Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir

    Erişebilirsen bize sun bakalım kaynak dediğin iş neymiş
    http://www.sorularlaislamiyet.com/su...&aid=11073

    Yorum


      #32
      Ynt: Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir

      Hacı,

      Sizin gibilerle tartışanları çok gördüm. Fakat hiçbiriniz doyurucu bir cevap almış değilsiniz. Çünkü cümleleri tam anlamıyla tasvir etmiyor; kelimelerini cımbızla seçip ona göre hikaye yazıyorsunuz.

      Yani kabullenmek değil reddetmek için tüm bahaneleri topluyor sıfıra sıfır elde var sıfır oluyorsunuz...

      Bir iki soru sormak istiyorum cevaplayabildiğiniz kadar.
      Öncelikle bu sorularınızın amaçlarının ne olduğunu söyler misiniz?
      İkincisi kaç yaşındasınız?
      Üçüncüsü ne zamandan beri ateistsiniz?



      Gelelim cevap bölümüne;
      Bir kere sorularlaislamiyet.com bizim sitemiz değildir. Onlar ehl-i sünnet grubu.
      Bu yüzden yazılarına pek itibar etmeyiz. Hiç itibar edilmemelidir demiyoruz fakat tutarsızlıkları var.

      Örneğin; Peygamberi ilk önce cahillikle suçlayıp ama o beşerdi hata yapardı deyip, sonraki yazılarında hayır o kesinlikle masumdur diyecek kadar çelişkili yazıları vardır.


      Sizin sorunuzun yanıtı şu şekilde;

      "Biz aşkı neynevada öğrendik hani o ihanet diyarında zulme meydan okuyarak baş kaldıran kızıl güllerle."

      Yorum


        #33
        Ynt: Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir

        Bismillahirrahmanirrahim



        Tüm müslüman alemi kıbleye dönmekte. Ancak Allah kitabında buyurmamış mı; Doğu da batı da Allah'ındır; her nereye baksanız, onun nurunu görürsünüz, diye. Kıbleden maksat Kabe-i Beytullah ise, orası Hz. İbrahim'in yaptırdığı bir binadır. Ancak gönülde bir Beytullah'tır; burayı da Hak yapmıştır. Yani cemel cemale ibadet daha etkili değimlidir?..



        "Doğrusu, biz, yüzünün semaya yöneldiğini, orada şekilden şekile geçerek, aranıp durduğunu görüyorduk. Artık seni hoşnut olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Haydi bakalım, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki, Rabblerinden gelen o emir haktır. Ve Allah, onların yaptıklarından ve yapmakta olduklarından gafil değildir. * Celâlim için, sen o kitap verilmiş olanlara, bütün delilleri de getirsen, yine de senin kıblene tabi olmazlar, sen de onların kıblesine tabi olmazsın. Zaten onlar da birbirlerinin kıblesine tabi değiller. Celâlim hakkı için, sana gelen bunca ilmin arkasından sen tutar da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz, sen de zâlimlerden olursun." (Bakara, 144-145)



        Gördüğün gibi Allah Resulünü ve mu'minleri Mescid-i Harama dönmeye emretmektedir. Senin verdiğin ayette verilmek istenen mesaj ise farklıdır. Orada Yahudilere cevap verilmek isteniyor. Çünkü Kıble Allah Tarafından içinde Kabe'nin bulunduğu Beytü'l-Mukaddes'ten Mescid-i Harama doğru değiştirildiğinde, Yahudiler müslümanları rencide etmek ve onların inançlarını sarsmak için, "Dediler ki bu nasıl bir iş? Eğer önceki kıble doğru idiyse, yenisi yanlıştır. Eğer yenisi doğruysa, eskisi yanlıştır. O halde siz her halükarda yanlıştasınız.

        Allah-u Teala ayeti indirerek onların bu komplosunu yıktı ve her taraf Allah'a aittir; dolayısıyla o nereye dönmemizi isterse, uygun görürse, doğru olan odur, mesajını verdi.



        Kabe'nin İbrahim tarafından yapıldığını söylüyorsunuz. Sizin durumunuz, "Namaza yaklaşmayın"ı görüp de sarhoşkeni görmeyenin misalidir sanki. Muhterem siz hiç Kur'an okumadınız mı? Eğer okumadıysanız, neden Kur'an'dan güya kendinize delil göstermeye çalışıyorsunuz? Eğer okuduysanız, neden bu şekilde konuşuyorsunuz? İbrahim (a.s)ın Kabe'yi yaptığı doğrudur. Ancak bunu kimin emriyle yapığını bilmiyor musunuz?!

        Allah-u Teala'nın Hz İbrahim, oğlu İsmail ve onlarından yaptığı işen övgüyle bahsettiği şu ayetleri hiç okumadınız mı?:



        Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrahim'den kendinize bir namazgah edinin. Ayrıca İbrahim ile İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!"



        Ve o vakit İbrahim "Ey Rabbim, burasını güvenli bir belde kıl, halkından Allah'a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli meyvalarla rızıklandır" diye yalvardı. Allah buyurdu ki: "küfredeni dahi rızıklandırır da hayattan biraz nasip aldırırım, sonra da onu ateş azabına uğratırım ki, orası ne yaman bir duraktır!"



        Ve ne vakit ki İbrahim, Beyt'in temellerini yükseltmeye başladı, İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur, hiç şüphesiz işiten sensin, bilen sensin.



        Ey bizim Rabbimiz, hem bizim ikimizi yalnız senin için boyun eğen müslümanlar kıl, hem de soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet meydana getir ve bize ibadetimizin yollarını göster, tevbemize rahmetle bakıver. Hiç şüphesiz Tevvâb sensin, Rahîm sensin.

        Ey bizim Rabbimiz, bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, onlara senin âyetlerini tilavet eylesin, kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pâk eylesin. Hiç şüphesiz Azîz sensin, hikmet sahibi Sensin. (Bakara, 125-129)



        Kaldı ki sizin söylediğinizle bunların ne çelişkisi var? Elbette ki bir kimse, işin sadece zahir boyutunu alıp, sadece eğilip kalkarsa, ama kalben Hakka yönelmezse yaptığının bir değeri yoktur. Ama ben kalple Allah'a yöneliyorum. Dolayısıyla Kıbleye dönmeye, namaz kılmaya vs. de ihtiyacım yoktur demek de açıktan Allah'ın kitabına, Resulün sünnetine ve pak Ehlibeyt imamlarımızın ibadet ve maneviyat hayatlarına ters düşmüş olur. Allah'ı kimse kandıramaz, kandırsa, kandırsa ancak kendini kandırır.

        "Biz aşkı neynevada öğrendik hani o ihanet diyarında zulme meydan okuyarak baş kaldıran kızıl güllerle."

        Yorum


          #34
          Ynt: Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir

          Bakın ben bunu bi yerden alıntı yaptım.

          Hacı, sende diğer ateistler gibi yanılmaktasın.
          Kur'an sadece meallerden öğrenilmez.
          Meallerde açık olan ayetlerden birşeyler kapabilirsiniz.
          Zaten kendi içinde derki Kur'anda açık ve kapalı ( manası ) ayetler vardır.
          Bu yüzden meallerde çok hata bulabilirsiniz.
          Hata forumda meallerde hata başlıklı konu bile mevcut.

          Hayret etmediniz mi? Yani bu insanlar Kur'anın değişmediğini savunurken onu rehber edinirken kendi içinde çelişkiler olduğunu da kabul ediyorlar mı? Vay be ...
          gibi?

          İşte sorun şu.

          Bakın Abese suresine. O âmâdan yüz çevirdi. Oysaki bilmiyor muyduki... diye geçer. Sanki bunu Peygamber yaptı gibi gösterilir. Oysaki bu ayetteki uyarı Peygambere değil Osman B.avkaf adınadır. Meallerde bu tür şeylere çok rastlarsınız.

          Bu sebeple tefsirleri okumanızı rica ediyorum. Ondan sonra tartışalım inşaAllah.
          El-Mizan okuyunuz size tavsiyem.
          "Biz aşkı neynevada öğrendik hani o ihanet diyarında zulme meydan okuyarak baş kaldıran kızıl güllerle."

          Yorum


            #35
            Ynt: Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir

            CePNi61'e sorduğunuz soruya gelince.

            Allah'ın herşeyi önceden bilmiş olması her hangi bir dayatma getirmez.
            Mesela Allah Müminler için namazı farz kıldı. Fakat şuanda kaç kişi namaz kılıyor? Kaç Müslümanım diyen kişi bu görevi yerine getiriyor? Az..
            Ee o zaman sorunuzu buna da yöneltmek gerek; Allah önceden bilmiyor muydu ben müslümanım deyipte ibadetlerini yerine getirmeyecek olan kimseleri. Öyleyse bu kuralları niye koydu? Niye farz kıldı ...

            Biliyordu elbet. Zaten onlar kendi kendilerine kötülük ederler. Allah'ın bu durumda bir zararı olmaz.

            Siz sanıyorsunuzki Allah cennetlik ve cehennemlik insanları yarattı sonra yürü ya kulum dedi... Hayır birşeyi bilmek onları dayatmak anlamında değildir. Misal; güneşin tutulacağı zamanı önceden bilen bir bilim adamı, güneşin kendisi tutacağından değil zaten olacağından bilmektedir.
            Benim sizin damarlarınızda kanın dolaştığını bilmemde bir dayatma değil. Sadece bilmekten ileri gelen birşeydir. Sadece hayır kısmı kat fazlasıyla Allah'tandır, şer kısmını insan kendi eliyle yapar. Misal; bıçak şer midir dersem? Kullanılan şeye bağlı olur. Ekmek keserken hayır işlersin ( yani iyidir), ama adam keserken doğrar biçer kuşbaşı yaparsan bu senin suçundur. Bıçağı yaratanın değil.
            Ne oldu kullanıma bağlı bir sonuç çıktı. Bıçağın günahı ne?

            Değişen kader ve değişmeyen kader vardır.Değişmeyen kader; insanın anne babası, eceli gibidir. Fakat değişen şeylerde vardır. Bunlar için çeşitle yazılar var. Onları okuyabilirsiniz. Fakat taassubsuz okuyun.

            Gerçi bu konuda hiç adil olmanızı beklemicem.
            Çünkü sizi dayatan her hangi bir kural yok. Din kuralları Allah'tan ve Peygamberden geliyor ki siz inanmazsınız.
            Ahlak kuralları insanlardan geliyorki siz inanmazsınız.
            Vicdan muhakemesi var mıdır desem? O da nerede ne zaman evrimleşti. Varsa öyle bir organ göster dersiniz..

            Bu sebeple dediklerimi anlamayacak sadece muhalefet olsun diye cevap vereceğinizi biliyorum.

            Sizler birer zaman kaybısınız bunu da biliyorum.

            Sitede bayağı bir ısrarla ben burda kalacak inadıyla dolandığınızı görmekteyim. Biraz kelam edeyim dedim. Yine de sohbetin saptığı yerde devam etmicem cevap vermicem. Ondan daha hayırlı birşey yapar. Gider kitap okurum.
            "Biz aşkı neynevada öğrendik hani o ihanet diyarında zulme meydan okuyarak baş kaldıran kızıl güllerle."

            Yorum


              #36
              Ynt: Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir


              BEN, İNSANLARI VE CİNLERİ, ANCAK BANA İBADET/KULLUK ETSİNLER DİYE YARATTIM. zâriyât - 56

              Allahın ezeli ve ebedi ilmiyle olacakları bilmesi o nefsi zorlaması manasında değildir.

              Eğer zorlayıcı bir unsur olsa idi ceza ve mükafatın anlamı olmazdı.

              Dolayısıyla Allahın adeletine ADLİ-İLAHİ ye ters düşerdi.

              Sana iyilikten her ne gelirse Allah'tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter. **Nisa 79

              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

              Yorum


                #37
                Ynt: Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir

                [quote author=hacı link=topic=8307.msg58025#msg58025 date=1256225307]
                Erişebilirsen bize sun bakalım kaynak dediğin iş neymiş
                http://www.sorularlaislamiyet.com/su...&aid=11073
                [/quote]


                -----------------------------------------------------

                Tahmin ettiğim gibi sünniliğin sitelerinden gibi

                “Ya Cebrâil, Allah’tan, yönümü Kâbe’ye çevirmesini arzu ediyorum” buyurdu. Cebrâil (a.s.), “Ben ancak bir kulum. Rabbine duâ et, bunu Ondan niyaz et” dedi.
                kaynak sunmamış, bu sözü nerdne aldığına dair, Cebrail mi bu knouşulanı bildirmiş, hz Muhammed mi?

                Yani dayanak gördüğün gibi


                Peygamberimiz de (a.s.m.) Cebrail’in bu tavsiyesi üzerine Allah’a niyaz etmeye devam etti. Cenab-ı Hak sevgili Habibinin duâsını kabul etti. Peygamberimiz Ashabıyla birlikte öğle (bir rivayette ikindi) namazı kılarken kıblenin Kâbe olarak değiştiği vahyedildi:
                Baya bir iddiaya durmuşlar, işin kaynağında da kesin kimin rivayet ettiği belirli, belirsiz hadis vardır

                Hatta , Allah duruyorken meramını Cebraile bildirmesi bana aykırı geldi, sanki Allah her yere yetişemeyen bir iş gibi yaklaşılmış

                Ve Allah ayet ile seslenirken Cebrail bana şunu, bunu dedi dememiş, "yüzünüzü semaha çevirdiğinizi görüyorum" demiş,

                Kâbe’ye doğru kılınan ilk namaz da ikindi namazıydı.
                Hatta dakkikasını bile bildirirler, güvenilir hadisleri vardır, yok yok sünnilikte, milyonlarca hadis olmalı, Hz Muhammed'in konuşmadığı sözden fazla hadis


                Kaynaklar:


                1. İbni Cerir et-Taberî, Tefsirü’t-Taberî, 2:4-5.

                2. Bakara Sûresî, 144.

                3. Bediüzzaman Said Nursî. Muhakemât. (İstanbul: Sözler Yayınevi, 1977), s. 50-51.

                4. Bakara Sûresi, 143.

                5. Mehmed Vehbi. Hülâsatü’l-Beyan fî Tefsîri’l-Kur’ân. (İstanbul: Üç Dal Neşriyat, 1966), 1:249.



                En çok dikaktimi çeken iş ise kaynak bölümü


                Taberi ile el kamil hz Aliye sayısız eş ve çocuk yakıştıran ikili olduğu için, sünni diyanetin bu ikiliyi sık sık şahitliğe sunduğu için pek hoşlandığım bir tipleme değil, hele ki Hz Muhammed'den 300 ve 500 yıl sonra geldiklerini idrak edebilirsek


                Said nursiyi dayanak sunmuş, Said Nurdi ebced ve cifir hesabıyla tüm bilgilere, Gaybe erişip sünni diyanetin yardımına yetişmiş hehehehhe

                Mehmet vehbi diye birini daha vermişler, onu tanımıyorum ama "bana arkadaşını bildir ki kim olduğunu söyleyeyim "kanunundan yola çıkarsam, al birini vur biirne, itibar edilecek kaynak , delil yok

                Sen de , önce belirtttiğim gibi kaynağı meçhul işlerden yola çıkıp da inanç eriştirmişsin


                Netice itibariyle dediğimiz sabit, orda sınama vardı " kim hz Muhammed'e uyacak, kimler uymaaycak"


                Allah sınayan, tuzak kuran sıfatlarına sahip olmakla birlikte, Kuran ile insanları sınayacağını da bildirmiş, yani biz iman edenlere göre aykırı bir durum söz konusu değil







                Eğer İmamet yoksa eğer rehberlik ve önderlik yoksa eğer hedef yoksa ve eğer Hüseyin yok ve onun yerine eğer Yezid varsa, işte o zaman; Allah evi etrafında dönmekle puthane etrafında dönmek arasında hiçbir fark yoktur.”

                Ali Şeriati

                Yorum


                  #38
                  Ynt: Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir

                  [quote author=SefaMerve link=topic=8307.msg58039#msg58039 date=1256237518]
                  Bakın ben bunu bi yerden alıntı yaptım.

                  Hacı, sende diğer ateistler gibi yanılmaktasın.
                  Kur'an sadece meallerden öğrenilmez.
                  Meallerde açık olan ayetlerden birşeyler kapabilirsiniz.
                  Zaten kendi içinde derki Kur'anda açık ve kapalı ( manası ) ayetler vardır.
                  Bu yüzden meallerde çok hata bulabilirsiniz.
                  Hata forumda meallerde hata başlıklı konu bile mevcut.

                  Hayret etmediniz mi? Yani bu insanlar Kur'anın değişmediğini savunurken onu rehber edinirken kendi içinde çelişkiler olduğunu da kabul ediyorlar mı? Vay be ...
                  gibi?

                  İşte sorun şu.

                  Bakın Abese suresine. O âmâdan yüz çevirdi. Oysaki bilmiyor muyduki... diye geçer. Sanki bunu Peygamber yaptı gibi gösterilir. Oysaki bu ayetteki uyarı Peygambere değil Osman B.avkaf adınadır. Meallerde bu tür şeylere çok rastlarsınız.

                  Bu sebeple tefsirleri okumanızı rica ediyorum. Ondan sonra tartışalım inşaAllah.
                  El-Mizan okuyunuz size tavsiyem.

                  [/quote]

                  -------------------------------------------------

                  Abdul Baki Gölpınarlı da işe sebep olanın Hz Muhammed olduğunu bildiriyor

                  Kendisine o kör geldi diye.1


                  1. Bu sûrenin giriş cümlesi çok ilginç bir incelik taşımaktadır. Daha sonra gelen ayetlerden, "Surat astı ve döndü" ayetinin asıl muhatabının Rasûlullah (s.a) olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Fakat ilk bakışta bu davranış Rasûlullah (s.a)'dan değil de, sanki başka bir kimseden sadır olmuş gibidir. Allah (c.c) böylesine incelik taşıyan bir ifadeyle, bu yaptığı hareketin Rasûlullah'a (s.a) yakışmadığını anlatmış ve "şayet senin üstün ahlak sahibi olduğunu bilen bir kimse, bu şekilde davrandığını görseydi, bunu sana yakıştırmazdı" demek istemiştir.

                  Burada sözü geçen âmâ, meşhur sahabî Ummu Mektum'dur (r.a). İbni Abdullah Berr'in El-İstiyab'ta ve İbni Hacer'in de El-İsabe'de yaptıkları açıklamalara göre, Ummu Mektum (r.a) Hz. Hatice'nin (r.a) halazadesidir, yani Ummu Mektum'un (r.a) annesi ile Hz. Hatice'nin (r.a) babası kardeştirler.

                  Bu ifadelerden açıkça anlaşılmaktadır ki, Rasûlullah'ın (s.a) Ummu Mektum'dan (r.a) yüz çevirmesinin nedeni, onu hor gördüğünden dolayı değildi. Yine onu hakir gördüğünden Mekkeli ileri gelenlere yöneliyor da değildi. Çünkü Ummu Mektum (r.a) Rasulullah'ın (s.a) hanımının kuzeni idi ve akrabalarındandı. Ayrıca Ummu Mektum (r.a) garip bir kimse de değildi. Allah (c.c)'nın buyurduğu gibi asıl neden, Ummu Mektum'un (r.a) âmâ olmasıydı. Rasûlullah (s.a) çok çaba sarfederek, Mekke'nin ileri gelenlerinden birisinin bile Müslüman olmasını sağladığı takdirde, İslâm hareketinin güçleneceğini, Ummu Mektum'un (r.a) ise, özürlü olmasından dolayı İslâm hareketine bir faydası olamayacağını düşünüyordu. İşte bu nedenlerden ötürü, Mekke'nin ileri gelenleri ile tam konuştuğu bir sırada Ummu Mektum'un (r.a) müdahale etmesini hoş görmemiştir. Ayrıca Rasûlullah (s.a) Ummu Mektum'un (r.a) istediği bir zamanda soru sorabileceğini de biliyordu, çünkü akrabaydılar.

                  Sebepleri de açıklanmış tevsir de

                  Allah Onun dışında kimseyi İllahlaştırmanızı tavsip etmez


                  Meselenin ne olduğu hakkında tüm çeviriciler hem fikir, hatta kör olan kimdir ve hangi sebepten döndürüldüğü de belirtilmiş

                  İş böyle olunca Hz Muhammed'in değer kaybettiğini düşünmen bile garip


                  Tüm çeviri örneklerine baktım, bu konuda herkes hemfikir, tersini iddia eden olmamkla birlikte,senin veya zikrini ettiğin çevirinin durudğu iş tehlikeli bir iştir,

                  Sizin akıl yürütmeniz doğru değilse büyük vebale giriyorsunuz,

                  şu iş doğru çıksa haşa Hz Muhammed yüceliğindne mi kaybedecek?

                  Allah'ın deyimiyle Hz Muhammed sadece bir insandır, diğer insnaalr gibi, onu insan olmaktan çıakrıp da illahlaştırmak büyük bir iş, iliminizi doruğa çıakrmadan bilip bilmediğiniz işler knousunda hüküm verip de tehlikeye düşmeyin


                  araf 6 Kendilerine peygamber gönderdiklerimizi de mutlaka sorguya çekeceğiz, peygamber olarak gönderdiklerimizi de sorumlu tutacağız.
                  Son günün sorgusundan kimse muaf değil

                  Hz Muhammed'in kişiliğini sorgulamanı bile doğru bulmuyorum, tehlikeli bir işin peşine düşmüşsün


                  tevbe 117
                  Allah, Peygamberi ve içlerinden bir bölüğünün gönlü nerdeyse imandan dönecekken güçlük anında Peygambere uyan muhacirlerle ensarı tövbeye muvaffak etti ve onların tövbelerini kabul eyledi. Şüphe yok ki o, onları fazlasıyle esirger, rahimdir.
                  ibrahim 11
                  Peygamberleri, biz de dediler, sizin gibi insanız, fakat Allah, kullarından dilediğine lutfeder, ihsanda bulunur ve biz, Allah'ın izni olmadıkça size bir delil ve mucize gösteremeyiz ve inananlar, artık Allah'a dayanmalı.

                  Eğer İmamet yoksa eğer rehberlik ve önderlik yoksa eğer hedef yoksa ve eğer Hüseyin yok ve onun yerine eğer Yezid varsa, işte o zaman; Allah evi etrafında dönmekle puthane etrafında dönmek arasında hiçbir fark yoktur.”

                  Ali Şeriati

                  Yorum


                    #39
                    Ynt: Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir

                    Sefa merve


                    Din kuralları Allah'tan ve Peygamberden geliyor ki siz inanmazsınız.

                    Sayın can, bu öne sürdüğün iş büyük bir iş,

                    Dinin kuralalrını Allah koyar, ve ilavesi büyük bir iş, çekin bundan

                    Hz Muhammed kendi nefsiyle bir iş öne süremez, Din Allah'ın bildirdiğidir sadece, Hz Muhammed bunu tebliğ etmekle mükkelef, kendindne bir iş aktamaz, büyük bir işe durmuşsun, hemde baya büyük bir işe

                    Bunu öne sürerek sen inkarcıların tezini savunmaktasın bilerek bilmeyerek, çünkü onlar da Hz Muahmmed'in kendindne birşeyler eriştirdiğini , Allah'tan gelen bir işi tebliğ etmediğini savunuyorlardı

                    nahl 35

                    Şirk koşanlar, Allah dileseydi dediler, ne biz ondan başka birşeye tapardık, ne atalarımız taparlardı; ne de emri olmadan birşeyi haram sayardık. İşte onlardan öncekiler de tıpkı böyle hareket ettiler. Peygamberlere apaçık tebliğden başka ne vazife var ki?
                    Hz Muhammed din kuralı eriştiremez, oldukça yanlış bir inanç hatta tehlikeli

                    Allah din olarak neyi bildirmişse Hz Muhammed'in tebliğ ettiği iş de aynendir, kendinden bir iş haşa katmaz, bu iş Alllah'a ortak koşmayı anlatır, çekin bu tür işlerden

                    Eğer İmamet yoksa eğer rehberlik ve önderlik yoksa eğer hedef yoksa ve eğer Hüseyin yok ve onun yerine eğer Yezid varsa, işte o zaman; Allah evi etrafında dönmekle puthane etrafında dönmek arasında hiçbir fark yoktur.”

                    Ali Şeriati

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir

                      Kıble`de amaç Müslümanlar için bir yön birliği sağlamaktır.Yoksa "Doğu`da Batı`da Allahındır." Zamanında Haccac Bin Zalim çok değerli bir İslam Alimini idam ettirirken:"Bunu Müslümanların kıblesine yatırayak öldürmeyin.Hristiyanların kıblesine doğru yatırayak öldürün demiş.O kişi`de "Doğu`da Batı`da Allahındır." ayetini okuyarak karşılık vermiş.Hatta İslama göre namazın vakti çıkmak üzereyken eğer kıbleyi bilmiyorsak.Öğrenme imkanımızda yoksa rastgele bir yöne doğru yönelerek.Namazımızı kılabiliyoruz.

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir

                        [quote author=Çeri link=topic=8307.msg58094#msg58094 date=1256282708]
                        Kıble`de amaç Müslümanlar için bir yön birliği sağlamaktır.Yoksa "Doğu`da Batı`da Allahındır." Zamanında Haccac Bin Zalim çok değerli bir İslam Alimini idam ettirirken:"Bunu Müslümanların kıblesine yatırayak öldürmeyin.Hristiyanların kıblesine doğru yatırayak öldürün demiş.O kişi`de "Doğu`da Batı`da Allahındır." ayetini okuyarak karşılık vermiş.Hatta İslama göre namazın vakti çıkmak üzereyken eğer kıbleyi bilmiyorsak.Öğrenme imkanımızda yoksa rastgele bir yöne doğru yönelerek.Namazımızı kılabiliyoruz.
                        [/quote]


                        Evet cna değerli bir bakış, doğru olan da budur ancak,

                        burda senden ayrıldığımız tek bir nokta var

                        Bakara 143
                        Zaten evvelce yöneldiğin Kabe’yi kıble yapışımızdan maksat da ancak Peygambere uyacak olanları, iki topuğu üstünde gerisin geriye döneceklerden ayırt etmektir.
                        Allah kıbleyi Kabe yapmış olmasının sebebini bildirmiş,

                        mesele neymiş?

                        Peygambere uyacak olanları, iki topuğu üstünde gerisin geriye döneceklerden ayırt etmektir.
                        Hazreti Muhammed'e kimler uyup uymadığını o Hkka yürüdükten sonra bizzat gördük, hatta ondan sonra 200 yıl boyunca Hazreti Ali ve Ehli Beyt'e camilerden küfür edilmesi şartı koşul, yani anlamak gerekiyor ki 200 yıl boyunca halifelerin denetimi altında olan tüm cmailerden küfür edilmek şart koşulmuş

                        Din el değiştirmiş, küfür iman sayılmış, ne Kabe'nin manası kalıyor ne caminin ki Hazreti Ali ve Ehli Beyt'e küfür edilmeye yarayan birer mekana dönüşüyorlar


                        Allah namaz konusunu ona teslim olmak aracı olarak sunmuş, ki yürürken bile ona teslim olup/namaz kılınabilineceğini bildirmiş

                        Allah'ın dini doğmatizm değil ki, esnek bir din, durum ve şartlara göre başka şekillere girebilmeyi olanaklı kılan bir iş


                        Aleviler Kıbleye dönmeyi gerekli görmüyorlar çünkü oraya dönmekle Hazrti Muhammed'e uyulup uyulmadığı artık anlaşılmıyor, ki 200 yıl boyunca İslam geçinen tüm jeografya, namaza durdukları vakit, 12 imamalra küfür etikleri vakit döndükleri kıble ile bir iş becermiş olmuyorlardı


                        O dönem için önem arzeden bir iş, Hazreti Ali'ye hakkı teslim edilmediği için, İslam el değiştirdiği için, 200 küsür yıl boyunca tüm camilerden küfür edilmesi şart koşulduğu için, küfür etmeyi reddedenler asılıp kesildiği için, ne Kabenin mansı kaldı ne Kıblenin ,

                        Bizim bakışımız, yaklaşımımız aynen budur


                        Hatta farkımız iyice anlaşılsın diye, bunların din diye inandıpğı her işi farklı biçime sokmuş İmam soyu atalarımız

                        Ramazan da mı oruç tutuyorlar, biz Muharemde, camide mi ibadet ediyorlar biz cem evinde,kıbleye mi dönüyorlar, biz meleklerin secde ettiğine

                        Bunlar Kurandan iş çıkarmaktır, bunun kabul mercihi insanalr haşa değil elbette ki Allah'tır, ve Kuran her bir işe dayanak sağlamış bir yapıttır, ve işe Kuran ölçeğiyle baktığımız zaman, nasıl anıldıkları açısıyla baktığımız zaman, dış dünyaya nasıl yansıdıkalrına baktığpımız zaman, al i imran kapsamına nasıl uyduklarını gördüğümüz zaman, şüpheye yer brıakan hiç bir işin olmadığı daha da aşikar oluyor

                        Sünniliğe baktığımız zaman zaten bir bir iş ile aykırı haldeler, rivayet eidlmesi yasaklanmış hadisler üzerine dinlerini inşa etmelerinden tut, Hazreti Ali iel savaşmışları yüceltmelerinden tut, her dönem önder diye peşine diizldiklerinin yüz kızartıcı iş ile öne çıkmalarındna tut, Kuranın manasına yabancılaşmış olmalarından tut, tüm işelr apaçık görmek isteyene


                        İslam dediğimiz zaman anlaşılması gereken iş toplumların hayran kaldığı bir iştir, gerici, ilkel,yobaz,türü yansımalar olmamalı, bu tür yansımaalr varsa,

                        kalbini , ciğerini,yolda kalmışı, yoku yoksulu güvence altına almış bir yönetim yoksa, bakara 256 türtü ayetler hiçe sayılıyorsa, iş Allahın indirdiği iş olmadığı aşikar oluyor

                        Allah'ın kitabın temeli apaçık ayetler dediği iş önemlidir, hatta şartttır, bazı işler önemli bazıalrı önemsiz dediğimiz yerde, ben orda vetomu koyarım,

                        Allahın her işi şart olmakla birlikte, bunların başını ihtilafa açık ayetler dğeil, apaçık ayetler çeker

                        Apaçık olan ayetleri hiçe saydıktan keri, zaten apaçık olmayanları kim ne yapsın









                        Eğer İmamet yoksa eğer rehberlik ve önderlik yoksa eğer hedef yoksa ve eğer Hüseyin yok ve onun yerine eğer Yezid varsa, işte o zaman; Allah evi etrafında dönmekle puthane etrafında dönmek arasında hiçbir fark yoktur.”

                        Ali Şeriati

                        Yorum


                          #42
                          Ynt: Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir

                          Aliekber babacan kardeşim, Kuran haricinde hiç bir islami kaynağı kabul etmeyen mealci olduğunuzu iddia ediyorsanız Kuranı bildiğiniz gibi yorumlayabilirsiniz. Kendiniz söyler kendinriz dinlersiniz. Ancak aleviyim derseniz Alevi demek İslamı İmam Ali yorumu ile anlamak demektir. 12 İmamın İslam anlayışı demektir. Onların Kuran yorumlarından sarfınazar ederek kafanıza göre Kuranı yorumlayamazsınız. Ama gördüğümüz kadariyle yaptığınız tam da bundan başka bir şey değil.
                          Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
                          Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

                          Yorum


                            #43
                            Ynt: Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir

                            [quote author=AliekberBabacan link=topic=8307.msg58086#msg58086 date=1256277474]
                            Sefa merve


                            Din kuralları Allah'tan ve Peygamberden geliyor ki siz inanmazsınız.

                            Sayın can, bu öne sürdüğün iş büyük bir iş,

                            Dinin kuralalrını Allah koyar, ve ilavesi büyük bir iş, çekin bundan

                            Hz Muhammed kendi nefsiyle bir iş öne süremez, Din Allah'ın bildirdiğidir sadece, Hz Muhammed bunu tebliğ etmekle mükkelef, kendindne bir iş aktamaz, büyük bir işe durmuşsun, hemde baya büyük bir işe

                            Bunu öne sürerek sen inkarcıların tezini savunmaktasın bilerek bilmeyerek, çünkü onlar da Hz Muahmmed'in kendindne birşeyler eriştirdiğini , Allah'tan gelen bir işi tebliğ etmediğini savunuyorlardı

                            nahl 35

                            Şirk koşanlar, Allah dileseydi dediler, ne biz ondan başka birşeye tapardık, ne atalarımız taparlardı; ne de emri olmadan birşeyi haram sayardık. İşte onlardan öncekiler de tıpkı böyle hareket ettiler. Peygamberlere apaçık tebliğden başka ne vazife var ki?
                            Hz Muhammed din kuralı eriştiremez, oldukça yanlış bir inanç hatta tehlikeli

                            Allah din olarak neyi bildirmişse Hz Muhammed'in tebliğ ettiği iş de aynendir, kendinden bir iş haşa katmaz, bu iş Alllah'a ortak koşmayı anlatır, çekin bu tür işlerden


                            [/quote]

                            Ali Ekber Babacan,
                            Sizin yazma sorununuz hariç başka sorunlarınızda var.
                            Örneğin okuma ve anlama üzerine...

                            Din kuralları Rabb'ten gelir.
                            Peygamberden heva ve hevesten konuşmaz.
                            Burada mütabık mıyız?
                            Şimdi namazın olduğu Kur'an da yazıyor mu? Yazıyor...
                            Peki rekat kısmını kim öğretti? Peygamber...

                            Peygamber kendiliğinden kural koydu demedim.
                            Öğreticilik yani kuralları öğreten bakımından dedim.
                            Siz saptırıyorsunuz maşaAllah. Ne kadar çok karmaşıklaşmışsınız böyle.
                            "Biz aşkı neynevada öğrendik hani o ihanet diyarında zulme meydan okuyarak baş kaldıran kızıl güllerle."

                            Yorum


                              #44
                              Ynt: Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir

                              [quote author=AliekberBabacan link=topic=8307.msg58085#msg58085 date=1256276960]
                              [quote author=SefaMerve link=topic=8307.msg58039#msg58039 date=1256237518]
                              Bakın ben bunu bi yerden alıntı yaptım.

                              Hacı, sende diğer ateistler gibi yanılmaktasın.
                              Kur'an sadece meallerden öğrenilmez.
                              Meallerde açık olan ayetlerden birşeyler kapabilirsiniz.
                              Zaten kendi içinde derki Kur'anda açık ve kapalı ( manası ) ayetler vardır.
                              Bu yüzden meallerde çok hata bulabilirsiniz.
                              Hata forumda meallerde hata başlıklı konu bile mevcut.

                              Hayret etmediniz mi? Yani bu insanlar Kur'anın değişmediğini savunurken onu rehber edinirken kendi içinde çelişkiler olduğunu da kabul ediyorlar mı? Vay be ...
                              gibi?

                              İşte sorun şu.

                              Bakın Abese suresine. O âmâdan yüz çevirdi. Oysaki bilmiyor muyduki... diye geçer. Sanki bunu Peygamber yaptı gibi gösterilir. Oysaki bu ayetteki uyarı Peygambere değil Osman B.avkaf adınadır. Meallerde bu tür şeylere çok rastlarsınız.

                              Bu sebeple tefsirleri okumanızı rica ediyorum. Ondan sonra tartışalım inşaAllah.
                              El-Mizan okuyunuz size tavsiyem.

                              [/quote]

                              -------------------------------------------------

                              Abdul Baki Gölpınarlı da işe sebep olanın Hz Muhammed olduğunu bildiriyor

                              Kendisine o kör geldi diye.1


                              1. Bu sûrenin giriş cümlesi çok ilginç bir incelik taşımaktadır. Daha sonra gelen ayetlerden, "Surat astı ve döndü" ayetinin asıl muhatabının Rasûlullah (s.a) olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Fakat ilk bakışta bu davranış Rasûlullah (s.a)'dan değil de, sanki başka bir kimseden sadır olmuş gibidir. Allah (c.c) böylesine incelik taşıyan bir ifadeyle, bu yaptığı hareketin Rasûlullah'a (s.a) yakışmadığını anlatmış ve "şayet senin üstün ahlak sahibi olduğunu bilen bir kimse, bu şekilde davrandığını görseydi, bunu sana yakıştırmazdı" demek istemiştir.

                              Burada sözü geçen âmâ, meşhur sahabî Ummu Mektum'dur (r.a). İbni Abdullah Berr'in El-İstiyab'ta ve İbni Hacer'in de El-İsabe'de yaptıkları açıklamalara göre, Ummu Mektum (r.a) Hz. Hatice'nin (r.a) halazadesidir, yani Ummu Mektum'un (r.a) annesi ile Hz. Hatice'nin (r.a) babası kardeştirler.

                              Bu ifadelerden açıkça anlaşılmaktadır ki, Rasûlullah'ın (s.a) Ummu Mektum'dan (r.a) yüz çevirmesinin nedeni, onu hor gördüğünden dolayı değildi. Yine onu hakir gördüğünden Mekkeli ileri gelenlere yöneliyor da değildi. Çünkü Ummu Mektum (r.a) Rasulullah'ın (s.a) hanımının kuzeni idi ve akrabalarındandı. Ayrıca Ummu Mektum (r.a) garip bir kimse de değildi. Allah (c.c)'nın buyurduğu gibi asıl neden, Ummu Mektum'un (r.a) âmâ olmasıydı. Rasûlullah (s.a) çok çaba sarfederek, Mekke'nin ileri gelenlerinden birisinin bile Müslüman olmasını sağladığı takdirde, İslâm hareketinin güçleneceğini, Ummu Mektum'un (r.a) ise, özürlü olmasından dolayı İslâm hareketine bir faydası olamayacağını düşünüyordu. İşte bu nedenlerden ötürü, Mekke'nin ileri gelenleri ile tam konuştuğu bir sırada Ummu Mektum'un (r.a) müdahale etmesini hoş görmemiştir. Ayrıca Rasûlullah (s.a) Ummu Mektum'un (r.a) istediği bir zamanda soru sorabileceğini de biliyordu, çünkü akrabaydılar.

                              Sebepleri de açıklanmış tevsir de

                              Allah Onun dışında kimseyi İllahlaştırmanızı tavsip etmez


                              Meselenin ne olduğu hakkında tüm çeviriciler hem fikir, hatta kör olan kimdir ve hangi sebepten döndürüldüğü de belirtilmiş

                              İş böyle olunca Hz Muhammed'in değer kaybettiğini düşünmen bile garip


                              Tüm çeviri örneklerine baktım, bu konuda herkes hemfikir, tersini iddia eden olmamkla birlikte,senin veya zikrini ettiğin çevirinin durudğu iş tehlikeli bir iştir,

                              Sizin akıl yürütmeniz doğru değilse büyük vebale giriyorsunuz,

                              şu iş doğru çıksa haşa Hz Muhammed yüceliğindne mi kaybedecek?

                              Allah'ın deyimiyle Hz Muhammed sadece bir insandır, diğer insnaalr gibi, onu insan olmaktan çıakrıp da illahlaştırmak büyük bir iş, iliminizi doruğa çıakrmadan bilip bilmediğiniz işler knousunda hüküm verip de tehlikeye düşmeyin


                              araf 6 Kendilerine peygamber gönderdiklerimizi de mutlaka sorguya çekeceğiz, peygamber olarak gönderdiklerimizi de sorumlu tutacağız.
                              Son günün sorgusundan kimse muaf değil

                              Hz Muhammed'in kişiliğini sorgulamanı bile doğru bulmuyorum, tehlikeli bir işin peşine düşmüşsün


                              tevbe 117
                              Allah, Peygamberi ve içlerinden bir bölüğünün gönlü nerdeyse imandan dönecekken güçlük anında Peygambere uyan muhacirlerle ensarı tövbeye muvaffak etti ve onların tövbelerini kabul eyledi. Şüphe yok ki o, onları fazlasıyle esirger, rahimdir.
                              ibrahim 11
                              Peygamberleri, biz de dediler, sizin gibi insanız, fakat Allah, kullarından dilediğine lutfeder, ihsanda bulunur ve biz, Allah'ın izni olmadıkça size bir delil ve mucize gösteremeyiz ve inananlar, artık Allah'a dayanmalı.


                              [/quote]

                              Sizden alıntı yapmak bile güç.

                              Bizim de tercih ettiğimiz dördüncü görüş ise, bu âyetlerin hiçbirisinin Resulullah'la ilgili olmadığı ve onlardaki kınamanın başkalarına âit olduğudur. Bu görüşün delillerini aşağıda açıklamağa çalışacağız:

                              1- Bu âyetlerin ve onlardaki kınamanın Resulullah'a yönelik olduğunu ileri süren rivâyetlerin hiçbirisi, senetleri zayıf olduğu için müstakil bir delil ve hüccet sayılamaz. Zira bu rivâyetlerin bir kısmı sahâbeden, bir kısmı ise tâbiî olanlardan nakledilmiştir. Sahâbeden nakledilen rivâyetler üç kişiye, yani Ümm-ül Mu'minin Âişe, Enes b. Mâlik ve İbn-i Abbâs'a dayandırılmaktadır. Halbuki bu şahıslar söz konusu olay yaşandığında, ya dünyaya gelmemişlerdi, (İbn-i Abbas gibi) veya henüz çok ufak yaştaydılar ki bu olaya şâhit olup da onu rivâyet etmeleri oldukça zor veya gayr-i mümkündür. Tâbiî olanların (Katâde, Mücâhid, Ebu Mâlik, Hakem, İbn-i Zeyd ve Zehhâk gibi) rivâyetlerine gelince, onların da sahâbeye varan senetleri kopuk olduğu ve kimden naklettikleri bildirilmediği için delil sayılamaz.

                              2- Bu rivâyetler muhteva açısından da çelişki ve tenakuzlarla doludur. Bu çelişki, sadece bir râvinin rivâyetiyle diğerinkinin arasında değil, hatta tek râviden nakledilen rivâyetlerde de söz konusudur. Mesela Ümm-ül Mu'minin Âişe'den nakledilen bir rivâyette, Resulullah'ın yanında Kureyş büyüklerinden birisinin bulunduğunu, bir diğerinde, Utbe ve Şeybe isimli iki Kureyşlinin olduğunu, başka bir rivâyette ise Ebu Cehil ve Utbe b. Rabi'nin de aralarında bulunduğu bir grup tanınmış Kureyş simalarından bahsedilmektedir.

                              İbn-i Abbâs'ın bir rivâyetinde Resulullah'ın Utbe, amcası Abbas ve Ebu Cehil ile konuşmakta olduğu, İbn-i Abbâs'a isnad edilen tefsir kitabında ise bu kişilerin, Abbâs, Ümeyye b. Halef ve Safvân b. Ümeyye olduğu ileri sürülmektedir.

                              Katâde'nin bir rivâyetinde bunun Ümeyye b. Halef, bir diğerinde ise Übey b. Halef olduğu kaydedilmektedir.

                              Yine Mücahid'in bir rivâyetinde, Kureyş'in elebaşılarından birisi denmekte, bir diğerinde ise Utbe b. Rabia ve Ümeyye b. Halef diye iki kişinin ismi verilmektedir. Rivâyetlerin biri diğeri ile karşılaştırıldığında, bu ihtilaflar daha da yoğunlaşmaktadır. Kısacası olayın keyfiyeti, Resulullah'ın (s.a.a) olayla ilgili söyledikleri, İbn-i Ümm-ü Mektum'un sözleri bu rivâyetlerde incelenip birbiriyle karşılaştırıldığında, bir sürü ihtilaf ve çelişki açıkça görülmektedir. Fakat biz sözün fazla uzamaması için onlara girmiyor ve daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenlere, verdiğimiz kaynaklara başvurup, onları bizzat birbiriyle karşılaştırmalarını tavsiye ediyoruz.

                              Burada rivâyetlerle ilgili iki nükteye de değinip geçmek istiyoruz. Önceden de aktardığımız gibi, rivâyetlerin bazısında şöyle diyor: "Allah Resulü, Abdullah geldiğinde şöyle demişti: 'Şimdi bu Kureyşli, bu adama uyanların hepsi bir avuç kör, köle ve sefil insanlardan ibarettir, diyecek' diye içinden geçirerek, ona surat asmış ve sırtını dönmüştü."

                              Şimdi evvela râvî, Resulullah'ın içini nasıl okumuş ve içinde böyle bir şey söylediğinden nasıl haberdar olmuştu?! Saniyen Resulullah'a iman eden kimselerin nasıl birileri olduklarını, müşrikler bilmiyor muydu ki, Allah Resulü böyle bir telaşa kapılsın ve sırrının ifşa olmasından rahatsız olsun. Salisen, aşağılık kompleksinden başka bir yorumu olmayan böyle bir düşünceyi, bu insanlar, insanlığın onuru Allah'ın Resulü ve Habibi'ne nasıl yakıştırabiliyorlar acaba?!

                              Bir diğer rivâyette ise şöyle geçmektedir: "Bu olaydan ve bu olay üzerine inen bu âyetlerden sonra, Allah Resulü'nün bir daha bir zengine önem verdiği ve bir fakiri ihmal ettiği görülmedi!!"

                              Yıllar boyu ilahî talim ve terbiyeden geçtikten sonra peygamberliğe ulaşan, bu olaydan önce defalarca benzer konularda kendisine ilahî direktifler ve âyetler2 inen Peygamber'in (s.a.a) bütün bunlardan gaflet edip, zengine karşı o şekil ve fakire karşı da o şekil davranıp, sonra adeta uykudan uyanırcasına bir daha benzer bir davranışta bulunmuyor. Böyle bir şey mâkul ve mantıklı olabilir mi?!

                              3- Bu münasebetle nâzil olduğu iddia edilen ayetlerde kınanan şahsın, zengine, kâfir bile olsa ilgi gösterip önem veren, fakire karşı mu'min bile olsa ilgisiz ve duyarsız kalıp onun tezkiyesine önem vermeyen bir kimse olduğu anlaşılmaktadır. Oysa hepimiz Allah Resulü'nün böyle bir ahlak ve karaktere sahip olmadığını biliyoruz. Yine biliyoruz ki fakire surat asıp sırt çevirme gibi hem İslâmî âhlaka ters düşen, hem de bunu yapan kimsenin kibir ve gururunun da bir göstergesi olabilecek bir davranış, Allah Resulü gibi birisinin davranışı kesinlikle olamaz. Zira düşmanlarına karşı bile böyle bir davranışı nakledilmeyen Resul-i Kibriya'nın mu'min bir dostuna karşı böyle bir davranışta bulunması nasıl düşünülebilir?!

                              "O mu'minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir"3 âyetini Rabbi'miz onun hakkında indirmemiş midir?!

                              Yine Abese'den önce bi'setin başlarında ikinci veya dördüncü sûre olarak nâzil olan Kalem suresinde4 Rabb-ûl Âlemin, Habibi'ni "Hiç şüphesiz sen yüce bir âhlak üzeresin" diye tavsif etmiyor mu? O halde, böyle yüce bir ahlaka sahip olan birisinden, kınamayı gerektiren ahlak dışı ve mütekebbirâne bir davranış nasıl sergilenebilir?! Bi'setin başlarında bu yüce özelliğiyle tanıtılan Peygamber'in, aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen ahlakında, daha çok ilerleme ve kamilleşme hasıl olması gerekirken, (hâşâ) geriledi mi ki böyle bir davranışta bulunsun?! Acaba Allah-u Teâlâ "Hulk-i azim" ile nitelendirdiği bir kimsenin gerçek ahlakından haberdar değil miydi? Yoksa biliyordu da bu şekilde tanıtmasında bir hikmet ve maslahat mı söz konusuydu?!

                              4- Bildiğimiz gibi "İnzâr" âyeti diye meşhur olan ve Abese'den iki yıl önce inen Şuârâ suresinin 14-15. âyetlerinde şöyle hitap ediyor Rabbimiz Habibi'ne: "(Önce) en yakın akrabalarını uyar ve sana uyan mu'minlere kanatlarını ger (onlara şefkat ve merhamet ile davran)."

                              İki yıl öncesinde mu'minlere bu şekilde davranmakla öğütlenen Peygamber (s.a.a), acaba bunlar aklında olduğu halde mi Abdullah'a öyle davrandı; yoksa unutmuş muydu? Birinci şıkkı söylersek, o zaman Resulullah'ın bizzat kendisine inen açık ilahî emirlere muhalefet ettiğini kabul etmiş oluruz; yok önceden inen âyetin emrini unutarak böyle davrandı dersek, o zaman da başka âyetleri ve hükümleri unutmadığını nereden garantileyebiliriz?!

                              5- Söz konusu âyetlerin birisinde şu tabir kullanılmıştır: "Sana ne onun arınıp, arınmadığından."?!5 Bu hitabın da Peygamber'e yönelik olması uygun değildir. Zira Allah Resulü'nün başlıca görevi insanları Allah'a davet edip onların talim ve tezkiyesiyle meşgul olmak değil midir? Cuma suresinde:

                              "O (Allah) ümmiler içinde kendilerinden olan ve onlara (Allah'ın) âyetlerini okuyan, onları arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamberi gönderendir."6 buyurmamış mıdır?

                              6- Allâme Tabâtabâî'nin de değindiği gibi: "İnsanlar arasında üstünlük ölçüsünün fakirlik-zenginlik değil, salih ve iyi amaller olduğunu idrak edip kavrayan bizzat insanın aklıdır; İslam'dan önce Hanif dini de aynı değerleri insanlara telkin etmiştir. Hal böyle iken, önceden zikrettiğimiz âyetler nâzil olmasaydı dahi, Allah Resulü'nün böyle bir davranışın kötülüğünü, zengin bir kâfiri, fakir bir mu'mine tercihin ne kadar kötü olduğunu, anlamış olması gerekirdi; oysa öyle olmadığını görüyoruz; bu da bu iddianın ne kadar tutarsız olduğunu gösteriyor.

                              Önceden de değindiğimiz gibi bazıları, Allah Resulü'nün bu davranışında herhangi bir dünyevî maksat gütmediğini, o müşriklerle ilgilenmesi de onların hidâyetine olan şiddetli arzusundan kaynaklanıyordu. Abdullah'a karşı davranışında da onun fakirliği böyle bir davranışa onu itmemişti; sadece Abdullah'ın, sözünü kesmesi ve meclis âdâbına riâyet etmemesinden kaynaklanıyordu. Özellikle diyorlar, Abdullah'ın a'ma olduğunu dikkate alırsak Resulullah'ın davranışının, onu incitici bir davranış olmadığını daha iyi kavramış oluruz. Bir de Abdullah ile Resulullah (s.a.a) arasındaki samimiyeti unutmazsak, birbirleriyle samimi ilişkileri olan kimseler arasında bu tür ilişkiler doğal bir şeydir.

                              Fakat bizce bunlar fazla tutarlı gerekçeler değillerdir. Zira evvela, zengin, fakir sıfatlarına cümlede yer verilmesi, bizce bu özelliklerin yapılan davranışta etkili olduğunu gösteriyor. Meclise gelen şahsın "A'ma" diye nitelendirilmesi hakkında da aynı şeyi söylemek mümkündür. Yani surat asıp sırtını dönen kimsenin bu davranışında, onun a'ma olduğunun etkili olduğunu gösteriyor. Aksi takdirde bir mu'minden, onda olan bir kusur veya noksanlığı ön plana çıkararak bahsetmenin ne anlamı olabilir? Evet bu sıfatlar yapılan davranışta etkili olmasaydı, gelen şahsı "a'ma", "fakir" gibi sıfatlar yerine başka özellikleriyle tanıtmak daha uygun, hatta en uygun olmaz mıydı? Söz konusu müşrik veya müşriklerden"zengin" nitelemesiyle bahsetmek de aynı.

                              Saniyen bu iddia doğru olsaydı, o zaman Allah-u Teâlâ Resulü'nü kınama yerine methetmeliydi; övmeliydi. Zira niyeti, Allah'ın dinini yüceltmek, insanların hidâyeti için çırpınmak, kısacası üzerine yüklenen görevini yerine getirmekten başka bir şey olmayan bir kimseyi, kınamak mı gerekir, yoksa övmek mi?

                              Diğer iddiaya gelince; diyelim ki Abdullah'ın gözleri kör olduğu için Resulullah'ın bu davranışının ona yönelik bir sakıncası olmasın; ancak Allah'ın Resulün'den böylesine bir davranışı etraftan seyredenlere karşı nasıl?! Onların gözleri kör değildi ya! İnsanlara örnek olarak tanıtılan bir Peygamber'den böyle bir davranışın onların gözleri önünde sergilenmesi, onun örneklik konumuna gölge düşürmez mi?!

                              Resulullah ile Abdullah arasındaki samimiyete gelince, evvela bu samimiyetin Mekke'de değil, Medine'de gerçekleştiğini söylemek daha gerçekçi olabilir; saniyen iki kişi arasındaki samimiyet, artık onun haklarını çiğnemeği ve her türlü, mesela tahkire varan davranışları da meşru ve mubâh kılar mı?! Hele Allah Resulü gibi birisinden böyle bir şey mazur görülebilir mi?!

                              7- Bizce Ehl-i Sünnet kaynaklarında bu âyetlerle ilgili nakledilen sebeb-i nüzul, normal, tabîî ve mâkul ölçülerle de bağdaşmamaktadır. Zira bu rivâyetlerde, Abdullah'ın a'ma ve mecliste olup bitenlerden habersiz olduğu için içeriye gürültülü bir şekilde girdiği ve yüksek sesle konuştuğu ve dikkatleri dağıttığı söyleniyor. Diyelim ki öyle olsun; fakat bu problemin kolay bir çözüm yolu varken, Allah Resulü'nün öyle bir davranış içerisine girmiş olmasını bir türlü hazmedemiyoruz! Hepimiz biliyoruz ki Abdullah mu'min ve temiz kalpli bir Müslüman'dı; fakat durumdan habersizdi. Ona iki kelimeyle durumun ne olduğu hatırlatılıp, biraz beklemesi istenseydi, değil karşı gelmek, bundan memnun bile kalırdı.

                              Hayır, Resulullah'ın rahatsızlığını buna değil, mesela "Şimdi şu Kureyşli adam, Muhammed'e uyanlar, bir avuç kör, köle ve sefil insanlardır diyecekler" gibi saçma rivâyetlere dayandırırsanız, o da sizin bileceğiniz iştir.

                              8- Bu âyetlerde kınanan şahsın Resulullah olmadığının önemli kanıtlarından birisi de (Merhum Allâme Tabâtabâî'nin de değindiği gibi), bu sûrenin 17. âyetinden sonra başlayan ağır ifadelerdir. Evet şöyle buyuruyor söz konusu âyetlerde:

                              "Kahrolası insan, ne kadar da nankördür! * (Allah) onu hangi şeyden yarattı? * (Değersiz) bir nütfeden yarattı ve onu biçimlendirdi. * Ona yolu kolaylaştırdı; sonra da onu öldürdü ve kabre gömdürdü; sonra dilediği zaman onu diriltir. * Hayır, (Allah'ın) ona emrettiğini, o yerine getirmedi."

                              Sûredeki âyetlerin zâhiri ve siyâkı, onların birbirleriyle ilintili olduklarını ve bir zincir halkaları gibi birbirlerini takip ettiklerini gösteriyor. Bunun aksini söyleyebilmek için harici bir delil ve karine olması gerekir; oysa burada böyle bir şey söz konusu değildir. Kısacası âyetlerdeki siyâk, bu âyetlerin bazısında yer alan "Kahrolası insan, ne kadar da nankördür" kabilinden ifadelerin de a'ma ve fakir mu'mine surat asıp sırt çeviren ve onu ihmal edip, zengin müşrike yönelip ona önem veren kimseye ait olduğunu gösteriyor. Aksi takdirde âyetler arasında mana kopukluğu meydana gelecektir. A'maya surat asanın Peygamber (s.a.a) olduğunu söylersek, o zaman "Kahrolası insan .." tabirinin de Hazret'e ait olduğunu söylememiz gerekir; bunu ise hiçbir kimse söylememiştir; söyleyemez de.

                              İşte bu problemin hallinden âciz kalan bir çok müfessir, herhangi bir delil göstermeden bu surenin iki parça halinde nazil olduğunu, bir kısmının on yedinci âyete kadar, bir kısmının ise daha sonra indiğini söylemişlerdir. Böylece âyetler arasını ayırarak bu önemli problemin altından kalkmağa çalışmışlardır, ama nafile; dikkat eden herkes bu surenin bir bütün olduğunu ve o şekilde de nazil olduğunu görür.

                              Bu âyetlerde insanın nankörlüğünden, onun değersiz bir nütfeden yaratılması, ölüm ve fenâya mahkum olması ve Allah'ın emirlerini yerine getirmemesinden bahsetmesi de söz konusu şahsın, o çirkin, mütekebbirâne ve nankörce davranışıyla tam anlamıyla örtüşen ve onun bu adi davranışına İlahi bir tavırdan ibarettir

                              Bütün bu delillere dayanarak biz, söz konusu âyetlerdeki kınamanın Allah Resulü'ne yönelik olamayacağını, dolayısıyla âyetlerde kınanan şahsın başka birisi olduğunu iddia ediyoruz. İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) nakledilen bir hadis de bizim bu görüşümüzü te'yid etmektedir. O hadiste şöyle geçmektedir:

                              "Abese suresindeki kınama ayetleri, Benî Ümeyye'den olan bir kişinin hakkında nazil olmuştur; söz konusu şahıs Resulullah'ın yanında bulunduğu sırada Abdullah b. Ümm-i Mektum meclise gelmiş, onu gören Emevî şahıs ondan iğrenerek, yüzünü ekşitmiş ve el-eteğini toplayarak yüzünü ondan çevirmişti. Bunun üzerine Allah-u Teâla, söz konusu âyetleri indirerek bu olayı (başkalarına ibret olsun diye ) kınamıştır."7

                              Bu rivâyet maalesef nâkıs bir şekilde nakledilmiştir. Eğer geniş ve detaylı bir şekilde nakledilseydi, hem olayın tam olarak aydınlanmasını, hem de âyetlerin daha net bir şekilde tefsir edilmesini sağlardı belki de. Elbette rivâyetin haberi ahad olduğunun da farkındayız; bu yüzden de onu müstakil bir delil olarak değil, bir te'yid olarak vermekteyiz.

                              Buraya kadar aktardığımız delillere ve son rivâyete dayanarak; âyetlerdeki bazı tabirlerden de ilhamla olayın nasıl vuku bulduğunu, tahmini olarak şu şekilde tasvir edebiliriz .Yine de en iyisini Allah bilir:

                              Münafık veya zaif-ül iman bir Emevî, bir taraftan dine ve insanların hidayetine önem verdiğini gösterip Resulullah'a ve Müslümanlara şirin gözükmek için söz konusu müşrik veya müşriklerle meclise gelmiş, öte yandan müşriklerin ve Kureyşli'lerin yanındaki yerini korumak, onlarla ilgilenir gözükmek ve onları mu'min fakirlere tercih ettiği mesajını vermek için söz konusu çirkin davranışı sergilemiş ve tabiri câizse bir taşla iki kuş vurmaya çalışmıştır. Fakat Allah-u Teâlâ, mu'minin azameti ve izzetini, müşrik ve münafığın zillet ve değersizliğini ortaya koymak, başkalarına ibret dersi vermek için söz konusu âyetleri indirmiştir.

                              Burada bir nüktenin hatırlatılması da faydalı olabilir belki. O da şudur ki: Biraz önce İmâm Cafer-i Sâdık'tan naklettiğimiz hadisin doğru olduğunu düşünürsek, o zaman olayın vukuu hakkında bir senaryonun uydurulmuş olması ihtimali güçlük kazanmış olur. Zira o hadiste, ayetlerde kınanan şahsın Emevî birisi olduğu vurgulanmaktadır. Öbür taraftan tarih boyunca Emevî'lerin, özellikle zâlimâne saltanatları boyunca kendi menfaatleri doğrultusunda uydurmadıkları hadis ve rivâyet kalmamış ve maalesef bunlardan bir çoğu en muteber bilinen kaynaklara kadar sızmıştır. Bizce burada da aynı şeyin en azından bir ihtimal olarak göz ardı edilmemesinde fayda var.

                              Buna işlediğimiz konuyla ilgili bir örnek de zikredebiliriz. Bildiğiniz gibi takip ettiğimiz konuyla ilgili rivâyetler arasında şöyle bir rivâyet de gözümüze çarpmaktadır: "Bu olaydan sonra Allah Resulü Abdullah İbn-i Ümm-i Mektum'u her gördüğünde şöyle derdi: "Merhabalar olsun, merhabalar olsun o kimseye ki Allah onun hakkında beni kınadı..."

                              Bakın İmâm Cafer-i Sâdık (a.s) bu rivâyeti nasıl nakletmektedir: "Allah Resulü onu her gördüğünde şöyle derdi: "Hayır Allah'a andolsun ki Rabbim senin hakkında beni asla kınamaz." Bunu o kadar tekrar eder ve Abdullah'a o kadar lütufta bulunurdu ki artık Abdullah Resulullah'a engel olmaya çalışırdı."8

                              Görüldüğü gibi bu hadis de tahrife uğramış ve nefy (olumsuzluk) edatı cümleden kaldırılarak tam tersi bir mana ve sonuç çıkarılmaya çalışılmıştır.

                              O zaman, "Allah Resulü bu cümleyi neden söylerdi" derseniz, bunun iki nedeni olabilir: Evvela bu cümleyle Abdullah'a o çirkin davranışta bulunan ve ilahî kınamayı hak eden kimseye tariz söz konusu olabilir. Sanki bu cümleyle Allah Resulü şöyle demek istiyor: "Allah'a and olsun ki ben hiçbir zaman filan adamın yaptığı gibi yapmam .."

                              Saniyen, âyette bulunan ve zahirde Resulullah'a hitap edilen cümlelerden, birileri gerçekten Resulullah'ın kastedildiğini sanmasın veya kasıtlı olarak öyle lanse etmeğe çalışmasın diye Allah Resulü bu üsluba baş vurmuş olabilir.

                              Burada belki de başından beri sabırsızlıkla beklediğiniz bir sorunun cevabına geçmek istiyoruz; o da âyetlerdeki hitaplar konusudur.

                              Deniliyor ki, eğer gerçekten bu âyetlerde kınanan ve eleştirilen kimse Allah Resulü değilse, o zaman neden âyetlerde Resulullah muhatap alınmış ve daha çok Resulullah'ı ilgilendiren tabirler kullanılmıştır. Buna iki türlü cevap verilebilir:

                              a)- Gerçi âyetlerde hitap Peygamber'e yöneltilmiştir, ancak asıl muhatap Peygamber (s.a.a) değildir. Yani Peygamber kanalıyla başkasına mesaj verilmek isteniyor. Bu hemen her dilde bulunan: "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" misali bir dolaylı mesaj verme üslubudur. Bunun örneklerine Kur'ân-ı Kerim'de sık-sık rastlamaktayız. Mesela İsrâ suresinin 23. ve 24. âyetinde Resulullah'a hitaben şöyle buyurmaktadır:

                              "Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa onlara "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. a Onlara acıyarak alçak gönüllük kanadını ger ve de ki: "Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse, sen de onları esirge."

                              Açıktır ki bu âyette ki hitapta asıl muhatap Resulullah değil, Müslümanlardır; zira Allah Resulü küçük yaşta anne babasını kaybetmişti.



                              b)- Bu âyetlerde bulunan hitaplar hatta zahirde dahi Resulullah'a değil, söz konusu davranışta bulunan şahısın bizzat kendisine yöneliktir. Çünkü birinci hitapta diyor ki: "Nereden biliyorsun belki o (Abdullah) arınıp temizlenecek?" Burada kimin eliyle temizleneceği üzerinde durulmuyor ki hemen "Bu, Emevî'nin işi değildir, o halde hitabın Peygamber'e yönelik olması gerekir" denilsin. Ayeti şöyle tefsir edersek ne sakıncası vardır: "Sen ne biliyorsun; belki o, Peygamber'in eliyle) arınacaktır?" Muhtemelen o Emevî adam, Abdullah'a karşı tutum ve davranışıyla onun tezkiye ve hidayete layık birisi olmadığını, veya tezkiyesinin İslam için bir fayda ve önem arz etmediğini, aksine Kureyşli zenginin önemli olduğunu ve güya hidayetinin İslam için önem taşıdığını vurgulamak istemesi üzerine söz konusu âyetle ona cevap verilmek istenmiştir.

                              Olayın bu şekilde cereyan ettiğini düşünürsek o zaman diğer hitapların tefsiri de kolaylaşmış olur. Mesela önceden de dediğimiz gibi "Sana ne onun arınıp arınmadığından?" cümlesinin Resulullah'a yönelik olması, Allah Resulü'nün konumu ve görevi itibariyle münasip gözükmemektedir. Ancak bu hitabın söz konusu Emevî'ye yönelik olması, konumu ve niyeti itibariyle ona uygun bir cümledir.

                              Yine "O zenginlik taslayan kimse var ya, sen ona önem veriyor, onunla ilgileniyorsun; ama Allah'tan korktuğu halde koşarak sana gelen (fakir mu'min)i sen ihmal ediyor, ona değer vermiyorsun" cümlesi Emevî şahısın karakteri ve niyetine uygun bir cümledir; ama kesinlikle Allah Resulü'nün şahsiyetine, yüce ahlakına, o güne kadar Müşriklere ve mu'minlere, zenginlere ve fakirlere karşı sergilediği tutum ve davranışlarla örtüşmemektedir. (Bunun delillerine ve örneklerine önceden değindik.)

                              "Sana koşup gelen..." cümlesinden de bu şahısın bizzat kendisine değil, onun da bulunduğu toplantıya, yani Resulullah'ın tebliğ ve hidayet meclisine geldiği kast edilmiş olabilir.

                              Evet bizim bu âyetlerin tefsiriyle ilgili söyleyeceklerimiz bunlardan ibarettir. Şimdi belki de bazı kardeşlerimiz, bizim bu çırpınışlarımızı gereksiz çabalar olarak değerlendirebilirler. Ama biz olaya kesinlikle öyle bakmıyor ve bu çabaları bir zaruret olarak görüyoruz. Zira bu olayı, âyetlerin zâhiri görünüşüne ve önceden de değindiğimiz rivâyetlere dayanarak tefsir etmenin, bir taraftan Allah Resulü'nün masumluğunu ve örneklik konumunu ortaya koyan açık ve net âyetlerle çeliştiğini, diğer taraftan deliller bölümünde ortaya koyduğumuz çeşitli ve önemli mahzurlarla karşılaşacağımızı düşünüyoruz. O deliller ve âyetler ma'kul ve mantıklı bir şekilde cevaplanmadığı müddetçe, bu âyetleri onlarla çelişmeyecek şekilde bir türlü tefsir etmeğe mecburuz. Bunu beceremediğimiz takdirde de, Resulullah'a itham etme çabasına girme yerine, kendi acziyetimizi itiraf edip en azından âyetleri müteşâbih kabul ederek onlar hakkında susmayı yeğlemeliğiz. Yoksa âyetlerin Resulullah'la ilgili olduğunu kabul edip, sonra da bunu bazı tutarsız ve uzak ihtimallerle, masumiyetle çelişmeyen bir tutum olarak değerlendirmek bizce sorunu çözmeye yetmeyecektir.

                              Burada bir hususu da hatırlatıp bu konudaki bahsimize son vermek istiyoruz. Önceden de değindiğimiz gibi biz, zikrettiğimiz sekiz-dokuz delille dördüncü görüşü tercih etmekteyiz. Ancak bu görüşü geçtikten sonra üçüncü görüşü diğer görüşlere nazaran daha tutarlı ve ma'kul bulmaktayız. Zira en azından o görüş, ilk âyetlerde bahsedilen surat asma ve sırt çevirme gibi çirkin bir davranışı Allah Resulün'den uzaklaştırmaktadır. Zaten âyette de üçüncü şahıs kipiyle adı belli olmayan birisinden bahsedilmektedir. Yani bu âyetlerde "Sen" diye bir hitap da söz konusu değildir ki bazıları Allah Rersulü'ne yönelik tefsir etme ihtiyacı duymuş olsun. Diğer âyetlerdeki hitaplar ve o hitaplardaki uyarıya gelince, bu uyarı Allah Resulü'nün, o Emevî'ye tepkisiz kalmasına yönelik olarak tefsir edilmiştir. Bunun da masumiyetle çelişmeyen bir terk-i evladan ibaret olduğu ileri sürülmüştür. Dediğimiz gibi bu görüş bizi tam tatmin etmemekle birlikte, en azından diğer görüşlerden daha iyidir ve bahsettiğimiz mahzurların çoğu bu görüşe dayanarak da halledilebilir.

                              Forum Konularından biri Abese Suresi : http://www.velayet.com/index.php?topic=55.0
                              "Biz aşkı neynevada öğrendik hani o ihanet diyarında zulme meydan okuyarak baş kaldıran kızıl güllerle."

                              Yorum


                                #45
                                Ynt: Kıble dediğimiz iş tam olarak nedir

                                [quote author=Mehmet UFUKALP link=topic=8307.msg58116#msg58116 date=1256296448]
                                Aliekber babacan kardeşim, Kuran haricinde hiç bir islami kaynağı kabul etmeyen mealci olduğunuzu iddia ediyorsanız Kuranı bildiğiniz gibi yorumlayabilirsiniz. Kendiniz söyler kendinriz dinlersiniz. Ancak aleviyim derseniz Alevi demek İslamı İmam Ali yorumu ile anlamak demektir. 12 İmamın İslam anlayışı demektir. Onların Kuran yorumlarından sarfınazar ederek kafanıza göre Kuranı yorumlayamazsınız. Ama gördüğümüz kadariyle yaptığınız tam da bundan başka bir şey değil.
                                [/quote]


                                Kuran haricinde kaynak kabul etmiyorum demedim can,Kuran önceliklidir,doyurucu cevap vermişse son söz Kuran'ındır veselam

                                Yoksa zaman zaman bende usul i kafiden,Neçhul Belaga'dan ve benzer itibar ettiğimiz, akıl ve mantıkla uyum içinde olan işleri dayanak sunarım

                                Sen Kuran yetersiz, eksiktir diye düşünüyorsan, sana katılmam mümkün değil, çünkü iş apaçık ki Kuran'da eksik bir iş yok, eksik ancak algılayan gözlerdedir

                                Allah gereken her iş Kuranda var demişse, dinin temeli apaçık ayetler demişse, Kuran'ın apaçık bildirdiği işi beğenmemezlik yapmak bize yakışmaz?

                                Allah'ın verdiği iş bize neden yetmesin ki?


                                Eğer İmamet yoksa eğer rehberlik ve önderlik yoksa eğer hedef yoksa ve eğer Hüseyin yok ve onun yerine eğer Yezid varsa, işte o zaman; Allah evi etrafında dönmekle puthane etrafında dönmek arasında hiçbir fark yoktur.”

                                Ali Şeriati

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X