, öl. 571 h.k. Tarihu Me-dinet-iDimişk, c.12, s.305.
          – Hafız İbn Cevzî Hanbelî, öl. 597, er-Riyazu'n-Nazire, c.3,s.182.
          – Fahr-i Razi, öl. 606, Tefsiru'l-Kebir, c.12, s.26.
          – İbn Esir Cezeri eş-Şafiî, öl. 606, Camiu'l-Usul, c.9, s.478.
          – Muhammed b. Talha Şafiî, öl. 662, Metalibu's-Seul, s.31.
          – Sıbt b. Cevzi Hanefî, öl. 654, Tezkiretu'l-Havass, s.15.
          – İbn Ebi'l-Hadid Mütezili, öl. 655, Şerhu Nehci'l-Bela-ğa,c.1, s.277.
          – Hafız Genci Şafiî, öl. 658, Kifayetu't-Talib, s.229.
          – Kadı Beyzavi Şafiî, öl. 658, Tefsiru'l-Beyzavi, c.1, s.282.
          – Muhibbuddin Taberî eş-Şafiî, öl. 694, er-Riyazu'n-Nezre,c.2, s.227.
          – Hafızuddin Nesefi, öl. 701, Tefsiru'n-Nesefi, c.1, s.289.
          – Şeyhu'l-İslâm Hemmui, öl. 722, Feraidu's-Simtayn, c.1/s.190.
          – Alauddin Hazen-i Bağdadi, öl. 741, Tefsiru'l-Hazin, c.1/s.475.
          – Muhammed b. Yusuf Zerendi, öl. 750, Nezmu Düre-ri's-Simtayn, s.86.
          – Ebu Hayyan Endülüsi, öl. 750, el-Bahru'l-Mühit, c.3, s.514.
          – Kadı İyci Şafiî, öl. 756, el-Mevakıf, s.411.
          – Saduddin Taftazani Şafiî, öl. 791, Şerhu'l-Makasid, c.5,s.272.
          – Seyyit Şerif Cürcani, öl. 816, Şerhu'l-Mevakif, c.8, s.360.
          – Alauddin Kuşci, öl. 879, Şerhu Tecrid, s.677.
          – İbn Sebbağ Malikî, öl. 855, el-Fusulu'l-Mühimme, s.122
          – Celaluddin Suyutî, öl. 911, ed-Dürrü'l-Mensur, c.3, s.105.
          – İbn Hacer Mekki Şafiî, öl. 947, es-Savaiku'l-Muhrika, s.41.
          – Kadı Şevkanî, öl. 1250, Fethu'l-Kadir, c.2, s.53.
          – Şihabuddin Alusî Şafiî, öl. 1270, Ruhu'l-Meani, c.6, s.167.
          – Şeyh Süleyman Kunduzi Hanefî, öl. 1293, Yenabiu'l-Mevedde, c.2, s.37.
          – Seyyit Muhammed Mümin Şeblenci, Nuru'l-Ebsar, s.158
          ve diğerleri.
          Yukarıda adı geçenler arasında, Kuşçi Hanefî, Kadı Azududdin İyci, Seyyid Şerif Cürcani ve Sa'duddin Taftaza-ni, "Velâyet Ayeti'nin" müfessirlerin icmasıyla, Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu iddia etmişlerdir.
          Üzerinde durulması gereken önemli bir husus şudur ki, "veli" kelimesinin çeşitli anlamları vardır; mes'ul, rehber, dost, yardımcı v.s gibi. Bu ayetin Ali (a.s) hakkında indiği kabul edilse bile, ayette velâyetten "emir sahipliği ve müminlerin rehberliği" kastedildiği nasıl kanıtlanabilir?
          Şimdi kısaca ayette velâyetin bu anlama geldiğine değinelim:
          Itlak (Genelleme) Yoluyla Ayetin Delaleti
          Gerçi ayette geçen "veli" kelimesi mutlaktır ve yukarıda zikredilen bütün manaları kapsamaktadır, ama ıtlak durumunda,
          yaygın olan mana yani birinci mana "rehberlik ve emir sahibi olmak." kastedilir; Buna göre Ali (a.s) müminlerin rehberidir. Zira Ali (a.s.) ayette zikredilen bütün şartlara sahiptir. Ayrıca yüce Allah (c.c) kendi ve Resulünün velâyetini, Ali'nin (a.s) velâyetiyle aynı söz akımı içerisinde getirmiştir.
          Karineler Yoluyla Ayetin Delaleti Ayet-i şerifede bulunan ipuçları "veli" kelimesinin birinci manada kullanıldığını gösteriyor. Birinci ipucu şudur ki örfte ne zaman "veli" bakıcı ve koruyucuya muhtaç olan bir şahsın ismiyle tamlanırsa "emir sahibi ve koruyucu" anlamına gelir. "Kadının velisi" ve "çocuğun velisi" gibi.
          İkinci ipucu, ayette bulunan bağlaçtır. Zira Allah'ın (c.c) velâyeti "emir sahibi" anlamındadır. Ayet-i şerife'de Resul (s.a.a) ve müminlerin velâyeti de Allah'ın (c.c) velâyetine atfedilmiştir.
          Buna göre hiç şüphesiz müminlerin velâyeti "İlâhî velâyetle" aynı manada olacaktır.

          Üçüncü ipucu, "hasr"dır. Zira ayet-i şerife "innema" kelimesin kullanmakla velâyet, Allah (c.c), Resul (s.a.a) ve müminlere has ve sınırlı kılınmak istenmiştir. Onlara sadece "malikiyet ve rehberlik velâyeti" mahsus olup diğer manalara gelen velâyet onlarla sınırlı değildir.

          Niçin Ayette Çoğul Zamiri Kullanılmıştır?
          Ayette zamirin çoğul olarak getirilmesine ve ondan kastedilenin Ali (a.s) olduğuna dair değişik nedenler zikredilmiştir. Onlardan bazılarına işaret ediyoruz:
          Araplar bazen, gerekli bazı yerlerde tekil yerine çoğul zamiri kullanırlar. Al-i İmran 173; Maide 11 (Mübahale ayeti), Al-i İmran 181; Tevbe 61 gibi.
          Tabersi Mecmau'l-Beyan tefsirinde ayetin çoğul getirilmesinin sebebinin tazim ve saygı olduğunu söylüyor.
          Merhum Şerefüddin şöyle der: "Bana göre daha dakik ve latif bir nokta söz konusudur. Ali'nin (a.s) düşmanlarının, Benî Haşim'in, diğer münafıklar ve hasetçilerin bu ayeti tekil olarak işitecek kadar takat ve tahammülleri yoktu. Müfret sıygasıyla getirilecek olsaydı, ayeti değiştirmeye yönelik girişimlerden endişe
          duyulurdu. Ancak Hz. Peygamber (s.a.a) İmam Ali'nin (a.s) velâyeti hakkında çeşitli ibarelerle ve değişik yerlerde açıklamalarda bulunmuştur. Böylece bu konuda hiçbir şüphe kalmamıştır.[el-Müracaat, s.263.]
          2- İnzar Ayeti
          Ali b. Ebu Talib'in mutlak velâyetine ve ulu hilâfetine delalet eden ayetlerden bir diğeri "İnzar Ayeti"dir. Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Peygamber'e hitaben şöyle buyuruyor:
          "Şüphe yok ki sen korkutucusun ve her ka-vim için bir hidayet edici vardır."
          Ehlisünnet'in geneli, Allah Resulü'nden (s.a.a) şöyle rivayet etmişlerdir:
          "Ben korkutucu ve Ali ise hidayet edicidir. Ey Ali! Hidayet olanlar, senin sebebine hidayet olacaklardır."
          Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

          Yorum


            #6
            Ynt: Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

            Hadisin İbareleri
            – Müsned-i Ahmed'de Hz. Ali'den (a.s) naklen şöyle gelmiştir:
            "Allah Resulü (s.a.a) korkutucudur; hidayet edici ise Benî Haşim'den birisidir."[Müsned-i Ahmed, c.1, s.126]
            – Tefsir-i Taberî'de sahih senetle İbn Abbas'tan şöyle nakledilmiştir:
            "İnzar ayeti nazil olduğunda, Hz. Peygamber (s.a.a) elini göğsünün üzerine koyarak şöyle buyurdu: Ben korkutucuyum ve her kavim için bir hidayet edici vardır. Ve eliyle Ali'nin (a.s) omzunu göstererek buyurdu: Ey Ali! Sen hidayet edicisin; Hidayet olanlar benden sonra senin elinle hidayet bulacaklardır."

            – Tefsir-i Taberî'de, sahih senetle İbn Abbas'tan şöyle naklolunmuştur:
            "Korkutucudan kasıt, Allah Resulü (s.a.a); ve "hidayet ediciden kastedilen Ali'dir.

            – İbn Asakir, sahih senetle, Allah'ın (c.c) sözü hakkında Ali'den (a.s) şöyle naklediyor:
            "Allah Resulü (s.a.a) korkutucudur ve hidayet edici Benî Haşim'den bir şahıstır."

            – İbn Haskani, sahih senetle İbn Abbas'tan Yüce Allah'ın (c.c) kelamı hakkında şöyle naklediyor:
            "Şüphe yok ki sen korkutucusun ve her kavim için bir hidayet edici vardır." "Bu ayette kastedilen Ali'dir."

            – Hakim Nişaburî, sahih senetle Allah'ın (c.c) şu kelamı hakkında "Şüphe yok ki sen korkutucusun…" Ali'den (a.s) şöyle naklediyor:
            "Allah Resulü (s.a.a) korkutucudur ve ben ise hidayet ediciyim."
            Nişaburî sonra şöyle diyor: "Bu hadisin senetleri sahihtir; ama Müslim ve Buharî nakletmemişlerdir."

            Sahabeden Bu Hadisi Rivayet Edenler
            Bu hadisi nakleden sahabelerden bazıları şunlardır:
            – Emirü'l-Müminin Ali b. Ebu Talib (a.s)
            – Abdullah b. Abbas
            – Abdullah b. Mesud
            – Cabir b. Abdullah Ensari
            – Bureyde-i Eslemi
            – Ebu Cevzi Eslemi
            – Ye'la b. Murre
            – Ebu Hureyre
            – Sa'd b. Muaz.

            Ehlisünnet Alimlerinden Hadisi Rivayet Edenler
            Bu hadisi Ehlisünnet alimlerinden birçoğu nakletmişlerdir. Onlardan bazıları şunlardır:
            – Ebu Abdullah, Hüseyin b. Hakem Taberî, öl. 286.
            – Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Müsned'te
            – Taberî, kendi tefsirinde.
            – İbn Ebi Hatem, öl. 327.
            – Ebu'l-Abbas b. Ukde, öl. 332.
            – Taberani, Mucem-i Sağir, c.1, s.261.
            – İbn Merduye İsfahanî, öl. 410.
            – Cemaluddin Muhammed b. Yusuf Berendi, öl. 750.
            – Abdullah Rauf Menavi Mısri, öl. 1031.
            – Hatib-i Bağdadi, Tarih-i Bağdad, c.12/ s.372.
            – İbn Asakir, öl. 571.
            – Haysemi, Mecmau'z-Zevaid, c.7, s.41.
            – Suyutî, ed-Dürrü'l-Mensur, c.4, s.45.
            – Hafız Haskani, Şevahidu't-Tenzil, ayetin tefsiri.
            – Hakim Nişaburî, Müstedrek'te
            – Ebu İshak Sa'lebi, tefsirinde.
            – Ebu Nuaym İsfahanî.
            – Fahr-i Razi, tefsirinde.
            – Genci Şafiî, Kifayetu't-Talib'te
            – İbn Kesir-i Dimişki, tefsirinde.
            – İbn Sabbağ Malikî, el-Fusulu'l-Mühimme'de.
            – Muttaki Hindi, Kenzü'l-Ummal.
            – Şevkanî, Tefsirinde.
            – Şeblenci, Nuru'l-Ebsar'da.
            Hadislerin Delaleti
            Ayet-i şerifede ve zikredilen ayetle ilgili hadislerde geçen hidayetten maksat, mutlak hidayettir; bunun dışında olsaydı şöyle bir tabir gelmesi gerekirdi: "Benden sonraki hidayet ediciler, ümmetimin alimleridir". Özellikle "car ve mecrur'un" önce zikredilmesi, hasrı ifade ettiğine dair iyi bir ipucudur ki bazı rivayetlerde
            gelmiştir. Ayette ki "hadi" lafzının nekre (belirsiz) olması hidayet edicinin birkaç taneden fazla olduğuna ve her kavimin hidayetçisinin bulunduğuna delalet ediyor.

            3- Dar Hadisi
            Allah Resulü (s.a.a) "En yakın akrabanı uyar." ayet-i şerifesinin inişinden sonra yakın akrabalarını (kırk veya daha fazla idiler) Ali b. Ebu Talib'in evine davet etti. Allah Resulü (s.a.a) toplantının sonunda topluluğa dönerek şöyle buyurdu: "Ey Abdulmuttalip oğulları, Allah'a (c.c) andol-sun! Ben kendi kavmi için benim getirdiklerimden daha iyi bir şey getiren, hiçbir Arap gencini tanımıyorum. Ben, size dünya ve ahiret hayrını getirdim.
            Allah (c.c) sizleri buna davet etmemi emretti. Öyleyse sizlerden hanginiz bana iman getirirse, sizlerin arasında vezirim, kardeşim, vasim ve halifem olacaktır." Ali'den (a.s) başka herkes susmuştu. Herkesten küçük olmasına rağmen ayağa kalktı ve şöyle dedi: "Ey Allah'ın Nebisi (s.a.a), ben, senin vezirin olacağım."
            Bu sırada Allah Resulü (s.a.a) elini onun boynuna koydu ve buyurdu: "Şüphe yok ki sizin aranızda Ali benim kardeşim, vasim ve halifemdir. Öyleyse onun sözüne bakın ve ona itaat edin."

            Ehlisünnet Ravilerinden Hadisi Nakledenler
            Merhum Allame Emini (r.a) şöyle buyuruyor: "Dar Hadisini" her iki fırkanın imam ve hadis hafızlarından büyük bir kısmı, sıhah ve müsnetlerde, nakletmişlerdir. Diğer bir kısım, onun senediyle ilgili eleştiride bulunmaksızın veya tavakkuf etmeksizin, dikkate almamışlardır.
            İslâm ümmetinin tarihçilerinden bir kısmı, bu hadisi tartışma kabul etmeyen hadislerden saymışlardır. Şairler de onu şiir hâline getirmişlerdir.
            Hadisi nakleden bazı raviler:
            – İbn Cerir Taberî, Tarihinde, c.2/ s.319.
            – İbn Esir Şafiî, el-Kamil, c.2/s.62.
            – İbn Ebi'l-Hadid Mu'tezili, Nehcü'l-Belağa Şerhi'nde,c.3/s.210.
            – Halebi Şafiî, Sire-i Halebiyye, c.1/s.311.
            – Hafız Haskani, Şevahidü't-Tenzil, c.1/s.371; Hadis: 514.
            – Muttaki Hindi, Kenzü'l-Ummal, c.15/ s.115.
            – İbn Asakir Şafiî, Tarihinde, c.1/ s.58; Hadis 139.
            – Cavi, kendi tefsiri el-Münir'de, c.2/ s.118.
            – Alauddin Şafiî, Tefsir-i Hazin, c.3/ s.371.
            – Nisai, Hasais-u Emiri'l-Müminin (a.s), s.86.
            – Genci Şafiî, Kifayetü't-Talib, s.205.
            – Zerendi Hanefî, Dürerü's-Simteyn, s.83.
            – Haysemi, Mecmau'z-Zevaid, c.8/ s.308.
            – Hemui, Feraidu's-Simteyn, c.1/ s.86.
            – Ebu Cafer İskafi, Nakzu'l-Osmaniyye'de.
            – Ebu'l-Fida Dimişki, Tarihinde, c.1/ s.116.
            – Suyutî, Cemu'l-Cevami.
            – Ahmed b. Hanbel, Müsned'inde, c.1/ s.111.
            – Cürci Zeydan, Tarih-i Temeddün, c.1/ s.31.

            Hadisin Delaleti
            Hz. Peygamber (s.a.a) bu hadiste, Ali'ye (a.s) halkın arasındaki kardeşi, vasi ve halifesi olarak sesleniyor. Bu tabir, Ali'nin (a.s) Hz. Peygamber'den (s.a.a) hemen sonraki halife olduğunu gösterir. Bu hadisin Gadir-i Hum hadisiyle farkı şudur ki; bu nübüvvetin başlangıcında, Gadir-i Hum hadisi ise nübüvvetin sonunda
            beyan olmuştur.

            4- Gadir Hadisi

            Hicretin 10. yılında Allah Resulü Allah'ın (c.c) evini ziyaret etmek istiyordu. Hz. Peygamber'in (s.a.a) Müslümanların toplanmasına dair verdiği emir, etraftaki kabileler arasında ilan edildi. İlâhî teklifi yerine getirmek ve efendimizin öğretilerine uymak isteyen büyük bir topluluk Medine'ye geldi. Bu hac, Hz.
            Peygamber'in (s.a.a) Medine'ye hicretinden sonra yaptığı tek hac idi. Bu hac tarihe çeşitli adlarla geçmiştir: Haccetü'l-Veda, Haccetü'l-İslâm, Hac-cetü'l-Belağ, Haccetü'l-Kemal, Haccetü't- Tamam.
            Allah Resulü (s.a.a) gusül alıp, yağlandılar. İki sade ihram elbisesi aldı; birini beline bağladı ve diğerini mübarek omzuna attı. Cumartesi günü, zilkade ayının 24 veya 25'inde, hac kastıyla yaya olarak Medine'den ayrıldı. Bütün kadınlarını ve harem ehlini tahtırevana bindirdi. Ehlibeytinden, Mühacir, Ensar ve Arap kabilelerinin tümünden o-luşan büyük bir halk kitlesiyle birlikte hareket etti.[Tabakat-ı İbn Sa'd, c.3, s.225; Makrizi, el-İmta, s.511; İrşadü's-Sari,c.6, s.329.]

            Çiçek hastalığının yayılmasından dolayı, halkın büyük bir kısmı bu mübarek sefere katılmaktan mahrum kaldılar. Buna rağmen, sayısız bir halk kitlesi o hazretle birlikte hareket ettiler. Bu sefere katılanların sayısı 114 bin, 120 bin, 124 bin ve daha fazla olarak tarihe geçmiştir. Elbette Mekke'den Ali'yle (a.s) ve
            Yemen'den Ebu Musa'yla gelenlerin sayısı da buna eklenmiştir. Hac merasimi tamamlandıktan sonra, Hz. Peygamber halk kitlesiyle Medine'ye dönmek için yola koyuldu.
            Gadir-i Hum denilen yere gelindiğinde, Cebrail-i Emin (a.s.) nazil oldu ve Allah (c.c) tarafından şu ayeti getirdi:
            "Ey Elçi, Rabbinden indirilen emri ilet, eğer bunu ifa etmezsen O'nun elçiliğini yapmamış olursun ve Allah
            seni insanlardan korur. Şüphe yok ki Allah, kâfir olan kavmi doğru yola iletmez, onlara başarı vermez"[Mâide, 67]
            Cuhfe bir çok yolun ayrıldığı bir yerdir. Hz. Peygamber ve yaranı zilhicce ayının 18'inde, perşembe günü, oraya ulaştılar. Vahiy Emini "Tebliğ Ayeti'nin" inişinden sonra, Allah (c.c) tarafından Peygamber'e (s.a.a) Ali'yi (a.s) veli ve imam unvanıyla tanıtarak, o makama atamasını ve ona uymanın ve itaatin farz olduğunu bildirmesini emretti.
            Hz. Peygamber'in (s.a.a) kafilesinden geride kalanlar, ulaştılar; o mekanı geçip gidenler geri döndüler. O yerde bir çok yaşlı ağaç vardı. Peygamber (s.a.a) oradaki beş ağacın altında durmayı yasakladı ve oradaki diken ve çalıların temizlenmesini istedi. Hava aşırı sıcaktı. Halk hırkasının bir kısmını başına, diğer kısmını ise altlarına attılar. Hz. Peygamber'in (s.a.a) dinlenmesi için de bir çadır hazırladılar.
            Öğle ezanı okundu. Peygamber (s.a.a) refakatindekilerle birlikte ağacın gölgesi altında öğle namazını eda ettiler. Namazdan sonra develerin cihazlarıyla yüksek bir yer yaptılar.

            Hz. Peygamber (s.a.a) yüksek bir sesle, herkesin dikkatini üzerine çekti ve şu şekilde konuşmaya başladı:

            "Hamd, Allah'a (c.c) mahsustur. Sadece O'ndan yardım diliyoruz. İmanımız ve tevekkülümüz O'nadır. Kötü
            ve yanlış amellerimizden O'na sığınırız. Yolunu kaybedenlere O'ndan başka sığınak yoktur. O'nun yol gösterdiği, hiçbir zaman yolunu kaybetmeyecektir. O'ndan (c.c) başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna tanıklık ederim. Allah'a (c.c) övgü ve O'nun birliğine şahadetten sonra şöyle derim: Ey halk! Rahman ve bilen Allah (c.c), bana ömrümün sonlarına yaklaştığımı haber vermiştir. Bir an önce Allah'ın davetini yerine getirip ebedi yere gideceğim. Ben ve siz üzerimize olan miktarda sorumluyuz. Şimdi sizin düşünce ve görüşünüz nedir?
            Halk şöyle dedi: "Biz tanıklık ederiz ki sen Allah'ın (c.c) mesajını ulaştırdın; bize nasihattan ve vazife yolunda
            telaştan kaçınmadın; Allah (c.c) sani en iyi şekilde mükâfatlandırsın."
            Sonra şöyle buyurdu: "Acaba siz Allah'ın (c.c) birliğine ve Muhammed'in (s.a.a) O'nun kulu ve elçisi olduğuna
            şahadet etmiyor musunuz? Acaba cennetin, cehennemin, ölümün, kıyametin şüphe götürmez olduğuna ve
            Allah'ın (c.c) ölüleri dirilteceğine ve bunların hepsinin doğru olduğuna ve bunlara inandığınıza tanıklık etmiyor
            musunuz?" Hep birlikte "Evet bu gerçeklere tanıklık ediyoruz." dediler

            Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle devam etti: "Ey Allah'ım! Tanık ol. Sonra vurgulu bir şekilde şöyle buyurdu: "Şüphesiz öteki diyara intikal etmek ve havuzun kenarına ulaşma hususunda sizden öne geçeceğim. Siz havuzun kenarında benim huzuruma geleceksiniz. Havzumun genişliği Sa'na ile Basra arası kadardır. Onda yıldızlar kadar gümüşten kadeh ve bardak vardır. Düşünün ve dikkatli olun ki rihletimden sonra sizin aranızda iki değerli şey bırakacağım: Bakalım onlarla nasıl muamele edeceksiniz?" Bu sırada halk dedi ki: "Ey Allah Resulü (s.a.a), o iki değerli şey nedir?"

            Şöyle buyurdu: "İki emanetten büyük olanı, Allah'ın (c.c) kitabıdır ki bir tarafı Allah'ın (c.c) elinde, diğer tarafı ise sizin elinizdedir. Öyleyse onu sıkı tutun ve elden bırakmayın, böylece yolunuzu kaybetmeyin. Küçük olanı itretimdir. Gerçekten bilen ve rahmetli Allah (c.c), bu ikisinin havuz başında benim huzuruma gelinceye kadar birbirinden ayrılmayacağını bana haber verdi. Ben, bunu Allah'ımdan (c.c) diledim. Öyleyse bu ikisinden öne geçmeyin ve o ikisini izlemede geri kalmayın ve ihmalkarlık etmeyin ki helak olursunuz." Sonra Ali'nin (a.s) elini tuttu ve kaldırdı; o kadar ki koltuğunun altının beyazlığı gözüktü. Halk onu gördü ve tanıdı. Resulullah, sözlerine şöyle devam etti: "Ey halk, ben her mümin için, kendi nefsinden evla değil miyim?"
            Halk "Allah ve Resulü daha iyi bilir." karşılığını verdi. Hazret buyurdu ki: Şüphesiz Allah (c.c) benim
            mevlamdır ve ben müminlerin mevlasıyım ve onlara kendi nefislerinden evla ve daha öncelikliyim. Öyleyse
            ben kimin mevlası isem Ali onun mevlasıdır."
            Ahmed b. Hanbel'in dediğine göre, Hz. Peygamber (s.a.a) bunu dört defa tekrarladı. Sonra elini dua için açtı ve şöyle buyurdu:
            "Ey Allah'ım, onu seveni sev ve ona düşmanlık edene düşman ol. Dostlarına yardım et ve alçak düşürmeye
            çalışanı alçalt. Onu, hakkın mizanı, mihveri ve ölçüsü karar kıl. Sonra Peygamber (s.a.a) şunları ekledi: "Hazır
            olanlar, hazır olamayanlara bunu iletsin."
            Topluluk dağılmadan önce vahiy emini bu ayeti Hz. Peygamber'e (s.a.a) nazil etti
            "Bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğim nimetimi tamamladım, size din olarak İslâm'a razı oldum."[Mâide, 3.]
            Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.a) Allah-u Ekber nidasıyla, dinin ikmaline ve nimetin itmamına ve Allah'ın (c.c) O'na verdiği risalet ve Ali'ye (a.s) verdiği velâyete olan rızasından ötürü şükretti.
            Hazır topluluk, bu arada Şeyheyn (Ömer ve Ebu Bekir) Emirü'l-Müminin'e şöyle tebrik dediler: "Kutlu olsun! Kutlu olsun! Sen ey Ebu Talib'in oğlu benim ve her erkek ve mümin kadının mevlası oldun."
            İbn Abbas dedi ki: "Allah'a (c.c) andolsun ki, Ali'nin (a.s.) velâyeti herkese farz oldu."
            Hassan b. Sabit dedi ki; Ey Allah Resulü, Ali için birkaç şiir okumama izin ver. Peygamber buyurdu: Oku, Allah'ın bereket ve uğuruyla. Hassan ayağa kalkarak şöyle dedi: "Ey Kureyş'in büyükleri, İslâm Peygamberi'nin (s.a.a) huzurunda kesinleşen velâyet hakkındaki şiirlerimi beyan ediyorum." dedi ve şiirlerini
            okumaya başladı.[ el-Gadir, c.1.]
            "Gadir Günü Peygamberleri haykırıyordu onlara /Hum mıntıkasında ve nebi ne değerli haykırıcı idi!...
            Bütün İslâm ümmetinin görüş birliğiyle kabul ettiği Gadir olayını kısaca anlattık. Söylenmesi gereken nokta şu ki; dünyanın hiç bir yerinde bu isim ve özellikte başka bir olayın gerçekleştiği söylenmemiştir

            Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

            Yorum


              #7
              Ynt: Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

              Gadir Hadisinin Önemi
              Ali'nin (a.s) Gadir-i Hum'da velâyet makamına atanması olayı, tarihin en önemli olaylarındandır. Belki de bu olay kadar mühim ve önemli başka hiçbir olay olmamıştır. Bu olay, Rasul-ü Ekrem'in (s.a.a) risaletinin kalıcılığının ve o hazretin üstlendiği
              ilâhî misyonun Ali'nin (a.s) eliyle sürdü rüleceğinin bir göstergesidir.Gadir, risalet ve imametin iç içeliğinin göstergesidir. İkisi de aynı kökten ayrılan dallardır. Gadir, gizli hakikat ve batınların zuhur yeridir.
              Gadir, hakla biat günüdür; itaat günüdür; şeytan orduları ile Rahman ordularının muamele günüdür.
              Gadir, bütün alemi aydınlatan güneşin, karanlık bulutların ardından, parıldayış günüdür.

              Gadir Hadisini Nakleden Sahabeler
              Gadir hadisini, zikredilen içerkle, sahabeden büyük bir kesim nakletmiştir. Burada onlardan sadece bir kısmına değinmekle yetineceğiz.
              – Ebu Hureyre ed-Dusi
              – Ebu Rafi Gıbti
              – Ebu'l-Haysem b. Tayyihan
              – Ebu Bekir b. Kuhafe
              – Üsame b. Zeyd
              – Esma bint-i Umeys
              – Ümmü Seleme (Hz. Peygamber'in hanımı)
              – Bera b. Azib
              – Cabir b. Semere
              – Cabir b. Abdullah Ensari
              – Ebuzer-i Gaffari
              – Hassan b. Sabit
              – Huzeyfe b. Useyd
              – İmam Hasan (a.s)
              – İmam Hüseyin (a.s)
              – Ebu Eyyup Ensari
              – Halid b. Velid
              – Huzeyme b. Sabit
              – Zübeyr b. Avam
              – Zeyd b. Erkam
              – Sa'd b. Ebi Vakkas
              – Sa'd b. Übade
              – Selman-ı Farsi
              – Sahl b. Huneyf
              – Sahl b. Sa'd Ensari
              – Amir b. Vasile
              – Aişe (Ebu Bekir'in kızı)
              – Abbas b. Abdulmuttalib
              – Abdurrahman b. Avf
              – Abdullah b. Cafer
              – Abdullah b. Abbas
              – Abdullah b. Ömer
              – Ali b. Ebi Talib
              – Ömer b. Hattap
              – Amr b. Hamık el-Huzai
              – Amr b. As
              – Fatımatu'z-Zehra (s.a)
              – Mikdad b. Esved.

              Gadir Hadisinin Tabiinden Ravileri
              Gadir hadisini tabiinden 84 kişi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
              – Esbeğ b. Nübate
              – İbn Leyla Kindi
              – Ziyad b. Ebi Ziyad
              – Selim b. Abdullah b. Ömer
              – Said b. Cübeyr.
              – Suleym b. Kays-ı Hilali
              – Maruf b. Hurbuz.

              Gadir Hadisinin İkinci Yüzyıldaki Ravileri
              Gadir hadisi ikinci asırda 56 Ehlisünnet alimi tarafından nakledilmiştir. Bazıları şunlardır:
              – Hafız Muhammed b. İshak Medeni, öl. 151.
              – Hafız b. Süfyan b. Said Suri, öl. 161.
              – Hafız Veki' b. Cerah, öl. 196.

              Hadisin Üçüncü Asırdaki Ravileri
              Üçüncü asırda 92 Ehlisünnet alimi bu hadisi nakletmiştir.
              Bazıları şunlardır:
              – Muhammed b. İdris Şafiî, öl. 204.
              – Ahmed b. Hanbel, öl. 241
              – Hafız Muhammed b. İsmail Buharî, Tarih-i Buharî'de, c.1/s.375, öl. 256.
              – Hafız Muhammed b. İsa Tirmizî, öl. 279.
              – Hafız Ahmed b. Yahya Belazüri, öl. 279, Ensabu'l-Eşraf,c.2/s.108.

              Hadisin Dördüncü Asırdaki Ravileri
              Dördüncü asırda Ehlisünnet alimlerinden 43 kişi bu hadisi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
              – Ahmed b. Şüeyb Nisai, öl. 303, el-Hasais, Nesei, s.16
              – Hafız Ahmed b. Ali Musuli, Ebu Ya'la, öl. 307, Müsned-i EbiYa'la, c.11/ s.307.
              – Hafız Muhammed b. Cerir Taberî, öl. 310, Camiu'l-Beyan,c.3/s.428.
              – Hafız Ebu'l-Kasım Taberani, öl. 360, Mu'cemu'l-Esvet,c.9/s.133.

              Hadisin Beşinci Asırdaki Ravileri
              Beşinci asırda Ehlisünnet alimlerinden 25 kişi bu hadisi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
              – Kadı Ebu Bekir Baklani, öl. 403, et-Temhid, s.169.
              – Ebu İshak Sa'lebi, öl. 427, el-Keşf ve'l-Beyan, s.181.
              – Hafız Ebu Ömer Kurtubi, öl. 46, el-İstiab, c.3/ 1099.
              – Ebu Mansur Salebi, öl. 429, Simaru'l-Kulub, s.636.
              – Ebu Bekir Hatib-i Bağdadi, öl. 463, Tarih-i Bağdad,c.8/s.290.
              – İbn Mağazili Şafiî, öl. 483, el-Menakıb, s.25.
              – Hafız Haskani, öl. 490, Şevahidu't-Tenzil, c.1/s.201.

              Hadisin Altıncı Asırdaki Ravileri
              Altıncı asırda Ehlisünnet alimlerinden 20 kişi bu hadisi nakletmiştir.
              Bazıları şunlardır:
              – Hüccetu'l-İslâm Gazali, öl. 505.
              – Carullah Zemahşeri, öl. 538, Rabiu'l-Ebrar, c.1/s.84.
              – Muvaffak b. Ahmed Harezmi, öl. 568, Menakıb, s.54.
              – İbn Asakir-i Dimeşki, öl. 571, İmam Ali'nin (a.s) Tercümesinde,Hadis: 572

              Hadisin Sekizinci Asırdaki Ravileri
              Sekizinci asırda Ehlisünnet alimlerinden 18 kişi bu hadisi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
              – Şeyhu'l-İslâm Cuveyni öl. 722, Feraidu's-Simteyn, c.2,s.274.
              – Cemaluddin Zerendi, öl. 750, Düreru's-Simteyn, s.109
              – Kadı İci Şafiî, öl. 756, Mevakıf, s.405.
              – Hafız İbn Kesir Şafiî, öl. 774, el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.5,s.209.
              – Seyyit Ali Hemedani, öl. 786, Meveddetu'l-Kurba
              – Sa'duddin Taftazani Şafiî, öl. 791,

              Hadisin Dokuzuncu Asırdaki Ravileri
              Dokuzuncu asırda Ehlisünnet alimlerinden 17 kişi Gadir hadisini nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
              – Hafız Ebu'l-Hasan Haysemi Şafiî, öl. 807, Mecmau'z-Zevaid, c.9/s.165.
              – Hafız İbn Haldun Malikî, öl. 808, İbn Haldun'un Önsözü,c.1/s.246.
              – Seyyit Şerif Cürcani Hanefî, öl. 816, Şerhu'l-Mevakıf,c.8/s.360.
              – İbn Hacer-i Askalanî Şafiî, öl. 852, el-İsabe, c.7/s.780.
              – İbn Sabbağ Malikî, öl. 855, el-Fusulu'l-Mühimme, s.24.
              – Alaaddin Kuşci, öl. 789, Şerhu't-Tecrid, s.477.

              Hadisin Onuncu Asırdaki Ravileri
              Onuncu asırda Ehlisünnet alimlerinden 14 kişi bu hadisi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
              – Hafız Celaluddin Suyutî, öl. 911, Tarihu'l-Hulefa, s.114
              – Nuruddin Semhudi Şafiî, öl. 911, Cevahiru'l-Ak-deyn'de.
              – Hafız Ebu'l-Abbas Kastalani Şafiî, öl. 923.
              – İbn Hacer Şafiî, öl. 974, es-Sevaiku'l-Muhrika, s.25.
              – Muttaki Hindi, Kenzü'l-Ummal, c.2/s.154

              Hadisin On Birinci Asırdaki Ravileri
              On birinci asırda Ehlisünnet alimlerinden on iki kişi Gadir hadisini nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
              – Zeyd b. Menavi Şafiî, öl. 1031, Kunuzu'l-Hakaik,c.2/s.118.
              – Nuruddin Halebi Şafiî, öl. 1044, Siretu'l-Halebiyye,c.3/s.274.

              Hadisin On İkinci Asırdaki Ravileri
              On ikinci asırda Ehlisünnet alimlerinden on iki kişi Gadir hadisini nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
              – Ziyaddin Mukbili, öl. 1108.
              – İbn Hamza Harvani, öl. 1120, el-Beyan ve't-Ta'rif,c.3/s.74.
              – EbuAbdullah Zerkani Mısri Malikî, öl. 1122, Şerhu'l-Mevahib, c.7/s.13.

              Hadisin On Üçüncü Asırdaki Ravileri
              On üçüncü asırda Ehlisünnet alimlerinden on iki kişi bu hadisi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
              – Muhammed b. Sebban Şafiî, öl. 1206, İs'afu'r-Raği-bin,Nuru'l-Ebsar'ın Haşiyesinde, s.152.
              – Kadı Şevkanî, öl. 1250.
              – Seyyit Şehabuddin Alusî, öl. 1270, Ruhu'l-Maani, c.6,s.194.

              Hadisin On Dördüncü Asırdaki Ravileri
              Ondördüncü asırda Ehlisünnet alimlerinden 19 kişi bu hadisi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
              – Ahmed b. Zeyni Dehlan, Şafiî, öl. 1304.
              – Seyyit Mümin Şeblenci
              – Şeyh Muhammed Abduh Mısri, öl. 1323, Tefsiru'l-Me-nar,c.6/s.464.
              – Seyyit Abdulhamit Alusî, Nasru'l-Leali, s.166

              Gadir Hadisinin Mütevatir Olduğunu Belirtenler
              Ehlisünnet alimlerinden ondört kişi Gadir Hadisi'nin mütevatir olduğunu belirtmişler. Bazıları şunlardır:
              – Allame Menavi, Camiu's-Sağir Şerhi, c.2/s.442.
              – Allame Azizi, Camiu's-Sağir Şerhi, c.3/s.360.
              – Celaluddin Suyutî, Mütevatir haberlerde.
              – Molla Ali Gari Hanefî, Mişkat Şerhi, c.5/s.568.
              – İbn Kesir Dimişki, Tarihinde.

              Gadir Hadisinin Sahih Olduğunu Belirtenler
              Ehlisünnet alimlerinden otuz kişi Gadir Hadisi'nin sahih olduğunu açıkça belirtmişler. Bazıları şunlardır:
              – İbn Hacer Heysemi, es-Sevaiku'l-Muhrika, s.42-43.
              – Hakim Nişaburî, el-Müstedrek, c.3/s.109
              – Halebi, es-Siretu'l-Halebiyye, c.3/s.274.
              – İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.5/s.288.
              – Tirmizî, Sahih-i Tirmizî, c.2/s.298.
              – Ebu Cafer Tahavi, Müşkilu'l-Asar, c.2/s.308.
              – İbn Abdulbirr Kurtubi, el-İstiab, c.2/s.373.
              – Sıbt b. Cevzi, Tezkiretu'l-Havas, s.18.
              – Ebu Hamid Gazali, Sırru'l-Alemin, s.21.
              – İbn Ebi'l-Hadid, Nehcü'l-Belâğa Şerhi, c.9/s.166.
              – Hafız Genci Şafiî, Kifayetu't-Talib, s.64.
              – Hafız Nuruddin Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, c.9, s.104-109.
              – Şemsuddin Zehebi.
              – İbn Abbas Şihabuddin Askalanî, Mevahibu'l-Ledun-niye,c.3/s.365.
              – Zeynuddin Menavi Şafiî, Feyzu'l-Kadir, c.6/s.218.
              – Mirza Ahmed Bedahşi, Nuzulu'l-Ebrar, s.54.
              – Albani (Vahhabi Muhaddisi), es-Sünnetü Li-İbn Ebi Asım,Albani tahkikli, c.2/s.566.
              – İbn Hacer Askalanî, Fethu'l-Bari, c.7/s.61.
              – İbn Meğazili Şafiî, el-Menakıb, s.26

              Gadir Hadisi Üzerine Ehlisünnet'ten Kitap Telif Edenler
              Ehlisünnet alimlerinden bazıları Gadir babında kitaplar yazmışlardır. Bazıları şunlardır:
              – Muhammed b. Cerir Taberî, 2 cilt, Gadir Hadisi'nin yollarını zikretmiştir.
              – Hafız b. Ukde 105 hadis "el-Velâyet" ismindeki kitabında nakletmiştir.
              – Ebubekr Cüabî, 35 kanalla Gadir Hadisi'ni nakletmiştir.
              – Ali b. Ömer Darkutni.
              – Zehebi, kendi söylediğine göre hadisin yollarını bir kitapta nakletmiştir.
              – Cezeri Şafiî, Gadir Hadisi'nin mütevatir olduğunu ispatlamak için bir kitap yazmıştır.
              – Ebu Said Secistani.

              Gadir Hadisi'nin Delaleti
              Gadir Hadisi'nin Emirü'l-Müminin Ali b. Ebu Talib'in imametine dair delaletini iki yoldan ispat edebiliriz:
              a) Sözlük Anlamı
              Merhum İbn Batrik şöyle yazar: "Lugat kitaplarını araştıran birisi, "mevla" lafzıyla ilgili birçok anlamın söz konusu olduğunu görür; malik, kul, azat edici, azat olmuş, sahip, yakın, komşu, andaş, dost, tâbi vb. manalar. Ancak gerçek şudur ki "veli" kelimesinin birden fazla manası yoktur. Veli bir şeye "evla" olmak
              demektir. Bu mana kullanım yerlerine göre, farklılık gösterir, bütün kullanım yerlerinde "evla" olma anlamı esas alınmıştır. Usul ilminde kullanılan terime göre burada "iştirak-ı manevî" söz konusudur, iştirak-ı manevî [kelimenin bir anlam taşıması, ancak farklı kullanım alanlarının oluşu] ise, "iştirak-ı lafzî"den [kelimenin,
              aralarında hiçbir ortak yönün bulunmadığı değilik anlamlar taşıması] daha tercihlidir.

              b) Mevcut Karîneler
              Gadir Hadisi'nde bulunan muttasıl (bitişik) ve munfasıl (ayrık) ipuçları, "mevla" kelimesinin "tasarrufta evla" anlamına geldiğini gösterir. Şimdi o ipuçlarından bazılarına işaret ediyoruz

              a) Hadisin İlk Kısmı
              Ehlisünnet alimlerinden 64 kişinin de naklettiği; "Acaba ben size kendinizden daha evla değil miyim?" cümlesinde "evla" kelimesi imameti içeren bir anlam taşımaktadır. Bu, "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır." cümlesinde geçen mevla kelimesinin de aynı manaya geldiğini gösteren iyi bir şahittir.
              Evla Olmanın Manası:
              Gastani şöyle diyor: "Nebi müminlere evladır; bütün işlerinde, hükmünün nüfuzunda ve itaatin vücubunda onlara kendilerinden evladır."
              İbn Abbas ve A'ta şöyle diyor: "Yani, eğer Peygamber (s.a.a) bir şeye ve onların nefisleri başka bir şeye emrederse, Peygamber'in itaati, nefsin itaatinden evladır."[ İrşadu's-Sari, c.7, s.280.]
              Zikredilen mana, Kadı Beyzavi, Zemahşeri, Nesefi ve Suyutî'den de nakledilmiştir.

              b) Halktan İkrar Almak:
              Huzeyfe b. Üseyd'in hadisinde, sahih senetle şöyle gelmiştir:
              "Hz. Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: "Acaba Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Resulü olduğuna şahadet ediiyor musunuz?"
              Halk hep birlikte "Evet, şahadet ediyoruz." dediler. Bunu müteakiben Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ey Allah'ım! şahit ol." Sonra şöyle devam etti: "Ey halk! Allah, benim mevlam ve ben müminlerin mevlasıyım ve ben mü-minlere kendilerinden evlayım. Öyleyse ben kimin Mev-lası isem, Ali de onun mevlasıdır."[ Bu konuda şu kitaplara bk: İrşadu's-Sari, c.7, s.280; Usdu'l-Gabe, c.6, s.36; el-Fusulu'l-Mühimme, s.40; Tarih-i Dimişk, c.12, s.226; es- Savaiku'l-Muhrika, s.43; es-Siretu'l-Halebiyye, c.3, s.374; Nevadiru'l-Usul Li'l-Hekimi't-Tirmizi, c.1, s.163; Tarihu'l-Hulefa, s.158]

              Hadiste velâyetin, tevhit ve risalete şahitlik ve Allah'ın ve Resul'ün (s.a.a) mevlalığıyla aynı söz akışı içinde yer alması, velâyetin "imamet ve tasarrufta evla" manasında kullanıldığını gösterir.

              c) Hz. Peygamber'in İmam Ali'ye Kendi İmamesini Takması:

              Bir başka ipucu, Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ali'nin (a.s) başına imame takmasıdır.
              İbn Kayyim Cevziyye naklediyor ki: "Hz. Peygamber'in (s.a.a) Sehap isminde bir imamesi vardı ve onu Ali'nin (a.s) başına taktı." [İbn Kayyim, Zadu'l-Mead, c.1, s.129.]

              Abdulala b. Adiyy Behrani naklediyor ki: "Allah'ın Rasulü Gadir gününde Ali'yi (a.s) çağırdı ve sonra onun başına imame bıraktı."[Er-Riyazu'n-Nazre, c.2, s.289; Usdu'l-Gabe, c.4, s.54 vs]

              Gadir Hadisi'nin İmamete Delalet Ettiğini Belirten Ehlisünnet Alimleri

              Ehlisünnet alimlerinden büyük bir zümre, Gadir Hadisi'nin Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) imametini ifade ettiğini açıkça belirtmişlerdir.
              Örneğin:
              – Muhammed b. Gazali, Sırru'l-Alemin kitabında.
              – Hekim Senai, Hadikatu'l-Hakikat'ta.
              – Feriduddin Attari, Zuhur-u Hak mesnevisinde.
              – Muhammed b. Talha Şafiî, Metalibu's-Suul, s.44-45.
              – Sıbt b. Cevzi Hanefî, Tezkiretü'l-Havas, s.166-167.
              – Saiduddin Furgani, Taiyye-i İbn Farız'ın şerhinde
              – Muhammed b. Yusuf Genci Şafiî, Kifayetu't-Talib, s.166-137.
              – Takiyuddin Makrizi, el-Mevaiz ve'l-İtibar, c.2/s.220.
              – Taftazani, Şerhu'l-Makasid, c.2/s.290.

              Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

              Yorum


                #8
                Ynt: Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

                HZ. ALİ'NİN İMAMET VE VELÂYETİNE DAİR DELİLLER

                A) TEBLİĞ AYETİi

                Tebliğ ayeti, Gadirle ilgili olarak nazil olan ayetlerden biridir ve İmam Ali'nin (a.s) imametine dair bir ipucudur. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
                "Ey Elçi, Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yap-mamış olursun, Allah
                seni insanlardan korur. Şüphe yok ki Allah, kâfir topluluğa başarı vermez." [Mâide, 67.]
                Her iki fırkanın müfessirleri şöyle diyor: Bu ayet-i kerime, hicretin onuncu yılında, zilhicce ayının 18'inde, Veda Haccı'nda, Gadiri Hum gününd e Hz. Peygamber'e (s.a.a) nazil olmuştur. Bu yüzden Peygamber (s.a.a) halk kitlesinin (120 bin veya daha fazla idi) Gadir-i Hum'da toplanmasını emretti. Daha sonra Ali'yi (a.s) hilâfet makamına atadı...
                Hadislerin Tabirleri
                Hibri, sahih senetle İbn Abbas'tan şöyle naklediyor:
                "Bu ayet Ali (a.s) hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.a), velâyeti tebliğe emredildi; sonra Ali'nin (a.s) elini tuttu ve 'Ben kimin mevlası isem, Ali onun mevlasıdır.' diye buyurdu." [Tefsir-i Hibri, s.262.]
                Ebu Nuaym İsfehani, sahih senetle Ebu Said Hudrî'den şöyle naklediyor:
                "Bu ayet, Ali (a.s) hakkında, Hz. Peygamber'e nazil olmuştur."[Ebu Nuaym İsfahanî, Ma Nezele Mine'l-Kur'ân Fi Ali (a.s).]
                İbn Asakir, sahih senetle Ebu Said Hudrî'den şöyle naklediyor:
                "Ayet-i kerime, Gadir-i Hum gününde, Ali (a.s) hakkında Hz. Peygamber'e (s.a.a) nazil oldu."[İbn Asakir, Tercümetu'l-İmam Ali (a.s), c.2, s.86]
                Sahabeden Ayetin Ali (a.s) Hakkında İndiğini Belirten Raviler
                Sahabeden birçoğu bu ayetin Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu nakletmişlerdir. Örneğin:
                – Abdullah b. Abbas
                – Ebu Said Hudrî
                – Zeyd b. Erkam
                – Cabir b. Abdullah Ensari
                – Berâ b. Azib
                – Ebu Hureyre
                – Abdullah b. Mesut
                – Abdullah b. Ebi Evfa.
                Ehlisünnet Alimlerinden Hadisin Ravileri
                Ehlisünnet alimlerinden birçoğu Tebliğ Ayeti'nin Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Örneğin:
                – Hafız Ebu Cafer Taberî, el-Velâyet adlı eserde
                – Hafız Ebu İshak Sa'lebi, el-Kefş ve'l-Beyan, s.234.
                – Hafız Ebu Nuaym İsfahanî, Ma Nezele Mine'l-Kur'ân Fi Ali(a.s), s.86.
                – Vahidi Nişaburî, Esbubu'n-Nüzul, s.135.
                – Hakim Haskani, Şevahidu't-Tenzil, c.1/s.255.
                – Hafız İbn Asakir Şafiî, Tarih-i Medine-i Dimişk, c.12, s.237.
                – Fahreddin Razi Şafiî, Tefsiru'l-Kebir, c.12/s.49.
                – Şeyhu'l-İslâm Hemui, Feraidu's-Simteyn, c.1/s.158.
                – Nureddin İbn Sabbağ Malikî, el-Fusulu'l-Mühimme, s.49.
                – Celaluddin Suyutî, ed-Dürrü'l-Mensur, c.3/s.116.
                – Bedruddin Ayni, Umdetu'l-Gari Fi Şerh-i Sahih-i Buharî,c.18/s.206.
                – Kadı Şevkanî, Fethu'l-Kadir, c.2/s.60.
                – Şehabuddin Alusî, Ruhu'l-Meani, c.6/s.196.
                – Şeyh Muhammed Abduh, el-Menar, c.6/s.463.
                Ayetteki Karineler
                Tebliğ Ayeti'nde Ali'nin (a.s) velâyetinin kastedildiğine dair iki ipucu bulunmaktadır.

                a) Allah'ın (c.c) meseleye verdiği önem; zira Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
                "Eğer bu emri yerine getirmezsen, risale-tini tebliğ etmemiş olursun."

                b- Ayetten Hz. Peygamber'e nazil olan şeyin oldukça ağır olduğu anlaşılıyor. Meselenin ağırlığı, hazretin kendisi için korktuğundan değildi; aksine hazretin korkusu halktan yana idi. Buyüzden Allah (c.c), Hz. Peygamber'i (s.a.a) sakinleştirmek için şöyle buyuruyor:
                "Allah seni halktan koruyacaktır."

                B) İKMAL AYETİ
                İkmal ayeti de Ali'nin (a.s) velâyetine ve imametine delalet eden ayetlerden bir diğeridir. Allah (c.c) buyuruyorki:
                "İşte bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğim nimetimi tamamladım, size din olarak İslâm'ı verdim de
                hoşnut oldum…"[Mâide, 3]
                Bu ayetin, Gadir olayından sonra, İmam Ali (a.s) hakkında nazil olduğuna dair, her iki fırka kanalıyla bir çok rivayet nakledilmiştir.

                Hadislerde Geçen Tabirler

                a) Ebu Nuaym İsfahanî, sahih senetle, Ebu Said Hudrî-den şöyle naklediyor:
                "Hz. Peygamber, halkı, Ali'ye (a.s) davet etti; ve bir ağacın altının süpürülmesini emretti. Sonra Ali'yi (a.s)
                sesledi ve onun iki elini yukarı kaldırdı. O kadar ki hazretin koltuklarının altı gözüktü. Halk kitlesi dağılmadan
                önce, bu ayet Hz. Peygamber'e nazil oldu. "Bugün dininizi ikmal ettim …" Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a):
                "Dinin kemale erişinden… dolayı Allahu ekber dedi.
                Sonra şöyle buyurdu: "Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır."[Hasaisu'l-Vehyi'l-Mübin, s.61-62]

                b) Hatib Bağdadi, sahih senetle, Ebu Hureyre'den şöyle naklediyor:
                "Kim zilhicce'nin 18. gününde oruç tutarsa, Allah (c.c) ona altmış ayın orucunun sevabını yazar. O gün Gadir günüdür." O zaman, Peygamber (s.a.a) Ali'nin (a.s) elini tuttu ve buyurdu: "Acaba ben müminlerin velisi değil miyim?" Halk: "Evet." deyince, şöyle buyurdu:
                "Ben kimin mevlası isem Ali onun mevlasıdır." Bu sırada Ömer b. Hattap dedi ki: Mübarek olsun! Mübarek olsun!
                Ey Ebu Talib'in oğlu. Benim ve her Müslümanın mevlası oldun." Sonra bu ayet nazil oldu: "Bugün dininizi
                ikmal ettim…"[Tarih-i Bağdat, c.8, s.290.]

                c) İbn Asakir de, aynı içeriği sahih kanalla, yazmış olduğu tarih kitabında nakletmiştir.[Tarih-i Dimişk, Tercüme-i İmam Ali 7, Hadis 575, 578, 585.]

                İkmal Ayeti ve Ehlisünnet Ravileri
                İmamiyye alimleri "İkmal Ayeti"nin Gadir gününde Hz. Peygamber'e (s.a.a) nazil olduğuna dair görüş birliği içerisindeler.
                Buna ilaveten Ehlisünnet alimlerinin bir kısmı da İmamiyye'yle aynı görüşü paylaşmışlardır. Örneğin:
                – Ebu Cafer Muhammed b. Cerir Taberî
                – Ebu Hasan Ali b. Ömer Darkutni
                – Ebu Abdullah Hakim Nişaburî
                – Ebu Bekir b. Merdevey İsfahanî
                – Ebu Nuaym İsfahanî
                – Ebu Bekir Ahmed b. Hüseyin Beyhaki
                – Ebu Bekir Hatib-i Bağdadi
                – Ebu'l-Hasan b. Meğazili
                – Ebu'l-Kasım Hakim Haskani
                – Hatib Harezmi
                – Ebu'l-Kasım İbn Asakir Dimişki
                – Sıbt b. Cevzî
                – Şeyhu'l-İslâm Hemmui
                – İbn Kesir Dimişki
                – Celaluddin Suyutî
                Gadir hutbesinden sonra bu ayetin inişi, Allah Resulü'nün (s.a.a) "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır." sözünün doğruluğuna iyi bir tanıktır. Çünkü "İkmal" tabirine hilâfet ve imametten başka hiçbir şey layık değildir.
                C) "SEELE SAİLUN" AYETİ
                Gadir olayından sonra Hz. Peygamber'e (s.a.a) nazil olan ayetlerden bir diğeri, Mearic Suresi'nin ayetleridir. Yüce Allah (c.c) buyuruyor:
                "İsteyen biri, inecek azabı istedi; kâfirler için olan bu azabı başlarından defedecek kimse yok; o, yüksek dereceler sahibi Allah'tandır."[Maaric, 1-3]

                Hadislerde Geçen Tabirler

                a) Ebu İshak Sa'lebi şöyle diyor: Süfyan b. Aniye'den "Seele sailun" ayetinin kimin hakkında nazil olduğu soruldu. O cevapta "Benden öyle bir soru sordun ki senden önce hiç kimse bu soruyu benden sormamıştı." dedi. Babam Cafer b. Muhammed ve kardeşleri benim için şu hadisi naklettiler:
                "Hz. Peygamber (s.a.a) Gadir-i Hum'a ulaşır ulaşmaz, halka seslendi ve sonra Ali'nin (a.s) elini yukarı kaldırdı
                ve şöyle buyurdu: "Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır." Bu haber bütün şehirlerde yayıldı. Bu haberi Haris b. Nu-man duyduğunda Allah Resulü'nün (s.a.a) huzuruna geldi. Devesinden inerek Allah Resulü'ne (s.a.a) şöyle dedi: "Ey Muhammed! Bizi tevhide ve risalete şahadet etmeye emrettin, kabul ettik. Bize beş vakit namazı, zekât vermeyi, oruç tutmayı ve haccetmeyi emrettin, hepimiz kabul ettik. Ve sen bunlarla yetinmeyerek amcanın oğlunun elini yukarı kaldırdın ve onu bize üstün kıldın ve "Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır." dedin. Bu, senin görüşün mü? Yoksa Allah'ın emri mi? Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
                "O'ndan başka ilah olmayana andolsun ki, bu, Allah (c.c) katındandır."
                Bu cevabı alan Haris b. Nu'man göğe dönerek şöyle söylendi: "Ey Allah'ım! Eğer Peygamber'in de-diği hak
                ise gökten bana taş yağdır. Veya beni acı bir azaba müptela et." O henüz devesine ulaşmamışken, gökten
                bir taş iniverdi, başından girip altından dışarı çıktı ve onu helak etti." Bu sırada şu ayet nazil oldu. "İsteyen biri, istedi gelip çatacak azabı…"[el-Keşf ve'l-Beyan, s.234.]

                b) Bu hadisi aynı manada, Ebu Ubeyd-i Hirevî de Ga-raibu'l- Kur'ân isimli eserinde nakletmiştir.[age.]

                c) Şeyhu'l-İslâm Hemmui, aynı içeriği Feraidu's-Sim-teyn adlı eserinin 15. babında nakletmiştir.[Feradiu's-Simteyn, c.1, s.82, hadis: 63]

                Ehlisünnet'ten Hadisi Rivayet Edenler
                Bu hadisin içeriğini, Ehlisünnet alimlerinden bazıları kitaplarında nakletmişlerdir. Örneğin:
                – Hafız Ebu Ubeyd Hirevî, Garibu'l-Kur'ân.
                – Ebu İshak Sa'lebi, el-Keşf ve'l-Beyan, s.234.
                – Hakim Haskani, Şevahidu't-Tenzil, c.2/s.383.
                – Ebu Bekir Yahya Kurtubi, el-Cami Li-Ahkami'l-Kur-ân,c.8/s.278.
                – Sıbt b. Cevzî, Tezkiretu'l-Havas.
                – Şeyhu'l-İslâm Hemmui, Feraidu's-Simteyn.
                – Nuruddin İbn Sabbağ Malikî, el-Fusulu'l-Mühimme, s.41.
                – Nuruddin Semhudi Şafiî, Cevahiru'l-Akdeyn, s.179.
                – Zeynuddin Munavi Şafiî, Camiu's-Sağir Şerhi, c.3, s.218.
                – Burhanuddin Halebi Şafiî, es-Siretu'l-Halebiye, c.3, s.274.
                – Seyyit Mümin Şeblenci, Nuru'l-Ebsar, c.6/s.159.
                – Şeyh Muhammed Abduh, el-Menar, c.6/s.464.
                – Şeyh Abdurrahman Safuri, Nüzhetu'l-Mecalis, c.2, s.387.
                – Kunduzi Hanefî, Yenabiu'l-Mevedde, s.274.
                – Hafız Genci Şafiî, Kifayetu't-Talib
                Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

                  D)MENZİLET HADİSİ
                  Ali b. Ebu Talib'in imametine delalet eden hadislerden biri Menzilet Hadisi'dir.

                  Hadiste Geçen Tabirler

                  a) Buharî, Saad b. Ebu Vakkas'ın senediyle şöyle naklediyor:
                  "Hz. Peygamber (s.a.a) Tebük'e hareket etmeden önce, Ali'yi (a.s) kendi yerine halife olarak bıraktı. Ali
                  (a.s) şöyle dedi: "Acaba beni kadın ve çocuklara halifen olarak mı bırakıyorsun?" Hz. Peygamber buyurdu: "Acaba Harun'un Musa'nın nezdindeki makamına, benim nezdimde sahip olmaya razı değil misin? Şu farkla ki benden sonra nebi yoktur."[Sahih-i Buharî, c.35, s.176, Hadis: 4416, Tebük Gazvesi Babı.]

                  b) İbn Mace, kendi senediyle Saad b. Ebu Vakkas'tan şöyle naklediyor:
                  "Hz. Peygamber (s.a.a) Ali'ye (a.s) şöyle buyurdu: Sen benim nezdimde, Harun'un Musa'nın nez-dindeki makamına sahipsin."[İbn Mace, c.1, s.42.]

                  Ehlisünnet'ten Hadisi Rivayet Edenler
                  Ehlisünnet'ten seksen dokuz alim bu hadisi nakletmiştir. Örneğin:
                  – Buharî, Sahihinde.
                  – Müslim, Sahihinde, c.2/s.236.
                  – Ahmed, Müsnet'te, c.1/s.98 (sahih senetle).
                  – Hakim, el-Müstedrek, c.3/s.109 (Hadisin sahih olduğunubelirtmiştir).
                  – İbn Abdulbirr, İstiab, c.2/s.473.
                  – Muttaki Hindi, Kenzü'l-Ummal, c.6/s.152.
                  – İbn Hacer-i Askalanî, el-İsabe, c.2/s.507.
                  – İbn Hacer, es-Sevaiku'l-Muhrika, s.20.
                  – Şeblenci, Nuru'l-Ebsar, s.68.
                  – Suyutî, Tarih-i Hulefa, s.65.
                  – İbn Abdurabbih, el-İkdu'l-Ferid, c.2/s.194.
                  – Nesei, el-Hasais, s.76.
                  – Ebu Nuaym, Hilyetu'l-Evliya, c.7/s.194.
                  – İbn Hişam, es-Siretu'l-Helebiyye, c.2/s.520.
                  – İbn Mace, Sünen, c.1/s.43.
                  – Tirmizî, Sahihinde, c.5/s.301.
                  – Taberî, Tarihinde, c.3/s.104.
                  – Belazuri, Ensabu'l-Eşraf, c.2/s.106.
                  – İbn Esir, Camiu'l-Usul, c.9/s.468.
                  – Suyutî, el-Camiu's-Sağir, c.2/s.56.

                  Sahabeden Hadisi Rivayet Edenler
                  Birçok sahabî Menzilet Hadisi'ni nakletmiştir. Örneğin:
                  – Sa'd b. Ebi Vakkas.
                  – Muaviye b. Ebu Süfyan.
                  – Habş b. Cünade.
                  – Cabir b. Abdullah Ensari.
                  – Ebu Said Hudri.
                  – Saad b. Malik.
                  – Esma Bint-i Ümeys.
                  – Abdullah b. Ömer.
                  – İbn Ebi Leyla.
                  – Malik b. Haris.
                  – Ali b. Ebu Talib.
                  – Ömer b. Hattap.
                  – Abdullah b. Abbas
                  – Ümmü Seleme.
                  – Abdullah b. Mesut.
                  – Enes b. Malik.
                  – Zeyd b. Erkam.
                  – Ebu Eyyup Ensari.
                  – Ebu Burde.
                  – Cabir b. Semure.
                  – Berâ b. Azib.
                  – Ebu Hureyre.
                  – Zeyd b. Ebi Evfa.
                  – Benit b. Şerit.
                  – Fatıma bint-i Hamza.

                  Hadisin İmamet ve Hilâfete Dair Delaleti
                  Nakledilen apaçık bilgilere göre Harun'un Musa (a.s.) nezdindeki makamı, vezirlik, hilâfet ve nübüvvet makamlarıdır. Menzilet hadisine göre, Hz. Peygamber (s.a.a) nübüvvet dışındaki Harun'un Musa (a.s.) nezdindeki bütün makamlarını Ali (a.s) için söz konusu etmiştir. Şu farkla ki Hz. Peygamber'den sonra
                  nebi yoktur. İstisna, istisnadan önceki ifadenin genel oluşuna kanıt teşkil eder.

                  Menzilet Hadisi'nin Değişik Zamanlarda Tekrarı
                  Menzilet Hadisi, Tebük Gazvesi'yle ve Ali'nin (a.s) Medine'deki hilâfetiyle sınırlı değildir. Hiç kimse hadisin sadece Medine şehri ve kısa bir süre için geçerli olduğu sanısına kapılmasın.
                  Çünkü hadis birçok yerde ve değişik zamanlarda Ali'yle (a.s) ilgili olarak beyan edilmiştir. Şimdi onlardan bazılarına işaret edelim:

                  • Ümmü Seleme, Müslüman olan ilk kadınlardandır, Hz. Peygamber'in (s.a.a) nezdinde büyük bir makama sahiptir. Allah Resulü'nün bazen onun ziyaretine gittiği ve ona hadis söylediği nakledilmiştir. Günlerin birinde ona şöyle buyurdu:
                  "Ey Ümmü Seleme! Gerçekten Ali'nin eti benim etimden ve onun kanı benim kanımdandır. Benim nezdimde onun makamı Harun'un Musa nezdindeki makamı gibidir."[Kenzü'l-Ummal, c.6, s.154, Hadis: 2554.]

                  • Tarih kitaplarında, bir meseleyle ilgili olarak Ali (a.s), Cafer ve Zeyd arasında anlaşmazlık çıktığı kaydedilmiştir. Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna geldiklerinde şöyle buyurdu:
                  "Ey Ali, senin benim nezdimdeki makamın Harun'un Musa nezdindeki makamı gibidir."

                  • Bir hadiste şöyle denir: Bir gün Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubeyd b. Cerrah, Hz. Peygamber'in (s.a.a) huzurundaydılar. Allah Resulü Ali'ye (as) yaslanmış idi. Peygamber (s.a.a) mübarek elleriyle Ali'nin (a.s) omzuna vurdular ve buyurdular:
                  "Ey Ali! Sen mümin, ve Müslüman olan ilk şahıssın. Ey Ali! Senin benim nezdimdeki makamın Harun'un
                  Musa nezdindeki makamı gibidir."[Kenzü'l-Ummal, hadis: 2554, s.154.]

                  • Hz. Peygamber (s.a.a) Medine'ye hicretten sonra, sahabe arasında kardeşlik akdi okuttu. Hazret her defasında Ali'yi (a.s) kendisi için seçti ve onunla kardeşlik akdi okudu. İkinci defasında, akitten sonra, Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurdu:
                  "Ey Ali, senin benim nezdimdeki makamın Harun'un Musa nezdindeki makamı gibidir; ama benden sonra
                  nebi yoktur ."

                  • Hz. Peygamber (s.a.a) bazı sebeplerden dolayı Mes-cid-i Nebi'ye kapı açan kimselere, kapıları kapatma emri verdi; Ali'nin (a.s) kapısı hariç. Cabir b. Abdullah Ensari şöyle diyor: "Allah Resulü (s.a.a) buyurdu ki:
                  "Ey Ali, Mescitte bana helal olan herşey sana da helaldir. Ey Ali, senin benim nezdimdeki makamın Harun-
                  'un Musa nezdindeki makamı gibidir; ama benden sonra nebi yoktur ."[Yenabiu'l-Mevedde, 17. bab]

                  E) VELÂYET HADİSLERİ
                  İmam Ali'nin (a.s) imametine delalet eden hadislerden biri de Velâyet Hadisi'dir.
                  Velâyet hadisleri Ehlisünnet'in hadis kaynaklarında farklı kanallardan nakledilmiştir. Örneğin:

                  • Ahmed (Müsnet'te) Ömer b. Husayn'dan şöyle rivayet eder:
                  "Allah Resulü bir grubu Ali'nin (a.s) komutanlığında, seriyeye gönderdi. Ali'nin (a.s) yaptığı bir iş bazılarının
                  hoşuna gitmedi. Bu yüzden sahabeden dört kişi, bu olayı Allah Resulü'ne (s.a.a) bildirmek için karalaştılar. Ümran şöyle naklediyor: Döndükten sonra Allah Resulü'nün (s.a.a) huzuruna vardık. Aramızdan biri ayağa kalktı ve şöyle dedi: Ey Allah Resulü! Ali (a.s) bu seriye de böyle ve şöyle yaptı. "Allah Resulü'nün (s.a.a) o şahıstan yüz çevirdiğini ve ona cevap vermediğini gördüm. İkinci şahıs da aynı konuyu Allah Resulü'ne arz etti. Allah Resulü (s.a.a) yine yüzünü çevirdi. Üçüncü şahıs da aynı şeyi söyledi. Dördüncü şahıs da Ali'yi (a.s) eleştirince Hz. Peygamber (s.a.a), mübarek çehreleri gazaptan değişmiş bir hâlde, yüzünü dördüncü şahsa doğru çevirdi ve buyurdu: "Ali'yle uğraşmayın, Ali benden; ben Ali'denim. O, benden sonra her mümine kendisinden daha evladır."[Müsned-i Ahmed, c.4, s.438.]

                  • Ahmed Müsned'inde aynı içeriği Bureyde'den de nakletmiştir.[Müsned-i Ahmed, c.5, s.356]

                  • Ahmed Müsnedin'de sahih senetle aynı manayı içeren bir hadisi İbn Abbas'tan nakletmiştir.[Müsned-i Ahmed, c.1, s.330-331.]

                  • Ebu Davud Tayalisi, Müsned'inde sahih senetle aynı mazmunu nakletmiştir.

                  • Tirmizî, Sahihinde aynı konuyu nakletmiştir.[Sahih-i Tirmizi, c.5, s.632]

                  Sahabeden Velâyet Hadislerini Nakledenler
                  Sahabeden on ikisi bu hadisleri Allah Resulü'nden nakletmişlerdir. Örneğin:
                  – Emirü'l-Müminin Ali (a.s).
                  – İmam Hasan Müçteba.
                  – Ebuzer-i Gaffari.
                  – Abdullah b. Abbas.
                  – Ebu Said Hudrî.
                  – Berâ b. Azib.
                  – Ümran b. Husayn.
                  – Ebu Leyla Ensari.
                  – Bureyde b. Hasip.
                  – Abdullah b. Amr.
                  – Amr b. As.
                  – Vahap b. Hamza.

                  Ehlisünnet Alimlerinden Velâyet Hadisi'ni Nakledenler
                  Velâyet hadislerini altmıştan fazla Ehlisünnet alimi rivayet etmiştir. Onlardan bazıları şöyledir:
                  – Süleyman Davud Tayalisi, Müsned, s.360.
                  – Ebu Bekir Abdullah b. Muhammed b. Ebi Şeybe, el-Musannaf, c.12/s.12-79.
                  – Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.4/s.438.
                  – Ebu İsa Tirmizî, Sahihinde, c.5/s.632.
                  – Ebu Abdurrahman Nesei, el-Hasais, s.75.
                  – Hasan b. Süfyan Nesevi, Esne'l-Metalib,
                  – Ebu Ya'la Musuli, Müsnedinde, c.1/s.293.
                  – Ebu Cafer Taberî, Tehzibu'l-Asar, c.13/s.141.
                  – Süleyman b. Ahmed Taberani, el-Mü'cemü'l-Kebir, c.18,s.12.
                  – Ebu Abdullah Hakim Nişaburî, el-Müstedrek Ale's-Sahihayn, c.3/s.110.
                  – Hatib Bağdadi, Kenzü'l-Ummal, c.11/s.625.
                  – Ebu Bekir Beyhaki, es-Sünenu'l-Kubra, c.6/s.342.
                  – Ebu'l-Hasan İbn Magazili, el-Menakıb, 224.
                  – Hatip Harezmi, el-Menakıb, s.125.
                  – Ebu'l-Kasım İbn Asakir ed-Dimişki, Tercüme-i İmam Ali,c.1/s.365.
                  – Ebu's-Saadat İbn Esir Cezeri, Camiu'l-Usul, c.8, s. 652.
                  – İzzuddin Ali b. Muhammed İbn Cezeri, Usdu'l-Gabe, c.3,s.603.
                  – Muhammed b. Talha Kurayşi, Metalibu's-Suul, s.46-48.
                  – Muhammed b. Yusuf Genci, Kifayetu't-Talib, s.113.
                  – Muhibbuddin Taberî, Riyazu'n-Nezre, c.3/s.129.
                  – İbrahim b. Muhammed Cuveyni, Feraidu's-Simteyn,c.1/s.56.
                  – Şemsuddin Zehebi, Mizanu'l-İtidal, c.1/s.410.
                  – Muhammed İbn Yusuf Zerendi, Dureru's-Simteyn, s.98.
                  – İbn Hacer Askalanî, el-İsabe, c.2/s.271.
                  – Şihabuddin Kastalani, İrşadu's-Sari, c.6/s.421.
                  – Müttaki Hindi, Kenzü'l-Ummal, c.11/s.599.

                  Hadisin Delaleti
                  Velâyet Hadisi'nin, Ali'nin (a.s) imamet ve hilâfetine dair delaleti açıktır. Çünkü "veli" değişik manalara (emir sahibi, arkadaş, yardımcı) gelse bile, yaygın olan birinci manadır. (Yani emir sahibi).
                  Tirmizî'nin hadisinde şöyle gelmiştir: "Peygamber buyurdu: Hakikaten Ali benden, ben Ali'denim ve o benden sonra her müminin velisidir." İlk cümle imamet ve hilâfeti ispat eder

                  F) VESAYET HADİSLERİ
                  Ali'yi (a.s) "vasi" tabiriyle anan hadislere "Vesayet" hadisleri denir.

                  Hadiste Geçen Tabirler

                  • Hz. Peygamber (s.a.a) "Dar" kıssasıyla ilgili olarak "Ve en yakın hısımlarını korkut." ayetinin inişinden sonra,
                  Haşimoğullarından ileri gelen yakınlarını topladı ve Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurdu:
                  "Şüphesiz Ali, sizin aranızda, benim halifem, vasim ve kardeşimdir; öyleyse onun sözlerini dinleyin ve ona
                  itaat edin."[Tarih-i Taberî, c.2, s.319.]

                  • Taberani, Mu'cem'de Selman'dan şöyle naklediyor:
                  "Ben Allah Resulü'nden(s.a.a) şöyle sordum: Ey Allah Resulü! Her nebinin bir vasisi vardır, sizin vasiniz kimdir? Peygamber susmayı yeğlediler. Ama sonraki toplantıda beni görünce "Ey Selman!" diye seslendiler. Ben süratle yanına giderek "evet" dedim. Hazret şöyle buyurdu:
                  Musa'nın vasisinin kim olduğunu biliyor musun? "Evet, Yuşe b. Nun-dur." dedim. Hazret, "Niçin?" diye
                  sordu. Ben, "Çünkü o kendi kavminin en bilginiydi." dedim. Hazret şöyle buyurdu: Öyleyse, şüphesiz vasim, sırdaşım ve benden sonra ümmetim arasında bırakacağım en iyi şahıs Ali b. Ebî Talip'tir ki benim vademe vefa
                  edecek ve borcumu eda edecektir."[Mu'cemu'l-Kebir, c.6, s.221; Mecmau'z-Zevaid, c.9, s.113]

                  • Ebu Eyyup Ensari şöyle naklediyor: Allah Resulü (s.a.a), kızı Fatıma'ya (s.a) şöyle buyurdu:
                  "Acaba bilmiyor musun ki Allah yeryüzüne bir nazar etti ve babanı seçerek, nübüvvet makamına ulaştırdı ;
                  sonra bir nazar daha etti ve kocanı seçti; sonra bana, seni ona nikahlamam ve onu vasi ve halifem yapmam
                  için vahyetti."[Mecmau'z- Zevaid, c.6, s.253,; Muc'emu'l-Kebir, c.4, s.205; Su-yutî,Cem'u'l-Cevami, hadis: 4261.]

                  • İbn Asakir, Enes b. Malik'ten şöyle naklediyor:
                  "Peygamber (s.a.a) abdest alarak iki rekat namaz kıldılar ve sonra şöyle buyurdular: "Bu kapıdan sana
                  doğru içeri girecek ilk şahıs, muttakilerin imamı, Müslümanların efendisi, dinin önderi ve vasilerin sonuncusudur."
                  O sırada Ali (a.s) içeri girdi. Peygamber kimin geldiğini sorunca Ali, dedim. Bunu işiten Peygamber
                  (s.a.a) Ali'ye doğru gelerek onu sevinçle kucakladı…"[Tarih-i İbn Asakir, c.2, s.486; Hilyetu'l-Evliya, c.1, s.63; Şerh-u İbnEbil-Hadid, c.1, s.450.]

                  Ehlisünnet Alimlerinden Hadisi Rivayet Edenler
                  Vesayet hadislerini Ehlisünnet alimlerinden birçoğu nakletmiştir.Örneğin:
                  – İbn Asakir Dimişki, Tarih-i Dimişk, c.3/s.5.
                  – İbn Mağazili Şafiî, el-Menakıb, s.200.
                  – Hatip Harezmi Hanefî, el-Menakıb, s.42.
                  – Muhibbuddin Taberî Şafiî, Zevahiru'l-Ukba, s.71.
                  – Zehebi, Mizanu'l-İtidal, c.2/ s.273.
                  – Kunduzi Hanefî, Yenabiu'l-Mevedde, s.79.
                  – Genci Şafiî, Kifayefetu't-Talib, s.62.
                  – Menavi Şafiî, Kunuzu'l-Hakaik, c.1/s.71.
                  – Heysemi Şafiî, Mecmau'z-Zevaid, c.9/s.113.
                  – Muttaki Hindi, Kenzü'l-Ummal, c.6/s.145.
                  – Ebu Nuaym İsfahanî, Hilyetu'l-Evliya, c.1/s.63.
                  – İbn Ebi'l-Hadid-i Mutezili, Şerh-u Nehci'l-Belâğa, c.9, s.169.
                  – Hakim Nişaburî, el-Müstedrek Ale's-Sahiheyn, c.2, s.172.
                  – Sıbt b. Cevzî, Tezkiretu'l-Havas, s.43.
                  – Ahmed b. Hanbel, Menakıb-ı Ali (a.s).
                  – Dineveri, Ahbaru't-Tival.
                  – Taberî, Tarihinde.
                  – Beyhaki, el-Mehasin ve'l-Mesavi, c.1/s.6465, Kahire basımı,Yıl: 1380. h.k.
                  – Taberani, el-Mucemu'l-Kebir, c.6/s.221.
                  – İbn Esir, el-Kamil.

                  Sahabeden Hadisi Rivayet Edenler
                  Sahabeden birçoğu vesayet hadislerini nakletmişlerdir. Örneğin:
                  – İmam Ali (a.s)
                  – İmam Hasan Müçteba (a.s).
                  – İmam Hüseyin (a.s)
                  – Selman-ı Muhammedi.
                  – Ebu Eyyüp Ensari
                  – Enes b. Malik.
                  – Bureyde Hasib
                  – Amr b. As.
                  – Ebuzer-i Gaffari
                  – Hassan b. Sabit.
                  – Fazl b. Abbas
                  – Nu'man b. İclan.
                  – Abdullah b. Ebu Süfyan
                  – Ebu Heysem b. Teyyihan.
                  – Said b. Kays
                  – Hucr b. Adiyy.
                  – Huzeyme b. Sabit
                  – Amr b. Hamık.
                  – Abdullah b. Abbas
                  – Muğire b. Haris.
                  – Eş'as b. Kays-ı Kindî

                  Tabiinden Hadisin Ravileri
                  Tabiinden birçoğu bu hadisi nakletmiştir. Örneğin:
                  – Cerir b. Abdullah Beceli
                  – Kays b. Amr
                  – Muhammed b. Ebu Bekir
                  – Munzir b. Humeyse
                  – Ömer b. Harise Ensari
                  – Abdullah b. Cueyl
                  – Abdurrahman b. Zueyb
                  – Nazr b. İclan
                  – Malik-i Eşter
                  – Ömer b. Harise Ensari
                  – Abdurrahman b. Şueyb

                  Hadisin Delaleti
                  Vasiyet "ahit" anlamındadır. "Evsa ila filan" yani ona vasiyette bulundu. Eğer vasiyet edilecek hususta bir sınırlama getirilmezse, sözleşmeye ait olabilecek her şeyin, bu vasiyetin kapsamına girdiğine hükmedilir. Ama, şartlı getirilirse, örneğin "Ona malının üçte birini vasiyet etti." denilirse, bu durumda söz konusu
                  kayıtla kısıtlanır. Hz. Ali (a.s) hakkındaki bütün hadislerin mutlak olduğu açıktır. Buna göre vasiyet, hilâfeti de kapsamına almaktadır.

                  Geçmiş Ümmetlerin Kitaplarında "Vasi"
                  Nasr b. Müzahim ve Hatib-i Bağdadi şöyle naklediyorlar:
                  "Ali'nin (a.s) ordusu Sıffin yolunda, bir sahranın ortasında, susadılar. Hazret bir kayanın arasını gösterdi. Kayayı kaldırdıktan sonra altında su gözüktü. Bütün ordu o sudan içti. O kayanın yakınında bulunan bir rahip "Nebi veya onun vasisinden başka hiç kimse buradan su çıkarmamıştır." dedi.[Tarihu'l-Hatip, c.2, s.305; Sıffin vakası, s.145]

                  Sahabenin Hadislerinde Vasi
                  "Vasi" kelimesine İmam Ali'yle (a.s) ilgili olarak sahabenin sözlerinde sıkça rastlanır. Şimdi onlardan bazılarına değinilecektir:
                  Ebuzer'in Hutbesinde Vasiyet Yakubi Yazıyor: Osman zamanında, Ebuzer Mescid-i Nebi'de ayağa kalktı ve bir hutbe okuyarak şöyle seslendi:
                  "...Ve Muhammed Ademin ilminin ve peygamberlere üstünlük sağlayan şeylerin varisidir. Ali b. Ebu Talib,
                  Muhammed'in vasisi ve ilminin varisidir."[ Tarih-i Yakubî, c.2, s.171.]

                  Malik-i Eşter'in Hadisinde Vasi
                  Ali (a.s) ile biat edildiği zaman Malik b. Haris Eşter şöyle feryat etti:
                  "Ey halk, bu, evliyanın vasisi ve enbiyanın ilminin varisidir." [Tarih-i Yakubî,c.2, s.178.]

                  Amr b. Hamık el-Huzai'nin Hadisinde Vasi
                  Ali (a.s) Kufe'de halkı Sıffin'e gitmek için hazırladığında, Amr b. Hamık ayağa kalkarak Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurdu:
                  "Ey Emirü'l-Müminin! Ben seni seviyorum; biatim, yakınlık, mal veya makam için değildir. Ben, seni sahip
                  olduğun beş hasletten dolayı seviyorum. Sen Allah Resulü'nün (s.a.a) amcasının oğlusun; sen onun vasisi ve
                  bizim aramızda baki kalan neslinin babasısın; herkesten önce Müslüman oldun; senin cihattaki payın bütün
                  muhacirden daha fazladır."[Şerh-i İbn Ebi'l-Hadid, c.1, s.281]

                  Muhammed b. Ebu Bekir'in Muaviye'ye Mektubunda Vasi
                  "...Öyleyse nasıl? Allah Resulü'nün (s.a.a) vasisi ve varisi olduğu hâlde kendini Ali'yle (a.s) eşit görüyor isen
                  sana yazıklar olsun."[Vakatu Sıffin, s.118; Tarih-i Taberî; Tarih-i İbn Esir, c.3, s.108 vs.]

                  Amr b. As'ın Muaviye'ye Mektubunda Vasiyet
                  Amr b. As, Muaviye'ye yazdığı mektubunda şöyle diyor:
                  "Ama beni davet ettiğin şeye gelince, sana batıl üzere yardım etmem ve Ali'ye karşı kılıç çekmem, O Allah
                  Resulü'nün (s.a.a) kardeşi, vasisi ve varisi... olduğu hâlde..." [Menakıb-ı Harezmî, s.125.]

                  İmam Ali'nin (a.s) Kelamında Vasi
                  Harezmi Hanefî İmam Ali'den (a.s) şöyle naklediyor:
                  "Şüphesiz ben Allah Resulü'nün (s.a.a) kardeşi ve vasisiyim."[Menakıb-ı Harezmî, s.125.]
                  Ali (a.s) bir hutbesinde şöyle buyuruyor:
                  "Ben Allah'ın kulu ve Resulü'nün kardeşiyim. Yalancıdan başka hiç kimse, benden önce veya sonra bu iddiada
                  bulunamaz. Ben Rahmet nebisinin mirasçısı, bu ümmetin en büyüğünün eşi ve vasilerin sonuncusuyum."[Şerh-i Nehci'l-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, c.1, s.208.]

                  İmam Hasan'ın (a.s) Hutbesinde Vasi
                  İmam Hasan (a.s) Ali'nin (a.s) şehadetinden sonra, bir hutbede şöyle buyurdu:
                  "Ben Hasan b. Ali'yim; ben Hz. Peygamber'in evladıyım; ben vasinin evladıyım."[Müstedrek-i Hakim, c.3, s.172; Zehairu'l-Ukba, s.138; Mecmau'z-Zevaid, c.9, s.146.]

                  İmam Hüseyin'in (a.s) Hutbesinde Vasi
                  İmam Hüseyin aşura gününde, Yezid b. Muaviye'nin askerlerinin karşısında okuduğu bir hutbede şöyle buyuruyor:
                  "Benim nesebimi araştırın ve kim olduğumu düşünün. Sonra kendi nefsinize müracaat edin ve kendinizi
                  kınayın ki acaba beni öldürmek ve hür-metimi kırmak caiz midir? Acaba ben Peygamber'inizin (s.a.a) kızınızın evladı değil miyim; Acaba ben Peygamber'inizin (s.a.a) vasisinin evladı değil miyim..."[ Tarih-i Taberî, c.2, s.329; el-Kamil, c.2, s.52; Tarih-i İbn Kesir, c.8,s.179.]

                  Şiir ve Edebiyatta Vasi
                  Ali'nin (a.s) en meşur lakaplarından biri "Vasi"dir. Bu lakapla lugat kitaplarında sıkça anılır. Örneğin:

                  • İbn Manzur, Lisanu'l-Arap'da şöyle yazıyor: "Ali'ye (a.s) vasi olarak anılır."[Tacu'l-Arus, "ve-se-ye" kökü, c.15, s.394] Sonra Küseyr isimli şairin şiirini getirir:
                  "Vasiyyu'n-Nebiyyi'l-Mustafa ve'bnu ammihi…"

                  • Zübeydi Tacu'l-Arus'ta şöyle yazıyor: "Vasi, (gani kalıbında) Ali'nin (radiyallahu anh) lakabıdır."[Tacu'l-Arus, c.15, s.397.]

                  • İbn Ebi'l-Hadid, Şerhu Nehci'l-Belâğa isimli kitabında, vasi tabiri geçen şiirleri bir bölümde toplamıştır. Sahabe ve tabiinden naklolan ve Ali'yi (a.s), Mustafa'nın (s.a.a) vasisi ünvanıyla öven, birçok şiir getirmiştir.[Şerh-i İbn Ebi'l-Hadid, c.1, s.143.]

                  G) ON İKİ İMAM HADİSLERİ
                  Hz. Peygamber (s.a.a) Ali'yi (a.s) imamet ve hilâfet makamına atamakla birlikte, ondan sonraki halifelerin sayısını da belirtmiştir. Şimdi rivayetlerden bazılarına değiniyoruz:

                  • Buharî, Sahih'inde, Cabir b. Semure'den şöyle nakleder:
                  "Allah Resulü'nün (s.a.a) şöyle dediğini işittim: "Sizin aranızda on iki emir olacaktır." Sonra bir şey söyledi
                  ama ben anlayamadım ve babamdan sordum. Babam, Hz. Peygamber'in (s.a.a) "Onların hepsi Kureyş'tendir."
                  diye buyurduğunu söyledi. [Sahih-i Buharî, c.4, s.347; Kitabu Ahkami'l-Hadis, s.7223.]

                  • Müslüm Sahih'inde Cabir b. Samure'den şöyle nakleder:
                  "Babamla birlikte Hz. Peygamberin (s.a.a) huzuruna geldik. Hz. Peygamber'in (s.a.a) şöyle buyuruyordu:
                  "Bu emir sona ermez, size on iki halife gelip geçmeyinceye kadar."
                  Cabir söylüyor: "Peygamberin sözlerinden birini anlayamadım ve babamdan Peygamberin ne buyur-duğunu
                  sordum. Babam "Onların hepsi Kureyş'ten-dir." dedi.[ Sahih-i Müslim, Nevevi'nin şerhiyle, c.12, s.201, Kitabu'l-Emare,s.202, 203.]

                  • Tirmizî, Sahih'inde, Cabir b. Semure'den şöyle nakleder:
                  "Allah Resulü (s.a.a) "Benden sonra on iki emir gelecektir." diye buyurdu. Sonra başka bir şey yine buyurdu,
                  ama ben duyamadığım için yanımdakine sordum. O, Allah Resulü'nün "Onlar Kureyş'tendir." diye buyurduğunu
                  dedi.
                  Ehlisünnet Alimlerinden Hadisi Nakledenler
                  Yukarıda zikredilen hadis her iki fırka arasında da meşhurdur. Burada bu hadisi nakleden Ehlisünnet alimlerinden bazısına değineceğiz:
                  – Buharî Sahih'inde
                  – Müslim Sahih'inde
                  – Ahmed b.Hanbel, Müsned'inde, c.5/s.93/96/99
                  – Hakim, el-Müstedrek, c.3/s.617.
                  – Tirmizî Sahih'inde, c.3/s.340
                  – Ebu Davut, Sünen, c.4/s.106.
                  – Taberani, el-Mücemü'l-Kebir, c.2/s.196.
                  – Kastalani, İrşadu's-Sari, c.10/s.273.
                  – İbn Hacer, Fethu'l-Bari, c.12/s.181.
                  – İbn Esir, en-Nihaye, c.3/.54.
                  – İbn Menzur, Lisanu'l-Arab, c.12/s.126.
                  – Muttaki Hindi, Kenzü'l-Ummal, c.13/s.26.
                  – Suyutî, el-Camiu's-Sağir, c.1/s.75.
                  – Beyhaki, Delailu'n-Nübüvve, c.6/s.519.
                  – İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.6/s.248.

                  İmamların İsimleriyle Belirtilmesi
                  Her iki fırkanın (Ehlisünnet ve Şia) rivayetlerinde, Peygamber (s.a.a) kendinden sonraki on iki imam ve halifenin isimlerini açıkça zikretmiştir. Şimdi onlardan bazılarına değiniyoruz:

                  a) Feraidu's-Simteyn'de Hemvinî -Zehebî'nin şeyhidir- İbn Abbas'tan şöyle naklediyor:
                  "Na'sel isminde bir Yahudi Hz. Peygamber'in (s.a.a) huzuruna gelerek şöyle dedi: "Ey Muhammed! Uzun
                  müddettir zihnimde oluşan şeyler hakkında senden soru soracağım; eğer onlara cevap verirsen sana iman getiririm."Peygamber sormasını istedi. O şöyle sordu:
                  "Beni vasinden haberdar et ve söyle o kimdir? Çünkü hiçbir peygamber vasisiz gelmemiştir. Bizim peygamberimizin vasisi Yuşe b. Nun'dur." Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Benim vasim Ali b. Ebu Talip'tir ve ondan sonra iki torunum, Hasan ve Hüseyin ve onlardan sonra, Hüseyin'in soyundan dokuz imamdır."
                  Ravi diyor ki: Na'sel dedi: "Ey Muhammed! O on iki imamın isimlerini benim için söyle." Peygamber (s.a.a)
                  onların isimlerini şöyle sıraladı: Hüseyin'den sonra oğlu Ali, Ali'den sonra oğlu Muhammed, Muhammed'den
                  sonra oğlu Cafer, Cafer'den sonra oğlu Musa, Musa'dan sonra oğlu Ali, Ali'den sonra oğlu Muhammed, Muhammed'den sonra oğlu Ali, Ali'den sonra oğlu Hasan, Hasan'dan sonra oğlu Hüccet Muhammed Mehdi, ki
                  bunlar benden sonraki on iki imamdırlar..."[Feraidu's-Simteyn, c.2, s.132, Hadis: 431; Yenabiu'l-Mevedde, c.3,s.281]

                  b) Hemvinî İbn Abbas'tan Allah Resulü'nün (s.a.a) şöyle buyurduğunu naklediyor:
                  "Ben nebilerin efendisiyim ve Ali b. Ebu Talib vasilerin
                  efendisidir ki onların sonuncusu Mehdi'dir."[ age.]

                  Diğer Ehlibeyt İmamları'nın İmameti
                  Diğer Ehlibeyt İmamları'nın imametine inanmak, Şia İmamiyye Mezhebi'nin zarurî meselelerinden biridir. Ehlibeyt İmamları'nın her birinin imametinde şüphe eden birisi bu mezhebin dışında sayılır.
                  Diğer Ehlibeyt İmamları'nın imametini ispatlamak için, İmamiyye mensubu alimler "nas", "masumluk sıfatı", "efdaliyet" gibi deliller zikrekmişlerdir. Ehlibeyt İmamları'nın imametini, Ehlisünnet kaynaklarından yararlanarak üç yoldan ispatlamak mümkündür.

                  Birinci Yol: Nas
                  Daha önceki konularda zikredilen rivayetlerde görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a.a) Ehlibeyt İmamları'nın sayısını açıkça belirtmiş, onların on iki tane olup, hepsinin Kureyş'ten olduğunu açıklamıştır. Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra hükümet başına geçen halifelerin sayısı çok olduğu için, bu rivayetlerin yorumunda ilginç çelişkiler yaşanmış ve hiçbir çaba kesin bir sonuca ulaşmamıştır. Bu rivayetler İmamiyye'nin taşıdığı inanç dışında hiçbir şeyle yorumlanamaz.

                  İkinci Yol: Masumluk Sıfatı
                  Ehlibeyt İmamları'nın masum olduklarını "Tathir Ayeti", "Gadir Hadisi" ve zikredilen diğer delillerden hareketle ispatlamak mümkündür ki onların açıklaması daha önce geçti.

                  Üçüncü Yol: Efdaliyet
                  Hiç şüphesiz Ehlisünnet alimleri On İki Ehlibeyt İmamı'nın efdal olduğunu açıkça ifade etmişlerdir.
                  Şüphesiz efdal olan, imamet ve hilâfete daha layık ve bu hususta daha önceliklidir
                  Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

                    İMAMET VE VELÂYETLE İLGİLİ BAŞKA HADİSLER

                    Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu:
                    "Ey Ammar! Ne zaman halkın bir yoldan ve Ali'nin (a.s) başka yoldan gittiğini görsen, sen Ali'nin (a.s) izinde
                    ol ve halkı terk et. Şüphesiz Ali (a.s) seni sapıklığa hidayet etmeyecek ve hidayetten dışarı çıkarmayacaktır."[Kenzü'l-Ummal, c.6, s.156; İbn Asakir, c.3, s.170; Menakıb-ı Harezmî.]
                    Allah Resulü (s.a.a) buyurdu ki:
                    "Allah (c.c), Ali hakkında benimle ahdetmiştir ki, ohidayet bayrağı ve benden sonra ilk imamdır..."[ İbn Asakir Tercemetü'l-İmam, c.2, s.189, Hilyetu'l-Evliya, c.1, s.68: Şerh-i İbn Ebi'l-Hadid, c.9, s.168.]
                    Allah Resulü (s.a.a) buyurdu ki:
                    "Ali hakkında bana üç şey vahyolmuştur: O Müslümanların seyyidi ve efendisi, muttakilerin imamı ve açık
                    alınlıların rehberidir."[Müstedrek-i Hakim, c.3,s138; el-Mu'cemu'l-Kebir, c.2, s.88; Usdu'l- Gabe, c.1, s.69; Tercemetu'l-İmam, İbn Asakir, c.2, s.257]
                    Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali'nin (a.s.) elini tutar bir hâlde şöyle buyurdu:
                    "Bu Ali iyilerin imamı ve kötülerin katilidir. Kim ona yardım ederse yardım olunmuş ve kim onu aşağılarsa
                    alçalmıştır."[ el-Müstedrek, c.3, s.129, Tercemetu'l-İmam, İbn Asakir, c.2s.476...]

                    Ehlisünnet Kanalıyla Nakledilen Hadislerin Değeri
                    Şia diğer mezheplerde olduğu gibi dinin usul ve furu-unda kendine has bir takım ilke ve kurallara sahiptir; kendi haklılığını ispatlama noktasında Ehlisünnet kanalıyla nakledilen hadislere gereksinim duymaz. Ehlisünnet'ten hadis nakletmeleri, kendi kaynaklarının yetersizliğinden kaynaklanmıyor; tartışma ve münazara
                    usulünü dikkate aldığından ötürüdür. Çünkü tartışma kurallarından biri karşı tarafın inandığı delilleri kanıt olarak sunmaktır; meseleyi sadece iddia sahibince kabul gören delillerle kanıtlamak yeterli sayılmaz.
                    Kanıt getirirken iki hususa dikkat edilmelidir:

                    a) Delil olarak getirilen hadislerin, ravilerince kabul görmesi.

                    b) Hadisin, o gurubun alimlerinin hepsi tarafından kabulü zorunlu değildir. Çünkü amaç, İmamiyye Şiası ve inançlarını, hasmın kaynaklarında ispat etmek ve ravinin (bazılarınca) sıka ve güvenilir olduğunu hatırlatmaktır.
                    Her iki fırkanın ittifak ettiği şey şüphesiz münazara makamında delildir. Ancak şunu da bilmek gerekir ki alimlerinin hepsinin nezdinde kabul ve itibar gören rivayet oldukça azdır.

                    Hak Sahibinin Sözleri
                    Nehcü'l-Belâğa'ya bakıldığında, Ali'nin (a.s) hilâfet hadisesinden ve kendi hakkının gaspından etkilendiği görülür. Şimdi bunlardan bazılarına işaret edilecektir:

                    • Muhaddislerden bir çoğu şöyle nakletmişlerdir: "Ali (a.s) Sakife'den sonra, acı ve üzüntüsünü açığa vurarak kendisine zulüm edildiğini belirtti ve yüzünü Peygamber'in (s.a.a) kabrine doğru çevirerek şöyle buyurdu:
                    "Nerede Cafer?! Bugün benim için bir Cafer yoktur; Nerede Hamza?! Bugün benim için bir Hamza yoktur."[Şerh-i Nehcü'l-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, c.11, s.111]

                    • Sakife'de Ebu Bekir'le biattan sonra, halk, salı günü onunla biatı yenilediler. Ali (a.s) geldi ve Ebu Bekir'e şöyle hitap etti:
                    "İşleri bize fasıt ettin ve bizimle meşveret etmedin ve bizim hakkımızı riayet etmedin."[ Mürucu'z-Zeheb, c.2, s.307.]

                    • Sakife'den sonra Ali (a.s), Allah'a şu şekilde şikayet ediyor:
                    "Ey Allah'ım! Ben, Kureyş'i ve onlara yardım edenleri sana şikayet ediyorum. Çünkü onlar benimle akrabalık
                    bağını kestiler, bardağımı devirdiler, başkalarından daha layık olduğum bir hak hususunda hepsi benimle çekişti."[İbn Ebi'l-Hadid, Nehcü'l-Belâğa Şerhi, Kısa sözler: 217, c.11, s.109.]

                    • Şıkşıkiye hutbesinde şöyle buyuruyor:
                    "Allah'a andolsun ki falan kimse (Ebu Bekir), hilâfete göre yerimin değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği
                    hâlde hilâfeti bir gömlek gibi giyindi; hilâfet benim çevremde dönerdi; sel benden akardı; hiçbir kuş uçtuğum
                    yere uçamazdı. Hilâfetle aramda bir perde çektim; onu koltuğumdan silkip attım…"[Nehcü'l-Belâğa, 3.hutbe; Tezkiretu'l-Havass, s.134; el-Miyar ve'l- Muvazene, Ebu Cafer İskafi.]

                    • Hz. Ali (a.s) Basra'ya doğru hareket etttiğinde şöyle buyurdu:
                    "Yüce Allah, Elçisini katına aldıktan sonra, Ku-reyş bizden öne geçti ve insanları layık olduğum haktan
                    mahrum etti. Ama ben buna sabretmeyi Müslümanların bölünmesinden ve kanlarının akmasından daha iyi gördüm. Çünkü halk İslâm'la daha yeni ahitleşmiştiler."[İbn Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehcü'l-Belâğa, c.1, s.308.]

                    • Ali (a.s) niçin Talha ve Zübeyr'i takip etmiyorsun diyen bir kısım ashabın cevabında şöyle buyurdu:
                    "Allah'a andolsun! Ben Peygamber'in vefatından şimdiye kadar, kendi hakkımdan mahrum idim."[Nehcü'l-Belâğa, Hutbe: 6]

                    • Ashaptan bazısı Ali'yi (a.s) "Sen hilâfet konusunda çok hırslısın." diye eleştirince şöyle cevap verdi:
                    "Allah'a andolsun! Siz hilâfete daha hırslı ve ondan daha uzaksınız; ben hilâfete daha layık ve daha yakınım.
                    Çünkü ben kendi hakkımı talep ediyorum; ama siz benimle hakkım arasına girdiniz ve beni ondan mahrum
                    ettiniz."[Nehcü'l-Belâğa, Hutbe: 172.]

                    Kanıt Olarak Getirilen Hadislerin Ehlisünnet İçin Hüccet Oluşu
                    Ehlisünnet kanalıyla nakledilen ve kanıt olarak sunduğumuz hadislerin tümü, iki delilden dolayı, onlar için hüccettir:

                    1- Bu hadislerin senedi onlara göre sahihtir veya farklı kanallardan nakledilmişlerdir; hadisin farklı kanallardan nakledilmesi onun sağlam ve muteber oluşunu gösterir.

                    2- Hadislerin Ehlibeyt'in fazilet ve menakıbı hakkında oluşu, bu hadislerin senedinin sağlam ve ravilerin (başka hususlarda olmasa bile bu hususta) sıka ve güvenilir olduğuna dair bir ipucudur. Çünkü ravinin güvenilir olduğunu anlamanın bir yolu, onun makam ve mal düşkünü olmaması ve hadis nakletmekten
                    korkmamasıdır.
                    Hadislerin nakledildiği asırda, Ehlibeyt'in, özellikle de Ali'nin faziletlerini (a.s) yaymak en büyük suçlardan biri sayılıyordu. Yalancı bir insan, yalan bir konuyu yaymak için hiçbir zaman kendini tehlikeye atmaz.
                    Buna göre bu tür hadislerin ravileri (sıka ve güvenilir olmasalar da) söz konusu hususun dikkate alınarak bu konuda sadık ve doğru olduklarını söylemek gerekir.

                    EHLİBEYT'İN DİNÎ MERCİLİĞİ
                    Hz. Peygamber, hayatı döneminde velâyet ve yöneticilik sorumluluğunun yanı sıra İslâm toplumunun ilmî, fikrî ve kültürel merciliğini üstlenmişti. Müslümanlar fıkıh, ahlak ve inançla ilgili meselelerini ona soruyorlardı.
                    Hz. Peygamber (s.a.a) İslâm toplumunun, kendisinden sonra, bir dinî mercie ihtiyacı olduğunun farkındaydı. Bu yüzden Ehlibeyt'i bu iş için seçti. Bu makam Kur'ân oldukça olacak ve Müslümanların sorunlarını çözecektir.
                    Peygamber (s.a.a) bu önemli ve zorunlu işe ilgi gösteriyor ve defalarca bu husus üzerinde duruyordu. Buna daha sonra değinilecektir.

                    Teşriî (Yasama) Boyutun Hakikati
                    İmamet üç açıdan ele alınabilir. Tekvinî (varoluşsal) boyutuyla, teşriî (yasama) boyutuyla, velâyet ve siyasi boyutuyla. Konumuz teşriî boyutuyla ilgilidir. Bazılarının düşüncesinin aksine, teşriî boyut helal, haram ve amelî konularla sınırlı olmayıp inançsal, ahlakî ve davranışla ilgili bütün konuları kapsar.
                    Yüce Allah (c.c) Kur'ân'da şöyle buyuruyor:
                    "Onları, delillerle, kitaplarla gönderdik ve sana da onlara ne indirildiğini açıkça anlatman, düşünmelerini
                    sağlaman için Kur'ân'ı indirdik."[Nahl, 44]
                    Hz. Peygamber'in (s.a.a) vazifesi Kur'ân ayetlerini açıklamaktır. Bilindiği üzere ilâhî ayetler, inanç, ahlak, irfan, hükümler vb. bilgileri içeren bir mecmuadır. Buna göre "teşri" geniş kapsamlı bir kavram olup, helal ve haramla sı-nırlandırılamaz.

                    Teşri ve Açıklama Boyutunun Süreklilik Zorunluluğu
                    Hz. Peygamber'le ilgili şöyle bir mesele söz konusudur: Acaba Efendimiz Kur'ân'ı bütün ayrıntılarıyla açıklamış mıdır? Sorunun açıklığa kavuşması için iki yola baş vuracağız:

                    1- Tarih İncelemesi
                    Tarih incelemesi, Hz. Peygamber'in (s.a.a) biset zamanının, Kur'ân'ı tüm ayrıntılarıyla açıklaması için yeterli olmadığını ortaya koyar. Bu yüzden, Hz. Peygamber (s.a.a) vefatından önce, şu mesajı ulaştırmakla görevlendiriliyor:
                    "Ben ümmetim arasında iki değerli şey bırakıyorum. Eğer onlara sarılırsanız doğru yoldan sapmaz-sınız; biri
                    Allah'ın kitabı diğeri Ehlibeyt'imdir. Bu ikisi Kevser havuzu başında yanıma gelinceye kadar birbirlerinden ayrılmazlar."
                    İnsanlar, Kur'ân'a muhtaç olduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından şeriatin açıklaması için atanan "konuşan Kur'ân"a da muhtaçtırlar. Bu yüzden Şia medresesinde inanç, ahlak ve hükümler noktasında derinlemesine kapsamlılık görülür.

                    2- İstikra (Tüme Varım) Usulü İnceleme
                    Ehlisünnet'in hadis kaynaklarına baktığımızda Kur'ân ayetlerinin ve ilâhî öğretilerin tümünün beyan edilmediğini görürüz. Bu yüzden Ehlisünnet Okulu kendisini büyük bir ilmî ve kültürel boşlukla karşı karşıya buldu ve bu boşluğu doldurmak için "kıyas, istihsan, mesalih-i mürsele, sahabenin sünnetinin hücciyeti
                    vs. gibi bir takım usuller tesis etme düşüncesine yöneldi.
                    Zikredilen bu iki delil Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra şeriatın beyan edilmesinin gerekliliğini ispatlamak için izlenilen en iyi yoldur. Şeriatın beyanı aksamadan, özel bir kanaldan yani masumlar kanalıyla devam etmelidir.

                    EHLİBEYT'İN DİNÎ MERCİLİĞİNE DAİR DELİLLER
                    Ehlibeyt'in masumluk sıfatına dair deliller aynı zamanda, onların dinî merciliğine de delil teşkil eder. Çünkü masum, hata ve yanlıştan uzak demektir. Allah'ın (c.c) hükmünü beyan ederken hata yapmaz, yanılmaz. Bu değerlendirmeye göre masumların sözleri, bizim için hüccettir. Şimdi Ehlibeyt'in masumiyet sıfatına dair delillerden bazılarına işaret edeceğiz:
                    1- TATHİR AYETİ
                    Yüce Allah şöyle buyuruyor:
                    "Allah, sadece siz Ehlibeyt'ten her türlü pisliği uzak tutmayı ve sizi tertemiz kılmayı ister."[Ahzab, 33]
                    Hadis tarihini inceleyenler bu ayetin belli insanlarla ilgili olduğunda şüphe etmez. Bunlar, Hz. Peygamber (s.a.a), Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'dir. Hepsine Allah'ın selâmı olsun.

                    Tathir Ayeti'nin "Kisa Ashabı" Hakkında Nazil Olduğunu Nakleden Raviler
                    Ehlisünnet alimlerinden büyük bir çoğunluk Tathir Ayeti'nin "Al-i Aba" hakkında nazil olduğunu nakletmişlerdir. Örneğin:
                    – Müslim Sahih'inde, Fezail-i Sahabe, c.15/s.194, Nevevi'ninŞerhiyle.
                    – Tirmizî Sahih'inde, c.5/s.30.
                    – Ahmed, Müsned, c.1/s.330, sahih Senetle.
                    – Hakim, el-Müstedrek, c.3/s.133, Sahih Senetle.
                    – Taberani, el-Mücemu's-Sağir, c.1/s.65v...
                    – Hakim Haskani, Şevahidu't-Tenzil, c.2/s.11-92.
                    – İbn Asakir, Tarih-i Dimişk, c.1/s.185.
                    – Genci Şafiî, Kifayetu't-Talib.
                    – İbn Esir, Usdu'l-Gabe, c.2/s.12.
                    –Taberî Şafiî, Zehairu'l-Ukba, s.21.
                    –Vahidi, Esbab'un-Nuzul, s.203.
                    –Taberî, Camiu'l-Beyan,c.22/s.6.
                    – Suyutî, ed-Dürrü'l-Mensûr, c.5/s.198.
                    – Cessas, el-Cami Li-Ahkami'l-Kur'ân, c.5/s.230.
                    – Zamehşeri, el-Keşşaf, c.1/s.93.
                    – Kurtubi, Tefsir-i Kurtubi, c.1/s.182.
                    – İbn Kesir, Tefsir-i Kur'ân-ı Kerim; c.3/s.483.
                    – İbn Hacer, el-İsabe, c.2/s.502.
                    – Şevkani, Fethu'l-Kadir, c.2/s.279.

                    Sahabeden Kisâ Hadisini Nakledenler
                    Birçok sahabî Kisâ Hadisi'ni nakletmiştir. Örneğin:
                    – İmam Hüseyin (a.s).
                    – Aişe, Ebu Bekir'in kızı.
                    – Ümmü Seleme, Allah Resulü'nün eşi.
                    – Abdullah b. Abbas.
                    – Sa'd b. Ebi Vakkas.
                    – Ebu Derda.
                    – Enes b. Malik.
                    – Ebu Said-i Hudrî.
                    – Vasile b. Esga.
                    – Cabir b. Abdullah Ensari.
                    – Zeyd b. Erkam.
                    – Ömer b. Ebu Seleme.
                    – Sevban (Allah Resulü'nün azatlı kölelerinden)

                    Hadiste Geçen Tabirler

                    a) Ahmed, Müsned'inde Ümmü Seleme'den şöyle rivayet ediyor:
                    "Allah Resulü (s.a.a) Fatıma'ya (s.a) şöyle buyurdu:
                    "Eşini ve iki evladını bena getir." Fatıma (s.a) onlarla birlikte Allah Resulü'nün (s.a.a) huzuruna geldi. Allah Resulü (s.a.a) bir kisayı (örtü) onların üstüne attı. Sonra mübarek ellerini onların üzerine bıraktı ve şöyle dedi: Ey Allah'ım! Bunlar Al-i Muhammed'dirler. Öyleyse selam ve bereketini Muhammed ve Al-i Muhammed üzerine kıl; çünkü sen Hamid ve Mecid'sin.
                    Ümmü Seleme şöyle devam ediyor: "Ben örtüyü kaldırarak onlara katılmak istedim. Allah Resulü örtüyü
                    çekerek şöyle buyurdu: Sen hayır üzeresin."[Müsned-i Ahmed, c.6, s.323]

                    b) Tirmizî, Sahih'inde Ömer b. Ebu Seleme'den şöyle naklediyor:
                    "Tathir Ayeti, Ümmü Seleme'nin evinde Peygamber'e (s.a.a) nazil olduğunda, Peygamber (s.a.a) Fatıma, Hasan, Hüseyin ve Ali'yi çağırdı ve sonra örtüyü onların üzerine çekti ve buyurdu: "Ey Allah'ım! Bunlar benim Ehlibeyt'imdir. Öyleyse pislik onlardan uzak et ve onları temizle."
                    Ümmü Seleme anlatıyor ki: "Ben arz ettim ey Allah'ın Nebisi! Acaba ben de mi onlarlayım?" Hazret buyurdu:
                    "Sen kendi yerindesin, sen hayır üzeresin."[Sahih-i Tirmizi, c.5, s.327-328.]

                    c) Tirmizî Sahih'inde Enes b. Malik'ten şöyle nakleder:
                    "Allah Resulü (s.a.a) altı ay kadar sabah namazı sırasında Hz. Fatıma'nın kapısının önünden geçer ve her
                    geçişinde şu ayeti tilavet ederdi: "Allah, sadece siz Ehlibeyt'ten her türlü pisliği uzak tutmayı ve sizi tertemiz
                    kılmayı ister."[age. c.5, s.327.]

                    ç) Müslim, Sahih'inde Aişe'den şöyle naklediyor:
                    "Bir sabah vakti Allah Resulü (s.a.a) sırtında bir örtüyle dışarı çıktı. O sırada Hasan b. Ali geldi. Onu örtünün altına aldı; sonra Hüseyin geldi, onu da örtünün altına aldı; sonra Fatıma geldi, onu da örtünün altına aldı;sonra Ali geldi, onu da örtünün altına aldı ve sonra bu ayeti tilavet etti... "Allah, sadece siz Ehlibeyt'ten her türlü pisliği uzak tutmayı ve sizi tertemiz kılmayı ister."[Sahih-i Müslim, c.7, s.130]

                    Hadislerden Çıkan Sonuç
                    Sahih, Müsnet ve Mücemlerde sahih senetle nakledilen hadislerden iki sonuç çıkar:

                    1- Tathir Ayeti'nde Ehlibeyt'ten kastedilen, Hz. Peygamber, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Hz. Fatıma'dır (hepsine Allah'ın selâmı olsun) ve onların dışında hiç kimse kastedilmemiştir.

                    2- Ayet-i kerime, özel bir olayla ilgili olarak nazil olmuştur; önceki ve sonraki ayetlerle hiçbir ilintisi yoktur.

                    Hadisin Sahih Olduğunu Belirten Alimler
                    Ehlisünnet alimlerinden bazısı Kisa-Örtü Hadisi'nin sahih olduğuna dair net ve kesin açıklamlarda bulunmuşlardır. Ayrıca Tathir Ayeti'ni Ehlibeyt'e has ayet olarak değerlendirmişler. Bazıları
                    şunlardır:
                    – Ahmed b. Hanbel, onun hadislerinin sahih olduğuna istinadla.
                    – Müslim, Sahih'inde.
                    – İbn Habban, Sahih'inde.
                    – Hakim Nişaburî, Müstedrek'te.
                    – Zehebi, Telhisu'l-Müstedrek'te.
                    – Fahr-i Razi, Tefsirinde.
                    – İbn Teymiye.
                    – Tirmizî.
                    – İbn Hacer-i Mekki.

                    Tathir Ayeti'nin Masumluğa Delaleti
                    Ayetin orijinalinde geçen "innema=ancak" kelimesi, hasrı ifade eder. Yüce Allah Tathir Ayeti'nde, kötülükten uzaklaştırma iradesini bu kutlu zatlarla sınırlandırmıştır. Burada kastedilen, tekvinî (varoluşsal) iradedir, teşriî (yasamasal) irade değildir.[Yasamasal irade tüm insanlarla ilgilidir, yüce Allah herkesin temiz olmasını, kötülükten uzak durmasını istemiştir.]
                    Kötülüğün Uzak Tutulmasının ve Tertemiz Kılmanın Anlamı
                    Merhum Allame Tabatabai değerli el-Mizan tefsirinde şöyle der:
                    ""Rics"den maksat, nefsani bir algılayış ve kalbin batıl inanışlarla veya kötü amellerle ilgili olmasından kaynaklanan duygusal bir etkilenimdir. Pisliğin giderilmesi ise (ki er-rics kelimesinin başındaki "elif-lam" takısı cins ifade eder) hak inançtan ve salih amelden sapma sonucu nefiste oluşan her türlü pislik biçimini, görüntüsünü gidermek demektir. Dolayısıyla ilâhi masumiyetle örtüşen bir durumdur. Masumiyet ise, insanı batıl inanışlardan ve kötü amelden koruyan, nefsani, manevi, ilmi bir şekil, bir mekanizmadır."[el-Mizan, c.16, Ahzab Suresi, 33. ayetin tefsiri]

                    "Tathir"den maksat, fıkıhta yaygın olarak kullanılan anlam değildir. Kur'ân'da kullanılan anlam kastedilmiştir. Bü sözcük, Kur'ân-ı Kerim'de itikadi ve nefsani melekeler, amel ve davranış temizliği bağlamında kullanılmıştır.
                    Ayrıca kalpte belirginleşen temizlik, Allah dışındaki her şeyden ve nefsani bağlılıklardan arınmakla gerçekleşir ki, bu da masunluktan başka bir şey değildir.
                    Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

                      2- ULULEMR AYETİ
                      Ayetin açıklamasına geçmeden önce "hüccet" teriminden ne kastedildiğini bilmekte yarar var:
                      Hüccet iki türlüdür: Mevzuî hüccet ve tarikî hüccet. Mevzui hüccet, bizzat uyulması gereken hüccete denir.
                      Amaç, bizzat kendisidir, bizi bir hüccete götürdüğü ve ona götüren bir yol olduğu için esas alınmaz. Allah'ın kitabı Kur'ân-ı Kerim ve Hz. ve Peygamber'in (s.a.a) sünneti gibi. Her ikisi de mevzui hüccettirler, tarikî değildir. Bunu yüce Allah'ın şu buyruğundan anlıyoruz:
                      "Ey inananlar, Allah'a itaat edin, Peygamber'e ve içinizden olan ululemre de itaat edin…"[Nisâ, 59.]
                      Bu ayet ve başka bir takım ayetlerden mevzui hüccet anlaşılır. Tarikî hüccetten maksat, bizatihi hücceti keşfeden ve bizi ona götüren hüccettir. İcma, haber-i vahid ve sire gibi. Bunlar, Allah
                      ve Resul'ün hükmüne ulaştıran birer tarik ve yoldur.
                      Şimdi ayetin açıklamasına gelelim. "Ululemr" ayeti, Ehlibeyt'in merciliğine ve masumluk vasfına delalet eden ayetlerden bir diğeridir.
                      Bu ayette "Allah'a itaat"ten maksat, Allah Resulü'nün mübarek kalbine vahiy ünvanıyla nazil olan ahkam ve emirlere uymaktır. Başka bir deyişle Allah'a itaaat, Kur'ân'daki kelamına itaatten ibarettir.
                      "Resulullah'a (s.a.a) İtaat" ise iki kısımdır:

                      1-Teşri ve ayrıntılarda itaat, yani Kur'ân'da açıklanmayan hükümlerde Allah Resulü'ne (s.a.a) itaat etmek. Bilindiği üzere ahkamın ayrıntıları Kur'ân'da açıklanmamıştır. Hatta namaz, oruç, hac, cihat v.s. gibi hükümlerin çoğu genel bir şekilde beyan edilmiş, açıklaması ve ayrıntıları Allah Resulü'ne (s.a.a) bırakılmıştır.
                      Yüce Allah şöyle buyuruyor:
                      "…ve sana da, onlara ne indirildiğini açıkça anlatman, düşünmelerini sağlaman için Kur'ân'ı indirdik."[Nahl, 44]

                      2- Yararı Müslümanlara dönük olan işlerde Allah Resulü'ne (s.a.a) itaat, yani Hz. Peygamber'in şahsî görüş ve emirlerine uymak. Başka bir tabirle ümmetin düzenini sağlama amaçlı, vali ve İslâm toplumunun yöneticisi olması hasebiyle vermiş olduğu emirlere ve sözlere uymak; valilerin tayini, ordunun cihat için
                      hazırlanması gibi. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
                      "Biz sana kitabı, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye gerçek olarak indirdik…"[Nisâ, 105.]
                      "Ulu'l-emr'e itaate" gelince, ululemr -daha sonra onların kimler olduğuna değineceğiz- büyüklerden bazılarına göre, teşrii makam değildir. Tefsiru'l-Ayyaşî'de bu hususta İmam Bakır'dan (a.s) şöyle rivayet edilir:
                      "Ayet, Ali ve Ehlibeyt İmamları hakkında nazil olmuştur. Yüce Allah onları peygamberlerin yerlerine bırakmıştır; şu farkla ki onlar hiçbir şeyi helal ve haram etmezler."[el-Mizan, c.4, s.438.]
                      İmamlar ilâhî ahkam ve ayetleri Allah Resulü'nün (s.a.a) şeriatına göre, Müslümanlar arasında tebliğ ve beyan ederler; Müslümanların işlerinde müdahele hakkına sahiptirler. Halkın onlara itaat etmesi gerekir. Bu nedenle onlara itaat, Allah Resulün'e (s.a.a) itaatle yan yana söz konusu edilmiştir. Ayetin devamında
                      yer alan şu cümle çıkarsamamızı destekler niteliktedir:
                      "Eğer bir şey hakkında aranızda anlaşmazlık çıkarsa, onu Allah'a ve Rasulüne sunun, eğer Allah ve kıyamete
                      imanınız varsa."[Nisâ, 59]

                      Ayetin Ulu'l-Emr'in Masumiyetine Dair Delaleti
                      Kısacası: Allah (c.c), ululemr'e kayıtsız şartsız itaati istemiştir ve onlara itaati Resul'e (s.a.a) itaatle aynı bilmiştir. Resulullah'ın (s.a.a) emir ve nehyinin, Allah'ın (c.c) emir ve nehyine ters olduğu düşünülemeyeceği gibi, ululemr'in emri ve nehyi de Resulullah'ın (s.a.a) emir ve yasaklarına ters olmaz. Yoksa çelişki meydana gelir. Ehlibeyt dışında, hiç kimse için masumiyet iddiasında bulunulmamıştır.

                      Ayetin Ehlibeyt Hakkında İndiğine Dair İp Uçlar

                      a) Hakim "Müstedrek"te ve Zehebi "Telhis"te sahih olduğunu belirterek, Hz. Peygamber'den (s.a.a) bir hadis naklederler:
                      "Kim bana itaat ederse, Allah'a (c.c) itaat etmiştir; ve kim bana karşı gelirse, Allah'a (c.c) karşı çıkmıştır. Kim Ali'ye itaat ederse, aslında bana itaat etmiştir, kim Ali'ye karşı çıkarsa, bana karşıgelmiştir."[Tercemetu'l-İmam, İbn Asakir, c.1, s.364-384 ve el-Bidaye ve'nNihaye, c.7, s.354.]

                      b) Sakaleyn Hadisi, her iki fırka tarafından nakledilmiştir.
                      Yirmiden fazla sahabe onu nakletmiştir. Hz. Peygamber (s.a.a)
                      şöyle buyurmuştur:
                      "Eğer kitap ve itretime sarılırsanız, yoldan çıkmazsınız."
                      Sakaleyn Hadisi itretin masumiyetine ve ve onlara itaatin farz olduğuna delalet etmektedir.

                      c) "On İki Halife" hadisleri "ulu'lemr"den on iki imam ve halife kastedildiğine tanıklık eder.
                      Müslim, Sahih'inde Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakleder:
                      "Bu emir, size on iki halife gelip geçmeyinceye kadar sona ermez..."[Sahih-i Müslim, İmam Nevevi'nin şerhiyle, c.2, s.201, Kitabu'lİmare.]

                      d) "Şüphe yok ki sen korkutucusun ve her kavim için bir hidayet edici vardır." ayetiyle ilgili olarak Hz. Peygamber'den (s.a.a), "Ben korkutucuyum, Ali de hidayet edicidir." şeklinde hadisler nakledilmiştir.
                      Ehlisünnet alimlerinden bazıları, "ululemr" ayetinin Emirü'l-Müminin ve Ehlibeyt hakkında nazil olduğunu belirtmişler. Örneğin:
                      – Allame İbn Hayyan Endülisi, Tabersi'nin tefsirinin dipnotu.[el-Bahru'l-Muhit, c.3-s.278, Saadet Matbaası, Mısır.]
                      – Allame Nişaburî, Tefsirinde.[Camiu'l-Beyan, c.5-s.79.]
                      – Allame Muhammed Salih Tirmizî.[Menakıbu'l-Murtazavi, s.56.]
                      – Kunduzi Hanefî.[Yenabiu'l-Mevedde, s.134 ve 137.]
                      – Hafız Haskani Hanefî.[Şevahidu't-Tenzil, c.1, s.189, hadis: 202-203, 204.]
                      – Fahr-i Razi.[Tefsiru'l-Kebir, c.3, s.357]
                      – Hafız Kazvini.[Feraidu's-Simteyn, c.17, s.314]


                      3- SAKALEYN HADİSİ
                      Zikredilen iki delil gibi, Sakaleyn Hadisi de, Ehlibeyt'in imametine, sünnetlerinin hüccet oluşuna ve onların dinî merciliğine delalet etmektedir.

                      Hadisin Tabirleri

                      a) Müslim, Sahih'inde Zeyd b. Erkam'dan şöyle naklediyor:
                      "Bir gün Allah Resulü (s.a.a) Mekke ve Medine arasında Hum denen yerde durdu ve Allah'ı (c.c) hamd ve
                      senadan ve ümmete öğüt verdikten sonra şöyle buyurdu:
                      "Ey halk! Ben bir beşerim, Allah'ın (c.c) elçisinin gelişi yakındır ve ben onun davetine uyacağım. Ben sizin
                      aranızda iki değerli şey bırakıyorum; birincisi Allah'ın kitabı ki onda hidayet ve nur vardır. Öyleyse Allah'ın kitabını alın ve ona sarılın; diğeri Ehlibeyt'imdir. Sizi Ehlibeyt'ime karşı uyarıyorum."[ Sahih-i Müslim, c.7, s.122.] Bu son cümleyi üç defa tekrar buyurdular.

                      b) Ahmed b. Hanbel, Müsned'inde, Zeyd b. Sabit'ten şöyle naklediyor:
                      Allah Resulü şöyle buyurdu:
                      "Sizin aranızda iki halife bırakıyorum; Allah'ın kitabı ki, gök ile yer arasında asılı bir iptir ve itretim, Ehlibeyt-
                      'im ki, hakikaten bu ikisi birbirinden ayrılmazlar havuzun başında bana varıncaya kadar."[Müsned-i Ahmed, c.5, s.181]

                      c) Tirmizî, Sahih'inde Cabir b. Abdullah'tan şöyle naklediyor:
                      "Veda Haccı'nda Arafe gününde, Allah'ın Resülü-nü deveye biner bir hâlde gördüm ve şöyle bir hutbe okuduğunuişittim:
                      Ey halk! Ben sizin aranızda iki değerli şey bırakıyorum; eğer ona sarılırsanız hiçbir zaman yoldan çıkmazsınız:
                      Allah'ın kitabı ve itretim."[Sahih-i Tırmizi, c.5, s.621.]

                      d) Hakim, Müstedrek'te Zeyd b. Erkam'dan şöyle naklediyor:
                      "Allah Resulü (s.a.a) Mekke ve Medine arasında ko-nakladı...
                      Sonra şöyle buyurdu:
                      Ey halk! Ben sizin aranızda iki şey bırakıyorum ki eğer o ikisine uyarsanız, hiçbir zaman yoldan çıkmazsınız;
                      o ikisi Allah'ın (c.c) kitabı ve benim Ehlibeyt'imdir. Sonra şöyle buyurdu: Acaba benim müminlere kendilerinden daha evla ve öncelikli olduğumu biliyor musunuz?
                      Bu cümleyi üç defa tekrar etti. Halk "Evet!" dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ben
                      kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır."

                      Sakaleyn Hadisi'nin Tekrarı
                      İbn Hacer Haysemi, es-Savaiku'l-Muhrika adlı eserinde şöyle yazar:
                      "Bil ki, kitap ve itrete sarılın hadisi bir çok kanaldan nakledilmiştir. Otuzdan fazla sahabe ve üçyüzden fazla
                      Ehlisünnet alimi onu nakletmiştir. Bazılarında Gadir-i Hum ve Veda Haccı'nda beyan edildiği nakledilmiş, bazılarında ise Gadir-i Hum veya Taif'ten dönüşte söylendiği nakledilmiştir."
                      Sonra şöyle diyor:
                      "Bu rivayetler arasında hiçbir çelişki söz konusu değildir; çünkü Hz. Peygamber'in (s.a.a) bu hadisi, aziz kitabın ve pak itretin önemine istinaden, bütün zikredilen yerlerde veya başka yerlerde söylemesinde hiçbir sakınca yoktur."[es-Sevaiku'l-Muhrika, 89-90.]

                      Sakaleyn Hadisi'nin Sıhhati
                      Sakaleyn Hadisinin sahih olduğunu birkaç yoldan anlamak mümkündür. Birincisi, Müslim, Tirmizî, İbn Huzey-me ve Ebu Avane'nin sahih diye bilinen eserlerinde nakledilmiştir. İkincisi sahih diye bilinen eserlerle ilgili yazılan kitaplarda nakledilişi, hadisin doğruluğuna dair bir başka delildir; örneğin Hakim, el- Müstedrek adlı eserinde; Hami-di, el-Cem Beyn'es-Sahiheyn adlı eserinde ve Razin Abderi, Tecrid'us-Sıhah adlı eserinde nakletmişlerdir.
                      Ayrıca sadece sahih bildikleri hadisleri nakleden Allame Siraceddin Ferganî (Nisabu'l-Ahbar'da) ve Hafız Ziyaed-din Mukaddesî (el-Muhtare adlı eserinde) gibi yazarların bu hadisi nakletmeleri hadisin doğruluğunu pekiştirir. (Suyu-tî, Hafız Irakî'den naklen şöyle yazar: Mukaddesî el-Muhta-re isimli bir kitap yazmış
                      ve o kitapta sadece sahih hadisleri topladığını belirtmiştir. ) Üçüncüsü, Ehlisünnet alimlerinden bazıları hadisin sa-hih olduğunu ifade etmişlerdir. Örneğin:
                      – Muhammed b. Cerir Taberî.[ Kenzü'l-Ummal, c.1, s.380.]
                      – Hafız Zehebi, Telhis'ul-Müstedrek.[ Mecmau'z-Zevaid.]
                      – Hafız Ebu Bekr Heysemi.[3- el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.5, s.209; Tefsiru'l-Kur'ân'i'l-Kerim, c.6,s.199]
                      – Hafız b. Kesir.[ Camiu's-Sağir, c.2, s.217.]
                      – Hafız Celaluddin Suyutî, el-Camiu's-Sağir.
                      – Allame Menavi, Camiu's-Sağir'in Şerhi.
                      – Mühaddis Vahabiye, Şeyh elbani.[Sahihu Camii's-Sağir, c.2, s.217.]
                      – Allame Muhakkik Şeyh Ahmed el-Benna.[er-Rabbani, Ahmed b. Hambel'in Müsned'inin tertibine göre, c.1,
                      s.186]
                      – Ustat Allame Tevfik Ebu İlm.[Ehlu'l-Beyt, s.77, 80.]

                      Sahabeden Sakaleyn Hadisi'ni Nakledenler
                      Sakaleyn hadisini 34 sahabî nakletmiştir:
                      – Ali b. Ebi Talib (a.s).
                      – İmam Hasan Müçteba (a.s).
                      – Selman-ı Farisi.
                      – Ebuzer Gaffari.
                      – Abdullah b. Abbas.
                      – Ebu Said Hudrî.
                      – Cabir b. Abdullah Ensari.
                      – Ebu Haysem b. Teyyihan.
                      – Huzeyfe b. Yeman.
                      – Huzeyfe Gaffari.
                      – Huzeyfe b. Sabit Zuşşehadeteyn.
                      – Zeyd b. Sabit.
                      – Zeyd b. Erkam.
                      – Ebu Hureyre ed-Dusi.
                      – Abdullah b. Hantab.
                      – Cübeyr b. Müt'im.
                      – Berâ b. Azib.
                      – Enes b. Malik.
                      – Abdurrahman b. Afv Teymi
                      – Sa'd b. Ebi Vakkas.
                      – Amr b. As.
                      – Sahl b. Saad Ensari.
                      – Adiy b. Hatem.
                      – Ebu Eyyup Ensari.
                      – Ebu Şureyh Huzai.
                      – Ukbe b. Amir.
                      – Ebu Kudame Ensari.
                      – Ebu Leyla Ensari.
                      – Humeyze Eslemi.
                      – Amir b. Leyla b. Hamza.
                      – Fatımatu'z-Zehra (s.a).
                      – Ümmü Seleme (Hz. Peygamber'in Eşi).
                      – Ümmü Hani, Ali'nin (a.s) kız kardeşi.

                      Tabiinden Hadisi Nakledenler
                      Tabiinden on dokuzu bu hadisi nakletmiştir. Örneğin:
                      – Amir b. Vasile.
                      – Atiyye b. Sa'd Avfi.
                      – Haris Hemdani.
                      – Esbağ b. Nübate.
                      – Abdullah b. Ebu Rafi.

                      Dördüncü Asırda Sekaleyn Hadisi'ni Nakledenler
                      Dördüncü asırda hadisi on sekiz Ehlisünnet alimi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                      – Ahmed b. Şueyb Nesai, öl. 303, Sünen-i Neseî ve el-Hasais'de, s.21.
                      – Hafız Ebu Ya'la Musuli, öl. 307, Ebu Ya'la'nın Müsnedi'nde,c.2, hadis: 102.
                      – Muhammed Cerir-i Taberî, öl. 310.
                      – Ebu Bekir Muhammed b. İshak, öl. 311, İbn HuzeymeSıhah'ında, s.340.
                      – Ebu Avane Yakup b. İshak İsferayinî, öl. 316 EbuAvane'nin Müsnedi'nde.
                      – Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed b. Selame, öl. 321,Müşkilu'l-Asar, c.2, s.307.
                      – Ebu Ömer Ahmed b. Muhammed b. Abdurabbih Kut-rubi,öl. 328, el-İkdu'l-Ferid, c.2, s.158.
                      – Hafız Ebu'l-Kasım Taberani, öl. 360, el-Mücemu's-Sağir,c.1, s.131 ve el-Mücemu'l-Kebir, c.3, s.63.
                      – Abdullah b. Adi Cürcani, öl. 365, el-Kamil Fi Zu-afai'r-Rical, c.6, s.2087.
                      – Ebu Mansur Muhammed b. Ahmed b. Ezher Ezheri, öl.370, Tehzibu'l-Luga, c.9, s.78.
                      – Hafız Ali b. Ömer b. Ahmed Bağdadi Darekutni, öl. 385, el-Mu'telef ve'l-Muhtelef, c.2, hadis: 1046.
                      - Ebu Süleyman Ahmed b. Muhammed b. Hattabi, öl. 388,Garibu'l-Hadis, c.2, s.192.

                      Beşinci Asırda Sekaleyn Hadisi'ni Nakledenler
                      Sakaleyn Hadisi'ni beşinci asırda Ehlisünnet alimlerinden yirmi bir kişi nakletmiştir. Örneğin:
                      – Ebu Abdullah Hakim Nişaburî, öl. 405, el-Müstedrek Ale's-Sahiheyn, c.3, s.90
                      – Kadı Abdulcabbar Mutezili, öl. 414, el-Muğni Fi'l-Ah-kam,c.1, s.191
                      – Ebu İshak Salebi, öl. 427, el-Keşf ve'l-Beyan, İ'tisam Ayeti'nintefsirinde
                      – Ebu Nuaym İsfehani, öl. 430, Hilyetu'l-Evliya, c.1, s.148
                      – Ahmed b. Hüseyin b. Ali Beyhaki, öl. 458, es-Sünenu'l-Kubra, c.2, s.148
                      – Ebu Bekir Hatip Bağdadi, öl. 463
                      – İbn Meğazili Şafiî, öl. 483, Menakıb-ı Emiri'l-Mü-minin(a.s), s.234
                      – Ebu Abdullah Hümeydi, öl. 488, el-Cem Beyne's-Sahiheyn

                      Altıncı Asırda Sekaleyn Hadisi'ni Nakledenler
                      Sakaleyn Hadisi'ni altıncı asırda Ehlisünnet alimlerinden yirmi dört kişi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                      – Ebu Muhammed Hüseyin Mesut Beğevi, öl. 516, Mesabihu's-Sünne, c.2, s.205
                      – Ebu'l-Hüseyin Rezin Ebderi, öl. 529, el-Cem Beyne's-Sıhahu's-Sünne
                      – Carullah Zemahşeri, öl. 538, el-Faik Fi Garibi'l-Ha-dis, c.1,s.170
                      – Hatip Harezmi, öl. 569, el-Menakıb, s.200
                      – Hafız Ebu'l-Kasım b. Asakir Şafiî, Tarih-i Dimişk, c.1, s.45

                      Yedinci Asırda Sekaleyn Hadisi'ni Nakledenler
                      Sakaleyn Hadisi'ni yedinci asırda Ehli Sünnet alimlerinden yirmi bir kişi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                      – Fahreddin Razi, öl. 606, Mefatihu'l-Gayb, c.3, s.13
                      – İbn Esir Cezeri, öl. 606, Camiu'l-Usul, c.1, s.187
                      – Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed, İbn Esir Şafiî adıyla ünlü,öl. 630, Usdu'l-Gabe, c.2, s.12
                      – Ebu Salim Muhammed b. Talha Kuraşi, öl. 652,Metalibu's-Suul, s.8,
                      – Sıbt el-Cevzî, öl. 654, Tezkiretu'l-Havas, s.323
                      – İbn Ebi'l-Hadid Mutezili, öl. 656 Nehcü'l-Belâğa Şerhi, c.2,s.130
                      – Hafız Muhammed b. Yusuf Genci Şafiî, öl. 658, Kifayetu't-Talib, s.53
                      – Yahya b. Şeref Nevevî, öl. 676, el-Menahic Fi Şerh-i Sahih-iMüslim, c.15, s.180
                      – Ebu'l-Abbas Şemseddin Ahmed b. Hullakan, öl. 681,Vefeyatu'l-A'yan, c.2, s.169
                      – Muhibbuddin Taberî, öl. 694, Zehairu'l-Ukba, s.16

                      Sekizinci Asırda Sekaleyn Hadisi'ni Nakledenler
                      Sakaleyn Hadisi'ni sekizinci asırda Ehlisünnet alimlerinden yirmi dört kişi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                      – Cemaluddin İbn Manzur İfriki, öl. 711, Lisanu'l-Arab,"İtret" maddesi
                      – Sadruddin Hemvinî, öl. 722, Feraidu's-Simteyn, c.1, s.318
                      – Nizamuddin Hasan b. Muhammed Nişaburî, öl. 727,Garaibu'l-Kur'ân, c.1, s.349
                      – İbn Teymiye Harrani, öl. 728, Minhacu's-Sünne, c.4, s.85
                      – Alauddin Bağdad-i Hazin, öl. 745, Tefsir-u Lubabi't-Te'vil,c.1, s.257
                      – Hafız Ebu'l-Haccac Mizzi, öl. 745, Tehzibu'l-Kemal, c.10,s.51
                      – İbn Hayyan Endülisi, öl. 745, Bahru'l-Muhit Tefsiri, c.1,s.12
                      – Şemsuddin Zehebi, öl. 748, Telhisu'l-Müstedrek, c.3,s.109 ve Siyeru A'lami'n-Nubela, c.9, s.365
                      – Cemaluddin Muhammed b. Yusuf Zerendi, öl. 750, NezmuDüreri's-Simteyn, s.231
                      - İsmail Ömer b. Kesir Dimişki, öl. 774, Tefsiru'l-Kur-anil-Kerim, Tathir ve Meveddet Ayeti'nin tefsirinde
                      – Sa'duddin Taftazani, öl. 791, Şerhu'l-Makasid, c.2, s.221

                      Dokuzuncu Asırda Sekaleyn Hadisi'ni Nakledenler
                      Bu hadisi dokuzuncu asırda Ehlisünnet alimlerinden sekiz kişi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                      – Nuruddin Haysemi, öl. 807, Mecmau'z-Zevaid, c.5, s.195
                      – Mecduddin Firuz Abadi, öl. 817, el-Kamusu'l-Muhit, sakelemaddesi
                      – Hafız b. Hacer Askalanî, öl. 852, Fethu'l-Bari
                      – Nuruddin İbn Sabbağ Malikî, öl. 855, el-Fusulu'l-Muhimme,s.23/24

                      Onuncu Asırda Sekaleyn Hadisi'ni Nakledenler
                      Bu hadisi onuncu asırda Ehlisünnet alimlerinden yirmi kişi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                      – Hafız Celaleddin Suyutî, öl. 911, Bu hadisi kitaplarının bir kısmında nakletmiştir. Örneğin: ed-Dürrü'l-Mensur, c. 2, s.60; İhyau'l-Meyyit, s.12; el-Camiu's-Sağir, c.1, s.55; el-Hasaisu'l- Kubra, c.2, s.266; Camiu'l-Ahadis, c.2, s.8341.
                      – Nuruddin Şerif Semhudi, öl. 911, Cevahiru'l-Akdeyn, c.2,s.86
                      – Şihabuddin Kastalani, öl. 923, el-Mevahibu'd-Deniyye, c.7,s.7
                      – İbn Hacer Heysemi Mekki, öl. 973, es-Sevaiku'l-Muh-rika,s.75
                      – Molla Ali Muttaki Hindi, öl. 975, Kenzü'l-Ummal, c.1, s.48,hadis: 1650

                      On Birinci Asırda Sekaleyn Hadisi'ni Nakledenler
                      Sakaleyn Hadisi'ni on birinci yüz yılda on Ehlisünnet âlimi nakletmiştir. Örneğin:
                      – Abdurrreuf b. Tacu'l-Arifin Menavî, öl. 1031, Feyzu'l-Kadir,c.2, s.174
                      – Nuruddin Ali Halebî, öl. 1033, es-Siretu'l-Halebiyye, c.3,s.8

                      On İkinci Asırda Sekaleyn Hadisi'ni Nakledenler
                      On ikinci yüzyılda on sekiz Ehlisünnet âlimi Sakaleyn Hadisi'ni nakletmiştir. Örneğin:
                      – Muhammed b. Abdülbaki Zerkani, öl. 1122, el-Mevahibu'd-Deniyye Şerhi, c.7, s.4
                      – Mirza Muhammed b. Mutesadhan Bedahşanî, Nüzu-lü'l-Ebrar
                      – Şeyhu'l-İslâm Şebravî, öl. 1162, el-İthaf Bi-Hubbi'l-Eşraf,s.6

                      On Dördüncü Asırda Sekaleyn Hadisi'ni Nakledenler
                      On dördüncü yüzyılda on altı Ehlisünnet âlimi Saka-leyn Hadisi'ni nakletmiştir. Örneğin:
                      – Ahmed b. Zeynî Dehlan, öl. 1304, es-Siretu'n-Nebeviy-ye,c.3, s.300
                      – Seyyid Mümin b. Hasan b. Mümin Şeblencî, öl. 1308,Nuru'l-Ebsar
                      – Mensur b. Ali Nasıf, öl. 1371 sonrası, et-Tacu'l-Cami-u'l-Usul, c.3, s.308
                      – Şeyh Mahmut Ebu Reye, öl. 1390, Azvaun Ale's-Sün-neti'l-Muhammediyye, s.404

                      Allah Resulü'nün (s.a.a) Vasiyeti ve Sakaleyn Hadisi
                      Hz. Peygamber (s.a.a) Sakaleyn Hadisi'ni değişik zaman ve mekanlarda tekrar etmiştir. Bu, "Kitap ve İtretin" kıyamete kadar kalacağına dair açık bir delildir.
                      Bazı nakillerde, Hz. Peygamber'in (s.a.a) "vasiyet" lafzıyla bunu ifade ettiği yer almıştır. Mesela:

                      a) Afrikalı İbn Menzur şöyle yazıyor: Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
                      "Size Allah'ın (c.c) kitabı ve itretimi vasiyet ediyorum."

                      b) İbn Hacer Mekki şöyle yazıyor:
                      "Bazı hadislerde ki onlardan biri Sakaleyn Hadisi'diraçıkça itrete vasiyet edilmiştir"

                      Hadis Üzerine
                      Firuzabadi şöyle diyor: "Sakelan" kelimesi, sakel kelimesinin tesniyesidir ve muhafaza edilen her nefis şey manasına gelir. "Sakaleyn Hadisi"nde aynı anlamda kullanılmıştır.[ el-Kamusu'l-Muhit, "sakl" kökü.]

                      İbn Manzur İfrikî, "Sekalan kelimesini "sıklan" olarak değerlendirmiş ve ağır anlamına gelen "sıkl" kelimesinin tesniyesi olduğunu belirtmiş ve şöyle eklemiştir: Hz. Peygamber'in ömrünün sonlarında şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ben aranızda iki ağır şey bırakıyorum: Allah'ın kitabı ve itretim."
                      Sa'leb şöyle diyor: O ikisine sıklayn denilmesinin nedeni, onlarla amel etmenin ağır olduğundan dolayıdır... Demek ki, değerini yüceltmek amacıyla, o ikisini "ağır" olarak nitelemiştir.[lisanu'l-Arab, "Sakl" kökü.]

                      İbn Kesir'in Nihaye'sinde şöyle gelmiştir: "Nevevi Sahih-i Müslim'in şerhinde şöyle yazıyor: Hz. Peygamber (s.a.a) o ikisinin azametini ifade etmek amacıyla, ağır olarak nitelemiştir"[en-Nihaye Fi Garibi'l-Hadis, "Sakl" kökü.]

                      Hafız Zerandi şöyle diyor: "Bu ikisini, ağır olarak adlandırmasının sebebi, onlara sarılma ve gözetmenin ağırlığından dolayıdır."
                      İbn Hacer Mekki yazıyor: "Allah Resulü (s.a.a) Kur'ân ve
                      itretini sakaleyn olarak adlandırdı; çünkü "sakaleyn" korunmasıgereken her nefis şey demektir. Bu iki şey, öyledir; zira onların her ikisi de ledünnî ilimlerin, ilâhî sırlar ve hikmetlerin madenidirler; bu yüzden Peygamber (s.a.a) halkı o ikisine uymaya ve o ikisinden ilim öğrenmeğe teşvik etmiştir."

                      Sakaleyn Hadisi'nden Çıkan Sonuçlar
                      Bu hadisten şu noktalar çıkarılabilir:

                      1- Hadis Ehlibeyt'in masumiyetini ifade ediyor. Bu hususu birkaç açıdan ispat edebiliriz:
                      Birincisi, itretin Kur'ân'la birlikteliği (ki Kur'ân'a batıl ulaşamaz). Kur'ân her türlü hata ve yanlıştan uzak olduğu gibi, itretde her türlü hata ve yanlıştan uzaktır. Üstad Tevfik Ebu İlm Mısrî şöyle yazıyor:
                      "Hz. Peygamber (s.a.a) itreti kendisine batılın yol bulamayacağı kitapla birlikte söz konusu etmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ne önceden onun hükümlerini iptal eden bir kitap gelmiştir, ne de ondan sonra gelir ve batıl, ona zarar veremez."[ Fussilet, 42]
                      Hiç biri diğerinden ayrılmaz. Hz. Peygamber (s.a.a) bu hadisi ümmet sapıklıktan korunsun
                      diye defalarca tekrar etmiştir."
                      İkinci olarak Peygamber (s.a.a) itrete sarılmayı delaletten korunmanın sebebi olarak bilmiştir. Son olarak itretle kitabın birbirinden ayrılışı ve onun günaha bulanışı yalanlanmıştır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) kitap ve itretin ayrılmayacağını haber vermiştir.

                      2- Her ikisine sarılmak gerekir. Her ikisine birlikte sarılmamak, sapıklığa yol açar; çünkü hadiste şöyle yer almıştı: "İkisine sarılırsanız, sapmazsınız."

                      3- Pak itretin devam edeceği anlaşılıyor; çünkü Kur'ân ve itretin birlikteliği söz konusu edilmiş ve yeryüzünün kitap ve itretten boş kalmayacağı ifade edilmiştir. İbn Hacer-i Haysemi yazıyor: Sakaleyn Hadisi zamanın kıyamete kadar Ehlibeyt ve kitaptan boş kalmayacağına delalet etmektedir. Hemen ardından şunu ekliyor: Hz. Peygamber (s.a.a) buyurdu: "Her zamanda Ehlibeyt'imden adil kimseler olacaktır."[es-Savaiku'l-Muhrika, s.149]

                      4- İlimde Ehlibeyt'in üstünlüğü. "İtret" Kur'ân'ın dengidir ve şeriatin bütün meselelerini bilir. Zira Kur'ânla ilgili olarak şöyle gelmiştir. "Hiçbir küçük ve büyüğü gözden kaçırmadı ve onların hepsini saydı." Öyleyse Kur'ân'ın dengi de aynı şekildedir."
                      İbn Hacer Mekki şöyle yazar:
                      "Kitap ve itretin her ikisi de ledünnî ilimlerin, yüce sır ve hikmetlerin ve şeriatin madenidir."[Savaiku'l-Muhrika, s.149.]
                      Taftazani hadisi naklettikten sonra şöyle yazıyor:
                      "Yüce Allah'ın itreti kitabla nasıl bir arad zikrettiğini görmüyor musun? Her ikisine sarılmak dalaletten kurtuluş
                      vesilesidir. Sarılmanın anlamı, öğretileri ve hidayeti onlardan almaktan başka bir şey değildir. Öyleyse itret
                      de bu şekildedir."[ Şerhu'l-Makasid;, c.2, s.222.]

                      "Kitabellah ve Sünnetî" Hadisine Eleştiri
                      Üstad Muhammed Ebu Zühre (Mısırlı yazar) şöyle der:
                      "Sakaleyn Hadisi'ni "Kitabellah ve sünnetî" şeklinde nakleden hadis kaynakları, "Kitabellah ve itretî" lafzıyla
                      nakleden kaynaklara oranla daha güvenilirdir."[ el-İmamu's-Sadık, s.201.]

                      Cevapta şöyle denebilir: "Kitabellah ve sünnetî" hadisi eleştirilebilir niteliktedir. Muhammed Ebu Zühre'nin sözünü eleştirirken birkaç noktayı bilmek faydalıdır.
                      "Kitabellah ve sünnetî" hadisini Ehlisünnet alimlerinden bazıları nakletmiştir. Örneğin:
                      – Malik b. Enes, el-Muvatta'da Allah Resulü'nden şöyle naklediyor:
                      "Ben aranızda iki şey bırakıyorum ki ona amel ettiğiniz takdirde sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve Allah'ın Nebisinin sünneti."[ el-Muvatta Suyutînin şerhiyle, c.2, s.208.]
                      – İbn Hişam, es-Siretu'l-Halebiye.[Sire-i İbn Hişam, c.4, s.603.]
                      – Hakim Nişaburî, el-Müstedrek Ale's-Sahiheyn.[el-Müstedrek Ale's-Sahiheyn, c.1, s.93.]
                      – Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra'da.[Sünen-i Kübra, c.10, s.114.]
                      – İbn Abdulbirr, et-Temhid.[et-Temhid.]
                      – Kadı Ayaz, el-İlma'da.[ el-İlma Fi Zabti'r-Rivaye ve Tegyidu's-Sima, s.8, 9.]
                      – Suyutî, Camiu's-Sağir.[Feyzu'l-Kadir, c.3, s.240.]
                      – Muttaki Hindi, Kenzü'l-Ummal.[ Kenzü'l-Ummal, c.2, el-İtisam bi'l-Kitab ve's-Sünne babı.]

                      Hadisin Senet Açısından İncelemesi
                      Hadisi senet açısından incelemesine geçmeden önce, aşağıdaki hususların bilinmesinde yarar vardır:
                      – Buharî ve Müslim bu hadisi nakletmemişler.
                      – Bu rivayet Ehlisünnet'in ünlü sahih kitaplarından hiç birinde yer almamıştır. Sahih-i Tirmizî, Sahih-i Nesei, Sünen-i İbn Mace, Sünen-i Ebi Davud ve benzeri...
                      – Bu hadis Ehlisünnet'in muteber müsnetlerinde de gelmemiştir.(Müsned-i Ahmed b. Hanbel gibi).
                      – Ehlisünnet alimlerinden bazıları hadisin garabetini belirtmişlerdir.
                      Hakim el-Müstedrek'te şöyle diyor: "Sünnet'e sarılmanın zikri bu hadiste, garip bir şeydir."
                      Keşfu'z-Zünun kitabında şöyle gelmiştir:
                      "Muvatta-ı Malik, eski ve mübarek bir kitaptır; o sahih hadisleri bir araya toplamayı kastetmiştir; ama
                      onun topladıkları kendi nezdinde sahihtir; hadis ehli ıstılahına göre değil."[Keşfu'z-Zünun, c.2.]
                      Suyutî İbn Hazm'dan şöyle naklediyor:
                      "Ben, Muvatta-ı Malik'de gelenleri saymışımdır. Onda beşyüz küsur müsnet; üç yüz küsur mürsel; yetmiş küsur zayıf hadis buldum ki Malik'in kendisi de onlara amel etmemiştir. Ve Muvatta'da zayıf hadisler vardır ki
                      ulemanın çoğunluğu onları zayıf saymışlardır."[Tenviru'l-Hakaik, c.1, s.9.]
                      Bu hadis muvatta'da senetsiz olarak nakledilmiştir ve İbn Abdulbirr'in naklettiği senet de zayıftır.
                      "Kitabellah ve sünnetî" hadisi İbn Hişam'ın siretinde, senetsiz olarak gelmiştir. Hakim Nişaburî Müstedrek'te İbn Abbas ve Ebu Hüreyre'den nakletmiştir.
                      İbn Abbas'ın senedinde, yer alan İsmail b. Ebu Üveys, baba oğul, her ikisi de zayıftır.
                      Ebu Muin şöyle diyor: "İsmail kendi dayısından hiç kimsenin kabul etmediği garip hadisler naklediyor."
                      İbn Salih şöyle diyor: "Ben onu sahih bilmiyorum. İbn Hazm, el-Muhalla'da Ebu'l-Futuh Ezdi'den, o da Seyf b.
                      Muhammed'den şöyle naklediyor: "İsmail b. Ebu Üveys yalan hadis uyduruyordu ."[Tenzibu't-Tehzib, c.1, s.271]
                      Ebu Hüreyre'nin senedi, Salih b. Musa Talhi Kufi'dendir ve İbn Muin onu sahih bilmiyor. İbn Muin'den şöyle nakledilir: "Salih ve Musa değerden yoksundurlar ve hadislerine itibar edilmez."
                      Buharî şöyle söylemiştir: "O (Salih ve Musa Kufi) hadis münkiridir."
                      Nesei, İbn Adiy, Tirmizî, Akilî ve Ebu Nuaym, "Salih b. Musa" yı onaylamamış ve onun hadislerini kabul etmemişlerdir.
                      Beyhaki, İbn Abbas ve Ebu Hüreyre'den iki senet nakletmişlerdir ki her ikisi de zayıftır. et-Temhid'de, Ehlisünnet ricalindan bir kısım zayıf sayılmıştır. Burada sadece "Kesir b. Abdulah"a işaret ediyoruz:

                      İbn Hatem şöyle der: "O metin değildir." Nesei, "O sıka değildir." der. Adiy'den: "Onun naklettiği rivayetlere uyul-maz." dediği nakledilir. Abdulbirr'den şöyle nakledilir: "Onun zaafına dair icma vardır."
                      İbn Hayyan şöyle belirtir: "Kesir b. Abdullah, baba ve ceddinden yalan ve sahte hadisler naklediyor; ki onların nakli, şaşkınlığı ifade etme amacı dışında helal değildir."[ Tenzibu't-Tehzib, c.8, s.377]

                      Kadı Ayaz, el-İlma'da "Kitabellah ve sünnetî" hadisini nakletmiş ve demiştir ki: Bu hadisin ravilerinden bir kısmı, Ehlisünnet ricalının nezdinde zayıf sayılmıştır. "Şüeyb b. İbrahim" gibi ki Seyf b. Ömer'in kitaplarının ravisidir ve İbn Adiyy onu zayıf saymıştır ve demiştir ki: "O maruf değildir."[lisanu'l-Mizan, c.3, s.145.]

                      Ezdi şöyle diyor: "Onun hadisleri terkedilmiştir." Yine Sabbah Muhammed şöyle söylüyor: "O uydurduğu hadisleri güvenilir şahıslara nispet ederek nakletmiştir."[Tehzibu't-Tehzib, c.4, s.358.]

                      "Seyf b. Ömer'i, Ebu Muin, Ebu Hatem, Ebu Davud, Nesei, Darekutni gibi Ehlisünnet ricalından bir çoğu, hadislerini zayıf veya terkedilmiş olarak bilirler.
                      Suyutî, Camiu's-Sağir'de "Kitabellah ve sünnetî" hadisini Müstedrek-i Hakim'den naklediyor. Biz Müstedrek'in hadisinin senediyle ilgili bazı bilgiler sunduk.
                      Muttaki Hindi, "kitabellah ve sünnetî" hadisini birkaç senetle nakletmiştir: Hakim, Ebu Hüreyre'den; Hakim, İbn Abbas'tan; Beyhaki, İbn Abbas'tan, el-İbane Kitabı, Ebu Hüreyre'den. Biz her biriyle ilgili bilgi verdik.
                      Verilen bilgiler ışığında, nasıl "kitabellah ve sünnetî" hadisi, "kitabellah ve itreti" hadisi karşısında sunulabilir?

                      İki Hadisi Cem Etme İmkanı
                      Eğer "kitabellah ve sünnetî" hadisinin senedini sahih bilsek bile "kitabellah ve itreti" hadisiyle çelişkisi söz konusu olmaz. Çünkü Allah Resulü'nün itretine sarılmak onun sünnetlerinden birisidir. Bu durumda İtret'ten yüz çevirmek, sünnet'in terki sayılır.
                      Eğer "kitabellah ve sünnetî" hadisini sahih olarak değerlendirirsek, onu "kitabellah ve itreti" hadisiyle cem etmemiz ve şöyle dememiz gekecektir: Hz. Peygamber (s.a.a) kendisinden sonra üç şeyi emanet bırakmıştır: Allah'ın kitabı, Resulün sünneti ve kitap ve sünneti bilen insanları (yani Ehlibeyt'i).
                      İbn Hacer şöyle şöyle der: Hz. "Peygamber (s.a.a), ümmetinin, kitaba, sünnete ve bu ikisini bilen alimlere sarılmasını zorunlu kılmıştır. Bu husustaki hadislerden bu üç şeyin kıyamete kadar kalacağı anlaşılır."[es-Sevaiku'l-Muhrika, s.148.]
                      Sanki Şeyh Muhammed Ebu Zühre "adet"in mefhumuna istinaden, bu iki hadisi mütearız bilmiştir; ama bilindiği üzere "adet'in mefhumu hüccet değildir.

                      "Kitabellah ve Sünnetî" Hadisinin "Şeyheyn"in Siretiyle Çelişkisi
                      Hadisin kitabet, tedvin ve naklinin birinci ve ikinci halife tarafından yasaklanması, tarihin bilinen bir gerçeğidir. Eğer "kitabellah ve sünnetî" hadisini Hz. Peygamber'den olduğunu kabul edersek, şöyle bir soru çıkar karşımıza: Pe-ki neden "Şeyheyn" hadisle ilgili böyle bir yasak uyguladılar? Bu hadis mi
                      yanlış? Yoksa "Şeyheyn"in sireti mi?
                      Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

                        4- "İLİM ŞEHRİ" HADİSİ
                        Ehlibeyt'in, özellikle Ali'nin (a.s) dinî merciliğini ispatlayan delillerden birisi de "Ene Medinetü'l-İlm" hadisidir.

                        Hadisin Tabiri
                        Hakim Nişaburî, İbn Abbas ve Cabir b. Abdullah'tan naklediyor ki Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
                        "Ben ilim şehriyim ve Ali onun kapısıdır, öyleyse ilim şehrine girmek isteyen, ona kapısından girsin."[el-Müstedrek, c.3, s.136 ve...]

                        Sahih-i Tirmizî de Allah Resulü'nden şöyle nakledilir:
                        "Ben ilim şehriyim, Ali de onun kapısıdır."[Camiu'l-Usul, c.9, s.473]

                        Sahabeden Hadisi Nakledenler
                        – Emirü'l-Müminin Hz. Ali (a.s)
                        – İmam Hasan Müçteba (a.s)
                        – İmam Hüseyin (a.s)
                        – Abdullah b.Abbas
                        – Cabir b. Abdullah Ensari
                        – Abdullah b. Mesud.
                        – Abdullah b. Ammar
                        – Huzeyfe b. Yeman
                        – Enes b. Malik
                        – Amr b. As

                        Tabiinden Hadisi Nakledenler
                        – İmam Zeynelabidin (a.s)
                        – İmam Muhammed Bakır (a.s)
                        – Esbağ b. Nübate
                        – Cerir Zebbi
                        – Haris b. Abdullah Hemdani
                        – Sa'd b. Tureyf Hanzali
                        – Sa'd b. Cerir
                        – Seleme b. Kuheyl
                        – Süleyman b. Mehran
                        – Asim b. Hamza Seluli
                        – Abdullah b. Osman b. Heysem
                        – Abdurrahman b. Osman
                        – Abdurrahman b. Asile Muradi
                        – Mucahid b. Cebr

                        Üçüncü Asırda Hadisi Nakledenler
                        Bu hadisi üçüncü asırda Ehlisünnet alimlerinden on dokuz kişi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                        – Hafız Yahya b. Muin Bağdadi, öl. 233, Müstedrek, c.3,s.138
                        – Ebu İsa Tirmizî, öl. 274, Müstedrek, c.5 s.569
                        – Ahmed b. Hanbel öl. 241
                        – Bezzar öl. 293

                        Dördüncü Asırda Nakledenler
                        Hadisi Ehlisünnet alimlerinden otuz bir kişi nakletmiştir. Örneğin:
                        – Ebu Cafer Taberî, öl. 310, Tehzib'ul-Asar, s.150
                        – Ebu'l-Kasım Taberani, öl. 360, Mu'cemu'l-Kebir, c.11 s.55
                        – Cüabi, öl. 355

                        Beşinci Asırda Nakledenler
                        Hadisi beşinci asırda Ehlisünnet alimlerinden yirmi sekiz kişi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                        – Hakim Nişaburî, ö:405, el-Müstedrek, c.3, s.137
                        – Ebu Nuaym İsfahanî, öl. 430, Marifetu's-Sahabe, c.1,s.308
                        – Ebu Bekir Beyhaki, öl. 458, Maktel-i Harezmi, c.1, s.43
                        – Hatip Bağdadî öl. 463, Tarih-i Bağdad, c.4, s.348
                        – İbnu'l-Mağazili Şafiî, öl. 483, Menakıb-ı Ali b. Ebi Talib,s.80

                        Altıncı Asırda Nakledenler
                        Bu hadisi Ehlisünnet alimlerinden yirmi iki kişi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                        – Ahmed b. Muhammed b. Ali Asim-i, öl. 558
                        – Sem'an-i Muruzi, öl. 562, el-Ensab, c.3, s.475
                        – Hatip Harezmi, öl. 568, el-Menakıb, s.82
                        – İbn Asakir Dimişki, öl. 571, Muhtasaruı Tarih-i Di-mişk,c.18, s.17

                        Yedinci Asırda Nakledenler
                        Hadisi yedinci asırda Ehlisünnet alimlerinden on yedi kişi
                        nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                        – Muhammmet b. Muhammed Cezeri, öl. 606, Camiu'l-Usul,c.9, s.473
                        – Ali b. Muhammed Cezeri, öl. 630, Usdu'l-Gabe, c.4, s.100
                        – Sıbt b. Cevzî, öl. 654, Tezkiretu'l-Havas, s.48
                        – Genci Şafiî, öl. 658, Kifayetu't-Talib, s.220
                        – Muhibbuddin Taberî, öl. 694, er-Riyazu'n-Nazre, c.3, s.140

                        Sekizinci Asırda Nakledenler
                        Hadisi sekizinci asırda Ehlisünnet alimlerinden on üç kişi
                        nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                        – Şeyhu'l-İslâm Hemmui, öl. 722, Feraidu's-Simteyn, c.1,s.98
                        – Hafız Ebu'l-Haccac Mizzi, öl. 742, Tehzibu'l-Kemal, c.20,s.485
                        – Zehebi, öl. 748, Tezkiretu'l-Huffaz, c.4, s.1231

                        Dokuzuncu Asırda Nakledenler
                        Hadisi Ehlisünnet alimlerinden on dört kişi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                        – Nuruddin Heysemi, öl. 807, Mecmau'z-Zevaid, c.9, s.114
                        – Muhammed b. İsa Dimyerî, öl. 808, Hayatu'l-Hayvan, c.1,s.79
                        – Şahabuddin Askalanî, öl. 852, Tehzibu't-Tehzib, c.7, s.296
                        – İbn Sabbağ Malikî, öl. 855, el-Fusulu'l-Muhimme, s.36.
                        – Bedruddin Ayini, öl. 855, Umdetu'l-Gari, c.16, s.215

                        Onuncu Asırda Nakledenler
                        Hadisi onuncu asırda Ehlisünnet alimlerinden yirmi dördü nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                        – Celaluddin Suyutî, öl. 911, el-Camiu's-Sağir, c.1, s.415
                        – Semhudi, öl. 911, Cevahiru'l-Akdeyn, s.303
                        – Ahmed b. Muhammed b. Askalanî Şafiî, öl. 923, el-Mevahibu'l-Ledünniyye, c.2, s.20
                        – İbn Hacer Heysemi, öl. 974, es-Sevaiku'l-Muhrika, s.112
                        – Muttaki Hindi, öl. 975, Kenzü'l-Ummal, c.11, s.614

                        On Birinci Asırda Nakledenler
                        Hadisi Ehlisünnet'ten yirmi alim nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                        – Menavi, öl. 1031, Feyzu'l-Kadir, c.3, s.46 ve et-Teysir, c.1,s.377
                        – İbn Kesir Mekki Şafiî, öl. 1047, Vesiletu'l-Meal, s.123,bab: 4

                        On İkinci Asırda Nakledenler
                        Hadisi on ikinci asırda Ehlisünnet alimlerinden on dokuz kişi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                        – Kuranî Şafiî, öl. 1101, en-Nebras
                        – Zerkani Malikî, öl. 1122, Şerhu'l-Mevahibi'l-Ledün-niyye,c.3, s.143

                        On Üçüncü Asırda Nakledenler
                        On üçüncü asırda Ehlisünnet alimlerinden yirmi iki kişi bu hadisi nakletmiştir. Bazıları şunlardır:
                        – Muhammed b. Ali Sabban, öl. 1205, İs'afu'r-Rağibin,s.156
                        – Alusî, öl. 1270, Ruhu'l-Meani

                        On Dördüncü Asırda Nakledenler
                        Ehlisünnet alimlerinden on kişi bu dönemde nakletmiştir.Örneğin:
                        – Zeyni Dehlan Şafiî, öl. 1304, el-Futuhatu'l-İslâmiyye
                        – Nehbani Şafiî, öl. 1350

                        "İlim Şehri" Hadisini Tartışmaya Açık Bilmeyenler
                        "İlim Şehri" hadisini, Ehlisünnet alimlerinden otuz dokuz kişi doğruluğunda şüphe edilmeyen kesin hadislerden bilmiştir.Bazıları şunlardır:
                        – Asimi, Zeynu'l-Feta'da;
                        – Muhibbuddin Taberî Şafiî;
                        – Genci Şafiî, Kifayetu't-Talib;
                        – Şemsuddin Zerendi, Dürerü's-Simteyn'de
                        – Seyyid Ali Hemdani, el-Meveddetu'l-Kurba'da
                        – İbn Sabbağ Malikî, el-Fusulu'l-Mühimme'de
                        – İbn Hacer Mekki, es-Sevaiku'l-Muhrika'da

                        İlim Şehri Hadisini Şiir Hâline Getirenler
                        Büyük şair ve ediplerden bazısı "İlim Şehri" hadisinin içeriğini şiir hâline getirmişlerdir. Örneğin:
                        – Ebu'l-Kasım Firdevsi
                        – Hekim Senai
                        – Harezmi Mekki
                        – Feriduddin Ettar
                        – Celaluddin Belhi
                        – Sa'di Şirazi

                        Hadisin Sahih Olduğunu Belirtenler
                        Yirmi bir Ehlisünnet alimi hadisin sahih olduğunu belirtmişlerdir.
                        Örneğin:
                        – Hafız Ebu Zekeriyya Bağdadi, es-Sevaiku'l-Muhrika, s.122
                        – Ebu Cafer Taberî, Tehzibu'l-Asar, s.104
                        – Hakim Nişaburî, el-Müstedrek, c.3, s.137
                        – Hatip Bağdadi
                        – Celaluddin Suyutî, Cem'u'l-Cevami
                        – Yahya b. Muin, (Tehzibu'l-Kemal ve Tehzibu't-Tehzib
                        adlıeserlerde Eba Salt Hirevî'nin tercümesinde nakledildiğine göre) İbn Teymiye'nin Yahya b. Muin'in tashihlerine güvendiği bilinir.

                        Hadisin İçeriği
                        Hadisten anlaşılan bazı noktalara değiniyoruz:

                        a) Bu hadis, Ali'nin (a.s) bilgide üstünlüğünü ifade eder, bilgide üstünlük efdaliyeti; efdaliyet ise imameti gerektirir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "…Hakka götüren mi uyulmaya daha layıktır, yoksa doğru yola götürülmedikçe kendisi doğru yolu bulamayan mı? O hâlde neyiniz var? Nasıl hükmediyorsunuz?"[Yunus, 35]

                        b) Ali (a.s) masumiyet sıfatına sahiptir; zira masumdan başkası ilim kapısı olamaz.

                        c) İmam ilimde vasıtadır. İslâm ümmeti Hz. Peygamber'in (s.a.a) ilimlerini Emirü'l- Müminin'den (a.s) almaları gerekir.

                        ç) Ali (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) ilminin hafızıdır. Bu da Ali'nin (a.s) bütün sahabeden üstün olduğunu gösterir.

                        d) İslâm ümmeti Ali'ye (a.s) baş vurmaları gerekir. Allah Resulü'nün ilmini arayan, onun kapısından, (ki Ali'dir) girmelidir.

                        "Ben İlim Şehriyim" Hadisinin Tanıkları
                        1- Hz. Peygamber'den (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
                        "Ben hikmet eviyim ve Ali onun kapısıdır."Ehlisünnet alimlerinden elli dokuzu bu hadisi nakletmiştir.
                        Örneğin:
                        – Tirmizî, el-Camiu's-Sahih, c.5, s.596; hadis: 3723.
                        – Ebu Nuaym İsfahanî, Hilyetu'l-Evliya, c.1-s,64.
                        – Celaluddin Suyutî, el-Camiu's-Sağir, c.1, s.108.
                        – Muttaki Hindi, Kenzü'l-Ummal, c.12, s.201.
                        – Abdurrauf Menavi, Feyzu'l-Kadir, c.3, s.46.

                        2- Hz. Peygamber'den (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
                        "Ben hikmet şehriyim ve Ali onun kapısıdır." Bu Hadisi Ehlisünnet alimlerinden on iki kişi nakletmiştir.
                        Bazıları şunlardır:
                        – Ebu Nuaym İsfahanî, Hilyetu'l-Evliya, c.1, s.61.
                        – Hatib-i Bağdadi, Tarih-i Bağdad, c.11, s.204.
                        – Abdurrauf Menavi, Feyzu'l-Kadir, c.3, s.46.

                        3- Hz. Peygamber'den (s.a.a) şöyle rivayet edilir:
                        "Ben ilim eviyim; Ali ise onun kapısıdır." Bu hadisi Ehlisünnet alimlerinden altısı nakletmiştir. Örneğin:
                        – Muhibbuddin Teberi Şafiî, Zehairu'l-Ukba, s.77.
                        – Ali Gari, el-Mirkat, c.5, s.578.

                        Başka Birkaç Tanık
                        Hz. Peygamber (s.a.a) Fatıma'ya (s.a) şöyle buyurdu:
                        "Ben seni ümmetimin en iyisiyle evlendirdim, o ümmetin en bilgini ve amelde onların en üstünüdür. O bana
                        ilk iman getirendir."[Müsmed-i Ahmed, c.5, s.26; Mecmau'z-Zevaid, c.9, s.101, 114.]

                        Hz. Peygamber (s.a.a) buyurdu ki:
                        "Benden sonra ümmetimin en bilgini, Ali'dir."[ Kenzü'l-Ummal, c.6, s.153.]

                        Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
                        "Ali benim ilmimin kapısıdır."[Tarih-i Bağdad, c.4, s.158, Kenzü'l-Ummal, c.6, s.153.]

                        Hakim, Müstedrek'te Saad b. Ebi Vakkas'tan Ali'ye (a.s.) sebbeden bir topluluğun arasında öne çıkarak şöyle dediğini nakleder:
                        "Niçin Ali b. Ebu Talib'e küfür ediyorsunuz? O İslâm'a ilk iman getiren değil mi? O Hz. Peygamber'le (s.a.a) ilk
                        namaz kılan değil mi? O halkın en zahidi değil mi? O halkın en bilgini değil mi?...[Müstedrek, c.3, s.500.]
                        – Aişe'den şöyle nakledilir:
                        "Ali, sünnet hususunda halkın en bilginidir."[er-Riyazu'n-Nezre, c.2, s.193; es-Sevaiku'l-Muhrika, s.76.]


                        5- SEFİNE HADİSİ
                        Şimdiye kadar sıralanan hadislerin yanı sıra, "Sefine Hadisi" de Ehlibeyt'in dinî merciliğini ve imametini ispatlayan deillerden biridir.

                        Hadiste Geçen Tabirler
                        – Ebuzer'den şöyle nakledilir:
                        "Allah Resulü (s.a.a) eliyle Kâbe'nin kapısını tuttuğu hâlde şöyle buyurdu: Bilin ki! Benim Ehlibeyt'imin misali,
                        Nuhun gemisi misalidir. Kim ona binerse, kurtuluşa erir ve kim ondan uzaklaşırsa, helak olur."[Mişkatu'l-Mesabih, s.523; el-Maarif, s.86; el-Mu'cemu's-Sağir, c.1, s.139]

                        – İbn Hacer, es-Savaiku'l-Muhrika'da şöyle naklediyor: Farklı kanallardan nakledilen bir hadiste Allah Resulü şöyle buyurur:
                        "Benim Ehlibeyt'imin misali, Nuh'un gemisi gibidir; kim ona binerse kurtuluşa erir ve kim onu terk ederse
                        boğulur."[es-Savaiku'l-Muhrika, s.234. ve...]
                        – İbn Esir Cezerî en-Nihaye'de Resulullah'tan nakleder ki:
                        "Benim Ehlibeyt'imin misali, Nuh'un gemisinin misalidir. Kim ondan kaçarsa, kendini ateşte bulur."[en-Nihaye Fi Garibi'l-Hadis.]

                        Sahabeden Hadisi Rivayet Edenler
                        Sefine Hadisi'ni sekiz sahabî rivayet etmiştir. Örneğin:
                        – Emirü'l-Müminin Ali
                        – Ebuzer-i Gaffari
                        – Abdullah b. Abbas
                        – Ebu Said Hudrî
                        – Ebu Tufeyl Amir b. Vasıle
                        – Müslim b. Ekve'
                        – Enes b. Malik
                        – Abdullah b. Zübeyr

                        Tabiinden Hadisi Rivayet Edenler
                        Tabiinden bir çoğu bu hadisi nakletmiştir; bazıları şunlardır:
                        – Said b. Cübeyr
                        – Hatş b. Mü'temer
                        – Atiyye Avfi
                        – Amir b. Abdullah b. Zübeyr
                        – İyas b. Seleme b. Ekve'
                        – Said b. Musayyib
                        – Rafi, (Ebuzer'in azatlısı)

                        Ehlisünnet Alimlerinden Hadisi Nakledenler
                        Yüz elliden fazla Ehlisünnet alimi bu hadisi rivayet et-miştir.Bazıları şunlardır:
                        – Muhammed b. İdris Şafiî, öl. 204;
                        – Ahmed b. Hanbel Şeybani, öl. 241;
                        – Müslim b. Haccac Kuşeyri, öl. 261;
                        – Ebu Davud Secistani, öl. 275;
                        – Ebu Muhammed b. Kuteybe Dineveri, öl. 276
                        – İbnu'l-Bezzar, Müsned sahibi, öl. 296
                        – Ahmed b. Şuayb Nisai, öl. 302
                        – Ebu Ya'la Musuli, Müsned sahibi, öl. 307
                        – Muhammed b. Cerir Taberî, öl. 310
                        – Ebu'l-Ferec İsfehani, öl. 356
                        – Ebu'l-Kasım Taberani, Mücem sahibi, öl. 360
                        – Ali b. Ömer Darekutni, öl. 385
                        – Hakim Nişaburî, Müstedrek sahibi, öl. 405
                        – Ebu Bekir b. Merduye İsfehani, öl. 401
                        – Ebu İshak Salebi, öl. 428
                        – Ebu Mensur Sealibi, öl. 430
                        – Ebu Nuaym İsfehani, öl. 430
                        – İbn Abdulbirr Kurtubi, öl. 463
                        – Hatib Bağdadi, öl. 643
                        – Ebu'l-Hasan b. Meğazili, öl. 483
                        – Hatib Harezmi, öl. 568
                        – Mecduddin Ebu's-Saadat, (İbn Esir Cezeri adıyla ünlü) öl.606
                        – Fahri Razi, öl. 606
                        – Muhammed b. Talha Şafiî, öl. 653
                        – Sıbt b. Cevzî, öl. 654
                        – Muhammed b. Yusuf Genci Şafiî, öl. 658
                        – Muhibbuddin Taberî Şafiî, öl. 684
                        – Sadruddin Hammui, öl. 722
                        – Şemsuddin Zehebi, öl. 748
                        – Cemaluddin Zerendi, öl. 750
                        – Nuruddin Haysemi, öl. 807
                        – Seyyit Şerif Cürcani, öl. 816
                        – Ahmed b. Ali b. Hacer Askalanî, öl. 852
                        – İbn Sabbağ Malikî, öl. 855
                        – Celaluddin Suyutî, öl. 911
                        – Nuruddin Semhudi, öl. 911
                        – İbn Hacer Haysemi, öl. 973
                        – Ali b. Hisamuddin Muttaki, öl. 975
                        – Abdurrauf Menavi, öl. 1031
                        – Şihabuddin Alusî, öl. 1270
                        – Ahmed b. Zeyni Dehlan Mekki
                        – Seyyit Mumin Şeblenci

                        Hadisin İçeriği
                        Merhum Allame Seyyit Şerefuddin şöyle der:
                        "Ehlibeyt'in gemiye benzetilmesinden maksat şudur ki kim Ehlibeyt'e sığınır dinin usul ve furuu-nu onlardan
                        alırsa cehennem azabından kurtulur. Kim Ehlibeyt'ten uzak kaçar, dağı bile yutacak olan tufandan, dağa sığınacak olursa, onun yeri cehen-nemdir."[el-Müracaat, s.41]
                        Merhum Hamid Hüseyin'in "Abakat" adlı eserinde sıraladığı Sefine Hadisi'nden anlaşılan hususlardan bazıları şunlardır:

                        a) Ehlibeyt'e uymanın gerekliliği;
                        b) Ehlibeyt'e uymak, kurtuluşa sebep olur;
                        c) Ehlibeyt'in üstünlüğü;
                        ç) Ehlibeyt'ten uzaklaşmak, delalete sapmak demektir.

                        Ehlisünnet Alimlerinin "Sefine Hadisi" Üzerine Sözleri
                        Hameveyni, Safine Hadisi'nin açıklamasında Vahidi-den şöyle nakleder:
                        "Bakın ki Allah (c.c) nasılda Ehlibeytin velâyetine sarılmaya ve onların velâyet bayrağı altında yer almaya
                        çağırıyor ve onların velâyetini Nuh'un gemisine benzetmiştir."[ Feraidu's-Simteyn, c.2, s.249.]

                        Menavi, Feyzu'l-Kadir de şöyle kaydeder:
                        "...Kurtuluş açısından Nuh'un gemisine benzerlik söz konusudur. Hz. Peygamber (s.a.a), ümmetinin kurtuluşunu Ehlibeyt'e sarılmakta olduğunu bildirmiştir. Öyleyse kim Ehlibeyt'e sarılırsa azaptan kurtulacak ve nimetin şükrünü yerine getirmiş olacak, kim Ehlibeyt'ten uzaklaşırsa, nimete nankörlük etmiş olacak, zulmet denizinde boğulacak ve ateşi hak edecektir."[Feyzu'l-Kadir, c.2, s.519.]

                        Ehlibeyt, Ehl-i Kisa'dır
                        Karine ve ip uçlar dikkate alındığında Ehlibeyt'ten, Ehl-i Kisa veya On İki İmam kastedildiği açıklığa kavuşacaktır. Karine ve ip uçlarını iki kategoride değerlendirilebilir:

                        a) Dahilî karine ve ip uçları
                        Dahilî karine derken, hadisin kendisinde geçen cümleleri kastediyoruz. "Kim benim Ehlibeyt'imden uzak kaçarsa, helak olacaktır." cümlesinde Hz. Peygamber (s.a.a) mutlak bir şekilde kayıtsız şartsız olarak, masumları kurtuluşun mizanı olduklarını açıklamıştır. Masum olmayan hata yapabilir. Bilindiği üzere Ehlibeyt
                        İmamları dışında hiç kimse hakkında böyle bir iddia söz konusu değildir. Buna göre "Sefine Hadisi"nde, On İki Ehlibeyt İmamı kastedilmiştir.

                        b) Haricî karine ve ip uçları
                        Haricî karineler derken bu hadisi açıklayan hadisleri kastediyoruz. Bu hadiste kastedilenlerle, Tathir Ayeti'ndekiler aynı şahıslardır. Hz. Peygamber ayeti açıklarken Ehlibeyt'ini bir örtü altında toplayarak "İlâhî! Bunlar benim Ehlibeyt'imdir." buyurmuştur.

                        6- AMAN HADİSİ
                        Ehlibeyt'in dini merciliğine dair bir başka delil de "Aman Hadisi" diye adlandırılan hadis-i şeriftir.

                        Hadiste Geçen Tabirler
                        Hakim Nişaburî, İbn Abbas kanalıyla Hz. Peygamber'in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakleder:
                        "Yıldızlar zemin ehli için boğulmaktan aman vesilesidirler, ümmet de ihtilâftan Ehlibeytim sayesinde
                        aman bulur. Öyleyse bir Arap kabilesi, Ehlibeyt'ime karşı gelirse, sözüme uymamış ve şeytanın grubundan hesap edilecektir."[Müstedrek-i Hakim, c.3, s.149.]
                        Ahmed, Müsned'inde Ali (s.a) kanalıyla Hz. Peygamber'in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakleder:
                        "Yıldızlar zemin ehli için aman vesilesidirler, yıldızlar yok olduğunda gök ehli de yok olacaktır. Benim Ehlibeyt'im zemin ehli için amandır. Öyley-se Ehlibeyt'im yok olursa, zemin ehli de yok olacaktır."[ Yenabiu'l-Mevedde, s.19.]
                        Haysemi, Seleme b. Ekve' kanalıyla Hz. Peygamber'den şöyle nakleder:
                        "Yıldızlar gök ehli için amandırlar. Hakikaten benim Ehlibeyt'im de ümmetim için amandırlar."[Mecmau'z-Zevaid, c.9, s.174.]

                        Ehlisünnet Alimlerinden Hadisi Nakledenler
                        – Hakim, Müstedrek, c.2, s.149.
                        – İbn Hacer Mekki Şafiî, es-Savaiku'l-Muhrika, s.91.
                        – Suyutî Şafiî, İhyau'l-Meyyit
                        – Kunduzi Hanefî, Yenabiu'l-Mevedde, s.29.
                        – Muhibbuddin Taberî Şaffi, Zehairu'l-Ukba, s.17.
                        – Zerendi, Dürerü's-Simteyn, s.234.
                        – Hemmui, Mezaidu's-Simteyn, c.27, s.241.
                        – Haysemi, Mecmau'z-Zevaid, c.9, s.174.

                        Ayrıca, Semhudi, Cevahiru'l-Akdeyn adlı eserinde şöyle yazıyor:
                        "Bir ihtimale göre Ehlibeyt'ten kasıt kendilerine uyulan ümmetin imamlarıdır, Ehlibeyt alimleridir; gökteki
                        yıldızların insanları hidayet ettiği gibi. Eğer yeryüzü bu Ehlibeyt alimlerinden boş kalacak olursa, zemin hakkında vadilen şey gelip çatacaktır ve bu, Hz. Mehdi'nin öldüğü andır ki ona haber verilmiştir."[Cevahiru'l-Akdeyn, Aman hadisinin şerhi.]

                        7- "ALİ HAK İLE VE HAK ALİ İLEDİR" HADİSİ
                        Bu hadis söz konusu edilen diğer hadisler gibi İmam Ali'nin (a.s) masumiyetine, imametine ve dinî merciliğine delalet eder.

                        Hadiste Geçen Tabirler
                        Hatib Bağdadi Ebuzer'den şöyle naklediyor:
                        "Ümmü Seleme'nin nezdine vardığımda ağladığını gördüm. O kendi kendine alimleri yad ederek şöyle söyleniyordu: Allah Resulü'nden şöyle buyurduğunu işittim:
                        Ali hak ve hak Ali iledir. Ve bu ikisi kıyamet gününde, havuzun başında bana varıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar."[Tarih-i Bağdad, c.14, s.341.]

                        Allah Resulün'ün şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
                        "Allah Ali'ye rahmet etsin; Ey Allah'ım! Ali nerede olsa, hakkı onunla birlikte kıl."[Müstedrek-i Hakim, c.3, s.135; Camiu't-Tirmizi, c.5, s.592; Müsned-i Ebu Ya'la, c.2, s.318; Mecmau'z-Zevaid, c.7, s.35.]

                        Ebu Ya'la, Ebu Said Hudrî'den şöyle naklediyor:
                        "Allah Resulü Ali'ye (a.s) işaret ederek şöyle buyurdu: Hak Ali iledir."[ Müsned-i Ebi Ya'la, c.2, s.318.]
                        Heysemi, Mecmau'z-Zevaid'de Ümmü Seleme'den şöyle naklediyor:
                        "Allah Resulü (s.a.a) mükerrer buyuruyordu: Ali (a.s) hak üzeredir. Kim ona uyarsa hakka uymuştur ve kim onu terk ederse hakkı terk etmiştir. Bu, bundan önce de sabit olan bir ahittir."[Mecmau'z-Zevaid, c.9, s.134; Mecmau'l-Evset, c.5, s.455 ve...]

                        Hakim, Ümmü Selemeden Allah Resulü'nün şöyle buyurduğunu naklediyor:
                        "Ali (a.s) Kur'ân'la ve Kur'ân Ali iledir. Bu ikisi Kevser havuzunun başında bana varıncaya kadar birbirinden
                        ayrılmazlar."[Müstedrek-i Hakim, c.3, s.34.]

                        Sahabeden Hadisi Rivayet Edenler
                        – Ali b. Ebu Talib (a.s)
                        – Hüseyin b. Ali (a.s)
                        – Ebu Bekir b. Ebu Kuhafe.
                        – Sa'd b. Ubade.
                        – Ebuzer Gaffari
                        – Huzeyfe b. Yeman.
                        – Selman Farisi.
                        – Ammar Yasir.
                        – Ebu Musa Eş'ari.
                        – Kaab b. Acere.
                        – Ebu Eyyub Ensari.
                        – Sa'd b. Ebu Vakkas.
                        – Kaab b. Amr.
                        – Aişe bint-i Ebu Bekir.
                        – Ümmü Seleme.
                        – Ebu Said Hudrî.
                        – Zeyd b. Erkam.
                        – Berâ b. Azib.
                        – Cabir b. Abdullah Ensari.
                        – Sehl b. Saad.
                        – Ebu Leyla Gaffari.
                        – Ebu Tufeyl Amir b. Vasile.

                        Ehlisünnet Alimlerinden Hadisi Nakledenler
                        – Harezmi, el-Menakıb, s.129.
                        – Ebu Cafer İskafi, el-Mi'yar ve'l-Muvazene, s.119.
                        – İbn Ebi'l-Hadid, Nehcü'l-Belâğa Şerhi, c.18, s.24.
                        – Hatib Bağdad, Tarih-i Bağdad,c.19, s.321
                        – İbn Asakir, Tarih-i Dimişk, c.3, s.153
                        – İbn Kuteybe, el-İmame ve's-Siyase, c.1, s.73
                        – Zemahşeri, Bey'u'l-Ebrar, c.1, s.828.
                        – Hemmui, Feraidu's-Simteyn, c.1, s.177
                        – Şehristani, Nihayetu'l-Akdam, s.493
                        – Hakim, el-Müsdedrek, c.3, s.134.
                        – Tirmizi, el-Camiu's-Sahih, c.5, s.592
                        – İbn Esir, el-Cem Beyne's-Sıhah, c.9, s.420
                        – Muttaki Hindi, Kenzü'l-Ummal, c.11, s.642.
                        – Fahri Razi, Tefsiru'l-Kebir, c.1, s.305
                        – Hafız Genci Şafiî, Kifayetu't-Talib, s.265
                        – Ebu Leyla, Müsned-i Ebu Ya'la, c.2, s.318
                        – Bedehşi, Nuzulu'l-Ebrar, s.58
                        – Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, c.7, s.35
                        – Teberani, el-Mucemu'l-Evset, c.58, s.455
                        – Haysemi, es-Sevaiku'l-Muhrika, s.124
                        – Suyutî, el-Camiu's-Sağir, c.2, s.177
                        – Şevkanî, Fethu'l-Kadir, c.4, s.356

                        EHLİBEYT'İN DİNÎ MERCİLİĞİNE DAİR BİRKAÇ HADİS
                        Hz. Peygamber (s.a.a), Sakaleyn Hadisi'nin devamında şöyle buyuruyor:
                        "Kitap ve Ehlibeyt'imden öne geçmeyin ki, helak olursunuz ve o ikisine bir şey öğretmeye kalkışmayın;
                        çünkü Ehlibeyt'im sizden daha bilgindir."[ el-Mecmau'l-Kebir; ed-Dürrü'l-Mensur, c.2, s.60; es-Sevaiku'l-
                        Muhrika, s.89.]

                        Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurur:
                        "Kim benim gibi yaşamayı; benim gibi ölmeyi ve kıyamet gününde benim gibi adn cennetine yerleşmeyi -ki
                        onun ağaçlarını Allah (c.c) dikmiştir- seviyorsa benden sonra Ali'nin velâyetini kabul etsin ve onun dostunu
                        sevsin. Bunu istiyen herkes Ehlibeyt'ime uysun; çünkü onlar benim itretimdir-ler. Benim anlayış ve ilmimden
                        almışlardır, benim tiynetimden yaratılmışlardır. Vay ümmetimden onların faziletlerini inkar edenlerin ve benim
                        onlarla olan ilişkimi gözetmeyenlerin hâline. Benim şefaatim onlara ulaşmayacaktır."[ Hilyetu'l-Evliya, c.1, s.86; el-Mecmau'l-Kebir, c.5, s.194 ve...]

                        Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor:
                        "Ali'nin benim nezdimdeki makamı, benim Allah katındaki makamımla aynıdır."[ es-Sevaiku'l-Muhrika, s.106]

                        Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor:
                        "Gerçekten sizin aranızda Ehlibeyt'imin misali, Bab-ı Hitte'nin İsrailoğulları misalidir. Kim o kapıdan girerse,
                        Allah onu bağışlayacaktır."[Mecmau'z-Zevaid, c.9, s.168, el-Mecmau'l-Kebir, c.2, s.22.]

                        Yine Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor:
                        "Kim beni terk ederse Allah'ı terk etmiştir ve kim seni terk ederse beni terk etmiştir."[Sünen-i İbn Mace, c.1, s.44 ve...]

                        Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

                          EHLİBEYT'İN İLİM VE FAZİLETLERİYLE İLGİLİ EHLİSÜNNET BÜYÜKLERİNİN SÖZLERİ

                          Ehlisünnet büyüklerinden büyük bir çoğunluk Ehlibeyt'in fazilet ve kemalini açıkça belirtmişlerdir.
                          Burada onların Şia İmamlarının her biri hakkındaki sözlerine kısaca değineceğiz:

                          1- Hazreti Ali (a.s)
                          Menavi Feyzu'l-Kadir'de şöyle naklediyor:
                          Birisi Muaviye'nin yanına gelerek bir soru sordu. Muaviye "Bunu Ali'den sor; o benden daha bilgilidir."
                          dedi. Soruyu soran "Ben senin cevabını istiyorum." dedi.
                          Bunun üzerine Muaviye hiddetle sinirlendi ve şöyle dedi: "Vay sana! Sen Allah Resulü'nün bir çok ilmi öğrettiği, büyüklerin ve sahabenin bunu itiraf ettiği, hatta Ömer b. Hattab'ın zor şeyleri kendisine götürdüğü birisinden soru sormaktan rahatsız mı oluyorsun?
                          Muaviye şunları ekledi sözlerine: Bir gün birisi Ömer b. Hattab'dan bir mesele hakkında sordu. Ömer, bu soruyu Ali'den sormasını istedi. Soruyu soran "Müminlerin Emiri! Ben senin cevabını istiyorum." Bu sırada Ömersinirlendi ve onu meclisten dışarı attı ve adını divandan silmeleri yönünde talimat verdi."[Feyzu'l-Kadir,c.3, s.46]
                          İmam Hasan (a.s), babasının şehadetinden sonra bir hutbesinde şöyle buyurdu:

                          "Aranızdan öyle bir şahıs ayrıldı ki ilimde hiç kimse ondan öne geçmemişti."[ Müsned-i Ahmed, c.2, s.328 ve Tarih-i İbn Kesir, c.7, s.368. veKenzü'l-Ummal, c.13, s.192.]

                          2- İmam Hasan (a.s)
                          Zehebi yazıyor ki:
                          "Hasan b. Ali b. Ebi Talib b. Haşim b. Abdu-menaf; imam, seyyit, Allah Resulü'nün reyhanesi, torunu ve
                          cennet gençlerinin seyyididir. Güzel ve yüce makamlı ve... idi."[ Feyzu'l-Kadir, c.3, s.46.]

                          İbn Abdulbirr şöyle yazıyor:
                          "İmam Hasan (a.s) fazıl ve takvalı biriydi."[el-İstiab, c.1, s.369.]

                          İbn Sabbağ Malikî şöyle yazıyor:
                          "Hasan b. Ali devamlı Allah Resulü'nün mescidinde oturuyordu, halk onun etrafını çevirip meselelerini ondan
                          soruyorlardı ve İmam da onları tatmin edecek bir şekilde cevap veriyordu."[ el-Fusulu'l-Muhimme, s.155.]

                          3- İmam Hüseyin (a.s)
                          İbn Abdulbirr İstiab'da şöyle yazıyor:
                          "Hüseyin, fazıl ve dindar biriydi; çokça namaz kılar, oruç tutar ve hacca giderdi."[İstiab, c.1, s.393.]

                          Harezmi Hanefî kendi senediyle Selman'dan şöyle naklediyor:
                          "Ben Hz. Peygamber'in (s.a.a) huzuruna vardım; o sırada Hüseyin'in Peygamber'in dizlerine oturduğunu gördüm. Hz. Peygamber (s.a.a) onun gözlerinden ve ağzından öpüyor ve şöyle buyuruyordu: "Şüphesiz sen
                          seyyitsin, seyyit oğlu ve seyyitlerin babasısın; ve şüphesiz sen hüccetsin ve hüccet oğlu ve hüccetlerin babasısın ki onlardan dokuzu senin neslindendir ve onların dokuzuncusu "Kâim"dir"[ Maktelu'l-Hüseyin, c.1, s.146.]

                          4- İmam Zeynelabidin (a.s)
                          Muhammed b. Müslim Kureşî İmam'ın muasırlarından, Hicaz ve Şam'ın tanınmış fakihlerinden, İmam'ın makamı hakkında şöyle söylüyor:
                          "Ben Kureşî, ondan daha takvalı ve faziletli birini görmedim."[el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.9, s.104.]

                          Başka bir yerde şöyle söylüyor:
                          "Ben birkaç kez Ali b. Hüseyin'le bir arada oturdum ve ondan fıkıhta daha üstün birini görmedim."[Tezkiretu'l-Huffaz, c.1, s.75.]

                          Said b. Musayyib, Medine'nin bariz fakihlerinden, İmam'ın şanı hakkında şöyle diyor:
                          "Ben kesinlikle Ali b.Hüseyin'den daha üstün birini görmedim."[Tarih-i Yakubî, c.3, s.46.]

                          Zeyd b. Eslem (Medine'nin en büyük fakihlerinden) şöyle söylüyor:
                          "Ben anlayış ve hıfz da Ali b. Hüseyin gibisini görmedim..."[Tabakatu'l-Fukaha, c.2, s.34.]

                          Hammad b. Zeyd (Basra'nın büyük fakihlerinden) İmam'ın şanı ve makamı hakkında şöyle söylüyor:
                          "Ali b. Hüseyin gördüğüm Haşimilerin en üstünüdür."[Tehzibu'l-Lugat ve'l-Esma, s.343.]

                          Yahya İbn Said (Tabiinin büyüklerinden, ulema ve fakihlerin fazıllarından) İmam'ın şanı ve makamı hakkında şöyle diyor:
                          "Ben Ali b. Hüseyin'den hadis işittim ve onu Haşimilerin en üstünü olarak buldum."[Tehzibu'l-Kelam, c.7, s.336]

                          Malik b. Enes şöyle diyor:
                          "Ehlibeyt arasında Ali b. Hüseyin gibisi gelmemiştir..."[ Siyer-u A'lamu'n-Nubela, c.4, s.238 ve Tehzibu't-Tehzib, c.7, s.305.]

                          Ebu Bekir Berki diyor:
                          "Ali b. Hüseyin, zamanının en üstünüydü."[Siyer-i A'lamu'n-Nubela, c.7, s.238.]

                          Ebu Zer'a şöyle diyor:
                          "Ben Ali b. Hüseyin'den daha fakih birini görmedim."[Tarih-i Dimişk, c.12, s.18.]

                          Ebu Hazim şöyle diyor:
                          "Ben Haşimiler arasında Ali b. Hüseyin'den daha üstününü görmedim."
                          Yine şöyle diyor:
                          "Ben fıkıh konusunda Ali b. Hüseyin'den daha üstün birini görmedim."[Tehzibu'l-Kelam, c.7, s.336.]

                          İbn Asakir şöyle yazıyor:
                          "Ali b. Hüseyin güvenilir ve emin biriydi. Kendisinden birçok hadis nakledilmiştir. Yüce makam ve takva sahibi... idi."[Tarih- i Dimişk, c.36, s.142 ve Tabakatu'l-Kubra, c.5, s.222.]

                          İbn Hacer Askalanî şöyle yazıyor:
                          "Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebu Talib Zeynelabidin (a.s.), güvenilir, abit, fakih, fazıl ve bilinen biridir..."[Takribu't-Tehzib, c.2, s.35]

                          Yakubi şöyle yazar:
                          "İmam Zeynelabidin (a.s) halkın en üstünü ve en abidi idi."[Tarih-i Yakubî, c.3, s.46.]

                          İbn Teymiyye şöyle yazıyor:
                          "Ali b. Hüseyin tabiinin büyüklerinden, ilim ve dinde onların efendisiydi… Ve onun huşu ve gizli sadaka vb.
                          birçok fazileti vardır:."[Minhacu's-Sünne, c.2, s.123. Birinci basım]

                          Şeyh Ebu Zühre şöyle der:
                          "Zeynelabidin (a.s.) hem fakih ve hem muhaddis idi. Güçte ve kudrette ceddi Ali b. Ebi Talib'e benziyordu. Fıkıh konularını bütün yönleriyle ve ayrıntılarıyla biliyordu."[el-İmam Zeyd, s.31]

                          İbn Asakir, Ebu Minhal'den şöyle nakleder:
                          "Ali b. Hüseyin'i (a.s) uzun saçlı bir haldeyken gördüm. Bana halkın kime yöneldiğini sordu. Ben, o tarafa
                          bu tarafa gidiyorlar, dedim. Hazret şöyle buyurdu: Onlara benim huzuruma gelmelerini söyle."[Tarih-i Dimişk, c.17, s.531.]

                          5- İmam Muhammed Bâkır (a.s)
                          İlim ve düşünce adamları ittifakla İmam Bakır'ın (a.s) fazilet ve ilmî üstünlüğünü kabul etmişler. Şimdi bunlardan birkaçına değineceğiz:
                          Abdullah b. Ata şöyle diyor:
                          "Ben alimleri Muhammed b. Ali dışında hiç kimsenin karşısında böylesine küçüldüklerini görmedim. Bu onların
                          hazrete karşı tevazularını, onun ilmine ve makamını bildiklerini ve ondan ilim almalarını gösterir. Hakem b.
                          Ayye makamının yüceliği ve yaşına rağmen onun huzurunda ilim öğreniyordu; çocuğun ustadı karşısındaki gibi."[Tarih-i İbn Asakir, c.51, s.43. ve Şezeratu'z-Zeheb, c.1, s.149. ve...]

                          İbn Kesir Dimişki şöyle yazıyor:
                          "Muhammed b. Ali Bakır (a.s) kadri celil; ilim, amel, efendilik ve şerefte bu ümmetin büyüklerinden biridir...
                          ilimleri yararak ahkam istinbat ittiği için Bakır olarak adlandırılmıştır."
                          Nehbani şöyle yazıyor:
                          "Muhammed Bakır, Ali b. Hüseyin'in oğlu, Al-i Beyt-i Kiram seyyitlerinin imamlarından biridir."[el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.9, s.339.]

                          Ve büyük alimlerden biridir..."[Camiu Keramati'l-Evliya, c.1, s.97]

                          Zehebi şöyle yazıyor:
                          "Bakır, ilim, amel, efendilik ve şerafeti kendinde toplayan şahıslardan biridir. Onun hilâfet için ehliyeti vardı.
                          İmamiyye Şiası'nın on iki imamından biridir ki Şiîler onun imametine inanır, masum kabul ederler..."[Siyeru A'lamu'n-Nubela, c.4, s.241.]

                          Muhammed b. Sabban şöyle kaydeder:
                          "Muhammed Bakır (a.s.) maarif, nükteler ve incelikler sahibiydi."[ İsa'fu'r-Ragibin, s.316.]

                          İbn Ebi'l-Hadid şöyle yazıyor:
                          "Muhammed b. Ali b. Hüseyin... Hicaz fakihleri-nin efendisidir. Halk fıkhı ondan ve oğlu Cafer'den öğrendiler."[Şerh-i Nehcü'l-Belâğa, c.15, s.277.]

                          Hasan Basri kaydeder ki:
                          "Muhammed Bakır'ın sözü, nebilerin sözü gibiydi."[Müsteşar Abdulhalim…, el-İmam Caferu's-Sadık]

                          İbn Menzur İfriki şöyle kaydeder:
                          "Bakır, ilim ve malda genişliğe derler. Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali'ye (r.a.), ilim yardığı, esas ve aslı tanıyıp, onu istinbat ettiği ve onda derine indiği için, Bakır diyorlar."[lisanu'l-Arab, c.4, s.74.]

                          Firuzabadi şöyle der:
                          "Muhammed b. Ali b. Hüseyin'i ilimde tek ve eşsiz bir bilgin olduğu için Bakır diye adlandırdılar."[el-Kamusu'l-Muhit, c.1, s.376]

                          İbn Habban şöyle kaydeder:
                          "Bakır, alim ve büyük bir seyyid idi. Onu ilimdeki genişliğinden dolayı Bakır diye adlandırdılar..."[Vefeyatu'l-A'yan, c.3, s.314.]

                          Salahattin Sefti şöyle yazıyor:
                          "Bakır, fıkıh, ilim, diyanet ve vesakati kendinde toplayanlardan biriydi. Hilâfet için salih biriydi."[el-Vafi bi'l-Vefeyat, c.4, s.102.]

                          6- İmam Cafer Sadık (a.s)
                          Ebu Hanife şöyle diyor:
                          "Ben Cafer b. Muhammed'den daha alim birini görmedim." [Camiu'l-Mesanid, Ebu Hanife, c.1, s.222.]

                          Muhammed Ferid Vecdî yazıyor ki:
                          "Cafer b. Muhammed halkın fazıllarındandır ve kimya ilmi hakkında makaleleri vardı."[Dairetu'l-Maarif, on dördüncü asır, c.3, s.110 ve Vefeyatu'l-A'yan, c.1, s.291 ve...]

                          Enes b. Malik diyor ki:
                          "...İlim, ibadet ve takvada Cafer b. Muhammed'den daha üstününü, hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş ve hiçbir kalbe ilham olmamıştır."[ Tehzibu't-Tehzib, c.2, s.104.]

                          Şehristani yazıyor ki:
                          "Cafer b. Muhammed, dinde büyük bir alim ve hikmette kamil bir edep ve dünyada büyük bir züht ve tam
                          bir takvaya sahipti."[el-Milel ve'n-Nihel, c.1, s.224]

                          Hayrettin Zerkuli yazıyor ki:
                          "...Cafer b. Muhammed ilimde yüce bir makama erişmişti. Büyük bir kesim ondan ilim öğrendiler: İmam Ebu Hanife ve İmam Malik gibi. Onu Sadık olarak adlandırdılar; çünkü hiçbir zaman ondan yalan bir şey işitilmedi." [ el-A'lam Zerkuli, c.2, s.121.]

                          7- İmam Musa Kâzım (a.s)
                          Ebu Hatem diyor ki:
                          "Musa b. Cafer güvenilir, pek sadık ve Müslümanların imamlarının imamıdır."[Tehzibu't-Tehzib, c.10, s.34.]

                          Hayrettin Zerkuli yazıyor ki:
                          "Musa b. Cafer Sadık, Bakır oğlu, Ebu'l-Hasan künyeli, İmamiyye nezdinde on iki imamın yedincisiydi. Benî Haşim'in seyyitlerinden ve kendi zamanının en abidi olup büyük alimlerden biriydi."[A'lam, c.3, s.108]

                          Doktor Zeki Mübarek yazıyor ki:
                          "Musa b. Cafer, Benî Haşim seyyitlerinden biriydi. Ayrıca ilim ve dinde öncü imamlardandı."[Şerh-i Zehru'l-Edeb, c.1, s.132.]

                          İbn Hacer Haysemi yazıyor ki:
                          "Musa Kazım, ilim, marifet, kemal ve fazilette babasının varisiydi."[es-Sevaiku'l-Muhrika, s.121.]

                          Doktor Muhammed Yusuf Musa yazıyor ki:
                          "Biz fıkıhta ilk kitap yazanın imam Musa Kazım olduğunu biliriz. Yüz seksen üç hicri yılında, zindanda
                          dünyadan göçtü. Onun kitabı helal ve haramla ilgili olarak sorulan soruların cevabıydı."[el-Fıkhu'l-İslâmi, s.160.]

                          8- İmam Ali Rıza (a.s)
                          Semhûdi yazıyor ki:
                          "Ali Rıza (a.s), Musa Kazım'ın oğlu, kendi zamanında eşsiz ve kadri büyük idi..."[Cevahiru'l-Akdeyn, c.353.]

                          İbn Hacer yazıyor ki:
                          "Rıza (a.s), ilim ve fazilet ehliydi ve şerafet dolu bir nesebi vardı."[Tehzibu't-Tehzib.]

                          Zehebi yazıyor ki:
                          "İmam Seyyid Ebu'l-Hasan Ali Rıza, din ve ilim ehli... idi"[Siyeru A'lami'n-Nubela, c., s.387.]

                          Başka bir yerde yazıyor ki:
                          "Ali Rıza büyük bir makama ve hilâfet için gerekli tam bir salahiyete sahipti."[Siyeru A'lami'n-Nubela, c.9, s.392]

                          İbn Hullekan, Me'mun'un, İmam Rıza'ya (a.s) veliahtlık konusunda ettiği biate sebep olarak şöyle yazıyor:
                          Me'mun, özel dostlarını topladı ve onlara: "Ben Abbas ve Ali b. Ebi Talib evlatlarını gözden geçirdim ve Ali
                          Rıza'dan hilâfete daha layık birini görmedim." dedi Sonra onunla biat etti."[Vefeyatu'l-A'yan, c.3, s.270.]

                          9- İmam Muhammed Cevad (a.s)
                          Sıbt b. Cevzî yazıyor ki:
                          "Muhammed Cevad (a.s), ilim, takva ve bahşişte babasının takipçisiydi."[Tezkiretu'l-Havas.]

                          İbn Sabbağ Malikî yazıyor ki:
                          "Yaşının küçük olmasına rağmen kadri büyük ve zikri yüceydi. Babasından sonra onun belirtmesi ve işareti
                          üzerine imamet makamına yetişti. Bunu adil ve güvenilir şahıslardan bir kesim haber vermiştir."[el-Fusulu'l-Muhimme, s.365.]

                          Hatib Bağdadi yazıyor ki:
                          "O, babasından, atalarından ve Allah Resulü'nden rivayet ediyordu. Haberlerin anlamı ve ahkamın hakikati
                          hususunda ona baş vurulurdu."[Tarih-i Bağdad, c.13, s.54 ve el-Vafi bil-Vefeyat, c.4, s.106.]

                          Mahmut b. Vuheyb Bağdadi Hanefî yazıyor ki:
                          "Ebu Cafer künyeli, Ali Rıza oğlu Muhammed Cevad (a.s)... ilim ve fazilette babasının varisi idi..."[Cevahiru'l-Kelam, s.147.]

                          10- İmam Ali Hadi (a.s)
                          Şafiî yazıyor ki:
                          "İmam Ali Hadi itaatkâr, fakih ve imam idi."[Mir'atu'l-Cinan, c.2, s.160.]

                          İbn Hacer Haysemi yazıyor ki:
                          "Ali Askerî... İlim ve bahşişte babasının varisi idi..."[es-Sevaiku'l-Muhrika, s.207.]

                          Ebu İmad Hanbelî yazıyor ki:
                          "Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Rıza Ali b. Kazım b. Cafer Sadık, Hüseynî, Alevî, Hadi adıyla maruf; fakih,
                          imam ve Allah'a karşı itaatkâr biriydi..."[Şezeratu'z-Zeheb.]

                          11- İmam Hasan Askerî (a.s)
                          Sıbt b. Cevzî yazıyor ki:
                          "Hasan Askerî emin ve güvenilir bir alim idi. Hadisleri babasından ve atalarından naklediyordu..."[Tezkiretu'l-Havas, s.362.]

                          Harezmi Şafiî yazıyor ki:
                          "Hasan Askeri, kadri yüce, adil ve şanı azim idi."[Vesiletu'l-Meal.]

                          Bastani yazıyor ki:
                          "Ali Hadi oğlu Hasan Askeri, Ehlibeyt'le ilgili meşhur menkıbelere sahipti. Onun hakkında, küçükken anlama
                          ve üstün zekaya sahip oluşu nakledilmiştir."[Dairetu'l-Maarif.]


                          EHLİBEYT İLİMLERİNİN TEMEL ESASLARI
                          Ehlibeyt kaynakları incelendiğinde Ehlibeyt İmamları'nın, hükümler noktasında hiçbir zaman kendi rey ve zanlarına göre konuşmadıkları görülür. Hulefa medresesinde yaygın olan metodun tam aksine onların açıklamalarının kaynağı Hz. Peygamber'den miras aldıkları ilimdir.
                          Hz. Ali b. Ebu Talib şöyle diyor:
                          "Ben ne zaman Allah Resulü'nden bir soru sorsam cevabını bana söylerdi. Ne zaman sussam, kendisi konuşmaya başlar ve açıklamalarda bulunurdu."[Sünen-i Tırmizi, c.5, s.637.]

                          Ali (a.s) buyuruyor ki:
                          "Allah Resulü ilimden bana bin kapı öğretti ki her birinden bin kapı açılıyordu."[Kenzü'l-Ummal, c.6, s.392.]

                          Usul-i Kafi kitabında şöyle gelmiştir:
                          Birisi İmam Cafer Sadık'tan bir soru sordu. İmam cevap verdi. Adam: "Eğer bu şekil veya şu şekil olduğunu
                          dersek ne olur?" dedi. İmam bunun üzerine: "Sus, sana her ne söyledimse Allah Resulü'nden idi." dedi.[Usul-i Kafi, c.1, s.58.]

                          Fuzeyl b. Yesar İmam Bakır'dan naklediyor ki:
                          "Eğer biz kendi reyimize göre hadis söylersek, mutlaka doğru yoldan çıkarız; bizden önce yoldan çıkanlar
                          gibi. Ama biz, Allah'ın, Peygamber'ine ve onun da bize söylediği beyyin hadisleri açıklarız."[Besairu'd-Derecat, s.299.]

                          Samaa b. Mehran, İmam Cafer Sadık'tan naklediyor ki:
                          "Hakikaten Allah, helal, haram ve te'vili Resul'üne öğretti ve Resulullah da bütün ilimlerini Ali'ye (a.s.) öğretti."[ Besairu'd-Derecat, s.290.]

                          Davut b. Ebu Yezid Ehvel, İmam Cafer Sadık'tan naklediyor ki:
                          "Şüphesiz eğer biz kendi reyimize göre fetva verirsek helak olanlardan oluruz. Ama biz ne diyorsak Allah'ın
                          Resulünden bir eserdir. Büyüklerin birbirlerinden miras aldıkları pratik bir uygulamadır bu. Nasıl ki insanlar
                          kendi gümüş ve altınlarını koruma altına alırlar."[Besairu'd-Derecat, s.299]

                          İmam Cafer Sadık (a.s) buyuruyor ki:
                          "Benim hadisim babamın hadisi, babamın hadisi atamın hadisi, atamın hadisi Hüseyin'in (a.s) hadisi, Hüseyin'in
                          (a.s) hadisi Hasan'ın (a.s), Hasan'ın (a.s) hadisi Emirü'l-Müminin'in hadisi ve Emirü'l-Müminin'in hadisi
                          Resulullah'ın hadisi ve Resulul-lah'ın hadisi Allah'ın kelamıdır."[Munyetu'l-Murid, s.194]


                          İmam Muhammed Bakır babalarından ve Allah Resulün'den rivayet ediyor ki:
                          "Allah Resulü, Ali'ye (a.s) buyurdu ki: Ben sana ne yazdırıyorsam onu yaz. Ali (a.s) arz etti: Ey Allah'ın Nebisi! Acaba benim unutmamdan mı korkuyorsun? Peygamber (s.a.a) dedi ki: Ben senin unutmandan korkmuyorum. Çünkü ben Allah'tan seni hıfz etmesini ve unutkanlıktan korumasını istedim. Ama ortakların için yaz. Ali (a.s): Ortaklarım kimdir? diye sordu. Hazret buyurdu ki: Senin evlatlarından olan İmamlardır ki onlar vasıtasıyla ümmetim doyacak, duaları kabul olacak, onlardan bela def olacak ve onlar için rahmet gökten inecektir. Sonra Hasan'ı gösterdi ve buyurdu: Bu onların birincisidir.
                          Ve Hüseyin'i gösterdi ve buyurdu ki: imamlar onunsoyundandır."[el-Emali, Şeyh Tusi ,c.2, s.56]

                          Hak Sahibi'nin Sözü
                          Emirü'l-Müminin şöyle buyuruyor:
                          "Nereye gidiyorsunuz? Ve yüzünüzü hangi tarafa çeviriyor sunuz? Hak bayrakları ayaktadır ve onun alametleri aşikardır. Ve Hidayet lambaları ta-kılıdır. Sapıtmış bir şekilde nereye gidiyorsunuz? Peygamber'in itreti sizin aranızda olduğu hâlde ki onlar hakkın önderidirler.
                          Dinin bayrakları ve doğruluğun dili. Onlara en iyi yerlerde, Kur'ân'ı sakla-dığınız yerlerde, yer verin (temiz kalplerinizde). Susamış insanlar gibi saf ve zülal çeşmeden doymak için onlara hücum edin..."[Nehcü'l-Belâğa, Hutbe: 87.]

                          Başka bir yerde Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
                          "Peygamber'in Ehlibeyt'ine bakın, onların gittiği yönden gidin. Adımlarınızı onların adımlarının yerine koyun.
                          Onlar sizi hidayet yolundan ayırmazlar. Aşağı ve zelil bir
                          yere doğru sürmezler. Eğer sussalar sizde susun ve eğerkalksalar sizde kalkın. Onlardan öne düşmeyin ki yolunuzu kaybedersiniz ve onlardan geriye kalmayın ki helak olursunuz."[Nehcü'l-Belâğa, Hutbe: 97.]

                          Yine hazret şöyle buyuruyor:
                          "Onlar ilime hayat, bilgisizliğe ölümdürler. Hi-limleri seni ilimlerinden ve zahirleri seni batınla-rından ve suskunluları mantıklarından agah eder. Halkla muhalefet etmezler ve etmiyorlar ve onda ihtilâf yaratmazlar. Yani Ehlibeyt İslâm'ın temel-leridirler. Sığınak ve emniyet vericidirler.
                          Onlar vasıtasıyla halk kendi yerine döndü. Batıl kendi yerinden kazındı. Ve onun dili kökten çıktı. İlâhî
                          ayini ve yolu iyi anladılar. Ve ona amel ettiler. Onu dinleyip başkalarına söylemekle yetinmediler. İlmin ravileri
                          çok olsa da onu derk eden azdır."[ Nehcü'l-Belâğa, Kısa Sözler: 239]

                          Başka bir hutbede şöyle buyuruyor:
                          "Biz Resulullah'ın sırdaşı, arkadaşı, hazinedarı ve kapılarıyız. Evlere ancak kapılarından girilir. Kapılarından
                          girmeyene hırsız derler."[Nehcü'l-Belâğa, Hutbe: 154.]

                          Başka bir yerde şöyle buyuruyor:
                          "Ey insanlar! Işığınızı, öğüt veren, öğüdünü tutanın ışığından yakın. Suyu şeffaf ve bulanık olmayan duru
                          kaynaktan alın."[Nehcü'l-Belâğa, Hutbe: 105.]

                          Ali (a.s) yine buyuruyor ki:
                          "Bizden kopup zulüm ve yalanla kendilerinin ilimde derinleşmiş olduğunu sananlar nerede? Oysa Allah derecemizi yükseltmiş, bize vermiş; onları ise mahrum bırakmış, alçaltmıştır. Bizi içeri almış ve onları çıkarmıştır. Hidayet bizimle istenebilir ve körlük bizimle giderilebilir..."[Nehcü'l-Belâğa, Hutbe: 144.]

                          Başka bir yerde yine buyuruyor ki:
                          "Biz şerif bir topluluk ve insanlığın necibiyiz. Bizim bayrak ve alametlerimiz Peygamber'in bayrak ve alametleridir. Bizim hizbimiz Hizbullahtır. Ama isyankâr grup şeytanın hizbidirler. Bizi ve düşmanlarımızı eşit bilen, bizden değildir."[es-Savaiku'l-Muhrika, s.142.]

                          HİLÂFETİN TESPİTİ VE HZ. PEYGAMBER'İN (S.A.A) ALDIĞI TEDBİRLER

                          Hz. Peygamber (s.a.a) risaletin ilk başlarında halifeyi tayin etmekle görevlendirilmişti; o Ali'yi (a.s) Gadir-i Hum-da hilâfet makamına tayin etti ve halktan onun için biat aldı. Hz. Peygamber (s.a.a) ömrünün sonlarına doğru hilâfetin tespiti ve sağlamlaştırılması düşüncesindeydi. Bu yüz-den iki şeye çok önem verdi
                          ki bu ikisinin gerçekleşmesi, ilelebet ümmetin salahını ve hayrını sağlayacaktı. Bu ikisinin ameli olmasını önlemek isteyenler devamlı bahane peşindeydiler.
                          Peygamber (s.a.a) vefat etti; ama o iki yaptırıma dönük çözüm gerçekleşmemişti.

                          1- Pratiksel Çözüm: Üsame Ordusu
                          Hz. Peygamber (s.a.a) hastalık yatağında, ümmetini taşkın fitneler denizinde gördüğünden, korkuyordu. Diğer taraftan ümmetin arasındaki münafıklar alçak hedeflerine yetişmek için pusudaydılar.
                          Bu hassas zamanda, Hz. Peygamber (s.a.a) İslâm ordusunun, Üsame b. Zeyd komutanlığında Medine'den hareket etmesini istedi. Mühacir, Ensar, Ömer b. Hattab, Ebu Bekir, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Ubeyde'ye, Üsame b. Zeyd komutanlığında ki bu orduya, katılmalarını emretti."[Tabakat-ı İbn Sa'd, c.4, s.66; Tarih-i İbn Asakir, c.2, s.391; Kenzü'l- Ummal, c.5, s.312 ve...]

                          Hz. Peygamber (s.a.a) bir grubun itaatsizlik ve gevşekliğini
                          görünce, itaatsizlik edenleri lanetledi.[2- el-Milel ve'n-Nihel, c.1, s.23.]

                          Üsame'nin komutanlığıyla ilgili olarak bir grubun sorun çıkardığını duyunca şöyle buyurdular:
                          "Eğer bugün siz onun komutanlığı konusunda sorun çıkarıyorsanız, bundan önce de babasının ko-mutanlığı
                          hakkında da sorun çıkardınız. Allah'a an-dolsun! O komutanlığa layık idi, oğlunun komutanlığa layık olduğu
                          gibi."[Tabakat-ı İbn Sa'd, c.2, s.190; es-Siretu'l-Halebiyye, c.4, s.207; el-Mağazi, c.3, s.1119 ve...]

                          Birkaç Soru
                          Bu bölümde akla gelen soruları cevaplarıyla birlikte açıklamaya çalışacağız:

                          1- Niçin Peygamber (s.a.a) böylesine hassas bir dönemde İslâm ordusunun komutanlığına genç ve tecrübesiz birini getirdi?

                          2- Niçin muhacir ve ensarın büyüklerine, savaş komutanlarına ve kendilerini büyük makam ve rütbe sahibi bilen kimselere bu genç komutana itaat etmelerini emretti?

                          3- Hz. Peygamber'e karşı gelip, ona itaat etmeyenlerin amacı ne idi?

                          4- Yakında dünyadan göçeceğini bildiği hâlde neden Hz. Peygamber (s.a.a) halka, -hatta muhacir ve ensarın, hal ve akd ehlinin- kendisinden uzaklaşmaları ve Medine'yi boşaltmaları yönünde emir verdi?

                          Soruların Cevabı
                          Şöyle cevap verilmelidir: Hz. Peygamber (s.a.a) bu tutumuyla (Üsame'nin komutanlığı) Müslümanların yönetimi hususunda esas ölçünün "yeterlilik ve liyakat" olması gerektiğini, hilâfet ve velâyette şöhret ve uzun ömrün aranmaması gerektiğini anlatmak istedi. Gerçekten de hilâfet ve yöneticilikte "liyakat" aranmalı.
                          Efendimizin şu cümlede vurguladığı gibi: "Allah'a andolsun! Üsame komutanlığa layıktır."
                          Ayrıca bu tavrıyla Ali'nin (a.s) genç olmasına rağmen Müslümanların hilâfet ve imametine seçilişinin sebebinin "liyakat" olduğunu da anlatmış oldu.
                          Hz. Peygamber (s.a.a) Üsame ordusunu göndermekle hükümet merkezini, rakiplerden ve alçakça hedefler peşinde olanlardan boşaltmayı amaçlıyordu. Hz. Peygamber (s.a.a) bu fırsatla İmam Ali ile birlikte kalanların onunla biat etmesini ve ordunun savaştan döndüğünde olmuş bitmiş bir şeyle karşılaşmasını
                          ve kendilerini biate mecbur görmelerini istedi. Ama ne yazık ki Hz. Peygamber'in bu tedbiri gerçekleşmedi.
                          Bu olayda beş yerde nassa ve açık emre karşı gelindi:
                          – İşin başında hareket etme konusunda gevşek davranılma.
                          – Bazılarının Üsame'nin komutanlığa atanmasını kınaması.
                          – İşin sonunda, Üsame ordusuna katılmamak.
                          – Bazılarının Üsame'nin azli için çalışması.
                          – Bazılarının Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra ordunun Medine'ye geri çevirilmesi için çalışmaları.

                          2- Nazarî Yaptırım: Vasiyet Yazma Girişimi
                          Birinci tedbirin ameli olmamasından ardından Hz. Peygamber (s.a.a) vasiyet yazmaya karar verdiler. Yirmi üç yıl boyunca Ali'nin (a.s) hilâfetini defalarca tekrar etmesine ilaveten rihleti sırasında da bu desturu yazılı olarak İslâm ümmetine miras olarak bırakmak istediler. Böylece, tevil, inkar ve unutulmaktan korunacak
                          ve ümmet yoldan sapmayacaktı. Ama Ömer b. Hattab'ın başını çektiği bir grup vasiyetin yazılmasına mani oldular ve İslâm ümmetini bu eşsiz hidayet belgesinden kıyamet gününe kadar mahrum bıraktılar.
                          Buharî, İbn Abbas'tan şöyle naklediyor:
                          "Hz. Peygamber (s.a.a) odasında Ömer b. Hattab da dahil olmak üzere bazı erkelerin bulunduğu bir zaman
                          şöyle buyurdu: Kağıt ve mürekkep getirin ki sizin için bir şey yazayım ki, ondan sonra yoldan çıkmayasınız.
                          Ömer dedi: "Hastalık Peygamber'e galabe etmiştir, Allah'ın Kitab'ı bize yeter. Sonra hazır olanlar arasında
                          tartışma ve ihtilâf yaşandı."
                          Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

                            ŞİA'NIN ORTAYA ÇIKIŞI İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİN İNCELENMESİ

                            1- Şia'nın Hz. Peygamber'in Vefatından Sonra Ortaya Çıktığını Savunanların Reddi

                            Bazıları, Şiîliğin ortaya çıkış zamanının Hz. Peygamber'in vefatından sonra olduğu görüşündeler. Bu görüşe göre bu düşünce, Hz. Peygamber döneminde, sahabenin zihnine yerleşmişti. Bu yüzden hilâfet asıl mecrasından saptığında onlar Ali'nin (a.s) evinde bir araya gelip yeni gelişime muhalefetlerinibildirdiler.Onların bir gün zarfında gelişen bir olaydan dolayı Ali'nin (a.s) etrafında
                            toplanmalarını söylemek uzak bir ihtimaldir.Doktor Abdullah Feyyaz şöyle yazıyor:
                            "Muhalif kanadın (imametin Peygamber'den sonra Ali'nin (a.s) hakkı olduğunu savunanlar) hiçbir ön hazırlık
                            olmadan ortaya çıkması ve bazılarının sürekli Ali'nin (a.s) velâyetini savunmalarını söylemek oldukça uzak
                            bir ihtimaldir. Bu, Ali (a.s) hakkındaki düşüncelerinin, Ebu Bekir'le yaşanan olaylar sonucu oluşmadığının açık
                            bir delilidir."
                            Gerçek şu ki Şia'nın oluşumunu Hz. Peygamber'in (s.a.a) döneminde, ortaya çıkışını ise Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra bilmek gerekir. Şia'nın oluşumu ile ortaya çıkış konusunu birbirinden ayırmak lazımdır.

                            2- Osman'ın Öldürüldüğü Dönemde Ortaya Çıktığına Dair Görüşün Reddi

                            Bazıları Şia'nın ortaya çıktığı dönemin, Osman öldürüldüğü döneme rastladığını savunurlar. Şüphesiz bu görüşün cevabı yukarıda verilen cevapta yatmaktadır. Biz Şia'nın varlığını kitap ve sünnet ışığında ispat ettik ve ilk kurucularının Allah ve Resulü(s.a.a) olduğunu öğrendik.
                            Ali (a.s) ve Şiîlerinin yirmi beş yıllık suskunlukları, İslâm ve Müslümanların maslahatı içindi. Osman'ın ölümünden sonra insanlar yönetmeleri için Hz. Ali'ye yöneldiğinde Şia özgürlüğü ve varlıklarını ilan etmek için bir fırsat yakaladı; ancak mezhebin tesisi Hz. Peygamber (s.a.a) zamanında gerçekleşmişti.

                            3- Şia'nın İmam Hüseyin (a.s) Zamanında Ortaya Çıktığına DairGörüşün Reddi

                            Bazılarına göre Şia ilk olarak İmam Hüseyin'in şehadetinden sonra ortaya çıktı. Cevapta şöyle denilmelidir: İmam Hüseyin (a.s) ve ashabının pak kanının İslâm aleminde bıraktığı etki ve Şia ahkamının
                            bu olaydan sonra yaşadığı parlak dönem inkâr edilemez. Ama önceki konularda da açıklandığı üzere Şia Hz. Peygamber (s.a.a) döneminde bizzat onun sözleri ve tavırları sonucu, ortaya çıkmıştır.

                            4- Şia'nın Farslılar Tarafından Ortaya Çıkarıldığına Dair Görüşün Reddi

                            Bazıları Şia düşüncesinin Farslılık olgusuna bağımlı olduğunu sanmışlardır. Ancak Selman-ı Farsi dışında Şia'nın önde gelenlerinin ve Hz. Ali ordusunun büsbütün Araplardan oluştuğu dikkate alındığında bu görüşü ispat için hiçbir tutanak kalmamaktadır. İslâm düşünürlerinden ve doğu bilimcilerinden bazıları, Şia'nın
                            Farsların bu mezhebi kabul etmeden önce mevcut olduğuna dair bazı noktaları açıklamışlardır. Şimdi o sözlerden bazısına değinelim:Felhuzen isminde bir doğu bilimci şöyle diyor:
                            "Şia'daki görüşlerin İranlılarla olan uyum ve yakınlığı inkar edilemez. Ama İranlıların bu mezhebi kurduğuna
                            dair hiçbir delilimiz yoktur. Tarihî şahitler, Şia'nın Araplar içerisinde başladığını ve sonra başka yerlere yayıldığını gösterir."[eş-Şia ve'l-Havaric, s.241]

                            Culet Teshir, bir doğu bilimci şöyle yazıyor:
                            "Şia'nın oluşumunu ve ilerlemesini İslâm'a giren İranlıların taşıdığı düşüncelerin yeni düşünce sistemiyle
                            çatışması sonucu oluşan bir olgu şeklinde değerlendirmek yanlıştır... Bu yaygın sanı, tarihî olaylara yanlış bakış açısından kaynaklanır. Alevi hareketi, sadece Arap beldelerinde oluşmuştur.[Akidetu'ş-Şia, s.204.]

                            Edım Mitz isminde bir doğu bilimcisi şöyle diyor:
                            "Bazıları Şia'nın İran ruhundan etkilenerek ortaya çıktığını ve İslâm'a aykırı bir düşünce sistemine sahip
                            olduğunu sanırlar. Ancak bu, yanlış bir değerlendirmedir. Arap Yarımadası "Mekke, Teha-me ve Sen'â gibi büyük şehirler dışında diğer Şia bölgelerine göre çoğunluğu oluşturuyordu. Amman, Hicr ve Sade gibi. Ama Kum dışında İranlıların tümü Sünnî idiler. İsfahan halkıMuaviye hakkında mürsel bir nebi olduğuna inanacak
                            kadar guluv ve aşırılığa sapmışlardı."[el-Hazaretu'l-İslâmiyye, s.102]

                            Nuletkih adında bir doğu bilimcisi şöyle diyor:
                            "Fars şehirlerinin büyük bölümü 1500 hicri yılına kadar Ehlisünnet mezhebine bağlıydılar. Safavi-ye devleti
                            döneminde Şia mezhebi resmiyet kazandı."[age.]

                            Doktor Ahmed Emin Mısri şöyle yazıyor:
                            "Tarihten de anlaşıldığı üzere Hz. Ali'nin (a.s) taraftarlığı ve Şiîlik, Farsların İslâm'a girişinden önce başlamıştır." [Fecru'l-İslâm, s.276.]

                            Doktor Ali Hüseyin Harbutli şöyle yazıyor:
                            "Araplardan bir kesim hilâfetin Ebu Bekir'e bırakılmasından sonra Ali (a.s) Şiîlerinden oldular."[ed-Devletu'l-Arabiyye, s.127]

                            Şeyh Muhammed Ebu Zühre şöyle diyor:
                            "Farslar Arapların eliyle Şiîliği seçmişlerdir. Şiîlik Farsların ortaya çıkardığı bir şey değildir."

                            Ardından Farsların Şiîliği seçmelerinin sebebini şöyle açıklıyor:
                            "İslâm alimlerinden büyük bir kısım Şia'yı kabul ettikten sonra Benî Abbas ve Benî Ümeyye hakimlerinin
                            korkusuyla Fars ve Horasan bölgelerine hic-ret ettiler. Bu yüzden Şia bu bölgelerde yayıldı."[el-İmam Caferu's-Sadık (a.s), c.1, s.33]

                            Bu husus göz ardı edilmemelidir ki İslâm dini Farslar arasında yayıldığı kadarıyla diğer milletler arasında da yayılmıştır. Şia'nın ortaya çıkışından yıllar geçmesine rağmen İran'da Şiîlikten hiçbir haber yoktu. Şiî Eş'arilerden bazısının Kum ve Kaşan'a hicretinden sonra Şia çekirdeği İran'da atılmış oldu. Bu olay yedinci
                            asırda gerçekleşti. İranlılar hicretin on yedinci yılında İkinci Halife zamanında Müslüman olmalarının üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen henüz aralarında Şiîlikten hiçbir ize rastlanmazdı.

                            Ziyad b. Ebih'in Kufe'deki valiliği zamanında Şia topluluklarının sürgüne gönderilmesi siyasi programlardan biri idi. Bir nakle göre elli bin Kufe Şiîlerinden Horasan'a sürgün edildiler. Bilindiği gibi bu topluluklar kendileriyle birlikte düşüncelerini de İran'a götürmüş ve orada yaymışlardı.

                            Onuncu hicri asrın başlarında Safevi padişahlarının iş başına gelmesiyle Şia mezhebi İran'ın değişik noktalarına yayıldı. Daha önce İran halkı Sünnî mezhebine bağlı idiler.[Mucemu'l-Buldan, c.4, s.397]

                            İbn Hullekan ve Rıza Kehale şöyle yazıyor: Sıhah ashabı, Buharî, Tirmızi, İbn Mace ve Secistani hepsi acemdirler. Raviler, ahkam ve ahbar büyükleri, müfessir ve fakih-lerin ekseriyeti, (Mücahid, Ata b. Ebi Riyah ve İkreme gibi) İranlıdırlar.
                            Ehlisünnet düşüncesi kendini bütün boyutlarıyla İranlılara borçludur. Hatta Muhammed Abdulvahhab (Vaha-biliğin kurucusu) İranlıların eliyle terbiye edilmiştir.
                            Şia İmamları'nın hepsi Arap seyyitlerindendirler. Ehlibeyt mektebinin Eban b. Tebliğ, Beyt-i Ali A'yan, Beyt-i Âli Atiyye ve İbn Derraç gibi ilmí yönden önde gelenleri, Arap kabilelerindendirler.

                            Şeyh Müfid, Seyyit Murtaza, Allame Hilli, İbn Derrraç, Seyyit b. Tavus, Âl-i Tavus, İbn İdris, Muhakkik Hilli, Miktad b. Abdullah Seyuri, Şehid-i Evvel ve Şehid-i Sâni vs. Arap büyüklerindendir.

                            5- Şia'yı Abdullah b. Saba'nın Kurduğuna Dair Görüşün Reddi

                            Geçen görüşlerin devamında birkaç görüşü tenkitleri ile birlikte gözden geçiriyoruz: Ehlisünnet kitaplarının büyük bir bölümünde Abdullah b. Saba ve onun hikayeleri Şia mezhebinin ortaya çıkışıyla ilintilendirilmiş ve özdeşleştirilmiştir. Şia inancını önceden Yahudi olup Yahudiliği yayan birisine nispet ediyorlar.
                            Taberî ve diğerlerinin bu konudaki sözleri özetle şöyledir:

                            "Abdullah b. Saba isminde bir Yahudi, Yemen'in Sen'a şehrinden, Osman b. Affan asrında İslâm'ı seçti
                            ve fikirlerini Kufe, Şam, Mısır ve Basra gibi İslâmi bölgelere yaptığı seferlerde yaydı. Onun inançlarından bazıları şunlardır:

                            Hz. Peygamber'in (s.a.a) Hz. İsa gibi recat edecektir. Her nebinin mutlaka bir vasisi olmuştur. İslâm peygamberinin vasisi de Ali'dir (a.s) ve o vasile-rin sonuncusudur.
                            Osman, Ali'nin (a.s) hakkını gas-bederek ona zulüm etmiştir; bu yüzden ümmet kıyam ederek hakkı gerçek
                            sahibine döndürmelidir…
                            Ebuzer, Ammar b. Yasir, Muhammed b. Ebi Huzeyfe, Abdurrahman Udeys, Muhammed b. Ebi Bekir, Sasaa b.
                            Suhan Abdi ve Malik Eşter… ona uymuşlardı. Onların tahrikleri sonucu Müslümanlardan bir grup zamanın halifesine karşı kıyam ettiler ve onu öldürdüler. Hatta Cemel ve Sıffin savaşları bile Sabeîlere nispet edilmiştir.[Tarih-i Taberî, c.3, s.378 ve Kamil-il Hevadis 30, 36 vs...]

                            Birinci Cevap
                            İlk önce sened açısından zayıftır. Bu olayda en önemli kaynak ve kanal, Taberî'dir. Diğerleri ondan almışlardır. Taberî'nin senedi şöyledir:
                            "Seri'nin bana yazdığı şeyde, ki Şuayb'tandır ve o Seyf'ten,
                            ve Atiyye'den ve Yezit Fak'âsî'den şöyle dedi…"

                            Başka senetlerde de bu olay Seyf'e dayandırılır.

                            Senedin Tahlili

                            a) Taberî (öl. 310 h.) tanınmış bir şahsiyettir. O kitabında naklettiği hadis ve yazılarının sıhhati veya yanlışlığı hakkında görüş bildirmekten kaçınıyor. O kitabının mukaddimesinde şöyle diyor:
                            "Bu kitapta nakledilen şeyler okuyucu için garip olabilir ve sıhhati için bir neden bulamayabilir. O-kuyucu şu
                            noktaya dikkat etmelidir ki bu haberler kendi yanımızdan olmayıp sadece bizim için nakledilen şeylerdir. Ve
                            biz de onların tümünü sizin için naklettik."[Tarih-i Taberî, c.1, s.5]

                            Taberî'nin bu sözden kastı hadislerin incelemesini okuyucuya bıraktığını belirtmektir.
                            Şeyh Hatip Muhibbuddin Mısri, el-Ezher neşriyesinde Tarih-i Taberî hakkında şöyle yazıyor:
                            "Taberî'nin hadislerinde, hadisleri nakleden ra-vilerin durumuna vakıf olmak için, cerh ve tadil konulu
                            (ravilerin durumunu inceleyen) kitaplara baş vurmak gerekir... Ama Taberî'nin hadislerini nefsani heveslerine
                            uyarak kendi kitaplarında yer verenler ve ravilerine dikkat etmeksizin onlara istinat edenler, İslâm tarihinden
                            hiçbir nasip almamış kimselerdir." [Mecelletu'l-Ezher, c.24, s.210, yıl:1337]

                            b) Seri b. Yahya, Seri b. Henar b. Seri, Taberî'yle muasır olmasına rağmen kimse onu muhaddis bilmemiştir. Öyleyse o meçhuldür.
                            Seri b. Yahya b. Eyas, Taberî'yle muasır değildir; çünkü Taberî'nin doğum tarihi hicri üç yüz ondur. O hâlde Taberî'nin onunla görüştüğü ve ondan rivayet dinlediği söylenemez. Ebu Davud ve Nesei şöyle söylemişlerdir: "O güvenilir değildir ve hadislerine uyulmaz." İbn Âdi'de aynısını demiştir.[Tehzibu't-Tehzib, c.3, s.459 ve Mizanu'l-İtidal, c.1, s.271]

                            Seri b. Asım b. Sehl Taberî'nin muasırı idi. Çünkü vefat tarihi iki yüz elli sekiz hicride Bağdat'ta idi. Ama İbn Feraş onu yalanlamıştır ve İbn Âdi onu zayıf bilmiştir.[el-Kamil Fi Ziafi'r-Rical, c.4, s.4, rakam: 885]

                            c) Zehebi, Şuayb b. İbrahim'i şöyle tanıtıyor: "Seyf'in kitaplarının rivayetlerini nakleden Şuayb b. İbrahim, meçhuldür."[Mizanu'l-İtidal, c.2, s.275 ve Lisanu'l-Mizan, c.3, s.176, rakam:4100]
                            Ve
                            İbn Âdi şöyle diyor: "O tanınmış değildir."[el-Kamil Fi Ziafi'r-Rical, c.4, s.4, rakam: 885]

                            d) Seyf b. Ömer Temimi Useyyidi hicri yüz yetmişten sonra ölmüştür. Bir nakle göre Reşit zamanında dünyadan göçmüştür.[Hulasetu't-Tehzib]

                            Seyf b. Ömer "el-Futuh ve'l-Meredde" ve "el-Cemel ve Siyeru Aişe ve Ali" adında iki kitap telif etmiştir ki Taberî vasıtayla her iki kitaptan bir çok rivayet nakletmiştir. Yahya b. Muin diyor: "Onun hadisleri zayıftır."[Mizanu'l-İtidal, c.2, s.255]

                            Nesei şöyle yazıyor: "Onun hadisleri zayıf ve metruktur (terk edilmiş). Ve güvenilir değildir.
                            Ebu Davud şöyle diyor: "O yalancıdan başka bir şey değildir."

                            Ve İbn Seken şöyle diyor. "O zayıftır."
                            İbn Âdi şöyle diyor: "O zayıftır ve hadislerinden bazısı meşhurdur; ama geneli münkerdir ve ona uyulmaz."
                            İbn Habban şöyle diyor: O düzmece hadisleri güvenilir şahıslar adına naklediyor. Ve zındıklıkla (dinden çıkmış) itham edilmiştir. Onunla ilgili "bir çok düzmece hadis uydurduğu" söylenir.
                            Hakim Nişaburî şöyle diyor: "O metruktur ve küfürle itham edilmiştir."

                            İbn Hacer, senedinde Seyf b. Ömer'in de bulunduğu bir hadisi naklettikten sonra şöyle diyor: "Hadiste zayıf raviler vardır ve onların en zayıfı Seyf'dir."[Tehzibu't-Tehzib, c.2, s.470]

                            Seyf b. Ömer (öl. hicri ikinci asır) bir kitap telif etmiştir ki çeşitli konularda sahte ve düzmece hadislerle doludur. Varlığı olmayan sahabeler uydurmak, kesin tarihi olayları tahrip etmek, gerçek olmayan olaylar uydurmak, hurafeleri Müslümanlar arasında yaymak ve inançlarını tahrip etmek onun becerdiği en iyi
                            şeylerden bazısıdır.[ Daha fazla bilgi için Allame Askeri'nin yazdığı Abdullah b. Sabaisimli kitaba bakınız.]

                            e) Atiyye zikredilen görüşü savunan diğer şahıslardan biridir. Onun hakkında iki ihtimal söz konusudur:


                            1- Bu, Atiyye Avfî adında bir şahıstır ki hicri yüz on yılında ölmüştür. Bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü o tabiinden idi ve Seyf b. Ömer onu derk etmemişti. Özellikle Ehlisünnet'in rical ehli Atiyye Avfi hakkında farklı görüşler ileri sürmüşler.


                            2- Bu, Şamlı Gays Kilabi'nin oğludur. Seyf'in onunla hiçbir irtibatı yoktur. O tanınmış biri değildir. Onu tanıdığımızı varsaysak bile hiçbir fayda vermez; çünkü ondan nakleden Seyf, yalancıdır.

                            f) Hadisin sened kanalının sonunda yer alan Yezid Fek'asi, tanınmış biri değildir. Rical ilminde bu isim ve lakapla anılan birisi yoktur. Hayal ürünü bir şahsiyet olduğu uzak bir ihtimal olarak değerlendirilemez. Çünkü Seyf b. Ömer'in binlerce hayalî şahsiyeti yaratma gücü vardı.

                            Bu görüşün ilk reddini Allame Emini'nin sözleriyle noktalıyoruz:
                            "Taberî kendi tarihinde, yalancı ve hadis uyduran Seri'nin meçhul olan Şuayb'la ve hadis uyduran, metruk,
                            itibarsız, küfürle itham edilen Seyf'le yazışmalarına istinad etmiştir. O tarihinde bu senetle yedi yüz bir rivayet nakletmiştir. Hicri on birden otuz yediye kadar (üç halife döneminin) olayları çarpıtmak amacıyla uydurmuştur." [el-Kadir, c.8, s.327]

                            İkinci Cevap
                            Bu hikayede açıklananlar, makul değil. Onu cinlere bile nispet etmek doğru olmaz.
                            Hikayede şöyle deniyor: Yahudi bir adam İslâm'a girmiş. Sahabe ve tabiinin büyüklerinden bir grubu aldatarak büyük bir cemaati etrafında toplamış. Müslümanların halifesine karşı ayaklanarak onu ortadan kaldırmış. Hikaye, akla uygun değildir. Bu, saygı değer sahabelerin makamına yakışmaz.

                            Bu görüş sahabenin hepsinin adaletli olduğu görüşünü "Ehlisünnet'in inancına göre" yerle bir etmektedir. Ayrıca İslâm ümmeti, Yahudi asıllı yabancı bir şahısın oyununa gelecek ve aldatılacak kadar basit görüşlü farz edilmiştir.

                            Üçüncü Cevap
                            Bu görüşün reddinde verilen üçüncü cevap şudur: Tarih incelendiğinde Osman ve Muaviye'nin şiddetli tutumları ve karşıt gruplara söz hakkı tanımadıkları ortaya çıkar. Ebuzer Gaffari Müslümanların beytülmalinin Halife'nin akrabaları arasında paylaştırıldığını eleştirdiği için Medine'den Rebeze çölüne sürgün edildi. Ammar-ı Yasir Osman'ın yaptıklarını eleştirdiğinden Halife'nin hizmetçileri tarafından tartaklandı ve kaburgaları kırıldı.
                            Abdullah b. Mesut da (Hz. Peygamber'in seçkin ashabından olmasına rağ-men) Ebuzer'in defin merasimine katıldığından dolayı Osman tarafından dövüldü.[bk. Şerh-i İbn Ebi'l-Hadid, c.1, s.237 ve Ensabu'l-Eşraf.]

                            Belazüri şöyle yazıyor:
                            "Said b. As Osman'a şöyle bir mektup yazdı: Ben Kufe'de Eşter ve arkadaşlarının üstesinden gelemiyorum.
                            Osman mektubun cevabında şöyle yazdı: "Onu Şam'a sürgün et." Ayrıca mektup yazarak Eşter'i tehdit
                            etti..."[Ensabu'l-Eşraf.]

                            Allame Emini şöyle der:
                            "Abdullah b. Saba bu derecede İslâm toplumunda fitne yaratmış idiyse ve İslâm ümmeti onu tanı-yor ve
                            sorun vaktin halifesine kadar uzanmış idiyse, niçin takip edilip tutuklanmadı? İşlediği tehlikeli cinayetlerden ötürü cezalandırılmadı.? Hapsedilmedi? Niçin İslâm ümmetini kurtarmak için fesadın kaynağı kurutulmadı?
                            Neden salihler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar hakkında işleyen mekanizma işlevini yitirdi..."

                            Dördüncü Cevap
                            Son cevabımız şöyledir: Bu masal doğru kabul edilse bile bununla Şia düşüncesinin ortaya çıkışı arasında nasıl bir ilinti kurulabilir? Oysa Şia'nın Hz. Peygamber zamanında kurulduğunu ve kurucusunun bizzat Allah Resulü olduğunu açıklamış; sahabe ve tabiinden bazılarının bu düşünce etrafında birleştiklerini
                            ıspatlamıştık.

                            Şia ve Abdullah b. Saba
                            Konunun sonunda Şia'nın neden Abdullah b. Saba'ya nispet edildiğini açıklamaya çalışacağız:Şia, masumiyet, imamet ve vesayet ilkeleriyle özdeştir. Bu ilkeler hulefa mektebinin hoşlanmadığı hususlardır. Bu iki ilkenin doğruluğu, hulefa mektebinin temel prensiplerinin sarsılması demektir. Bu yüzden bu iki düşünceyi değersiz göstermek amacıyla Yahudi birisine nispet edildi.

                            Doktor Ahmed Mahmut Süphi şöyle diyor:
                            "Ehlisünnet tarihçileri her Müslümanın kalbini sızlatan, Cemel Savaşı, Osman'ın öldürülmesi gibi büyük siyasi
                            olayları ve sahabenin büyüklerinin hatta Hz. Peygamber'in hanımının bile bu olaylara karıştığını gördüler.
                            Bu yüzden sahabenin doku-nulmazlığını ve saygınlığını korumak amacıyla bun-ları Müslüman olmayan birine
                            nispet ettiler. Onları bu çirkin şeylerden temiz tutmayı amaçladılar."[ Nazariyyetu'l-İmame, s.39]


                            ŞİA'NIN ANLAMLARI

                            a) Genel Anlamıyla Şia
                            İlk yüz yıllarda, Şia kavramı, şimdiki yaygın anlamından daha geniş bir anlam ifade ediyordu. Şimdi Şia olarak adlandırılanlar, eski Osman taraftarlarınca, "refz" olarak tabir edilirdi. O dönemde Şia, İmam Ali'yi (as) Osman'dan üstün tutanlara veya İmam Ali ve evlatlarının (s.a) imametine inananlara denilirdi.

                            Halifeler arasında Ali'ye (a.s) daha fazla önem verenlere "Şia", Şeyheyn'i kabullenmeyen ve Ali'nin (a.s) Allah tarafından nasla imam olduğuna inananlara ise "Rafizi" denilirdi.
                            Zehebi'nin birinci asır ricalinden naklettiği sözler "Şia" ve "Refz"in o zamandaki anlamı hakkında yardımcı olabilir. Tabirler, şahsın Şia'ya eğilim derecesine bağlı olarak kullanılırdı. Mesela Zehebî, Buharî'nin hadis üstatlarından olan Ubeydullah b. Musa hakkında şöyle demiştir: "O Şiî'dir."[ Mizanu'l-İtidal, c.3, s.16] Âdi b.
                            Sabit hakkında ise şöyle demiştir: "Aşırı bir Şiî, gulat ehli bir Rafizî'dir."[age. c.3, s.62] Yine Ala b. Ebi'l-Abbas hakkında şöyle demiştir:
                            "Gulat ehli bir Şiî'dir."[age. c.3, s.101] Meşhur tarihçi Muhammed b. Cerir Taberî hakkında da şöyle demiştir: "Biraz Şiî eğilimlidir, velâyeti de zararlı derecede değildir."

                            Fuzeyl b. Merzuk Kufi hakkında şöyle gelmiştir: "Şiî eğilimlidir; ama sebbetmez."
                            Ali b. Haşim b. Bureyd hakkında ise şöyle demiştir: "O Şiîlikte aşırıdır."

                            Burada zikredilmesi gereken husus şu ki normalde Şia eğilimli olmayan çok az Kufe'li bulunur. Bu eğilim en aşağı merhaleden başlayıp en yüksek merhaleyi kapsar.

                            b) Ehlibeyt Sevgisi Anlamında Şia
                            Şia'nın diğer bir anlamı, Ehlibeyt'i seven demektir; bazı insanlar Ehlibeyt'i sevdikleri için Şia eğilimli olmakla suçlanmışlardır. Bu anlamda "Ehlibeyt'i başkalarından üstün bilme" meselesi söz konusu edilebilir. Ancak bu anlamda bu husus ölçü değildir.

                            İnsanların bir çoğu, Ehlibeyt'i sevmenin gerekliliği hakkında bulunan hadisler nedeniyle onların sevgisini taşırlar. Bu eğilim, Osman taraftarları tarafından, üstünlük veya başka hiçbir husus söz konusu olmadığı hâlde Şiîlik olarak adlandırılmıştır.

                            Bir çok kaynakta Şia bu anlamda kullanılmıştır. Buna verilecek en iyi örnek, Muhammed b. İdris Şafiî'dir. Ondan nakledilen şiirler bu iddiayı teyit etmektedir. O, Ehlibeyt'i sevme anlamında Şiîliğinden dolayı, Rafızîlikle itham edilmiştir. Ondan nakledilen birkaç şiire dikkatinizi çekiyoruz:
                            "Dediler ki Rafizi oldun; dedim: Asla / Rafizilik dinimve inancım değildir
                            Ama şüphesiz en hayırlı imam ve / hidayet ediciyi sevdim."[Divanu'l-İmam eş-Şafiî, s.38]

                            Başka bir şiirinde şöyle demiştir:
                            "Ey Allah Resülü'nün Ehlibeyt'i, sevginiz / Allah tarafından Kur'ân'da farz kılınmıştır
                            Bu büyük iftihar size yeterlidir ki / Namazda size salavat göndermeyenin namazı kabul değildir."[age. s.74]

                            Bu eğilim beşinci asırda ve daha sonraları giderek arttı. Hatta üçüncü ve dördüncü asırda mutaassıp Osman taraftarı olan Hanbelîler arasında da Ehlibeyt'e şiddetli bir şekilde ilgi duyan şahıslara rastlanır.
                            Mühim olan şu ki: Bu ilgi bir şekilde insanları Ehlibeyt'e doğru yöneltip, uzun müddette Şiîliğin yayılmasını sağlayabilirdi.

                            c) İtikadî Anlamda Şia
                            Şia'nın Sünni camiadan kopuş seyrini incelersek, bu iki kesimin ihtilâflarının, siyasi meselelerden kültürel ve dini meselelere yöneldiğini gözlemleriz. İlk yıllarda en önemli sorun, hükümet meselesi idi.
                            Ali (as) taraftarı olan herkes ona bir şekilde gönül bağlamıştı. Ama bununla birlikte aralarında onu hükümete layık görmeyen ve başkalarının hükümetine gönül veren kimseler vardı. Zamanın geçmesiyle, hükümet meseleleri dışında olan fıkhî ve fikrî meselelerde de, Ali (a.s) dışındaki sahabelere müracaat edenler bile oluyordu.

                            Bu akım karşısında, bir grup, Ehlibeyt İmamları'na tam anlamıyla yöneliyor, fıkhî ve kelamî konularda, onları izliyorlardı. Bu akım, birinci asırda (hicri) açık bir şekilde kendini göstermiş olmayabilir; ama İmam Muhammed Bakır (as) ve İmam Cafer Sadık (as) zamanında, açıkça ortaya çıkmış ve gündem konusu olmuştur. Bu akıma "itikadî Şiîlik" adını verebiliriz. Bu akım, imametle ilgili has bir inancı temsil eder. Bu inanca göre
                            imam, İslâm toplumunun rehberliğinin yanı sıra, dinin tefsirini ve açıklamasını üstlenir. Bu yetkiler, imamın velâyet makamına ulaşmasından ve Allah Resulü'yle olan özel bağından kaynaklanır.

                            İtikadî Anlamda Şiîliğin Geçmişi
                            Elde bulunan birçok şahit göz önüne alındığında, Ali (as) taraftarlarından bir grubun, sıradan ilgilerine ilaveten, o hazretin ilâhî makama sahip olduğuna inandıkları anlaşılır. Huzeyme b. Sabit, Ali'ye (as) biatinden sonra şöyle söylemiştir:
                            "Biz, Allah'ın Resülü'nün (s.a.a) bizim için seçtiği birini seçtik."

                            İbn Abbas, Ömer'in "Kureyş'in Ali'yi seçmemelerinin sebebi, hilâfet ve nübüvvetin bir ailede toplanmasından hoşlanmıyor olmalarıydı." şeklindeki değerlendirmesine şöyle karşılık vermiştir:
                            "Aslında onlar Allah'ın indirdiğinden hoşlanmıyorlardı."

                            Ebuzer'den şöyle nakledilmiştir:
                            "Ey halk! Gelecekte bazı fitneler ortaya çıkacaktır; bu fitnelere yakalanırsanız Allah'ın kitabı ve Ali'ye sarılın."[Ensabu'l-Eşraf, c.2, s.118]
                            Selman halkın Ali (a.s) hayatta olduğu hâlde ondan yararlanmamalarından duyduğu üzüntüyü şu sözleriyle ifade ediyordu:
                            "Allah'a andolsun! Ondan sonra hiç kimse sizi Peygamberinizin sırlarından haberdar etmeyecektir."[ age. c.2, s.183]

                            Mikdad Allah Resulü'nden şöyle naklediyor:
                            "Al-i Muhammedi tanımak, ateşten beraat hükmündedir; Al-i Muhammed'in sevgisi sırattan geçiş izni ve Ali
                            Muhammed'in velâyeti azaptan kutru-luştur."[Sünen-i İbni Mace, c.2, s.127]

                            Ümmülhayr, Sıffin gününde Ali'nin (a.s) ordusunu şu sözlerle teşvik ediyordu:
                            "Allah'ın rahmeti üzerinize olsun, adil, muttaki ve sıddık İmam'a doğru koşun."[Belâğatu'n-Nisâ, s.67 ve Tarih-i Dimişk, Teracimu'n-Nisâ, s.531]

                            Şiîlerden bir çoğu İmam Ali'yi (a.s) vasi olarak bilirlerdi. Onun hakkındaki düşünceleri, zahirî hilâfetten öte bir şeydi. Malik-i Eşter halkı İmam'la biate davet ederken şöyle diyordu:
                            "Bu, vasilerin vasisi ve nebilerin ilminin varisidir."[Tarih-i Yakubî, c.2, s.179]

                            İmam Ali (as) taraftarlarından Gadir-i Hum olayının "velâyet ve rehberlik" anlamına geldiğini vurgulayan bir çok şiir elimize ulaşmıştır. Kays b. Sa'd "Gadir" hakkında şu şiiri söylemiştir:
                            Ali imamımızdır, bizden başkasının da imamıdır /
                            Ve bu, Kur'ân'da nazil olmuştur.
                            Nebinin "Ben kimin mevlası isem /
                            Ali de onun mevlasıdır" dediği gün hayırlı ve güzel bir gün idi
                            Nebinin imamet hakkındaki dediği şey /
                            Kesindir, söz götürmez ve tartışılmaz.[el-Gadir, c.2, s.68]



                            Hassan b. Sabit de şu şiiri söylemiştir:
                            "Gadir günü, Peygamberleri haykırıyordu onlara /
                            Hum mıntıkasında ve nebi ne değerli haykırıcı idi!
                            Dedi ki ona "Kalk ey Ali, çünkü ben /
                            seni kendimdensonra imam ve yol gösterici kıldım."[ el-Gadir, c.2, s.34]

                            Bu şiirler İmam Ali'nin (a.s) Allah Resulü tarafından imam unvanıyla tanıtıldığına inanan bir akımın oluştuğunu anlatmaktadır.
                            İbn İclan şöyle diyor:
                            "Nasıl bölündük! "Vasi" imamımız olduğu hâlde."[Şerh-i İbn Ebi'l-Hadid, c.1, s.143]

                            Hucr b. Adiy şöyle diyordu:
                            "Allah Resulü'nden sonra velâyet onda idi ve Resul, onun kendisinden sonraki vesayetine razı olmuştu."[age. c.1, s.145]

                            İmamlar ve İtikadî Anlamda Şiîlik İmam Ali'nin (a.s) "İlâhî imamet" görüşünü yaymak amaçlı
                            yaptığı girişimler, Şiîliğin onun hilâfeti döneminde yayılmasının en önemli sebeplerindendir. Bizzat kendisi "Gadir" hakkında bir şiir söylemiş ve o şiirde Gadir hadisinin, yöneticilik anlamında olduğunu vurgulamıştır.
                            "Sizin üzerinize velâyeti bana gerekli kıldı / Gadir-i
                            Hum gününde Allah'ın Resulü."[el-Gadir, c.1, s.145; Şerh-i İbn Ebi'l-Hadid, c.2, s.377; Tezkiretu'l-
                            Havas, s.62 ve...]

                            Hz. Ali, Muaviye'ye yazdığı uzun bir mektupta, bu mesele hakkında, geniş açıklamalarda bulunmuştur.[el-Ğarat, s.66-67] İmam Ali'nin "ilâhî imamet" görüşü oldukça açıktır.
                            O, sözlerinde, imamet ve rehberliğin intikali hakkındaki değerlendirmesinde "nebilerle ilgili veraset"e işaret etmiştir. Bilindiği üzere söz konusu miras, maddi değil; vasilik, ilim, hikmet, günahlardan arınma ve masumiyetle ilgilidir. Bundan kasıt ,Kur'ân'ın peygamberler arasında söz konusu ettiği kültürel mirastır.


                            Hz. İbrahim (a.s) evlatları için bu makamı istemiştir. Allah (c.c) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Benim ahdim zalimlere erişmez."[Ensabu'l-Eşraf, c.2, s.156]

                            Ehlisünnet bu mirası sıradan bir şey olarak algılamış ve Şia'yı imamet babındaki taşıdığı görüşle suçlamıştır. Ancak Şia nassı kabul etmektedir ki bu, Kur'ân literatüründe "ilâhî veraset" olarak belirginleşmiştir.

                            Bu konuda başka önemli bir nokta, Hz. Ali'nin Cemel Savaşı'ndan sonra Kufe'ye girişinde "Gadir hadisi"ni kanıt olarak göstermesidir. Bir çok Ehlisünnet kaynağına göre de, o, Kufe halkını ve yanında bulunan Allah Resulü'nün sahabesini, Kufe mescidinde "Gadir hadisi" hususunda tanıklık için toplamış; Gadir Hadisi'ni
                            Allah Resulü'nden işitenlerden, ayağa kalkarak tanıklık etmelerini istemiştir. Onlardan birçoğu ki, Bedir Savaşı'na katılanlardan on ikisi onlar arasındaydı, "Gadir hadisi" hususunda tanıklık ettiler.

                            İmam Ali (a.s) halkın umumunun karşısında ilâhî hakkı konusunda konuşma yaparken "Gadir Hadisi"ni kanıt gösteriyordu. O, halkla ilişkiler konusunda sadaka mesulüne yazdığı bir mektupta şöyle yazıyor:
                            "Kabilelerin nezdine giderek şöyle söyle: Ey Allah'ın kulları! Beni Allah'ın velisi ve halifesi, Allah'ın hakkını
                            sizin mallarınızdan alayım diye göndermiştir.[Nehcü'l-Belâğa, Mektup: 25]

                            İmam'ın kendisi hakkında kullandığı "Allah'ın velisi ve halifesi" tabiri Şia'da yaygın olan kavramlardır.
                            Mezkur görüş, İmam Ali'nin (a.s) hilâfeti sırasında şekillendi ve Şia'nın imametle ilgili düşüncesini sağlamlaştırdı.
                            Ali'nin (a.s) şahadetinden sonra Irak halkı İmam Hasan'la (a.s) biat ettiler. İmam Hasan'a (a.s) biat edenler arasında, onun imametine inanan Şiîler bulunuyordu, onları bu biate iten etken onun ilâhî imamet makamına olan inançlarıydı. İmam Hasan'ın (a.s) şahadetinden sonra Şiîler İmam Hüseyin'le (as) biat ettiler. Savaş sırasında Nafi b. Hilal düşmanlardan birinin "Ben Osman'ın dini üzereyim."[Tarih-i Taberî, c.4, s.331]

                            sözlerine şöyle karşılık verdi: "Ben de Cemelliyim (Cemel savaşını kastediyor.) ve Ali'nin dini üzereyim."
                            Bu sözlerden İmam Hüseyin'in Şiîlerinin ona bağlılıklarının siyasi değil, bir inanç olduğu açıkça anlaşılıyor.
                            İmam Seccad'ın (a.s) döneminde "itikadî anlamda Şiîlik" açıkça bilinen bir şeydi.

                            İbn Ziyad, Ömer b. Hureys'e şöyle diyordu:
                            "Ben, Yezid için İbn Zübeyr'den yana endişe taşımı-yorum. Ben bu hususta Ali Şiîlerinden korkuyorum."[el-Futuh, c.5, s.268]

                            İmam Seccad'ın dualarında "itikadî anlamda Şiîlik" açıkça beyan edilmiş; imamet kavramının, hilâfet ve rehberlik yetkilerinin yanı sıra, masumiyet ve peygamberlerin, özellikle Hz. Peygamber'in ilimlerinden faydalanma gibi ilahi yönleri içerdiği açıkça belirtilmiştir.

                            İmam Seccad şöyle buyuruyor:
                            "Rabbim! Muhammed'in tertemiz Ehlibeyt'ine rahmet et; onlar ki, işin (hükümet) için onları setin; onları
                            ilminin bekçileri, dininin koruyucuları, yeryüzündeki halifelerin ve kullarının üzerindeki hüccetlerin kıldın. İradenle onları pislikten ve kirden tam anlamıyla temizledin. Onları, sana ileten vesile, cennetine götüren yol kıldın."[Sahife-i Seccadiye, 47. dua.]

                            Şia'daki asil itikadın kaynağı, Ehlibeyt İmamları'nın öğretileri ve yaydıkları ana hatlardır.
                            İmam Mıhammed Bakır (a.s) bir çok hadiste halkı, Ehlibeyt'in ilminden faydalanmaya davet etmiş; doğru ve gerçek sözlerin sadece Ehlibeyt nezdinde olduğunu vurgulamıştır.

                            İmam Bakır (a.s) Seleme b. Kuheyl ve Hakem b. Uyey-ne'ye şöyle buyuruyor:
                            "İster doğuya gidin, ister batıya gidin; bizden kaynaklanmayan hiçbir doğru ilim bulamazsınız."[el-Kafi, c.1, s.399.]

                            Diğer bir rivayette şöyle gelmiştir:
                            "Halk nereye giderse gitsinler; Allah'a andolsun ki bu, buradan (kendi evine işaret etti) başka yerde bulunmaz."[el-Kafi, c.1, s.399]

                            Bu sözler insanları açıkça dini öğretileri Ehlibeyt'ten almaya davet ediyor. Böyle bir daveti kabul etmek "Şiîliği" kabul etmek manasındadır.

                            İmam Muhammed Bakır şöyle buyuruyor:
                            "Âl-i Muhammed Allah'ın kapılarıdırlar; cennete davet eder; ona doğru rehberlik ederler."[Vesailu'ş-Şia, c.18, s.9]

                            Yine İmam Muhammed Bakır'dan (a.s) şöyle nakledilir:
                            "Ey insanlar! Nereye gidiyorsunuz? Nereye götürülüyorsunuz? İlkinizi Allah bizimle hidayet etti ve sonunuzu
                            da bizimle sona erdirecektir."

                            Yukarıdaki tanıklara dikkat edildiğinde Ehlibeyt'i merci ve baş vuru kaynağı olarak tanıtmak amacıyla düzenli bir kültürel hareketin, Ehlibeyt ve Şia'nın büyük imamları tarafından başlatıldığı ortaya çıkar.


                            Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

                            Yorum


                              #15
                              Ynt: Kur'ân ve Sünnet Işığında EHLİBEYT MEKTEBİ

                              ŞİA'NIN YAYILIŞININ NEDENLERİ

                              a) Alevilerin Halkın Arasındaki Sevgisi
                              Şia'nın farklı bölgelerdeki nüfuzunun en önemli etkenlerinden biri insanların Alevilere yönelik beslediği sevgidir. Irak halkı arasında, Ehlibeyt sevgisi etkeninin yanı sıra, siyasi etken de söz konusudur.
                              Kufeliler, Ali'nin (a.s) hükümetinden edindikleri tecrübeyle, Alevileri rehberliğe layık görüyorlardı.
                              Hz. Peygamber'in Ehlibeyt hakkında söylediği sözler dikkate alınırsa halkın Ehlibeyt'e yönelik ilgisinin doğal olduğu görülür. Başka bir tabirle, insanlar Hz. Peygamber'den (s.a.a) Ehlibeyt'in faziletlerini işittiklerinde doğal olarak Ehlibeyt'e yöneliyordu.

                              İslâm tarihi boyunca Alevilere yönelik sevgi hiçbir zaman azalma göstermedi. Ne zaman bir Alevi kıyam etse halk onun etrafına toplanıyordu. Bildiğimiz üzere "Sahi-bu'z-Zenc" köleler arasında nüfuz etmek için kendisini alevi olarak tanıttı.[Tarih-i İbn Haldun, c.4, s.18]

                              Abdullah Mahz şöyle diyordu: "İnsanlar Alevi olmayı arzularlardı; Ama Aleviler hiçbir zaman başka bir şeyi istemediler."[Umdetu't-Talib, s.101]

                              Alevilere yönelik sevginin etkenlerini şöyle sıralayabiliriz:

                              1- Hz. Peygamber'den, Ehlibeyt'in fazileti hakkında nakledilenhadisler.

                              2- Ahlakî ve ilmî karakterler.

                              3- İnsanların Peygamber hanedanına olan tabii ilgisi. Bu etkenler sonucu, Aleviler, bütün asırlarda Şiîliğin, Sünnî bölgelere bile yayılmasına sebep olmuşlardır. Onların ölümünden veya şahadetinden sonra mezarları üstüne kubbeler yapılmış, böylece Şiîlik her tarafa yayılmıştır.

                              b) Şiîlerin Zühdü
                              Alevilerin farzlara bağlılığı, Şiîliğin yayılmasını sağlayan etkenlerden birisidir. İnsanlar Alevi ve Şiîlerin İslâm'ıyla Emevî ve Abbasîlerin İslâm'ının farkını çok iyi anlamış idiler. Süfyan-i Sevrî şöyle diyor: "Acaba Şiîlerden daha iyi bir halk gördün mü?"[Makatilu't-Talibiyyin, s.159]

                              Medain, Arapların hicret merkezlerinden ve Şiî şehirlerden biri olarak tanınıyordu. Bu şehir hakkında şöyle denilmiştir: "Bu şehrin ahalisi, çiftçi ve İmamiyye Şiîlerinden-dirler. Bu bölge halkının adetlerinden birisi şudur ki, kadınlar gündüzün dışarı çıkmazlar."[Asaru'l-İbad ve Ahbaru'l-İbad, s.453]

                              Bu o bölgede bulunan Şiîlerin dine bağlılığını gösterir. Minberlerde İmam Ali'ye (a.s) sebbedilmesini önleyen
                              Sistanîler de aynı adete sahiptiler.[ age. s.202]

                              Deylem'in, Şia mezhebine mensup kadın ve erkekleri de aynı şekilde davranıyorlardı.[Ahsenu't-Takasîm, c.2, s.547]

                              Muaviye karşısında direnen ve Şiîlikten vazgeçmeyen Hucr b. Adi ve dostları hakkında da şöyle denilmiştir: "Onlar dinlerine çok bağlı kişilerdi."[el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.8, s.54]

                              Namaz vakti hususnda titiz davranmak, Şiîlerin bir diğer özelliğidir.[el-Muvafakat, s.134 ve Asaru'l-Cahiz, s.205]

                              Dineveri şöyle naklediyor: Übeydullah b. Ziyad, kölelerinden birini Müslim b. Akil'in saklandığı yeri bulmakla görevlendirirken mescide gitmesini istedi ve şunları ekledi: "Şiîler çok namaz kılarlar. Kimin daha çok namaz kıldığını görürsen, onun yoluyla Müslim'i bul." O da mescide gitti ve orada Müslim b. Avsece'nin herkesten daha çok namaz kıldığını gördü. Ona yaklaşıp düzenle Müslim'in saklandığı yeri öğrendi.[Ahbaru't-Tival, s.235]

                              Selman-ı Farsi Şia'nın ilk belirgin şahsiyetlerindendir; takva ve ilimde bütün sahabenin örnek gösterdiği biri idi. Ebuzer, Şia'nın bir diğer belirgin şahsiyetidir. Züht, dünyaya ilgisizlik ve halkın hukukunu gözetme hususunda oldukça maruf idi.
                              Şia'nın en ünlü şahsiyetlerinden biri olan Ammar-ı Ya-sir hakkında şöyle denmiştir: "Ammar-ı Yasir en güçlü İslâm muhafızlarından biri idi. İslâm'ın yüce değerlerine ve ilkelerini korumaya çok önem verirdi.[es-Sile Beyne't-Teşeyyü ve't-Tasavvuf, s.43]

                              Üveys-i Karani, ünlü Şiî zahitlerdendi. O Ali'nin (a.s) Şiîlerindendi, Sıffin'de şehadet makamına erişti. O, irfanda yüce bir makama ılaştı.[Muhtasaru'l-Büldan, s.171]

                              Şeybi onun hakkında şöyle yazıyor: "Üveys-i Karani Şiî idi." İsferayini onu meşhur dindarlardan biliyor.[es-Sile Beyne't-Teşeyyü ve't-Tasavvuf, s.43]

                              Kumeyl hakkında şöyle denmiştir: "O eski Şiî zahitlerdendi."[age. s.225]

                              Habbat b. Arett hakkında şöyle denmiştir: "Habbat b. Arett Şiî ağabeytlerden, Şiî ağıt okuyanlardan ve ağlayanlardandı."[ Hilyetu'l-Evliya, c.1, s.143]

                              Şia ravilerinden olan Muhammed b. Müslim hakkında şöyle denmiştir: "Zamanın abitlerindendi."[Rical-i Keşşî, s.165]

                              Said b. Cübeyr hakkında şöyle denmiştir: "Zahit bir Şiî'dir." Doktor Şeybi sonra şöyle ekliyor: "Aynı şekilde Şia'nın kaynağının zühte dayandığı bizim için açıklığa kavuşuyor."[es-Sile Beyne't-Teşeyyü ve't-Tasavvuf, s.255]

                              Doktor Verdi şöyle diyor: "Teşeyyü üç şehirde gelişti: Kufe, Medain ve Cebel Amil. Ammar b. Yasir'in Kufe'deki varlığı; Selman- i Farsi'nin Medain'deki ve Ebuzer-i Gaffari-nin Cebel Amil'- deki çalışmaları Şiîliğin bu şehirlerde hızlı bir şekilde yayılmasına neden olmuştur."[Vu'azu's-Salatin, s.297]

                              Şia'nın Kufe'de gelişmesinin en önemli sebebi Ali'nin (a.s) kendine has nüfuzudur. Gerçi Ammar gibi mukaddes insanlar da etkili idiler.

                              c) Alevilerin Mazlumiyeti
                              Şiî ve Alevilerin zalim Abbasi hakimleri karşısındaki mazlumiyeti Şia'nın nüfuz ve yayılışının sebeplerinden bir diğeridir. Ali b. Hüseyin (a.s), yıllarca Kerbela'da şehit olan babası ve Ehlibeyt'in diğer fertleri için göz yaşı döktü. Abbasiler bu mazlumiyetten faydalandılar. İmam Hüseyin (a.s), Zeyd ve Yahya b. Zeyd'in canlar yakıcı şahadeti için dökülen göz yaşları üzerine, hükümetlerini kurdular.

                              Emevîler, Alevilerle yetinmeyip ağırlıklı olarak Kufe ve Irak'ta yaşayan bütün Şiîlere karşı şiddetli baskılar uyguladılar. Muaviye, İmam Ali'nin (a.s) ashabından olanların tanıklığının kabul edilmemesini emretmişti.
                              İmam Hüseyin'in (a.s) Muaviye'ye yazdığı bir mektubunda şöyle geçer:
                              "Sen Ziyad'ı Irak'ın valisi ettin, o, Müslümanların el ve ayağını kesiyordu; gözlerini çıkarıyor, onları hurma
                              ağaçlarına asıyordu. Sen ona şöyle yazdın: Ali'nin (a.s) dini üzere olanları öldür. O da onları öldürerek senin
                              emrine uydu."[ Ensabu'l-Eşraf, c.2, s.154; Ahbaru't-Tival, s.224; el-İmame ve's-Siyase, c.1, s.180]

                              Tarihçilerin nakline göre Muaviye, Ali'yi (a.s) sevenler hakkında şu emri vermişti: "Mükafatta onlar için zorluk çıkar; onların isimlerini beytülmal defterinden sil ve onlara baskı yaparak evlerini viran et."[Şerh-i İbn Ebi'l-Hadid, c.19, s.16]

                              Ehlibeyte karşı olan baskıyı o kadar artırmıştılar ki, açıkça şöyle ilan ediyorlardı: "Ebu Turab'a lanetsiz, namaz olmaz."[age. c.2, s.202]

                              Doktor Şeybi, Şia'nın tarihteki mazlumiyeti hakkında şöyle yazıyor:
                              "Şia tarihi Kerbela olayından bu tarafa hep onlara uygulanan baskı ve işkenceyle doludur."[es-Sile Beyne't-Teşeyyü ve't-Tasavvuf, s.96]

                              Hucr b. Adiy ve dostları Amr b. Hamık el-Huzai, Meysem-i Temmar ve diğerlerinin Ziyad'ın eliyle öldürülmesiyle, Irakta Şia'nın mazlumiyeti bir sünnet hâline geldi.
                              İmam Bakır (a.s) Ehlibeyt'in mazlumiyeti hakkında şöyle buyuruyor:
                              "Biz her zaman aşağılanıyor ve zulüm görüyorduk; bizi uzaklaştırıp aşağılayarak, mahrum ediyor sonra da
                              öldürüyorlardı. Biz her zaman korku içindeydik. Kendi ve dostlarımızın kanı hususunda hiç-bir emniyetimiz yoktu. Şiîlerimizi şehirlerde öldürdüler ve sadece zann üzere ellerini ve ayaklarını kestiler. Kim bizim ashap veya sevenlerimizin adını söylerse, zindana atılıyordu; malını yağmalayıp evi-ni viran ediyorlardı. Bu bela gittikçe artarak devam ediyordu. Ubeydullah b. Ziyad'dan sonra, Haccac geldi, bir çoğunu öldürdü ve diğer bir çoğunu zan üzere tutukladı. O toplumda Şiîlik öyle bir hâle gelmişti ki, eğer Haccac'a birisinin zındık veya kafir olduğu söylenirse, bu Haccac için daha iyi ve sevimli idi."[ Şerh-i Nehcü'l-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, c.1, s.44 ve el-İmamu's-Sadık, Ebu Zühre, s.111]

                              Şia'nın mazlumiyeti, Şiîlerin halkın gönlünü fethetmesini sağladı. Bu yüzden Zeyd ve oğlu Yahya'nın olayı Horasan'ı bir bütün olarak Benî Haşim'e yöneltti. Ancak Abbasi taraftarlarından olan Ebu Müslim, hareketi saptırarak hilâfetin, asıl sahiplerine ulaşmasını önledi.

                              d) Zulüm Karşıtlığı ve Adaletli Yaklaşım
                              Şiî hareketinin izlediği müspet yöntem ve ılımlı davranış, Haricilerin aksine, halk kitlelerini Şiîliğe cezbetmede oldukça etkili oldu. Zulme karşı direniş göstermek, hem Şia'nın fıkhında ve hem amelinde gözlemlenen önemli özelliklerden biridir. Bu muhalefet Emevî ve Abbasiler döneminde devam etmiştir. Ehlisünnet'in rical kitaplarında Şiîliğin alametlerinden birinin, zalim hakimlerle mücadele inancı olduğu zikredilmiştir.[Mizanu'l-İtidal, c.1, s.497]

                              Eyyup b. Mütevekkil şöyle anlatıyor: "Bir padişah halkın önünden geçerken, Eban b. Sa'leb isminde bir Şiî'den başka halkın hepsi ayağa kalktı. Ondan bunun sebebi sorulduğunda şu karşılığı verdi: Kur'ân'ı aşağılamaktan nefret ederim."

                              Zeyd b. Ali, kıyamının sebebi sorulduğunda şu cevabı verdi:
                              "Ey halk! Biz sizi Allah'ın kitabına ve Resulü'nün sünnetine davet ediyoruz. Aynı şekilde, sizi zalimlerle cihat
                              etmeğe; mustazafları korumaya, mah-rumlara yardım etmeye, beytülmali layık olan kimseler arasında paylaştırmaya ve Ehlibeyt'e ve onların düşmanlarına ve onların hakları hususunda cahil olanlara karşı, yardıma davet ediyoruz."[Tarih-i Taberî, c.8, s.267, el-Kamil, c.4, s.242: Ensabu'l-Eşraf, c.2, s.237]

                              Mes'udi, Yahya b. Zeyd'den kıyamının tahlilinde şunu yazıyor:
                              "O zulme ve bütün halkı saran siteme karşı kıyam etti.[Mürucu'z-Zeheb, c.3, s.212]

                              Muhtar halkı şu şekilde davet etti:
                              "Sizi Allah'ın kitabına ve Peygamberi'nin sünnetine ve Ehlibeyt'in kanının intikamını almaya ve zayıfları korumaya ve Allah'ın haramını helal edenlerle cihada, davet ediyorum."

                              Şiî hareketlerde, zulüm karşıtlığının yanı sıra, Pey-gamberin sünnetine vurgu ve Kur'ân'ın ihyası dikkati çeken diğer önemli özelliklerdendir.
                              Şiî hareketlerde, edebiyatın önemli bir yeri vardır. Ku-meyt b. Zeyd Esedi, Seyyit Himyeri ve diğer büyük Şiî şairlerin yüce içerikli şiirleri Şia'nın yayılmasında önemli bir rol oynamıştır.
                              Genelde Ehlibeyt'in fazilet ve katlandıkları musibetlerle ilgili olarak söylenen şiirler halkın ruhunda derin etkiler yaratmıştır.[Tarih-i Teşeyyü Der İran.]


                              2. Bölüm
                              • Şia'nın Doğuşunun Sebepleri
                              − Hz. Peygamber (s.a.a) Döneminde Şia
                              − Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ali Şiîlerine Müjdeleri
                              − Şia Kimdir?
                              − Sahabe, Şiî Öncüler
                              − Şia Öncülerinden Bazılarının Kısaca Hayatı
                              • Hz. Peygamber'den Sonra İhtilâfın Çıkış Nedenleri
                              • Hz. Peygamber'den Sonra Nassa Karşı İçtihat
                              − Ehlisünnet Medresesi ve Ali'yi (a.s) Hakkından Uzaklaştırmak
                              İçin Öne Sürdükleri Bahaneler
                              − Nassa Rağmen İçtihat Düşüncesinin Yayılışının Sebepleri
                              − Nass Karşısında İçtihadın Hükmü
                              • Şia Fırkaları
                              • Şiîlerin Özellikleri
                              − Şia Hakkında Ehlisünnet Alimlerinin Görüşler
                              − İlmin İlerlemesinde Şia'nın Rolü
                              − Şia ve İslâm Ümmetini Birliğe Davet
                              − Şia, Dünyanın Gelecekteki Dini
                              − Temel Bir Soru




                              ŞİA'NIN DOĞUŞUNUN SEBEPLERİ
                              Şia'nın başlangıcı Hz. Peygamber'in (s.a.a) hayatı dönemine kadar uzanır. Şia'nın ortaya çıkışının başlıca sebepleri kısaca şunlardır:

                              a) Ehlibeyt'in imametini ve üstünlüğünü ifade eden Kur'ân ayetleri.

                              b) Şia ve Ehlisünnet'in, Ehlibeyt'in üstünlüğüne, imametine ve dinî merciliğine dair naklettiği mütevazir hadisler.

                              c) Mütevatir ve müstafiz birkaç hadiste, Hz. Peygamber'in (s.a.a) birkaç yerde Ali'nin (a.s) söz ve amelde günahtan masum olduğunu ve dini öğretilere ve hükümlere tamamen uyduğunu tekitle ifade ettiği yer alır.
                              Bu kategoride değerlendirilecek diğer önemli bir husus da Ali'nin (a.s) hicret gecesinde Hz. Peygamber'in yatağında yatması, Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında gerçekleştirdiği fetihler gibi sergilediği hayret verici fedakarlıklar ve yapmış olduğu değerli hizmetlerdir.

                              ç) Gadir-i Hum olayında Hz. Peygamber (s.a.a), Ali'yi (a.s) halkın yöneticiliğine atadı ve onu kendisi gibi müminlerin velisi ve emir sahibi kıldı.
                              Sıralanan noktalar, Hz. Peygamber'in (s.a.a) ashabından bir grubun Ali'ye (a.s) itaat etmelerinin tabii ve kanıtlı bir hareket olduğu sonucunu doğurur. Kaldı ki Hz. Peygamber'in (s.a.a) sözlerinde "Ali Şia'sı" ve
                              "Ehlibeyt Şia'sı" tabirleri defalarca geçer ki, ileride bunlara değineceğiz.

                              Hz. Peygamber (s.a.a) Döneminde Şia

                              a) Ebu Hatem Razi şöyle diyor:
                              "Peygamber (s.a.a) zamanında ortaya çıkan ilk isim "Şia" ismidir. Bu kelime sahabeden dört kişinin lakabıdır.
                              Yani: Ebuzer, Selman, Mikdad ve Ammar."[ez-Ziyne, Ebu Hatem Razi ve Haziru'l-Alemi'l-İslâmi, c.1, s.188]

                              b) İbn Haldun ise şunu yazıyor:
                              "Sahabeden bir grup Ali'nin (a.s) Şiası idiler. Ve onu başkalarının üzerinde hak sahibi biliyorlardı."[Tarih-i İbn Haldun, c.3, s.364]

                              c) Üstad Muhammed Kurdali yazıyor ki:
                              "Selman-ı Farisi gibi sahabenin büyüklerinden bir grup, Hz. Peygamber zamanında, Ali'nin (a.s) dostluğuyla
                              tanınmış idiler. Selman şöyle diyordu: "iz Allah Resulü'yle Müslümanlara nasihat ve Ali b. Ebi Talib'e uyma
                              ve onun dostluğu üzere, biat ettik." Ebu Said Hudrî şöyle diyor: Halk beş şeye emredildi. Dördünü yerine getirdiler; ama birini terk ettiler. Terk edilenin ne olduğu sorulunca, Ali b. Ebu Talib'in velâyetidir, cevabını verdi. Velâyet o dördüyle birlikte m i farzdır? sorusu üzerine, Evet, cevabını verdi. Sahabeden Ali'ye (a.s) itaat eden diğer büyüklerden bazıları şunlardır: Ebuzer, Am-mar b. Yasir, Huzeyfe b. Yeman, Zu'ş-Şehadeteyn, Huzeyme b. Sabit, Ebu Eyyup Ensari, Halid b. Said b. As ve Kays b. Said b. Übade."[Hutetu'ş-Şam, c.5, s.251]

                              d) Doktor Süphi Salih şöyle yazıyor:
                              "Sahabe arasında, hatta Peygamber zamanında Ali'-nin Şiîleri mevcut idiler. Bazıları şunlardır: Ebuzer-i
                              Gaffari, Mikdad b. Esved, Cabir b. Abdullah, Ubey b. Kaab, Amir b. Vasile, Abbas b. Abdul-muttalib ve bütün
                              çocukları, Ammar-ı Yasir ve Ebu Eyyup Ensari."[en-Nezmu'l-İslâmiyye, s.96]

                              e) Üstad Muhammed Abdullah Annan şöyle yazıyor:
                              "Şia'nın ilk olarak Haricilerin kopma döneminde ortaya çıktığını söylemek yanlış olur. Şia'nın ortaya çıkışı
                              Peygamber (s.a.a) dönemindedir. Yüce Allah, Resulüne "En yakın akrabanı uyar."[Şuara (Şairler), s.214]
                              buyurduğu zaman Peygamber (s.a.a) akrabalarını evinde topladı ve onlara hitaben şöyle buyurdu:
                              "Bu Ali, benim kardeş, vasi ve halifemdir sizin aranızda; öyleyse o-nun sözlerini dinleyin ve itaat
                              edin."[Ruhu't-Teşeyyü, s.20]

                              Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ali Şiîlerine Müjdeleri

                              İbn Hacer ve diğerleri şöyle naklediyorlar:
                              "İman edenler ve iyi işler yapanlar; onlar halkın en hayırlılarıdır.[el-Beyyine, 7]

                              ayetinin nüzulünden sonra, Allah Resulü Ali'ye (a.s.) şöyle buyurdu: "Ayette kastedilenler, sen ve
                              Şiîlerindir."[ es-Sevaiku'l-Muhrika, s.96]

                              Taberani Allah Resulü'nün (s.a.a) Ali'ye (a.s) şöyle buyurduğunu naklediyor:
                              "Cennete ilk girecek dört kişi ben, sen, Hasan ve Hüseyin'dir. Zürriyemiz arkamızda, Şiîlerimiz sağımızda ve
                              solumuzda olacaklardır."[ el-Mucemu'l-Kebir, Taberani, c.1, s.319 ve Mecmau'z-Zavaid, c.9, s.131 ve...]

                              İbn Asakir, Cabir b. Abdullah'tan şöyle naklediyor:
                              "Biz Allah Resulü'nün (s.a.a) huzurundayken Ali (a.s) geldi. Peygamber buyurdu ki: Canımı elinde tutan Allah-
                              'a andolsun ki şüphesiz bu (Ali) ve Şiası kıyamette saadete ulaşacaklardır. Sonra şu ayet nazil oldu: İman
                              edenler ve iyi işler yapanlar; onlar halkın en hayırlılarıdır. Hz. Peygamber'in ashabı, bu ayetin nüzulünden sonra Ali'yi gördüklerinde, Hayru'l-Beriyye=Halkın en hayırlısı geldi, diyorlardı."[ed-Dürrü'l-Mensur, c.6, s.589]

                              İbn Asakir, Ali'den (a.s.) şöyle naklediyor:
                              "Peygamber (s.a.a) bana şöyle buyurdu: "Sen ve Şiilerin cennette olacaksınız."[Tercumetu'l-İmam Ali b. Ebi Talib, Tarih-i Dimişk, c.2, s.345]

                              Sıbt b. Cevzî, Ebu Said Hudrî'den naklediyor ki:
                              "Allah Resulü, Ali'ye baktı ve şöyle buyurdu: Ali ve Şiîleri kıyamet gününde, saadet zaferine ulaşacaklardır."[ Tezkiretu'l-Havas, s.54]

                              Taberî, Ebu'l-Carud'dan, o da Muhammed b. Ali'den "Hayru'l-Beriyye" ayetinin tefsirinde Hz. Peygamber'den (s.a.a) şöyle nakleder:
                              "Ey Ali! Bu ayette kastedilen, sen ve Şiîlerindir."[Camiu'l-Beyan, c.30, s.264]

                              Hatib Bağdadi Allah Resulü'nden (s.a.a) Ali'ye şöyle buyurduğunu naklediyor:
                              "Sen ve Şiîlerin cennettesiniz."[Tarih-i Bağdadi, c.12, s.289]

                              Haysemi Allah Resulü'nün Ali'ye şöyle dediğini nakleder:
                              "Ümmetimden cennete girecek ilk kişi sensin. Senin Şiîlerin nurdan minberler üzerinde olurlar, onlar mutludurlar ve ak yüzle benim huzuruma gelelecekler; onlara şefaat edeceğim ve kıyamet gününde cennette benimle birlikte olacaklar."[Mecmau'z-Zevaid, c.9, s.131 ve Kifayetu't-Talib, s.265]

                              Menavi, Ümmü Seleme kanalıyla Hz. Peygamber'den şöyle nakleder:
                              "Ali ve Şiası kıyamet gününde saadet zaferine ulaşacaklardır.[Kenzü'l-Ummal, Menavi, s.98 ve el-Eğani, c.18, s.90.]

                              Zehebi, Fatımatu'z-Zehra'dan (s.a) Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ali'ye (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:
                              "Ey Ebe'l-Hasan! Bil ki şüphesiz sen ve Şiîlerin cennette olacaksınız.[Mizanu'l-İtidal, Telid b. Süleyman'ın tercümesinde.]

                              Ehlisünnet ravilerinden bir çoğu bu hadisi nakletmişlerdir: Bazıları Şunlardır:
                              – İbn Asakir
                              – İbn Hacer Haysemi, es-Sevaiku'l-Muhrika
                              – Ebu Nuaym İsfehani, Ma Nezele Mine'l-Kur'ân Fi Ali
                              – İbn Esir, en-Nihaye
                              – Hakim Haskani, Şevahidu't-Tenzil
                              – Deylemi, el-Firdevs Bi-Me'sûri'l-Hitab
                              – Taberani, el-Mucemu'l-Kebir
                              – Haysemi, Mecmau'z-Zevaid
                              – Zerendi, Nezmu Düreri's-Simteyn
                              – Hakim, el-Müstedrek Ale's-Sahiheyn
                              – Ahmed b. Hanbel, el-Menakıb
                              – Suyutî, ed-Dürrü'l-Mensur
                              – Kunduzi, Yenabiu'l-Mevedde
                              – İbnu'l-Meğazili, el-Menakıb
                              – Genci Şafiî, Kifayetu't-Talib
                              – Hemmui, Feraidu's-Simteyn
                              – Harezmi, el-Menakıb
                              – İbn Hacer, Lisanu'l-Mizan
                              – Belazeri, Ensabu'l-Eşraf
                              – Sıbt b. Cevzî, Tezkiretu'l-Havas
                              – Semhudi, Cevahiru'l-Akdeyn
                              – Taberî, Camiu'l-Beyan
                              – İbn Sebbağ Malikî, el-Fusulu'l-Muhimme
                              – Hatibi Bağdadi, Tarih-i Bağdad
                              – Mesudi, Murucu'z-Zeheb
                              – Mir Seyyid Ali Hemedani, Meveddetu'l-Kurba
                              – Menavi, Kunûzu'l-Hakaik
                              – Zehebi, Mizanu'l-İtidal
                              – Ebu'l-Ferec İsfehani, el-Eğani
                              – Şeblenci, Nuru'l-Ebsar
                              – Muttaki Hindi, Kenzü'l-Ummal
                              – Muhibbuddin Taberî, Riyazu'n-Nezre
                              – Alusî, Ruhu'l-Meani, Beyyine Suresi'nin tefsirinde
                              – Şevkanî, Fethu'l-Kadir

                              Şia Kimdir?
                              Merhum Allame Şerefuddin şöyle der:
                              "Bilindiği üzere Ali ve Ehlibeyt Şiası, dinde onları izleyenlere denir. Allah'a şükürler biz, furuu din, akaid, usul,
                              fıkıh ve onun kaideleri, sünnet ve kitap ilimleri, ahlaki ilimler ve süluk ve adapta, o büyük şahıslara yönelmişiz. Bu, onların imamet ve velâyetine olan inancımızdan kaynaklanır. Biz sevgi kuralları ve sevgide gözetilmesi gereken ahlakî ilkeler gereği Ehlibeyt'in velâyetini kabul edip onların düşmanlarından uzaklaştık. Biz onların Şiîsiyiz ve onlar Allah'la bizim aramızda birer vesiledirler."

                              Sahabe, Şiî Öncüler
                              Sahabenin hal tercemesi incelenirse bir çoğunun Ali b. Ebu Talib'e tabi oldukları görülür. Merhum Allame Şere-fuddin iki yüzden fazlasının ismini el-Fusulu'l-Mühimme adlı kitabında zikretmiştir. Merhum Ayetullah Muhammed Hüseyin Kaşifu'l-Gıta şöyle der:

                              "Ben el-İstiab, el-İsabe ve Usdu'l-Gabe gibi Ehlisünnet'in ashapla ilgili yazmış oldukları kitaplarda yaptığım
                              araştırmada yaklaşık üç yüz sahabînin Ali'nin (a.s) Şiîlerinden olduğunu gördüm. Daha fazla araştırma yapılacak olursa, bu miktarı aşabilir."

                              Bu sahabelerden bazılarına işaret ediyoruz:
                              – Abdullah b. Abbas
                              – Fazl b. Abbas
                              – Kasm b. Abbas
                              – Abdurrahman b. Abbas
                              – Temam b. Abbas
                              – Akil b. Ebu Talib
                              – Nevfel b. Haris
                              – Abdullah b. Cafer b. Ebu Talib
                              – Avn b. Cafer
                              – Muhammed b. Cafer
                              – Rabia b. Haris Abdulmuttalip
                              – Tufeyl b. Hars
                              – Muğiyre b. Nevfel b. Haris
                              – Abdullah b. Haris b. Nevfel
                              – Abdullah b. Ebu Süfyan b. Hars
                              – Abbas b. Utbe b. Ebu Leheb
                              – Abdulmuttalib b. Rabia b. Hars
                              – Cafer b. Ebu Süfayan b. Hars

                              Haşimoğulları dışındakilerden şu ünlüleri sıralayabiliriz:
                              – Selman Muhammedi
                              – Mikdad b. Esved Kindi
                              – Ebuzer-i Gaffari
                              – Ammar b. Yasir
                              – Huzeyfe b. Yeman
                              – Huzeyme b. Sabit
                              – Ebu Eyyub Ensari
                              – Ebu'l-Heysem Malik b. Teyyihan
                              – Ubeyy b. Kaab
                              – Kays b. Sa'd b. Ubade
                              – Adiy b. Hatem
                              – Ubeda b. Samit
                              – Bilal b. Ribah Habeşi
                              – Ebu Rafi (Resulullah'ın (s.a.a) azatlısı)
                              – Haşim b. Utbe
                              – Osman b. Huneyf
                              – Sehl b. Huneyf
                              – Hakim b. Said b. As
                              – Halid b. Said b. As
                              – İbn Hasib Eslemi
                              Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X