Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)
Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum
ALLAH(cc)ın izniyle İhsan Eliaçık'ın yazısına devam edelim.
"Fakat buna rağmen İslâm tarihinde ehl-i beytin kim olduğu ve ümmet içindeki konumlarının ne olması gerektiği konusunda derin tartışmalar ve bölünmeler ortaya çıkmıştır. Bütün mezhebi varoluşunu bu kavram üzerine bina eden Şiîliğin, bu kavrama çok özel bir anlam yükleyerek Kuran'da ele alınan anlamından çok ötelere taşıdığı söylenebilir.
Meselâ Hz. Ömer ve Hz. Osman da Hz. Peygamber'in damadı olmasına rağmen bu konuda Hz. Ali gibi görülmemişlerdir. Şiîliğin bu konudaki yoğun söyleminin Sünnîliği de etkisi altına almasıyla bugün artık ehl-i beyt denince Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve onların soyu (oniki imam, seyyidler) akla gelmektedir. Oysa bunların Hz. Peygamber'in sırf "soyundan/sülbünden" geliyor olmalarının Kuran'ın anlamaya çalıştığımız mantığı açısından herhangi bir önemi yoktur.
Tam tersi ahzap suresinde evlâtlık kurumundan başlayıp eşleri ile devam eden söz konusu ayetlerin, Hz. Peygamber'in (s.a.v) yakın aile çevresi etrafında bir tür patriarchy yani ataerkil, pederşahî, babadan gelen, soydan devirli, ırsi saltanat oluşturma girişimlerinin önüne geçmeyi amaçladığını söylememiz mümkün görünmektedir.
Çünkü bir taraftan evlâtlık kurumunun tabiî mecrasına sokulmasına yönelik reformlar, diğer taraftan Hz. Peygamber'in (s.a.v) eşlerine yönelik ikazlar; yani onların "müminlerin annesi" olarak görülmesi gerektiği, peygamberin artık onları boşayamayacağı, değiştiremeyeceği, ölümünden sonra da diğer müminlerin onlarla evlenemeyeceği ve de bizzat Hz. Peygamber (s.a.v) için "O sizin adamlarınızdan birisinin "babası" değildir." ifadeleri, vefatından sonra muhtemel bir "peygamber hanedanlığı" oluşturma girişiminin önüne geçmeyi amaçlıyor görünmektedir.
Açıkçası Hz. Peygamber (s.a.v) ve ailesi bu hususta tabiri caizse "kendini feda ederek" ümmet ve insanlık adına büyük bir hizmet yapmışlardır. Meselâ Hz. Aişe peygamberden sonra ölünceye kadar - 40 yılı aşkın bir süre- hiç kimseyle evlenmemiştir.
Peki neden? Neden onlara evlenme yasağı konmuştur? Bunun üzerinde iyi düşünmeliyiz…
Şu halde bunlar ortadayken ehl-i beyt kavramını tam tersi bir okumaya tabi tutarak bundan bir "peygamber hanedanlığı" çıkarmak Sasani ve Roma hanedan ve saltanat anlayışlarının etkisine girmek değilse nedir? Bu konuda İslâm tarihinde ortaya çıkan iki büyük dini/siyasî anlayış yani "Şiî imamet mitolojisi" ve onu tersinden tekrarı olan "Sünnî saltanat ideolojisi" aşılmadıkça İslâm dünyasının önünde yeni ufukların açılması mümkün görünmemektedir.
Çünkü siyasal Şiîliliğin Sasani devlet ve imparatorluk geleneğinin, siyasal Sünnîliğin de Bizans devlet ve imparatorluk geleneğinin etkisinde kaldığı apaçık ortadadır. Oysa "kutsal aile-hanedan" ve "kutsal Tanrı-kral" anlayışını esas alan bu imparatorluklar, eski dünyanın bir devamı olup Kuran'ın devrimci hamlesiyle aşılmıştı.
Demek ki Hz. Peygamber'in (s.a.v) şahsına ve ailesine yönelik bütün ayetleri bu devrimci hamlenin yansıması olarak okumak gerekmektedir…
***
Şu halde bu doğrultuda "Ehl-i Beyt" kavramını yeniden ele almak ve yorumlamak durumundayız.
Sözlükte "ehl-i beyt" tabiri "ev halkı, ailesi" demektir. Ayetlerde konu Hz. Peygamber'in eşleri olduğu için ehl-i beyt ile doğrudan doğruya "Hz. Peygamber'in eşleri" kastediliyor. Ortada henüz ne Hasan ne Hüseyin, ne de oniki imam vs. yoktur.
Demek ki aslında ehl-i beyt Hz. Peygamber'in (s.a.v) eşleridir.
İkinci dereceden ise onlardan doğan çocuklar, o çocuklarla evlenenler ve bu evliliklerden doğan çocuklar da bir örf olarak "beyt"den sayılırlar. Fakat bu "sayılmanın" doğuracağı dinî, hukukî ve özellikle de siyasî sonuçları bakımdan bir anlamı bulunmamaktadır.
Herkesin eşi, çocukları, damatları, torunları olabileceği gibi Hz. Peygamber'in de olmuştur. Çünkü İslâm'da üstünlük peygamberin kızı, damadı, torunu da olsa ALLAH bilinci ile yaşama (takva) iledir, akrabalık bağı ile değil.
Nitekim bir hadiste "Ebu Fulan ailesi benim dostlarım değildir. Benim dostum ancak ALLAH ve müminlerin salihleridir. Ancak Ebu Fulan ailesine benim akrabalığım vardır ki bu akrabalık nedeniyle ben onlarla ilişkiyi sürdürüyorum." (Buhari; Edep, 13) buyurulur.
Şu halde "beyt halkı" yani Hz. Peygamberin eşleri toprak olalı on dört asır olduğuna göre, bugün için ehl-i beyti nasıl anlamamız gerekir? Aksi halde ehl-i beyt ile ilgili ayetler boşlukta kalmış olur.
Fakat nasıl anlayacağız?
Kuran'ın evrensel mantığı ve ruhu doğrultusunda baba, aile, akraba, evlâtlık vb. sosyal ilişkilerine getirdiği ahlâk, takva ve erdemlere dayalı değer yargıları reformunu devam ettirerek mi, yoksa şu ana kadar yapıldığı gibi Arap baba kültüne, Fars kutsal hanedan anlayışına geri dönerek mi?
Bu çerçevede yorumlarsak, öyle görünüyor ki bugün için "ehl-i beyt" iki anlama gelmektedir.
1- Her bir Müslümanın ev halkı, ailesi… Bu durumda "Ey ehl-i beyt, ALLAH sizi kirlerinden arındırmak ve tertemiz yapmak istiyor" demek, "ALLAH ahlâk, takva ve erdemlere dayalı tertemiz bir Müslüman aile ve ev halkı görmek istiyor" demek olur. Ayeti böylece üzerimize alınmada hiçbir sakınca olamaz. Aksi halde Kuran'ı indiği coğrafyaya gömmüş oluruz.
2- Beyt (Kabe) halkı, ehl-i kıble… Yani yeryüzünde beyt-i atike (Ademin evine, insanlığın merkezine), evvelu'l beyte (ilk eve, insanlığın ilk çıkış/toplanış yerine) ve aynı zamanda ALLAH'ın kendi evi olarak üzerine aldığı Kabe'ye yönelen, onu kıble bilen tüm insanlar… Bu durumda da ayet "ALLAH yeryüzünde böylesi kirlerinden arınmış, ahlâka, adalete ve erdemlere dayalı tertemiz bir ehl-i kıble/ümmet/millet/halk görmek istiyor." demek olur.
Olayı böyle yorumlamayıp, Sasani "kutsal hanedan" anlayışını İslâm iklimine taşıyarak, Hz. Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve Selman'ın "aba altına alınmasına" bakarak ve ehl-i beyti bunlara hasrederek onların sülblerinden/soylarından dini ve siyasî bir mesaj çıkarmak manasız ve temelsizdir.
Aba altına alma olayından, Hz. Peygambere yönelik sadece babacan bir tavır, şefkat ve merhametle muamele, ailesini, kızını, damadını, torunlarını görüp gözeten bir "aile babası" örnekliği çıkar. Vesayet, velâyet veya veraset çıkmaz. Çünkü bir hadiste geçtiği gibi peygamberler maddî miras bırakmazlar, ancak evrensel hidayet ve hayata dair rehberlik bırakırlar.
Kaldı ki Hz. Peygamber'in âdeta bütün benliğini saran sevgi ve merhamete dayalı babacan tavırları diğer sahabeler için de geçerlidir. Çünkü etrafındaki sahabelerden birçoğunu övmüş, onların güzel hasletlerine ve ahlâkî meziyetlerine zaman zaman dikkat çekmiştir. Bunlara bakıp ta, her bir sözü ile övdüğünden Hz. Ali'ye, Hz. Ebubekr'e, Hz. Ömer'e vs. veya bunların kıyamete kadar tüm sülblerine/soylarına yönelik "Benden sonraki dini ve siyasî varisim bunlardır" mesajı çıkarmak, Kuran'ın "O sizin içinizden birisinin babası değildir" mesajını anlamamaktan başka bir şey değildir.
Demek ki Hz. Peygamber bizim "babamız" değildir. Kimse soyunu/sülbünü ona dayayarak bir yere varamaz. Bu manasız bir eskidünya alışkanlığıdır. Fakat Hz. Peygamber, söz yerine iyi geldi, tabiri caizse "babacan" tavırlarıyla her daim bizim örneğimiz, rehberimizdir; öyle olmaya da devam edecektir. Demek ki biz de onun gibi ailemizi, çocuklarımızı, yakınlarımızı "abamız" altına almalıyız. Evine barkına düşkün insanlar olmalıyız.
İyice düşünürsek, zaten bu ayetlerle yapılmaya çalışılan sosyal reformlar, söz konusu babaya dayalı sülb "kutsamasını" ortadan kaldırmak içindi. Toplumdaki üstünlük ve değer yargısı, "beşikten gelen" bu tür baba kültüne göre değil, "yaşayan hayatın içinde kazanılan" ehliyet ve liyakat kriterlerine göre inşa edilmek istenmekteydi."
Selametle.
Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum
ALLAH(cc)ın izniyle İhsan Eliaçık'ın yazısına devam edelim.
"Fakat buna rağmen İslâm tarihinde ehl-i beytin kim olduğu ve ümmet içindeki konumlarının ne olması gerektiği konusunda derin tartışmalar ve bölünmeler ortaya çıkmıştır. Bütün mezhebi varoluşunu bu kavram üzerine bina eden Şiîliğin, bu kavrama çok özel bir anlam yükleyerek Kuran'da ele alınan anlamından çok ötelere taşıdığı söylenebilir.
Meselâ Hz. Ömer ve Hz. Osman da Hz. Peygamber'in damadı olmasına rağmen bu konuda Hz. Ali gibi görülmemişlerdir. Şiîliğin bu konudaki yoğun söyleminin Sünnîliği de etkisi altına almasıyla bugün artık ehl-i beyt denince Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve onların soyu (oniki imam, seyyidler) akla gelmektedir. Oysa bunların Hz. Peygamber'in sırf "soyundan/sülbünden" geliyor olmalarının Kuran'ın anlamaya çalıştığımız mantığı açısından herhangi bir önemi yoktur.
Tam tersi ahzap suresinde evlâtlık kurumundan başlayıp eşleri ile devam eden söz konusu ayetlerin, Hz. Peygamber'in (s.a.v) yakın aile çevresi etrafında bir tür patriarchy yani ataerkil, pederşahî, babadan gelen, soydan devirli, ırsi saltanat oluşturma girişimlerinin önüne geçmeyi amaçladığını söylememiz mümkün görünmektedir.
Çünkü bir taraftan evlâtlık kurumunun tabiî mecrasına sokulmasına yönelik reformlar, diğer taraftan Hz. Peygamber'in (s.a.v) eşlerine yönelik ikazlar; yani onların "müminlerin annesi" olarak görülmesi gerektiği, peygamberin artık onları boşayamayacağı, değiştiremeyeceği, ölümünden sonra da diğer müminlerin onlarla evlenemeyeceği ve de bizzat Hz. Peygamber (s.a.v) için "O sizin adamlarınızdan birisinin "babası" değildir." ifadeleri, vefatından sonra muhtemel bir "peygamber hanedanlığı" oluşturma girişiminin önüne geçmeyi amaçlıyor görünmektedir.
Açıkçası Hz. Peygamber (s.a.v) ve ailesi bu hususta tabiri caizse "kendini feda ederek" ümmet ve insanlık adına büyük bir hizmet yapmışlardır. Meselâ Hz. Aişe peygamberden sonra ölünceye kadar - 40 yılı aşkın bir süre- hiç kimseyle evlenmemiştir.
Peki neden? Neden onlara evlenme yasağı konmuştur? Bunun üzerinde iyi düşünmeliyiz…
Şu halde bunlar ortadayken ehl-i beyt kavramını tam tersi bir okumaya tabi tutarak bundan bir "peygamber hanedanlığı" çıkarmak Sasani ve Roma hanedan ve saltanat anlayışlarının etkisine girmek değilse nedir? Bu konuda İslâm tarihinde ortaya çıkan iki büyük dini/siyasî anlayış yani "Şiî imamet mitolojisi" ve onu tersinden tekrarı olan "Sünnî saltanat ideolojisi" aşılmadıkça İslâm dünyasının önünde yeni ufukların açılması mümkün görünmemektedir.
Çünkü siyasal Şiîliliğin Sasani devlet ve imparatorluk geleneğinin, siyasal Sünnîliğin de Bizans devlet ve imparatorluk geleneğinin etkisinde kaldığı apaçık ortadadır. Oysa "kutsal aile-hanedan" ve "kutsal Tanrı-kral" anlayışını esas alan bu imparatorluklar, eski dünyanın bir devamı olup Kuran'ın devrimci hamlesiyle aşılmıştı.
Demek ki Hz. Peygamber'in (s.a.v) şahsına ve ailesine yönelik bütün ayetleri bu devrimci hamlenin yansıması olarak okumak gerekmektedir…
***
Şu halde bu doğrultuda "Ehl-i Beyt" kavramını yeniden ele almak ve yorumlamak durumundayız.
Sözlükte "ehl-i beyt" tabiri "ev halkı, ailesi" demektir. Ayetlerde konu Hz. Peygamber'in eşleri olduğu için ehl-i beyt ile doğrudan doğruya "Hz. Peygamber'in eşleri" kastediliyor. Ortada henüz ne Hasan ne Hüseyin, ne de oniki imam vs. yoktur.
Demek ki aslında ehl-i beyt Hz. Peygamber'in (s.a.v) eşleridir.
İkinci dereceden ise onlardan doğan çocuklar, o çocuklarla evlenenler ve bu evliliklerden doğan çocuklar da bir örf olarak "beyt"den sayılırlar. Fakat bu "sayılmanın" doğuracağı dinî, hukukî ve özellikle de siyasî sonuçları bakımdan bir anlamı bulunmamaktadır.
Herkesin eşi, çocukları, damatları, torunları olabileceği gibi Hz. Peygamber'in de olmuştur. Çünkü İslâm'da üstünlük peygamberin kızı, damadı, torunu da olsa ALLAH bilinci ile yaşama (takva) iledir, akrabalık bağı ile değil.
Nitekim bir hadiste "Ebu Fulan ailesi benim dostlarım değildir. Benim dostum ancak ALLAH ve müminlerin salihleridir. Ancak Ebu Fulan ailesine benim akrabalığım vardır ki bu akrabalık nedeniyle ben onlarla ilişkiyi sürdürüyorum." (Buhari; Edep, 13) buyurulur.
Şu halde "beyt halkı" yani Hz. Peygamberin eşleri toprak olalı on dört asır olduğuna göre, bugün için ehl-i beyti nasıl anlamamız gerekir? Aksi halde ehl-i beyt ile ilgili ayetler boşlukta kalmış olur.
Fakat nasıl anlayacağız?
Kuran'ın evrensel mantığı ve ruhu doğrultusunda baba, aile, akraba, evlâtlık vb. sosyal ilişkilerine getirdiği ahlâk, takva ve erdemlere dayalı değer yargıları reformunu devam ettirerek mi, yoksa şu ana kadar yapıldığı gibi Arap baba kültüne, Fars kutsal hanedan anlayışına geri dönerek mi?
Bu çerçevede yorumlarsak, öyle görünüyor ki bugün için "ehl-i beyt" iki anlama gelmektedir.
1- Her bir Müslümanın ev halkı, ailesi… Bu durumda "Ey ehl-i beyt, ALLAH sizi kirlerinden arındırmak ve tertemiz yapmak istiyor" demek, "ALLAH ahlâk, takva ve erdemlere dayalı tertemiz bir Müslüman aile ve ev halkı görmek istiyor" demek olur. Ayeti böylece üzerimize alınmada hiçbir sakınca olamaz. Aksi halde Kuran'ı indiği coğrafyaya gömmüş oluruz.
2- Beyt (Kabe) halkı, ehl-i kıble… Yani yeryüzünde beyt-i atike (Ademin evine, insanlığın merkezine), evvelu'l beyte (ilk eve, insanlığın ilk çıkış/toplanış yerine) ve aynı zamanda ALLAH'ın kendi evi olarak üzerine aldığı Kabe'ye yönelen, onu kıble bilen tüm insanlar… Bu durumda da ayet "ALLAH yeryüzünde böylesi kirlerinden arınmış, ahlâka, adalete ve erdemlere dayalı tertemiz bir ehl-i kıble/ümmet/millet/halk görmek istiyor." demek olur.
Olayı böyle yorumlamayıp, Sasani "kutsal hanedan" anlayışını İslâm iklimine taşıyarak, Hz. Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve Selman'ın "aba altına alınmasına" bakarak ve ehl-i beyti bunlara hasrederek onların sülblerinden/soylarından dini ve siyasî bir mesaj çıkarmak manasız ve temelsizdir.
Aba altına alma olayından, Hz. Peygambere yönelik sadece babacan bir tavır, şefkat ve merhametle muamele, ailesini, kızını, damadını, torunlarını görüp gözeten bir "aile babası" örnekliği çıkar. Vesayet, velâyet veya veraset çıkmaz. Çünkü bir hadiste geçtiği gibi peygamberler maddî miras bırakmazlar, ancak evrensel hidayet ve hayata dair rehberlik bırakırlar.
Kaldı ki Hz. Peygamber'in âdeta bütün benliğini saran sevgi ve merhamete dayalı babacan tavırları diğer sahabeler için de geçerlidir. Çünkü etrafındaki sahabelerden birçoğunu övmüş, onların güzel hasletlerine ve ahlâkî meziyetlerine zaman zaman dikkat çekmiştir. Bunlara bakıp ta, her bir sözü ile övdüğünden Hz. Ali'ye, Hz. Ebubekr'e, Hz. Ömer'e vs. veya bunların kıyamete kadar tüm sülblerine/soylarına yönelik "Benden sonraki dini ve siyasî varisim bunlardır" mesajı çıkarmak, Kuran'ın "O sizin içinizden birisinin babası değildir" mesajını anlamamaktan başka bir şey değildir.
Demek ki Hz. Peygamber bizim "babamız" değildir. Kimse soyunu/sülbünü ona dayayarak bir yere varamaz. Bu manasız bir eskidünya alışkanlığıdır. Fakat Hz. Peygamber, söz yerine iyi geldi, tabiri caizse "babacan" tavırlarıyla her daim bizim örneğimiz, rehberimizdir; öyle olmaya da devam edecektir. Demek ki biz de onun gibi ailemizi, çocuklarımızı, yakınlarımızı "abamız" altına almalıyız. Evine barkına düşkün insanlar olmalıyız.
İyice düşünürsek, zaten bu ayetlerle yapılmaya çalışılan sosyal reformlar, söz konusu babaya dayalı sülb "kutsamasını" ortadan kaldırmak içindi. Toplumdaki üstünlük ve değer yargısı, "beşikten gelen" bu tür baba kültüne göre değil, "yaşayan hayatın içinde kazanılan" ehliyet ve liyakat kriterlerine göre inşa edilmek istenmekteydi."
Selametle.
Yorum