Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

"gunun hadisinin yorumu"

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #46
    Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

    Günün Ayeti: O, yarattığını bilmez mi O, Latif'tir Habir dir. (Mülk-14)

    Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: İlmi olmaksızın fetva verenlerin dinde açtığı bozukluklar, ettiği islahlardan daha çoktur. (Bihar'ul-Envar, c. 2, s. 121)

    Yorum


      #47
      Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

      Günün Ayeti: Allah a kulluk edin, O ndan korkun ve bana itaat edin.(Nuh-3)

      Günün Hadisi: İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: İlim öğrenin; zira ilim öğrenmek iyiliktir. İlim taleb etmek ise ibadettir. (Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 189)

      Yorum


        #48
        Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

        [quote author=Gulsum link=topic=16097.msg104968#msg104968 date=1284975946]
        Günün Ayeti: O, yarattığını bilmez mi O, Latif'tir Habir dir. (Mülk-14)

        Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: İlmi olmaksızın fetva verenlerin dinde açtığı bozukluklar, ettiği islahlardan daha çoktur. (Bihar'ul-Envar, c. 2, s. 121)

        [/quote] hadis ve ayet daha önce yorumlandı..

        Yorum


          #49
          Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

          Günün Ayeti: Allah a kulluk edin, O ndan korkun ve bana itaat edin.(Nuh-3)

          Ayet Nuh a.s.'ın sözlerinden bir parça. kavmine böyle buyuruyor. ... itaat edin ki Allah sizlere günahlarınızın bir kısmını bağışlasın ve beli bir zamana kadar sizleri ertelesin... (Nuh 4) diye devam ediyor o Hazretin sözleri..

          uzun zaman yaşamasıyla ünlü bu Peygamberimiz a.s. yukarıdaki sözleri gemi yapımından önce söylüyor. çünkü ayetlerin devamında "keşke bilselerdi" gibi yani bu nasihatları dinlemediler anlamına gelen bir açıklama var. yine devamında da zaten: Rabbim ben uyardım onlar dinlemediler şeklinde Allah'a münacaatı da var.

          kulluk etmek: boyun eğmek onun yaşam standardına teslim olmak kendini ona göre ayarlamak demek. yani hani derler ya eşler birbirlerine benim hiç özel hayatım olmayacak mı sen beni, sana köle olayım diye mi aldın.. şeklinde.. işte buradaki anlam tam olarak kulluk etmek boyun eğmek anlamına geliyor. yani siz artık hayatınızla ilgili bir tasarruf hakkına sahip değilsiniz. ne yiyeceğinizi nasıl yaşayacağınızı bile o kulluk ettiğiniz varlık belirler. bir nefesinizi kendiniz alırsınız insanlara kulluk ettiğinizde ama diğer her şeyinizi başkası belirleyebilir. Ama kulluk Allah'a olduğunda kul o kadar bu kulluk şuurunu ilerletebilir ki der ki nefesimi de Allah için onun verdiği kadar ona kulluk edebilmek için gerekli sağlığım için alıyorum der.. onu da kulluk kapsamında o şuur ve ihlasla alabilir.

          Allah'a kulluk edin bana itaat edin şeklindeki bir ayırım tüm peygamberlerde var diyebilecek kadar çok örneği olan bir husus Kur'an'da. Allah'a kulluk etmenin yani hayatının tamamını ona adamanın onun belirleyip gönderdiği inanç ve yaşam ilkelerine uymanın yolu aracı olan Resul'e itaat etmek.

          burda Allah'a kulluk (ibadet) ile peygamberine itaat şelinde ayırım olsa da kulluk peygamberlere edilmesi emredilmiyor ama başka ayetlerde, itaatin hem Allah'a hem de Peygambere edilmesi gerektiği ile ilgili emirler mevcuttur. itaat daha çok emrini dinleme ve onun çizdiği sınırlardan aşmama gibi sınırlı bir fiili durumu ortaya koyarken kulluk ise bundan geniştir. varlığın her alanında Allah'a boyun eğmesi anlamına gelir. örneğin Peygambere itaat, Allah tarafından emredilmesi ile meşruluk kazanır oysa Allah'a kulluk için bir başkasının ne izni ne de emrine bakılır.

          konuyu böyle çok kavramsal soyutluklara hapsetmek yerine daha somut konuşacak olursak.. Allah ne soyut ne somut bir varlıktır. O yeryüzünde şekle girip bizimle iletişime geçmez. Bunun için onunla iletişimi aracı olan elçiler vasıtasıyla kurarız. Ve Allah her kuluna kendine nasıl kulluk edileceğini bu elçileri vasıtasıyla göstermektedir.

          Allah'a kulluk etmenin yolu elçiye itaat etmektir. itaatta sınır yoktur. Peygamberin şu sözlerine itaat edin ama şunlara itaat etmeyebilirsiniz diye hiç bir sınır çizilmediği gibi "Allah ve Resulünün haram saydığını haram saymayan", ya da "Allah'a ve Peygamberine itaat edin" gibi ayetlerde Resul Allah ile birlikte anıldığı ve Allah için emredilenin REsul için de emredildiğini görüyoruz. yani böylece Peygambere itaatte dünyevi dini işler gibi bir ayırım olmadığı gibi tersine her işte itaatin olduğuna dair kesin kanıtlar mevcuttur.

          daha da somut konuşacak olursak yani Allah'ın gönderdiği bu din, sünnilerin iddia ettiği gibi bilgi merkezli bir din değildir. Evet Kur'an en temel ve birinci kaynağımızdır. Ancak Kur'an'ı alıp hadis kitaplarını da onun altında bavula koyup bir köyde tek başına yaşanacak bir din değildir İslam. Tersine bu öğretileri getiren canlı insanın her emrine itaat etmek için devamlı gözü kulağının onda olduğu bedeninin onun emirlerine ve çizdiği sınırlara daima bağlı olduğu bir hayat biçimini kesin olarak bize söyleyen bir dindir. Benim Peygamberle işim olmaz diyen bir insanın Kur'an ve hadislerle bu dini yaşaması mümkün değildir. ÇÜnkü örneğin cihad vardır ki ona katılmayanların münafıklarla bir tutulduğunu ve müslümanların arasından atıldığını görüyoruz. Onlar öylesine tevbe ediyorlar ki ancak bağışlanıyorlar yoksa kafir olarak hayatları bitecek..

          Peygamber s.a.a. zamanında böyle olan bu dinin tabiatı O hazretin ölümünden sonra değişikliğe uğramış değil. Din öyle kalmış da insanlar Peygamber s.a.a.'ten sonra bu Allah ile kendileri arasında aracıya muhtaç olmayacak kadar tekamül etmiş gelişimiş de değil. Öyleyse bu ilişki biçimi aynen devam edecektir. Yani sadece bireysel bir yaşamdan ve vicdanlara hapsedilmiş bir inanç sisteminden ibaret olmayan bu din toplumsal boyutlarda yaşanacak bir cemaat dinidir. bunun için insanın Peygamber s.a.a gibi derleyici toplayıcı dinin ahkamını yanılmaz şekilde ileten bir otoriteye ihtiyaçları her zaman olmuştur ve olacaktır. böyle bir otorite olmadığında bu dinin insanlara hakim olması mümkün değildir. eğer Allah'a kulluk edilmek isteniyorsa bir masuma itaat şarttır. Allah bunun için her zamanda bir masum var etmiştir ve onu bu hükümle görevlendirmiştir. Zamanının bu imamını tanıyıp ona biat etmeden ölenlerse cahiliye ölümüyle ölmüş olurlar.

          cahilye değerlerinden menfaatleri gereği hicret etmeyip dinin her ilkesini alıştığı yaşam tarzına uydurup bir başına ya da ayrı cemaat olarak dini yaşayabileceğini sananların, Mekke'den Medine'ye hicretin kesin emir olmasını anlamayıp Medineye hicret etmeyen ve müşriklerin arasında kalan müslümanlardan hiç bir farkları yoktur. Artık hicreti sona erdiren ayetten sonra bunların imanlarının kendilerine fayda vermeyeceği ve mekkeli müşrikler gibi onlarla da savaşılacağı açıklanmış oldu. Çünkü onlar Allah'a kulluğun şartı olan Peygambere (derleyici toparlayıcı Allah'a nasıl kulluk edileceğinin çizgilerini çizen canlı ve yanılmaz bir insana) itaat etmediler. Çünkü onla bulundukları toplumun cahilye değer yargılarından hicret etmediler. Tağuta kulluklarına devam ettiler böylece aslında şirkten çıkamadılar çünkü şirkte de zaten Allah inkar edilmiyor ama ona denkler tutuluyor...

          ****************


          Günün Hadisi: İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: İlim öğrenin; zira ilim öğrenmek iyiliktir. İlim taleb etmek ise ibadettir. (Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 189)

          ilim ile öğrenmek kelimeleri aynı anlama gelen birbirinden türemiş kelimeler. hepsi de bilmek anlamına geliyor. bilmeyi bilin gibi de tercüme edilebilir hadisin bu kısmı. yani haddinizi bilin yani ilmin önemini bilin. çünkü bunu bilmek haddini bilmek iyiliktir. yani hem kendine hem de diğer varlıklar için ilim bir iyliktir. ki dünyada insan türü tüm varlıklara ilmiyle üstünlük kurmaktadır. Allah'a ilmiyle ibadette bulunmaktadır.

          ilim sahibi olmak ibadettir. çünkü ilim insanda davranış değişikliğine neden olur. günümüz psikolog ve pedegogları öğrenmeyi insanda meydana gelen istendik (önceden planlanmış) davranış değişiklikleridir diye tanımlamaktadırlar. Böylece nerde bilgi ve öğrenme varsa orada davranış değişikliği vardır. bunun tersi nerede davranış değişikliği yoksa orada da öğrenme yoktur ilim yoktur..

          çünkü bilginin bizzat kendisinin cazibesi ve kendini uygulamaya sevketmesi gerçeği vardır. bir insanın normal şartlarda bir doğruyu öğrenmesi le onu uygulamaması mümkün değildir. Eğer doğruyu öğrendiği halde uygulamıyorsa aslında orada tam bir öğrenme vardır diyemeyiz. o bilginin bağlantılarında mutlaka bir bilgi eksikliği bir gizleme vardır. Örneğin namaz kılmayanan cehennemde yanacağını öğrenen biri kesinlikle namazsız duramaz. duruyorsa bu bilgisinde eksiklikler vardır. mesela cehennem eteşinin yakmayacağını düşünmek, ya da Allah'ın bağışlayacağından kesin emin olmak gibi yanlış bilgiler olabilir. kaynağı şeytan olan bu yanlış bilgiler diğer namaz kılmayanın yanacağına dair doğru bilgiyi götürmekte ve onu etksiz kılmakta onun insan kalbiyle arasına girmektedir.. ki böyle bir durumda bilgi sadece ağız dil ve zihinde kalır kalp tarafından özümsenmiş olmaz.

          işte bu yüzden bir işin yolunda olmak o işi yapmak gibidir kuralınca ilim öğrenmek gerçekte ibadete bir vasıta olduğu için kendisi de bir ibadet olmuş olur..

          Rabbim faydasız ilimden bizi korusun. yaşanmayan bir bilginin bizi saptıracağını ve bize yük olacağını da hiç unutturmasın...

          Yorum


            #50
            Ynt: "gunun hadisinin yorumu"


            Günün Ayeti: Gerçekten bundan 'içi titreyerek korkacak kimse için elbette bir ibret (ders) vardır. (Naziat-26)

            Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Kur'an Allah'ın okuludur, Allah'ın okulundan gücünüz yettiğince ilim öğrenin. (Bihar'ul-Envar, c. 92, s. 19)

            Yorum


              #51
              Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

              Günün Ayeti: Gerçekten bundan 'içi titreyerek korkacak kimse için elbette bir ibret (ders) vardır. (Naziat-26)

              ayetteki bundan kelimesi yerine bunda kelimesi olacaktır. Ve bu diye kastedilen ise öceki ayetlerden anladığımıza göre, Ben sizin en büyük Rabbinizim diyen Firavnun denizdeki feci ölümüdür..

              işte bunda ibret olmayacak da neyde biret olacak.. ancak tabi ki tüm şeyler kalplere bağlıdır. her türlü korku haşyet kalple ilgilidir. çünkü bu dış dünyada korkunç bir şey yoktur. dış dünya varlıklar ve olaylar vardır ve bu olayların hiç birisi korkunç değildir.

              korku görecelidir. ancak buna geçmeden önce ayette geçen korku takva sakınmak anlamında sınırları çiğnemekten korkmak sakınmak anlamında bir korku değil insanın ürperti duyacağı bir ruh hali olan korkudur.

              ki insanlar bazen hayvanlaşırlar. ne yaptıklarını bilmezler.. söz onlara ulaşmaz.. nasihat edeni duymazlar bile o an. çünkü insanlıktan çıkmış hayvan gibi olmuşlardır. onları bu durumda sözle uyarmak imkansızdır çünkü duymazlar.. ciddiye almazlar şaka yalan her zamanki alışılmış ve bıktıkları kendilerine peşin olark dünyada kar getirmeyen nasihat sanarlar.. işte bu durumlarda onları sarsmak gerekir. tıpkı çobanın dediği kelimelerden anlamayan koyun sürüsüne çobanın bağırıp da sesinin tonundaki kızgınlıkla onlara yön vermesi gibi..

              işte Firavn gibi insanı dehşete düşüren bu olayın bile uyaramayacağı insanlar vardır. Çünkü uyarının oluşup yaratılacağı ve korkuya dönüşeceği yer kalptir. kalp ölmüşse korku nerede oluşacak?

              dış dünyada hisler yoktur iyi kötü korkulacak cesaret alınacak olaylar yoktur dedik. bu yüzden tüm bu olaylar insandan insana değişen görecelilik arzeder. örneğin babanın ölümü oğlu için korku verici iken, onun hasmı olan ve kendisini öldürmekten çekindiği düşmanı içinse bir rahatlama vesilesidir.

              Firavn zalim zorba idi. Allah'ın kalbine iman yazdıkları hariç herkes ondan dehşete düşerdi gücünden ordularından saltanatından.. bu yüzden o ben sizin en büyük rabbinizim derdi. rabbinizim de değil.. Ama o rezil şekilde Musa'nın a.s. Rabbine inanıyorum dediği zamanda can verdi.. son andaki pişmanlığı tevbe kapısı kapandığı için fayda etmedi.. rezil şekilde öldü.. Allah o yüzden iman ve tevbeyi erteleyenleri bunun korkunç cesediyle korkutmakta kalplerini ürperterek onları sarsmaktadır..

              tabi bundan da korkcaklar yine Allah'a kul olanlardır. ataistler ya da bu olaya inanmayanlar hiç de korkmaz. o hadle burada Allah neden kendisine kulluk edenleri korkutmak istiyor bu örnekle?..

              işte sır burda saklı.. çünkü her ne kadr Firavn siyaset ve dış dünyada zulum egemenliğini kurmuşsa tanrılık taslamışsa insan da Allah'a kul bile olsa kendi dünyasında firavunlaşabilmektedir. zamn zaman böyle sarsmak lazım ki onu o haddini ve sınırlarını bilsin.. kimseyi küçümsemesin kendine tapacak kullar olarak görmesin kimseyi. kulları israiloğullarını köle gören firavun gibi köleler sanmasın...

              "Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Kur'an Allah'ın okuludur, Allah'ın okulundan gücünüz yettiğince ilim öğrenin. (Bihar'ul-Envar, c. 92, s. 19)


              ne kadar güzel bir benzetme ne kadar veciz bir anlatım. ne kadar ölmez bir nasihat..

              Kur'an Allah'ın okuludur. ve onda ilimler vardır. her insanın gücü değişiktir. ve ondan öğreneceği ilimler de değişecektir. her insanın gücünün azamisini kullanması gerekir Kur'andaki ilimleri öğrenmek için..

              insan evde de ilim öğrenebilir. kitabı açar okur.. Ama Peygamber s.a.a burada Kur'an'ı evin kütüphanesine benzetmiyor. Okula benzetiyor çünkü okulda ilim ile ilmi alan arasında bir vasıta daha vardır: Öğretmen...

              işte sır bırada.. Kur'an'ın kaynağı Allah'tır. Allah kelamıdır. İlmin kaynağı da öyle.. insana bilmediğini de O öğretir. öyleyse okulda nasıl insanın kendisi öğrenirken öğretmen yönlendirirse öğrenciyi aşamaları gösterirse. burada da yol gösterici olmalıdır. bunlar da imamlar a.s. alimler akıl ve diğer bilimlerdir..

              Her insanın Kur'an'dan öğrenebileceği ilimler vardır.. insan türü her şeyi biriktirdiği gibi ilmi de biriktirir ve kuşaktan kuşağa aktarır. okullar bu kültürü en iyi şekilde aktaran yerlerdir. ve sistemli olarak yeni nesillere hayatı öğretir. İşte Kur'an da her insana hayatı öğretmek üzere Peygamber s.a.a. tarafından ilim kaynağı olarak gösterilmektedir..

              öyleyse toplum olarak Kur'an'a yönelmeliyiz. önceden tr futbol takımı dış ülkelerle maçlarda hiç bir varlık gösteremezdi. çünkü toplum olarak futbola yönelmemiştik. ama daha sonra küçük çocuklar için bile futbol bir oyun oldu sokaklar oyun sahası, evde yeni yürüyen çocuk için limon bile top olup da toplum olarak topa düşünce insanlar bu yönde eğitildiler ve büyüdüklerinde iyi futbol oynadılar.. şimdi dünyada futbol alanında varlıkları görülüyor.. (sanki görülüp de ne oluyorsa..yani dünyamıza ahiretimize dinimize ne fayda getiriyorsa..o da başka bir konu.. ) Ancak toplum olarak yönelinip değer verilen bir konu nasıl başarı getiriyor sonuçlanıyorsa Kur'andan ilim almak da böyledir. okullarda Kur'an dersi olmalı herkesin günlük Kur'an okuma programı olmalı esnaf çarşıda işçi iş yerinde günlük okudğu ayetleri mütalaa etmeli insanların sohbetlerinde ayetlerden öğrendikleri ilimler yerini almalıdır. Böyle olduğunda kültür oluşacak ve Kur'an okullar gibi işlev görecektir.. İnşaAllah..

              Yorum


                #52
                Ynt: "gunun hadisinin yorumu"


                Günün Ayeti: Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (tevbe-111)

                Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Kavminden (yakınlarından) salih bir insandan utandığın gibi Allah'tan utan. (Müstedrek'ül Vesail, c.8, s.466, 10027.hadis)

                Yorum


                  #53
                  Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                  Günün Ayeti: Yine de Allah'a tevbe edip bağışlanma istemeyecekler mi? Oysa Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide-74)

                  Günün Hadisi: Emir'el Müminin Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Gözlerini önüne dikmek (kapamak) şehvetlerden/günahlardan en güzel koruyucudur. (Gurer'ul Hikem/321)

                  Yorum


                    #54
                    Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                    Günün Ayeti: Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (tevbe-111)

                    Euzu billahi mineş şeydanir racim bismillahirrahmanirrahim
                    Hamd Alemlerin Rabbi Allah'a salat u selam onun kutlu Habibine ve Ehlibeytine lanet onların kıyamete kadar düşmanlarına olsun..

                    bir süredir hadisler sitede tekrar olduğundan idi sanırım bu bölümde hadis göremiyordum.. Ve bu yüzden ayet ve hadisleri günlük bir tane olacak şekilde yorumlayamıyordum.. Allah'ın yardımı ve feyziyle umarız buna devam eder muvaffak oluruz. Onun verdiği ilmin ve aklın sorumluluğunu böylece ödemiş oluruz.

                    Bu ayet muhteşem şekilde gençlik yıllarımızı süsleyen ve bize müthiş ideal kazandıran, tabiri caizse bizi tam anlamıyla devrimci yapan ayetlerden biri idi. Sadece Allah için yaşamayı sadece O'ndan korkmayı ve sadece O'nun uğruna ölmeyi vücudun en ücra hücrelerine kadar ileten bir bilin. Onları da coşturan bir bilin..

                    Zalimlerin sultası ve saldığı sahte korkulara asla kul olmayan bir özgürlük kazandırır bu ayet kendisini doğru okuyanlara.. Çünkü artık Allah bu ayetteki pazarlık, alışveriş gereği insanın korkusuna gerek kalmayacak şekilde antlaşma yapmıştır kuluyla. Canını almak. Can gittikten sonra ne kalır ki? Canını insan severek verdikten sonra onu göze aldıktan sonra korku mu kalır..

                    Siyaset bilimciler kaybedecek bir şeyi olmayan insan kadar tehlikeli hiç bir bomba var edilmemiştir demişlerdir. Ve tarihte hiç bir bilimsel icad insanın bizzat içindeki ölümü öldürmesi kadar etki yaratmamış tehlike oluşturmamıştır karşıdakiler için..

                    Zalimlerin en büyük silahları her dönemde dünya sevgisi olmuştur. Bu yolla nice cesaret dağının zirvesindeki erlere bile boyun eğdiren tarihin egemen güçleri ancak böyle bir antlaşmada sarsılmışlar inancı uğruna şehadete gülerek koşan insanlara karşı önlerine çekecek set malzemesi icad edememişlerdir..

                    Bunun tersi ise zillettir. Topunuz tüfeğiniz çok olmuş paranız siyasetiniz güçlü olmuş beş para etmez. Nitekim Peygamberimiz sünni kitaplarda rastladığım bir hadiste müslümanlara hitaben şöyle buyurur (hafızamdan yaklaşık anlam)

                    öyle bir dönem gelecek ki sayınız çok olduğu halde olayları belirlemede hiç bir etkiniz olmayacak. Sanki selin önündeki çer çöp gibi akıntıya kapılıp gideceksiniz..

                    Sahabe bunun nedeni nedir diye sorunca Peygamber s.a.a.: bunun nedeni vehndir.

                    Vehn nedir Ey Allah'ın Resulü. Peygamberimiz:

                    Dünya malını sevmek suretiyle dünyaya bağlılık ölümden korkmak sebebiyle ölümden nefret etmek..

                    işte bu iki tutsaklık halkasını geçirdiler mi boynunuza verdikleri eğitim ve izlettikleri holivood filimleriyle artık azrail sizi uyarana kadar tağutların kulu kölesi olursunuz..

                    Ancak mü'minler öyle midir? Allah onlarla kesin bir antlaşma yapmıştır. Verdiği canı alma karşılığında cennet.. hiç bir anltaşmada sözünde Allah kadar duran olmuş mudur. O halde insan yapısında kazanmaya karşı var olan sevinç ve mutluluk burda olmayacak da insan böyle bir antlaşmadan dolayı iyi bir kar elde ettiğini düşünüp gururlanmayacak da nerde gururlanıp sevinecek!..

                    Cenneti vermek Allah'a bir borç olduğunda, kula da canını vermek bir borçtur. Kul artık canı üzerine hak sahibi değildir. Allah ister alır ister ona bağışlar. Nitekim Ali a.s. kaç kez canını Allah'a böyle bir antlaşma karşılığı satmışsa da Allah onun canını emirlik dönemine kadar o ağır sorumluluğa kadar almamıştır. O büyük insana yük üzerine yük yüklemiş ve onun gerçek seviyesinin ne kadar yüce olduğu ortaya konana kadar onu gam ve kederle imtihan etmiştir. Ali a.s.'ın hicrette Peygamber s.a.a. yatağına yatmasıyla başlayan bu sınavlar silsilesi, artık onun: And olsun ki Kabenin Rabbine; Kurtuldum! deyişiyle kemal bulmuştur. Ve o daha önce "İnsanların öylesi de var ki Allah rızasına nail olmak için âdeta kendisini satar, Allah rızasını alır. Allah kullarını pek esirger." Bakara 207 ayetiyle bağışanan can artık: "gir cennetime" hükmüyle itminan bulmuştur.

                    Ne mutlu O Hazretin taraftarlarına..


                    "Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Kavminden (yakınlarından) salih bir insandan utandığın gibi Allah'tan utan. (Müstedrek'ül Vesail, c.8, s.466, 10027.hadis)"


                    insan yapısı itibariyle somut dünyevi şartlanmışlık içinde yaşayan bir varlık. Her ne kadar gayba iman eden mü'minlerin imanları güçlü olduğunda her şeyin üstünde bir şuur bakış açısı ve fedakarlık kazanıyorlarsa da bu çok az sayıda Allah erleri ve masumlar için geçerlidir. bunun ötesinde bizim gibi sıradan insanlar ise davranışlarını gördükleri ve beş duyularıyla algıladıkları somut varlıklara endeksli planlamaktadırlar.

                    bu yüzden belki de Allah sebepler dünyasını insana göstermekte ve böyle bir hayatı yaşatmaktadır. Bir çok işi artık kavranamaz mahiyeti ile kendisi yapma yerine meleklere yaptırmaktadır.

                    insan yakınlarından çok çekinir. Özellikle insanın içinde iyi olma iç güdüsü vardır. Bu iç güdü yakınlarına karşı özellikle saygı duyduğu insanlara karşı çok dah güçlü ve yaptırım gücüne sahiptir. yabancıya karşı insanlar çoğu zaman vurdumduymaz olur seçtikleri dünya görüşlerine zıt şekilde davranışlar sergileyebilirler. Ama yakınlarına karşı asla.. Hele hele yakınlarından takdir beklediği, onun olumlu şahitlikte bulunmasını istediği iyi insanlardan çekindiği kadar hiç kimseden çekinmez desek yeridir. İşte hadisiş şerifte bu hassas nokta ele alınmakta..

                    Allah korkusunun ve ondan çekinmenin insanın şehadet alemindeki korku ve endişlerinden bir anda gayb alemine geçmesi zor olabilir. İşte bu noktada ara merdiven olarak bunun nasıl olması açıklanıyor burada: yabancı değil her gün yüzüne baktığın yakınlarından salih bir insan.. öyle ki günah işlesen seni bir eleştirisi sana bin oktan daha şiddetli olumsuz etki etsin. Sanki sen benden daha mi iyisin diyeceğin bir insan olmasın.. Gerçekten de bu haklı diyeceğin ve böylece eleştirisi hatta kınaması tüm maddi cezalardan daha ağır şekilde ruhunda iz bırakacak biri olsun. Zaten seni kınamasından korktuğun vicdanına işleyecek şeklde sözlerini sana batıracak canının ta ortasına işleyecek etkilere sahip bir salihlikte ve her an seni bulup sana hesap sorabilecek yakınlıkta olmalı bu kişi..

                    İşte böyle olduğunda düşün ki Allah bu kişiden daha yakın sana hem de şah damarından bile.. seni her an göreceğini düşündüğün yakınından daha yakın ve salihlikten daha salih.. vicdanını içini dışını geçmişini geleceğini zaafını unuttuğunu her şeyini en iyi bilen biri... olma anlamında o kişiden daha üstün..

                    işte böyle kork ve çekin Allah'tan..

                    hiç hesabı gelmeyecek hiç görmeyecek ve hiç kınamayacakmış gibi gayb ve uzak bir Allah inancıyla değil..

                    Yorum


                      #55
                      Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                      Günün Ayeti: Yine de Allah'a tevbe edip bağışlanma istemeyecekler mi? Oysa Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide-74)

                      ayetin daha doğru anlamı şu şekilde: Niçin Allah'a dönüp tevbe etmez ve O'ndan bağışalanma dilemezler?! Oysa Allah, çok bağışlayandır ve sürekli merhamet edendir.. (M. Turabi Meali)

                      Önceki ayetlerde hristiyanlardan şirke giren ve üçlü Allah inancına sahip olanlardan söz ediyor ve onlardan neden tevbe etmedikleri soruluyor..

                      Allah elbette her şeyin nedenini en iyi bilendir. Onların neden dönmediklerini de bilendir. Burda bir nevi dolaylı anlatım vardır. Yani tevbe edin bakın delilleriniz çürük kendinizi şirke batmış kurtuluşu olmayan insanlar gibi görmeyin bağışlanacağınızın garantisi var. ve bu hemen de şart değil. İleride de tevbe edip dönebilirsiniz size kredi hem de sizin inançlarınızdan daha fazla bağışlayıcı bir Allah var.. neden dönmüyorsunuz?

                      Ancak burda günah psikolojisinden ve insanları şeytanın bu psikolojiyle nasıl aslı olmayan boş bir kuruntu ile ebedi esir olarak aldığından söz ediliyor. Yani hristiyanlar da diğer günahkarlar gibi aslında delilleri görüyorlar vicdanlarında bu doğrular var. Ama vicdanlarının: "doğruya teslim olup tevbe etmelisin" sözlerine karşın bastırmak için bağışlanmayız biz böyle doğmuşuz böyle gideriz artık bizim halimiz bu başka yolumuz yok.."

                      Halbu ki ayette bu durum onlara yalan söyledikleri ile açıklanıyor. Bu sahte günah maskesi düşürülüyor. İşte Allah bağışlayacak hadi tevbe edin. Yok etmiyorsunuz ve etmeyeceksiniz de.. çünkü sizin hedefiniz tevbe ya da gerçek düşünceniz Allah'ın bağışlamayacağı şeklinde değil. Siz içinde bulunduğunuz bozuk inancınızı gerçekte çıkarlarınız ve nefsinize hoş geldiği için günahlarınıza devam edebilmek için sürdürüyorsunuz.. Bunu da tevbe kapısı kapanmış gibi göstererek hakikatin üstünü örtüyorsunuz.. O kadar koyu küfür ki bu haliniz, Allah'ın sürekli garantisi ve tevbe kapsınını zamansız olarak açık tuttuğuna dair güvencesi bile sizi bu koyu günah işleme arzunuz ve bu pis yaşantıdan çekip alamıyor.

                      Artık siz suçu kendiizde bulun. Bağışlanma dilemeyen nefsinizden. aşağılık olduğu halde kibirli baş eğmez halinizden.. Öyle ki sahibiniz ve bağışlayacak olanınız bulunduğu halde Allah'a boyun eğmiyorsunuz. Aklınız çıkıyor bu kadar mı günaha batılır.. bu kadar mı nefse tapılır.. Sizin taptığınız üçlü tanrı anlayışı bile değil düpedüz nefsiniz çıkarlarınız ve kötü yaşantınız..

                      Ayrıca dikkatlerden kaçmayacak bir başka ifade ise ayette üçüncü tekil şahıs kullanılması ve sanki Peygamberler ve doğru inanç sahiplerine diyor Allah: "onlar şöyle şöyle ..." diye.. Yani onlar görmek istemezlerse Allah'ı Allah onlar neden görsün muhatap alsın ki... Sanki Allah mı onlara muhtaç...

                      Ve müslümanlara yönelik bir başka ibret mesajı.. işte siz de günahlara saplanırsanız böyle batıl kendinizin bile inanmadığı ama tüm bu açık batıllığına rağmen bir türlü vazgeçemeyeceğiniz inançlarınız olacaktır. Günahlara karşı hırslı olmayın. Günahlar sürekli hale geldiğinde, nefsinize ve çevrenize sürekli zulme dönüştüğünde işte artık Allah'ın sizi bağışlayacağına dair garantisi bile sizi ayıltamaz... kendinize dikkat edin..

                      Günün Hadisi: Emir'el Müminin Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Gözlerini önüne dikmek (kapamak) şehvetlerden/günahlardan en güzel koruyucudur. (Gurer'ul Hikem/321)

                      Hadis günümüzde ne büyük anlamlara geliyor ve ne büyük fayda yollarını açıklıyor bizlere..

                      bir çok günah gözden girer insanın beynine. Şeytan gözlerin giriş kapısının ardına pusu kurmuş dış dünyadaki görüntüleri vesveseleriyle filitreleyip necis şekilde beyine iletmektedir adeta.. Gördüğü necis görütüler olduğu halde gerçekte; kişiye nefis görüntüler olarak ilham etmede öyle algılatmaktadır.. Allah'ın hakiki inanmış kulları hariç... Rabbin basiret verdiği kulları hariç...

                      günümüzde cahiye sistemlerinin hakim olduğu toplumlarda müslümanlar azınlıkta gibidir. Güçleri kesinlikle bir şeylere yetmez ve inançlarını yaşayabilmek için büyük çaba sarfetmeleri gerekir. Ve günahların çoğu göz yoluyla insan gündemine düşer..

                      sadece dışarıda değil evinde bile rahat değildir müslüman dışarıda aldığı zehirler yetmiyormuş gibi evinde de tv yoluyla bu günahlar vakit sınırı tanımaksızın kişiye özel yaşam alanı vermeksizin tüm zaman ve mekanlarda zehir gibi atıkıtlmaya devam edilir..

                      işte bu ortamda göz kapamak gerekir. Allah dert vermiş dermanını da vermiş, göz vermiş göz kapağı da vermiş. Vücut bazen göz kapağını refleks olarak size sormadan bile kapatır mesela göze yönelmiş bir tehlike batacak bir şeye karşı... yine her bi kaç saniye içinde göz kapakları gözü örter.. İnsana hiç sormadan. Sanki her an insana hatırlatır ki bir gün bu gözler kapanacak, bu yaşam hiç sona erdirilecek sana bile sorulmadan.. ondan önce tedbirini al kendini düzelt diye..

                      öyleyse hadiste anlatılmak istenen göz kapatmak sadece dışarıda haram fuhuş görüntüsüne karşı olmaz.. Evden tv yi atmak, gazeteni doğru seçmek iş yerini ona göre ayarlamak..

                      müslümanlar bu gün öylesine günahlara alışmışlar ve onları kanıksamışlar ki bir abimizle kasaba gittik et almaya. neyse aldık çıktık, benim et alma konusunda çok ince kural ve endişelerim sebebiyle hiç bir yere güvenemediğimi bildiğinden sordu çıkışta nasıl beğendin mi kasabı diye.. yok dedim. neden dedi.. bir çok neden var ama çok açık olanı ben diyeyim: açık bayan vardı kasada.. Eğer bir patron kesimde İslami kurallara dikkat ettiğini ve domuz eti kullanmadını söylüyor iddia ediyorsa bu dini hassasiyeti sebebiyle evine helal para girsin ve bu konuda hassas olanlara yardımcı olmak içindir. o halde neden açık bayan çalıştırıyor?

                      açık deyince bazıları saç açıklığını anlamıyor bile. o kadar ölçüler bozulmuş ki.. zaten arkadaşım hiç dedi dikkatimi çekmemişti, doğru.. neden hiç dikkatini çekmiyor çünkü her yerde bu var. evde tv de varsa zaten bundan kurtuluşu mümkün değil.. gözlerini sadece uykuda kapamış oluyor günahlara karşı.. bu kadar saldırıya karşı hangi kalp bozulmadan sağ kalabilir..

                      Patron diyorduk, eğer helal kazanç getirmek istiyorsa neden açık byan koymuş kasaya o kadar kapalı bayanın iş aradığı ve her yerden kovularak işsiz kaldığı bir dönemde acaba kapalı bayan bulamadı mı??.. Bu gün türkiye o kadar bozulmuş ki bazı bayanlar bir çok iş yerinde kapalı bayanlara iş verilmediğini ifade ediyorlar.. Bu ne haldir.. burası müslüman bir ülke midir?... Peki insanların dindar ve kesime dikkat ediyor helal para kazanma peşinde dediği kasap açık bayanı nasıl çalıştırabilir.. Çalıştırırsa orda gün boyu çalıştırdığı işçileri ve dindar diye kendini tercih etmiş müşterilerini günaha sokar bu vebale girer mi girmez mi.. göz kapama emri, sadece çok aşırı hiç bir imanı kalmamış şeytani görüntüler için mi geçerlidir...

                      İş yerinde böyle işçi çalıştırıp İslami standarda bağlı kalmayan kişilerin çoluk çocukları aynı duruma düşmez mi.. nasıl baş edebileceklerdir bu durumda aileleriyle.. kızlarına nasıl İslami terbiye vercekler nasıl kapanmalarını söyleyebileceklerdir.. "Patronun haberi yoktur oranın müdürü mü böyle bir elemanı işe almış mıdır?" o zaman patron etlerin kontrolünü nasıl yapacaktır bunu yapabilecek midir?...

                      İmam Ali a.s., gözleri kapattık mı günahlardan şehvetlerden büyük oranda korunduğumuzu ifade ediyor. Gerçekten de harama baktıktan sonra artık kalbimizin onunla başa çıkması çok zordur ve günahlar daha büyüklerini ve sonrakileri tetikler.. oysa gözleri kapadık mı yolda yürürken önümüze bakarak yürüdük mü, şeytanın vesvesesi karşısında hayır o günah ben ona bakarsam Allah'ın rızasını Peygamberin ve İmamların şefaat ve sevgisini yitiririm zamanın imamını üzmüş olurum dedik mi Allah içimizde lezzetini alacağımız bir iman zevkini verecek kendimizin temiz kaldıdığımız duygusu tüm ruhumuzu sıcacık sarıverecek böylece günahtan elde edilecek geçici sahte zevkin aslında hiç de bunun kadar sahi ve mutluluk verici olmadığını keşfedeceğiz..

                      Rabbim gözlerimizi sağlıklı olarak dirileceğimiz şekilde emanete sahip çıkabilenlerden eylesin..


                      Yorum


                        #56
                        Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                        bu arada arkadaşlar bu bölümle ilgili eleştirilerinize görüş ve tekliflerinize açığız...

                        ve yine günlük ana sayfada yayımlanan ayet ve hadisler hakkında herkes yorum yapabilir şeklindeki düşüncemizi de yineliyoruz..

                        Yorum


                          #57
                          Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                          Günün Ayeti: Hiç şüphesiz, zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz. (Hicr-9)

                          Günün Hadisi: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Hastalarınızı sadaka ile tedavi edin ve bela kapılarını dua ile kendinizden uzaklaştırın. (et-Tehzib, c.4, s.112)

                          Yorum


                            #58
                            Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                            [quote author=Gulsum link=topic=16097.msg107387#msg107387 date=1286890784]
                            [color=blue]Günün Ayeti: Hiç şüphesiz, zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz. (Hicr-9)
                            [/quote]

                            Zikr Kur'an'da Kur'an için kullanılan adlardan birisi. Veya Zikr Kur'an'da Kur'an'ı da kapsayan bozulmadan günümüze kadar gelen vahiy bilgisi kesin değişmeyen bilgi anlamında düşünüldüğünde en iyi anlamalardan birini yakalamış bulunuyoruz. sözlük anlamı ise hatırlama anma gibi anlamlara geliyor. Sözcük olarak bu kelime hatırlamak anmak dünür düşmek, zikretmek şükretmek tenkit etmek, kusurunu söylemek, bildirmek gibi anlamlara geliyor. (arapça türkçe kamus B. Topaloğlu, H. Karaman)

                            hatırlamak ve anmak anlamında kullanılıyor bu kelime.. Ancak su kelime her ne kadar Ehlibeyt ve sünni kaynaklarda Kur'an anlamına geldiğini görsek de, bu anlamla sınırlandırmak şart olmasa gerek. Eğer sadece Kur'an anlamına gelseydi bu ve diğer ayetlerde Kur'an kelimesinin bizzat kendisi kullanılırdı..

                            Bu zikri biz indirdik derken sadece Kur'an kastedilmiş olamaz. Çünkü Peygamberimiz hadislerinde: "bana Kur'an ve benzeri başka rivayetlerde bir o kadarı daha ya da daha fazlası verildi (indirildi) ayetlerde ise biz sana Kur'an'ı ve hikmeti indirdik buyrulmakta. Dolayısıyla İslam aleminde çok az ve zikre değmeyecek bir gurubun dışında neredeyse ümmetin tamamı Peygamberimiz s.a.a.'e Kur'an'ın dışında da vahiy indirildiğinde hem fikirdirler.

                            Öyleyse Kur'an'da Kur'an kelimesi kullanılıyorken, bu ayette zikr kelimesi kullanılmasının Peygamberimize Kur'an'ın dışında da indirilen bilgileri kastetmesi anlamı önemli bir noktadır. Eğer Allah Kur'an dışında da vahiy indirdiyse bunları sadece Peygamberimiz s.a.a. zamanı için indirmiş olması gerekmez, O Hazretin vefatıyla birlikte kıyamete kadar çok daha uzun bir süre vardır bu zamanlarda bu vahiylere aynen onun döneminde olduğu gibi ihtiyaç duyulacaktır. Bu açıdan aynen Kur'an'ın korunduğu gibi zikir kapsamında indirilen tüm Kur'an dışı vahiylerin de korunması gereklidir.

                            Dinin mahiyeti hükümleri ve uygulamaları açısından da olaya bakacak olsak aynı sonuca çıkmaktayız. Çünkü Kur'an dinin tüm hüküm ve ugulamlarını hatta inançlarını açıklamak ve anlamak için gerekli tüm bilgileri anlatıyor değildir. Daha doğrusu her ferdin anlayabileceği şekilde bunları açıklamış değildir. Ama Peygamberimiz s.a.a. ve Ehlibeyt imamlarının hadislerine baktığımızda dinin tam mükemmel şekilde açılandığını ve bunların bir beşerin keşfinin mümkün olmadığı bilgi türlerinden olduğunu görmekteyiz.

                            Öyleyse ayetin tam doğru anlamının Kur'an'ı ve onun anlaşılması, dinin yaşanması için gerekli olan tüm bilgilerden oluşan ve hepsine zikir verilen bu bilgileri indiren biziz. Ve onları koruyacak olan yine biziziz.

                            Çok ilginç bir şekilde ayette benim demiyor Allah. Biziz diyor.

                            Bu vahyin iniş ve ifade biçimiyle ilgli açıklamayı gerekli kılmakta. Allah vahiy bilgilerini Levhi Mahfuzda yaratmıştır. Cebrail vakti zamanı geldiğinde onlardan Allah'ın dilediği kadarını dilediği elçisine iletmektedir. Ancak iletirken anlamları kendi söz kalıplarına koymaktadır. Yani anlamı Allah'a kelimeleri Cebraile ait vahiy şeklinde ulaşmaktadır Allah'ın elçilerine bu vahiyler. Örneğin ihlas suresine bakalım: De ki O Allah birdir.... Bu sözler Allah'ın sözleri olsaydı kelimelerin: "De ki Ben Allah birim" şeklinde olması gerekirdi. Kur'an'ın ekseriyetiinin bu şekilde cerail sözü olduğunu görmekteyiz. Bu hakikat Kur'an'da şu ayetle ifade edilmiştir:

                            69 / HÂKKA - 40
                            إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ
                            38-40 Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki, o (Kur’an), hiç şüphesiz çok şerefli bir elçinin (Allah’tan alıp tebliğ ettiği) sözüdür.

                            Burda elçiyle kastedilen Cebrail olduğu çok açıktır... Ancak bazı ayetler de vardır ki bunlar direkt olarak Allah'ın elçilerinin kalbine indirdiği aracı elçi kullanmadığı vahiylerdir. Örneğin insanları ve cinleri ancak bana kulluk etmeleri için yarattım ayetinde olduğu gibi..

                            şimdi demek ki indirme işi tek başına Allah'ın direkt olarak yaptığı bir eylem değildir vahyin sadece Allah'ın seçtiği elçilere değil tüm insanlığa ulaşması birden çok fail/özne tarafından gerçekleştirilen bir iştir. Biz indirdik deyişinin anlamı budur. Ve onu koruyacak olan da biziz bölümü ise yine çoğuldur.

                            Kur'an ve Kur'an dışı vahiyler korunmaktadır. İnsanlığın her tür tahribatından temizlenmekte sürekli yenilenmekte gerçek vahyin insanlara ulaşması sağlanmaktadır.

                            Koruma eylemi sadece Allah'ın yaptığı bir eylem değildir. Burada kastımız Allah'ın gücü değil ve mutlak olarak bu işi başkalarından yardım alarak gerçekleştirdiği de değildir. Allah elbette sınırsız güce sahip en yüce Varlık olarak hiç bir varlık olmaksızın vahyini indirir de korur da kulların kalplerine sokar da.. Ancak burada verilmek istenen çoğul kelimelerle bu anlamın ötesindeki mesajlarda saklıdır. Yoksa Allah birinci tekil şahıs kullanarak ben indirdim ben koruyacağım derdi iş biterdi. Biz de bu süreçte başka fail/özne aramaz ve bunlara bağlı bir sürü hikmet çıkarmazdık..

                            Tüm kainat işlerinde olduğu gibi vahyin korunması işinde de meleklerin pay ve görev sahibi olduklarında kuşku yoktur. Ancak zikrin mahiyeti ve kapsamı itibariyle koruma eyleminin sadece Allah ve Meleklerde yürütüldüğünü söyleyemeyiz. bu süreçte insan türünün de payı vardır.

                            Ehlibeyt mektebi sisteminde dünyada hiç bir zaman yoktur ki Allah'ın tertemiz vahyinin hiç şüphe bulunmayacak şekilde açıklayacak bir elçi imam olmamış olsun. Peygamberimiz s.a.a.'ten sonra 12 imam tüm zamanlarda bu görevi görecek olan merciilerdir. Ve zamanımzda da Veliyyi emr İmam Mehdi a.f. bu işlevi görmekte vahyi şaşmaz şekilde insanlığa ulaştırmakta insanlığın tüm soru ve sorunlarına yanıt vermekte ihtiyaçlarını dine göre çözüme kavuşturmakta, gerek insanların elinde olsun gerekse onların ulaşamadıkları bir boyutta olsun ilahi vahyi her türlü tahrif ve anlam kaymasından korumaktadır..

                            Bunun nasıl olduğu Ehlibeyt kaynaklarında doyurucu ve geniiş şekilde izah edilmiş değerli alimlerimiz şüpheye mahal kalmayacak şekilde bunları açılamışlardır. Biz bu noktayı açacak değiliz merak edenler ilgili kaynaklara netten de yayınevlerinden de ulaşabilirler..

                            Ancak konumuz itibariyle ilahi vahyin nasıl tahrifattan korunduğu hususunda şunu belirtmekte yarar görüyoruz. Vahiy sadece lafız olarak tahrif olmayıp mana olarak da tahrif olunduğundan ayette sözü edilen ilahi koruma da aynı şekilde hem lafzi korumayı hem de anlamsal korumayı içermektedir, içermelidir. Yoksa vahyin lafızları korunamsa ama içeriği tahrif olsa vahiy yine tahrif olunmuş olur.. Çünkü bu durumda vahyin var oluşsal amacı olan insan hayatını hidayet etme işlevi yok olur.. Temel varoluşsal işlevi yok olan vahyin lafızlarının korunması korunmuş olması içinse yeterli değildir. bu durum ilahi hikmete aykırıdır.

                            Vahiy gerçek anlamıyla İmamı zaman a.f. tarafından günümüzde korunmaktadır.. Rabbim onun zuhurunu acil etsin..

                            *************


                            Günün Hadisi: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Hastalarınızı sadaka ile tedavi edin ve bela kapılarını dua ile kendinizden uzaklaştırın. (et-Tehzib, c.4, s.112)

                            [/quote]

                            Sadakalar yoksullara verilir. Ve yoksulların Rabbi Allah onların dualarını ve ihtiyaçlarını sadaka verenler eliyle karşılar.. Yine bu nedenle hastalar da yoksulken duaları bu sadakalar karşılığında karşılık bulur. Allah böylece zayıflar arasında denge kurmaktadır. Sağlık ve mal yoksulluğuyla sınava aldğı insanları birbirleriyle dayanışmaya sokarak zengin ve mağrurları bu güzel atmosfere, rahmetinin tecelli ettiği sürece dahil etmemekte onların necis riya ve müstağni hallerini tedavi etmemetkedir.

                            Bela kapılarını da dua ile kendinizden uzaklaştırın.. Kim nerden bilebilir ki nice musibetler vardır ki bize doğru yönelenler; "dua ettim duam kabul olmadı" dediğimiz dualar sayesinde bizden uzaklaştırılmaktadırlar.

                            Bela sınav anlamında kullanılıyor, hadisin arapçasını görme imkanım olmadığından bunun da o anlamda olduğunu düşünerek anlıyorum. Bu durumda hayatta Allah'ın denemek için verdiği ağır sınav olayları kastediliyor olabilir. Rabbim bizi altından kalkamayacağımız şeylerle deneme. Bizi kafirlere oyuncak etme bize taşıyamayacağımı yükü taşıtma cinsinden dualarla bu sınavların daha kolay olmasını ve ayağımızın kaymayacağı şekilde bizden muaf tutulmasını isteyebiliriz..

                            Nitekim İbrahim a.s. zamanına kadardı sanırım, Ehlibeyt kanalından gelen hadislere göre o zamana kadar Allah tüm mü'minleri yoksul, tüm kafirleri zengin kılarmış.. Peygamber a.s. Rabbim bizi kafirlere karşı oyuncak ve alay konusu olacak sınavlarla deneme diye dua edince o zamandan sonra kafirlerden de müslümanlardan da zengin ve fakirler çıkarmış..

                            Biz her zaman için dayanamayacğımız yükleri bizden affetmesi için Allah'tan yardım dilemeliyiz. bu sayede Allah bizim zayıf bedenimiz ve aciz nefsimize lutfuyla muamele edecek sair zamanlarda Allah'tan gafil olup müstağniliğimizin gerektirdiği adaletin ağır denemeleriyle bizi karşı karşıya bırakmayacaktır umarız. İşte bela kapıları sık sık yapılacak dualarla insanın acizliğini ve haddini kavraması açısından da çok önemli ve aşamayacağı bir engeli de etmek ya da kolay kılmak anlamına gelecektir...

                            Yorum


                              #59
                              Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                              Günün Ayeti: Diri olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin. (Fatır-22)

                              Günün Hadisi: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Dua etmekten gaflet etmeyin; zira hiçbir şey dua gibi sizi Allah'a yakın kılmaz. (el-Kafi, c.2, s.467)

                              Yorum


                                #60
                                Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                                Günün Ayeti: Diri olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin. (Fatır-22)


                                diri olmak: hisleri alıcıları açık olmak.. insan ruhunun fonksiyonu olan ruh beden ilişkisinin var olması olayı.. nitekim insanın bedeninin alıcıları kapalı olduğu rüyada da insan diridir. Ölü de bunun tam tersi. Bedenle ruhun irtibatını kestiği bu yüzden bedenin cesede dönüştüğü ruhunsa kendini sınırlayıp frekanslarını algılayabileceğimiz dünya ölçütleri içinde çözmediği sınırlamadığından dolayı yine ölü konumundadır.

                                Vefat kelimesi de ölü ama tam bir mevta/ölü değil. Allah İsa a.s. için seni vefat ettireceğim ve katıma yükselteceğim derken:
                                O vakit ki, Allah Teâlâ buyurdu: «Ya İsâ! Muhakkak seni vefat ettirecek olan Ben'im ve seni Bana yükselteceğim ve seni küfredenlerden tertemiz kılacağım ve sana tâbi olanları kıyamete kadar seni inkâr edenlerin fevkinde bulunduracağım. Sonra dönüşünüz Bana olacaktır. İşte o zaman, kendisinde ihtilâf etmiş olduğunuz şeyler hakkında Ben hükmedeceğim.» Âl-i İmran 55.

                                burda dünya ölçülerine göre ruhun frekanslarını dünya ölçüleri dışına taşıma bedenin fonksiyon ve kapladığı mekan bakımından yine dünya ölçüsü dışına taşımayı ifade ediyor olsa gerek...

                                diri olanlardan kasıt ruhun bedenle ilişkisini sürdürmesi dedik. Ruh insanda Allah'a ait iyi ve güzelliklerin, insanın kalıcı olmasını sağlayacak inanç ve işlerin kaynağıdır. Bedense bunları dünyanın kalıplarına göre algı alanına çıkışını gözükmesini sağlayan insanlar arası ortak standartları olan bir kaptır. Alimler ruhu bir cisme, bedeni ise ruhun kendisinde yansıdığı aynaya benzetmişlerdir. Ayna ne kadar korunmuş ve temiz tutulmuşa görüntüyü o kadar güzel yansıtır aynen yansıtır, beden de işte ne kadar olgunlaşmış ve kötülüklerden arındırılmışsa ruha ait güzellikleri o kadar güzel yansıtır hakikati yansıtır hakikat ruha etki eder alıcılar hakikate karşı açık olur.

                                Bedenin dış dünyaya açılan, oradan tepkileri alan beş duyu organları gibi alıcıları olduğu gibi ruhun da aynı alıcıları vardır. Ruhun da gözleri kulakları kalbi beyni vs. vardır. Bedenin bu dışarıdan kendine gelen etkileri alan organlarının eskidiği yıprandığı hatta fonksiyonunu tamamen kaybettiği gibi ruhun da bu organları etksini kaybeder. Bedenin organları sağlık maddi alem kurallarına uyulmadığında, ruhun organlarıysa İlahi yasalara uyulmadığında bozulur yıpranırlar.

                                Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız. Enfal 24.

                                Ayette kastedilen hayat verecek şeyler bedeni hayatı sağlayan şeyler olmayıp ruhun hayat bulmasını sağlayacak diriltici inanç ve eylemlerdir. ve bunlara çağrı da ilahidir. yani ruhun kaynağından. Sizi diyerek tüm insanlığa olmayıp sadece inananlara yapılan çağrıdan, bu çağrıyı ancak iman üzerine kurulu sistemlerin kavrayıp alabileceğini, hayatın da mertebeleri olduğunu anlıyoruz.

                                insan günah işleye işleye ruhi alıcıları olan göz kulak ve kalpler işlevini yitirir. Artık o nasihatı dinlemez uslanmaz biri olur. İşte ayette kastedilen kabir bu haldir. Ruh her ne kadar güzel ve iyi fonksiyonunu yitirmese yok olmasa bozulmasa dahi, onu taşıyan onun bu işlev ve görüntüsünü ifade edece alıcıları yok olduğunda beden böylebir ruh için kabir hükmündedir. Artık hiç bir iş yapamaz hiç bir güzellik alamaz ve veremez olur. Tutsak olur o bedende.. İşte "sen bunlara duyuramazsın" denerek bunlar ölü gibi tasvir edilmektedirler.

                                burdaki meal de mealler(in belki de tamamı) gibi Şâe kelimesine, "erade" anlamı olan "dileme" anlamı verilmesi yüzünden ayette anlam sapmasına neden olmaktadır. Bu iki kelime de "dileme" diye tercüme edilmektedir. Oysa "irade" "dilemek" anlamına gelse de, "şae" bu anlama gelemez. Çünkü "şae" kelimesinin kökü olan "şey'" (şey'un) kelimesi her tür varlıkları kapsayan ve hepsi için kullanılan bir ad. "Şae" de "her türlü olgu" anlamı içermesi gerekirken tercih etmek istemek gibi anlama indirgenmiştir.

                                Ayetlerden bir araştırma yapan Prof. Abdülaziz Bayındır ve ekibi "şae" kelimesi için, yaklaşık olarak "start vermek" anlamını veriyorlar. Ki bu da "şa'e"nin hidayet ile kullanıldığı yerler için gayet uygun bir anlam. Çünkü böyle olduğunda kulun iradesi (seçimleri ve tercihleri) yok olmuyor. Eğer siz burada olduğu gibi Allah "dilediğine" işittirir dediğinizde, Allah'ın adaletini açıklamak için ek açıklamaya muhtaç oluyorsunuz, kişinin seçimini, sorumluluğuna engel olacak şekilde yok ettiği anlamı çıkabiliyor. Oysa "Şâe"ye her şeyin oluşumu için start vermek anlamı verilse, bu durumda Allah hidayet için start verir anlamına gelir bu tür ayetler. Yani kul layık olur diler ve Allah engel olmaz.. Hatta oluşum için gerekli her şartı sebebi yaratır anlamına gelir..

                                Evet Allah her hal u karda insanlara ister kabirde olsunlar ister hayatta arzu ettiğini işittirir. Ama Peygamber s.a.a için böyle bir güç ve olanak yoktur. Bu yüzden o sadece uyarmakla görevli olduğunu bilmelidir. Sonuca bakıp da üzüntüden kendini helak etmemelidir. Çünkü onun da bilmediği gaybi hususlar vardır. İman etmeyen hakikati görmeyen insanların bilmediği yönleri vardır. bunlara tam anlamıyla vakıf olan ancak Allah'tır.

                                İşte bu yüzden hidayet için gerekli son izni O vermektedir. Tüm görünür sebepler oluşsa da insanların hidayete girmemeleri işte Allah'ın, onlar hakkında layık olmadıkları gaybi sebeplerden dolayı start vermemesidir burda etkili olan. Yani Allah start vermiyor adam da müslüman olmuyor. Biz istediğimiz kadar; "her şeyi anlattık adam da anladı adam buna layık" diyelim.. Çünkü kalpleri ve bir insanın tüm inanç ve amelleriyle bunları yaparkenki niyetini sadece Allah bilir biz değil. Ve bunların da hidayete layık oluşla çok ilgileri vardır.

                                ****************

                                Günün Hadisi: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Dua etmekten gaflet etmeyin; zira hiçbir şey dua gibi sizi Allah'a yakın kılmaz. (el-Kafi, c.2, s.467)

                                çünkü dua çağırmak demektir. Dua alışkanlık olmayacak sadace niyetle yapılabilecek ve insanın mutlaka şuurlu yapabileceği belki de tek ibadettir. ve gösteriş olma ihtimali de kurallarına uygun yapılacak duada mümkün değildir. Dua soyut bir ameldir. Davranışları zamanı ve şartları yoktur. Örneğin namaz alışkanlığa dönüşebilir insan kıla kıla artık onu kanıksayıp bir alışkanlık gereği yapmaya başlayabilir. Ama duanın böyle bir alışkanlığa dönüşmesi asla mümkün değildir. Ancak uyanık bir şuur varken yapılabilir dua.

                                Allah'a ulaşan örneğin Kurban ibadetinde ne etler ne kanlardır ama salih niyet ve takva (sorumlulukta titizlik duygusu) ulaşır. (yaklaşık meal) bu ayette de geçtiği gibi Allah'a ulaşacak olan bizim maddi ibadetlerimiz ya da ibadetlerimizin maddi yönleri değildir. onlar dünyada kalır. örneğin sadakada verilen para bir insanın ihtiyacını görür ama samimi niyet Allah katında ödüllendirilir. Yine namaz da öyle. birlik olmayı ve günahlardan arınmayı sağlar. Ama namazdaki samimiyet ve niyet Allah katına yükselir..

                                İşte duada bu şuur en çok olan haldir. maddi yönü pek yoktur.

                                Ve duada kul kendinin acizliğini Allah'ın yüceliğini hisseder. Yani insan dua sayesinde haddini bilir. Duada isteriz. istediğimizi belirtiriz. oysa kalbimizi ve bizim istediğimizi bizden daha iyi bilen Allah, istek içimizden doğar doğmaz onu işleme koymuyor. Dua yoluyla onu dile getirmemizi ve kendi rahmet hazinesinden istememezi emrediyor. İşte bu sayede insan haddini bilsin.. Allah'ı eksiksiz görsün...

                                bu samimi ruhtur ki insanı Allah'a yakın kılar. Burdaki yakınlık da maddesel yakınlık değildir. bir güvencedir. bir yüce makamdır. yoksa Allah mekandan münezzehtir.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X