Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..



    Koskoca çölün tek canlılık nişanesi, baş başa vermiş dertleşen iki ağaçti sadece.
    Dalları kesilip, üstle-rine gölgelik yapilan bu ağaçların dertleşmelerine,
    yildizlar bile kulak misafiri olamazdi.


    Şehirden cikan beş kişi, susuz ve kuru çölde yol alarak bu iki ağaca dogru geliyorlardi.
    Bu beş kişiden biri, grubun tam ortasmda hareket ediyor, diğerleri de onun etrafinda ilerliyordu.
    O guneş, digerleri de onun ışığıyla aydinlanan ay gibiydi sanki.
    Gül yüzü , iri ve siyah gözleri ve beden yapisi heybetini daha da arttırıyordu. O kadar nurani bir yüzü vardi ki,
    etrafına ışık saçıyordu her adımında.
    Altmış küsür yaşlarında olmasına ve çektigi sikintilara ragmen, sakalı simsi-yahtı. Daha kirlaşmamıştı.


    Eger bir ömür kötülük ve çirkinlikten uzak, iyilik ve hayra adanmışsa, muhakkak cok sikintilara gebe kalır.
    Bu yaşama biçimi de, karşıt grupların ve mü-cadele edilenlerin donüp gelip yarenlere donüşmesi-ne neden olur.
    Ortada yyürüyen şahıs, grubun ikinci sahsi durumundaki gencin elinden tutmustu.
    Üçüncü ve dordüncü şahıslar, iki çocuktu ve önde hareket ediyorlardı.
    Grubun içindeki tek kadın ise, en arkada yürüyordu…




    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

    #2
    Ynt: Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..


    Yesrib halki, o susuz ve kuru çölde saatlerce bek-lemekteydiler.
    Erken gelenler, agaçlara daha yakin bir yerde konuşlanmışlardı.
    Yaşamacakları daha ya-kından gorebilmeyi arzuluyorlardı.
    İnsanların kalaba-lık oluşu nedeniyle, Çöl simsiyah kesmisti adeta.
    Bekledikleri olay, benzeri az görülebilecek olaylar-dandı ve günler öncesinden herkesin kafasini kurca-layip duruyordu.


    Güneş en tepeye yükselmiş, insanlar sabirsiz ve heyecan dolu bakişlarla beklemeye devam ediyorlardı.
    Herkes gerçekleşecek olağan üstü olayın vuku bulmasını bekliyordu.
    Oyle bir olaydı ki, geçmişte az görülmüştü ve gelecekte de görülüp görülmeyeceği belli değildi.
    insanları meraklandıran şeylerden biri de, gergekleşecek olayın kahramanlarının kimligi idi.


    Gelecek olan büyük bir ordu muydu, yoksa aile yakinlarindan oluşan küçük bir grup mu?
    Bütün bunlar herkesin merak konusuydu ve hiç kimse bunların ce-vabini bilemiyordu.
    Olayin gerceklesecegi saat de belli degildi. Tek bilinen o gün gerceklesecek olma-siydi sadece.
    Herkes gözünüi şehrin kapisma dikmiş,





    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

    Yorum


      #3
      Ynt: Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..



      kimin geleceğini merakla bekliyordu.

      O beş kişilik grup, şehrin kapısında görülünce, olayin nasil gelişecegi merakla beklenmeye baslandı.
      Orada bulunanlarin hepsi o be§ ki§iyi taniyorlardi. Tanimayanlar da yanlarındakilere soruyorlardi. şöyle cevap veriliyordu:


      -Grubun ortasmdaki İslam Peygamberidir. Elinden tuttugu genç, vasisi imam Ali'dir.
      0 iki çocuk , imam Hasan ve imam Hüseyin'dir. Grubun arkasinda yal-niz başına yurüyen kadın da Peygamberin kızı Fatıma'dir.


      Herkes bu beş. kişinin ne yapacağını merak edi-yordu. O beş, kişi gelip sedir ağaçlarının altında otur-dular.
      Peygamber (s.a.a ) ve Ali (a.s ) ortada, çocuklar önde ve Fatıma ( s.a ) da arkada oturdular…





      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

      Yorum


        #4
        Ynt: Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..


        Necran, kalabalik, yeşillik ve çok giüzel bir yerleşim yeriydi. Denize yakındı. Yemen'e komşu idi.
        Necran Halkı, Arabistan'ın diğer halklarına nazaran daha kültürlü ve daha bilgiliydiler. Necranlıların geçim
        kaynakları, ipek dokumacılığı, silah yapımı ve deri ticaretiydi. Arapların Hire'ye kadar uzanan meşhur ticaret yolu,
        Necran topraklanndan geçiyordu.


        Necranlılar, önceleri putperest idiler. Büyük bir hurma ağacına tapiyorlardı.
        Senede bir bayram yaparlardı ve bu bayramda o ağaca en değerli şeylerini bağlarlardi.

        Necranlılar, fikirsel olgunluklarından dolayı, İsa (a.s) zuhur ettiğinde, hepsi donüp Hıristiyan oldular.


        Hıristiyan oldukları tarih tam olarak belli değildir. Ama Rum imparatorluğu Hıristiyan olmadan önce onlar Hiristiyanlığı seçmişlerdi.
        Necran Hükümeti, tic bolümden oluşuyordu. Dini konulardan sorumlu olan kişi, Büyük Oskof Ebu Hamit idi.
        Necran halkının tamamı ona büyük saygı gösterirlerdi ve onu çok kutsal sayarlardı.

        Savaş, meseleleri, Arap kabileleri ve Hıristiyan dünyasiyla iliş-kilerden Abdulmesih sorumluydu. Halk ona seyit derdi.





        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

        Yorum


          #5
          Ynt: Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..


          Ülkenin iç işlerini Akip idare ederdi. Herhangi bir problem çıktığında üç kişilik bir heyet oluşturulur
          ve o heyette tartışılarak problemin çözümü gerçekleştirilirdi.

          Bu çeşit hükümetin Necranlılar arasında ne zamandan beridir oluştuğu bilinmiyor.
          Fakat bunun ispat ettiği bir gerçek var; o da Necranlıların özgür ve diktatörlüğü kabullenmeyen hürriyet perver bir halk olduğudur.
          Bilhassa Necran'ın komşusu Yemen'in o zamanki durumuna baktığımızda bu daha çok kendini gösteriyor.
          Çünkü Yemen yüzyıllar boyunca tek bir iktidar tarafından yönetilmekteydi.


          Küfür ve putperestliğin merkezi olan Mekke, hakkın karşısında teslim olmak zorunda kaldı.
          İslam'ın dairesi genişlemişti ve Allah Resulü çeşitli toplumlara elçiler göndererek, onları İslam'a davet ediyordu.
          Allah Resulü, Necranlılara da mektup göndermişti. Mektubun içeriği şöyleydi:


          "Ey kitap ehli! Gelin bir kelime üzerinde birleşelim. Allah'tan başkasına tapmayalım, ona ortaklar kılmayıp,
          ondan başkasına da itaat etmeyelim."


          Necranlılar, İslam'ın ne kadar hızlı bir şekilde ilerlediğinden haberdardılar.
          Daha yenilerde komşuları Yemen, bütünüyle İslam dinini kabul etmişti.
          Yemenliler, ilk başta Halid b. Velid'in davetini kabul etmeyip, İslam'ı reddettiler.
          Halit, insanlara mantıksal olarak yanaşmayıp, her şeyi güç kullanarak halletme yoluna gittiği için Yemen'den eli boş bir şekilde döndü.
          Allah'ın Resulü, genç bir elçisini Yemen'e göndererek, onları İslam'a davet etmesini istedi.





          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

          Yorum


            #6
            Ynt: Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..



            Genç, Medine'den ayrıldığında Peygamber kendisine dönerek şöyle buyurdu:


            "Eğer bir kişi dahi seninelinle hidayet olsa, güneşin, üzerine doğduğu her şeyden senin için daha hayırlıdır."

            Bu genç, Yemen'e geldiğinde, peygamberin mektubunu okudu ve bir an olsun insanların hidayeti yönünde çaba göstermekten gafil olmadı.
            Gencin Allah yolunda hizmet etme aşkı, cesareti, insanlara duyduğu sevgisi, güzel ahlakı,
            tatlı dili bunlarla birlikte yeri ve zamanına göre hareket etmesi insanları etkilemişti.
            Fazla sürmeden, o altın söz yani "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah" sözü bütün Yemen'de yankılanmaya başladı.


            Genç, çaresizlere çare, yetimlere baba olmuş ve baştan aşağı merhametle donanmıştı. Sürekli mazlumun yanında,
            zalimin karşısında yer alarak insanların dertlerine deva olmaya çalışıyordu.
            Artık her kes onu kendisine bir yaren olarak görüyordu. O gencin Yemen'de gerçekleştirdiği olay istisna bir olaydı.
            Çünkü Yemen halkı daha önce reddettiği bir dini o gencin tebliğ yeteneği ve güzel ahlakı neticesinde tamamen kabul etmişti.

            Böylesine bir olay dinler tarihinde bile görülmemiştir. O, sadece ülkeyi değil, insanların gönüllerini de fethetti.
            Önce Hemdan aşireti Müslüman oldu. Daha sonra diğer aşiretler ve ülkenin tamamı bu kutsal dini kabul etmiş oldular.


            İşte o genç, Ebu Talip Oğlu Ali ( a.s ) idi.




            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

            Yorum


              #7
              Ynt: Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..


              Peygamberin mektubu Necranlılara ulaştığında, Necran'ın büyük kilisesinde büyük bir toplantı yapıldı.
              Toplantıya büyük din bilginleri ve Necran'ın ileri gelenleri katılmışlardı. Toplantı iki kısımdı.


              Çoğunluğu teşkil eden grup, bu daveti kesinlikle kabul etmeyerek, tamamen taassup üzere olanlardı.
              İkinci grup ise, azınlıktı. Bunlar konunun iyice araştırılmasını ve doğru neticelere varılmasını savunuyorlardı.
              Bunlar, daha çok vicdanlarıyla hareket edenlerdi. Çoğunluğu oluşturan grup, konuyu enine boyuna tartışıyorlarken
              Büyük Oskof Ebu Hamit, sessiz bir şekilde olanları takip ediyordu.
              O, yüz yirmi yaşındaydı. Hıristiyan dünyasının en büyük bilgini olarak tanınıyordu.


              Onları dinledikten sonra, oturduğu yerden kalkarak birkaç cümleyle nasihatte bulundu ve şöyle dedi:
              "sağlığı ve mutluluğu elden koymayın. Sağlık ve mutluluğu da barışta bulabilirsiniz. Soğukkanlılığı karıncadan öğrenin.
              Acelecilik akıllı insanın işi değildir. Başarı her zaman sabırla beraberdir. Nice sabırlar vardır ki, acele davranmaktan fazla fayda sağlamıştır. "




              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

              Yorum


                #8
                Ynt: Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..


                Oskofun sözlerinden sonra, etrafı derin bir sessizlik aldı ama Hıristiyanlık taassubunun etkisi ortamın havasına hala hâkimdi.
                Konuşma sırası ordu komutanlarından Kurez'e gelmişti. Tek amacı o daveti şiddetle reddetmek olan Kurez,
                Oskofun konuşmasına oldukça sinirlenmişti. Bu yüzden büyük bir küstahlık göstererek:

                "Sen korkudan kendini kaybetmişsin, dedi. Deve kuşunun yırtıcı hayvanlardan korkup sak¬andığı gibi,
                sen de bizi savaşmaktan korkutmaya mı çalışıyorsun? Kalplerimize kök salmış, babalarımızın dinini nasıl bırakabiliriz?
                Arapların bizi onunla tanıdığı bu dini nasıl bırakabiliriz? Yoksa cizye mi vereceğiz? Bunu iyi bil ki, cizye zilletten başka bir şey değildir.
                Kılıçlar çekilmeli, analar oğullarından geçmeli ve Muhammed'le savaşmalıyız."


                Kurez'in sözleri, toplantıda bulunanların hoşuna gitmişti. Meclisi büyük bir gurur havası sardı birden.
                Sonra Seyit, Kurez'e dönerek şöyle dedi: "Ey Kurez, yavaş ol! Senin gibi başkaları da kılıç çekebilir.
                Arapların hepsi Muhammed'in ( s.a.a ) dinine girmiştir. Hükmü bütün Arabistan'da geçiyor. Kisralar, Kayserler ondan korkuyor.
                Eğer biz Muhammed'le ( s.a.a ) savaşırsak, yanımızdaki aşiretler bile bize yardım etmez."

                Daha sonra dönüp Cuheyr'den görüş istedi. Cuheyr, Necranlı değildi ama Necran'da oturuyordu. Çok zeki bir siyasetçiydi.
                Hıristiyanlık taassubu çoktu ve dünyadaki Hıristiyan büyükleriyle birebir görüşmeleri oluyordu. Cuheyr şöyle devam etti:

                "Bana kalırsa, ilk önce Muhammed'e ( s.a.a ) bir yaklaşalım. Onun isteklerini ilk önce kabul edelim.
                Bu arada Rum Kayser'ine, Sudan, Habeş ve Nevbe Padişahlarına ve diğer Hıristiyan bölgelerine elçiler gönderip
                onlardan yardım isteyelim. Yardım geldiğinde de hep birlikte hücum edip, Muhammed'i ( s.a.a ) ortadan kaldıralım."



                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..


                  Bu söz herkesin hoşuna gitmişti. Son kararın bu doğrultuda alınacağı düşünülürken aniden biri ayağa kalkıp konuşmaya başladı
                  ve bütün düşünceleri değiştirdi. O en büyük bilginlerden sayılıyordu. İsmi Harise idi.
                  O da Cuheyr gibi Necranlı değildi ama Necran'da oturuyordu.
                  Hıristiyanlık taassubundan uzak, insaflı ve vicdanlıydı.
                  Harise ayağa kalktığında, acaba Cuheyr'in sözlerinden sonra ne diyecek diye her kes meraklanmaya başladı.


                  Harise, Cuheyr'e dönerek şöyle dedi: "Yanlış yoldan gidersen amacına ulaşamazsın." Bu cümle herkesi bir anda şaşkına çevirmişti.
                  Çünkü herkes Cuheyr'in görüşüne katılmıştı.
                  Harise, orada bulunan keşiş, ruhban ve diğerlerine dönerek şöyle devam etti:
                  "Ey düşünce ve hikmetin evlatları! Ey delil ve mantığın yadigârları! Ancak yerinde bir nasihate kulak veren mutluluğa erebilir.
                  Efendimiz Mesih'in bir sözü aklıma geldi. Şöyle buyurmuştur:


                  "Allah bana şöyle vahyetti: "Kitabı al ve Suriye ehline oku ve onların dilince onlara tefsir et. Onlara de ki:

                  "Yüce ilah ancak benim ve benden başka ilah yoktur.
                  Ben hayat sahibi ve ebediyim, her türlü noksan sıfatlardan münezzehim. Benim zatımda değişim asla olmaz.
                  Rahmet ve şefkatimle, halkı koruyup aydınlatsınlar diye peygamberler ve kitaplar gönderdim. Sonra da Ahmed'i göndereceğiz.
                  O, benim peygamberlerimin en üstünü ve kullarımın seçkinidir. Ahmed, benim kulumdur. Doğum yeri, makam-ı İbrahim'in yakınındaki Mekke'dir.
                  Görmeyen gözleri, duymayan kulakları açsın ve karanlık gönülleri aydınlatsın diye, ona yeni bir Tevrat nazil edeceğiz.
                  Kurtuluşa erenler, Ahmed'in sözlerini kabul edenler ve ona iman edip getirdiği nura tabi olanlardır.
                  Ey İsa! Ne zaman Ahmed'in adını diline getirsen, ona selam gönder. Çünkü ben ve meleklerim ona selam gönderiyoruz."




                  Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                  Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..



                    Harise, bu gerçeği ortaya koyunca, taassupçular onu yalanladılar.
                    Fakat insaflı olanlar ondan bu konuda deliller ortaya koymasını istediler.
                    Makam ve mevki sahibi olanlar, halkın bu sözü duymasından kaygılanıyorlardı.
                    Çünkü Muhammed'in (s.a.a ) dinini kabul edecek olurlarsa, makam ve mevkilerinden olacaklardı.

                    Meclis biraz sakinleşince, Seyit ve Akip, Harise'yi önce övdüler ve daha sonra da bu sözleri bırakmasını ona öğütlediler.
                    Bunun üzerine Harise şöyle devam etti: "Yarınını düşünmeyen bugün mutlu olamaz. Allah'tan korkun ve taassubu bir kenara bırakın."


                    Bunun üzerine Akip şöyle dedi: "Semavi kitaplarda adı geçen peygamberin bu adam olduğunu nereden biliyorsun?"
                    Harise: "Yesriblilerin söylediklerini duymadın mı? dedi. Onlar diyorlar ki: "Ahmed bizim yanımıza geldiğinde kuyularımız kuru, sularımız tuzluydu.
                    O gelip, ağzının suyunu kuyuya attı ve kuyularımız suyla dolmaya başladı. Avucuna suyu doldurup, ağzında biraz çalkalayıp geri döktü ve böylece sularımız tatlı oldu. Şiddetli göz ağrısı olanları, ağzının suyu ile iyileştiriyor."

                    Meclistekiler, dikkatle Akip ve Harise'nin tartışmasını dinliyorlardı. Mantık ve taassup karşı karşıya gelmişti.
                    Sonra Seyit araya girerek şöyle dedi: "Ey Harise! Sen doğru söylüyorsun. Muhammed (s.a.a ) peygamberdir. Ancak onun peygamberliği, bütün dünyaya değil, sadece İsmailoğullarına'dır. Kendi yakınlarından başkasının onun davetine icabet etmesi gerekmez."


                    Harise, hiçbir şey söylemeden sadece başını önüne eğip, tebessüm etti. Bunu fark eden Seyit: "Ey Harise, dedi. Neden tebessüm ettin? Çok acayip bir şey mi söyledim?"

                    Harise: "Evet, dedi. Hem de çok acayip bir şey söyledin. Bu sözden daha acayip bir söz olamaz. Ne kadar şaşılacak bir durumdur ki, sizin dediğinize göre Allah yalancı birini peygamber yapmış. Bir yalancıya ilim ve hikmet vermiş. Mucizeler vererek, Ruhul Kudüs'le desteklemiş. Dünyada doğru dürüst başka biri yok muydu ki, Allah bir yalancıyı seçti?"


                    Bu tartışmalar sonunda bitti ve Harise'nin mantığı üstün geldi. Bunun sonucunda da Seyit ile Akip susmak zorunda kaldılar.
                    Sonra Harise, Büyük Oskof a dönerek şöyle dedi:
                    "Saygıdeğer efendim! İzin verirseniz Camia kitabını getirsinler ve böylece her şey açıklık kazansın."




                    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..



                      Bu söz üzerine meclisi büyük bir heyecan kaplamıştı.
                      Orada bulunanların hepsi, kutsal Camia kitabını görmeği arzuluyorlardı.
                      Camia, peygamberlere inen kitapların bir araya gelmesinden oluşmuştu.
                      Öyle bir kitaptı ki, insanlar onu gördüklerinde bile şerefe ulaştıklarını hissediyorlardı.


                      Harise'nin bu isteği, Seyit ve Akip'e çok ağır gelmişti.
                      Onlar, Harise'nin ne yapmaya çalıştığını anlamışlardı.
                      Toplantıyı bir an önce sonlandırmak için, havanın sıcak olmasını bahane ettiler
                      ve toplantıyı ertesi güne ertelemeğe çalıştılar.
                      Böylelikle olanların unutulmasını amaçlamışlardı.



                      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..



                        Taassupçuların bütün çabaları sonuçsuz kalmış, ertesi gün herkes davet edilerek Camia kitabının hakemliğine başvurulacaktı.
                        Peygamberin elçileri de dâhil olmak üzere, bütün Necranlılar kilisede toplandılar.


                        Seyit ile Akip, durumun ciddiyetini fark edince, Harise'nin yanına gelerek, Camia kitabını kendi aralarında sessizce gözden geçirmeği teklif ettiler. Böylece halkın çoğunluğu kitabın içeriğinden haberdar olmayacaktı.
                        Fakat Harise'yi ikna edemediler. Nihayetinde emir üzere Kitap getirtildi. Kitap o kadar ağırdı ki, görevli zor taşıyordu.

                        Kitap meclise getirtildiğinde, herkes saygıyla ayağa kalktı.
                        Seyit ve Akip bir şekilde bu toplantıyı bozmaya çalıştılar ama olmadı, ikinci kez denediler yine olmadı ve artık umutlarını kesip vazgeçtiler.


                        Önce Adem'in (a.s) sahifesini açtılar. Sayfalarda aradılar, taradılar.
                        Son peygamberle ilgili bölümde şöyle yazıyordu:

                        "Âdem sordu: "Rabbim! Göndereceğin peygamberler kimlerdir ve hepsinden üstün kıldığın Ahmet kimdir? Şöyle hitap edildi: "Hepsi senin evlatlarındır. Ahmet de onların en sonuncusudur."
                        Âdem sordu: "Rabbim! Onları ne üzere göndereceksin?" Ona hitaben şöyle denildi: "Tevhide ve tek ilaha inanmaya."



                        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..



                          Büyük Oskof, Şis Peygamber'in ( A.s ) sahifesinin açılmasını emretti.
                          Bu sahifede şöyle yazılıydı: "Adem'in çocukları sordular: "Allah katındaki en saygın kişi kimdir?"

                          babaları cevap verdi: "Yaratıldığım zaman, Arş'ta şöyle yazılı olduğunu gördüm: Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed Allah'ın elçisidir."

                          Daha sonra Hz. İbrahim'in ( A.s ) sahifelerini açtılar, karıştırdılar ve şöyle yazılmış olduğunu gördüler: "Mukaddes sandık ibrahim'e gösterildi.
                          İbrahim ona nazar etti. Orda, Ulü'l Azm Peygamberler ve onların vasileri sayısınca evler gördü. Hepsinin sonunda da Muhammed'in evini gördü ..."


                          Hz. İbrahim'in ( A.s ) sahifeleri kapatıldı. Sonra Hz. Musa'nın (a.s) Tevrat'ını açtılar. Şöyle yazılıydı: "İsmail'in soyundan bir peygamber göndereceğim.
                          Ona kitap nazil edip, onu hikmetimin evi kılacağım. Melekler ona yardım edecek. Onun soyu tertemiz kızından olacak.
                          Peygamberliği onunla tamamlayacağım. Muhammed'in (s.a.a) dini kıyamete kadar, insanların tek dini olacak."

                          Büyük Oskof: "Şimdi efendimiz Mesih'in kitabını getirin" dedi. Asli İncil'i getirdiler. Onda şöyle yazılıydı: "Ey İsa! Benden başka bir ilah olmadığını bildir.
                          Ben bakiyim. Benim zatımda bir değişim ve tebdile mahal yoktur. Bana ve en son göndereceğim elçime iman edin."

                          İsa, şöyle dedi: "Rabbim! Bu elçinin adı ve nişaneleri nedir?"
                          Ona şöyle hitap edildi: "Adı Ahmet'tir. İsmail'in soyundan seçilmiştir. Doğum yeri babası İsmail'in şehri Mekke'dir."





                          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..


                            Çok değerli, mukaddes Camia kitabı kapatıldı ve yine yerine kaldırıldı.
                            Harise'nin söylediği her şey doğru çıkmıştı. İnsanların üzerinde, razı olduklarını gösteren derin bir sessizlik vardı.


                            Seyit ve Akip gibileri çok rahatsız olmuşlardı ama halkın tepkisinden korktukları için seslerini çıkaramıyorlardı.
                            Toplantının yarım kalması ve kesin bir karara varılmaması için, meclisi terk ettiler.
                            Gidip küçük kilisede, kendi aralarında bir toplantı yaptılar ve İslam'ı nasıl reddedebileceklerinin yollarını düşünmeğe başladılar.
                            Sonunda Yesrib'e gidip, peygamber hakkında bizzat bir araştırma yapmaya ve sonuçlan halka kendileri sunmaya karar verdiler.


                            Büyük bir kervan hazırlandı ve Yesrib'e doğru hareket edildi.
                            Kervan Seyit ve Akip'in kontrolünde olsa da kervandakiler arasındaki asıl parlak şahsiyet Büyük Oskof idi...
                            Necran'ın bilginlerinden on iki kişi bu kafilede yer alıyordu ve yolculuk esnasında Hezremut bölgesinden de katılımlar oldu...





                            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                            Yorum


                              #15
                              Ynt: Mubahale ayeti – sedir ağaçlarının altında..



                              Peygamber Medinesi uzun süredir Arap yarımadasının dört bir yanından gelip giden halkın uğrak yeri olmuştu.
                              Bazı gruplar imanlarını ve İslam'a girdiklerini ilan etmek için geliyorlardı, bazı gruplar ise siyasi sözleşmeler için geliyorlardı.

                              Necranlıların Kafilesi Medine'ye geldi ve hemen mescide doğru hareket ettiler. Medineliler bütün yabancı heyetler arasında Necranlılar kadar güzel insanlar görmemişlerdi. İbadet vakti geldiğinde, çan çalındı ve Necranlılar doğuya yönelip, kendi ibadetlerinin gereklerini yapmaya koyuldular.


                              Müslümanlar, buna engel olmak isteyince, Allah resulü (s.a.a.) onların rahat bırakılmasını emretti.
                              Necranlılar, üç gün Medine'de istirahat ettiler. Bu üç gün zarfında, peygamber hakkında her türlü araştırmayı yaptılar.
                              Üçüncü günün sonunda, Allah Resulü (s.a.a. ) onları İs-am'a davet etti.

                              Onlar şöyle dediler: "Semavi kitaplarda anlatılan bütün nişaneleri sende gördük. Yalnız en büyük nişaneyi göremedik."

                              Allah Resulü, o alametin ne olduğunu sorunca, şöyle dediler:

                              "İncil'de okuduğumuz kadarıyla son peygamber, İsa'yı (a.s) tasdik edecektir. Ancak sen, onun bir kul olduğunu söyleyerek ona hakarette bulunuyorsun."
                              Allah Resulü (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Şahitlik ederim ki İsa, Allah'ın peygamberi ve O'nun elçisidir. O, doğru sözlü ve Allah'ın kullarından bir kuldur. Kendi yanından bir gücü ve kuvveti yoktur."

                              Onlar şöyle dediler: "Bir kul, İsa'nın yaptıklarını yapabilir mi? İsa, ölüleri diriltmiyor muydu? Körlerin gözünü açmıyor muydu? insanların kalbinde olanı haber vermiyor muydu? Bütün bunları, Allah'tan ve Allah'ın oğlundan başka kim yapabilir?"




                              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X