Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

"gunun hadisinin yorumu"

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

    Günün Ayeti: Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O'ndan başka ilah yoktur. (Ali imran-18)

    Günün Hadisi: Nebi (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Namazı hafife alanlar vallahi benden değildir ve havuzda asla yanıma gelmeyecektir. (Yani ümmetin iyileri Peygamberin lütuf ve merhametine mazhar olunca o bundan nasiplenmez ve Peygamberin ümmetinden sayılmaz.) (Men La Yehzuruh'ul-Fakih, c. 1, s. 206)

    Yorum


      #32
      Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

      [color=blue]Günün Ayeti: Eğer inkâr edecek olursanız, artık şüphesiz Allah size karşı hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için inkâra rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin (yararınız) için ondan razı olur. Hiç bir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz, böylece yaptıklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı bilendir. (zümer-7)

      Günün Hadisi: Nebi (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Namazlarınızı zayi etmeyiniz. Şüphesiz ki namazını zayi edenler Karun ve Haman ile haşr olur. Allah da onu münafıklar ile birlikte bir hak olarak ateşe atar. (Bihar'ul-Envar, c. 83, s. 14)[color=#003aff]

      Yorum


        #33
        Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

        "Günün Ayeti: Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O'ndan başka ilah yoktur. (Ali imran-18)"

        ayetteki kilit kelimeler: şahitlik/şehadet, ilim sahipleri, ilah, adalet

        şehadet arapça şehide fiilinden türeyen bir mastardır. şehide gördü demektir. şahid gören demek şehadet görmek demektir. Kur'an bir çok kelimeyi olduğu gibi bu kelimeyi de İslami bir anlam kazandırarak, görmek derecesinde kesin bilgi sahibi olmayı ve bunu kabul edip onaylamayı kastetti. bu durumda şehadet türkçe tanıklık dediğimizi yani görmeye bağlı kesin inanç kesin bilgi diyebiliriz.

        insanın hayatını Allah için O'nun yolunda feda etmesine de bu anlamda şehadet/şehidlik makamı denir. burada insan Allah'a ve onun doğru yoluna o kadar inanmıştır ki Allah'ın gabyı ona açık olmuş ve Allah'ın vaadlerini gözleriyle görmüş tanıklık etmiş ve bu sayede dünyadaki sıradan insanların ulaşabileceği en büyük makamlardan birine ulaşmıştır. İşte bu görmeye dayalı bir bilgi anlamında olan şehadetle ifade edilmiştir. Kelime-i Şehadette de aynı anlam vardır. yani ben öyle inanıyorum ki sanki görmüşüm, hiç bir şüphem yok. hani bir kazayı gördüğümüzde onu anlatırken sorarlar sen gözünle gördün mü diye.. işte o hal..

        ilim: alime yani bildi anlamındaki arapça fiilin masdarıdır. bilgi diye tercüme edilebilir. şehadet kavramını açıklarken içimden geçti bilginin derecelerine gireyim diye ama konuyu uzatmamak için girmedim burada bunu açıklamak elzem/şart oldu.

        ilmin yani bilginin dereceleri vardır. birincisi ilmel yakin. yani bir konu hakkında tartışmasız kesin bilgi sahibi olmak anlamına gelir. Örneğin biz Qum şehrinin varlığını o kadar kesin biliyoruz ki bu bilgimizde hiç bir şüphe yok. Buna rağmen bilginin bu türü en zayıf bilgi türüdür.

        bilginin ikincisi aynel yakindir, hani gözle görmeye bağlı bilgidir. bu da kesin bilgidir ama ilmel yakine göre daha güvenilir bilgidir. birinci bilgi kesin doğru olsa da buna göre daha zayıftır. Örneğin siz Qum şehrinin var olduğunu kesin olarak biliyordunuz şüpheniz yoktu ama bu başkalarından duyduğunuz bilgi idi. gittiniz Tahrandan arabaya bindiniz Qum'u gördünüz. ve tabela da yazdı ki Qum diye. işte bu aynel yakin bilgidir. Musa a.s. Allah'ı görmek istediğinde Allah inanmıyor musun diyor o da inanıyorum ama kalbim iyice mutmain olsun istiyorum diyor. işte burada kalbin iyiece mutmain olmasının bilgini zihinsel boyutundan farklı olarak kalbi derinliğinin de olduğunu görüyoruz. işte bu bilginin kabi derinliğine aynel yakin diyoru. kalbin gözün gördüğünü ilimle birleştirerek onaylaması anlamına geliyor.

        ve bilginin en kat'i ve hiç bir şekilde ondan daha kesinliği bulunmayan türü ise üçüncü tür bilgi olan hakka'l-yakin derecede bilgidir. Qum'a girdiniz sokaklarında gezdiniz binalarına dokunup suyunu içtiniz bedeninizle onun varlığını dokunarak hissettiniz oranın manevi atmosferi beyninizde devrim yaptı (tabi bu kısım kişisel ifadedir) işte artık bilginiz en kamil seviyeye ulaşmıştır. Bu kez gözün gördüğünü, dünyevi bilginin en üst seviyesi olan dokunma duyusuyla birleştiren kalp artık kesin onay vermiştir ki bu bilgi rüya ve gölge türünden bir bilgi değildir. ve bu bilgide yanılma yoktur. İşte o yüzden bir işi öğrenmede yaparak öğrenme en kati ve güvenilir öğrenmedir. biri hayali olarak anlatsa örneğin ekmek yapımını siz bilgi sahibi olursunuz, ama onun yapılışını fırına girip kazanını görseniz o zaman daha kesin bilgi sahibi olursunuz ama o ağır un çuvalını sırtlayıp sıcak ortamda bir de oruçluyken ter içinde kazana boşaltsanız sonra da onun karıştığını görüp elinizle alıp simit ya da ekmek haline koysanız işte bu ekmeğin yapımı konusunda en kesin bilgi sahibi olmanıza vesile olur.

        İmam Ali a.s.'ın gayb perdesi gözümden kalksa imanımda artmaz dediği bilgi işte her ne kadar gözle görmeyi tasvir etse de imanımda artma olmaz demesi nedeniyle bilginin hakkal yakin derinliğine işaret etmektedir. Çünkü dünyada insan türünün ulaşabileceği en üst bilgi seviyesidir. bunda asla sarsılma olmaz.

        işte imanında hakkal yakin derecesine ulaşanların siz günaha düştüklerini ya da küffar karşısında münafıklar karşısında yılgınlık gösterdiklerini göremezsiniz. çünkü imani hakikatler yalan değildir. vaadler ve Allah'ın vechi gerçektir. ve insan için en değerli işlerdir. buna kati olarak inan birisinin bilgisi hakkal yakin bilgidir ki diğer hiç bir vaad ödül mutluluk bu seviyede kesinliğe ulaşmadığı için onlara yönelik bir çaba ve fedakarlığa girmez insan. Sadece Allah'ın rızasına uygun işler yapar. işte ayette ifadesini bulan ilim sahipleri Allah'ı kabulle başka ilahın olmadığına tanıklık etmesinin anlamı burada sakldır. Ki gayb perdesi imamlarda da vardır ancak onlar için bu perdenin kalkması durumunda bile bir değişiklik olmaz çünkü o perde onlar için dolaylı olarak zaten kalkmış hakkal yakin derecesine çıkardıkları bilgi sayesinde tabiri caizse şeffaf duruma gelmiştir. ki ayetteki ilim sahipleri İmamlar anlamındadır. sıradan bizlerin ilimdeki bu makama ulaşmamız mümkün değildir. biz ancak gözle görme makamına ulaşabiliriz ki onun da en dünyada objektif ölçümü kişinin kendi canından Allah yolunda geçmesidir..

        ayetteki bir kavram ilah idi. Büyük sünni alim Mevdudi'nin Kur'anda temel kavramlar: ilah rab ibadet din adlı kitabı İlah kavramını en iyi tanımlayan eserlerden biridir diyebiliriz. insanların sığındığı boyun eğdiği, hayatlarını düzenlemek için kendisine yetki tanıdıkları varlıktır ilah. Bu anlamda insanın hayatının merkezinde kim varsa, yaşama gayesi ve hayatında yapıp yapmayacağı işlerin sınırını çizen varlık hangisi ise onun ilahı odur. örneğin arapların çok sayıda ilahları vardı. bunlara değişik görevler tayin etmişlerdi. kimi iyilikleri idare eder kimi tabiat işlerini kimi bir bölgenin idaresini üstlenirdi onlara göre.. İşte İslam tüm bu sahte ve hakkında hiç bir delil indirilmeyen varlıkları reddetti tek Allah'ın ilahlığı gerçeğini tebliğ etti. Böylece insanların dünya üzerinde birlikte yaşamaları mümkün olur.

        çünkü insanlar Allah'tan başka ilah tanımaları aslında kendilerinin ya da hayatlarının bir bölümünde bu ilahın bir pay ve yetkiye hak sahibi olduğuna inandıklarıdan değildi. Putperest araplar tanrılarının hiç bir güce sahip olmadığı gerçeğinden haberdardılar. insan bir taşın ne kadar tanrı diye tapsa da kendini kanırır da taş olduğunu görmeyebilir mi? tabi ki hayır. Ancak kurulu bir siyasi düzen vardı. Ülke yöneticileri tanrı diye bir nesneyi ön plana çıkardılar kendi çıkarlarını güvenceye alacak yasal düzenlemeleri onun adına yapıyorlardı. yok ilahımızın ilke ve inkılapları yok onun görüşleri diye.. oysa o taşın hiç bir gücünün olmadığını bilen sıradan halkı zorla bu kurdukları çıkar dinine yani yasal düzenlemeye boyun eğdiriyorlardı. İşte ilah da kendisine boyun eğilen varlık anlamı da var.

        Allah bu yüzden kendinden başka tüm varlıkların ilahlığını yani onlar adına yasal düzenleme yapıp insanları sömürmeyi yasaklamış sadece kendi yasal düzeninin hakim olmasını ve uygulanmasını emretmiştir. Tüm peygamberleri bu dünyevi görev için göndermiştir. Tüm peygamberlere tebliğ ettiklerinde o bölgenin şımarmış zengin yöneticilerinin hemen karşı durmasının nedeni de buradaydı işte. Çünkü tanrılar adına kurdukları gerçekte o hiç bir şeye gücü yetmeyen varlıkların alakasının olmadığı çıkar düzenleri sarsılıyordu...

        Adalet: bir şeyi yerli yerine koymak demektir. tersi olan zulüm de bir şeyin yerini konumundan değiştirmeye denir. örneğin dünyada Allah her insana muhtaç olduğu kadar hak ettiği kadar rızık indirmiştir. Ama avrupalılar örneğin köpek mamaları için afrikadaki ya da diğer bögelerdeki bu insanların rızıklarını talan ettiler ve onların açlığına neden oldular. böylece yiyeceklerin yerini değiştirdiler böylece adaleti bozmuş oldular. yine dünyada hırsızlık adaleti ihlaldir bir başkasına ait malın konumunu değiştirip kendi mülkiyetine almak demektir. Ancak hırsızlığın en geniş şekli bozuk bir siyasi düzende örneğin kapitalist sistemde, gelir dağılımındaki dengesizliktir. Tüm şirk sistemlerinde yani Allah'tan başka ilahlara tapıldığı sistemlerde ülke gelirlerinin yüzde seksenini, zengin veya yönetici olan yüzde yirmi yer. geriye kalan ülke gelirinin yüzde yirmisini, yöneciler, belki daha da azını ölmesinler de bu gelirleri bize ulaştırsınlar diye muthaç olduğundan kendilerine verdikleri yüzde sekseni yer.

        işte adalet burada Allah'ın hakkı kime yazdıysa ona ulaşmasını sağlamak demektir. her şeyi yerli yerine koymak demektir. böylece haram ve hırsızlık olmamış olur..

        ayette adaleti sürekli ayakta tutmak anlamına gelen Qaimen bil Qıst deyimi vardır. bu adaleti sürekli ayakta tutmak demektir. Bu işin kime ait olduu konusunda meallerde farklılıklar var. örneğin buradaki mealde bu işin ilim sahiplerine ait olduğu görülürken, Ayetullah Murtaza Turabi'nin mealinde bu fiil Allah'ın fiili olarak meallendirilmiştir. ki her ikisi de arap dili bakımından uygundur, ayetin yapısına göre. gerçekte de her ikisi de aynı anlama gelmektedir. ve belki de şu nüansa dikkat çekmek için böyle her boşluk bırakılmıştır:

        adalet Allah'ın sürekli ayakta tuttuğu bir iştir. Çünkü o adildir, zaaf sahibi olup kullar arasında ayrımcılık yapmaz. ve adaleti ayakta tutması onun vasfıdır.

        dünyadaki adalet Allah'ın direkt müdahalesiyle olmamaktadır. Bunun için Allah peygamberleri ya da imamları görevlendirmiştir. ancak onların öğretilerinde ve düzenlerinde adaletin olması mümkündür. İşte bu hakikati Allah tebliğ ederek şahitlik etmiş peygamber ve imamlar da bunu tebliğ ve yaşamlarıyla icra etmişlerdir.

        El mizanda Allah'ın şahitliğinin adaleti ayakta tutması durumundaki hali olduğu görüşü tercih edilmiştir. "Yani Allah'ın adaleti ayakta tutması ne, ne Yüce Allah, ne melekler ne de ilim sahiplerinin tanıklığına konu olan husus değildir. tersine Yüce Allah adaleti kaim kılarak kendisinden başka ilah olmadığına tanıklık etmektedir. " (el Mizan c 3 s. 178) yine aynı yerde Allah'ın adaletinin, başka ilahların icra alanında varlıklarının görülmemesi anlamına geldiği anlamı ifade edilir. Yani eğer örneğin kainattaki düzende var olan adalette başka ilahların etkileri söz konusu olsaydı önce Allah'ın bundan haberdar olup bu konuda şahitlik etmesi gerekirdi. Ama o var olan şaşmaz denge adaleti tek başına kurmakla buna şahitlik etmektedir. Melekler de bu işte bir pay sahibi değillerdir. onlar bu düzeni bilirler ve bunu görürler. tıpkı ilim sahipleri gibi..

        Ayetten bizim öz olarakanlayacağımı yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar olsaydı ne adalete (kurulu düzene) şahit olabilirdik ne de yaşam mümkün olurdu.. Melekler ve peygamberlerle İmamların varlığı bunun en iyi şahididir. Zaten zamanın imamı olmasa onun şahitliği olmasa bu düzen var olur muydu? hayır..

        ****************

        Günün Hadisi: Nebi (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Namazı hafife alanlar vallahi benden değildir ve havuzda asla yanıma gelmeyecektir. (Yani ümmetin iyileri Peygamberin lütuf ve merhametine mazhar olunca o bundan nasiplenmez ve Peygamberin ümmetinden sayılmaz.) (Men La Yehzuruh'ul-Fakih, c. 1, s. 206)

        namazın da kaimiyeti esastır. Namaz kılın denmiyor ayetlerde namazı ayakta tutun. yani asla yere düşürmeyin. hassastır kırılır. yani namaz düşerse iman da din de kalmaz anlamında..

        Usulü kafide geçen bir hadis var.yanlş hatırlamıyorsam iman küfür bölümünde, küfür babında. orda İmam a.s. büyük günahları sayıyor onların arasında namaz yok. bunun üzerine dinleyici soruyor. büyük günahların arasında namazı terketmeyi saymadınız. İmam o büyük günah değil ki küfürdür buyuruyor. Yani diğer hadislerde de açıklandığı gibi, namazı, bayılma gibi aklın baştan gitttiği anlar, yine aklın başka şeylere yoğunlaşıp gaflete düştüğü unutma hali dışında namazları terk etmenin küfür olduğu açıklanmıştır.

        işin ciddiyeti ve ilgincine bakın ki burad namazın terkinin rahaatça hayatın normal hali durumuna getirilmesinden bahsedilmiyor. cumadan cumaya ya da namazın tamamen bırakılmasından ya da şimşek çakıpk gök gürlediği zaman misali korkuya dayalı bazen kılınan namazlardan bahsedilmiyor. namazın hafife alınmasından söz ediliyor.

        ki namazın münafıklarca hafife alındığını görüyoruz. burada namazı hafife amanın namazı terke varacak kadar düşüncedeki zayıflık olduğunu görüyoruz. işte bu konuya dikka çekilierek namazın terkinden bahsedilmiyor. zaten namazı bir değil iki değil günlerce kılmayan insanda da namazı hafife alma yoktur da ne vardır..

        Peygamber s.a.a.'in bu konuyu yemin ederek havuza gelemeyecektir buyurması işin şakasının olmadığını göstermek içindir. yani insanlar bundan gafil kalacaklar. tıpkı ışıkta bir şey varmış gibi kelebeklerin ateşte intihar edişleri gibi. Peygamber s.a.a. de namaz konusunda insanları ateşe giden kelebeklerin korunduğu gibi böyle korumaya çalışmaktadır.

        ancak insanlığın bu gün bundan çok gafil olduklarını görüyoruz. bu konuda bireysel sorumluluğumuz çok. namaz kılmayan arkadaşlarla bağımızı koparmamız gerekir. yoksa onların namazı hafife alma hastalıkları bizi de öldürür. yine her Allah kulunun namazı önemseyip insanları bu alanda eğitecek bu gerçeği topluma yayacak br siyasi düzen için çalışmaları gerekmektedir..

        Yorum


          #34
          Ynt: "gunun hadisinin yorumu"


          Günün Ayeti: Andolsun, Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık; Bize hiç bir yorgunluk dokunmadı. (kâf-38)

          Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Her namaz kıldığım zaman şöyle bir ses işitiyorum: Ey insanoğulları kalkınız, kendinizi ellerinizle nefsinize yaktığınız ateşi namaz kılarak söndürün. (Müstedrek'ül-Vesail c. 3, s. 102)

          Yorum


            #35
            Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

            Günün Ayeti: Eğer inkâr edecek olursanız, artık şüphesiz Allah size karşı hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için inkâra rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin (yararınız) için ondan razı olur. Hiç bir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz, böylece yaptıklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı bilendir. (zümer-7)

            Ayetten önceki 6. ayette insaın yaratılışındaki üç evreye dikkat çekilerek insanın acziyeti hatırlatılıyor. Ve egemenliğin insana değil Allah'a ait olduğu vurgulanıyor. Ardından da böyle aciz olan insan türünün küfre sapabileceğinden söz edilerek, Allah'ın, kullarının kulluğuna muhtaç olmadığı hatırlatılıyor. Ve nankörlük içinde geçen hayattan sonra öteki alemde hiç bir günahkarın başka birinin günahını yüklenmeyeceği, kişiye sadece kazandığının fayda vereceği başka kurtuluşun olmadığı haber veriliyor.

            inkar edecek olursanız ifadesi ayette "yekfur" küfrederseniz kelimesine karşılık geliyor. Küfr türkçedeki sövmek kelimesiyle karıştırılmış hatta Kur'an'daki anlamından tamamen saparak sövme anlamı kazanmıştır. hakaretin argocası olarak kullanılan küfür kelimesi gerçekte arapçada örtmek anlamına gelmektedir. Araplar çiftçiye kafir derlerdi İslamdan önce. Çünkü çiftçi tohumu toprağa atar sonra da onun üzerini örterdi ki böylece ekin olsun. İşte tohumu örtüp gizleyen üzerini kapatan anlamında küfür kelimesi çiftçilere sıfat olmuştu. İslam bu arapların kullandığı anlamı alıp dini bir anlam kazandırdı. insanın kalbinde var olan Allah inancı ve onun gereğine dair hakikatleri örtmesine küfür dedi.

            Allah her insana kendi varlığını ve birliğini kendine saygı duyulup kulluk edilmesi gereğine dair inancı yaratırken vermiş ve bu inancı onun ruhunun derinliklerine, kalbine yazmıştır. Bu inanç ne olursa olsun hiç bir insanda hiç bir zaman ve şekilde yok olmaz. Ancak insanlar işlerine gelmediği nefsine uymadığı için bu inancı gizlerler. vicdanları kendilerine hatırlattığında onun üzerini örterler. daha da temiz vicdana sahipler ve bu inançla baş edemiyorlarsa insanda bunalım baş gösterir. bu durumda bazıları alkol uyuşturucu müzik spor gibi araçlara kendini vurarak aklın vicdan doğrultusunda çalışıp insanı düzeltici kararlar almasını engellerler..

            bu inanç hiç bir şekilde yok olmaz. Toplumda inanç ve ibadet şekillerinin tahrifata uğraması bile insanlarda genel olarak Allah'a inanç ve ibadet duygusunu yok etmez. hatta Allah yerine konan başka bir çok tanrı bile bu inancın yerini dolduramadığı gibi bunu yine yok edemez. Allah Peygamberlerini sıfırdan bir inanç oluşturmak için değil, var olan bu inancı ihya etmek (diriltmek) için göndermiştir. Bu yüzden Peygamberlerin bir sıfatı da müzekkir (hatırlatıcı) münzir/uyarıcıdır. yani var olan inancı diriltici vasıflardır bunlar..

            İşte ayet diyor siz, aciz bir şekilde yokluktan var edildiğiniz gerçeğini gizler kendi kendinize bunu inkar ederseniz sanmayın ki Allah'a bir zararınız dokunur. Ancak kendinize zarar verirsiniz. Allah'ın ne sizin inanmanıza ne ibadetinize ihtiyacı vardır. Ancak Allah nankörlüğü sevmez.

            Sevmez kelimesinin ayetteki karşılığı la yerda/razı olmaz kelimeleridir.Allah'ın sevmesi kızması razı olması biz kullar gibi zatının şekilsel ve soyut duygusal değişikliği anlamına gelmez. İmamlardan a.s. gelen hadislere göre Allah'ın örneğin kızmasıyla yüzü, öfkeyle kaplanması kızarması gibi bir şey yoktur. Allah'ın kızması, kızdığı kimse için azabı yazması ve onu hazırlaması anlamına gelmektedir. Razı olması da bunun zıttı..

            Hiç bir günahkar başkasının günah yükünü çekmez.. ifadesi:

            1- Kıyamette hesap gününün çok şiddetli olacağına
            2- herkesin bencil olup kendi derdine düşeceğine
            3- herkesin çok yoksul ve muhtaç olup başkasına verecek bir şeyi olmayacağına
            4- kötülerin ise o gün başkasından fayda görmeyeceğine ....

            işarettir.

            bu ifade kişiye ancak çalıştığının karşılığı vardır diye de ifade edilmektedir. Ancak bu hiç bir zaman dünyada emri bil maruf ve nehyi anil münker görevimizi geçersiz ve gereksiz kılmamaktadır. İyiliği emretmezsek, iyilikler kaybolur ve biz kendimizi de ailemizi de kurtaramayız. yine kötülüklerden insanları caydırmazsak bu kötülükler de aynı şekilde bize bulaşır. o yüzden her koyun kendi bacağından asılır sözü başka anlama gelmektedir.

            Behlül dana için anlatılsa gerek. Abbasi kırallarından biri bu sözü çok söylermiş. başkasına ne gerek karışmaya her koyun kendi bacağından asılır nasıl olsa diye. Behlül dana kırala bir ders vermek için bir koyunu keser ve onu bacağından sarayın ulaşılamayacak gizli bir yerine bacağından asar. aradan bir iki gün geçer koyun kokmaya başlar ve sarayın her yanını ağır katlanılmaz bir koku sarar. ararlar tararlar bulamazlar kokunun kaynağını. kıral der bu işi çözse çözse behlül çözer. ve çağırır onu bu iş nedir der. Behlül de onu bacağından astığı koyunun bulunduğu gizli yere götürür. ve der işte evet her koyun kendi bacağından asılır ama kokusu bütün bir sarayı sarar. toplumda bir kötülük olur o engellenmezse bu kötülükten herkes zarar görür ve bir süre sonra tedbir alınmadığından o kötülük toplumdan intikamını alır, ve herkese bulaşır.

            hiç bir günahkar başkasının günah yükünü çekmez ifadesi dünyaya yönelik de uygulama alanına sahiptir. Dünyada suçlar ferdidir. Ailesel ya da ırksal suç diye bir olay yoktur. Babaların işlediği günahlar çocuklara yazılmaz ödettirilmez. bir adamın babası kötüdür diye oğlu da aynı kötülüğe maruz tutulamaz. her insanın suçsuz olması esastır ta ki suçlu olduğu ispatlanana kadar..

            işte tüm bunlardan sonra Allah insanların kalp ve vicdanlarına hitap ediyor. Sahiplerini onlara hatırlatıyor. dönüp dolaşacağınız yer inkar da etseniz unutsanız yok saysanız da yine değişmez kaybolmaz. Allah'a döneceksiniz. döneceksiniz ifadesi kalpsel yönü ifade ediyor bedensel coğrafi doğrultuyu değil. günah işleyen yönünü dünya putlarına zevklerine geçici günahlara dönmüş olan yaşama gayesi hiç Allah olmayan insanların da dönüşü Allah'tır. aralarında Allah sınav dünyanın geçiciliği ahiret hesap vs den hiç bir iz kalmamış fesat toplumları bile bu kuraldan müstesna değildir. onların bu gerçekleri yok sayması kendileirni aldatmaması gerektiği gibi bizleri de aldatmamaldır. Allah'ın vaadi gerçektir.

            Allah değil kalpleri kalplerin özünü bilendir. İmam Ali a.s.'dan ifade buyrulan bir hakikat:

            biri sizi övdüğünde deyiniz ki ben kendimiz senin beni bildiğinden daha iyi bilirim (senin bilmediğin gizli günahlarım beni övünmemi engeller) Allah'sa beni benden daha iyi bilir. Yani ben bazen duygularımdan emin olamaz günahları küçmser önemsiz sayar onları unutur ve seviyemi yüksek sanırım. Ama Allah unutmaz seviyemi ve benim farkında olmadığım küçümsediğim günahlarımı da bilir. O benim kendimi bile kandırıp karambole getirip de kendime işlettiğim günahlardn, üzerime almayıp başkasına attığım günahlarımın sorumluluğundan gafil değildir. Çünkü o kalplerin özünü bilir..

            **********

            Günün Hadisi: Nebi (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Namazlarınızı zayi etmeyiniz. Şüphesiz ki namazını zayi edenler Karun ve Haman ile haşr olur. Allah da onu münafıklar ile birlikte bir hak olarak ateşe atar. (Bihar'ul-Envar, c. 83, s. 14)

            namazı zayi etmek yani terketmek anlamına gelse gerek. Çünkü hadisin devamındaki şiddetli uyarı böyle bir anlamı zorunlu kılmaktadır. Namazlarınızı ifadesi herkes için namazın olduğunu buna sahip çıkılması gerektiği bu sorumluluğun tüm insanların boynuna yüklendiği anlamını ifade içindir. namazları demiyor, çünkü böyle denmesi namazın ortada sahipsiz kalması ve kılmak istemeyen insanın yükü (haşa) üzerine almaması anlamına gelmektedir. Ama namazlarınızı diyerek artık bunun insana artık hiç kaçamayacağı şekilde zimmetlendiği anlamına gelmekte.

            namazını zayi edenlerde de aynı anlam vardır.

            Karun, Musa a.s. zamanında yaşayan, iki madeni eriterek altın yapmasını öğrendiği için hazinelerini altınla dolduran bunların anahtarları için bir topluluk görevlendiren kapitalist para babasıdır. O bu bilgiyi kendisine denemek için Allah'ın verdiğini unutmuş yoksulu gözetmemiş şükretmek yerine azarak diğer insanlara da üstünlük taslamıştır. ancak hiç beklemediği bir anda malı ile birlikte yerin dibine geçen bir azapla insanlara ibret olmuştur. bir gün önce keşke karuna verilen mallar bize verilmiş olsaydı diyenler onun bu haline şahit olunca iyi ki onun yerinde biz olmamışız demişlerdir Kur'an'ın anlatımına göre..

            Haman ise ayetlerden anladığımız kadarıyla Firavunun veziri gibi bir konumda. Askerlerden önce zikrettiğine göre önemli bir makamı var ve firavundn sonra geliyor.

            hadiste firavunun zikredilmeyip karun ve haman ile birlikte haşrolunur denmesinin sebebi bu iki kişinin kötülüğün başı olmayıp kötülüğün başı olan firavuna yardımcı ve vezirlik etme konumlarıyla ilgili olsa gerek. Bu yardımcılarla dirilmek demek yani onların dünyadayken firavuna yardımcı olduğu gibi öteki dünyada da burdayken namazı terk edenle yardımlaşıp onları yönlendireceği anlamına gelmektedir. Yani bu durumda aslına namaz kılmayan insan dünyada tanrılık taslaşmış kendi nefsini ve arzuları uğruna namazı terketmiş olmakla firavunlaştığına dikkat çekilir. Hem de yardımcılarının haman ve karun olan firavun..

            böyle bir insanın kurtuluşu nasıl mümkün olmuyorsa namazını terk etmiş kaybetmiş zayi etmiş birinin de kurtulması mümkün değildir..

            bu insan münafıklar gibi cehennemi hak etmiş kişi olarak oraya atılır. münafıklar da aynı şekilde kalplerine dünya menfaati nedeniyle imanı sokmayan kişilerdir. Onlar nefsine tapan onu firavunlaştırmış, tıpkı nefsine firavun gibi ben sizin en büyük rabbinizim dedirtmiş kişilerdir. Namazlarını zayi etmiş kişiler nefislerini tanrılaştırmış bu yüzden de menfaatleri peşinde helak olmuş kişilerle cehenneme girecektir.. Bu aynı zamanda münafıklar nasıl cehennemde ebedi olacaklarsa namazı terk edenlerin de inançları görünüşleri mazeretleri ne olursa olsun onlarla aynı akıbete maruz kalacakları anlamına gelmektedir

            Rabbim muhafaza buyursun.. namaz şaka değildir. bu kadar insan boşuna kılmıyor namazı. onlar da canlarının isteklerine nefislerinin sesine kulak verip üşengeçliklerinin etkisiyle nefislerini tanrılaştırabilirlerdi.. ama nefislerini kontrol alıyor ve ona mahkum olmuyorlar. Çünkü işin şakası yok telafisinin olmadığı gibi...

            Yorum


              #36
              Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

              [color=blue][color=#0009ff]Günün Ayeti: Allah, gece ile gündüzü evirip çevirir. Gerçekten bunda basiret sahipleri için birer ibret vardır. (nur-44)

              Günün Hadisi: İmam Sadık(a.s) şöyle buyurmaktadır: Gece namazını asla terk etme! Gerçek zarara uğramış kimse, gece namazından mahrum kalan kimsedir. (Bihar'ul Envar, c.83, s.127)

              Yorum


                #37
                Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                Günün Ayeti: Andolsun, Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık; Bize hiç bir yorgunluk dokunmadı. (kâf-38)


                Allah'ın yemin etmesi, yemin edilen şeyin önemine, yemin edilen konunun önemine işaret eder. Yoksa Allah'ın kimseyi inandırma diye bir derdi olamaz haşa. Ve Allah'ı kimse de güvensizlikle itham edemez...

                "biz gökleri..." ben değil de biz demesi Allah'ın ya bu işlere melekleri de katıp işte meleklerle birlikte yaptık anlamında haber vermesi melekleri görevlendirdim demesi, ya da biz ifadesinin arapçada büyüklük anlamına geldiğindendir. Arapçada konuşmacı kendini övüp yüceltecekse ben demekten çok biz deme yoluna gider. Allah böylece biz diyerek yüceliğini beyan etmiş oluyor.

                gökler yedi kattır. en yakın gök yıldızların bulunduğu göktür ki en yakın yıldıza insanın ışık hızında giden bir araçla bile gitmesi imkansız yüzlerce yıl alan bir mesafede en yakın yıldız. En yakın yıldız bu şekilde ise ve yıldızların göründüğü alem sadece birinci kat sema (gök) ise varın siz dğer semaların uzaklıını ve genişliğini düşünün.. sonsuzluk içinde sonuz sayıda sonsuzluk..

                bitmedi en yakın birinci kat semada ışığını henüz dünyaya ulaştıramamış yıldızlar mevcuttur. ışık saniyede 300bin km yol alıyor. dünya kurulalı milyarlarca yıl oldu ve hala ışığı dünyaya ulaşmayan yıldızlar var ışık hala dünyaya doğru yol almaya devam ediyor. Varın siz o zaman en yakın göğün sınırlarını hesaplayın.. biz nasıl karıncalara tepeden bakıyor ve onların dünyasını çok dar görüyorsak bizim dünyamız da aslında ondan daha kat kat dar..

                gök makro alem uzaklığıa doğru bir anlam ike ayette yer bize yakın olması itibarıyla mikro alemi ifade etse gerek.. bu iki zıt yöne doğru ve bu iki zıt yönün aralarında bile sonsuzluk vardır. Örneğin uzaya doğru bir yolculuğa çıktınız son yere geldiniz oradan da ötesi vardır işte buna sonsuzluk diyoruz. yine maddeyi büyüttünüz en küçük parçaya kadar parçaladını ve küçük parçaları incelediniz onu da bölüp onun da bölümlerine ulaşıyorsunuz çıkan parçayı yine bölüp daha da küçüğüne ulaşıyorsunuz işte burada da bir sonsuzluk var. ve her iki aşamanın da sonsuzları var. Tıpkı eksiye ve artıya doğru giden sayılar gibi. en büyk sayıyı düşünün ona bir rakam daha ekleseniz yeni ve daha büyük rakama ulaşırsınız ve bu sonsuz kadar gider. yine bir ile iki arasında da sonsuz rakamlar vardır. İşte bu sonsuz kainatı mikro ve makro aleme doğru ve bunların arasında sonsuz sonsuzluklara sahip varlıkları yaratan bunların birbirleriyle uyumlu bir sistem içinde olmasını sağlayan yine sonsuz olaylar zincirini de yaratan yine O'dur. yaratmayı her zaman tekrarlamasını da o yapar.

                Ancak burada tüm bu sonsuz ve insanın zihninin kavrayamadığı bu kadar varlığı yaratan Allah'tır.

                Altı günde yarattık demesi müfessirler altı evrede yarattı anlamına gelir derler. bunlar haftanın bir gün eksiğine denk gelir. yani bu alemi altı artı bir gün olark sürekli tekrar edece bir zaman sürecine göre planladı anlamına da gelebilir bu ifade. Ancak bu anlamda alan yahudiler haftanın yedi gün olması sebebiyle bu yedinci günü nereye koyacağını bilememişler ve yedinci gün de Alah dinlenmeye çekildi derler. Haşa.. Oysa O noksan değildir ki yorulsun... Zaten İslam'dan başka diğer tüm dinlerde tanrı inancı insan ürünü uydurmalar olduğundan, bu insanlar tanrıya kendi vasıflarını vermişlerdir. bu yüzden tanrı onlara göre yorulur..

                Allah'a yorgunluk isnad edilemeyeceği gibi O bundan yüce olduğu gibi o bu varlıkları bir anda da yaratabilirdi. altı gün uğaştı ve anca bitirebildi şeklindeki bir yanılgı da Allah'a eksiklik izafe edilmesi anlamına gelir.

                bu yüzden alimler altı günde yaratma meselesine Allah'ın yaratmadaki yönü açısından değil eşyanın gücü açısından bakmışlardır. Yani Allah tüm evreni bir anda da yaratabilirdi. Ancak yarattığı varlıkların buna kapasitesi yoktu. Örneğin bir ayette Allah, gökten yağmur indirdiğini her derenin kapasitesince ondan aldığını buyurur. burada derenin daha fazla su almaması Allah'ın ona çok su sunamamasından değildir. kapasitesi yatağı o kadar suyu almaya elverişli, fazlası dışarı taşıyor. İşte Allah alemi bir andan yaratacak güçtedir ancak alem bir günde olacak kapasite ve yetenekte değil. bu yüzden onun süreç içinde olması gerekir.

                başka bir ayette iki günde yeri iki günde göğü ve kalan iki günde ise bunların işlerini ve aralarındakileri yarattığı buyrulur.

                yine zaman kavramı biz dünyalı insanlar için geçerlidir. oysa Allah için böyle bir varlğa ihtiyaç yoktur. dolayısıyla Allah bize bizim kalıplarımızla olayı anlatmakta. yani bu alem altı günde oluşabilecek bu seviyeyi alabilecek bir güçte. bu arada Allah'ın yaratmadaki yüceliği de anlaşılmakta. kim bir sivri sinek kanadını altı günde değil altı bin yılda yaratabilir...

                şimdi siz düşünün böyle güçlü bir varlığa sığınıp ona inanmamanın böylesine sonsuzluklar içinde insan yapayalnız kalırsa ne yapabilir. nereye gidebilir. olsa olsa bu nerede olduğunu bilmeyen bir cahildir..

                *************

                Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Her namaz kıldığım zaman şöyle bir ses işitiyorum: Ey insanoğulları kalkınız, kendinizi ellerinizle nefsinize yaktığınız ateşi namaz kılarak söndürün. (Müstedrek'ül-Vesail c. 3, s. 102)

                Resul s.a.a. asla yalan söylemez. her namaz kıldığımda diyorsa bu sesi ömrü boyu tüm namazlarda duymuştur. Ses zahir alemde bir insan sesi gibi midir yoksa meleklerin onun kalbine ümmetinin sorumluluğuna dair uyarıda bulunması için bir ilhamı mıdır bilemeyiz. çok da önemli değil. Önemli olan sesin ne dediği ve sürekli olduğu..

                he namaz kıldığında.... demek insanlar namazı terk edecek ki her namaz kıldığında bu sesi tekrarlıyor Peygamber s.a.a. namaza özen ve önem göstererek. görevini yapıyor.

                insan kendi ateşini kendi yakar, cehennemde ateş yoktur. mü'min cehenneme bile düşse dünyadan ateş götürmediğinden orada azap görmez. çünkü herkes ateşini oraya kendisi dünyadan alıp götürür. Amelleri bozuk olanların.. çok günah işleyip çok azanların götürdüğü ateş de çoktur.

                Eğer ateşi insan yakıyorsa onun söndürme gücü imkanı da vardır. yeter ki bu yangın rüzgarlı havada ve her yanı sarmış durumda olmasın..

                rüzgarsız bir anda bir ateşi yakabilirsiniz dışarıda. ancak eğer rüzgar çıkarsa ateş kontrolünüzden çıkar. her yanı sarar belki sizin bile hayatınızıa olur. görenler korkunç bir hava hissederler.

                ama insan bunu günahlar içine girip mana alemine karşı körleştiklerinden göremezler. nihayet alimlerden birisi bu ateşi görmüştür. bir gün bir kadının at arabasına bindiğini ve üzerini açtığını görür. çıplak olan akadın ateşler içerisindedir. araba oturduğu yer at ve kadının açık olan yerlerinde daha fazla olmak üzere diğer yerleri yanmaktadır. ancak kadının bundan haberi yok o neşesindedir.

                Alim bu manzaradan dehşete kapılır ve örtünmemenin nasıl cehennem ateşi içinde olmaya sebep olduğunu ibretle görür.

                ülkemizde de malesef insanlar ateşlerini kendileri yakmaktadırlar. kendi elleriyle. hem de iyi iş yaptıklarını sanarak. ve işte bu sayısız ateşlerin sönmesi için temizlenmek gerekir hem de her gün ve beş vakitte. çünkü her günün ayrı derdi ayrı ateşi ayrı günahı vardır. bir günün namazı hatta bir vaktin namazı ancak sonraki zaman kadar olan ateşlerin sönmesine yarar. sonra artık söndürme imkanı kalmaz. bu yüzden terk edilen bir vakit namaz kim bilir kaç tane günaha yani ateşe neden olur kim bilir..

                namaz insanı tüm kötülüklerden alıkoyar. yok eğer bu kılınmazsa kötülükler yayılır gider. ne akıl bunu engelleyebilir ne çevre..insan günha boğulur..

                Rabbim muhafaza buyursun...

                Yorum


                  #38
                  Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                  Günün Ayeti: Allah, gece ile gündüzü evirip çevirir. Gerçekten bunda basiret sahipleri için birer ibret vardır. (nur-44)

                  gece ve gündüz dünyadakiler için vardır belki de bu şekildedir. dünyanın her yerinde de aynı değildir. mevsimler de aynı şekilde değişiktir coğrafyalara göre. kutuplarda gece ve gündüzler uzundur. böylece orada farklı hayat oluşur ekvatorda sıcaklık yüksektir orada farklı hayat ve canlılar yaşar.

                  dünyadaki bu düzen akıllı insanlar için ibretlerle doludur. bu düzeni koyan yüce bir Allah vardır. güneş doğmasından gecikmez erken doğmaz, gece gelmesini unutmaz.

                  gece ve gündüz birer canlıdır. Gece dinlenme gündüz çalışma vaktidir. buna göre düzenlenmiştir. köylerde yazın gündüzler uzundur çünkü yazın yapılacak çok işler vardır. buna oranla kışın ambarlar dolduğu için yapılacak daha az iş vardır ve çalışmaya uygun olan güneş ışığının bulunduğu gündüzler daha kısadır. ve dinlenmek için geceler daha uzun..

                  gece ve gündüzün bir ayet olduğuna dair sayısız deliller örnekler vardır. yeter ki insan ibret gözüyle bir keşfe çıksın. Allah bunu basiret sahibi diye tanımlıyor.

                  basar görmek demek. ancak bu gözün görmesi olan rae fiilinden daha geniş kapsamlı olan kalbin hissetmesi anlamında bir görmek tabiri caizse kalbin görmesi demek.

                  öyleyse gece ile gündüzün birer ayet olduğunu ibretlerle dolu olduğunu görebilmek için kalp gözünü açıp çalıştırmak ve onunla bakmak gerek..

                  gündüz herkesin gözü açıktır ve görür. öyleyse geceye bakmak lazım..

                  gece kimileri için kimi zamanlar ve mekanları için ürkütücü ve şerler doludur. gece bir varlıktır. o yüzden bastığı zaman gecenin şerrinden (Rabbe sığınırız) diye ifade edilir. demek ki gecede gündüzde olmayan şerler var.. karanlıkta değişen hiç bir şey yok yoksa evde sokakta dış dünyada.. ama insanın içine bir ürperti giriyor.. işte bu gecenin şerri diye nitelenebilir. bu insanın vehim ve hurafelerine göre boyut alan bir şer...

                  buna karşın Allahu Teala, gecenin bir kısmında kalk namaz kıl Kur'an oku çünkü bu saatler kalp hassastır, gündüzün seni meşgul edecek iş gücü yoktur (yaklaşık anlam olarak) buyuruyor. Gece gerçekten insanın kalp gözü açılmakta insanın hissiyatı derinleşmekte insn melekut alemine yolculuğa başlamakta nurdan damlalar içine sızmakta insan hırsı dünyavei arzuları bir kenara bırakarak Rbbine ve hakikatlere daha da yaklaşmaktadır.

                  işte bu güzden gece ibadeti çok daha övülmüştür. çünkü insan ruhu, ibadetin amacı için olgun kıvamdadır..

                  Allah böyle işte gündüzü bedenin dolması geceyi ruhun dolması için dizayn etmiş. bunları da çevirip duruyor durmadan..

                  "eğer bir yerde insanlar yağmurun yağması için duaya çıkıyorlar ama örneğin güneşin bir noktada sabit kalması için duaya çıkmıyorlarsa; bu orada meteorolojinin astronomi kadar gelişmediğinin göstergesidir, başka bir şeyin değil" diyecek kadar ruhunu öldürmüş mataryalistlerin asla kavrayamayacakları bir husustur gece ile gündüzün sürekli dönüşen birer ayet oldukları...

                  *************

                  Günün Hadisi: İmam Sadık(a.s) şöyle buyurmaktadır: Gece namazını asla terk etme! Gerçek zarara uğramış kimse, gece namazından mahrum kalan kimsedir. (Bihar'ul Envar, c.83, s.127)

                  Rabbim bize gece namazını nasip etsin.. gece namazlarına kalkmadığım için gece namazı hakkında bir şey yazamam.. yoksa yazacak çok şey var...

                  bu yüzden bizim zararımızı ölçmemiz imkansız.. hadisten anlaşıldığına göre.. beşki de zalimlerden korkumuz onlar karşısında pısırık ve boynu bükük durmamız sessiz kalmamız, onların yüzüne hakkı haykıramamamız, günahlardan vazgeçemememiz hep bu zarardandır....

                  gece abid (ibadet eden olmayan) gündüz mücahid olamaz denmiştir. gece mana havuzunu aküsünü dolduramayan gündüz nerden neyi yiyecek.. iman kalesini gece sağlamca kurmayn gündüz esen sınav, küfür fıskı fücur fırtınalarından nasıl nerede koruyacak kendisini..

                  Rabbim gece namazını kılabilecek bir günlük yaşam çizelgesi uygulamayı mümkün kılsn bize..çünkü kapitalizm bizim akşamlarımızı bırakın gece namazına kalkacak, sabah namazına bile kalkamayacak şekilde çizip bize dayatmıştır. her şey akşam geç saatlere kadar sürmek üzre planlı.. işler, tv programları.. neden sabah haber programları yok.. neden sabah çalışma saatleri namazdan hemen sonra hiç yatamayacak şekilde planlanmaz?...

                  ...

                  Yorum


                    #39
                    Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                    Günün Ayeti: Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun. (tevbe-119
                    Günün Hadisi: İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: Her kim Allah'ın kendine farz kıldığı şeylerle amel ederse, o insanların en hayırlısıdır. (el-Kafi c.2,s.81)

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                      Günün Ayeti: Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun. (tevbe-119

                      hitap İman edenlere: ve bu tüm zamanları ve olayları kapsayacak nitelikte bir hitap.. namaz kılın emri Peygamber s.a.a. tarafından günde beş vakit olarak sınırlanmış ancak doğrularla beraber olun emri için böyle bir sınırlama, şu durumlarda doğrularla beraber olun deme olayı yoktur. her an her zaman doğrularla beraber olun demektir:

                      Ayetler beliğdir. yanlış bir kelime bir kelimenin yerine eş anlamlısı kullanılamaz. her kullanılan kelimenin orada bir yeri ve anlamı vardır. neden yaklaşık anlama gelen diğer kelime değil de bu seçilmiş diye sorduğumuzda işte o zaman ayetin gerçek anlamına kavuşuyoruz..

                      bu ayete göre:

                      1- her zaman mü'minler doğrularla beraber olmak zorundadırlar.

                      2- buradaki sadıklar canlı insanlardır.

                      3- Buradaki beraber olmada sınır yoktur.

                      4- tüm zamanlarda doğrular olacaktır.

                      5- doğrular masumlardır.

                      ikinci maddeyi açıklayacak olursak: Çünkü Kur'an'da bu kelimenin tamamı canlı insanlar için söylenmekte. Mealci ve rey ehli kişilerin dışında hiç kimse buradaki doğru söyleyenleri kitap (Kur'an) diye anlamamaktadır. Çünkü kitabın söyleme/konuşma yeteneği yoktur cansızdır. kitabın söylediği iddia edilen şey aslında, konuşanın ondan anladığından başka bir şey değildir. Oysa doğru söylemek sadece konuşabilen insana ait bir vasıftır. doğrularla beraber olun soyut doğru maddeler değildir. Çünkü Kur'an ve hadislerin hiç birinde bu kelime böyle mecazi bir anlamda kullanılmamakta, doğru söyleyen ve olan insanlarla beraber olma şeklinde gerçek anlamda kullanılmaktadır.

                      buradaki doğrularla beraber olmada bir sınır yoktur. Hele hele şu işler dünyevi işler şunlar dini işler diye hayatı ikiye bölüp dualist dünya görüşlerinin iddia ettiği gibi bir bölünme kesinlikle söz konusu değildir. İslam hayatı bir bütün olarak kabul eder ve tümünde Allah'ın hakimiyetini esas alır. prensipleri buna yöneliktir. Öyleyse burada beraber olunacak doğrularla her zaman birlikte olunmalıdır.

                      4- çünkü eğer tarih çizgisinin her hangi bir diliminde doğru olmayacak olsa o zaman insanın bu dönemde doğru mu var ki onunla beraber olalım der ki bu da Hikmetli ve Alîm olan Allah'ın şanına yakışmaz..

                      5- doğrularla beraber olun emri ilahisinde bir sınır çizilmediğine göre "bu doğruların her amelinde onları örnek alın onları destekleyin" anlamı vardır. bu da doğru olarak kastedilen insanların hayatlarında hiç yanlış yapmayan masumlar olduğu anlamına gelir.

                      Çünkü Allah yanlışla beraber olun demekten münezzehtir. Çünkü bir örnekliğin ya da itaat edilecek maddenin doğru mu yanlış mı olduğunu biz bilsek zaten Allah doğrularla beraber olun demezdi. aklınızdaki doğrulara uyun derdi. yine aynı şekilde eğer sıradan bir insanın doğru olan işleriyle beraber olun deseydi buna ayrı kanıt ve sınırlama getirilmesi böylesine doğrularla beraber olun diye genel bir kuralın konmaması gerekirdi.

                      Eğer böylesine genel bir emir olan doğrulara uyundan kasıt günah ve hataya açık bir insana uyun olsaydı bu durumda o insanın yanlışlarıyla da beraber olmamız emredilmiş olurdu ki bu da Yüce hikmetli Allah'ın yapmayacağı bir iştir. Allah bu şekilde kötülüğü emretmekten münezzehtir.

                      İşte tüm bu akli zorunluluk ve çıkarımların da ortaya koyduğu gibi Ehlibeyt kanalıyla gelen hadislere göre ayetteki doğrulardan kastın Masum İmamlar olduğudur. İmamlar bu doğrular bizleriz demiştir. Ayet Peygamberimiz s.a.a.'ten sonra tüm insanlığa seslendiği için çoğul gelmiş ve 12 masumu işaretle doğrular diye çoğul kip kullanmıştır. her devirde bir doğru olduğuna göre burada kasıt her insanın zamanındaki doğru olan zamanının imamıyla beraber olmasıdır. ancak siz tüm insanlığa hitap ederken çoğul zamir kullanırsınız. Örneğin üç çoğun babasından bahsederken, "babası gelmedi mi" demek yerine "babaları gelmedi mi" denilir. ya da "tarih boyunca zulmeden nice kırallar geçti cümlesinde olduğu gibi. burda çocukların çok babası olduğu ya da her toplumun aynı anda çok kıralı oluğu anlamı çıkmaz..


                      Günün Hadisi: İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: Her kim Allah'ın kendine farz kıldığı şeylerle amel ederse, o insanların en hayırlısıdır. (el-Kafi c.2,s.81)


                      İmam-ı Seccad, çok secde eden imam demektir. Babası İmam Hüseyn a.s. Kerbelada insanlığın en açlaklarınca katledildikten sonra 35 yıl boyunca yine o katillerce sürekli göz hapsinde tutulmuştur. İmam Zeynül Abidin a.s. bu tutukluluk süresince hep ibadet etmiş ve çok secde eden anlamına gelen seccad lakabıyla meşhur olmuştur.

                      farz kılmaz gerekli görmek şart koşmak gibi anlamlara gelmektedir. her kim ise genel bir ifadedir. Müslümanlar girmez sadece bu ifadenin kapsamına. Tıpkı Yahudilerden hristiyanlardan sabiilerden kim Allah'a ve ahiret gününe iman ederse.. ayetinde olduğu gibi.. burada da ilke göz ön plana çıkarılmaktadır.

                      bazen ölçüler karışabilir. isimler kalıp içleri boşalabilir. böyle olduğunda isimler bir kenara konur içerik sunulur insanlığın idrakine. mevlananın "nice insanlar gördüm çıplak nice elbiseler gördüm içinde insan yok" sözü de bu durumu açıklar.

                      İşte insanların, kalıplara önem verdiği, içeriklerini unuttukları bu dönemler çok tehlikeli dönemlerdir, yahudileşme tehlikesi belirmiştir. bu tip insanlarda milliyetçilik duyguları hortlamıştır. Tıpkı yahudilerde olduğu gibi. Onlar her tür mel'aneti yapıyor olmalarına rağmen, dinlerinin içini ilahi öğretilerden tamamen arındırıp nefani arzularını doldurmalarına rağmen kendilerine Allah'ın seçtiği ümmet olarak isim verilmesine güveniyorlar ve kurtulacaklarını hatta gözde olacaklarını iddia ediyorlardı. diğer insanları tamamen küçümsüyorlardı. işte bazı müslümanlar da kendilerindeki marka adı olan İslam'a güvenip içerikleri kafir haline dönüştüğü halde hala inanılmaz güven içerisine düşerler. İşte bu durumlarda isimler bırakılıp içerik ön plana konmalıdır. sadece ad'ın kalıp içeriğin yok olduğu bir hastalığın panzehiri, adı kenara atıp içeriğin öne çıkarılmasıdır...

                      İşte imam bu yüzden kim diyerek bunu vurguluyor buna dikkat çekiyor. Çünkü o zamanda Ehlibeyti katleden ve hırsları nefisleri için hiç bir mel'anetten kaçınmadığı halde müslüman ismine güvenen ve onunla üstünlük taslayan kendini kandıran müslüman müsveddeleri doluydu her taraf. çünkü onun şöyle rahat rahat müslümanlar deyip de karşısına aldığı topluluğa özgürce vaaz ettiğini göremiyoruz.

                      Ancak bu hitap tarzı tamamen müslümanlardan oluşmuş bir yerde de söylenme ihtimali olsa da bu ihtimali daha düşük görmekteyiz...

                      Peki inancı adı ne olursa olsun her kim Allah'ın farzlarını yerine getirirse o kurtlur mu? iman olmadan yapılan amellerin sevabı yazılır mı?..

                      burada ince bir mantık vardır. bu insan Allah'ın farzlarını nereden öğrenecektir. İmamın burada İslami farzlarıdan bahsettiğinden kimsenin kuşkusu yoktur. Öyleyse İslam'ın emirlerine göre bir yaşam çizen insanın da müslüman olmaması mümkün müdür?

                      insanların en hayırlısıdır diyerek de, İmam a.s. genel olarak insan profili hakkında bize net açıklama getiriyor: insanlardan farzları terketmeden yaşayan çok az kimse vardır hatta bunlar yok denecek kadar azdır, ve işte bu yüzden bunlar zaten en hayırlılardır.

                      hadiste bir diğer ayrıntı Allah'ın, "kendine" farz kıldığı ibaresidir. İnsanlara ortak farzlar yüklendiği gibi farklı farzlar da yüklenmiştir. Kimine zekat kimine anne babaya bakma, kimine adaletle hükmetme kimine adil reise itaat kimine nefsine karşı büyük cihad... her insanın değişik ortam ve sınavı nedeniyle üzerindeki farzlar farklı olabilir. bu nedenle imamın a.s. dediğinin olabilmesi için insanın mükemmel bir ilime sahip olması ve kendisine hangi farzların yüklendiğini, diğer insanlardan bireysel yükümlülük olarak nelerle karşı karşıya bulunduğunu bilmesi gereklidir. ve bu ilimi de bilmek kolay olmayıp en hayırlı insanların bilmesi tabiidir.

                      bilmekle iş bitmez. herkesin ortak yükümlü olduğu farzları yapmak, yalnız olarak yapacağımız bireysel farzlardan daha kolaydır. hem cemaatten ayrıyız bu tür farzları yaparken hem de alışılmış olmayan bir özel yükümlülükle karşı karşıyayız.

                      işte bu vs daha bir sürü nedenden dolayı hadis bize hayrul beriyye olmanın yolunu göstermektedir.. bireysel sorumluluğumuza da işaret etmekte ve böylesine dakik bir hayattan kazancımızı müjdelemektedir.

                      Ne mutlu O İmamların a.s. müjdesine nail olanlara...

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                        Günün Ayeti: Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Hiç şüphesiz o zalimler kurtuluşa eremezler. (Enam-21)

                        Günün Hadisi: Emir'el Müminin İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Şu beş vakitte dua etmeyi ganimet bilin: Kur'an okunurken, ezan okunurken, yağmur yağarken, şahadet için düşmanla karşılaşırken ve mazlum insan dua ederken. Zira arş ile mazlumun duası arasında hiçbir perde yoktur. (Bihar'ul Envar, c.93, s.343)

                        Yorum


                          #42
                          Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                          Günün Ayeti: Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Hiç şüphesiz o zalimler kurtuluşa eremezler. (Enam-21)

                          ayetin aslına biraz daha sadık kalarak daha doğru çevirisi şöyle olabilir:

                          " ... ve Allah'a yalan bakımından iftira atandan daha zalim kimdir! Ya da onun ayetlerini yalan sayanlardan! Allah zalimleri asla kurtarmayacak!.."

                          bundan önceki 20. ayetin devamı gibi bu. yirminci ayette: yahudi ve hristiyanların Peygamberi kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanıdıkları anlatılıyor. buna rağmen reddetmeleri konu ediniyor ve ardından da Allah'a yalan isnad edip ona iftira atanların asla kurtulamayacağı karara bağlanıyor.

                          bu kesinleşmiş bir karardır. ve kararında Allah'tan başka kesinkez duran olmaz. Allah'ın kesinleşmiş yasalarında artık değişiklik olmaz..

                          ayetten ehli kitabın çeşitlerini anlıyoruz. bunlardan kurtuluş olan İslam dinine asla girmeyecekler vardır: Allah'a yalan isnad eden iftira atanlar. Burada konu edinilmemiş ama yahudi ve hristiyanların Allah'a çocuklar isnad ederek iftira attıklarını biliyoruz yine Allah hiç bir şey indirmemiştir diyerek Kur'an'ı reddettiklerini biliyoruz.

                          Asla hidayete ermeyecek kadar büyük tehdit var. bunun gibi başka tehdit olmasa gerek. çünkü işiniz bitmiş olur bu durumda Allah korusun. İnsanın cehennemde sonsuza dek yanmasını da düşünün daha önemlisi insanın Yüce Allah'ın huzurundan sevgisinden kovulmasını ve bir daha hiç kabul edilmeyeceğini düşünün.. bu ne büyük ızdıraptır..

                          öyleyse suçun da bu oranla büyük olması gerekir ki Allah'ın adalet ve hikmet sıfatlarına gölge düşmesin. Nedir Allah'a iftira atmanın büyüklüğü..

                          sıradan bir insana bile iftira atmak kötü.. bununla insanlar bir suçu kendilerinden uzaklaştırırlar başkasına yüklerler. ya da hakları olmayan bir konuma yükselmeyi ve o konumda bulunanları kaydırmayı planlarlar..

                          işte Allah'a yalan isnad etmek de bu amaçlarla yapılmaktadır. İnsan haddini aşmış olmaktadır. Allah'a iftira yoluyla ya onu küçültüp iftiracı kendini büyütmek ister ya da kendi yaptıklarının suçunu Allah'a atmak ister. Her iki durumda da çok büyük yanlışlık yapar. Yanlışlık sonucu Allah'ın onu cezalandırması elbette adaletin gereğidir.

                          ancak biz burada bu tür iftiracıların, iftiralarını Allah'a bile atacak kadar aşağılık ruh haline gelenlerin zihin ve akıllarını bu şeytani yapı haline dönüştürmüşlerin Allah'ın cezasından dolayı bir sonsuz azapta kalacağını düşünmüyoruz. Bu elbette olacak sonsuz azap. Ancak bu Allah'ın onlara attıkları iftira karşılığı verdiği bir cezadan dolayı değil..

                          bu aşağılık ruhlar kendi kendilerini hidayete gelmemek üzere kurmuşlardır. Öyle bir karaktere bürünmüşlerdir ki artık onların tanrısı çıkarları olmuş olduğundan, kendilerin dev aynasında Allah'ı da daha küçük (haşa) görmektedirler. her konuda böyle değerlendirmek onların karakteri olmuştur. artık bundan dönemez bir noktadadırlar. düştükleri bu çukur kendilerini çepe çevre kuşatmıştır. attıkları her iftira ile kendilerini daha da batırmaktadırlar..

                          işte bu yüzden Allah'ı hakkıyla yüce olarak tanıtan kendilerinden üstün olduğunu gösteren yığınla delilleri hiç görmezler. onları da yalanlarlar. çünkü iftiralarının amaca ulaşması için bu şarttır. insan yanlış bir yola girmeye görsün. o yolun yanlışlığını inkar edip kendine makul göstermek için daha kaç tane yanlışlık yapmak zorunda kalır.. Allah'ın Kur'an ayetlerini okumasa da bunlar kainatta var olan insan ölümleri baharda yeniden dirilen ağaçların ölümden sonra dirilmeye delil olduğuna dair sayısız ayetleri yalanlarlar.. Allah'a iftira atan mı onun ayetlerini yalanlamayacak..

                          İşte bu yüzden Allah onlara zulmetmemekte ama onlar kendilerine yazık etmekteler.. Rabbim bizi bu durumdan ve bunların şerlerinden korusun..

                          ************

                          Günün Hadisi: Emir'el Müminin İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Şu beş vakitte dua etmeyi ganimet bilin: Kur'an okunurken, ezan okunurken, yağmur yağarken, şahadet için düşmanla karşılaşırken ve mazlum insan dua ederken. Zira arş ile mazlumun duası arasında hiçbir perde yoktur. (Bihar'ul Envar, c.93, s.343)


                          Aslen dua her zaman edilir onun için bir zaman ve mekan şartı yoktur.

                          Ancak buna rağmen her şeyin en mükemmel olduğu zaman ve zirvesi olduğu gibi duanın da kabul olacağı ve kıvamının zirve yapacağı zaman ve mekanlar da yok değildir. Kur'an'da bu zamanlardan bazıları sayılır. bu zamanlara baktığımızda insanın hassas olduğu gece namazı vaktinde ruhunun inceldiği seher vakitlerinde.. Ruhun inceldiği zamanlarda insan artık yer yüzü kalıplarından yavaş yavaş arınmış yüce arşı alada seyr ü sefere başlamış bulunmaktadır. artık onda dünyanın geçiciliği Allah'tan başkasında zevki arayacak şekilde dünyevi bağlar bulunmamaktadır. Allah'ın yarattığı en mükemmel olgunluğa erişmiş durumdadır artık o...

                          işte Hadiste sayılan anlar da bu türden anlardır..

                          biz Allah'ın şekil ve bizim gibi ruhi durumları olduğunu söyleyemeyiz. Allah hassas olma, cömert olma sıkı olma gibi durumlardan münezzehtir. Onun bir zamanının bir zamanını tutmadığı anları olmaz. O her zaman adaletin ve cömertliğinin zirvesindedir. Her ne kadar bu anlamla örtüşmeyen hadisler olsa da bunlar mecaz ya da başka anlamlara sahiptir.

                          Ve yine biliyoruz ki Allah bize verdiklerini rahmet hazinesinden vermektedir. bize borçlu değildir.bizim hakkımız olanları bize veriyor değildir. Öyleyse onun rahmet hazinesinin de bir kilidi ve bir anahtarı vardır. O hazineye ulaşacak bizim samimiyetimiz ve ince ruh halimizle Allah katına yükselen dualarımızdır, zikirlerimizdir tevbelerimizdir.

                          örneğin zikirlerde neden sayı verilir şu kadar falanca zikri yapacaksınız denir. Allah sayısız adet zikredilmeli övülmeli değl mi neden sınırlanıyor örneğin Fatıma s.a. zikrindeki 34 Allahu ekber, 33 elhamdülillah, 33 subhanallah nedendir. neden bu sayılar, fazla olsa olmaz mı diye bir soruya hikmet ehli şöyle yanıt vermiştir:

                          Allah'ın rahmet hazinesinin şifresi vardır. oraya girebilmek için şifreler bize masumlarca öğretilmiştir. bu zikirlerin sayısı şifrelerdir. örneğin bir kapının şifresinde kapı kolu 3- 5 defa çevirilecek diye ayar varsa, biz ya üç yerine 4 olsun sağlam olsun ya da 5 yerine 6 olsun diyebilir miyiz öyle yapsak şifre tutar mı?

                          Elbette Allah'ın hal değişikliği yoktur. Ancak bizim onun rahmet hazinesine ulaşabilmemiz için onun koyduğu şartlara uymamız ve ruhumuzu ona layık hale getirmemiz gerekir.

                          Fatıma s.a. zikrini düşünün. neden sünnilerdeki gibi hepsi 33 değil.. eğer öyle olsaydı insan dalgınlık ve alışkanlıkla da tesbih çekmeye devam eder dili döner eli işler ama ne kalbin bu işten haberi olur ne ruhu zikri özümser.. oysa baştaki bir 34 insanda ne yaptığını farkettirmye yönelik bir baraj.. onu da 33 ya da diğerlerini de 34 yapamazsın. çünkü şifre bozulur. tesbih boncuklarını da 34, 33, 33 diye ayarlayamazsın.. ayarlasan başta mı sonda mı çekeceksin yine uyanıklık gerekir.. yani her durumda insan bilincini zikirden önce uyarıp zikrin alışkanlık halini almasına bir engel var..

                          Hadisteki dua zamanları da bu insan ruhunu olgunlaştırma ve Allah'ın rahmet hazinesinden istifade için gerekli olgunluğa oluşturmaya uygun vakitler:
                          Kur'an okunurken,.. insanın ruhu en hassas zamanlardan biridir. çünkü şeytandan sığınmışız Allah'a,. eğer dağların yürütüldüğü göklerin parçalandığı bir Kur'an olsa o yine bu Kur'an olurdu, dağa indirilse korkudan paramparça olacak olan ağırlıkta bir Kur'an ve siz bunu okuyarak bu Allah sözlerini dilinizle ruhunuza akıtarak ruhunuzu dünya sıkıcılığından kalıplarından arındırıyorsunuz. çekip temizliyorsunuz.. ya da böyle bir ortamda bulunuyorsunuz. işte bu anda Allah hazinesinin kapısı açılmıştır.. dileyin ne dilerseniz..

                          ezan okunurken,.. ezan bir çağrıdır. Allah'a ve onun rahmetine.. işte bu çağrı üzerine nice melekler ictimaya geçmiş bulunurlar. dağıtım şebekeleri en hızlı çalışma içine girerler.. Allah hazinesinden neler inmez ki yer yüzüne.. ezanın duyulduğu her yere...

                          yağmur yağarken, yağmur da Allah'ın mahlukata acıdığı ve ihsanını sunduğu bir andır. demek ki o an yağmurun yağdığı yerdeki canlılar Allah'ın rahmetini hak etmiş kıvamdalar. onun altında bulunduğun için senin ruhun da buna dahil.. Yağmurdan bir damla düşsün diye ağaçların otların kurdun kuşun nasıl Allah'ı zikredip andığını bilseydik her halde bu durumu daha iyi anlayacak mana alemine girmiş olurduk..

                          şahadet için düşmanla karşılaşırken... Allah hazinesine bu anda layık olmayacak da kul ne zaman layık olacak. çünkü o her şeyini vermek üzere dünyadan geçmiştir. sen dünyadan geçersen dünya senin kölen olur. ama onun peşinden gidersen ona yetişemezsin..

                          ve mazlum insan dua ederken. Zira arş ile mazlumun duası arasında hiçbir perde yoktur. (Bihar'ul Envar, c.93, s.343) mazlumun bedduasından sakının çünkü onunla Allah arasında engel yoktur mealinde hadisler de vardır. bu hadisler de ruhların Allah hazinesinden hak edecek nitelikte dünya kalıplarından ve aşağılık anlamına gelen dünyanın olumsuz bağlarından kurtulduğunun göstergesidir.. delilidir..

                          böyle anlarda dua edelim. ve Ehlibeyt mektebi bağlısı kardeşlerimiz başta olmak üzere tüm müsüman kardeşlerimizi unutmayalım.. duanın kabul oluş kriterlerinden biri de kendinden önce başkalarına dua etmektir..

                          Yorum


                            #43
                            Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                            Günün Ayeti: Rabbimiz, şüphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiç bir şey Allah a gizli kalmaz.(İbrahim-38)

                            Günün Hadisi: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Değiştirmeye gücü yetmediği halde Allah'a isyan edilen bir toplantıya katılması mümine yakışmaz. (el-Kafi, c. 2, s. 374)

                            Yorum


                              #44
                              Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                              Günün Ayeti: Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (Cum'a-9)

                              Günün Hadisi: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Günahın küçüklüğüne bakma, lakin kime isyan ettiğine bak. ( Müstedrek'ül-Vesail, c.11, s.330; Bihar'ul-Envar, c.77, s.79 )

                              Yorum


                                #45
                                Ynt: "gunun hadisinin yorumu"

                                Günün Ayeti: Rabbimiz, şüphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiç bir şey Allah a gizli kalmaz.(İbrahim-38)

                                İbrahim a.s.'ın bu duası Eşi ile Oğlu İsmaili ekin bitmez yiyecek içeceğin olmadığı bir vadide bırakmasından sonra oradan hüzün dolu kalple ayrılışında yaptığı dua.. öyle bir kalp ki zaten yufka yürekli yumuşak kafirlere bile acıyan bir kalp. içinde kin ve düşmanlık adına hiç bir duygunun bulunmadığı bir kalp. ki bu ayetin geçtiği yerlerde bana uyan bendendir bana uymayan kafirler içinse sen istersen bağışla diye dua da geçiyor..

                                işte muhtemeldir ki İbrahim a.s. kendisine gelen vahiy gereği ailesini burada yapayalnız açlık ve susuzluğa mahkum bırakmasından dolayı bir eziklik hissediyor. her ne kadar denense de. her ne kadar peygamber olsa da. her ne kadar imamet gibi en yüce makama ulaşabilmek için bu ağır sınavı geçmesi şart olsa da..

                                sınav ağır, çünkü vahiy siz en zayıf noktanızdan (tabiri caizse) vurmuş yakalamış. kendisine düşmanlık etmiş, canına kastetmiş kafirler için bile azap duası edemeyen kin güdemeyen bir kalp ailesini alıp uzak bir vadiye bırakması istenmiş. hem de burda hiç kimse yok ve Allah'ın yardımı dışında bir yiyecek ve içeceğin gelmesi mümkün değil. Gayba imanın tam da sınandığı an. bakalım alışılmış dünya kalıplarına göre mi davranıyor yoksa bunları aşıp Allah'a güvenebiliyor mu?..

                                İbrahim a.s. kararlı bu sınavı da diğerleri gibi aşacak. ve duygularının dünyaya ait sahtelerini yenerek, bekaya ait olanları canlandırıyor ve bu doğrultuda sorumluluğunu yerine getiriyor ilahi emri uyguluyor, yıllardır sahibi olamadığı çocuğunu sevdiği eşi ile bu ıssız yerde bırakıyor. ve sonra da geri dönerken sanki:

                                Rabbim ben gizlesem sanki Sen bilmeyecek misin? işte kalbim buruk aklım orada kaldı, kendimden bir parçayı sanki orada bırakmış gibi eksik dönüyorum sana güveniyorum ama şartların beni etkilemesinden de kendimi alamıyorum ne yapayım.. daha bu seviyedeyim. ama bu şekilde de ....

                                işte bu İbrahim a.s.'ın zor durumdaki sınavı bize bir örnek.. Gayba iman konusunda yapmamız gereken fedakarlıklar alanında bize rehber. bir aşk denizinde yolculuğa çıktık ilahi feyz sofrasından gıdalanmaya başladık mı sanmayalım ki o zaman ayaklarımız yerden kesilecek göğü billur nurları arasında pembe dünyaların insanı oluvereceğiz...

                                hayır hayır tam tersine. işte ilahi alemde ne kadar yükselmişse makamımız ayaklarımız bu dünyaya o kadar daha bağlanacak. ilahi sınavlar derecemizi kimi zaman ölçmek kimi zaman yükseltmek için bizim başımıza daha ne dertler açacaktır. ne zor şartlarla karşılaşacağız. cihad çıkacak karşımıza, çoluk çocuğumuza bir maaş bir ev bıraktığımız halde ibrahimi sınavdaki gibi başaramayacağız kim bilir? daha dünyayı onlara zimmetlemedik diye cihada çıkamayacağız. İbrahim'in ailesini yokluklar içinde bırakıp ayrılmış hüzün dolu kalbinden belki de habersiz olarak...

                                "yerde gökte hiç bir şey" ifadesi ile muhtemeldir ki, yerdeki kendi yaşadıklarıdır. göktekilerse onun dünyadan arınmış duaları iyi niyetleri ve zikirleridir. ya da yer ve gök tavan ve tabanıdır varlıklar aleminin.. bunların arasındaki sınırsız şeyler gibi.. bu sınırsız şeylerin arasında İbrahim a.s.'ın düşünce ve duyguları da vardır. Hatta ibrahim a.s.'ın kendi zihninde netleşmemiş ve dolayısıyla kendisinin bile daha tam çözüp emin olamadığı ama Allah'a çok açık olan duyguları bile... yerden göğe kadar haklsın cümesinde olduğu gibi insanın bildiği bir ucu (yer) hakkında malumat sahibi olduğu, diğer ucu (gök) ise bilmediği gayb alemini içeriyor da olabilir. Ama tüm bunların en iyisini yerde ve gökte hiç bir şeyin gizli kalmadığı Allah bilir..

                                ***********

                                Günün Hadisi: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Değiştirmeye gücü yetmediği halde Allah'a isyan edilen bir toplantıya katılması mümine yakışmaz. (el-Kafi, c. 2, s. 374)


                                sanırız bu hadis daha önce geçmişti ve biz bunu açıklamıştık... eğer hafızam beni yanıltıyorsa kardeşlerimiz uyarsınlar üzerinde bir iki söz ederiz inşaAllah...

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X