Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında

    Arkadaşlar merhaba

    http://www.velayet.com/index.php?topic=10836.0

    konusunda bu konuya değindik fakat aslında başlı başına bir konu bu.

    Bu konuyu bilmiyorum ve araştırıyorum elimden geldiğince. Kerbela44 arkadaş bahsi geçen başlıkta bana "Hz. Ali eliyle hareke eklendiğini" söylemişti. İlk mesajdan sonra biraz kalbim yatışmıştı. Fakat verdiği linklerdeki bilgilerde harekeleme ile ilgili herhangi bir bilgi olmadığını farkettim. Kuranın toplanması ile harekelenmesi arasında çok fark var (YIL olarak). Biraz araştırınca anladım ki bu harekeleme işi Hz. Ali tarafından veya onun kontrolünde yapılmamış ve -sanırım- ölümünden sonraya denk geliyor. ehlibeytin_izinde arkadaşım harekeleme konusunda biraz açıklama yaptı fakat bu açıklama da benim için tatmin edici olmadı. Çünkü Kuran'ın okunuşunun peygamberimiz zamanında iyi biliniyor olması ile, Kuranın toplanmasından yıllar sonra insan aklı ile harekelenmesi arasında bariz fark var. Ayrıca harekeleme bir sefer de değil. Kuranın bugünkü haline gelmesi hicri 2. yüzyılın ortalarını buluyor. En büyük işlemin Haccac (zalim haccac olarak tanınan) tarafından yapıldığı yazıyor her tarafta.

    Bu konuda ehlibeyt ekolü TARİH kaynaklarındaki bilgileri de sizlerden öğrenmek isterim. İlk başta hareke ile anlam kayması yapılmayacağını sanıyordum fakat hareke ile büyük anlam kaymaları yapılabileceğini de öğrendim. Sizdeki bilgileri de buraya yazarsanız hepimiz bir şeyler öğrenmiş oluruz.

    Osman dönemindeki Kuran nüshalarında hatta bir kaç yıl sonrakilerde bile hareke olmadığı kesin.
    Bulunmuş ve bilimsel yollarla tarihleri ispatlanmış TÜM 7. yüzyıl Kuran nüshaları için tıklayınız:
    http://commons.wikimedia.org/wiki/Ca...s,_7th_century

    Ayrıca Taşkent nüshasının büyük bir kısmı mevcut bende (Emin değilim galiba tamamı, 700 küsür sayfa). İndirmek isterseniz bir yerlere yükleyebilirim.

    Önce bendeki bilgileri yazayım:


    [hr]

    Kur'an'ın harekelenmesi ve noktalanması üç merhalede tamamlanmıştır.
    Birincisi: Muaviye b. Ebu Süfyan döneminde, Muaviye, Ebu'l-Esved'i görevlendirmiş, O da Kur'an okurken meydana gelebilecek okuma hatalarını ortadan kaldırmak amacıyla nokta şeklinde hareke işaretleri koymuştur. İkincisi: Abdülmelik b. Mervan döneminde Kur'an'daki bazı harfleri birbirinden ayırmak için noktalar konulmuştur. Mervan bu işte el-Haccac b. Yusuf'u görevlendirmiş; o da bu işi Nasr b. Âsım ve Hayy b. Yasmur'a havale etmiştir. Üçüncüsü: Bu dönemde i'rab alametleri olan Fetha, Damme, Kesre ve Sükûn konulmuştur. Bu harekelendirmede Halil b. Ahmed el-Ferahîdî'nin yolu izlenmiştir.

    Kaynaklar :* Buhari* Ebu Davud* İslam Tarihi

    O dönemde Arap harflerinde nokta ve hareke yoktu, Hz. Muaviye devri Irak valisi Ziyad bin Ebih, Arapçayı bilmeyen Müslümanların, Kur'ân'ı Kerim'i yanlış okumasını önlemek için devrin âlimlerinden Ebu'l Esved Dueli'yi görevlendirmiş. O da kelimelerin sonuna harekeyi belirlemek için nokta koymuştu. Daha sonra Haccac, kâtiplerinden Nasr bin Asım ve Yahya bin Ya’mer’e harflere nokta koymalarını emreder. Harflere ve noktalara bugünkü şeklini veren, Halil bin Ahmet (M.718) olmuştur.

    [hr]

    Yazı Mekke’ye ilk defa Hz.Peygamber’in yaşça kendisinden biraz büyük muasırları zamanında gelmiştir. O zamanlarda nokta kullanılmıyordu. Hz. Osman zamanında yazdırılan imam mushafta noktalar kullanılmamıştı. Bu da kelimenin Peygamberimizden rivayet edilen kıraat vecihleri ile okunmasına imkan veriyordu. Noktalamanın İslam’dan önce bilinip bilinmediği ihtilaflıdır. Bazıları bilindiği halde Hz.Osman’ın kıraatlere imkan vermesi düşüncesiyle kasden noktalama kullandırmadığını söyler.
    Mushafın noktalanması ilk önce hicri 65 yıllarında Abdulmelik İbn Mervan zamanında büyük bir ihtiyaçtan dolayı başlamıştır. Önceleri noktalar harfin yazıldığı mürekkepten farklı bir renkte konuyordu. “Üstün” yerine harfin üstüne bir nokta, “esre” yerine harfin altına bir nokta, “ötre” yerine harfin önüne bir nokta, “sükun” yerine 2 nokta konuluyordu.
    Daha sonra Abdulmelik (V 86/705) devrinde şekilce birbirine benzeyen harfleri ayırt edebilmek için noktalama ihtiyacı duyuldu. Bu iş için de nokta kullanılınca harekeleme gayesiyle konulan noktalama ile karıştı. Önceleri noktalama için ayrı, harekeleme için de ayrı mürekkepler kullanıldı. Bir müddet sonra ise harekeleme işinde şimdi bilip kullandığımız işaretler teşekkül etti.
    Bu şekilde harekeleme ve noktalama yapmak, surelere başlık koymak, ayet başlarını gösteren işaretler bırakmak, cüzlere ayırmak vs. Başlangıçta alimlerce kerih görüldüğü halde, sonradan mubah hatta müstehab görülen hususlardandır.

    Baştan yazı noktasız ve harekesizdi. Kur'an böyle yazılıyordu. Böyle noktasız ve harekesiz mushaflar yazılmıştır. Bu yazının okunması güç olmakla beraber bazı iyi cihetleri de vardı. Meselâ: Peygamberden işitilen kıraatlerin okunuşuna müsaittir. Bir kelimede muhtelif kıraatler toplanabiliyordu veya kelimenin müsaadesi nisbetinde kıraat ediliyordu. Yedi kıraatin hepsi Mushafı Osman'ın resmine, yazısına uygundur. Kıraatde zaten bu şarttır. Misal verelim:
    وما ربك بغافل عما يعلمون : 123 âyet, noktasız olduğundanتعملون،يعملون
    da okunur, her iki kıraate de müsaittir. فناداها من تحتها 19:34 âyet, harekesiz olduğundan " مَنْ مِنْ" = min, men diye
    her iki türlü kıraate de elverişlidir.
    İslâmiyet etrafa yayılınca Arap olmayan unsurlar da Müslüman olmuşlardı. Bunlar noktasız ve harekesiz Kur'an'ı okumakta herkes gibi güçlük çekiyordu. Lahne ve hataya düşüyordu. Bu güçlüğü gidermek, hataları önlemek için hareke ve nokta koyma çaresine başvurulmuştur. Bu iş başlıca üç safha geçirmiştir:
    1-Kelime sonlarında nokta şeklinde harekeler konması,
    2- Birbirine benzeyen harfleri ayırdetmek için harflerin noktalanması,
    3-Bugünkü şekildeki harekelerin konulması.
    Bunları birer birer izah edelim:
    1-Muaviye'nin Hilâfeti devrindeyiz. A'rabînin birisi:
    واعلموا ان الله برئ من المشركين ورسوله "Va'lemû ennALLAHe beriün minel-Müşrikîne ve Resulihi" diye okuyor. Bu okunuşa göre mâna çok bozuk oluyor. Bu gibi i'rap hatalarını önlemek için Irak Valisi olan Ziyad ibni Ebih, devrinin âlimi Ebül-Esved Duelî'ye (H. 69/M. 688) emrediyor. Buradaki hata i'rab hatası olduğundan kelimelerin sonlarının doğru okunup i'rap verilmesini sağlayacak işaretler koymasını söylüyor. Ebül-Esved de kelimelerin sonlarına nokta şeklindeki harekeleri koymaya başlıyor. Üstün için harfin üzerine bir nokta, ötre için harfin içine veya önüne bir nokta, esre için harfin altına bir nokta koyuyor. Tenvin için iki nokta koyuyor ve bu işi şöyle yapıyor:
    Kâtibine diyor ki: ''Ağzımı açtığım zaman harfin üstüne bir nokta koy, ağzımı topladığım vakit harfin içine bir nokta koy, esre okuduğum zaman harfin altına bir nokta koy!" O zaman bugünkü ıstılahlar henüz olmadığından böyle basit tâbirlerle, basit bir yolda harekeleme işini yapti.
    Tenvin için iki nokta koydu. Sonraları bu tarz, noktayla harekeler kelimenin bütün harflerine teşmil olundu. Ancak bunlar Mushafın yazılmış olduğu mürekkebin rengine uymayan bir renk ile yapılıyordu.
    Bu usul Mağripte ve Endülüste Dördüncü asrın ortalarına kadar devam etmiştir.
    Şarkta Halil ibni Ahmed'in harekeleri yayıldığı halde onlar bu tarzı bırakmadılar.
    Böyle kelimelerin sonları veya bütün harfleri nokta ile harekelenmiş Mushafları görüyoruz. Bazan bu noktalar küçük bir daire şeklini almıştır (o). Bilhassa harflerin noktalanmasından sonra hareke noktalariyle harf noktaları birbirine karışmasın diye daire şeklindeki hareke noktaları behemehal lâzımdı. Baştan harflerde nokta olmadığından bu iltibas yoktu. Ayrı renkte olmak, işi halledemiyordu. Hareke noktaları asıl yazıdan sanılmasın için harflere mahsus ve ekseriya siyah olan noktalardan ayrılmak üzere Mushaflarda ayrı renkte konurdu. En eski Mushaflarda kırmızı, sonraları sarı, yeşil ve nadiren mavi renkle yazılırdı. Nokta yerine konulan küçük daireler de böyledir. Dinî olmayan eserlerde ise bu harekeler hiç kullanılmaz. Bu usule göre:
    والقلم وما يسطرون âyeti şöyle hareke alır: وْالقْلْم وْمْا يْسطرْوْنْveya وْالقْلْم وْمْائسطْروْنْ
    2- İkinci merhale: Harfler birbirine benzediğinden yine iltibasa düşülüyordu. Hattâ bu yüzden hatalara düşüldüğü söyleniyor. Onun için birbirine benzeyen harfleri ayırdetmek için Haccac zamanında
    (H. 41-95/M. 661-713), Nasr bini Âsim
    (H. 89/M. 707) ve Yahya bini Ya'mer
    (H. 129/M. 746) harflere nokta koyma işini başardılar. Harf noktaları aynı renkte yâni siyah idiler. Hareke noktaları ise başka renkte idi.
    İbni Hallikân "Vefeyâtül-A'yân" da Haccac'ın tercümeihalinde diyor ki: "Ebu Ahmet Askeri "Kitabüt-Tashif' de hikâye ediyor: Bütün nâs 40 yıldan fazla Mushafı Osman üzere kıraat ettiler. Abdül-Melik bini Mervan zamanına kadar böyle gitti. Sonra Irak'ta tashif yayıldı. Haccac işaretler vaz'ını kâtiplere emretti. Nasr bini Âmir ve Yahya bini Ya'mer bu işi yaptılar. Harflere tek ve çift noktalar koydular." Bu da Emevilerden Abdül-Melik bini Mervan zamanında yapıldı.
    Harflerin noktalanması muhtelif safhalar geçirmiştir. İslâm Ansiklopedisi diyor ki: En son noktalanmış olan harf (8) dir. Bu her halde 11. asrın son yarısından daha evvel vâki olmamıştır. Bazan (Kûfî yazı ile yazılmış Kur'an'larda hemen daima) noktalar sol aşağıdan sağ yukarıya giden meyilli çizgiler şeklinde konulmuştur. Noktaların çift olanları, bazan şakulî ve bazan mail vaziyette olmak üzere yanyana konulur. Üç noktalar düz bir hat istikametinde sıralanır. (Ş) ش harfinde ise bu noktaların üçü ekseriya bir çizgi şeklinde gösterilir. Bu noktalama işi muhtelif şekillerde yapılmıştır ve türlü safhalar geçirmiştir. Çeşit harflere türlü noktalar konulmuştur. K ق
    3. asrın ortalarına kadar bu şekilde noktalanmıştır." Yakın zamana kadar ق ile (Fa)ف aynı yazılıdırق .ل harfi de ن'a benzer.
    İlk harekeler nokta şeklinde olduğundan bazıları nokta ile harekeden hangisi evvel olduğunu karıştırıyorlar. Evvelâ nokta kondu, sonra hareke verildi, sanıyorlar. Nokta ile harekeyi birbirinden ayıramıyorlar. Halbuki evvelâ hareke, sonra nokta konulmuştur. İlkin harekeler nokta şeklinde idi. Bugünkü harekeler daha sonra yapılmıştır.
    3- Ve işin üçüncü merhalesi odur. Hareke noktaları ikinci asrın ortalarında bugünkü şekilde harekelere çevrilmiştir. Ebül-Esved'in koyduğu hareke noktaları yerine bugünkü harekeleri koyan Halil ibni Ahmet (H. 100-170/M. 718-786) olmuştur. Bunları sesli harflerden, harfi medlerden almıştır. Ötre vavdan, üstün mail eliften ibarettir. Esre de kısaltılmış Y'dir. Cezim ve şedde gibi işaretler harekeden sonradır. Bunları da Halil icad etmiştir. Teşdid işareti şedde kelimesinin(Ş - ش harfinden alınmıştır. Hakikaten bugünkü harekeler çok lüzumlu idi. Okumayı kolaylaştırmak için noktalar çok konuldukça, hareke noktaları ile harf noktaları birbirine karışmaya başladı. İki türlü mürekkep kullanmak güç bir işti.
    Hasan Basri ve Muhammed bini Şirin, Mushafın noktalanmasında bir beis olmadığını söylerler. Nevevi ise Mushafın noktalanması ve harekelenmesi müstehaptır diyor. Zira lahn ve tahriften korur.
    Noktayı kusur sayanlar olmuştur. Hele tahriratta cehalet eseri imiş. Fakat noktasız yazı yüzünden bazı hatalar olmuş ve felâketlere bile sebep olmuştur. Hareke Kur'an'dan başka muharreratta kullanılmazdı, sonradan başladı.

    [hr]

    Kur’an’ın ilk harekelenmesi hicri birinci yüzyılda Ebul Esved ed-Düeli tarafından, yalnız kelime sonlarına nokta koyularak yapılmıştır. Bunun yararı görülünce geliştirilmiş ve hicri 2. yüzyılın ortalarında büyük gramer bilgini Halil bin Ahmed tarafından bugünkü şekliyle nokta ve hareke konulmuştur.

    Haccac'ın küçük yaşta Kur'ân-ı Kerim'i ezberlediği ve kardeşi ile birlikte Taif'te bulundukları tarihlerde çocuklara Kur'ân-ı Kerim'i öğrettikleri rivayet edilmektedir. Zalim, cebbar, kan dökücü sıfatlarla anılan Haccac'ın Kur'ân-ı Kerim'in harekelenmesi ve noktalanması faaliyetleriyle de ilgilendiği nakledilmektedir. Önemli vasıflarından bir tanesi de iyi bir hatip olmasıdır. Irak'a vali tayin edildikten sonra okuduğu hutbe Arap edebiyatının örnek metinleri arasında sayılmaktadır. Ancak, müspet faaliyetleri kötü şöhretinin çok çok gerisinde kalmış, inancını hal ve hareketine yansıtmadığından ötürü ümmetin nazarında itibar görmemiştir.

    [hr]

    Hz Osman zamanında çoğaltılan Mushaflar, harekesiz ve noktasız olarak yazılmıştı. Hicri Birinci asrın ikinci yarısından itibaren Arap olmayanların İslam’a girmeleri ve bunların Arapça’ya vakıf olmamaları sebebiyle Kur’an’ı Kerim’i yanlış okuma hadiselerine sık sık rastlanılır olmuştu. Bu yüzden; Kur’an-ı Kerim’e ilk defa doğru okumayı sağlamak için hareke konulmuştur. Kur’an’ı Kerim’e hareke ve nokta konulması meselesi başlangıçta tartışma konusu olmuşken, sonunda zarar değil de, fayda getireceği görüşü ağır basmıştır. Harekeleme; fetha için harfin üstüne, kesre için harfin altına, ötre için harfin önüne bir nokta konularak yapılıyordu. Harekelemeyle irab noktasında yapılabilecek muhtemel hataların önüne geçilebildi. Ancak İslam’a yeni girmiş ve Arap dilini bilmeyen Müslümanlar birbirine şekil olarak benzeyen (“Be” “Te” “Se”) (“Cim” “Ha”) (“Fe” “Kaf”) gibi harfleri sağlıklı bir şekilde ayırt edemiyorlardı. Bunun için harekeleme işinden sonra noktalama işaretleri yapılarak bu harflerin birbirinden ayırt edilmeleri sağlanıldı. Bir asra yakın süre bu işaretlerle Kur’an okundu. Daha sonra bildiğimiz harekeleme ve noktalama sistemi geliştirildi.
    Bunlardan sonra ayet sonlarına duraklar konuldu. Günümüzde bu durakların içinde ayet numaraları yer almaktadır. Daha sonrada Kur’an’ın manası göz önünde bulundurularak adına “Secavend” denilen birtakım işaretler konuldu. Bunlardan başka da sure ve cüz başlıkları, hizip ve secde işaretleri ihtiyaca binaen resmedildi.

    [hr]

    Dr.Gerd-Rüdiger Puin'in tezleri:

    Kaynak: (Kendisinin ögretim görevliligi yaptigi Saarland Üniversitesinin bir dergisinde yayinlanan haber)

    http://www.uni-saarland.de/verwalt/p...us/1999/4/10-K oran.html


    1- Kur'an 1924'den sonra Misir nüshasinin genel kabuliyetiyle birlikte birdaha sorgulanmadi. Ne müslim ne de gayri müslim tarafinca.

    2- 1972 yilinda Yemen'de bulunan Sanaa nüshasi peygamberin ölümünden sadece 50 yil sonra tertiblenmis.

    3- Nüsha tamamen harekesiz ve baslara eklenmis olan elifleri bulundurmayan bir metinden olusmaktadir.

    4- Yanlis harekelendirmelerden ötürü bugünkü Kur'an nüshalarinda yanlis anlamlar cikarilmakta ve kelimeler yanlis yorumlanmakta. Bundan ötürü Kur'an ayetlerinin beste biri anlamsiz hale geliyor.

    5- 1000 sene sonra bulunan bütün eski nüshalarda metinlerin sadece 18 harflik "Rasm(iz)" dan olustuklari ve bunlarin her birinin 5 sessiz harf yerine gecebildikleri görülebiliyor. Bu sekilde Muhammed zamaninda kullanilan bu basit fakat gayet tutarli ve saglam Arapca yazim bicimi cok daha net bir yapiya sahiptir ve Kur'an'in da Arapcanin da orjinal yazim bicimidir. Bugünkü harekeler cok daha sonra icat edilmis, Kur'an disi bir sistemdir.

    6- Aramiceden alinan bircok kelime Arapcaya gecerken anlam kaydirmalarina ugramistir. Muhammed zamaninda bu kelimeler daha sapasaglam, orjinal anlamlariyla kullanilirken daha sonra gayri bilincli yada bilincli bir bicimde kaydirilmistir. Zaten Arap lügatlari da ne hikmetse bir kac yüz yil sonra yazilmaya baslanmistir.

    7- Kur'an'daki baglaminda anlam kaydirmalarina örnek olarak sunu veriyor: "s-k-n" köküne sahip "sakinah" kelimesi Kur'an'da alti ayetde gecer (2:248, 48:2, 48:18, 9:26, 9:40, 48:26). Burada her seferinde "Allah'tan indirilen huzur" ile cevrilmesine ragmen Kur'an'in günümüz sekliyle yazilan halinin basitce "sessizlik" oldugu görülebilmekte. Aramicedeki asil hali olan "shekhina" bu Allah'tan gelen "huzur" vurgusunu daha iyi yapabilmektedir. Bu yüzden Kur'an metnini günümüz Arapcanin dil kriterlerini gözetmekten cok Arami dil yorumuyla okumak daha anlamli ve dogru olacaktir.

    [hr]

    Haccac bin Yusuf hakkında:

    Emevî devletinin ünlü komutanı. Hicretin 41. yılında (M. 661) Taif’te doğdu. Gençliğinin ilk yıllarına dâir bilgi çok azdır. Mervanoğulları hizmetine giren Haccâc’ı Halife Abdülmelik kumandan yaptı. Çok geçmeden de Mekke-i mükerremede bulunan Abdullah bin Zübeyr’in (radıyallahü anh) üzerine gönderdi. Mekke’yi kuşatan Haccâc, Abdullah bin Zübeyr’in direnişini kırmak için, Kâbe’yi taş ve mancınıkla dövmekte ve yıkmakta tereddüt göstermedi. Yedi ay kadar süren muhasaradan sonra Mekke’yi tamâmen teslim aldı ve Abdullah bin Zübeyr’i şehid ettirdi. Şehirde büyük bir katliam hareketi yaptı. Bu arada yıkılan Kâbe’yi yeniden inşâ ettirdi.

    Hicrî 75 (M. 694) yılında Hicaz ve Irak Vâlisi oldu. Hindistan’a kadar birçok yerleri fetheden Haccâc, bu arada çok sayıda Müslümanı şehid etti. O yıllarda Irak bölgesinde yıllardır devâm eden Hâricî isyanları vardı. Müslümanlar zulüm ve işkence altındaydı. Hâricîleri arka arkaya vurduğu darbelerle kahreden Haccâc, büyük bir üne kavuştu. Hâricîlerin belli başlı reislerini öldürdü. H. 86 yılında Velid’in halîfe olması ile yetkileri daha çok arttırıldı. Halîfe Velid bu çok güvendiği vâlisi ile istişâre ederdi. Ömrünü ülke içindeki kargaşalık ve siyâsî isyanları bastırmakla geçiren Haccâc, çabuk yıprandı. H. 95 (M. 714) yılında Vâsıt şehrinde vâliyken vefât etti. Şehrin bilinmeyen bir yerine gömüldü.

    Haccâc, yirmi üç sene idâre ettiği memleketleri dehşet ve korku içinde bıraktı. Ömründe yüz yirmi bin kişiyi katl ve idâm ettirdi. Vefatında zindanlarda elli bin kişi olduğu rivâyet edilmektedir. Bu sebeple idâre ettiği bölgelerde “Haccâc-ı Zâlim” diye anılırdı. Güzel konuşur, nükteli sözleri severdi. Her zaman samîmî bir Müslüman intibâını vermekteydi. Hâricîlere vurduğu darbe ile Ehl-i sünnete büyük hizmeti dokunmuştu. Ayrıca Kur’ân-ı kerîme hareke koyup doğru okunmasını da sağlamıştır. Çiftçilere fâizsiz kredi verdi ve sulama tesisleri yaptırdı.

    Çok zekî ve siyâseti kuvvetliydi. Keremi, cömertliği, ihsânı da zulmü gibi pek fazlaydı. Affı da çok olurdu.

    #2
    Ynt: Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında

    kardesim;
    inanciniz hakkinda arastirma yapmaniz güzel
    ancak sorulariniza buldugunuz cevaplarin, baska sorular dogurmaksizin, dogursa dahi, sizi süphelerle bogusacaginiz bir cikmak sokaga atmaksizin, kesin bir noktaya ulastirmasini istiyorsaniz, ehlibeyt kavramindan baslamalisiniz!

    "Resulullahin biraktigi iki emanetten biri KURAN ise digeri EHLIBEYTTIR" buradan baslamanizi öneririm ben size
    hz.Ali döneminde hz.Ali var ise, ondan sonra Hasan var Huseyn var, onun ogullari olan pak imamlar ve bunlarin sadik yarenleri var, yine bunlarin ilimde öncü olan yakinlari var!

    Resulullah buyurmuyormu "ben ilmin sehriyim Ali kapisidir ILIM ÖGRENMEK ISTEYEN KAPISINDAN GELSIN" siz böyle bir meselenn özünü süfyanogullarindan, mervan ogullarindan sorarsaniz cikmaza girersiniz.

    sizin bahsettiginiz gibi bir hatanin olusmasi mümkün degil
    nedeni ise gayet acik
    bakin asirlar boyu ehlibeyt ve yandaslari sonradan uydurulan hadisler ve yerlestirilmekte olan din anlayisina karsi savas verdikleri icin katliamlara ugramislar ve asla vazgecmemislerdir, kaldi ki, onlara ragmen kuranda yanlis harekeleme veya yanlis kiraat sözkonusu olsun, eger öyle olmus olsaydi su an sia arasinda en azindan farkli bir kuran olmasi gerekirdi, böyle bir sey olmadigina göre bu süpheleriniz yersiz veya sorularinizin cevabini yanlis yerde ariyorsunuz...Ehlibeyt kavrami ümmet icin Rahmettir

    ve size sectigim su kisa alintilari aktarmak istiyorum, umarim faydali olur...
    ......................
    Mısır'da Kahire'de "Seyyidüna Hüseyin" Camii’nde, Ali ibnu Ebi Talib'e mensup kendi el yazısıyla Kufi kadim hattıyla yazma bir Mushaf vardır.

    Mısırlı Türk Dostu Abdulvehhab Azzam Şehadetnamesi’nde Meşhed'de Hattı Kufi ile yazılı bir Mushaf'tan bir kısım gördüğünü ve sonunda şu ibare bulunduğunu yazıyor: "Bunu Ali ibnu Ebu Talib yazdı."

    Yine orada diğer tam bir Mushaf vardır, o da Kufi Hattıyla şu ibare yazılı: "Bunu Hasan ibnu Ali ibnu Ebu Talip yazdı."

    Şia ulemasından Abdullah Zicani, Kur'an Tarihi’nde Necefu'l-Eşref'te Hz. Ali hattıyla Mushaf bulunduğunu söyler.
    İşte, muhtelif eski nüshalar, Sahabe devrinden kalma Mushaflar bugün de elde mevcuttur. Bu mushaflar arasında hiçbir farklılık yoktur.(64)

    "Münih Üniversitesi’nde kurulmuş "İnstitut für Koran Forschung", bütün dünyadan topladığı 42.000 kadar tam ve natamam Kur'an nüshasını bir araya getirip tasnif etmiş ve 50 yıl süren bir mukabele ve tetkikat sonunda bunlar arasında bir iki hattat hatası bir yana, hiç bir nüsha farkı olmadığını tesbit etmiş ve bu durumu bir raporla dünyanın gözleri önüne sermiştir. Bu Enstitü, içindeki vesikalarla birlikte II. Dünya harbi esnasında Amerikan uçaklarının bombardımanları sırasında berhava oldu."(65)

    Tevbe Suresinin 3. ayeti "Ve Rasuluhu" yerine "Ve Rasulihi" şeklinde okununca anlam, "Allah ve Rasülü müşriklerden beridir" şeklinde iken "Allah, müşriklerden ve Rasülü'nden de beridir" şekline dönüşür. Harekelemeye göre değişen bu okuyuş hatalarını Arap olmayanların farketmesi imkansızdır. Harekeleme, bu zaruretten doğdu.

    69/688 de Ebu’l-Esved ed-Düeli renkli bir mürekkeble harflerin üstüne, altına, önüne birer nokta koydu. Üstteki a, alttaki i, yandaki u , sesini veriyordu. Tenvin içinde iki nokta kullanıldı.

    Esved'in ögrencisi Nasr ibnu Asım (89/708) de harfleri harekeledi. Kimi tarihçiler bunu yapanın Basralı Yahya ibnu Ma'mer (129/746) olduğunu söylerler . Kur'an imlasında son düzenleme Halil ibnu Ahmed (175/791) tarafından gerçekleştirildi. Hemze, şedde, sila, revm, işmam belirlendi. Bu hareket başlangıçta bir muhalefetle karşılaştı ise de sonunda genel kabul görmüştür.
    ...............
    son bölümde dikkat ettiyseniz sizin takildiginiz veya örnek olarak verdiginiz ayet geciyor...yani bahsettiginiz durum harekelemeden dolayi kaynaklanmiyor, tam tersine, harekelenme bu tür olusumlara karsi yapiliyor!


    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    Yorum


      #3
      Ynt: Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında

      kardesim;
      inanciniz hakkinda arastirma yapmaniz güzel
      ancak sorulariniza buldugunuz cevaplarin, baska sorular dogurmaksizin, dogursa dahi, sizi süphelerle bogusacaginiz bir cikmak sokaga atmaksizin, kesin bir noktaya ulastirmasini istiyorsaniz, ehlibeyt kavramindan baslamalisiniz!

      "Resulullahin biraktigi iki emanetten biri KURAN ise digeri EHLIBEYTTIR" buradan baslamanizi öneririm ben size
      hz.Ali döneminde hz.Ali var ise, ondan sonra Hasan var Huseyn var, onun ogullari olan pak imamlar ve bunlarin sadik yarenleri var, yine bunlarin ilimde öncü olan yakinlari var!

      Resulullah buyurmuyormu "ben ilmin sehriyim Ali kapisidir ILIM ÖGRENMEK ISTEYEN KAPISINDAN GELSIN" siz böyle bir meselenn özünü süfyanogullarindan, mervan ogullarindan sorarsaniz cikmaza girersiniz.
      Yerinde bir hatırlatma.

      Maksadı gerçekten Kuranın tahrif edilip edilmediğini araştırmak olan insanlar şöyle yapıyorlar:

      1 Faslı, 1 Endonezyalı, 1 İranlı, 1 Mısırlı, 1 Türkiyeli, 1 Hindistanlı hafızı dinliyor, bakıyor ki hemen hepsi istisnasız KURANI aynı okuyor tümüyle. Hiç bir eksiklik fazlalık olmadan.

      Farklı coğrafya hem de ne kadar birbirinden uzak, farklı kavim farklı kültür ve farklı tarih ve zamanda bu değişmiyorsa bundan daha mükemmel bir bilimsel ispat olabilir mi?

      Maksatta inanmamak ve tahrip ise, peygamberler kendilerine açık açık mucize gösterdikleri halde nasıl inanmayanlar olduysa, yine inanmayanlar, tahribe çalışanlar olacaktır elbette.
      Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
      Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

      Yorum


        #4
        Ynt: Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında

        Allah razi olsun kardesim, gercekten yerinde bir hatirlatma


        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

        Yorum


          #5
          Ynt: Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında

          Kuran'ın tahrifi iddiasında değil ki bu yazılar. Kuran Allah'ın indirdiği şekliyle duruyor, korunmuş. Fakat insanlar hareke eklemişler. Ali'nin Mushafını kenarlarında notlar var şerhler düşülmüş diye kabul etmeyenler neye dayanarak kafalarına göre işaret eklemişler ona anlam veremiyorum bir türlü. Ali'nin mushafı nerede madem? Öyle üstünkörü ile bakmayla zaten herhangi bir hatalı harekeleme tespit edilemez ciddi ciddi incelemeye almak lazım. Aliminiz kafalardaki soru işaretini kaldırmak için böyle yapmış olabilir mi? Ehli sünnette de evliyalar(!) var bilirsiniz. "biz özel olarak gittik baktık, aynı Allah katındaki lehvi mahfuzdaki gibiydi, hiç bir fark yok" deseler ve buna dair bir şey göstermeseler tatmin olalım mı?

          Ayrıca benim hüsnü kuruntum değil bunlar. Muhammed Esed ve Taberi (Taberiden emin değilim) gibi bazı alimler de bunu bildikleri için tefsir yaparken bu hareke olayına değinmişler ve anlamsız şekilde olan yerlerde "falanca nüshasındaki kıraate göre okumak lazımdır, çünkü bu şekilde anlamsız/zıt anlamlı oluyor" demişlerdir. Bununla ilgili örnek ayet yazarım.

          Yorum


            #6
            Ynt: Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında

            hareke ya da harfler konusunda bir tane bile tahrifat olsaydı yani Kur'an'a Peygamber s.a.a. zamanında okunduğundan farklı bir işlem dahil edilseydi hiç şüpheniz olmasın ki bu gün elimizde yüzlerce değil milyonlarca farklı Kur'an olurdu ve bu din tahrif olan dinlerden daha kötü tahrif olurdu.

            Tüm emperyalizmin korkulu rüyası şeytanın başedemediği tek alan olan Kur'an'ın korunması dediğiniz gibi harekelerle şüphe altına düşseydi bunu çok iyi kullanır geliştirirlerdi..

            yanlışlardan doğru harekeli ya dad hafli Kur'an çıkmayacağı gibi, eldeki tek Kur'an'a da dönüşemezdi. Bu akıl dışı bir işlem olur. Çünkü Kur'an kitapları fotokopiye benzer. Eğer fotokopinin tertemiz çıkmasını istiyorsanız aslının da tertemiz olması gerekir. Ancak aslında bir çizgi varsa o da fotokopiye yansır.

            bu konuda collingvood idi sanırım tarih tetkikleri isimli bir kitabı var bunda bir kitabın tarih boyunca değişmeden gelip gelmediği konusunda çok objektif kriterler mevcut. bu kitapta kitapların değişip değişmediğini, kitapların nasıl korunduğu, değişikliklerin nasıl tespit edilebileceği konusunda çok net bilgiler var. bunları ele aldığınızda Kur'an'ın herhangi bir değişikliğe uğraması mümkün değildir..

            kıraat farklılıkları vardır ve bu ayrı bir ilimdir, ve kaynağı yine Hz. Peygamber s.a.a.'e dayanır. bunlar okunuşta farklılıklardır. Ben şu ana kadar Kur'an'ın yazılışında herhangi bir farklılık ne gördüm ne de duydum

            Yorum


              #7
              Ynt: Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında

              [quote author=ehlibeytin_izinde link=topic=10969.msg67954#msg67954 date=1262889724]
              kıraat farklılıkları vardır ve bu ayrı bir ilimdir, ve kaynağı yine Hz. Peygamber s.a.a.'e dayanır. bunlar okunuşta farklılıklardır. Ben şu ana kadar Kur'an'ın yazılışında herhangi bir farklılık ne gördüm ne de duydum
              [/quote]

              Sevgili kardeşim bu kıraata göre tefsir ve meallerde anlamlar değişiyor işte. Yani falanca kıraate göre başka bir şey olan AYNI kelimeler başka bir kıraate göre filanca anlama gelebiliyor.

              Taberinin Tefsirini indirin darulkitap.com dan ve arama kısmına girip kıraat diye aratın. Taberi iyi bir çalışma yapmış ve kıraat farklılıklarına göre ayetlere yapılan farklı yorumlara da yer vermiş bir çok yerde.

              Şu halde bu harekelerin hangi kıraate göre konduğunu söyleyebiliriz? Yani Kuranın harflerinin aslında bir bozulma yok fakat kıraate göre ve konan harekelere göre anlam değişikliği oluyor. Sizin verdiğiniz resulihi örneği gibi absürt bir şey olmamış ki kimse itiraz etmemiş. Ama öbür türlü anlam değişikliklerinin olduğunu bütün alimler biliyor ve kimsenin bir itirazı yok.

              Yorum


                #8
                Ynt: Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında

                kıraat farklılıklarını biraz daha inceleyip örnekler üzerinde konuşmak daha sağlıklı olacaktır ancak peşinen söylemeyliz ki ehlibeyt mektebi tüm sapma ve değişmelere karşı bu işin sigortasıdır... ve diğer mezheplere bakarak din hakkında doğru bir yargıya ulaşmak mümkün değildir..

                itirazı yok demeniz gerçek değil mezhepler zaten bu itirazları dile getirmenin sistemleşmiş şekli...

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında

                  Haklısın kardeşim. Bunun için açtım zaten konuyu.

                  Örneğin;
                  mevcut harekelere göre Sebe Suresi 19. ayet:
                  Ayet: Fe kâle rabbena BÂ'İD esfârina.
                  Meal: "Rabbimiz! Seferlerimizi uzat!" dediler.


                  Muhammed Esed Sebe Suresinin 19. ayeti için şöyle bir çeviri uygun görmüş:
                  Fe kâle rabbüna BA'ADE esfârina
                  "Rabbimiz, seyahat menzilleri arasındaki mesafeyi uzattı," dediler.

                  Şöyle bir not düşmüş bunun için:
                  Genel kabul gören kıraat şeklinde -Medine ve Kûfe'nin ilk alimlerinin çoğunlukla kabul ettikleri kıraat- yukarıdaki ifade, nidâ ismi olan Rabbenâ ve emir kipinde bâ‘id (“Ey Rabbimiz! ... mesafeleri uzat” vb.) ile okunmaktadır ki bu kıraatın tatmin edici bir açıklamasını yapmak zordur. Diğer taraftan, bazı ilk dönem Kur’an müfessirlerinin rivayetlerine dayanan Taberî, Beğavî ve Zemahşerî, sözkonusu kelimelerin başka muhtemel okunuş şekillerinden söz ederler: Rabbunâ (ismin yalın hali) ve be‘ade (haber kipi) şeklindeki bu okunuşlar, anlamı benim çevirdiğim biçimde vermektedir: “Rabbimiz ... mesafeyi uzattı”. Bana göre bu kıraat daha uygundur, çünkü (Zemahşerî'nin de işaret ettiği gibi), Sebe halkının, devletlerinin yıkılmasından, nüfusun büyük kısmının sürgüne gönderilmesinden ve neticede (büyük kervan yolları üzerindeki) birçok köy ve kasabanın terk edilmesinden duydukları gecikmiş üzüntü ve pişmanlığı dile getirmektedir.

                  [hr]

                  Taberiden de bir örnek vereyim:

                  Enam suresi 105 hakkında Taberi tefsiri:

                  105- Kâfirler: "Onu başkalarından öğrendin." desinler ve bilen bir kavme açıklayalım diye âyetleri geniş olarak işte böyle izah ederiz.

                  Müfessirler ve kıraat âlimleri bu âyette geçen ve "Başkalarından öğren­din" diye tercüme edilen kelimesini farklı şekillerde okumuşlar ve okunan kıraat şekline göre de farklı mânâlar vermişlerdir.

                  a) Medine ve Küfe kurraları ile Abdullah b. Abbas, Mücahid, Süddi ve Dehhakın bu kelimeyi Kur'anda tesbit edilmiş olan şekliyle şeklinde okudukları ve bunun mhanâsının, "Okudun ve öğrendin" demek oldu­ğunu söyledikleri rivayet edilmiştir. Taberi de bu kıraati ve bu izah tarzını tercih etmiştir. Çünkü şu âyette de belirtildiği gibi, müşrikler, Resulullahı, Kur'anı başkasından okuyup öğrenmekle itham ediyorlardı. "Şüphesiz ki biz, kafirlerin, "Bu Kuranı Muhammede bir adam öğretiyor" dediklerini çok iyi biliyoruz. Ku­ranı Muhammede öğrettiğini iddia ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Kur'an ise açık, fasih Arapça'dır. [141]

                  b) Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Mücahid, Dehhak ve bir kısım Basra Kurralan bu kelimeyi şeklinde okumuşlar, mânâsının da "Tartıştın, birbirinize okudunuz..." demek olduğunu söylemişlerdir. Yani, Kureyş müşrikleri, Resulullahı, ehl-i kitapla tartışarak ve onlarla karşılıklı ola­rak birbirlerine okuyarak öğrenmekle itham etmişlerdir.

                  c) Katadeden nakledilen başka bir görüşe göre bu kelime, şeklinde okunmuş manası ise "Sana okundu bildirildi" demektir.

                  d) Hasan-ı Basri ye Abdullah b. Mes'uddan nakledilen bir diğer görüşe göre bu kelime şeklinde okunmuştur. Mânâsı ise "Silinip gitmiştir, zamanı geçmiştir" demektir. Yani, müşrikler Resulullaha "Senin bu oku­duğun Kur'anın zamanı geçmiştir" demişlerdir. Bu âyeti "Biz bu âyetleri sana: "Sen bunu, başkalarından okuyup öğrendin" demesinler diye..." şeklinde izah edenler de vardır.

                  NOT: ne şekilde okudukları açıkça bilemiyorum kitabın orjinali olmadığı için. Aradan kesilmişler. Bende sadece elektronik kitap hali var Taberi tefsirinin.

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında

                    Kusura bakmayın yazım hatalarını düzeltmeye vaktim olmadı fakat yazı anlaşılabilir durumda.

                    Hz. Osman Mushafları Hareke ve Tezyin Döneminde


                    Hz. Osman mushaflan hareke ve noktalama işaretlerinden hali olarak çoğaltıldı. Bu şekilde yazılmakla da birkaç vecih okunmaya musaiî İdi- Çe­şitli gölgelerde yaşayan halk kendi fıtrî selikasıyle bunların arasını ayırabi­liyordu. Doğru okuyabilmek için şekil, hareke ve noktalama işaretlerine ih-. tiycıçları yoktu. -Ebu Ahmed el-Askeri'nin,(öl. 382) de belirttiği gibi- halk kırk küsur sene Abdülmelik'in hilafetine kadar Hz. Osman mushaflarını bu şekside okumaya devam etti. Ama Abdülmelik'in hilafeti döneminde Irak'ta tasnifler yaygınlaştı[93] Öyle sanıyoruz ki bürodaki «tasnif» ten maksat, Arap olmayanlarla ka-; nştıktan sonra halkın bazı Kur'an kelime ve harflerini yanlış okumaları an­lamındadır.'Acemlik, lugötlarınin safiyetini bozmaya başlamıştı.[94] Hicrî 65 senesinde halife Abdülmeiik zamanında devlet adamlarından bazısı, mushaflar herekesiz ve noktalamnsız kaldığı takdirde tahrifin Kur'an nas~ sına kadar uzanmasından endişe duymaya başladı. Böylece doğru okuma­yı sağlayabilecek şekiller üzerinde düşünmeye koyuldular. Bu alanda Ubeydullah b. Ziyad (öl. 67) ve el-Haccâc b. Yusuf Es-Sakafi (ÖL 95) akla gelmek­tedir. İbnu Ziyad'ın İran asıllı bir zâta, kendilerinden elif atılmış ikibin ke~ İtmeye elif eklemesini emrettiği rivayet edilir. Yazılmasın! emrettiği bu ki­tapta yerine yerine yazıdı. [95] el-Haccâc'a gelince, onun için şöyle denilir: Onbir yerde Kur'an yazısı­nı İslah etti. Onun yaptığı bu ıslahat İle Kur'an yazısı en açık ve en kolay oKunuryazı oldu. [96] Şayet doğru ise, Hz. Osman imlâ yönünden yapıla­cak düzeltmelr için şöyle demiştir: «Bu yazıda bir takım eksiklikler görüyo­rum. Ama Araplar onu ıslah edecektir.» [97] Bu hususta eksiklik ve tashifa-tın hepsi bu kabildendi. Çevre ve zamanın değişmesiyle değişikliğe uğrama­sı kaçınılmaz olan yazı şekliyle ilgilidir. Kur'an nassına gelince, o, hiçbir za­man değişikliğe uğramamıştır. Çünkü âlimlerin göğüslerinde mahfuzdu. Her nesil bir önceki nesilden şifahi olarak ve yakîn ifade eden tevatürle aktarıia gelmiştir.

                    Kur'an yazısının düzeltilmesi bir defada tamamlanmamıştır. Nesi! nesil tedricî olarak ıslah edilerek düzeltilmiş ve nihayet hicrî üçüncü asırda zir­veye ulaşmıştır. Kur'anın noktalama işinin sadece EfauH-Esved ed-Düeü ta­rafından yapıldığını söylemek makul değildir.

                    Önceden âiimîer, Kur'an'ı ilk noktalayan kimsenin kim olduğu husu­sunda ihtilafa düşmüşlerdir. [98]. Bu konuda üç kişinin ismi söz konusu e-dilmektedir: [99] Ebu'l-Esved ed-Düelî-ki en meşhuru1 budur- Yahya b. Ya'mer [100] ve Nasr b. Âsim e!-Leysî. [101]

                    Ebu'l-Esved ed-Düelî, Hz. Ali b. Ebi Talib'in emriyie Arap diliyle ilgili bir takım kuralları ilk vazeden kişi olarak şöhret bulmuştur. [102] Görünen o ki, Kur'an'ı noktalaması, Arapdiiiyle ilgili bu sabkati zannından kaynaklanmak­tadır. [103] Kaynakların bu konuda nakletmiş oldukları bir olay, onun Kur'­an lugatma oian gayretinin ne kadar çok olduğuna işaret etmektedir. ed-Düelî, birinin [104]âyetini okurken keli­mesinde !âm harfini kesre olarak okuduğuna şahit olmuş ve bu hata onu korkutmuş: «Allah, Rasülünden beri olmaktan yücedir.» demiş ve daha ' sonra Ziyad'la görüşmek üzere Basraya giderek kendisine: «Yapmamı is­tediğin işe talibim» demiştir. Daha önce Ziyad kendisinden, insanların Al-iah'ın kitabını doğru okumalarını sağlayacak alâmetler koymasını istemişti.

                    [105] Ancak o, bu olayla karşılaşıncaya kadar olumlu cevabını verme­mişti. Ama bu olayla karşılaştıktan sonra kesin kararını verdi. Çalışması neticesinde fethaya alamet olmak üzere harfin üzerine bir nokta, kesreye alâmet olarak altına bir nokta ötreye alâmet olarak harfin kısımları arası­na bir nokta ve sukûne alâmet olarak da iki nokta koydu. [106]. Bazı âlim­lere göre ise, Ebu'l-Esved, Abdülmelik b. Mervan'm emriyle Kur'anı nokta­lamıştır. [107]

                    Bu muhtelif rivayetlerden hareketle Ebu'l-Esved'i Kur'anı noktalamaya sevkeden sebepleri tayin etmemiz zordur. Bilemiyoruz, kendiliğinden mi bu işe girişmiş, yoksa daha önce hiç aklından geçirmediği bu iş kendisine em-rediîmesi sonucunda mı icabet etmiştir. Haddi zatında yaptığı işin kesin mahiyetini bile bilemiyoruz.

                    Lâkin şunu kesin olarak biliyoruz ki, herkesten önce büyük bir işi omuz-iarrnştır. Bu konudaki rivayet ve haberlerin ittifak ettikleri asgari müşterek budur. Kur'anın noktalanması ve harekelenmesi metodunun sadece kendisi tarafından konulduğu meselesine gelince bu mantıkî ve makul değildir. Değil bir fert, fertler ve değil bir nesil, nesiller ancak böyle bir işi yapabilir. O halde Kur'anın noktalanması ve yazısının tecvidi silsilesinde Ebu'l-Es-ved'in ilk haikayı teşkil etmesi yeterlidir. [108]

                    Bu silsilede diğer bir halka vardır ki bazı âlimler onun ilk halka olduğu­na kanidir. Bunlara göre mushafları ilk noktalayan kişi Yahya b. Ya'mer'-dir. [109] Kur'anın noktalanması işinde Yahya'nın da bir payının bulundu­ğu muhakkaktır. Lâkin ilk kişinin kendisi olduğu hususunda elimizde ke­sin bir delil yoktur. Olsa olsa Merv şehrindeki mushafları ilk noktalayan­dır. Onun bu hususta öncelik hikâyesi İbnu Hallikân tarafından zirveye ulaştırılır. Çünkü onun iddiasına göre İbnu Sîrîn'in noktalanmış bir mushafı vardı, onu Yahya b. Ya'mer noktalamıştır. [110]. Bilindiği gibi İbnu Şîrîn H. 110 yılında vefat etmiştir. O halde bu tarihten önce, hareketlerin yerine ge­çen şekil ve noktalamaları bulunan tam bir mushaf mevcuttu. Hiç şüphesiz böyie bir iddiayı kabullenmek pekte kolay olmayacaktır. [111]

                    Nasr b. Âsim el-Leysî'ye gelince, Kur'anın noktalama işinde onun pa­yı, üstadiarı olan Ebul-Esved ile İbnu Ya'mer'in çalışmalarının bir devamı olmaktan öteye geçmez. Daha önce belirttiğimiz gibi Nasr her ikisinden

                    ders almıştır. Ancak Ebu Ahmed el-Askerî-garip rivayetlerinin birinde -el-Haccac'ın, Kur'anın noktalanması hususunda kâtiblerine hitap edip ben­zer harflerin birbirlerinden ayırt edilmesi için harfler üzerine birtakım alâ­metler koymalarını isteyince, bu işte en güçlü temelin Nasr b. Âsim oldu­ğunu te'kid eder. [112] Bu rivayet neredeyse Kur'an'ı ilk noktalayan kişinin Nasr b. Âsim olduğunu ifade etmektedir. [113] Lâkin bu da bu konudaki ihtilafı kesin bir sıhhatle çözüme kavuşturmaktan uzaktır. Kur'anı ilk nok­talayan Ebu'l-Esved yahut İbnu Ya'mer veya Âsim olduğunu kesin olarak ileri sürmek mümkün değilse de Kur'an yazısının güzelleştirilmesi ve oku­nuşunun kolaylaştırmasında hepsinin payının bulunduğunu kesinlikle söy­leyebiliriz. Yine hiç şüphesiz el-Haccac'ın-hakkında ne kadar faklı görüş ileri sürütürse sürülsün ve şahsi niyyeti ne olursa olsun- Kur'anin noktalan­masına teşviki ve bu konu üzerinde hassasiyetle duruşunu inkâr etmek mümkün değildir.

                    Gün geçtikçe Kur'an yazısının kolaylaştırılmasına gösterilen ihtimam arttı. Bu kolaylaştırma çeşitli şekiller aldı. Noktalan ilk ortaya koyan ve onları Kur'anda kullanan el-Halildir. [114] Noktaların illetlerini izah eden [115]hemze, şedde, revm ve işmamı ilk vazeden de odur. [116] Ebu Ha­tim es-Sicistânî [117] Kur'anın noktalanması ve harekelenmesiyle ilgili ki­tabını telif ettiği zaman mushafların yazısı kemal derecesine yaklaşmış du­rumdaydı. Nihayet hicrî üçüncü asrın sonlarına doğru yazı, güzelliğinin zir­vesine ulaştı. İnsanlar güzel hatları seçmede ve ayırıcı alâmetleri ortaya atmada yarışır oldular. «Şeddeli harf İçin parantez gibi bir alâmet koydular. Vasıl elifi için, bir öncesi harfin meftuh, meksur veya mazmum olduğuna bakarak üstüne, altına veya ortasına bir çizgi çizdiler.» [118]

                    Kur'an yazısının güzelleştirilmesinde ne engellerle karşılaşıldı! Hicri aânn sonlarına kadar Kur'an noktaları hususunda âlimler ihtilafa devam et­ti. Noktalama işinin hoş karşılanmaması çok erken zamanlarda, değerli Sa-habî İbnu Mesud'un «Kur'an'ı îecrid edin ve ona birşey karıştırmayın» [119]

                    sözünü söylediğinde başiadi.Aynca Tabiîn arasında mushaflara hoş koku sürülmesi, yapraklarının arasına gül yapraklarının konmasını biie hoş kar-şılamayanlar vardı. [120] Etbauttabiîn döneminde İmamı Malik (v.a.) [121] bu meselede durumları birbirinden ayırmayı tercih eder. «Âlimlerin Kur'anı öğrendikleri mushafların noktalanmasını mubah, ama ana mushafların nok­talanmasını mubah görmezdi.» [122] Bununla birlikte muhafazakâr çev­reler mushafiarm noktalanmasını hoş karşılamıyordu. Zaman zaman mu­tedil kimseler orîaya çıkıp noktalama ve ta'şîr işini birbirinden aysran ve noktaların, Kur'anın tecrid edilmesine muhalif olmadığı hususunda halkı uyaranlar oluyordu. el-Halîmî [123] şöyle demektedir: «A'şâr, ahmâs ve sûrelerin isimleriyle âyet sayılarının yazılması «Kur'an'ı tecrid edin» sözün­den dolayı hoş karşılanmaz.» Noktalara gelince onlar caizdir. Çünkü onlar­dan dolayı Kur'andan olmayan birşey Kur'andanmış vehmine sebep değil­dir. Aksine, okumanın ne olduğuna delâlet eden işaretlerdir. Bu sebeple onlara muhtaç olanlar için zararları yoktur. [124] Kaîdı ki noktalarla ta'şir arasındaki bu açık ayırım hicrî beşinci asrın başlarına kadar muhafazakâr çevrelerin noktalamasiz ve işaretsîz m us haftan okumada ısrar etmelerine engel olmadı. Bu katı kimselerin gözünde bu alâmetlerin çıkarılması bir bid'-atden başka bir şey değildir. Her bid'at de sapıklıklar ve her sapıklık ateş­tedir. -ed-Dânî'nîn de dikkat çektiği gibi- harekeler yerine bazı noktala­maların kullanılmasına göz yumuyor, ama Kur'anın harekelerin kendisiyle harekelenmesine, şiddetle karşı koyuyorlardı. Oysa çağlarında bunu sa­kıncalı bulmayanlar pek çoktu. [125] ed-Dânî'nin kendisi mücerred Kur'an nacsı ile bu nassm daha açık okunabilmesi için ona ilâve edilen harekeler arasında bir farkın bulunduğu­nu kabul ediyordu. «Noktalama işaretlerinin siyah mürekkeple yazılmasını caiz görmüyordu. Çünkü o zaman noktalar Kur'an yazısıyla karışacaktı. Çeşitli kıraatlerin farklı mürekkeplerle bir mushafta bir arada gösterilmesi­ni de caiz görmüyordu. Çünkü'bu, yazının birbirine karışmasına sebep olu­yordu. Ona göre harekeler, tenvin, şedde, sükûn ve meal kırmızı mürekkep­le ve hemze de sarı mürekkeple yazılmalıydı.» [126]

                    Sonra öyle bir zaman geldi ki, halk, daha önce hoş karşılamadığı nokta lamayı ve karşı çıktıkları harekeleri sever oldu. Daha önce nokta ve hare-kelerin Kur'anı değişikliğe uğratmalarından korkuyorlardı. Şimdi noktala­ma ve harekelerin bulunmaması halinde cahillerin Kur'an'ı yanlış okumala-rından endişelenir oldular. O halde Kur'anın noktalanmasının bazen hoş karşılanmaması ve bazen hoş karşılanmasının temel sebebi, Kur'an rıassı-m olduğu gibi koruma endişesidir. en-Nevevî [127] şöyle demektedir: «Mus-hafin 'noktalanması ve harekelenmesi, yanlış okunmasının önüne geçtiği ve onu tahriften koruduğu için müstahabtır.» [128]

                    Başlangıçta alimlerin hoş karşılamadıkları ve daha sonra mubah ya* hu t müstahab gördükleri sonradan çıkmış meselelerden biri de her sûre­nin başına o sûrenin ismini yazmak, âyet başlarında âyetleri biribîrinden .aysran işaretler koymak ve Kur'anı cüzlere, cüzleri hiziblere ve hizibieri de rubu'iara ayırarak bunların her biri için özel işaretler kullanmaktır.

                    Âyet başlarını gösteren işaretler âyetlerin birbirinden ayırt edilmesine ihtiyaç duyulduğu için halk tarafından diğer işaretlerden önce hüsn-i ka-fcul gördü. Özellikle âyetlerin tertibinin tevkifi olduğuna icma hasıl olduk­tan sonra. [129] Ancak sayı içîn konan alâmetler birbirinden farkiı idi. Ba­zen her âyet başında o âyetin sûre içerisindeki sayısının rakkamını yazı­yor bazen de yazmıyorlardı. Bazen her on âyet bittiğinde kelimesi­ni yahut bu kelimenin ilk harfi o!an « p- » harfinin baş kısmını [130] ya da her beş âyetin sonunda kelimesi veya bu kelimenin ilk harfi olan harfini yazıyorlardı ve bunda bir beis görmüyorlardı.

                    Ama sûre başlannaa yazılan sûrenin ismi ve ihtiva ettiği Mekkî ve Me­deni âyetlerin kaydedilmesi meselesine gelince, muhafazakâr çevrelerde buna şiddetle karşı çıkılması tabiî idi. Çünkü değil halk kesimi, âlimlerden birçoğu bu işlerin tevkîfî olmadığına inanıyordu. Aksine bu hususta sahabenin ictihad payı az değildir. Sûrelerin tertibinin ictihadî olduğunu kabui etmeyip âyetlerin tertibinde olduğu gibi onların da tertibinin tevkîfî olduğu­nu tercih etmiş olsak biie, sûre isimlerinin tevkîfî olduğuna dair kuvvetli delillere sahip değiliz. [131] Bazı sûrelerin Mekkîliği ve diğer bazısının Me­denîliği konusunda icına bulunduğunu İddia edemeyiz. Her sûre için bunu söyleyemiyoruz. Zaten bu ihtilaftır ki sûre başlarında sûre unvanının ya­zılması şiddetli muarazalarla karşılaşmıştır. Lâkin karşı çıkma olayı kısa bir müddet sonra hafifledi. [132]İnsanlar bu unvanları yazmakla yetinme­yip aksine onları süsleme ve tezhip sanatına koyuldular. Öyle ki cahiller ne­redeyse bu tezhip ve süslerin Kur'anın ayrılmaz bir parçası olduğuna ina­nır oldular.

                    İnsanlar âyetler arasında fasıla işaretlerini kendilerine mubah görün­ce sûre başlarındaki unvanları yazmaya da cüret ettiler. Artık çeşitli şekil­lerde Kur'an'ı tecvid etmekten onları alıkoymak mümkün değildi. Mushaf­ları cüz ve hiziblere ayırmak da onları tevcid etme şümulünde mutaiâa edi­liyordu. Bunun için me'sûr rivayetlerden deliller araştırmaya da koyuldular. Ez-Zerkeşî şöyle demektedir: «Hiziblere ve cüzlere ayırmaya gelince med­reselerde ve başka çevrelerde cüzlerin sayısı otuz olarak şöhret bulmuştur. Ahmed b. Hanbel, Ebû Davud ve İbnu Mâce'nin Evs b. Huzeyfe'den yap­tıkları bir rivayette, Evs, Rasûlüllahın ashabına, Kur'anı nasıl hiziblere ayır­dığını sormuş, ve onlar da: üç, beş, yedi, dokuz, onbîr ve onüç olarak cevGp vermişlerdir. Mufassal hizb ile arasıdır. [133]

                    Hattatlar mushafların tecvidi ve yazısının güzelleştirilmesi işine giriş­ti. Denilir ki: Halife Velid (H. 86 yılından H. 96 yılma kadar) mushafların ya-zılışı için, hattının güzelliğiyle şöhrst bulan Medine'de Mescid-i Nebt'nin mihrabındaki hattın sahibi olan Halid b. Ebi'l-Heyyac'ı görevlendirdi. [134] Hicrî dördüncü asrın sonlarına kadar hattatlar mushafîarı kûfî yazısıyla yazmaya devam etti. [135] daha sonra beşinci asrın başlarında onun yeri­ni güzel nesih yazısı aldı. Hâlâ günümüze kadar kullanmakta olduğumuz nokta ve harekelerin hepsi bu yazıda mevcuttu.[136]

                    Aüah (c.c.) matbaa kanalıyla da kitabının, dünyanın her tarafına yayıS-massnı diledi. Matbaa yazısı da diğer yazı gibi tecvid ve güzelleştirme dev-

                    relerinden geçti. Kur'anm ilk baskısı miladî 1530 dolaylarında Bındıkıyye'de gerçekleşmiş lâkin kilise yetkilileri çıkar çıkmaz yok edilmesi fermanını ya­yınlamışlardı. Daha sonra Hinkelmann, Hanbautg şehrinde Kur'anın matbaa baskısını gerçekleştirdi. 1698 yılında Padoue'de Maracci onu takip etti. Bu üç baskının da İslâm âleminde zikre değer etkilen olmamıştır. [137] Kur'an' in sırf müslümaniar eliyle yapılan ilk matbaa baskısı 17S7 yılında Rusya'da Saint-Petersbourg şehrinde olmuş ve bunu Mevlây Osman gerçekleştirmiş­tir. Benzeri bir baskı da Kozan'da olmuştur. [138] Ardından İranda iki taş basması yapılmıştır. Bunlardan iiki Tahran'da H. 1248- M 1828yılında, diğeri de Tebriz'de H. 1253 -M. 1833 yılında yapılmıştır. Flügel 1834 yılında Leip-zig'de özel bir baskı yaptı. Yeni ve kolay İmlâsı sebebiyle Avrupalılar ara­sında eşsiz revaç bulan bu baskı İslâm âleminde başarıya ulaşamadı. Hin­distan'da da Kur'an'ın çeşitli baskıları yapılmıştır. İstanbul ilk olarak 1877 yılında bu önemli işe yöneldi,

                    Daha sonra değerli, büyük ve mutlu bir olay gerçekleşti. H. 1342 -M. 1923 yılında Ezher ulemasının gözetiminde Kahire'de Allah'ın Kitabının gü­zel ve mükemmel bir baskısı gerçekleştirildi. Bu baskı Kral Fuat l'in emriy­le teşekkül ettirilen heyetin kararıyla gerçekleşmiş ve Hafs'ın rivayeti ile Âsım'ın kıraetine göre zabtedilip yazılmıştı. İslâm âlemi bu baskıyı hüsn-i kabul ile karşıladı. Yılda milyonlarca nüsha basılmaya başladı ve neredey­se mütedâvil tek nüsha durumuna geçti. Çünkü yeryüzünün doğusunda ve batısında âlimler bu baskının yazısının ve resminin mükemmeliyetinde itti­fak etmişlerdir. [139] .


                    Yedi Harf


                    Çeşitli yollardan rivayet edilen sahih hadislerde Rasûlüllah (s.a.v.) in, Kur'an'in yedi harf üzere indiğini belirten ifadelerine şahit oluyoruz. Bu ha­dislerin en açık olanı, Buharı ve Müslim tarafından rivayet edilen ve lafzı Buhârî'ye ait olan şu hadistir: Ömer b. Hattab (r.a) dedi ki: «Rasölüllaft {s.a.v.) henüz hayatta iken Hîşam b. Hakim'in el- Furkan sûresini okudu­ğunu duydum. Kıraetine kulak verdim, baktım ki, Rasûlüllah (s.a.v.) in bana okutmadığı bir çok harf üzere onu okuyor. Namazdayken neredeyse yaka­sına yapışacaktım. Ama seiâm verinceye kadar onu bekledim. Sonra yaka­sına yapıştım ve: Bu sûreyi sana kim okuttu? dedim. Rasûlüllah okuttu, deyince, yalan söylüyorsun. Allah'a yemin ederim ki, Rasûlüllah (s.a.v.) okuduğun sûreyi bana okuttu» dedim ve onu sürükleyip Rasülüilah {s.a.v.) e götürdüm, Ya Rasûiallah, dedim. Ben bunun beni okutmadığın harfler üzere el-Furkan sûresini okuduğuna şahit oldum. Oysa siz bana el-Furkân sûresini okutmuştunuz. Rasûlüllah (s.a.v.) yakasını bırak ya Ömer dedikten sonra ona: Oku ya Hişam dedi. Hişam, daha önce kendisinden duyduğum şekiide okudu. Rasûlülİah (s.a.v.) «Böyle indirilmiştir» buyurduk­tan sonra şöyle buyurdu: Mu­hakkak ki bu Kur'an yedi harf üzere indirilmiştir, kolayınıza gidenini oku­yunuz, buyurdu.» [140]

                    Görünüyor ki Kur'an'in yedi harf üzere nuzûlü hadisi, sahabeden sayı­lamayacak kadar büyük bir topluluk tarafından rivayet edilmiştir. Hafız Ebu Ya'lâ'nın müsnedinde [141] Hz. Osman (r.a.) in bir gün minberden şöyle de­diği rivayet edilir: Allah hakkı için, sizden kim Rasûlüllah (s.a.v.) in: «Muhak­kak ki Kur'an-ı Kerim yedi harf üzere indirilmiştir ve her biri şöfi ve kâfi­dir.» dediğini hatırlıyor? Hz. Osman kalktığında, bu hadisi hatırladıklarını söyleyenler de ayağa kalktı. Sayılamıyacak kadar çoktular. [142]

                    Sayılmayacak kadar çok olan bu topluluğun bu konuda aynı şeyi söylemeleri, bazı âlimlerin bu hadisin mütevatir olduğunu söylemelerine sebep olmuştur, Bunu ileri sürenlerin başında Ebu Ubeyd el-Kasm b. Sel-lâm gelmektedir. Rivayet, sonraki nesillerde tevatür derecesine yükseleme-misse de, Rasûlüllah (s.a.v.) in ifade buyurduğu bu dinî hakikati pekişti­ren zikrettiğimiz hadislerin sıhhati bizim için yeterlidir. [143]

                    Âlimlerin cumhuru, Osmanî mushafların, mevcut hattının muhtemel okunuşlanyla yedi harfi ihtiva ettiklerine meyletmektedir. [144] Kadı Ebu-Bekr b. et-Tayyib el-BakıIlânî bu görüşü benimsemiş ve şöyle demiştir: «Sahih o ki, bu yedi harf Rasûlüllah (s.a.v.) den zuhur edip yayıimiş âlim­ler onu zapteîmiş ve Hz. Osman ile sahabe de onu mushafta tesbiî ederek sıhhatini haber vermişler ve ondan mütevatir olarak sabit olmayanı da atmışlardır.»[145]

                    Hadiste geçen «harf» kelimesi birkaç manaya gelmektedir: Kıraat ma­nasında kullnılabilir. İbnu'l-Cezerînin şu sözünde olduğu gibi: Şam, İbnu Âmir'in kıraati üzere okuyordu.» Mana ve cihet ifade edebilir. Nitekim Ebu Cafer Muhammed b. Sa'dân en-Nahvi [146] böyle de­mektedir. Lâkin «harfler»den maksadın kiraetier olduğu, -Halil b. Ahmed'-Ğen de rivayet edildiği gibi- kavillerin en zayıfıdır. [147] Özellikle kişi, bu­nun yedi kiraet (kıraet-i sab'a) olduğunu sanıyorsa. [148] Hadiste geçen (harfler) kelimesinden maksadın ne olduğu hususunda âlimlerin İhti­lafa düşmeleri, indirilenin hakikati hakkında değişik bir çok kavillerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bazıları bu kavillerin otuzbeş vecih [149] oldu­ğunu söylerken bazıları da bu sayıyı kırka ulaştırmıştır. [150] Ancak bun­ların çoğunu destekleyen ne sahih bir nakil ve ne de sağlıklı bir mantık vardır. Burada hatanın kaynağı, bundan maksadın ne olduğunun kesin ola­rak tesbit edilmesi gayretidir. Oysa -İbnu'l-Arabî'nin de belirtiği gibi- bunun ne manaya geldiği hususunda ne nass ve ne de eser vardır ve insanlar onu tayinde ihtilâfa düşmüşlerdir. [151]

                    Âlimlerin şu soruyu sormaları-kaçınılmazdı: Sayı, şu yedi harfe mün­hasır mıdır, yoksa bundan maksat okuyucu için bir kolaylık ve genişlik mi­dir? Burdda hasrı uzak görenler, -daha önce de belirttiğimiz gibi- tevatür derecesine ulaşan nasslardan kaçınmada aşın gitmekteler. Kaldı ki nass-ların «yedi» sayısını çokça zikretmeleri, «yedi» sayısının kastedilmediğini akıl dışı bırakmaktadır. Özellikle hadis, direkt olarak vahyi ve nüzulünü ko­nu ediniyorsa. Bu gibi durumlarda Rasûlüllah (s.a.v.) haberi kapalı oiarak anlatmaz ve mefhumu olmayan bir sayı zikretmez. Sahabe âlimleri, İtikat-ia ilgili olan bir hususta böyle bir şey nakletmemişlerdir.

                    Ama hadislere aldırış etmeyen ve onları terketmede yahut onları za­hirlerinden başka manada kullanmakta işi aceleye getirenler şu görüşü ile­ri sürdüler: «yediden maksat, sayının kendisi değildir. Ondan maksat, ko-taylık ve genişliktir. Yedi lafzı, onluk sayılarda yetmiş, yüzlük sayılarda ye-diyüz olup çokluk ifade ettiği gibi kusurlu sayılarda da yedi lafzı çokluk ifade eder. Bu gibi sayılarda sayının kendisi kastedilmez.» [152] Böyle bir görüşün Kadı lyâz'a [153] nisbeî edilmesi gariptir. O Kadı lyâz kî, hiçbir şeyi sahih rivayette tercih etmez. Lakin es-Suyûtî bu görüşü nassiara da­yanarak güçlü bir şekilde reddetmektedir. [154]

                    O halde burada «yedi» lafzından maksat, çokluk değildir. Aksine, âlim­lerin çoğunun anladığı şekliyle hasr ifade etmektedir. Bu sebepledir ki, bu belli sayıyı araştırıp bulmaya büyük önem vermişlerdir. -İbnu Hibban'ın [155] dediği gibi- «Çoğunluk bunun yedide münhasır olduğu görüşünde­dir.» [156] Ancak bu gayretlerin pek çoğu, yedi harften maksadın kıraetler olduğu görüşünü ileri sürenlerin bu iddialarında olduğu gibi isabetsizdir. Bu harfleri bazı lehçe ve lugatlara hamledenlerin görüşü de iki mefhum ara­sında hassas bir farklılığa rağmen zayıflıkta bu görüşe yakın sayıhr. Leh­çelere âlimlerden [157] bazısına göre lafız ve manada farklılık arzeden ihtilaflardan değildir. Çünkü izhar ve İdgam, revm ve işmam, tahfif ve tes-hîl, nakl ve ibda! tek lafzın söylenişinde değişiklik arzeden sıfatlardandır. Bunların farklı oluşu, lafzı, tek lafız olmaktan çıkarmaz. Lâkin -bununla bir­likte- bundan dolayı bu görüşü zayıf görmüyoruz. Çünkü tek lafzın söylen­mesinde sıfatların değişik olması onu birden fazla lafiz kılabilir. Onu, me-seleyi sırf buna hasretmesinden dolayı zayıf karşılıyoruz. Çünkü ileride de göreceğimiz gibi başka öyle ihtilaf vecihleri tesbit edilmiştir ki lehçelerle uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur.

                    Lehçe farklıklarında, tek lafızın ifadesinde sıfat farklılıklarından baş­ka bir şey bulmuyorsak lügatlerin farklılığında, bir konuda,bir lafızla diğeri arasında bazen ayrılıklar görüyoruz. Şayet bu çeşit farklılıktan muhtelif Arab lügatlerini ne fazla ve ne eksik yedi sayısına hasredebilseydik ve zor­lanmadan; tereddüdsüz bu husus kabul görseydi, bu sonuçsuz tartışma­ya ihtiyaç kalmadan bu yedi lügatin yedi harf olduğunu hemen söylerdik. Lâkin ister Arab lügatlerini Kureyş'in Huzeyl, Temîm, Ezd, Rabia, Hevazîn ve Sa'd b. Bekr [158] lugatları olduğunu, ister özellikle Mudar kabilelerinin lugatlan olan Hüzeyl, Kinane, Kays, Dabbe, Teymu'r Rabab, Esd b. Huzay-me ve Kureyş [159] lugatları olduğunu söyleyelim. Bunun da bir zorlama olduğu basiret sahipleri nezdinde gizlenemeyecek kadar açıktır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de her iki görüşün dışında kalan başka kabilelerin lugatları da mevcut oiup bunlar Kureyş lugatıyla temsil edilmektedir. Ebu Bekr ei-Vâsıtî[160] «ei-İrşad fi'!-Kıraeti'l Aşr» isimli kitabında kullanılan lügatlerin sayısını ksrka ulaştırır. kelimesi Azire iugatında rnana-sındadır. kelimesi Gassan lugatindan olup manasm-dadır. keiimesi iehm lugatından olup manasınadır. kelimesi Yemame lugatından olup manasınadır. kelimesi Has'am lugatsndan olup manasınadır. kelimesiCürhüm lehçesinde manasınadır. [161] İbnu Abdi'l Berr, [162] yedi harfin yedi lehçe manasında kullanılmış olmasını uzak görür. «Çünkü böy­le olmuş olsaydı henüz başlangıçta müslümanlann bir kısmı diğerlerinin lehçesine karşı çıkmazdı. Çünkü o lehçe, üzerinde yaratıldığı bir lehçedir. Yine Ömer b. el-Hattab ve Hişâm b. Hakîm'in her ikisi Kureyşlidir. Ama ki-raetleri biribirinden farklıdır. Ömer'in, Hişamın lehçesini reddetmesi mu­haldir.» [163] İbnu Abdi'l-Bsrr, yedi sayısıyla çokluk kastedildiğini de,savu­nur. Ancak böyle bir makamda sayının mutlaka bir mefhumunun olması gerektiğini ifade ederek bu görüşün za'fiyetini açıklamıştık.

                    Yukarıda naklettiğimiz bu görüşler zayıf olmalarına rağmen âlim­lerin, yedi harfi açıklama sadedinde onları zikretmelerini garipsemiyoruz. Ama bazı âlimlerin hiç bir delile dayanmaksızın kimsenin ileri sürmediği ve kendilerince yedi harf hadisini derin ve bâtını bir tefsirle tefsir et­tiklerini sandıklan asılsız mefhumlara meyletmelerini yalnız garipsemekle kalmıyor, aksine onları şiddetle reddediyoruz. Bu iddialardan biri, bununla yedi ilmin kastedildiğidir: «İnşâ ve Icad ilmi, tevhid ve tenzih ilmi, zat sıfat­lan ilmi ile fiilî sıfatlar ilmi, affetme ve azablandırrna sıfatları ilmi, haşir ve hesap ilmi, ve gaybi haberler ilmi» [164] Bu neviden diğer bir iddia yedi harfle şu yedi şeyin kastedildiğidir. «Mutlak vs Mukayyed, âmrn ve hâss nass ve müevvel, nâsih ve mehsuh, müsmel ve müfesser, istisna ve kasem­ler» [165]

                    Bazıları cüretkârlığında o kadar İleri gittiler ki, yedi harf meselesinde bâ­tıl görüşlerine zayıf bir hadisi delil getirdi. İbnu Mesud'un rivayetiyle Pey­gambere ulaştırılan bu hadiste şöyle denilmektedir: «İlk kitab bir kapıdan ve bir vecih üzere inmiştir. Kur'an-ı Kerim ise yedi kapıdan ve yedi harf üzere inmiştir. Bu yedi harf şunlardır: Yasaklayan, emreden, helâf, haram, muhkem, müteşabih ve darb-i mesel. Helâlini helal ve haramını haram ka­bul edin. Darb-ı Mesellerinden ibret alın. Müteşabihlerine inanın ve deyin ki: «Ona inandık hepsi Rabbımızsn katındandir.» [166] îbnu Abdi'l-Berr bu hadisle ilgili olarak şöyle demektedir: «Bu hadis, ilim ehlinin yanında sabit değildir ve zayıf olduğuna ilim ehli icma etmiştir. [167]

                    Bütün bunlar, bazı müfesslr imamların iyi niyyetle ortaya attıkları gö­rüşlerdir. Fakat böylece müsteşriklerin ve müminlerden İmanı zayıf oianla-nn şüphelerine kapıyı ardına kadar açmışlardır. İşte asıl problem ve tehli­ke buradadır. Bu problem, bu âlimlerin yedi harfi şu manaya hasretmeleri problemidir..«Yedi harften maksat çeşitli lafızlarla aynı mananın yedi vecîh-le ifade edilmesidir: vebenzeri kelimelerde olduğu gibi.» [168] et-Taberî'nin tefsirindeki sözlerinin zahiri bunu ifade etmektedir. O, aieyhksselatu vesselamın Hattab oğluna söylediği şu sözleri delil getirir: «Ya Ömer, rahmeti azab ve azabı rahmet yapmadıkça Kur'anın .hepsi doğrudur.[169] Elbette müsteşrikler bunu kendilerine dayanak yapacak ve «manasıyla okuma» nazariyesini ileri sü­receklerdir. Hiç şüphesiz bu, İslâmi hayatta en tehlikeli nazariyedir. Çünkü.bu nazariye Kur'an nassını, her şahsın hevasına teslim etmiş, herkes dile­diği şekilde nassı tesbit etmiştir.[170]

                    Böyiece hakîki nasslar manalarından başka manalara hamledilmiştir. Burada nazariye hadisin mana ile rivayetinde olduğu gibi hakiki manasıyla «mana ile kıraat» [171] olarak isimlendiriiemez. Çünkü «Kur'an ve ksraetier bıribirinden farklı iki hakikattir. Kur'an, beyan ve i'caz için Muhammed (s.a.v.) e indirilen vahiydir. Kıraetler ise, harflerin yazılışında yahut şeddeli, şeddesiz ve başka hususlarda harflerin keyfiyetîyİe ilgili farklı lafızlardır.» [172] Şayet aleyhisselatu vesselam başlangıçta m üs I umanlara meydanı ge­niş tutarak ihtiyar ve yaşlılara kolaylık göstermiş [173] ve lehçeleri dışında bir lehçeyle Kur'an okumaları onlara ağır geleceğinden kendi lehçeteriyle okumalarına izin vermişse, bu-, kıraetleri devamlı sabit kılmalarına, ve Kur'a-nın üzerinde indiği lehçeler olarak yazılmalarına izin verdiği anlamına gel­mez.

                    O halde Rasülülîah (s.a.v.} in bu nevi kiraetlerde çerçeveyi genişletme­si, özel bazı durumlarda bazı fertler için kolaylık göstermekten başka bir şey değildir. Rasûlüllahın isbatı ve vahiy kâtiplerinin tesbiti ile bu gibi du­rumlarda izin verilen hususlar sayılı kelimelerde olup tevatür yoluyla bize gelmiştir. Tevatür yoluyla gelmeyenler sahih âhâd rivayetlerle gelse bile reddedilir. Çünkü bir şeyin Kur'an olduğunu isbatlamak için tevatür kaçı­nılmaz bir şarttır. [174] Bu ferdî durumları yedi harf üzere genelleştirmek ve manayla okumanın yedi harfe girdiğini söylemek, hadisi yanlış anlamak olur.

                    Yukarıdaki görüşlerin hiçbiriyle yetinmek doğru olmayacağına göre, onlardan mümkün olanları almanın doğru olacağı kanaatına vardık. Nakil ve akla ters düşmeyen de budur. Belki.de görüşlerin en doğrusu ve ifrat ile tefritten uzak olanı budur. Bu yedi harften maksat -Allahu a'lem- bu ümmet için kolaylık gösterilen yedi vecihtir. Okuyucu bu yedi vecihîen hangisiyle okursa isabet etmiş olur. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyururken

                    neredeyse bunu açıkça ifade etmiştir

                    Cebrail bir harf üzere bana okuttu: Ona mü­racaat ettim ve tekrar tekrar müracaatımı yeniledim. Nihayet yedi harfe ulaştı.» [175]

                    Bir Kur'an lafzı ne kadar değişik şekillerde edâ edilir ve okunursa, bu değişik şekiller aşağıdaki şu yedi vechin dışına çıkmaz:

                    Birincisi: İster mana değişsin, ister değişmesin irab vecihlerindeki fark­lılıklardır. Mananın değişmesine misal, Allah Teâlânın şu sözüdür[176] bu sözler şu şekilde de okunmuştur:[177]«ri"rs (kelimesinin nasbi) Mananın değişmediğine misal [178] (kelimesinin reî'i şeklinde de okunmuştur.

                    İkincisi: Harflerde otan farklılıktır. Bunda ya mana değişir ama suret değişmez. Ki bazen bu, nokta farklılığıyla ifade edilir [179] misallerinde olduğu gibi. Ya da suret değişir ama mana değişmez. ve[180]misallerinde olduğu gibi.

                    Mushafiarda, kelimenin kök harflerinden olan yerine harfi yazılmıştır. Böylece sâd ile okuma mushaf yazısının hakikatına uygun düşmüş ve sîn kıraeti de mushafın takdiri yazısına uygun düşmüştür.

                    Üçüncüsü: İsimlerin ifrad, tesniye ve cem'i ile müzekkerlik ve müen-nesliğindeki farklılıktır.[181] Meselâ:[182] âyetinde geçen kelimesi mufred oiarak şeklinde de okun­muştur. Malumdur ki bu kelime sâkîn elifi ihtiva etmediği için Hz. Osman mushaflarında şeklinde yazılmıştır. Her iki vecih de (cem' olarakokunması veya «ınüfred» olarak okunması) aynı manayı vermektedir. Çün­kü kelimeyi müfred okuduğumuz zaman cins kasdedilmiş olur ki, cins isimde çokluk manasi mevcutur. Cem'de de fertleri ihtiva etme sözkonusu-dur ki, fertlerin, kapsamın içine alınmasında cinsiyet manası mevcuttur. (emanet) in gözetilmesi (emanetler) in gözetilmesi gibidir. Her İki durumda da kül ve cüzler kelimelerin kapsamına girmekte­dir. Bir sebepten doiayı da aynı âyette keilimesi her iki kıraet ve ve cihte müfred olarak gelmiştir. Ne: şeklin­de ve ne de şeklinde okunmuştur.

                    Yine kelimesi Allah Teâlânm: sözünde cins ifade etmesi için bir harfte (vecihte) kasden müzekker olarak okunmuş, fiilî maziye bina edilerek müzekker kılınmış ve şeklinde okun­muştur.

                    Bir vecihte de cem' manasını ifade etsin diye kasden müennes kılın­mış ve muzarî sığasına sokularak tahfif için «tâ» harflerinden biri atıldık­tan sonra şeklinde okunmuştur. Çünkü aslı: dir.[183]

                    Dördüncüsü: Bir kelimenin yerine başka bir kelimenin kullanılmasıdır. Bu kelimeler genellikle eş anlamlı olup değişik kabilelerde farklı şekiller­de kullanılmaktadır. Nitekim[184] şeklinde de okunmuştur. Yahut mahreçleri biribirine çok yakın kelimelerin biri-bir!erinin yerine okunması şeklindeki ihtilaftır. Lafız yönüyle biribirleriyle çok yakın olmaları mana yönüyle de yakınlıklarını iş'ar etmektedir. Misâl: şeklinde de okunmuştur.

                    Gerçekten harfi ile harfinin, mahrecinin bir olduğuna djkkat edilmelidir. Bu harfler kardeştir ve boğazın belli bir yerinden yan yana çıkmaktadır. İbnu yerine şeklindeki kıraati ise şâzzdır. Çünkü öhâd rivayetlerdendir. Bu sahabînin bu şekildeki kıraetinin tefsir kabilinden bir idrâc olduğu kesindir.

                    Beşincisi: Genel olarak Arap dilinde yahut ezel ifade şekli içerisinde takdimi ve te'hiri bilinen takdim ve te'hir ihtilafıdır. Allah'ın, kendisi yolun­da savaşarak cennet karşılığında Allah'ın kendilerinden can ve mallarını satın aldığt mü'minlerle ilgili sözünde geçen ke-iimeîeri şeklinde de okunmuştur. Birinci vecih kı-raette müminlerin düşmanları öldürmek için vakit geçirmeksizin hemen har rekete geçtiği ifade edilmekte, ikinci vecih kıraette İse, belki Allah onları şehid düşürür diye büyük bir umutla savaş alanına atıldıkları ifade edil­mektedir: Onun için takdim ve te'hir ile ifade kalıbı değişmiş olsa büe her iki vechîn neticesi birdir ve herhanai bir değişikliğe uğramamaktadır.

                    Ebu Bekir'in[185] yerine şeklindeki kıraatine gelince, bu, tevatür derecesine ulaşama­mış âhâd bir rivayettir. Sahabe icmaina ters düştüğü için şâzzdır [186] İn­san bazen yanılır yahut dili sürçer. Farkına varmadan bir kelimeyi diğeri­nin yerine kullanır. Şayet Ebu Bekir'den yapılan bu rivayet doğru ise, o da bu duruma düşmüştür.

                    Altıncısı: Arapların âdeti olduğu üzere cer ve atıf harflerinin bazen hazfi ve bazen de isbatı gibi cüz'i ilâve ve eksiklikler şeklindeki farklılık­tır.

                    Onun için bu nevi fazlalık ve eksiklikler ancak belli ve sayılı birkaç harfte olur. Yalnız sika imamların tesbitlerinin dışında kalan şâzz rivayetle­re aldırış edilmez ve onlara karşı uyanık olmak gerekir. Fazlalığa misal: et-Tevbe sûresinde geçen âyeti şeklinde de okunmuştur ve her iki kıraat mutevatirdir. Her ikisi de resmî müshafın yazılışına muvafıktır [187] harfinin fazlalığı, mekkî mushafa, hazfi de diğerlerine muvafıktır.[188]

                    Eksiğe misal: el-Bakara sûresinde: âyeti sız olarak şeklinde de okunmuştur ki bu kıraat Şam mushafına muvafıktır [189]Arna yerine kelimelerinin eksiğiyle kıraati ile İbnu Abbas'ın kelimesinin fazlalığı ve kelimesinin yerine kelimesinin kullanılması şeklinde olan kıraati, âhâd rivayetlerden olup bu tür âhâd rivayetler Kur'andan sayıla­maz[190].Allah Teâlânın:[191] sözünde eklenen[192] sözünde eklenen [193] sözün­de eklenen âhâd olmada yukarıdaki iki kıraatlere benzeyip bunların hepsi tefsir ve açıklama kabilinden ilâve edilmişlerdir. İbnu Me-sud özel mushafında onları yazmış olsa bile onları yedi harf arasında say­manın yolu yoktur.[194]

                    Yedincisi: Meftuh okuma ve imâle, terkîk ve tafhîm, hemz ve teshil, muzaraat harfinin meksûr okunması, bazı harflerin kalbi, müzekker mim­lerinin işbaı, bazı harekelerde işmam gibi lehçe ihtilaflarıdır. Misâller:[195][196]sözlerin­de geçen kelimeleri kesreye imâle edile­rek okunmuştur. Yine kelimelerinde «re» harfinin ince okunması ve kelimelerinde «iâm» harfinin ka­lın sesle kıraati mevcuttur.

                    [197] sözünde hemzenin terki ve harekesjnin, ikinci keli­mesinin başından.birinci kelimenin başına nakiedilmesi ki bu, hemzenin teshili olarak isimlendirilir.

                    B âyetinde geçen bütün fiil­lerde muzaraat harfinin meksur okunması.

                    Huzeyl kabilesinin kelimelerindeki harfinin harfine kalbederek şeklinde okumaları ve sözlerinin ve Şeklinde çern'i müzeker mimlerinin işba' iie-okünmasi.

                    Allah Teâlanın sözünde esre ile birlikte harfi­nin ötresinin işmamı ile okunması.

                    Gerçekten bu son vecih yedi vechin en önemlilerindendir. Çünkü Kur'-an'm yedi harf üzere indirilişinin en büyük hikmetini bu vecih ibraz etmek­tedir. Çeşitli kabilelerden meydana gelen ve böylece çeşitli lehçelere sa­hip oian, bazı lafızları çeşitli şekillerde telaffuz eden bu ümmete kolaylık sağlanmıştır. İsîâmı kabul eden kabilelerin çeşitli lehçeleri ve fonetikleri gözetllmeliydi. Ama lugatlarının gözetilmesi gerekmezdi. Çünkü Kur'an-ı Kerim, bütün Arap İugaîlarını temsil eden Kureyş lugatına sokulabilenler-den dilediğini almıştır. [198] Bazı âlimler bazı kabilelerin lugatlarının Kur1-anda kullanıldığını İsrar ederek ileri sürüyorlarsa da onları destekleyen ne nakil ve ne de aklî bir delil vardır.Araplar, Kureyş lehçesini seçip onu müşterek edebi dil olarak kullan­maya başlayınca, ondan etkilendikleri gibi onu da etkilediler. Bütün diller için sözkonusu olan etkilenme ve etkileme kanunu Kureyş İehçesi için de elbette geçerli olacaktır.Dili, insanlığın bir vakıası olarak ele alınca bu kanun hemen hemen bütün diller için geçerlidir.[199]Lâkin Kureyş lehçesi bütün kabilelerin itiraf ve kabulü ile bütün leh­çeler içerisinde en genişi, uslüp yönüyle en ilerisi, zengini ve çeşitli söz sa­natlarında en ilerisi, en güzeli ve en güçlüsüdür. [200] Yazı, telif, şiir ve hi­tabette sadece bu lehçe kullanılmıştır. Öyle ki Kureyşli olmayan şair, kendi lehçesinin özelliklerinden sakınıyor ve kelime yapısı ve cümlenin kuruluşu hususunda kendi lehçesinin özel nitelikleri varsa ondan uzak kalmaya gayret ediyor, halkın kendisine ısındığı ve çevresinde toplandığı lehçeyi tercih ediyordu[201]O halde İslâm -doğduğu sıralarda- ideal ve Arabların üst tabakasında seçilip kullanılmaya layık bir dil ile karşılaştı. Kur'anını o ideal ve seçilmiş apaçık Arab diliyle indirerek bu birliğin şumûiunu genişletti ve ona güç kattı. Ancak İsîâmın doğuşu anında karşılaşmış olduğu ve Kur'anin inişin­den sonra ona güç verdiği bu dil birliği, isiâmdan önceki lehçelerin mevcu­diyetini ve ondan sonraki devamları vakıasını ortadan kaldırmadı. Elbette, ki Arapların hepsi kendi bölgelerine dönerken bu ideal ve birleştirici leh­çeyi kullanmıyor ve kendi özel lehçelerini kullanıyorlardı. İfadelerine lehçe­lerinin özellikleri hakimdi. Kendi fonetikleriyle konuşuyorlardı. [202] İbnu Hişam şöyle demektedir: «Arablar birbirlerine birbirlerinin şiirlerini oku­yorlardı. Her biri üzerinde yaratıldığı seciyesi üzere söz söylerdi. Bazı be­yitler hakkında rivayetlerin çokluğu bundandır.[203]

                    İnkâr edilmesi imkânsız bu vakıanın yanında Kur'an-ı Kerim, yedi harfi iie avam tabakasına kolaylık göstererek onları, dillerinin kolaylıkla dön­mediği [204] bir lehçe ile konuşmaya zoılamayıp kıraatlerde çerçeveyi ge­niş tuttuğu halde dil birliğini yerleştirmek için Arap seçkin ve edebiyatçı­larına meydan okuyarak benzerini yahut bir âyetine benzer getirmelerini is­tiyordu. İbn'ul-Cezerî buna dikkat çekerek şöyle demektedir. «Kur'an'ın yedi harf üzere indiriimes'i bu ümmete verilen değerden dolayı'ona kolay­lık sağlamak içindir. Ona şefkat ve merhametten dolayıdır. Yaratıkların en fazüetlisi ve Hakk'ın sevgilisi Peygamberinin dileğini yerine getirmek içindir» Bu anlattıklarsın da şu sözleriyle açıklar: «Çünkü Peygamberler öze! ka­vimlere gönderiliyorlardı. Peygamber (s.a.v.) ise bütün insanlığa: Kızılına, Siyahına, Arabına, Acemine gönderilmiştir. Kur'on'ın dilleriyle İndiği Arab-

                    ların şive ve lehçeleri değişikti. Birinin, diğerinin şivesiyle konuşması ve onun lehçesini kullanması, bir harften başka harfe geçiş yapması güçtü. Hatta eğitimle bile bunu beceremiyecekier vardt.[205]

                    Bu son vechin -lehçe farklılıklarının- öneminin büyüklüğü, bazı âlimle­rin yedi harfi lehçe farklılıklarına hasretmelerine sebep olurken bazıları da buna rağmen ona hiç yer vermemişlerdir. Çünkü -İbnu Kuteybe'nin izahına göre- bu ihtilaf lafız ve manada çeşitlilik arzeden ihtilaftan değildir. Çün­kü sözün söylenmesiyle ilgili bu farklı nitelikler, onu aynı söz olma vasfın­dan çıkarmaz.»[206]

                    Her iki görüşte de aşırılık vardır. Yukarıdaki altı vechin' önemini de inkâr edemeyiz ve yedinci vecihle yetinip onları bir tarafa atamayız. Ayrıca bazı seslerin söylenmesinde lehçeler arasında farklılığın sahabe arasın­da bulunduğu ve bunun, dillerde dolaşan en çetin farklılıklardan biri oldu­ğu bir vakıadır. Onun için bunu görmemezlikten gelip diğer vecjhlerle de yetinemeyiz. Öyle bir görüş olmalı ki, farklılıkların hepsini içine alsın. Geç­mişlerin saydıkları görüşler tek tek bu farklılıkların hepsini içine almadık-ian için yedi harfi sayarken onlardan hiçbirini almadik. Ne ez-Zerkönî:nin «Menchilü'l-lrfan'da İbnu Kuteybe, Ebu'l-Hayr b. ei-Cezerî, el-Kadı Ebu Bekr b. et-Tayyib el-Bakıllânî'nin [207] görüşlerine tercih ettiği Ebu'l FazI er-Râz'înin [208] görüşünü aldık ve ne de ismi geçenlerden herhangi biri­nin görüşünü benimsedik. Çünkü er-Râzî kitabında misalinde gördüğümüz harflerin değişmesi vechine hiç dokun-mamıştır. Oysa bu vechi, diğer vecihlerin hiçbirinin kapsamında mütalaa edemeyiz. Ayrıca fiillerin mazi, muzarî ve emir çekimlerini başlı başına özel bir vecih olarak İleri sürmüştür. HalbuKi bu, İrab farklılıklarını temsil eden vechin kapsamına girmektedir. Geri kalan üç kişiye gelinee, içlerinde na­zari olarak müdafaa eden bulunsa bile pratik olarak lehçe farklılıkları ve-cihini hesaba katmamış olmaları, görüşlerini benimsemememiz için yeter­lidir. .

                    Saydığımız yedi vecih, Kur'anın edasında bütün farklılıkları içine aldık­larını söylerken bu yedi veohin tek kelimede bulunması gerektiğini kasdet-miyoruz. Her kelimede iki veya daha fazla vecih bulunabileceği gibi sade-ce tek vecih de bulunabilir. Bizim söylemek istediğimiz, bu yedi vechin, sözkonusu olabilecek farklılıkların hepsini İçine aldıklarıdır.[209]

                    Farklı yönleri yedi vecihte hasredebilmişsek, önceki âlimlerin görüş­lerini bir araya getirip bir değerlendirmeye tabi tuttuktan sonra kendiliğin­den böyle bir sonuçla karşılaşmışız. Yaşadıkları bir dönemde Kur'an-ı Ke-rim'in yedi harf üzere aralarına indiği Sahabe-i Kirama gelince o zaman onların çoğu okuma-yazma bilmezdi. Yedi harften maksadın sınırlarını çiz­me imkânları yoktu. Onlar biliyorlardı ki, Kur'anın tüm kelimelerinde farklı vecihler yediden fazla değildir. Pratikte ise, Rasulüllah'ın kendilerinden kabul ettiği farklı kıraatlerinde de bu yedi vecih mevcuttur. Biz ise, ancak inceleme ve araştırma: farkiilıkları ard arda sıralama neticesinde Kur'an'-:r. yedi harfinin ne olduğu sonucuna varıyoruz. [210]
                    [hr]
                    [93] Vefeyâtu'!~A'yân, 1/125. Ebu Ahmed el-Askerî İçin bk. es-Suyûtî, Buğyetu'i-Vuâî. b. 221

                    Brockelmann, «Tarîlıu Âdâbi'l-Arab (Geschichte der Arabischan Literatür)» eserin­de Ebu'l-Ahmed el-Askerî ile Ebu'l-Hilâl eİ-Askerîyi birbirine karıştırmış (1/27) amb : sonra bunun farkına vararak İlâvesinde bursu tashih etmiştir.

                    [94] ed-Dânî, e!-Muhkem. s. 18-19.

                    [95] tonu Ebi Davud, Kitabıı'l-Mesahlf s. 117 Ayrıca bk. Geschichte des Qorantexts, s. 255

                    [96] İbnu ebi Davud, Kitabıı'l-Mesahif, s. 117 ayni sayfada onbir yerde zikredilmektedir,

                    [97] İbnu ebî Davud, kitabu'l-Mesahlf, s. 32.

                    [98] es-Suyuîi el-ltkan'da 2/2BÛ dört kişi olduklarım rivayet eder ve yukarıdaki üç kişi­ye Hasan Basrî'yi ekler. Oysa Kur'on'ın noktalanması hususunda Hasan'ın rnüsbet bir tavrı.bilinmemektedir. O sadece noktalanmasında birkerahet görmüyor ve tik do-■ nem âlimleri gibi şiddetle karşı koymuyordu, ibnu ebi Davud, Hasan-ı Basrî ve İbnu Sîrin'ın «Kur'anın noktalanmasında bir beis görmediklerini» rivayet eder. el-İtkan, 2/290. Belki de noktalama işinde Hasan'ın gevşeklik göstermesi ve onu hoşlanma-mazlıkla karşılamaması, Mushaf m noktalama işini ilk yapanlar arasında zikredilme­sine sebep olmuştur.

                    [99] Yohya b. Ya'mer, hicrî 45 senesi dolaylarında Basra'da doğdu. Hayatının bir bölü­münü Irak'ta geçirdikten sonra Horasan'a hicret etti. Havası, Hz. Ali ve taraftarların­dan yana esiyordu. (Bk. Vefeyaîu'l-A'yan, 2/227} Belki de bu sebepten dolayı el-Hac-câc onu Horasana sürgün etmiştir. Gençliğinde İbnu Abbas ve İbnu Ömer'den riva­yette bulunduğu söylenir. Katade (öl. 118) de kendisinden rivayet etmiştir. İbnu Ya'­mer daha sonra Merv. şehrine kadı olmuş ve H. 120 senesinde burada ölmüştür. (Bk. Vefayatu'l-A'yan, 2/227. Gayetu'n-Nihaye fî Tabakati'l-Kurra', s. 381. Buğyeîa'l-Vuât, s. 417., Sîrelu'n-Nübelâ'da doksandan önce vefat ettiği ifade edilmektedir.

                    [100] Nasr b. Asını el-Leysî: Basra Kurrâsından biridir. Ebu'l-Esved ed-Düelî ve Yahya D. Ya'mere talebelik yapmış ve Ebu Amr b. el-Ala'da kendisine talebelik yapmıştır, H. 89 yılında vefat etmiştir. {Bk. Buğyetul-vuât, s. 403; Tabakatu'l-Kurrâ, s. 338) .

                    [101] Yazılmamış Dikkat.

                    [102] el-Burhan, 1/378

                    [103] Onun İçin ez-Zerkeş! (et-Burhan'da 1/250} el-Müberred'den şu sözü nakleder: <tKur'-an'ı İlk noktalayan Ebu'l-Esved ed-Düeli'dir.» el-Muhkem'de de (s. 6.) ayni şey nak­ledilmektedir.

                    [104] et-Tevbe:3

                    [105] el-Burhan'da, 1/250-251 şöyle denmektedir: sEbu'l-FeFec, Ziyad b. Ebi Süfyan'ın Ebu'l-Esved'e Kur'an'ı noktalamasını emrettiğini zikreder.»

                    [106] ez-Zerkânî, Menahiiu'l-İrfan, 1/104: ayrıca bk. Ibnu'l-Enbârî el-İzah, 1/16-17

                    [107] el-ltkan, 2/2S0 .

                    [108] Bk. Geschichte des Qorantexts, s. 261 {cf. Blach, Intr., S. 80 note: 103)

                    [109] ei-Masahif, s. 14l:Harun b. Musa (el-Muhkem, s. 5 de ve Buhari de (Gâyetu'n-Niha-ye, 2/331 de) ayni şeyi söyler.

                    [110] Vefeyâtu'l-A'yan, 2/227: ayrıca bk. el-Burhan, 2/250,

                    [111] Müsteşrik Blâhere'm dediğiyle karşılaştır. (Blachere, Intr., Cor.. s. 80)

                    [112] Bu rivayeti Ebu Ahmed el-Askerî'nm «et-Tashif» isimli kitabından ibnu Hallikön nak­letmektedir. 1/135. 1310 baskısı.

                    [113] Görünen o ki bu, Cahız'ın görüşüdür. el-Burhan 1/251 de şöyle denilmektedir: «e!~ Cahız, «el-Emsâr» kitabında Kur'an'ı ilk noktalayan kişinin'Nasr b. Âsim olduğunu söylemektedir.»' el-Muhkem s. 6 ile karşılaştır.

                    [114] el-Haül b. Ahmed el-Ferâhîdî el-Ezdi: Künyesi Abdurrahman clup zamanında Arap dilinin imamıdır. Aruz veznini ortaya koyan odur. H. 175 yılında vefat etmiştir.

                    [115] el-Muhkem, s. 9

                    [116] Ebu Amr ed-Dânî, Kitabu'n-Nukat, s. 133: (Ayrıca bk el-ltkan 2/290) Kars. Geschioh-te des Qorantext&, s. 262 (el. Blach., Intr. Cor. s. 97)

                    [117] Seni. b. Muhammed: Ebu Hatun es-Sicistânî olarak tanınır. Aşrının dilcilerinin bü-yüklerindendir. H. 248 yılında vefat etmiştir. İbnu Eb| Davud Kitabu'l-Mesahif'de Kur'an yazısıyla ilgili Ebu Halimin bazı sözlerini nakletmektedir, s. 114.

                    [118] ez-Zerkânî, Menahilu'l-İrfân, 1/104.

                    [119] Bu rivayeti Ebu Ubeyd tahrîc etmiştir, (bk. el-ltkan, 2/290). Kars el-Muhkem, s, 10

                    [120] Mücahıdden rivayet edildiği gibi. (bk. el-Muhkem. s. 15)

                    [121] Medine ehlinin imam; olup hadiste emiru'l müminindir. Malik b. eııes b. Mâlik b. Eb; Âmr el-Esbahî, Künyesi Ebu Abdillahtır. «el-Muvatta» isimli eserini kırk yılda hazırlamış ve bu müddet içerisinde onu Medine fakîhlerinden yetmiş fakîhe arzet-miştir. H. 173 yılında, vefat etmiştir.

                    [122] Ebıı Âmir ed-Dönî, en-Nukat, s. 134; el-ltkan, 2/291.

                    [123] Ebu Abdülah Hüseyn b. ei-Hasen el-Halimî el-Cûrcâni. Kitablcnnın en önemlisi «el-Minhûcsdır. H. 403 yılında vefat etmiştir.

                    [124] el-ltkan, 2/291

                    [125] Ta'şîr: Her on âyetten sonra bir alâmet koyma. ed-Dânî, en Nukat, s. 134-14.

                    [126] el-ltkan, 2/291, Ayrıca bk. ed-Dânî, en-Nukat, s. 133.

                    [127] el-İmam el-Hafız Muhyiddin ebu Zekeriyya Yohya b. Şeref en-Nevevî: Muhaddislerin büyüklerindsndir. Hadis ilimlerinde pek çok ve meşhur eserleri vardır. Sahih-i Müsii-me yazdığı şerh, kitaplarının en meşhurlanndandır. H. 676 yılında vefat etmiştir.

                    [128] ei-ltkan, 2/281. ez-Zerkânî de cMenahilü'l-İrfan, 1/402) de en-Nevevî'nin bu naklettiği­miz ibaresini daha uzun şekilde nakleder. İstifadenin tam olması için onu buravu alıyoruz: en-Nevevî «et-Tıbyan» isimli kitabında şöyle demektedir: «Alimler dedi ki: Mushafın noktalanması ve harekelenmesi müstahabtır. Çünkü bu, yanlış okun­maktan onu korur. eş-Şa'bî ve en-NahTnin noktalamayı hoş karşılamamalarına gelince, kendi zcmanlannda Kur'an'm değişmeye uğramasından korkmalarından dolayı idi. Şimdi,ise böyle bir

                    endişe söz konusu değildir. Bu, iyi muhdeslerdendir. Benzeri muhdeslorde: İlmin tasnifi, medreselerin ve sınır boyunca ribatiann inşası vs. de olduğu gibi ona da karşı çskilmaz Vallahu a'lem.»

                    [129] Bununla birlikte âlimler âyetlerin sayısında ihtilâf etmişlerdir. ez-Zerkeşî (el-Burhan 1/251-252) de bu İhtilâfın sebebinin «Peygamber (s.a.v.) in âyetin yerini tesbiî için âyet başlarında durması ve yerini tesbit ettikten sonra vaslederek okuması ve dinleyicinin orada bir fasılanın bulunmadığını zannetmesi» olduğunu belirtir:

                    [130] el-Burhan 1/251 de şöyle denilmektedir: «A'şâr'in konulmasına gelince, bir görüşe göre Abbasî halifesi ei-Me'mun'un emriyle konmuştur. Başka bir görüşe göre ise el-Haccâc tarafından konulmuştur.

                    [131] Bk. ez-Zerkeşi, el-Burhan, 1/270; el-iîkan, 1/90.

                    [132] Bu unvan ve İşaretlerin yazılışı hakkında karşı çıkanlarla çıkmayanların tavırları için bk. İbnu Ebi Davud, Kitabu'l-Mesahif s. 158.

                    [133] el-Burhan, 1/250. Kur'anın otuz cüz'e bölünmesi böylece yaygınlaştı. Medreselerde okuyan küçük talebelere kolaylık olsun diye bu cüzler müstakil olarak da basılmış­tır. Daha sonra bir cüz'ün İkiye ve hizbin de dört çeyreğe bölünmesi yaygınlaştı.

                    [134] İbnu'n-Nedim-el-Fihrist, ^fuhuel Baskısı-1871.

                    [135] Mushaffann yazıldığı hat şekileriyie ilgili olarak Moritz'in İslâm Ansiklopedisinde yazdığı maddeye bak. Kûfî hattın neden tercih edildiği için de bk. Geschicthe des ûorantexts, 251 s. 99 «cf. Piach., Intr., 8 Note 112.»

                    [136] Bk. Blachere, Intr. Cor., s. 133.

                    [137] Blachere İd., s. 133,

                    [138] Kur'anın matbaa baskısının bu dönemleriyle ilgili malumatı müsteşrik Blachere'den aldık. Bk. Blachere Intr. cor. s. 133.

                    [139] Dr. Subhi es-Salih, Kur’an İlimleri, Hibaş Yayınları: 74-81.

                    [140] Sahih-i Buhârî, 6/185 Taberi tefsirindek! rivayetle 1/10 Ahmed'in Müsned'inde 1/24 (Şökir baskısında 1/224, hadis no: 158) ve el-Burhandakİ rivayet de buna yakın­dır. 1/211.

                    [141] Ahmed b. Ali b. Musennö et-Temîmî-el Mevsuli: Ebu Ya'la olarak bilinir. Sağîr ve Kebîr olmak üzere iki müsnedi vardır. H. 307 yılında Musul'da vefat etmiştir. (el-Ri-saletu'l-Mustatrafe, s. 53-54).

                    [142] «l-ltkan, 1/78.

                    [143] es-Suyutî'nin şu sözünde tasrih ettiği isimleri tesüit etmeye çalışırsak sayılamaya­cak olan bu sayı hakkında bir düşünce sahibi olabilir. es-Suyûtî şöyle demektedir: cKur'an yedi harf üzere indi» hadisi sahabeden bir topluluk tarafından rivayet edil­miştir. Ubey b. Ka'b, Enes, Huzayfe b, el-Yemânî, Zeyd b. Ekram, Semura b. Cun-dub, selman b. Sard, İbnü Abbas, İbnü Musad, Abdurrahman b. Avf. Osman b. Af-fan, Ömer b. el-Hattab, Amr b. Ebi Selme, Amr b. el-Âss, Muaz b. Cebel, Hışam b. Kakım, Ebu Bukre, Ebu Cehm, Ebu Said el-Hudrı, Ebu Talha el-

                    Ensarî, Ebu Hure/re. Ebu Eyyub, Bunlar yirmi bir sahabîdir.» (el-ltkan, 1/78} es-Suyûtî, kendisinden yedi harf hadisinin mütevatir olduğuna dair bir İfade nakletmektedir, el-ltkan, 1/85, ©I-Burhan, 1/224.

                    [144] İbnu'l-Cezerî, Tabakatu'l-Kurra, 1/292.

                    [145] el-Burhan, 1/213.

                    [146] Kur'cn Kurrâlarından biri olup başlangıçta Hamza'nm kıraati üzere okuyordu. Son­ra, kendisine nisbet edilen kendine has bir kıraet seçti. H. 231 yılında vefat etmiş­tir. (Bk. İhbahu'r-Ruvat, 2/140: Tabakatu'l-Kurrâ, 2/143: BuğyetU'l-Vuât, s. 451.

                    [147] el-Burhan, 1/214.

                    [148] el-ltkan, 1/78: el-Burhan, 1/223.

                    [149] el-Burhan, 1/212.

                    [150] el-ltkan, 1/73.

                    [151] el-Burhan, 1/212.

                    [152] ei-Itkan, 1/78, Ayrıca bk. el-Kasımî, Mehâsinü't-Te'vîl, 1/287. Bu telden çalma müs­teşriklerin hoşuna gider, «yedi» sayısının Samîlerin kalblerinde büyüsel etkisi vardır, Bunun İçin bk. Buhl, Encyclopedie de L'İslâm, M/1135: Noldeke, Geschlchte des Qo-rans. p. 50.

                    [153] el-îtkan, 1/87, Kadı lyaz, Majijrib âlimi oİMp zamanının hadis ehlinin imamıdır. İsmi, lyaz b. Musa b. lyaz b. Amr. el-Yahsabî'dir. «eş-Şifa bi Ta'rif Hukuki'l-Mustafa» isim­li eserin yazarıdır. H. 544 yılında vefat etmiştir.

                    [154] el-ltkan, 1/87.

                    [155] Hafız Muhammed b. hibban el-Bektî: Künyesi Ebu Hatim olup büyük muhaddister-dendir. H. 354 senesinde vefat etmiştir. (Şezeratu'z-Zeheb 3/16).

                    [156] el-Burhan, 1,212.

                    [157] Bu âlim, İbnu'l-Cezeri olup bu görüşü el-ltkan'da nakledilmiştir. 1/80.

                    [158] Ebu Ubayd el-Kasım b. Seliam ve Alımed b. Yahya Sa'ieb bu görüştedir. (el-Bur-han, 1/217) e!-Ezherî, Kur'anm tertibi sırasında Hz. Osman'ın «Zeyd'le ihtilafa düşe­cek olursanız, Kureyş lugatıyla onu yazın, Çünkü Kur'an en çok onların diliyle in­miştir.

                    [159] el-ltkan, 1/80, ez-Zerkeşî «el-Burhan» 1/219 eserinde Ebu Umar b. Abdil-Berr lisa­nıyla şöyle demektedir: «Başkaları Mudar'ın bütün lugatlarının Kur'an'da mevcut olmasına karşı çıkıyorlar. Çünkü bu dillerde şâz kelimeler mevcuttur. Kur'an, Kays

                    lügatinin alzSitS'}} » sinden ve Temim lügatinin « « i;,;c » sinden uzaktır.

                    [160] el-ltkan, 1/230, Bu konuda daha fazla misal için bk. el-ltkan, 1/227-231.

                    [161] el-ltkan, 1/230, Bu konuda daha fazla misal için bk. el-ltkan, 1/227-231.

                    [162] Yusuf b. Abdillah b. Abdissamad b. Abdilberr en-Nemrî el-Kurtubî «el-İstiâb» kitabı­nın müelüfi clup H. 463 yılında vefat etmiştir. (Şezerâtu'z-Zeheb, 3/314

                    [163] el-Burhan, 1/219. Ömer ve Hişâm'ın Kureyşî olduklarına deliller için bk. el-ltkan, 1/82).

                    [164] e!-ltkan, 1/83: ez-Zerkeşî (el-Burhan, 1/224-225) de bu yedi ilmi kendilerine delalet eden Kur'andan getirdiği sahicilerle zikreder. Ama uzatmamak için el-ltkan'ın ifade­sini nakletmekle yetindik.

                    [165] el-Burhan, 1/225.

                    [166] el-Burhan, 1/216.

                    [167] el-Burhan, 1/216.

                    [168] el-Burhan, 1/220.

                    [169] Tefsiru't-Taberî, 1/10.

                    [170] Blachere, Intr., Cor., s. 69. Ayrıca bk. Geschicte des Oorans. 111/105.

                    [171] Ibnu'l-Cezerı «en-Neşr» kitabında mana ile okumayı reddederek şöyle demektedir: «İbn Mesud gibi bazı sahabenin mana iie okumayı caiz gördüklerini söyleyene ge­lince, bu kimse İbnu Mesuda ve sahabeye yalan isnad etmiştir. İbnu Mesud'un dedi­ği şudur: «Kur'an okuyucularını dinledim, onları birbirlerine yakın buldum. Bildiğiniz gibi okuyun,» Bk. ei-Kasımî Mehasinu't-TeVil, 1/298.

                    [172] el-Burhan, 1/318: Ayrıca bk. el-itkan, 1/138.

                    [173] ez-Zerkeşî'nin dediği gibi eî-Tirmizİ'nin Ubey b. Ka'b'dan yaptığı rivayet buna şe-hadet etmektedir. Bu rivayette şöyle anlatılır: «Rasulüliah {s.a.v.)' Cebrail'le karşı­laştı ve ona şöyie dedi:. Ya Cebrail, Ümmî bir ümmete gönderildim aralarında yaşlı kadın ve erkek köle ve cariye ve asla kitap okumamış kimseler var. Bunun üzerine Cebrail şöyle dedi: "^a Muhammed, muhakkak ki bu Kur'an yedi harf üzere inmiştir. (Tirmizî hadisin hasen-sahih olduğunu söyler. Bk. el-Burhan 1/227.

                    [174] Bk. el-Burhan, 2/125.

                    [175] Sahihu'i-Buhârî 6/185.

                    [176] e!-Bakara: 37. Meâlî: «Derken Âdem Rabbinden kelimeler belleyip aldı. «Misaller için bk. el-ltkan, 1/79: Ahrned ed-Dİmyâtî, İthafu fuzdail-Beşer, s. 331.

                    [177] «Derken Âdem'e Rabbinden kelimeler geldi.»

                    [178] el-Bakara: 282. Meâlî «Şahit edene do asla zarar verilmesin.» Misalier için bk. el-ltkan, 1/79 ve ithafu Fuzalâi'l-Beşer s. 331.

                    [179] el-Burhan'da, İmam Malik'e sorulduğunda bunların İhtilafın­da bir beis görmediğini söylediği nakledilir. (1/222) Allah Teâlânın

                    sözündeki. a kelimesindeki a harfi olarak « U ,ai; » şeklinde de okunmuştur. (el-Eakara: 253) Evlâ olan Ibnu Âmir, Asım,

                    . Hamza, Kisaî ve Halefin kıraatleridir. (Bk. İthafu Fuzalai'l-Beşer, s. 162.)

                    [180] et-Tûr: 37

                    [181] ol-ltkan. 1/79. '

                    [182] el-Mu'nıinûn: 8

                    [183] el-Bakara: 70. Karşı el-Müberred, el-Müzekker ve'I-Müennes, 1/132, Ayrıca bk. rasât fî fıfchı'Muga': isimli .kitabımız (5,67)

                    [184] e!-Karia: 5.

                    (x) et-Tevbe: III. {Bk. el-itkan, 1/30).

                    [185] Kâf: 19 (Bk. el-Burhan, 1/335)

                    [186] en-Nasr süresinde geçen « «i«llj <u^j-sî »U'jt 3 yerine « ^Jlj Âa^'s

                    kıraati da şâzz olup bu gibi kıraatler, Kur'an'ın yedi harfinden biri değildir.

                    [187] et-Tevbe: 100 (Bk. el-Burhan, 1/336.

                    [188] el-ltkan, 1/130..

                    [189] el-Bakara: 116 (Bk. el-ltkan, 1/130).

                    [190] el-Leyl: 3 (Bk. Ibnu'l-Arabî, Ahkâmu'l-Kür'an, 2/309).

                    [191] Sâd: 23.

                    [192] el-Kehf: 80. . '

                    [193] el-Bakara: 238.

                    [194] el-Burhan: 1/215. .

                    [195] Tâhâ: 9. . -

                    [196] ei-Kıyame: 4.

                    [197] e!-Mu'minun; 1 (Bk. el-Burhan, 1/320 el-Cin sûresi 1. ayetinde ve e!-Bakara sûresinin 14 ncü ayetinde ceçsn keti-meleride ayni şekilde okunmuştur.

                    [198] Onun ipindir- ki Buharı, Sahih'inde Kur'an'ın Kureyş ve arap diliyle apaçık bir Arap­ça ile inişine bir bâb ayırmıştır. (Fazailu I-Kur'an 6/182..

                    [199] Bk. «Drâsat fî Fıkhî'l-luga isimli kitabımız birinci baskı, s. 109.

                    [200] a.g.e., s. 59-60.

                    [201] a.g.e., s. 60.

                    [202] a.g.e., s. 50-51. _

                    [203] el-Müzhlr. 1/261.

                    [204] Drâsât fî Fıkhi'1-Luga, s. 50.

                    [205] ez-Zerkânî, Menahilu'l-İrfan, 1/139. Ne gariptir ki, yedi harf arasında lehçe farklılık­larını zikretmeyen İbnu'l-Cezerî bu görüşü savunmaktadır.

                    [206] ez-Zerkânî, Menahİlu'l-lrfan, 1/154. Başka bir yerde buna benrer bir ifadenin IbnıTI Cezerî'ye nisbet edildiğini görmüştük. BK. s. 109.

                    [207] Bk. ez-Zerkânî, Muhammed Abdu'l-Azîm, Menahilu'I-Irfan fî Ulûmİ'l-Kur'an, 1/14B-160. ez-Zerkânî burada bu üç büyük alimin görüşlerini ele alarak inceler sonra on­ları Ebu'l-Fazl er-Razî'nin görüşleriyle karşılaştırarak onun görüşünü tercih eder Ibnu'l-Cezerî de «en-Neşr fî'l-Kıraâti'l-Aşr, 1/26-28) de, kendi görüşüyle Ebu'l-Fazl er-Râzî ve ibnu Kuteybe'nln görüşlerini teıcih eder ki. ez-Zerkânî bu görüşü ondan almış fakat ondan aldığını belirtmemiştir.

                    [208] Büyük İmam İbnu Şârân er-Râzî. H. 290 yılında vefat etmiştir. (en-Neşr, 1/179).

                    [209] Bk. el-Burhan, 1/223.

                    [210] Dr. Subhi es-Salih, Kur’an İlimleri, Hibaş Yayınları: 81-94.

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında

                      konu ilerledigi zaman katilimda bulunabilecegim kaynaklara sahip degilim bu konuda, nette bulabilecegim bilgilerde genellikle sünni dünyaya ait, arapca ve farscadan da yoksunuz malesef...
                      bu nedenle ehlibeytinizinde kardesimizin bilgi birikimi ile ulasabilecegi kaynaklari düsünerek, konuyu sizlerden okumaya ve bilgilenmeye calisacagim...
                      umarim hepimiz icin faydali bir baslik olur


                      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında



                        Haccac ve harekeler hakkında 2 ZIT görüş:

                        [hr]

                        d) Haccâc Abdülmelik'in emriyle Kur'ana "hareke ve nokta koydurmuştur.Daha önceleri Ebü'î-Esved ed-Düelî (69/688) tarafından amatörce yapılan fakatyaygın hale gelmeyen hareke ve noktalama işi böylece başarılmış bu şerefli ça-lışmada Hasan ei-Basri (110/728), Yahya b. Ya'mer (129/747), Nasr b. Asını(89/707) gibi büyük ilim adamları görev başında bulunmuşlardır[46]. Özellikle arap olmayanların Kur'anı dürüst şekilde okuyabilmeleri imkanıböylelikle sağlanmış oluyordu. İslam alemi bu hizmeti sebebiyle Abdülmelik'e veHaccâc'a teşekkür borçludur. Haccâc daha sonra'Kur'anın harflerini saydırmış, Kur'anın yansını, üçtebirini, yedide birini buldurmuş[47], Kur'anı cüzlere taksim ettirmiştir[48]

                        [47] Kurtubî, 1/64.
                        [48] el-Gazzâlî Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed, İhyaü Ulumi'd-din, Mısır 1939,1/284.
                        [49] Cessas Ebu Bekir Ahmed b. Ali, Ahkâmü'l-Kur'an, İstanbul 1335, IH/102

                        [hr]

                        ikinci görüş

                        İbnül Cevzi'den İbn Kesir'in naklettiğine göre olay şudur: 1007 yılında Haşimilerden bir grup Sünni, Şiilerin fakihi Ebu Abdullah Muhammed'e bulunduğu mescidde saldırıp dövmüşler. Bunun üzerine Kerh Mahallesi'nde oturan Şiiler de Sünni fakihlere saldırmışlar. Böylece uzun mücadeleler olmuş. Şiiler kendi iddialarına dayanak olarak Mesudoğlu Abdullah'ın mushafını (Kuran) getirmişler. Bunun üzerine eşraf, kadılar ve fakihler toplanmışlar, bu Kuran okunmuş. Sonra Sünni Şeyh Ebu Hamid ile fıkıhçılar bu Kuran'ın yakılmasına karar vermişler. Sonunda bu Kuran yakılarak yok edilmiş. (İbn Kesir, c.12, s.38-39)

                        713 yılında ölen ve zalimliği ile ünlenen Haccac da Mesudoğlu Abdullah'ın Kuran'ına düşmandı. Abdullah, peygamber zamanında Kuran'ı ezbere okuyan yazdıran en önemli isimdi. Peygamber de onun Kuran okuyuşunu doğru bulmuş, “Kuran'ı indiği gibi taze ve doğru okumak isteyen ve bundan hoşlanan kimse, Abdullah'ın okuduğu gibi okusun.” demişti ve buna Halife Ömer de tanık olmuştu. (İbn Kesir, c. 9,s. 215)

                        Abdullah, bizzat Peygamberin ağzından 70 sure öğrenmişti. O, Kuran'ın toplanması konusunda kendisinin yerine Osman tarafından tercih edilen Sabitoğlu Zeyd için, “Ben Peygamberin ağzından yetmiş sure öğrenirken Zeyd daha çocuklarla oynayan birisiydi.” demişti.

                        Halbuki Haccac, ona düşmandı. Demişti ki: “Kendi elindeki kitabın Allah katından gönderildiğini iddia eden Abdullah'ı cezalandıracak olursam kim bana mani olabilir ki. Allah'a yemin ederim ki onun elindeki kitap, Arap recezelerinden (şiirlerinden) bir recezedir. Allah o kitabı peygambere indirmiş değildir.”

                        Haccac yine şöyle demişti: “Mesudoğlu Abdullah'ın okuyuşuna göre Kuran okuyan bir kimseyi görürsem boynunu mutlaka vururum. Onun kıraat şeklini domuz kemiği ile bile olsa Kuran'dan kazıyıp sileceğim. (İbn Kesir, c.9, s.214)

                        Haccac'ı anlatan Sünni tarihçi İbn Kesir diyor ki: “Haccac, Hz. Osman ve Emevi taraftarı idi. Onlara aşırı meyli ve sempatisi vardı. Emevilere muhalefet etmenin küfür olduğu kanaatine sahipti.

                        Büzey, Haccac'ın bir hutbesinde şöyle dediğini nakletmiştir: 'Sizin bir işinizi gördürmek için gönderdiğiniz resul mü (peygamber mi) daha büyüktür yoksa ailenizin üzerine halef bıraktığınız mı (halifeniz mi) daha büyüktür.'” (İbn Kesir, c. 9, s.218).

                        Haccac, yukarıda açıkça diyor ki: Hilafet, peygamberlikten; halife (Emevi padişahı) de peygamberden (Hz. Muhammed'ten) üstündür.

                        Emevi padişahını Peygamber Muhammed’ten üstün gören bu kişi, döneminin en büyük Kuran bilgini sayılan Abdullah'ın derlediği Kuran'ın düşmanı idi. Haccac, bu Kuran'dan korkuyor, onu ortadan kaldırmaya çabalıyordu.

                        Haccac, Hazreti Ali ve taraftarlarına düşmanlığı ilke edinmişti (İbn Kesir, c.9, s.220)

                        Üçüncü Halife Osman, tarihte “Kuran Yakıcısı” lakabıyla da geçmektedir.

                        Osman 655'te öldürülürken, kendisine yöneltilen suçlamaların başında, Kuran'ı yaktırdığı iddiası geliyordu.

                        Osman'ın evini kuşatan isyancıların arasında Ebubekir'in oğlu Abdullah da vardı. O, Osman'ın evine girip halifeyi yakalayınca sormuştu:

                        – Sen hangi dindensin ey ahmak?

                        – İslam dinindenim ve ben ahmak değilim; aksine ben müminlerin emiriyim.

                        – Allah'ın kitabını değiştirdin.

                        – Allah'ın kitabı ortadadır, aramızda duruyor. (İbn Kesir, c.7, s.303)

                        Bir iddiaya göre, Osman'ı hançerle vurarak öldüren Ebubekiroğlu Abdullah'tır.

                        Kuran'ın toplanması Osman'dan daha önceki dönemde yapılmıştı. Elde değişik Kuran metinleri vardı. Bu metinlerin okunması sırasında değişik anlamların ortaya çıktığı görülüyordu.

                        Bir savaş sırasında Şamlılar (Muaviye kuvvetleri) ile Iraklılar bir arada savaşmışlardı. Şamlılar Kuran'ı, Esvedoğlu Mikdat ile Ebu Derda'nın kıraatine göre okuyorlardı. Iraklılar ise Mesudoğlu Abdullah ve Ebu Musa'nın kıraatine göre okuyorlardı. Bunlar, kendi okuyuşlarının diğerlerinden doğru olduğunu iddia ettiler ve iş kavgaya vardı. Sonunda iki kesim birbirlerini dinsizlikle suçlamaya başladılar.

                        Hüzeyfe bu durumu halife Osman'a şikayet etti ve Kuran'ın okunuşundaki anlaşmazlıklardan örnekler verdi. Bunun üzerine Halife Osman, Kuran'ın tek kıraate (okunuşa) göre yeniden yazdırılması emrini verdi. Bu iş için de Sabitoğlu Zeyd'i görevlendirdi. Sonunda Şamlılar için bir Kuran, Mısırlılar için de ikinci bir Kuran yazıldı. Basra'ya, Kufe'ye, Mekke'ye, Yemen'e bu Kuran'lardan birer tane gönderildi. Medine'de de bir Kuran bırakıldı.

                        Fakat, Osman'ın yazdırdığı bu Kuran'lara şiddetli bir muhalefet ortaya çıktı. Ümeyyeoğullarına karşı mücadele edenler, Osman'ı Kuran'ı değiştirmekle ve yakmakla suçluyorlardı. Bu suçlamayı yapanların büyük bölümünün Kuran'ı ezberlemiş insanlar olduğu da dikkat çekiciydi.

                        Peygamber'in ve Hazreti Ali'nin Kuran'ın alimi gibi gördükleri Mesudoğlu Abdullah'ın Kuran'ın teke indirilmesi konusunda devre dışı bırakılması da dikkat çekici idi. Abdullah, elinde bulunan Kuran'ın yok edileceğini anlayınca vermemiş, Osman da onu getirtip kaburga kemikleri kırılıncaya kadar dövdürtmüştü.

                        Kuran'ı yorumlamada çok önemli olan okuyuş, doğrudan doğruya kutsal kitabın ana mesajını kapsamaktadır. Çünkü, Osman Kuran’ına muhalefet, muhalefetten ve dinine çok bağlı kişilerden gelmiştir. Osman'a başkaldıranların ve “Osman Kuran'ı değiştirdi!” diyenlerin önde gelenlerinin Kuran okuyucuları olması da bu açıdan çok dikkat çekicidir.

                        Osman Kuran’ı ile Mesudoğlu Abdullah'ın Kuran'ı arasında bazı farklar olduğu, bu farklar neticesinde Ehlibeyt'in daha açık olan işaretinin belirsiz hale getirildiği Aleviler tarafından başlangıçtan beri iddia edilmiştir.

                        Emevilere hizmet için hiçbir kural, hiçbir kutsal tanımayan dönemin zorbası Haccac'ın, Mesudoğlu Abdullah'a düşmanlığı, “Kanını içsem, doymam!” demesi bu ideolojik çatışmaya Abdullah'ın verdiği kuramsal destekten gelmektedir.

                        İşin ikinci boyutu da şudur: Haccac, Kuran okuyuşunu istediği anlama gelecek şekilde düzenlemek için hareke dediğimiz özel işaretlerle Kuran yazılması geleneğini başlatmıştır. Artık Kuran, Emevilerin istediği anlamın dışında başka bir anlama gelecek biçimde okunamayacak, yorumlanamayacaktı.

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında


                          Yukarıdaki yazılardaki 2 farklı görüş de Kuran'a Haccac tarafından hareke eklendiğini kabul etmekle birlikte görüş ayırlıkları ise bu hareke eklenmesi işleminin iyi niyetle veya kötü niyetle yapılması konusundaki görüş ayrılıklarıdır.

                          Aşağıdaki görüş ise Kuran'a Haccac eliyle hiç bir şekilde hareke eklenmediğini savunan tamamen farklı bir görüş.



                          KÛR'AN KORUNMUŞTUR

                          Bilindiği gibi Kur’an inmeden öncede Allah tarafından başka Kitaplar indirilmişti, İslam inancına göre İndirilen bu kitaplar Allah tarafından korunmaya alınmadıklarından kullar tarafından çesitli tahrifata uğradılar, Kur’an İse İslam inancına göre Allah tarafından korunmaya alınmış olduğundan hiç bir şekilde değiştirilemez olan bir İlahi Kitaptır, bu husus İslam dininde İmanla alakalı bir husus olmakla beraber, güncel olarak gözlemlene bilen bir hakikattir, bugün dünyada yaygın olarak geçerli olan Kur’an metnini şüphe altında bırakabilecek direkt veya dolaylı ikinci bir Kur’an metni yoktur, Kur’an’ın inişinden sonra Kur’an karşitı olan kimseler bu hakikati bozmaya yani Kur’an’ın metnini değiştirmeye güç yetiremeyince ve Kur’an’ın içeriğine tesir etmeye umutları kalmayınca, İnsanları Kur’an’dan soğutup uzaklaştırmak için, Kur’an’ın dışından Kur’an’a söz etmeye ve hatta Peygamberimiz adına uydurdukları rivayetlerle Kur’an’ın etrafını kuşatmaya giriştiler, böylece Kur’an’ın içeriğine yerleştiremedikleri söz ve kanaatlerini, Kur’an’ın etrafına bir duvar şeklinde örme çabasına girdiler, bu çabaları çerçevesinde kimileri Kur’an noksandır derken diğer bazıları ise Kur’an’da fazlalık vardır iddiasında bulundular, diğer bazıları ise Kur’an lafzına söz ederek bu lafız bu şekilde inmemiştir demeye giriştiler. Hatta hızlarını alamayan diğer bazıları ise Peygamberimiz adına uydurdukları rivayetlerin Kur’an ayetlerini iptal edebilme gücünde olduğunu ileri sürdüler. Bütün bunları yaparken muhakkak Peygamber adına uydurdukları bir veya birden fazla rivayeti iddialarına ispat vasıtası yapmayı ihmal etmediler, bu olmadan açıktan ve doğrudan Kur’an metni konusunda bu bizim şahsi görüşümüzdür diyerek söz etme cesaretini göstermediler. Böyle bir şey yapmaları, Kur’an’ın yerleşik bir bütün olarak Allah tarafından korunmuş olduğu inancını inkar ile bu husustaki Kur’an ayetlerini inkar manasında olduğundan İslam İnancına kafir oldukları kolayca ortaya çıkmış olacaktı. Bundan dolayı, kendilerini gizlemek kaygısıyla şahsi sözlerini iftira yoluyla Peygamberimize mal ederek insanlara yutturmaya ve İnsanları saptırma gayretine giriştiler. Bu forumda Kur’an metninin çesitli müdahale ve yapılandırmalarla değişimlere uğradığını iddia eten kimseler ise sahte de olsa hiçbir belge ileri sürme ihtiyacını duymadan eskilerin yanında amatörce sayıla bilecek keyfi iddialarda bulunmaktan çekinmemişlerdir. Kur’an metni ve yapılanması konusunda söz söylemek Kur’an’ı kabul noktasında bir iman olayıdır, Ellerinde mevcut olan Kur’an’a Allah’ın korumasına rağmen müdahaleyi mümkün görenler, bu husustaki ayetleri inkar etme durumuna düşmektedirler, bu konularla ilgili olarak:

                          Kur’an’ı Koruyucusu Allah’tır, Kur’an’dan mealen:

                          - Şüphe yok ki, zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz. Ve muhakkak ki, onu koruyacak olanlar da bizleriz. 15/9

                          - Muhakkak ki o, elbette değerli bir Kur'an'dır. 56/77

                          - Bir korunmuş kitaptadır. 56/78

                          Ne önce nede sonra batıl Kur’an’a yol bulamaz, Kur’an’dan mealen:

                          - Onlar, o zikiri/Kur'an'ı kendilerine geldiğinde inkâr ettiler. Halbuki o, eşsiz yücelikte bir Kitap'tır. 41/41

                          - Bâtıl ona, ne önünden gelebilir ne de arkasından. Hakîm ve Hamîd Allah'tan bir indirmedir o. 41/42

                          Batılın kelime manası geçerli olmayan her çeşit davranış ve eylem demektir, batıl Kur’an açısından düşünüldüğünde, Kur’an’a karşı Allah’ın tasvip etmediği her çeşit olaydır. Kur’an metniyle her ne şekilde olursa olsun İnsanlar tarafından değişiklik yapıldı diyenler, Allah’ın bu değişikliğe müsaade ettiğini ve Onayladığını kabul etmiş olmaktadırlar, bu mantığa göre en azından biri değişikliğe uğramamış biride değişikliğe uğramış Kur’an olmak üzere iki çeşit Kur’an’ın geçerli olması demektir ki böyle bir olayın dünyada somut bir örneği yoktur, zira böyle bir olay batılın Kur’an’a yol bula bildiği manasındadır ve vuku bulmamıştır. İddiada bulunanlara sormak gerekir Dünya’da bir birinden farklı ve geçerli birden fazla Kur’an mevcutsa ve bu batılın Kur’an’a müdahalesi manasında değilse, sizce batıl nedir?

                          Kur’an’ın korunmasının boyutları:

                          Kur’an taklit edilemez, Kur’an’dan mealen:

                          - Ve eğer siz kulumuza indirdiğimizden şüphede iseniz, onun benzerinden bir sûre vücuda getiriniz. Ve Allah Teâlâ'dan başka şâhitlerinizi dâvet ediniz, eğer siz doğru kimseler iseniz. 2/23

                          - Eğer siz onu yapamaz iseniz, elbette yapamayacaksınız ya, artık o ateşten sakınınız ki, onun çırası, bir takım insanlar ile taşlardır. O ateş ise kâfirler için hazırlanmıştır. 2/24

                          - De ki: Andolsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur'an'ın bir benzerini getirmek üzere toplanacak olsalar, elbette onun bir benzerini getiremeyeceklerdir. İsterse, bazıları bazılarına yardımcı olsun.17/88

                          - Yoksa onu uydurdu mu diyorlar?. De ki: Eğer siz doğru sözlü kimseler iseniz, onun benzeri bir sûre getirin ve Allah'tan başka gücünüz yettiği kimseyi de çağırınız. 8/38

                          - Hayır... Onlar ilmini kuşatamadıkları ve daha tevili kendilerine gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar. Onlardan evvelkiler de böylece yalanlamada bulunmuşlardı. Artık bak ki, zalimlerin sonu nasıl olmuştur. 8/39

                          Kur’an’ın metni taklit edilemediği gibi, kelimeleri üzerinde de oynanamaz, bu isterse kelimeyi lafız olarak değiştirmek veya kelimeyi aynen bırakmakla beraber yerini değiştirmek şeklinde olsun mümkün değildir, zira kelimelerin yerinin değişmesi aynı zamanda metnin değişmesi demektir, kelimelerin yer değişmesi mümkün olsaydı iyiyi kötü kötüyü de iyi göstermek kolayca mümkün olurdu, Allah böyle bir şeye müsaade etmez, Kur’an’dan mealen:

                          - Ve andolsun ki, senden evvel de Peygamberler yalanlanmışlardır. Fakat yalanlandıkları ve eziyete uğradıkları şeylere karşı sabretmişlerdir. Nihâyet onlara bizim yardımımız gelip yetişti. Ve Allah Teâlâ'nın kelimelerini değiştirebilecek hiç bir kimse yoktur. Ve andolsun ki, sana Peygamberlerin haberlerinden gelivermiştir. 6/34

                          - Rab'binin kelimeleri doğruluk ve adâletçe tamamlanmıştır. Onun kelimelerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir. bilendir. 6/115

                          - Ve Rab'bin kitabından sana vahyolunanı oku, onun kelimelerini değiştirecek yoktur ve ondan başka bir sığınak da bulamazsın. 18/27

                          Kur’an kelimeleri değiştirilemediği gibi yerleri de değiştirilemez, kelimelerin yerini değiştirilmesi Kur’an’ın eğrilmesi demektir, Bu ise Kur’an ögretisine göre mümkün değildir. Kur’an’dan mealen:

                          - Allah'a hamdolsun ki, kuluna Kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı. 18/1

                          Kur’an’ın yazılması, Kur’an’ın nasıl yazıldığı konusunda, Kur’an’dan mealen:

                          - Andolsun Tûr’a (52/1)

                          - Satır satır yazılmış Kitab’a (52/2)

                          - Yayılmış ince deri üzerine (52/3)

                          İfadeleri Kur’an’ın nasıl yazılmış bir Kitap olduğunu belirtir. Ayetler Peygambere inmişti, Peygamberimiz zamanında eğer Kur’an ince deri üzerine yazılıp tespit edilmemiş olsaydı veya elde mevcut bir kitap olmasaydı bu ayetleri duyan müşrikler siz hangi ince deri üzerine yazılmış kitaptan bahsediyorsunuz diye sormaz mıydılar!
                          Kur’an’ın peygamber zamanında özenle yazılmış olduğuna dair diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:

                          - Hayır, o ayetler bir mesajdırlar. (80/11)

                          - İsteyen onları idrak eder. (80/12)

                          - Onlar, değerli sayfalardadır. (80/13)

                          - Yüksek ve temiz sayfalarda. (80/14)

                          - Yazıcıların ellerinde: 80/15

                          - Değerli, iyi (yazıcıların). 80/16

                          Kur’an’ı Peygamber kendi eliyle yazmamıştır, Kur’an’ın kitap olarak yazımı ve tespiti işiyle görevli değerli güvenilir iyi yazıcılar mevcuttu.

                          Bu örneklerden anlaşıldığı üzere, Kur’an’ın sonradan rast gele, taş parçalarından, ağaç kabuklarından, kürek kemiklerinden toplanmış bir kitap olduğu yolundaki rivayetler ve iddialar Kur’an’a uymamaktadır, ve aslı yoktur.

                          Kur’an’ı kimler anlar, Kur’an’dan mealen:

                          - Ve işte sana böylece kitabı indirdik. Artık kendilerine kitap vermiş olduklarımız ona îmân ederler. Şunlardan da ona îmân edecek olanlar vardır. Ve bizim âyetlerimizi kâfirlerden başkası inkâr etmez. 29/47

                          - Ve sen ondan evvel hiçbir kitap okur olmadın ve sağ elin ile onu yazmadın. Öyle olsa idi elbette iptal etmeye çalışanlar, şüpheye düşmüş olurlardı. 29/48

                          - Hayır.. O kendilerine ilm verilmiş kimselerin sinelerinde apaçık olan âyetlerdir ve bizim âyetlerimizi zalimlerden başkası inkâr etmez. 29/49

                          Kur’an’ı kimler anlamaz, Kur’an’dan mealen:

                          Kur’an’ın koruyucusu Allah’tır, Allah, peygamber dahil hiç kimsenin Kur’an’ın asıl metnini şüpheye düşürecek herhangi bir değişiklik yapmasına, küçük bir lakırdı dahi olsa Kur’an’da olmayan bir sözü Kur’an’a eklemesine veya Kur’an’ın herhangi bir kelimesini değiştirmesine müsaade etmez.

                          Kur’an’dan mealen:

                          - (Kur’an) Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. 69/43

                          - Eğer o, (Muhammed), bazı laflar uydurup bize iftira etseydi, 69/44

                          - Elbette onun sağ(elini veya kuvvet)ini alırdık. 69/45

                          - Sonra onun can damarını keserdik. 69/46

                          - Sizden hiç kimse buna engel olamazdı. 69/47

                          - O (Kur'an), korunanlar için bir öğüttür. 69/80

                          - Biz, içinizde yalanlayanlar bulunduğunu elbette biliyoruz. 69/81

                          - Doğrusu o, kafirler için hasrettir. 69/50

                          - O, kesin gerçektir. 69/51

                          Bu konuda Kur’an’dan daha birçok örnek vermek mümkündür, fakat şunu belirteyim o nasıl bir mantıktır ki, birçok ayette Kur’an kitap olarak tanımlanmasına rağmen Kur’an’ın peygamber zamanında bir kitap şeklinde mevcut olmadığını iddia edecek ve Kur’an’ın Peygamberimiz zamanında Kitap olarak mevcut olmaması halinde İnsanların Peygamber hangi kitaptan bahsediyor diye sorgulayacaklarını düşünmeyecek. Değil mi ki, ayetlerle Peygamber Kur’an’ı kitap olarak tanımladığında aksini iddia edenlerden herhangi birisi Peygamberimiz zamanında yaşıyor olsaydı, Peygamberimize şu bahsettiğin kitabı bize göster demez miydi. Kur’an’ın kitap olarak mevcut olması Peygamberimiz zamanında henüz tamamının inmiş olması veya henüz inmemiş olmamasıyla ilgili değildir, Kur’an’ın başlangıçtan tamamlanıncaya kadar bir kitap formu olarak işlenmesiyle ilgilidir, bunu için Kafirler Kur’an’ın peyderpey inmesi konusunu anlamadıklarından neden tamamı ona bir seferde verilmiyor demekteydiler. Dikkat edilirse Kur’an’ın mevcudiyetine değil ayet geldikçe yazılması metoduna itiraz ediyorlardı, Kur’an’ın kitap olarak mevcudiyetine itiraz etselerdi zaten öyle bir kitap yoktur diyeceklerdi, halbuki bunu demiyorlar. Kur’an Peygamberimiz zamanında Kitap olarak mevcuttu.

                          Durum bu olmasına rağmen, forumda sorulan veya iddia edilen bir iki hususa değinemekte fayda vardır, aslında bütün soru ve iddiaları cevaplamak isterdim, bu uzun bir çalışma olacağından bence forum sayfası buna müsait değildir, Şöyle ki:

                          Alperen Kardeşin, Kur’an karşitı olarak değil de soru şeklinde sorduğu:

                          “Selam Dostlar

                          Bu konuda aklıma takılanları bu linkte yazmıştım. Bilgisi olan arkadaşların görüşlerinden istifade etmeyi umuyorum.

                          Maide 3'tekine benzer bir durum Hadid 25'te de var gibi. Sanki ayetin içine konuyla alakası olmayan cümleler girmiş.

                          İşin içinden çıkamadım.

                          Hadid 25. Yemin olsun, biz, resullerimizi açık-seçik delillerle gönderdik ve onlarla birlikte Kitap'ı ve ölçüyü de indirdik ki, insanlar adaleti ayakta tutsunlar/adaletle doğrulsunlar. Ve demiri de indirdik. Onda zorlu bir kuvvet ve insanlar için birçok yarar vardır. Allah bu sayede, kendisine ve resullerine, gayba inanarak kimin yardım edeceğini bilecektir. Allah Kavî'dir, Azîz'dir.

                          Maide 3. Şunlar size haram kılınmıştır: Boğazlanmayarak ölmüş hayvanın eti, kan, domuz eti, üzerine Allah'tan başkasının adı anılmış, boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, süsülmüş, canı üzerineyken yetişip kestikleriniz müstesna olmak üzere canavar tarafından yırtılmış ve dikili adak taşları üzerinde boğazlanmış hayvanlar ve bir de fal oklarıyla kısmet paylaşmanız... Bütün bunlar birer sapıştır. Küfre batmış olanlar bugün dininizden ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı/Allah'a teslim olmayı seçtim. Şu da var ki, her kim ciddi bir açlıkla yüz yüze gelir de günaha kaçmak maksadı olmaksızın onlardan yemek zorunda kalırsa, elbette Allah Gafûr ve Rahîm'dir.”

                          Konuyla ilgili görüşüm:

                          Kur’an’dan mealen:

                          - Andolsun biz elçilerimizi açık kanıtlarla gönderdik ve onlarla beraber Kitabı ve (adalet) ölçü(sün)ü indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler. Ve kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlara birçok yararlar bulunan demiri indirdik ki Allah, kimin(ondan yararlanarak) gayb da (görmediği halde) kendisine ve elçilerine yardım edeceğini bilsin, (ortaya çıkarsın). Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür. 57/25

                          Ayette üç şeyden bahsedilmektedir, bunlar:

                          1- Kitap, ilmi vurgular,

                          2- Mizan, adaleti vurgular,

                          3- Demir, maddi gücü vurgular.

                          Bu öyle bir üçlemedir ki, herhangi birinin olmaması, diğer ikisinin işlevini bir sistem olarak ya uygulamaktan uzaklaştırır yada sistem olarak uygulanmasını engeller, Şöyle ki:

                          1- Kitap yani ilim olmasa, Mizan yani adalet, sağlanamaz, adaletin olmadığı yerde maddi güç sadece adaletsizliğin sağlanması aracı olur,

                          2- Mizan, yani adalet olmayan yerde, İlim ve maddi ğüç uygulama da adaletten yoksun olacağından, insanlara zarar verir,

                          3- Demir; maddi güç olmayınca, İlim ve adalet sistem olarak uygulanma imkanı bulamaz.

                          Bu üçlü yapı, yalnız peygamberimize verilmiş bir yapı değildir, diğer peygamberlere de verilmiş bir yapıdır, zira bu üçlü yapı bir devlet sisteminin ana esaslarıdır.

                          Maide 3 ile ilgili soru konusunda, yalnız yiyeceklere odaklanmayıp, dinin tamamlanmış olduğuna, din tamamlanmakla da, kafirlerin tuzak ve iddialarında umutsuz hale geldikleri göz önünde bulundurulmalıdır.

                          Ayrıca forumda yapılan iddialardan biride, noktalamaların Abdulmelik Bin Mervenin direktifiyle H. 65 yılında Haccac Bin Yusuf başka bir ifadeyle Haccacı Zalim tarafından yapıldığı şeklindeki iddiadır, Bir diktatörle bir zalimin Kur’an’ı noktalandırdığı iddiası bence ciddiyetten uzak bir iddiadır, Notalama olmayınca her isteyen harfleri noktalı veya noktasız okumakla birbiriyle ilgisi olmayan çesitli sözler üretebilir. Bu ise Kur’an hakkında iddia edilemeyecek ağır bir sözdür.


                          Önceki yazımda da belirttiğim gibi bana göre, Kur’an’ı tahrif edebilmenin manası İnsanlığın elinde bulunan Kur’an Metnini şüpheli hala getirebilecek bir çalışma ortaya koyabilmek şartına bağlıdır. Bunun dışında bazı kimselerin Kur’an kelimelerine kendilerine göre manalar vermesi veya 19. Tabir edilen kimselerin yaptığı gibi Tövbe süresinin son iki ayetini inkar ederek bu iki ayetin yer almadığı Kur’an bastırıp, bastırdıkları bu Noksan Kur’an’ı asıl Kur’an olarak kabul ettirme çabaları değildir, hatta bazı kimseler çıkıp Kur’an’dan sahife koparmak veya kelime silmek suretiyle işte Kur’an’ı değiştirdik demeleri de değildir. Eskiden olduğu gibi bu günde insanlığın elinde geçerli olarak kabul edilen tek bir Kur’an bulunmaktadır. Aksini iddia edenlerin iddialarını destekleyecek an azından geçerli olarak kabul edilen bir veya birden fazla değişik Kur’an göstermeleri gerekir, bizim geçerli olarak Kabul edip İman ettiğimiz Kur’an bellidir, bundan daha değişik bir Kur’an’ın varlığını iddia eden kimselerin bu iddiaları arkasında durarak kendilerince geçerli olan Kur’an’ı ortaya koymaları gerekir, bizim iman ettiğimiz Kur’an’ı şüpheli hale getirebilecek herhangi başka bir Kur’an varsa bunu açıkça ortaya koyunuz ki, ne demek istediğiniz açıkça ortaya çıksın. Eğer bunu yapamıyorsanız, Kur’an dışından Kur’an’a noksanlık iddia etmeniz yeni bir şey değildir eskilerden beri bir çok kimseler bu tür iddialarda bulunmuşlardı, bunu yaparken de Peygamberimiz adına uydurdukları rivayetleri delil olarak gösteriyorlardı, Kimileri Kur'an noksandır, kimileri fazladır, kimileri de falanca ayet Kur’an’da bulunduğu şekliyle değil de başkaca bir söz iddiasıyla ortaya çıktıkları gibi, Kur’an ayetini keçi yedi diyenlere kadar çeşit çeşit iddialarda bulunmuşlardı, bütün bu saldırılara rağmen Kur’an insanlığın elinde geçerli tek bir nüsha olarak sapasağlam durmaktadır. Daha öncede belirttiğim gibi bugün için aksini iddia edenlerin yaptığı, eskilerin yaptığı yanında basit ve amatörce kalmaktadır. Şöyle ki:

                          Adımı yazmak suretiyle konu ortaya koymaya çalışan Sayın Akçay’ın iddialarına, örnek olsun diye bakalım, şöyle demektedir.

                          “Sayın Hüdür’ün ciddiyetten uzak bulduğu, bir iddiadır. Ama o iddianın sahipleri hakkında ne düşünür, bilmiyorum. Örnegin The Guardian* gazetesindedeki bir yazıda görüşlerini bildiren Dr Puin ve Profesör Allen Jones ciddiyetten uzak iddialar öne süren kişiler midir?

                          Puin diyor ki:

                          Yıllar geçtikçe Kuran’ı doğru okumak güçleşti. İnsanlar mantıklı anlamlar çıkarabilmek için onda değişiklikler yapma yoluna gittiler. Örnegin Miladî 694-714 döneminin Irak valisi olan Haccan bin Yusuf Kuran’a 1 000’i aşkın elif harfi boca etmekle övünüyor.

                          Oxford Üniversitesi’nin Kuran Araştırmaları kürüsüsünde görevli Profesör Allen Jones, aynı görüşte.

                          Puin’e göre mushafa harekelerin konmasına da Haccac öncülük etmiştir. Şöyle diyor: ”Onun ön ayak olduğu değişiklik, Kuran’ın tarihinde bir dönüm noktasıdır.”

                          Ondan sonra “Kuran’ın yazımı sabitleşti”.

                          CEVABIM: Kur’an’a biri içeriğinden biride dışarısından olmak üzere iki şekilde bakmak mümkündür, Ben Kur’an’a içeriğini esas alarak bakan bir kimseyim, dışarısından bakan kimselerin kim olurlarsa olsununlar, Kur’an’ın içeriğine uymayan sözlerinin benim için hiçbir önemi veya ciddiye alabileceğim bir yönü yoktur, sönümünde arkasındayım çalışmalarımı incelediysen, bu konuda hadis adı altında ileri sürülmüş bir çok sözü Kur’an’ın içeriğine uymadığından dolayı ret ettiğimi görmüşsündür. Sen ise, Bugün elde mevcut olan Kur’an’a 1000 elif boca edildiğini başka bir ifadeyle eklendiğini, benim için hiçbir mana ifade etmeyen Dr Puin ve Profesör Allen Jones’in sözüne dayandırarak iddia etmektesin, o zaman iddianda sadıksan bu iddia ettiğin 1000 eliflik fazlalığı içermeyen bir ikinci Kur’an bana göster. Göster ki somut olarak ne dediğin anlaşılsın. Sakın elinde o 1000 elif noksanlı Kur’an olmadığını söyleme, o zaman sana göre, Allah bugün 1000 elif fazlalıklı Kur’an’ın İnsanlığın elinde ve dilinde olmasına müsaade etti de, 1000 elif fazlalıksız olanın yani sana göre asıl olanın yok olmasına mı müsaade etti.

                          Diğer bir iddiası:

                          Allah Teâlâ'nın kelimelerini değiştirebilecek hiç bir kimse yoktur. Amenna ama hangi açıdan; anlam açısından mı, şekil açısından mı?

                          Eğer "Şekil açısından!" diyorsanız örnegin Sebe 19'daki RBN ve BD'nin mevcut harekelere göre rabbena ve bâid diye okunan şekilleri mi M Esed'in önerdigi harekelere göre rabbuna ve ba'ade diye okunan şekilleri mi?

                          Ayrıca bazı insanlar Allah'ın murat ettiği anlamı da değiştirmeye kalkışamaz mı? Örneğin Yüce Allah'ın Nisa 34'te "(Kadınları) dövün!"dediğini yüzyıllardır öne sürmüyorlar mı; sonra da 120'si tarabyalarda bir araya gelip "Allah orada dövün deniyor, uzaklaştırın diyor şeklinde tashihler yapmıyorlar mı?

                          Girin DİB'in sitesine, o tashih hakkındaki açıklamayı okuyun. Sonra bir de henüz yeni baskı yapamamış olan mevcut meallere bakın ve dövün kelimesinin pişmiş kelle gibi suratınıza sırıttığını görün.

                          Güzel kardeşim! Bize düşen böyle aslı astarı olmayan iddialar öne sürmek olamaz; bize düşen, yanlışları düzeltmeye çalışmaktır her halde!

                          Yani biz Müslümanlar, kendimize düşeni yapacağız ki Allah'ın sözleri değişmeyecek.

                          Sevgi ile, Hasan akçay

                          CEVABIM: Bu nasıl mantıktır ki şöyle demekte, , Kur’an’daki “Sebe 19'daki RBN ve BD'nin mevcut harekelere göre rabbena ve bâid diye okunan şekilleri mi M Esed'in önerdigi harekelere göre rabbuna ve ba'ade diye okunan şekilleri mi? Bahsettiğin kelimeyi insanlar Ellerinde mevcut Kur’an’da bulunan harekeli şekliyle değil de, M Esadın Kur’an dışından teklif ettiği harekeli şekliyle mi okumalıdırlar diye bilmektesin, kimmiş bu M Esad, yarın başkaları çıkıp başka şeyler teklif edebilir, senin için bu teklifler ne mana ifade etmektedir, yoksa sen Kur’an dışında söylenen bu gibi sözlere mi iman ediyorsun. Ben Kur’an’ın içeriğinde yer eden Kelimelere iman etmişim bazı kimselerin Kur’an dışında söylediği sözlere değil. Ayrıca 120 kişi toplanmışta Daraba kelimesine uzaklaştırma manası vermelerini veya Mealleri konu etmene gelince, şu veya bu şekilde İnsanlar Kur’an kelimelerine kendilerine göre mana verebilirler, bu Kur’an’ın Allah tarafından korunmuşluğunu ihlal eden bir olay değildir, Allah Kur’an’ı korumayı taahhüt etmiş, Kur’an’ı okuyan insanların mantığını değil, sen bu iki şeyi bir birine karıştırmaktasın.

                          Diğer bir iddiası:

                          “Değerli adalet, diyorsun ki: M.Esed...la yüs'el değildir yani yanılır. Çok güzel. Peki, Hz Peygamber'in harekesiz mushafını harekeli hale getiren zevat la yüs'el midir?”

                          CEVABIM: Kur’an’ın sonradan hareketlendirilmesi mümkün değildir, zira bu onun yazılı olarak tebliğini engelleyen bir olay demektir, Kur’an evrenseldir, yalnız Araplara inmiş bir kitap değildir, iddiana göre 65 yıl süreyle Arapların Kur’an’ı harekesiz okuduklarını söylemektesin, Arap olmayan dileri de Arapça olmayan diğer insanlar 65 yıl süreyle harekesiz Kur’an’ı nasıl okuyabildiler. Yoksa sana göre 65 yıl süreyle Araplardan başkası Müslüman mı olmadı. Kur’an’ın evrenselliğiyle ilgili olarak Kur’an’dan mealen:

                          - Hayır ve bereketi sonsuzdur, o zatın ki, furkanı kulu üzerine indirdi ki: Bütün âlemlere bir sakındırıcı olsun. 25/1

                          - Ve seni göndermedik, ancak bütün insanlar için bir müjdeleyici ve bir korkutucu olarak gönderdik. Fakat insanların pek çoğu bilmezler. 34/28

                          Diğer bir husus dediğine göre aradan 65 yıl geçtikten sonra Kur’an üzerinde harekelendirme, noktala ve 1000 eliflik eklemeler yapıldıysa bu değişiklik 65 lık süre içerisinde yazılmış ve İslam aleminde Mevcut olan bütün Kur’an nüshalarına nasıl gidip yerleşti, öyle ki Emeviler’i kabul etmeyen ve Ellerinde Kur’an bulunan kimseler bu değişikliği nasıl kabul ettiler, hele Hacac’ı zalimin elinden alarak. Ayrıca, Bizim inancımıza göre Kur’an’a İnanan Müslüman Cinlerde mevcuttur, iddia ettiğin değişiklikleri onlar da kabul ettiler mi, Arap ve Arap olmayan Kur’an hafızları harekesiz Kur’an’ı ezberlerine ne şekilde hıfzediyorlardı, hangi okuyuşla ve neye göre.

                          Benim bir yazımı ele alarak şaşırdığını söylemesi:

                          “4-.......Enes İbn Mâlik el -Ensâri den rivayet ettiler ki:........ “Peygamber hücrenin perdesini açtı da, bizlere bakmaya başladı. Kendisi ayakta duruyor ve yüzü de Mushaf yaprağı gibi parlıyordu......” (Buhari, kitabu’l -Ezân 72 cilt 2 sayfa 707 - 708 Ötüken 1987)

                          Bu rivayette de peygamberin zamanında Mushaf’ın yani kitap halinde Kur’an’ın, parlak sahifelere yazılı olarak mevcut olduğunu itiraf etmişlerdir. Zira var idi ki peygamberin yüzünü onun sahifelerine benzetmişlerdir.

                          Hz Peygamber'in yüzü mushaf gibi görünmüş; işte size vahyin onun döneminde kitap halinde Kuran olduğuna kanıt! Şaşırdığım için özür dilerim.”

                          CEVABIM: Bu ispat tarzıma şaşırdıysan, bana göre şundan emin ol benim mantığımla senin mantığın bir birinden çok farklı ve uzak şeylerdir, bir kimse bir şeyi bir şeye benzetiyorsa, benzetmesine esas aldığı şey mevcut değilse veya boş ise, o kimse ya saçmalıyor, yada aklından zoru vardır. Fakat rivayetçiler bunu ciddi olarak iddia ettiklerinden, bende bunu onların itiraf ve kabulü olarak ele aldım, bunun nesine şaşıyorsun.

                          Sonuç olarak, İddialarında bahsettiğin 1000 elif noksanlı ve harekesiz Kur’an’ı somut olarak ortaya koymanı bekliyorum, Ayrıca beni muhatap alarak söz söylediğinde rivayetleri, mealleri ve şahısların kişisel sözlerini bir tarafa bırakarak, yalnızca Kur’an ayetlerini konu et. Yoksa benim Kur’an’ı Tek Kaynak ve Tek Rehber kabul ettiğimi bilmiyor musun.

                          Fereç HÜDÜR

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında

                            kıraatlar hakkında araştırma yapıyorum

                            bu iki hafta çok yoğunum cevaplarım biraz gecikecek kusura bakmayın bu yüzden siz eklemeye devam edin ben daha sonra cevaplarım inşallah

                            Yorum


                              #15
                              Ynt: Kuran'a Hz.Alinin ölümünden sonra hareke ve işaretler eklenmesi hakkında

                              [quote author=ehlibeytin_izinde link=topic=10969.msg68292#msg68292 date=1263200334]
                              kıraatlar hakkında araştırma yapıyorum

                              bu iki hafta çok yoğunum cevaplarım biraz gecikecek kusura bakmayın bu yüzden siz eklemeye devam edin ben daha sonra cevaplarım inşallah
                              [/quote]

                              Tamam Allah razı olsun.

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X