Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İmamların masumluğu meselesi

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: İmamların masumluğu meselesi

    peki...

    peygamberlerin masumluğu konusuyla başlayalım.

    soru:
    peygamberlerin masumluğunun sınırı nedir.? mutlak masummudurlar yoksa ufak tefek hataları varmıdır?

    benim bu konudaki fikrimi özetleyen bir pasaj:

    İblis dediği yollardan Adem'e yaklaştı, sonsuzluk ağacı (Şecerei-Huld) olarak tavsif ettiği bitkiye yaklaşmasını, ondan tatmasını sağladı. Adem ve eşi için iyilikte bulunduğuna yemin etti. Allah Adem'e "buyruğu dışına niçin çıktığını" sorduğında O, işlediği cürmün vehametini kavramıştı. İblis'in Şecere-i Huld vadi altında yatan intikamını fıkhedememişti. Kimi bilginler bu yanılgının O'nun risalet öncesi hayatında vuku bulduğunu bu nedenle Rasullerin masumiyeti ilkesini delmediğini söylerler. Bu yanılgı, Rasuller'in de imtihan alanı içinde olduğunu bilen mü'minler nezdinde onların masumiyetini düşürmeyecektir. Masum olan Risalet Kurumunun kendisidir. Sonraki izleyicileri için birer usve olan Elçilerin hataları içtihadi dahi olsa düzeltilmeye muhtaçtır. Onlar da imtihan alanı içinde sınandılar. Biyografileri, yanlışlarının üzeri çizilip doğruları gösterilmiş olarak sonraki kuşaklara miras olarak bırakıldı. Allah Kitabı'nda kendilerine selam ettiği, övgülerle bezediği bu salih kullarının yanılgılarını sukutla geçiştirerek aktarmadı. Çünkü yanılgı, bazen fıkhedememe insan/ kul olmanın bir tezahürü idi, düzeltilmişlikleri ise rasul yönlerinin...

    Yorum


      #32
      Ynt: İmamların masumluğu meselesi

      soru:
      peygamberlerin masumluğunun sınırı nedir.? mutlak masummudurlar yoksa ufak tefek hataları varmıdır?


      onların helal haram sınırı içerisinde asla bir hataları yoktur. Yani onların hataları günaha neden olmayacak hatalardır. Terki evla anlamına gelen, faziletteki bir eksikliktir. Örneğin günah sevap arasındaki sınır olarak 0 sıfır rakamının esas alsak, Peygamberlerin seviyesi hataları hiç bir zaman sıfırın altına düşmeleri anlamında değildir. sadece örneğin 100 olmak yerine 99 olmak gibi bir durumdur onların hatalarının açtığı eksiklik.. Ve onların hatalarını örnek alıp yapan hiç bir kul günah işlemiş Allah'a asi olmuş olmaz..

      benim bu konudaki fikrimi özetleyen bir pasaj:

      İblis dediği yollardan Adem'e yaklaştı, sonsuzluk ağacı (Şecerei-Huld) olarak tavsif ettiği bitkiye yaklaşmasını, ondan tatmasını sağladı. Adem ve eşi için iyilikte bulunduğuna yemin etti. Allah Adem'e "buyruğu dışına niçin çıktığını" sorduğında O, işlediği cürmün vehametini kavramıştı. İblis'in Şecere-i Huld vadi altında yatan intikamını fıkhedememişti. Kimi bilginler bu yanılgının O'nun risalet öncesi hayatında vuku bulduğunu bu nedenle Rasullerin masumiyeti ilkesini delmediğini söylerler.


      Yok biz öyle düşünmüyoruz. Biz bunun helal haram anlamında teşri alanla ilgili bir hata olduğunu kabul etmiyoruz. Olayın hakikati Adem a.s. bu yasağı deneme alanı olmayan cennette aldı. Bu yasak Allah'ın haram kıldığı ve gazaplandığı onun emrine karşı asi olduğu türden bir yasak değildi. Zaten ayette bu yasağın sebebinin cennette kalmanın bedeli olduğu açıklanıyor. Şeytan sizin ayağınızı burdan kaydırmasın diyerek. Cennette yeme içme bol ve zahmetsiz. Ve burada kalmanın tek şartı var o ağaca yaklaşmamak. Eğer yaklaşırsan bu haklarını kaybedersin.. Yoksa Allah'a asi olursun anlamında değil. Yoksa şeytan da Allah'ın emrini yerine getirmedi ama o asi oldu şeytan oldu Adem ise insan kaldı. Allah onu kınayıcı bir hüküm indirmedi. Sadece cennette kalma hakkını elinden aldı. Zaten insanın yaratılış ve sınavı gereği yeryüzüne inmesi gerekiyordu. Allah insanı dünyada da yaratabilirdi ancak o her şeyi en mükemmel yaratmayı hikmetli olarak kendine ilke edindiğinden insanı en mükemmel ortam cennette yarattı. Ve insan kendisi bizzat cennetten sınav dünyasına kendisini çekti. Böylece Allah'ın hem en mükemmel yaratma ilkesi gerçekleşti hem de insanın sınanabileceği yeryüzüne inme olayı..

      " Bu yanılgı, Rasuller'in de imtihan alanı içinde olduğunu bilen mü'minler nezdinde onların masumiyetini düşürmeyecektir. Masum olan Risalet Kurumunun kendisidir.
      Nasıl düşürmez.. ben dini tebliğ ile görevli bir elçinin getirdiklerini kendinin bile yapamadığını görsem günahı meşrulaştırırım. Gerçekte bunu yaptım da.. Sünni iken aynen sizin dediğiniz gibi düşünüyordum. diyordum ki önemli olan günah işlememek değil günaha tevbe etmektir.

      ve bu düşünce ile hayata şeytanın karşısında bir sıfır yenik başlamış oluyordum. Günahlara karşı kendimi daha zayıf hazırlıyordum. var olan tüm enerjimi ve dikkatimi günah işlememeye planlayamıyordum. Şeytan bir kere açık kapı zayıf bir yön bulmaya görsün biner tepenize.. Diyordum Peygamber s.a.a. bile günah işlemiş ben nasıl işlemeden duracağım..

      sonra şii oldum ve gördüm ki Peygamberler hiç günah işlememiş. O zaman onlara olan saygı ve hayranlığım kat kat arttı. Allah'ın dinin yapısı ile insanın doğası arasında tam bir uyum bulunduğunu gördüm. İnsan Allah'ın yasakladıklarını hiç yapmadan bir hayat sürebilecek kabiliyette ve doğada idi.. böylece Allah'ın yarattığı din ile Allah'ın insanda kıldığı tabiat arasında tam bir uyum gördüm..

      deneyin. Peygamberler hiç günah işlememişlerdir diye gerçekten inanın ve bir gün sabah hayata başlarken ben de onlar gibi iradeli bir insanım ve onlar gibi hiç günah işlemeden bu günümü geçirebilirim deyin ve buna göre kendinizi kurun. Göreceksiniz ki nasıl mümkün...Elhamdülillah

      Allah böyle bir yol varken neden günah işleyip tevbe edecek arızalı örnekleri insanlara sunsun. şayet böyleyse ya günah sınırlarında bir sorun var çok geniş ve vazgeçilmez ya da insan tabiatında bir sorun var ki bu durum Allah'ın hikmetli yaratıcı sıfatını zan altında bırakmaya kadar dayanır.. Allah günahları işlemeden duramayacak bir yapıda yarattıysa beni, benim ne suçum var. dinle insan tabiatını uyumlu yaratsaydı ya denmez mi..

      Kaldı ki Peygamberler günah işlemeden duramıyorsa bizim vay halimize.. onlarla bizim aramızda kalite farkının bulunduğu herkesin kabulü değil mi..

      günah işle tevbe et denebilir. Bu da geçerli bir düşünce değildir. bir kere günah meşrulaştı mı şeytan bir sıfır galiptir. Ve burda kandırdı mı diğer yerlerde de çok rahat kandırır.. ve işlenen bir günahın bile hiç günah işlememiş insana oranla yaptığı tahribat düşünülemez. İnsan tabiatında kalbinde ve beyninde açtığı gedik çoğu zaman telafi bile edilemez peşpeşe diğer günahlar gelir..

      hiç günah işlemeyen temiz bir insanın günahtan korunması günah işleyip tevbe edecek bir insanın tevbe etmesinden daha zor değildir. Tersine günahtan korunmak günahın etkisiylte kirlenmiş bir kalbin tevbe etmesinden kat kat daha kolaydır. Ama günah işlemeden durulmaz Peygamberler bile günah işlemişlerdir dediğinizde, bu insanların tevbe etmeleri neredeyse imkansızdır demek gibi bir anlama çıkar..

      "Sonraki izleyicileri için birer usve olan Elçilerin hataları içtihadi dahi olsa düzeltilmeye muhtaçtır. Onlar da imtihan alanı içinde sınandılar. Biyografileri, yanlışlarının üzeri çizilip doğruları gösterilmiş olarak sonraki kuşaklara miras olarak bırakıldı. Allah Kitabı'nda kendilerine selam ettiği, övgülerle bezediği bu salih kullarının yanılgılarını sukutla geçiştirerek aktarmadı. Çünkü yanılgı, bazen fıkhedememe insan/ kul olmanın bir tezahürü idi, düzeltilmişlikleri ise rasul yönlerinin...

      ancak bunların hiç biri delilsel bilgi değildir. Tersine bunların zıttına bir sürü delil vardır. Bir kere günahın risalet ya da ictihadi alan diye ayrılması tamamen sun'i ve subjektiftir, hiç bir delile dayalı değildir. Peygamberlerin günah işleyip düzeltildikleri, Emevilerle ortaya çıkmış bir yalandan ibarettir. Eğer Musa a.s. cinayet işleyerek günah işlediyse hangi vahiyle nasıl düzeltildi, Ademin işlediği günahsa hangi vahiyle nasıl düzeltildi? Peygamber s.a.a. yüz mü çevirdi Ümmü Mektumdan... Ya da Bedir savaşında hata mı yaptı? Tüm bunlar saptırılmış hakikatlerdir..Allah nerede salih kulların yanılgılarını düzeltmiş ki.. Her konuştuğu vahiy olan bir peygamberin her yaptığı da vahiy olmaz mı? konuşma mı daha önemlidir örneklik açısından yoksa fiil mi.. Her fiil de bir konuşma değil midir ki vahiyle olmasın..

      Hem bir peygamber dielim günah işledi. Bu durumda "Allah'a itaat edin emrinin genelliği ve hiç bir şekilde sınırlanamaması gibi Peygambere itaat edin emri de sınırlanamaz. ÇÜnkü ayette bu iki emir arasında hiç bir farkı koymak mümkün değildir. Yani Peygambere bazı konularda itaat edilmez derseniz Ayette aynı kelimelerle geçmesi sebebiyle Allah'a itaatta da sınır olması gerekir demeniz şarttır. Yok Eğer Peygamber itaat her konuda şarttır, Peygamber hata günah işlediğinde ona da itaat şarttır ve yine onun gibi tevbe etmesi de şarttır böylece eksiklik telafi edilmiş olur derseniz:

      a) bu söylediğinize kendiniz de iman etmezsiniz.

      b) Allah bu durumda (haşa) çelişkiye düşümüş olur. Çünkü bir yede yasakladığı günahı diğer yerde, o günahı işleyen Peygambere itaati emretmekle, onu da emretmiş olur..

      oysa Allah hikmetli iş yapan biri olarak asla çelişkiye düşmez..

      daha bu konunun delilleri çoktur.. ama yeri geldikçe açıklarız inşaAllah..

      Yorum


        #33
        Ynt: İmamların masumluğu meselesi

        Nasıl düşürmez.. ben dini tebliğ ile görevli bir elçinin getirdiklerini kendinin bile yapamadığını görsem günahı meşrulaştırırım. Gerçekte bunu yaptım da.. Sünni iken aynen sizin dediğiniz gibi düşünüyordum. diyordum ki önemli olan günah işlememek değil günaha tevbe etmektir.

        ve bu düşünce ile hayata şeytanın karşısında bir sıfır yenik başlamış oluyordum. Günahlara karşı kendimi daha zayıf hazırlıyordum. var olan tüm enerjimi ve dikkatimi günah işlememeye planlayamıyordum. Şeytan bir kere açık kapı zayıf bir yön bulmaya görsün biner tepenize.. Diyordum Peygamber s.a.a. bile günah işlemiş ben nasıl işlemeden duracağım..

        sonra şii oldum ve gördüm ki Peygamberler hiç günah işlememiş. O zaman onlara olan saygı ve hayranlığım kat kat arttı. Allah'ın dinin yapısı ile insanın doğası arasında tam bir uyum bulunduğunu gördüm. İnsan Allah'ın yasakladıklarını hiç yapmadan bir hayat sürebilecek kabiliyette ve doğada idi.. böylece Allah'ın yarattığı din ile Allah'ın insanda kıldığı tabiat arasında tam bir uyum gördüm..

        deneyin. Peygamberler hiç günah işlememişlerdir diye gerçekten inanın ve bir gün sabah hayata başlarken ben de onlar gibi iradeli bir insanım ve onlar gibi hiç günah işlemeden bu günümü geçirebilirim deyin ve buna göre kendinizi kurun. Göreceksiniz ki nasıl mümkün...Elhamdülillah

        Allah böyle bir yol varken neden günah işleyip tevbe edecek arızalı örnekleri insanlara sunsun. şayet böyleyse ya günah sınırlarında bir sorun var çok geniş ve vazgeçilmez ya da insan tabiatında bir sorun var ki bu durum Allah'ın hikmetli yaratıcı sıfatını zan altında bırakmaya kadar dayanır.. Allah günahları işlemeden duramayacak bir yapıda yarattıysa beni, benim ne suçum var. dinle insan tabiatını uyumlu yaratsaydı ya denmez mi..

        Kaldı ki Peygamberler günah işlemeden duramıyorsa bizim vay halimize.. onlarla bizim aramızda kalite farkının bulunduğu herkesin kabulü değil mi..

        günah işle tevbe et denebilir. Bu da geçerli bir düşünce değildir. bir kere günah meşrulaştı mı şeytan bir sıfır galiptir. Ve burda kandırdı mı diğer yerlerde de çok rahat kandırır.. ve işlenen bir günahın bile hiç günah işlememiş insana oranla yaptığı tahribat düşünülemez. İnsan tabiatında kalbinde ve beyninde açtığı gedik çoğu zaman telafi bile edilemez peşpeşe diğer günahlar gelir..

        hiç günah işlemeyen temiz bir insanın günahtan korunması günah işleyip tevbe edecek bir insanın tevbe etmesinden daha zor değildir. Tersine günahtan korunmak günahın etkisiylte kirlenmiş bir kalbin tevbe etmesinden kat kat daha kolaydır. Ama günah işlemeden durulmaz Peygamberler bile günah işlemişlerdir dediğinizde, bu insanların tevbe etmeleri neredeyse imkansızdır demek gibi bir anlama çıkar..


        burda sözkonusu olan şey günah işleyip tevbe etmekmi yoksa hiç günaha bulaşmamakmı meselesi değildir bence..
        zaten sen her sabah kalktığında peygamber gibi hiç günah işlemeyeceğim diye kendini ne kadar şartlandırırsan şartlandır bunun olumlu etkisi olmakla beraber bu bir peygambere bağlılık değil,imtihanın gereği olan günah-sevap yada iyilik-kötülük gibi olguların anlamını yitirmesidir.
        bu şartlanma ne kadar sebatkar olursa olsun %100 sonuç veren bir şartlanma olmayacağı için sen masum olamayacaksın..
        daolayısıyla; peygamber gibi hiç günah işlemeyeyim mantığı yerine:
        hz.Yunus Allahın emri gelmeden memleketini terkettiği için Allah onu balığın karnına atmakla cezalandırdı...olayından davetçinin görevinin tebliğ yapmak olduğunu..başarının sadece Allahın bileceği bir iş olduğunu,
        hz.Nuh'un oğluna ısrarla af dilemesinin ve mukabilinde af edilmemesi.. olayından iman bağının kan bağından daha kuvvetli olduğu ve bu vesileyle milliyetçilik yada kavmiyetçiliğin hatalı bir tutum olduğunu,
        vs..gibi olguları kavrama noktasında günahsızlık yerine günahla birlikte tevbe yada günaha karşı sevaba kavuşma ve doğru yola girme arzusu,yani günahla sevabı karşılaştırmalı olarak gerek teoride ve gerekse pratikte yaşamak daha anlamlıdır...

        bu noktadan bakıldığında peygamberlerin masumluğu ile ilgili ilk değerlendirmen, yani; sıfırın altına düşmezler ama 100 den 99a düşerler şeklindeki düşüncende benim kasdettiğim anlamdaki hatalı olma durumunun izahıdır...dolayısıyla peygamberlerin masumluğu mutlak masumluk değildir,takipçilerinin hallerine örneklik olarak bazı hataları mevcuttur diyebiliriz.

        Yorum


          #34
          Ynt: İmamların masumluğu meselesi

          burda sözkonusu olan şey günah işleyip tevbe etmekmi yoksa hiç günaha bulaşmamakmı meselesi değildir bence..
          zaten sen her sabah kalktığında peygamber gibi hiç günah işlemeyeceğim diye kendini ne kadar şartlandırırsan şartlandır bunun olumlu etkisi olmakla beraber bu bir peygambere bağlılık değil,imtihanın gereği olan günah-sevap yada iyilik-kötülük gibi olguların anlamını yitirmesidir.
          bu şartlanma ne kadar sebatkar olursa olsun %100 sonuç veren bir şartlanma olmayacağı için sen masum olamayacaksın..


          işte bu noktada, eğer benim dediğim olumlu etkiye sahipse, bu durumda Allah'ın hikmetli yüce yaratıcı olarak daha iyiyi seçmesi gerekmez mi? Yani kullarına hiç günah işlemeyen Peygamber daha iyi örnek olacak onları günahlardan sakındırma hususunda hiç günah işlememiş olmak dha mükemmel örneklik ve yapıcı etkiye sahip olacaksa Allah neden bu sistemi tercih etmek yerine daha zayıf ve noksan olan senin dediğini seçsin? O her şeyi en mükemmel dizayn etmemiş midir?

          İmtihan illa günahtan kaçamamak mıdır? siz öğrencileri sınava alıyorsunuz. ve on tane soru soruyorsunuz. asla diyorsunuz yanlış yapmayın. çünkü bu mümkündür. Biz kimseye yapamayacağı yükü yüklemeyiz. Bakın size şu çocuk örnek aynen onun gibi yapın.. Sonra bakıyorsunuz ki o çocuk da yanlış yapmış ve 90 almış.Bu durumda o çocuğun yanlış yapacağını bilen dier adaylar: ee senin örnek gösterdiğin bile yanlış yapıyorken bize yanlış yapmayın demeniz hikmet midir? bunun yerine yanlış yapın ve sonra kurtarma yazılısı yapacağım orda düzeltirsiniz demek mi daha hikmetlidir denmez mi? Eğer bilmiyor iseler sonradan o çocuun yanlış yaptığı ortaya çıkarsaa o durumda sizin diğerlerini kandırdığınız ortaya çıkmaz mı?

          Günahtan kurtulamayanların tevbe etmeme ihtimalleri sıfır mıdır? neden borçlu duruma düşüsünler ki insanlar? Sınav bir oyun mu? Hata yapıp düzelten mi daha kalitelidir yoksa hiç hata yapmayan mı Allah'ın yaratması en mükemmelse, hiç hata yapmamanın tercihi vacip değil midir? Çünkü örnek gösteren Allah dini dizayn edip günahları sayan Allah.. Bu durumda örneğin mükemmel olması eksiksiz olması gerekmez mi? Örnek bozuksa doğru nüsha çıkar mı?

          "daolayısıyla; peygamber gibi hiç günah işlemeyeyim mantığı yerine:
          hz.Yunus Allahın emri gelmeden memleketini terkettiği için Allah onu balığın karnına atmakla cezalandırdı...olayından davetçinin görevinin tebliğ yapmak olduğunu..başarının sadece Allahın bileceği bir iş olduğunu,
          hz.Nuh'un oğluna ısrarla af dilemesinin ve mukabilinde af edilmemesi.. olayından iman bağının kan bağından daha kuvvetli olduğu ve bu vesileyle milliyetçilik yada kavmiyetçiliğin hatalı bir tutum olduğunu,
          vs..gibi olguları kavrama noktasında günahsızlık yerine günahla birlikte tevbe yada günaha karşı sevaba kavuşma ve doğru yola girme arzusu,yani günahla sevabı karşılaştırmalı olarak gerek teoride ve gerekse pratikte yaşamak daha anlamlıdır...


          Sizin mantığınızdan gidersek:

          1- Yunus a.s. peygamberdi. ve Peygamberlerin en önemli görevleri ve sorumlulukları tebliğ etmek ve eksiksiz tebliğ etmekti. Eğer dediğiniz gibi O görevini yapmadan çekip gitmişse bu küçük günah mıdır büyük günah mıdır? En önemli görevini yapmıyor Allah'ın güvenini ve seçimini yanlış çıkarıyor haşa...

          2- Nuh a.s.'ın yaptığı cahiliye duygularıysa bu ameli değil imani konu değil midir? Bu durumda bu peygamberin değil büyük günah imanı tehlike altına girmeli değil miydi?

          Bunlara günah der öyle anlarsak bu durumda küçük günahlar değildir. Tam da ana konular.. Allah'ın seçtikleri en ana konularda yanlış yapar günah işlerlerse en seçkin olan insanlar bunu yaparsa Allah'ın dininin hangi alanı uygulanabilir. Tali konular ve daha kalitesiz insanlar mı dinin yaşanmasını sağlayacak?...

          "bu noktadan bakıldığında peygamberlerin masumluğu ile ilgili ilk değerlendirmen, yani; sıfırın altına düşmezler ama 100 den 99a düşerler şeklindeki düşüncende benim kasdettiğim anlamdaki hatalı olma durumunun izahıdır...dolayısıyla peygamberlerin masumluğu mutlak masumluk değildir,takipçilerinin hallerine örneklik olarak bazı hataları mevcuttur diyebiliriz.

          bir kere şu konuda anlaşalım.. Allah diyelim ki insana 100 olayla karşılaşacağı bir hayat yarattı. Bu olaylardan 10unu yasakladı. 30unu emretti. geri kalan 60'nı mübah kıldı. biz bu noktada diyoruz ki Peygamberler bu 10dan asla bir şeyi yapmayacakları gibi 30dan da bir tane bile eksik yapmazlar. yani haram farz (vacip ve hesabı gerektiren her konu dahil) sınırlarına tam yüzde yüz uyarlar. Ancak geriye 60 tane mübah olaylar alanı var. bunların arasında 10 tanesi mekruh 20 tanesi de müstehap. Peygamberler s.a.a. bu 20 ve 10 sınırlarında bile asla hata yapmazlar.. ancak geriye kalan tamamen 30 olay kalıyor. Tamamen mübah. yemek içmek vs. Peygamberler bu tam mübah alanda bile bazı mübahları terk ederler. bunlar yerine buradan alacakları zevki Allah'a kulluktan alırlar. Örneğin bir Peygamber tatlı yemediğini düşünelim. Tatlı yemek tamamen mübah. Ama o ondan alacağı zevki de Allah'a kulluktan karşılıyor.. Zevkin tamamını Allah'a bağlamış. Ancak bu yüce ruh hali bazen titizlik ince ayarını kaçırıyor ve mübah olan tatlıyı yiyor. İşte bu noktadaya terki evla diyoruz. Yani Peygamberin nafile ifabetlerden alacağı zevki mübah tatlıdan alması gibi.. İşte bu terki evlaya düşnce Peygamberler tevbe ediyorlar. bu olayın Allah'ın rızasını ve sınırlarını ihlal etmek küçümsemek gibi günahta bulunan yönler ve anlamlarıyla hiç alakası yoktur.

          Eğer dediğiniz olay bu şekildeyse anlaşıyoruz. Ama değilse yok.. Biz diyoruz ki o kalan tam anlamıyla mekhru ve müstehap alanın bile dışındaki 30luk konu hakkında yapılan tercihler terki evla sayılır ve bunlara da asla hata denmez..

          bu noktadan bakıldığında peygamberlerin masumluğu ile ilgili ilk değerlendirmen, yani; sıfırın altına düşmezler ama 100 den 99a düşerler şeklindeki düşüncende benim kasdettiğim anlamdaki hatalı olma durumunun izahıdır...dolayısıyla peygamberlerin masumluğu mutlak masumluk değildir,takipçilerinin hallerine örneklik olarak bazı hataları mevcuttur diyebiliriz.


          bizim dediğimizde Peygamber s.a.a.'in mutlak masumluğu vardır. Yani Allah'ın emrine yüzde yüz itaat... Yani Allah'ın her yaptığını örnek alabilirsinin onun yaptığının tamamı benim emrettiğim onun konuştuğunun tamamı benim vahyimdir deyişinde olduğu anlamda..

          Yorum


            #35
            Ynt: İmamların masumluğu meselesi

            bizim dediğimizde Peygamber s.a.a.'in mutlak masumluğu vardır. Yani Allah'ın emrine yüzde yüz itaat... Yani Allah'ın her yaptığını örnek alabilirsinin onun yaptığının tamamı benim emrettiğim onun konuştuğunun tamamı benim vahyimdir deyişinde olduğu anlamda..

            sondaki sözüne cevabım öncekilerede cevap olsun..çünkü hepsini kapsıyor..

            1.Allah hangi sıfat ve özellik olursa olsun hiçbir konuda ''mutlak''lığı kendisinden başkasına vermemiştir.mutlak masumluk ve mutlak günahsızlık; mutlak hatasızlık yada mutlak eksiksizlik demektir.bu ise Allahın ilahlığına gölge düşüren bir durumdur.

            2.eğer peygamberler mutlak masumsalar; peygamberin melek yada insan olmasının farkeden hiçbir tarafı yoktur.hatadan beri olma konusunda melekler daha bir üst sınıftadırlar, bu durumda insana örneklik teşkil etmeleri daha uygundur.eğer Allah mutlak günahsızlık ve hatasızlık istemiş olsaydı insan yerine melek peygamber gönderirdi..sizin mantığınızla bu daha uygundur..

            3.kulluk hata ve günah ile malul olduğunda asıl gayesini ve anlamını bulan bir şeydir.
            şu hadisi kabul edermisiniz bilmem ama tamda konumuzu açıklayan ve cuk diye oturan bir hadistir;
            ''siz hiç günah işlemeseniz Allah sizi helak eder ve yerinize günah işleyen ve tevbe eden birilerini yaratır''
            işte asıl kulluk budur.
            üstad bediüzzaman: ''cennet olmazsa cehennem tazip etmez'' diyor..yani herşey zıttıyla anlamlıdır.günah olmadıktan sonra sevabın,hata olmadıktan sonra masumluğun,kötülük olmadıktan sonra iyiliğin hiçbir anlamı ve önemi yoktur.bunun içindir ki Allah kullarını günaha meyyal kılmış ve bu meyilleriyle sevabı anlamlı kılmıştır.
            seyyit kutupta: ''en kamil iman küfürden sonraki imandır'' diyerek olaya ''zıtların birbirini tetiklemesi'' genel kaidesinden bakarak güzel bir tesbitte bulunmuştur.

            sınıftaki öğrenciler örneği:
            1.ben bir hoca olarak öğrencilere başarılı bir öğrenciyi örnek olarak gösterirsem ve bu başarılı öğrencide 100 değilde 90 alırsa bunun değerlendirmesi; 100 üzerinden değil 90 alamayan öğrenciler üzerinden yapılır.yani hiçbir öğrenci kalkıp bana ''bize örnek gösterdiğin öğrencide 100 almadı 90 aldı'' diyemez..derse bende:'' sizin için başarı 100 almak değildir çünkü siz 90a dahi ulaşamıyorsunuz.. sizin için ölçü 90 altı olan durumunuzun 90 seviyesine yükselmesidir..hele siz bir 90a ulaşın 100ü sonra tartışırız'' olur..yani ölçü mükemmellik değil, ''seviyenin yükselmesidir''

            Yorum


              #36
              Ynt: İmamların masumluğu meselesi

              "1.Allah hangi sıfat ve özellik olursa olsun hiçbir konuda ''mutlak''lığı kendisinden başkasına vermemiştir.mutlak masumluk ve mutlak günahsızlık; mutlak hatasızlık yada mutlak eksiksizlik demektir.bu ise Allahın ilahlığına gölge düşüren bir durumdur.
              "

              bizim matematiksel rakamlarla ifade etmeye çalıştığımız tabloda helal da haram mekruh ya da müstehap da olmayan %30luk kısımda masumların en mükemmel olanı tercih edemeyebileceklerini bu noktada hata yapabileceklerini Kur'an'da ya da hadislerde haber verilen hataların bu türden hatalar olduğunu ve dolayısıyla normalde günah olmayan bu konulardaki hatalardan dolayı masumların tevbe ettiklerini söylemiştik. Dolayısıyla bu tanrı ile yarışma anlamında bir hatasızlık olmaktan çıkmakta.

              kaldı ki Allah'ın masumluğu kendinden bağımısız ve sınırsızdır. her konuda iş yapan Allah hiç bir konuda hata yapmaz. Ama masumlar her konuda iş yapmaz örneğin kainatı düzene sokma yaratma ve öldürme gibi konularda ve sınırlı konularda yaptıkları tasarruflarında hatasızlıkl da yine Mutlak bilgi ve masumiyet sahibi Allah'ın onlara ihsan ettiği bilgi ve irade gücü sayesindedir.. Bu bakımdan da masumlarla Allah'ın hatasızlığı benzeşmemektedir.

              "2.eğer peygamberler mutlak masumsalar; peygamberin melek yada insan olmasının farkeden hiçbir tarafı yoktur.hatadan beri olma konusunda melekler daha bir üst sınıftadırlar, bu durumda insana örneklik teşkil etmeleri daha uygundur.eğer Allah mutlak günahsızlık ve hatasızlık istemiş olsaydı insan yerine melek peygamber gönderirdi..sizin mantığınızla bu daha uygundur..
              "
              (bu konuyu daha önce açıklamış olduğumuzu söyleyerek okurlardan oluşacak tekrarlar için özür diliyorum.) vardır. Melekler mecburi masumdurlar. Yani iradeleri olmadığından. Peygamberler ise irade güçleri sonucu masumdurlar. Zaten Allah'ın meleklerin, günah işlemeye becerileri olmadığından dolayı yaptıkları mecburi kullukları ile yetinmeyip insan türünü yaratmasındaki hikmet de bu noktaya dayanmaktadır. Melekler: "biz seni takdis edip sana kulluk ederken yeryüzünde kan döküp bozgunculuk yapacak birini mi var edeceksin" (ayet yaklaşık anlam) sorularına: Rabbimiz "ben sizin bilmediğinizi bilirim" diye cevap vererek halifeyi yaratıyor. Yani iradeli ama asla günah işlemeden kulluk etmekle meleklerden üstün bir varlık. İşte kalite budur:

              1- iradesi olmadığı için günah işlemeyip hep kulluk eden varlık

              2- iradeli ama günah işleyip tevbe eden varlık

              3- iradeli ama asla günah işlemeyen varlık..

              kalite bunların hangisindedir?. Allah'ın bir kere meleklere övünmesini gerektirecek bir kalite gerekir. şayet sizin dediğiniz gibi 2 numara ile Allah meleklere karşı övünse insan türünü yaratmakla meleklerin şöyle demeleri beklenebilirdi: biz de iradeli olsak biz de günah işler tevbe ederiz.. anck üçüncü madde gerçekten de insan türünün yaratılmasına değecek ve gerçek övünülecek bir maddedir. Rabbe kulluğun ve Rabbin büyüklüğünün hakkıyla takdiri ancak bu maddede saklıdır. bu işte gerçek kalitedir. kalite de kaliteyi yaratanın gücünü ve övgüsünü vacip kılar..

              "3.kulluk hata ve günah ile malul olduğunda asıl gayesini ve anlamını bulan bir şeydir.
              şu hadisi kabul edermisiniz bilmem ama tamda konumuzu açıklayan ve cuk diye oturan bir hadistir;
              ''siz hiç günah işlemeseniz Allah sizi helak eder ve yerinize günah işleyen ve tevbe eden birilerini yaratır''
              işte asıl kulluk budur.
              "

              ben bir ara bu (hadis miymiş?) sözü biliyor ama ayet sanıyordum. Ve uzun süre sizin gibi düşünüyordum. Sünn iken tabi. Sünnilik ve gençliğimde günahlarım sanırım beni çok rahatsız ediyordu bunalıma girmiştim 30lu yaşlarda. ve bu söz beni rahatlatmış, zaten Allah için makbul olan günah işlemeyen değil günah işleyen kulmuş deyivermiştim. ve sonrasında bu mantık benim günahta sınır tanımamama neden olmuştu. Günahlara karşı kendimi savunamıyor şeytanın vesveselerine ya tevbe ederim diye cevap geliyordu içimden. Ve bu durumda işlemeyeceği günah kalmıyor insanın. Çünkü şeytan buradan bir girdi mi karşına Allah'ın bağışlayamayacağı kadar günah da büyüklük açıdan günah da mevcut değildir şirk hariç diyor.. ve sonu gelmiyor. Bu korkunç ruhi durumda ve kalp hastalığından eğer şii olup da masumiyet ve iradeli günah işlememe ve hedefin bu olduğu inancına kavuşmasaydım asla kendimi durduramazdım. Ve Allah korusun bu günahlar zaten sünnilikte var olan zihni inanç sorunlarıyla birleştiğinde yok kaçınılmaz olarak ataizme çıkardı. Bu durumda ne Said'in Allah'ı ispat sadededinen getirdiği deliller ne de ilahiyatta gördüğüm kelam ilmi, düşünen ama şeytanca yönlendirilen beynimi durduramazdı.. Sonuç yani tam anlamıyla korkun... Günah konusundan nefsinin ve şeytanın sonu gelmez telkinleriyle boğuşmaya kalkışanlar beni daha iyi anlayacaklardır diye düşünüyorum..

              Buradan tek çıkış yolu şianın iradeli ama günah işlemeden durabilen bunun mümkün olduğunu örneklikleriyle sergileyen gerçek masum örneklerdir. Peygamberlerdir..

              ""üstad bediüzzaman: ''cennet olmazsa cehennem tazip etmez'' diyor..yani herşey zıttıyla anlamlıdır.günah olmadıktan sonra sevabın,hata olmadıktan sonra masumluğun,kötülük olmadıktan sonra iyiliğin hiçbir anlamı ve önemi yoktur.bunun içindir ki Allah kullarını günaha meyyal kılmış ve bu meyilleriyle sevabı anlamlı kılmıştır.""

              Peygamberlerin günah işlememeleri günahın yeryüzünden kalkıp, dolayısıyla her şey zıttıyla kaimdir kaidesi gereği sevabın da anlamını yitirip bilinemez olacağı anlamına gelmez. tersine günahtan çok ne var yer yüzünde. o halde günah ve sevap kelimesi yeryüzünde görülmektedir. Tersine sizin burdaki benzetme öğelerini kullara çevirmeniz gerekiyor. bu da günah işleyenle günah işlemeyen insan örnekleri ve zıtlığıdır. Yeryüzünde günah işlemeyen insan olmazsa günah işleyen insan mı olur diye eşleştirmeniz gerekir. Günah işleyen insan varsa günah işlemeyen insan da olacak ki günah işleyen insanın kötülüğü de değersizliği anlaşılabilsin. Günah işlemeyen insanın da değeri ve büyüklüğü..

              Bunu az günah işleyen çok günah işleyen ya da günah işleyip tevbe edenle etmeyen şelinde eşleştirmeniz yine nasık eşleştirme olur. Çünkü hiç günah işlemeyen masum iradeli insan olmazsa, az olsun çok olsun günah işleyen insanın kötülüğü ortaya çıkmamış olur anlamını kaybetmiş olur günah işlemek doğal olur. Oysa günahta Allah'a isyan vardır. ama her günahta. Allah'ınsa kendine isyanı doğal kılması ve böyle bir düzenleme dizayn etmesi olanaksızdır. Çünkü O yaratmada mükemmeliyet sahibidir. O hikmetli bir yaratıcı olarak asla kendine isyan (bir günahla bile olsa)ı meşrulaştıran doğal addeden bir yapı koymaktan münezzehtir.
              "
              "seyyit kutupta: ''en kamil iman küfürden sonraki imandır'' diyerek olaya ''zıtların birbirini tetiklemesi'' genel kaidesinden bakarak güzel bir tesbitte bulunmuştur."
              "

              bu konuyu günah ve masumiyet konusunda anlamanız O büyük düşünüre korkunç bir yanlış anlama ile yüklenen ithamdır. bu cümle şayet günah ve masumiyet konusunda ele alınsa bu kez hiç küfre girmemiş masumlar peygamberlere oranla günaha batmış cahiliye hayatları olan sonradan ihtida etmiş insanların imanı daha kamil anlamı çıkmaz mı? bununsa gerçek olmadığı ortadadır. bu söz cahiliyeyi tanıyan insan imanın değerini, cahiliye ve kötülüğü bilmeyen insna göre daha iyi anlar şeklinde anlaşılması gereken bir sözdür. Nitekim hayatta biz bunu görüyoruz. Örneğin biz önce sünni olmayıp sünniliğin yanlışlıklarından habersiz doğma büyüme bir şii olsaydık şianın değerini bu kadar bilemezdik.. yoksa bu biz orjinal şiilerden daha şiiyiz anlamına gelmez. biz çakma şiiyiz doğuşta şii olanlar orjinal

              "
              sınıftaki öğrenciler örneği:
              1.ben bir hoca olarak öğrencilere başarılı bir öğrenciyi örnek olarak gösterirsem ve bu başarılı öğrencide 100 değilde 90 alırsa bunun değerlendirmesi; 100 üzerinden değil 90 alamayan öğrenciler üzerinden yapılır.yani hiçbir öğrenci kalkıp bana ''bize örnek gösterdiğin öğrencide 100 almadı 90 aldı'' diyemez..derse bende:'' sizin için başarı 100 almak değildir çünkü siz 90a dahi ulaşamıyorsunuz.. sizin için ölçü 90 altı olan durumunuzun 90 seviyesine yükselmesidir..hele siz bir 90a ulaşın 100ü sonra tartışırız'' olur..yani ölçü mükemmellik değil, ''seviyenin yükselmesidir''


              doğru mükemmellik çoğu zaman yakalanamaz. ve bu yüzden mükemmelliğin imkansızlığında kalite artırımı terk edilemez ya da gereksiz görülemez. Ancak bu kullara mahsus düzenlemelerde böyledir.

              Oysa ilahi adalet ve hikmet konusuna kafasını takmış biri bu noktada öğretmene diyebilir ki: o halde sen ya doğru öğretememiş yüzlük bir öğrenci yetiştirememişsin ya soruları doğru soramamış ya da ölçümü doğru yapamamışsın denir.. eğer bir yerde mükemmellik yoksa orda eksiklik vardır.

              Oysa Allah'ın tevhid ve adalet sıfatları asla böyle bir eksikliği kabul etmez. Allah biz kulu en mükemmel şekilde yarattık diyor mu? Evet yani bunun anlamı kul eksiksizdir. sonra onu aşağıların aşağısı bir aleme attık. işte mükemmel bir varlık tasarımı böyle aşağılarda kendini tam olarak ortaya çıkarır. Mükemmeller arasında cennet ya da iradesiz hatasız melekut aleminde mükemmel dizayn edilen insan türünün hangi anlamı vardır ve hangi mükemmelliği görülür. Ve mükemmel yaratılan insana din de mükemmel olarak dizayn edilip eksiksiz veriliyor. (bu gün size olan dini kemale erdirdim ayeti..

              Şimdi din mükemmel kul mükemmel

              burdan nasıl 100 üzerinden yapılan sınavda 90 notu çıkar. 90 çıkıyorsa mükemmelliğin bir yerlerinde hata aranmaz mı? İnsan yapımı fabrikalarda seri üretimlerde bile yüzde yüz hatasızlık aranır ve yüzde 10 imalat hatası kabul edilmezse Allah yaptımı bir düzende kabul edilebilir mi?..

              İşte şia nübüvvet masumiyet inancı bu mükemmelliği yakalama peşindedir. Bunun için mükemmel örnekleri Peygamberler vardır. Bu inanç ve pratiklik sayesinde şia Allah'ın mükemmel yaratıcı ve ahseni takvim üzere dizayn ettiği insan dokrininden yüzde yüz başarıyı yakaladığını görmüş ve yaşamış olur.

              bir insan (ki sünni mutezili idi) "eğer ben günah işlemeden duramıyorsam, insan türünün kendi yapısında günah işlemek varsa bu durumda benim sorgulanmamın hangi adalete sığar yönü var.." diyordu. Öte yandan günah işlemesi hoş görülen izin verilen bir insanın tevbe etmesinin de hoş görülmemesi anlamsız ve çelişki olur. Çünkü insan eğer günah işlemeden edemiyorsa tevbe de edemeyebilir. Çünkü günah işlemeyi (şayet varsa) zorunlu kılan amiller (özellikle bunlar iste dinin yasalarının konulmasındaki ister insanın yapısındaki yaratılışal dizayndan kaynaklanıyorsa ) tevbe etmemeyi de aynı şekilde zorunlu kılabilir...

              Yorum


                #37
                Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                aslında biz aynı şeyleri farklı üsluplarla yada birbirimize muhalif olma gerekliliğiyle tekrar edip duruyoruz.

                benim anladığım masumiyet ile senin anlatmaya çalıştığın masumiyet arasında pek bir fark yoktur..fakat ben sunni mantık ve geleneksel anlayışın üslubu ile farklı bir dille anlatıyorum, sen şianın: ''mutlaka herşeyde sunnilere muhalif olmalıyız'' (gizli) düsturu ile farklı bir dille anlatıyorsun.

                konuyu şöyle özetleyeyim:
                -her konuda mutlaklık tamamen Allaha has bir durumdur.Allahın dışındaki hiçbir varlık hiçbir konuda mutlakiyet vasfına sahip değildir.peygamberler tamamen günahtan beri ve masum oldukları halde insan olmaları hasebiyle beşeri olarak fıtratın her yönüyle tam olarak mükemmel olmaları imkansız olduğu için,seninde verdiğin matematiksel hesap gereği ufak tefek hataları vardır.bu hatalar zeminleri ve işlevleri itibariyle değerlendirildiğinde belki hata olmaktan çıkan durumlardır fakat yinede bazı yönleriyle bunlar hata diye değerlendirilebilir.kaldıki bu hatalar ''peygamberlerde hatalıymış canım'' deme lüksünü bize vermez,ve böyle bir değerlendirmede kıt ve sakat bir değerlendirme olur.
                yada şöyle diyeyim:
                -insandan peygambere doğru değerlendirilirse peygamberler mutlak masum ve mükemmeldirler
                -Allahtan,sünnetullahtan ve insanın yaratılışının zayıf olarak takdir edilmesi yönüyle değerlendirilirse peygamberler hatalı ve nakıstırlar.

                konuyu daha fazla uzatmanın mantığı yok ikimizde bu konuda aynı şeyleri anlıyoruz fakat muhalefet gereği farklı üslup ve mantık oyunuyla uzatıp duruyoruz.

                şimdi istersen imamların masumluğu meselesine geçelimmi? yoksa arada bir konu daha varsa onuda tartışalımmı?

                Yorum


                  #38
                  Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                  hataları vardır ama gunahları yoktur

                  Yorum


                    #39
                    Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                    burası önemli bir konu hata ve küçük de olsa günah konusu. Ehli sünnet peygamberlerin büyük günahlardan beri olduğunu ancak zelle denilen küçük günahları işleyebileceklerini söyler.

                    şia ise peygamberlerin zerre günah işlemeyeceğini söylerler. Yani Allah'ın emrettiklerini güzel dedikleriniz zerre eksiksiz yerine getirir, nehyettiği ve kötü dediklerini de zerre eksiksiz terk edeler.

                    Ehlisünnet örneğin Peygamberin s.a.a kendisine ama geldiğinde yüzünü çevirdiğini iddia ile bunun zelle yani küçük günah olduğunu söylerken şia Peygamberin böyle yapmadığını söyler. Yine sünniler Musa a.s.'ın adam öldürmekle zelle yani küçük günaha girdiğini Yunus a.s.'ın zamansız hicretiyle Allah'ın emri dışına çıktığını ancak bunların küçük günah (küçük de osla günah yani Allah'ın yapma dediğini yapmak) olduğunu söyler..

                    Oysa şia bunların tamamen mübah fiiller olup hiç birisinde zerre kadar günah renginin bulunmadığını söyler..

                    Diğer peygamberler için de durum böyledir.

                    bu konu örneklik bakımından önemli. Yani ben Peygamberi s.a.a. tam örnek aldığımda:

                    a) sünnilere göre örnek alsam günah işleyebilirim Allah'a küçük de olsa asi olmuş olurum

                    b) şiaya göre tam örnek alsam bile zerre günah işlemiş olmam.

                    c) sünniliğin inandığı peygamber fiillerini yapan bir insan tevbeye zorunlu kalır ama şianın peygamber fiillerini yapan bir insan asla tevbeye gerek duymadan günahsız olur.

                    bu maddeleri bir örnek üzerinde konuşacak olursak:

                    Bedir savaşı öncesinde müslümanlar savaşa diye değil kervana saldırmak amacıyla evlerinden yola çıkmışlardı. kervanın 40 kişilik koruması ama büyük ganimet getirisi vardı. Ancak Allah'ın hesabı başka idi. Ve kervan kaçtı müslümanların üç katı büyüklüğünde mekke müşrik ordusu onların karşısına çıktı. Peygamberimiz s.a.a. onları bu şok durumda düşmanla çarpışmaya hazırladı ve direnirlerse onlara zafer vaad etti. Savaş sırasında müslümanlar üstünlüğü sezince esirler almaya başladılar. Oysa Allah müşriklerin katlini ve kökünün kurutulmasını istiyordu. Esir alınan kişiler köle ediliyor ve büyük maddi menfaati görülüyordu. Ali a.s. hiç esir almadı tek başına bu yüzden müşriklerden 27 kişiki katletti. Savaş sonunda esirleri yine Peygambere s.a.a. danışmadan fidye karşılığı serbest bıraktı sahabe. Ve Peygambere s.a.a. de bunu tavsiye ettiler.

                    Gelen ayetlerde "Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir." (Enfal 67) buyruldu. ayette hem esir almak hem de esirleri sağ salim bırakmak kınanmakta ve tarih boyunca tüm peygamberlerin bir sünnetinden söz edilmektedir. Sahabe peygamberi:

                    1- ne esir aldı diye

                    2- ne esirleri serbet bıraktı diye

                    3- ne de esirleri köle olarak yanında tuttu

                    4- ne de esirlerden başka türlü maddi kazanç sağladı diye eleştirmeye hakları vardır. Gelen ayet bu durumu ifade eder ve Peygamberimizin de içinde bulunduğu bir peygamberler sünnetini müslümanlara haber verirken, olay, Peygamberlerin hata yapıp günah işleyebileceğini iddia eden sünni anlayışa göre:

                    Peygamber bedir savaşında alınan esirlerden dolayı herhangi bir uyarı kınama yapmadığı gibi bunların nasıl değerlendirileceği bunlara ne muamelede bulunulacağı hususunda ashabla istişare eder. Ömer boyunlarını vuralım der Ebubekir fidye karşılığı serbest bırakalım der. (Nedense her konuda Ali a.s.'la konuşan Peygamber s.a.a. burda ona danışmaz rivayetin uydurmalığına bakın) Peygamber s.a.a. de yufka yürekli olduğu için Ebubekirin görüşünü tercih eder ve on okuma yazma öğretme ya da dengi fidye ödeyerek hatta sonradan karşılıksız olarak bile esirleri serbest bırakırlar. aradan üç gün geçer Ömer mescide girer, Peygamberle Ebubekir ağlıyorlar. Ve inen ayetten Peygamber Ebubekirle yanlışı tercih ettiklerini günah işlediklerini düşünürler. Hem de öyle bir günah ki:

                    Eğer Allah'ın geçmişte bir yazması (söz vermesi) olmasaydı, aldıklarınıza karşılık size gerçekten büyük bir azab dokunurdu. Enfal 68.

                    yani sünni inanca göre Peygamber esirler ve fidye hususunda yaptığı yanlışla neredeyse Allah'ın büyük azabına müstehak olacaktı ama Allah'ın önceden verdiği söz onu kurtardı.. Ama Ömer ise burada Peygamber s.a.a.'ten daha doğru, Allah'ın muradına uygun karar verdi..

                    Sizce de böyle midir Esedullah. Böyle bir konuda nasıl şia ile sünniliğin Peygamberin günah hata konusunda aynı şeyleri farklı biçimlerde söylediğini ifade edebilirsiniz?

                    bizce hiç de aynı değildir...

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                      diğer yandan peygamber sünni inanca göre bu günahtan tevbe etmek zorunda ya da sünniliğin bu bozuk akidesini kurtarmak isteyen bazılarınca Peygamberler Allah tarafından düzeltilmiş ve bu yanlış örnekliğin insanlara sirayet etmesine müsaade edilmemiştir denmektedir.

                      Oysa bu görüş hiç de isabetli değildir. Örneğin bu olayda Peygamber s.a.a. nasıl düzeltiliyor ki Allah tafafından yoksa yeniden bedir savaşı olup da esirler öldürülüyor ve sonunda esir alınanlarsa yine öldürülüyor mu! olmuş bitmiş bir olay.

                      Öte yandan Allah Peygambere s.a.a. bila istisna (istisnasız) kayıtsız şartsız itaati emretmekle burda Bedir Savaşında kızdığı hatta önceki sözü olmamış olsaydı büyük bir azabı göndereceği kadar çirkin olayı da emretmiş olmuyor mu! Peygamber şayet böyle büyük bir günah işlemişse. Allah'ın rızasını değil dünya malını istemişse!...

                      bu korkunç bir olay..

                      sünni inanca göre günah işlemek önemli değil tevbe önemliyse, günahla tevbe arasında fırsat bulamadan ölmüş olan ama Peygamberi örnek aldığı için günah işleyen insanın durumu ne olacak!.. herhalde peygamberi örnek alarak günah işledi diye Allah tarafından ödüllendirilecek öyle mi!...

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                        Bir forum sitesinde gezinirken konuyla ilgili şunlar gözüme çarptı ama kaynak belirtilmemiş:

                        (imamların masumluğuna binaen yazılmış 5 maddelik bir yazı)

                        1) Emirin ve hakimin yalnız sözlerine uymak vaciptir. Sözüne uyulan kimsenin, işlerinde şaşmaz olduğuna inanmak lazım gelmez.

                        2) Şii fırkasına göre, müftü, masum, yani şaşmaz değildir. Halbuki, müftünün sözlerini dinlemek herkese vaciptir.

                        3) Adalet üzere olduğu görülen herkesin şahit olmasını hakim kabul eder. Şahitlerin sözü ile, hakim karar verdiği için şahitlerin masum olması lazım gelmez.

                        4) Sahibinin, haram olan şeylerden başka olan her emrine, kölesinin itaat etmesi lazımdır. Böyle olduğu için, efendisinin masum olması lazım gelmez.

                        5) Namazın her yerinde, cemaatin imama uyması vaciptir. İmam bu namazını bir dünya menfaati için veya rükuu ve secdeleri Allah’tan başkası için yapmış ise de, cemaatin, buna uyması lazımdır.
                        Bu beş yerde, uyulan kimsenin masum olması lazım değildir.



                        Yorum


                          #42
                          Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                          yazının tamamı şu şekilde:

                          İmamın masum olması

                          Sual: Rafizilerin, imamlar masumdur şaşmaz demeleri doğru mudur?
                          CEVAP
                          Aşağıdaki yazı, Abdullah-i Süveydi hazretlerinin Hucec-i katiyye kitabından alınmıştır. İran’da Nadir Şah ve halkın huzurunda yapılan bir münazarada İranlı âlimler ve başlarındaki Mollabaşı, hakkı teslim etmek zorunda kalmışlar, Ehl-i sünnetin hak olduğunu karar vermişlerdi. Nadir Şah da, herkesin ehl-i sünnet olması için ferman çıkarmıştı. Kitapta vesikaları vardır. Münazaranın bu kısmını kitaptan nakledelim:

                          Molla başı dedi ki:
                          (İmama yani halifeye tâbi olmak, her sözüne uymak, herkese vaciptir. Uyulması vacip olan kimsenin de, günahsız, hatasız olması lazımdır. Zaten, imamın masum olduğu iki tarafın sözbirliği ile söylenmektedir. Aklı olan herkes de, böyle söyler. Çünkü, imam demek (Kendisine uyulan kimse) demektir. Giyilen gömleğe rida denildiği gibi, kendisine uyulan kimseye imam denilir. İmamın yanlış birşey söyleyeceği veya yapacağı düşünülürse, o zaman, buna güvenilemez. Herkesi felakete, uçuruma sürükleyecek veya Allah’ın emirlerine uymayacak birşey söylemesi, yapması umulur. İmama uymayı Allah emrettiği için, imam şaşmaz değilse Allah, yanlış olabilecek şeye uymayı emretmiş olur. Bu ise, akla da, dine de sığmayan birşeydir.)
                          CEVAP
                          İmamın masum, şaşmaz olması sözbirliği ile lazımdır, demeniz ve bu da, İslamiyet’in emri demek olduğunu iddia etmeniz, büsbütün yanlış, bozuk bir davranıştır. Çünkü siz Şiiler, İcmaa, sözbirliğine zaten kıymet vermiyorsunuz. İcma, delil olamaz, İslamiyet’in emrini bildiremez diyorsunuz.

                          İnandığınıza göre, icma, delil-i şer’i değil imiş. Bunun için, yukarıdaki icmaa dayanan davanız, itikadınıza, imanınızın esasına uymamaktadır. Yok eğer, sözbirliği demeniz, Şiilerin de, bu söze katıldığını anlatmak ise, imamiyye fırkasının ortaya çıkmasından önce olan bütün İcmaların çürük, bozuk olması lazım gelir. Hatta, Hazret-i Ali’nin halife seçildiği zaman, Şiilik bulunmadığı için, bu seçimdeki sözbirliğinin bâtıl, bozuk olması, haksız halife olması lazım gelir. Hatta, daha ince düşünürsek, Hazret-i Muaviye’nin hak üzere, doğru halife olduğu anlaşılır. Çünkü, Hazret-i Muaviye’nin halifeliği Şii fırkası da içinde bulunmak üzere, Hazret-i Hasan ve bütün müslümanlar tarafından tanınmıştı. İmam kendisine uyulan kimse demek ise de, bunun masum, şaşmaz olacağını gösteren hiçbir delil yoktur. Buna delil gösterilmek istenirse, aşağıdaki beş yol ile, kolayca red edilir:

                          1) Emirin ve hakimin yalnız sözlerine uymak vaciptir. Sözüne uyulan kimsenin, işlerinde şaşmaz olduğuna inanmak lazım gelmez.

                          2) Şii fırkasına göre, müftü, masum, yani şaşmaz değildir. Halbuki, müftünün sözlerini dinlemek herkese vaciptir.

                          3) Adalet üzere olduğu görülen herkesin şahit olmasını hakim kabul eder. Şahitlerin sözü ile, hakim karar verdiği için şahitlerin masum olması lazım gelmez.

                          4) Sahibinin, haram olan şeylerden başka olan her emrine, kölesinin itaat etmesi lazımdır. Böyle olduğu için, efendisinin masum olması lazım gelmez.

                          5) Namazın her yerinde, cemaatin imama uyması vaciptir. İmam bu namazını bir dünya menfaati için veya rükuu ve secdeleri Allah’tan başkası için yapmış ise de, cemaatin, buna uyması lazımdır.
                          Bu beş yerde, uyulan kimsenin masum olması lazım değildir.

                          Molla başı söz alıp:
                          (Tâbi olmak, uymak demekle, biz bunları düşünmedik. Az ve çok kuvvetli olan şeylere söylenebilen tâbi olmak manasını düşündük. En kuvvetlisi, Resulullahın Gadir-i Hum denilen yerde, yanında bulunanlara, (Ben size, kendi canınızdan daha evla değil miyim?) buyurdu. Evet ya Resulallah, dediler. (Öyle ise, ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlası olmalıdır!) buyurdu. Tâbi olmak demek, işte böyle mevlası olmaktır. Sizin yukarda saydığınız beş örnekte bildirdiğiniz gibi, tâbi olmak, genel manaya alınırsa, yine, sizin dediğiniz gibi olmaz. Çünkü, amirlere ve hakimlere uymak vacip ise de, yalnız masum olan imamın [yani halifenin] tayin ettiğine vaciptir. Böyle olmayanlara uymak vacip olmaz. Şiilerin, müftülere uymak lazımdır demesi, bunların şahsına uymak demek değildir. Kendileri, masum olan imam tarafından tayin edilmiş olduğu içindir. Onun vekili olduklarından, onların emri, imamın emri demektir. Yoksa, müftünün, kendi sözlerine uymak lazım gelmez. Başkalarına uymak ise, yalnız yapılması caiz olan sözlerine uymak, Allah tarafından emredildiği için, lazımdır. Halbuki imama [yani halifeye] uymak, yukarda bildirilenlerden daha umumidir. Bunun için, bunlara benzetilemez, dedi.
                          CEVAP
                          Tâbi olmak, uymak deyince, şüpheli şeyler anlaşılmaz. Bu kelime, mütevati sözlerdendir. İnsanlık ve hayvanlık sıfatları gibi. [Mütevati, bir cins içinde bulunan fertlerin hepsinde müsavi miktarda bulunan sıfat demektir.] Çünkü, uymak demek, tâbi olanın, uyduğu kimsenin arkasında gitmesi demektir. Bir kimse, bir büyüğe uyarsa, o kimseye (tâbi) ve O büyük zata (metbu) denir. Tâbiin metbuuna uymasının az ve çok olması ve uyduğu zamanın da kısa ve uzun olması, uymayı değiştiriyor ise de, bu değişenler (uymak) işinin özünü değiştirmez. Bunun mütevati olmasını bozmaz. Çünkü, üsul âlimleri de, başkaları da, söz birliği ile diyor ki, müşekkik olan başkalık, ancak, işin özünde olan başkalıktır. Zaman ve azlık, çokluk başkalığı değildir. [Müşekkik - Bir cins içindeki fertlerin hepsinde müsavi miktarda bulunmayan sıfattır. İlim gibi.]

                          Uymak sözünden, eğer (iktida) manasını anlıyorsanız, bu da mütevatidir. Çünkü, iktida, her işte uymaktır. Kendi kendine birşeyi az veya çok yaparsa, iktida etmiş olmaz. Her ne kadar, işin bir kısmında uymaya da, iktida etmek denirse de, işin hepsinde iktida etmiş sayılamaz. Bunlardan anlaşılıyor ki, sizin tâbi olmak sözünüzün en kuvvetli kısımlarından birisi de (uyulanın, tâbi olan tarafından, çok sevilmesi) olduğunu söylemeniz yanlıştır, boş yere kürek çekmektir. Çünkü, bu mana, hiçbir bakımdan, tâbi olmak değildir. Hele, sizin bildirdiğiniz mana, (Birinizin beni sevmesi, kendini ve çocuğunu ve ana babasını ve bütün insanları sevmesinden daha çok olmadıkça, bu kimse, tam bir iman etmiş olmaz) hadis-i şerifinde bildirilen Resulullah efendimizi sevmek gibi olan, İslamiyet’in emrettiği, ihtiyari olan muhabbetten değildir. Siz ise, bu hadis-i şerifteki sevmeyi, halife seçmek sandınız ve halifeleri Resulullah efendimize benzettiniz ki, böyle benzetmek, her bakımdan bozuktur, dedim. Molla başı sustu. (Hucec-i katiyye)

                          Büyük İslam âlimi şah Veliyyullah-ı Dehlevi hazretleri de buyuruyor ki:
                          Şiilere göre Halifenin bütün ümmetten efdal olması ve masum olması ve Allahü teâlâ ve Resulullah tarafından seçilmiş olması lazımdır.

                          Bütün ümmetten üstün olmak, Peygamber vekili olan Halifeler için sahihtir. Çünkü, bunlar, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden mana çıkarır ve İslamiyet’i bildirirler. İslamiyet’i her yere yayarlar. Bunlar bütün ümmetten üstün olmazsa, yaptıklarına güvenilmez.

                          Masum yerine mahfuz demek lazımdır. Yani Allahü teâlâ onları korur ve kuvvetlendirir. Allah ve Resulü tarafından seçilmek yerine de, nass ile işaret olunmak demek lazımdır. Ehl-i sünnet vel-cemaat böyle söylemiştir. Böylece Şeyhaynın, hatta dört Halifenin hak halife olduklarını bildirmişlerdir. İslamiyet’in başlangıcında Halifelerin böyle olması lazımdır. Çünkü, İslamiyet’i kurdular ve her yere yaydılar. Dört Halifeden sonra gelenler ise, (Melik-i adud) idi. Devlet ve hükümet reisi idiler. İlim başka ellerde idi.
                          Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
                          (Biz bu işe peygamberlikle ve Allahü teâlânın rahmeti ile başladık. Bundan sonra, hilafet ve rahmet olur. Ondan sonra, melik-i adud olur. Ondan sonra da, ümmetimde zulüm, işkence ve fesat olur. İpekli giymek, içki içmek ve zina helal yapılır ve yardımcıları çok olur. Kıyamete kadar böyle gider.) [İzalet-ül-hafa]

                          Müftüler de böyledir. İlk zamanlarda, müftülerin âlim olması lazım idi. Şimdi ise müftü olmak için, eskilerin kitaplarını okuyup anlayabilmek kâfidir. Masum olmak da, âdet olarak yapılan işlerde masumluktur. Çünkü, şimdi insanların muameleleri, kazanmaları, geçimleri âdete göredir. Akla dayanan temel bilgilere göre değildir. (Kurret-ül ayneyn)

                          http://www.dinimizislam.com/mobile/detay.asp?Aid=1645

                          Yorum


                            #43
                            Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                            Ehlisünnet örneğin Peygamberin s.a.a kendisine ama geldiğinde yüzünü çevirdiğini iddia ile bunun zelle yani küçük günah olduğunu söylerken şia Peygamberin böyle yapmadığını söyler.

                            bu konuda hocanızın açıklamasına bir cevap yazmıştım..şianın bu konudaki açıklaması hiçde tatmin edici bir açıklama olmadığı gibi meseleyi dolandırmaktan başka bir şey değil.:

                            http://www.velayet.com/index.php?top...76883#msg76883


                            Bedir savaşı öncesinde müslümanlar savaşa diye değil kervana saldırmak amacıyla evlerinden yola çıkmışlardı. kervanın 40 kişilik koruması ama büyük ganimet getirisi vardı. Ancak Allah'ın hesabı başka idi. Ve kervan kaçtı müslümanların üç katı büyüklüğünde mekke müşrik ordusu onların karşısına çıktı. Peygamberimiz s.a.a. onları bu şok durumda düşmanla çarpışmaya hazırladı ve direnirlerse onlara zafer vaad etti. Savaş sırasında müslümanlar üstünlüğü sezince esirler almaya başladılar. Oysa Allah müşriklerin katlini ve kökünün kurutulmasını istiyordu. Esir alınan kişiler köle ediliyor ve büyük maddi menfaati görülüyordu. Ali a.s. hiç esir almadı tek başına bu yüzden müşriklerden 27 kişiki katletti. Savaş sonunda esirleri yine Peygambere s.a.a. danışmadan fidye karşılığı serbest bıraktı sahabe. Ve Peygambere s.a.a. de bunu tavsiye ettiler.

                            Gelen ayetlerde "Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir." (Enfal 67) buyruldu. ayette hem esir almak hem de esirleri sağ salim bırakmak kınanmakta ve tarih boyunca tüm peygamberlerin bir sünnetinden söz edilmektedir. Sahabe peygamberi:

                            1- ne esir aldı diye

                            2- ne esirleri serbet bıraktı diye

                            3- ne de esirleri köle olarak yanında tuttu

                            4- ne de esirlerden başka türlü maddi kazanç sağladı diye eleştirmeye hakları vardır. Gelen ayet bu durumu ifade eder ve Peygamberimizin de içinde bulunduğu bir peygamberler sünnetini müslümanlara haber verirken, olay, Peygamberlerin hata yapıp günah işleyebileceğini iddia eden sünni anlayışa göre:

                            Peygamber bedir savaşında alınan esirlerden dolayı herhangi bir uyarı kınama yapmadığı gibi bunların nasıl değerlendirileceği bunlara ne muamelede bulunulacağı hususunda ashabla istişare eder. Ömer boyunlarını vuralım der Ebubekir fidye karşılığı serbest bırakalım der. (Nedense her konuda Ali a.s.'la konuşan Peygamber s.a.a. burda ona danışmaz rivayetin uydurmalığına bakın) Peygamber s.a.a. de yufka yürekli olduğu için Ebubekirin görüşünü tercih eder ve on okuma yazma öğretme ya da dengi fidye ödeyerek hatta sonradan karşılıksız olarak bile esirleri serbest bırakırlar. aradan üç gün geçer Ömer mescide girer, Peygamberle Ebubekir ağlıyorlar. Ve inen ayetten Peygamber Ebubekirle yanlışı tercih ettiklerini günah işlediklerini düşünürler. Hem de öyle bir günah ki:

                            Eğer Allah'ın geçmişte bir yazması (söz vermesi) olmasaydı, aldıklarınıza karşılık size gerçekten büyük bir azab dokunurdu. Enfal 68.

                            yani sünni inanca göre Peygamber esirler ve fidye hususunda yaptığı yanlışla neredeyse Allah'ın büyük azabına müstehak olacaktı ama Allah'ın önceden verdiği söz onu kurtardı.. Ama Ömer ise burada Peygamber s.a.a.'ten daha doğru, Allah'ın muradına uygun karar verdi..

                            Sizce de böyle midir Esedullah. Böyle bir konuda nasıl şia ile sünniliğin Peygamberin günah hata konusunda aynı şeyleri farklı biçimlerde söylediğini ifade edebilirsiniz?


                            evet bencede aynen böyledir ve buda benim yada ehlisünnetin ''zelle'' fikrini destekler bir tefsir biçimidir.çünkü bunun dışında ne şiada nede başka akımlarda bu ayetlerin tatmin edici bir açıklaması olmamıştır..tıpkı abese süresinin ilk ayetleri gibi..hem kuranın zahirine hemde peygamberlerin mutlak masumluğunu kısıtlayıcılığına bundan daha güzel örnekler olamaz..

                            ve yine bence şianın bu konuda olduğu gibi hemen hemen her konuda iler tutar bir görüşünün olmadığı konulara getirdiği yorumların sadece ve sadece ''ehlisünnet muhalifliği'' olsun diye zorlama yorumlar olduğu gerçeğinide destekler mahiyettedir..

                            Yorum


                              #44
                              Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                              esedullah siz ve vecedeke dallen feheda ayetindne peygamberin daha once puta taptıgını çıkarıyorsunuz.buharide bu hadisler var.bu hadis kaynaklarına nasıl inanıyorsun aklım almıyor

                              Yorum


                                #45
                                Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                                rasulullah islam gelmezden önce hanif değil miydi? o ve ailesi puta tapmıyorduki!!! onlar tek ilaha inanan bir dine mensuptular ve bu yüzden rasulullah mağarada inzivaya çekilerek yaratıcısını düşünüyordu...putlara tapan müşrik toplumundan buna benzer hareketlerde bulunanlar yoktu

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X