Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

    Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

    ALLAH(cc)ın izniyle İhsan Eliaçık'ın yazısına devam edelim.

    "Fakat buna rağmen İslâm tarihinde ehl-i beytin kim olduğu ve ümmet içindeki konumlarının ne olması gerektiği konusunda derin tartışmalar ve bölünmeler ortaya çıkmıştır. Bütün mezhebi varoluşunu bu kavram üzerine bina eden Şiîliğin, bu kavrama çok özel bir anlam yükleyerek Kuran'da ele alınan anlamından çok ötelere taşıdığı söylenebilir.
    Meselâ Hz. Ömer ve Hz. Osman da Hz. Peygamber'in damadı olmasına rağmen bu konuda Hz. Ali gibi görülmemişlerdir. Şiîliğin bu konudaki yoğun söyleminin Sünnîliği de etkisi altına almasıyla bugün artık ehl-i beyt denince Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve onların soyu (oniki imam, seyyidler) akla gelmektedir. Oysa bunların Hz. Peygamber'in sırf "soyundan/sülbünden" geliyor olmalarının Kuran'ın anlamaya çalıştığımız mantığı açısından herhangi bir önemi yoktur.
    Tam tersi ahzap suresinde evlâtlık kurumundan başlayıp eşleri ile devam eden söz konusu ayetlerin, Hz. Peygamber'in (s.a.v) yakın aile çevresi etrafında bir tür patriarchy yani ataerkil, pederşahî, babadan gelen, soydan devirli, ırsi saltanat oluşturma girişimlerinin önüne geçmeyi amaçladığını söylememiz mümkün görünmektedir.
    Çünkü bir taraftan evlâtlık kurumunun tabiî mecrasına sokulmasına yönelik reformlar, diğer taraftan Hz. Peygamber'in (s.a.v) eşlerine yönelik ikazlar; yani onların "müminlerin annesi" olarak görülmesi gerektiği, peygamberin artık onları boşayamayacağı, değiştiremeyeceği, ölümünden sonra da diğer müminlerin onlarla evlenemeyeceği ve de bizzat Hz. Peygamber (s.a.v) için "O sizin adamlarınızdan birisinin "babası" değildir." ifadeleri, vefatından sonra muhtemel bir "peygamber hanedanlığı" oluşturma girişiminin önüne geçmeyi amaçlıyor görünmektedir.
    Açıkçası Hz. Peygamber (s.a.v) ve ailesi bu hususta tabiri caizse "kendini feda ederek" ümmet ve insanlık adına büyük bir hizmet yapmışlardır. Meselâ Hz. Aişe peygamberden sonra ölünceye kadar - 40 yılı aşkın bir süre- hiç kimseyle evlenmemiştir.
    Peki neden? Neden onlara evlenme yasağı konmuştur? Bunun üzerinde iyi düşünmeliyiz…
    Şu halde bunlar ortadayken ehl-i beyt kavramını tam tersi bir okumaya tabi tutarak bundan bir "peygamber hanedanlığı" çıkarmak Sasani ve Roma hanedan ve saltanat anlayışlarının etkisine girmek değilse nedir? Bu konuda İslâm tarihinde ortaya çıkan iki büyük dini/siyasî anlayış yani "Şiî imamet mitolojisi" ve onu tersinden tekrarı olan "Sünnî saltanat ideolojisi" aşılmadıkça İslâm dünyasının önünde yeni ufukların açılması mümkün görünmemektedir.
    Çünkü siyasal Şiîliliğin Sasani devlet ve imparatorluk geleneğinin, siyasal Sünnîliğin de Bizans devlet ve imparatorluk geleneğinin etkisinde kaldığı apaçık ortadadır. Oysa "kutsal aile-hanedan" ve "kutsal Tanrı-kral" anlayışını esas alan bu imparatorluklar, eski dünyanın bir devamı olup Kuran'ın devrimci hamlesiyle aşılmıştı.
    Demek ki Hz. Peygamber'in (s.a.v) şahsına ve ailesine yönelik bütün ayetleri bu devrimci hamlenin yansıması olarak okumak gerekmektedir…

    ***

    Şu halde bu doğrultuda "Ehl-i Beyt" kavramını yeniden ele almak ve yorumlamak durumundayız.
    Sözlükte "ehl-i beyt" tabiri "ev halkı, ailesi" demektir. Ayetlerde konu Hz. Peygamber'in eşleri olduğu için ehl-i beyt ile doğrudan doğruya "Hz. Peygamber'in eşleri" kastediliyor. Ortada henüz ne Hasan ne Hüseyin, ne de oniki imam vs. yoktur.
    Demek ki aslında ehl-i beyt Hz. Peygamber'in (s.a.v) eşleridir.
    İkinci dereceden ise onlardan doğan çocuklar, o çocuklarla evlenenler ve bu evliliklerden doğan çocuklar da bir örf olarak "beyt"den sayılırlar. Fakat bu "sayılmanın" doğuracağı dinî, hukukî ve özellikle de siyasî sonuçları bakımdan bir anlamı bulunmamaktadır.
    Herkesin eşi, çocukları, damatları, torunları olabileceği gibi Hz. Peygamber'in de olmuştur. Çünkü İslâm'da üstünlük peygamberin kızı, damadı, torunu da olsa ALLAH bilinci ile yaşama (takva) iledir, akrabalık bağı ile değil.
    Nitekim bir hadiste "Ebu Fulan ailesi benim dostlarım değildir. Benim dostum ancak ALLAH ve müminlerin salihleridir. Ancak Ebu Fulan ailesine benim akrabalığım vardır ki bu akrabalık nedeniyle ben onlarla ilişkiyi sürdürüyorum." (Buhari; Edep, 13) buyurulur.
    Şu halde "beyt halkı" yani Hz. Peygamberin eşleri toprak olalı on dört asır olduğuna göre, bugün için ehl-i beyti nasıl anlamamız gerekir? Aksi halde ehl-i beyt ile ilgili ayetler boşlukta kalmış olur.
    Fakat nasıl anlayacağız?
    Kuran'ın evrensel mantığı ve ruhu doğrultusunda baba, aile, akraba, evlâtlık vb. sosyal ilişkilerine getirdiği ahlâk, takva ve erdemlere dayalı değer yargıları reformunu devam ettirerek mi, yoksa şu ana kadar yapıldığı gibi Arap baba kültüne, Fars kutsal hanedan anlayışına geri dönerek mi?
    Bu çerçevede yorumlarsak, öyle görünüyor ki bugün için "ehl-i beyt" iki anlama gelmektedir.
    1- Her bir Müslümanın ev halkı, ailesi… Bu durumda "Ey ehl-i beyt, ALLAH sizi kirlerinden arındırmak ve tertemiz yapmak istiyor" demek, "ALLAH ahlâk, takva ve erdemlere dayalı tertemiz bir Müslüman aile ve ev halkı görmek istiyor" demek olur. Ayeti böylece üzerimize alınmada hiçbir sakınca olamaz. Aksi halde Kuran'ı indiği coğrafyaya gömmüş oluruz.
    2- Beyt (Kabe) halkı, ehl-i kıble… Yani yeryüzünde beyt-i atike (Ademin evine, insanlığın merkezine), evvelu'l beyte (ilk eve, insanlığın ilk çıkış/toplanış yerine) ve aynı zamanda ALLAH'ın kendi evi olarak üzerine aldığı Kabe'ye yönelen, onu kıble bilen tüm insanlar… Bu durumda da ayet "ALLAH yeryüzünde böylesi kirlerinden arınmış, ahlâka, adalete ve erdemlere dayalı tertemiz bir ehl-i kıble/ümmet/millet/halk görmek istiyor." demek olur.
    Olayı böyle yorumlamayıp, Sasani "kutsal hanedan" anlayışını İslâm iklimine taşıyarak, Hz. Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve Selman'ın "aba altına alınmasına" bakarak ve ehl-i beyti bunlara hasrederek onların sülblerinden/soylarından dini ve siyasî bir mesaj çıkarmak manasız ve temelsizdir.
    Aba altına alma olayından, Hz. Peygambere yönelik sadece babacan bir tavır, şefkat ve merhametle muamele, ailesini, kızını, damadını, torunlarını görüp gözeten bir "aile babası" örnekliği çıkar. Vesayet, velâyet veya veraset çıkmaz. Çünkü bir hadiste geçtiği gibi peygamberler maddî miras bırakmazlar, ancak evrensel hidayet ve hayata dair rehberlik bırakırlar.
    Kaldı ki Hz. Peygamber'in âdeta bütün benliğini saran sevgi ve merhamete dayalı babacan tavırları diğer sahabeler için de geçerlidir. Çünkü etrafındaki sahabelerden birçoğunu övmüş, onların güzel hasletlerine ve ahlâkî meziyetlerine zaman zaman dikkat çekmiştir. Bunlara bakıp ta, her bir sözü ile övdüğünden Hz. Ali'ye, Hz. Ebubekr'e, Hz. Ömer'e vs. veya bunların kıyamete kadar tüm sülblerine/soylarına yönelik "Benden sonraki dini ve siyasî varisim bunlardır" mesajı çıkarmak, Kuran'ın "O sizin içinizden birisinin babası değildir" mesajını anlamamaktan başka bir şey değildir.
    Demek ki Hz. Peygamber bizim "babamız" değildir. Kimse soyunu/sülbünü ona dayayarak bir yere varamaz. Bu manasız bir eskidünya alışkanlığıdır. Fakat Hz. Peygamber, söz yerine iyi geldi, tabiri caizse "babacan" tavırlarıyla her daim bizim örneğimiz, rehberimizdir; öyle olmaya da devam edecektir. Demek ki biz de onun gibi ailemizi, çocuklarımızı, yakınlarımızı "abamız" altına almalıyız. Evine barkına düşkün insanlar olmalıyız.

    İyice düşünürsek, zaten bu ayetlerle yapılmaya çalışılan sosyal reformlar, söz konusu babaya dayalı sülb "kutsamasını" ortadan kaldırmak içindi. Toplumdaki üstünlük ve değer yargısı, "beşikten gelen" bu tür baba kültüne göre değil, "yaşayan hayatın içinde kazanılan" ehliyet ve liyakat kriterlerine göre inşa edilmek istenmekteydi."



    Selametle.
    “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

    Doğrusu ben Hür’üm
    Sizleri kılıçtan geçiririm.
    Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
    Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

    Yorum


      #32
      Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

      Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum


      İhsan Eliaçık'ın yazısına devam edelim inşALLAH.

      "Sonuç olarak İsa'nın çığlığının bir kelebek gibiRoma duvarlarına çarpıp düşmesi gibi, onu düştüğü yerden kaldıran"öksüzün" çığlığının da Sasani ve Bizans duvarlarına (soy, sop, aile,baba, hanedan kutsamasına) çarpıp düşmesine göz yumulamaz. Bunlar çoktanaşılmıştı, artık geriye dönülmemeli ve Kuran'ın başlattığı o büyük reform çağısürdürülmelidir. Aksi halde böcekler gibi sürünmeye geri döneriz. Oysa Kuranöndört asır öncesinden yerlerde sürünen insanı tutup ayağa kaldırmış,özgürleştirmiş, kabile, aşiret ve hanedan duvarlarını yıkarak, o tek kişilikvarlığı ile "insanoğlunu" yalnızca "ALLAH ile yürüyüşe" (seyrilALLAH) çağırmıştı…"


      Selametle.


      NOT: Bu yazı Ehli Sünnet mektebine mensup alimler/kardeşeler tarafında Ehl-i Beyt(as) ile ilgili olarak ortaya konulan delillerle/görüşlerle alakalı son yazımdır. Bundan sonra inşALLAH Ehl-i Beyt(as) Mektebi alimlerinin Ehl-i Beyt(as) Kimdir? sorusuyla ile ilgili cevaplarını/görüşlerini/delillerini yazacağım.
      “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

      Doğrusu ben Hür’üm
      Sizleri kılıçtan geçiririm.
      Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
      Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

      Yorum


        #33
        Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

        emegine salik kardesim, okumaya devam edecegim


        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

        Yorum


          #34
          Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

          Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

          ALLAH(cc) izin verirse bundan sonra Ehl-i Beyt(as) Mektebine mensup alimlerin Ehl-i Beyt(as) kimdir sorusuna verdikleri cevpaları/delilleri sizlerle paylaşacağım. Bu konuda ilk olarak İhsan Eliaçık tarafından yazılan ve sizlerle paylaştığım yazıya verilen cevabı sizlerle paylaşmak istiyorum. İnşALLAH faydalı olur.

          " Bismillahirrahmanirrahim


          İHSAN ELİAÇIK'IN "EHLİBEYT KİMDİR?" BAŞLIKLI YAZISINA CEVAP

          Musa AYDIN (Ehl-i Beyt(as) Mektebi Alimi)


          Geçenlerde "İhsan Eliaçık" isimli bir yazar, www.haber10.com isimli bir sitede yazdığı makalesinde "Ehlibeyt Kimdir?" sorusuna kendince cevap bulmaya çalışmıştır. Ama maalesef dağdan bağdan bir araya getirdiği bir sürü alakasız bilgiyle her şeyden önce güya mihver olarak seçtiği (belki farkında olmadan ve bilgi kıtlığından dolayı) Kur'ani verilere ters düşmüştür. Makalede üzerinde durulmaya değer ve yanlış birçok nokta olmasına rağmen biz onları bir yana bırakıp makalenin ana mihveri olan "Ehlibeyt kimdir?" konusu üzerinde durmaya çalışacağız inşALLAH.

          1- Yazarın kullandığı tabirlerden öyle anlaşılıyor ki güya "Ehlibeyt" kavramına getirilen yorum ve Kur'an ve Sünnete dayandırılarak verilen önem, İslam'daki Tevhid inancına ve insana verilen değere ters düşmektedir. Yazar bu iddiasını eski dinlerde ve düşüncelerde olan "kutsal tanrı-devletleri" düşüncesinden getirdiği örneklerle beslemeye çalışmakta ve "Kuran geldi "ALLAH birdir (ehad). Bölünmez bir bütündür (samed). Doğmamış ve doğrulmamıştır. Hiç bir şey O'na denk olamaz." dediğini ve yeni bir çağ başlattığını söylüyor ve devam ediyor…

          Mukaddime olarak verdiği bilgilere bir diyeceğimiz yoktur. Ve kendi yerinde doğrudur; ancak bütün bu mukaddimeleri yan yana dizdikten sonra bunu İslam'daki Ehlibeyt olgusu ve en azından Müslümanların bir kısmı tarafından bu kavrama getirilen yoruma bağlayıp aklınca bunu baltalamasının ne kadar yersiz ve hatta çirkin olduğunu yapacağımız açıklamalardan sonra göreceksiniz inşALLAH.


          2- Aslında yazarın ve benzer düşünceye sahip zevatın bu husustaki yanlışları, beşeri sistemlerde ve düşüncelerde olan uygulamaları, İlahi sistemde cereyan edenlerle benzeştirmeleri ve birbirine karıştırmalarından kaynaklanmaktadır. Aynı hatayı şefaat vb. konularda da yapmaktadırlar. Örneğin, şefaat konusunda da bunu insanlar arasında cereyan eden torpil ve adam kayırma konusuna benzetip karşı çıkmaktadırlar. Oysa aceleciği ve ön saplantılarını bir yana bırakıp, şefaatin keyfiyetini ve hikmetini Kur'ani ve nebevi açıklamaları cımbızlayarak değil, bir bütün olarak dikkate alsalar ve ehlinden öğrenmeye çalışsalardı, asla öyle düşünmezlerdi. Yazının mihveri olan konuda da yazar, bunu beşeri bir mantıkla ve insanlar arasında cereyan eden uygulamaya dayanarak değil İlahi mantık çerçevesinde ele almaya çalışsaydı, böyle korkunç bir yanlışın içine yuvarlanmazdı..."



          Selametle.

          Not: Verilen cevap uzun olduğu için ben bölüm bölüm yazacaüı inşALLAH.
          “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

          Doğrusu ben Hür’üm
          Sizleri kılıçtan geçiririm.
          Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
          Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

          Yorum


            #35
            Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

            Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

            ALLAH(cc)ın izniyle İhsan Eliaçık'ın yazısına verilen cevaba devam edelim.

            "3- Yazarın yazısındaki fahiş hatalardan birisi de tabiri caizse, sapı samana karıştırması, doğruyu yanlışa, hakkı batıla karıştırarak istediği sonuca gitmesidir.
            Yazar, başta da değindiğimiz gibi, güya tevhidi bir kaygıyla âlemde kutsanacak yegane varlığın "ALLAH" (c.c) olduğunu, dolayısıyla ne şekilde olursa olsun, bir insanın veya zümrenin kutsandığını gösteren her şeyin yanlış ve tevhid anlayışına ters olduğu kanaatini vermeğe çalışmaktadır. Elbette verilen örnekleri ve haksız ve batıl olarak şunun bunun, şu şeyin veya bu şeyin putlaştırıldığını ve haksız yere kutsandığını, hatta bazı peygamberlerin dahi buna maruz kaldıklarını inkâr etmiyoruz. Örneğin Hz. İsa veya Hz. Musa'da olduğu gibi… Hz. Musa'nın "Kelimullah"lığı veya Hz. İsa'nın "Ruhullah"lığının yanlış yorumlandığı gibi… Ancak bu demek değildir ki bu kelimeler Hz. Musa veya Hz. İsa'da hiçbir kutsallığı veya fazileti ifade etmez. Eğer etmezse, onların başkalarından farkı nedir veya neden bu sıfatlar onlara verilmiş de başkalarına verilmemiştir?! Birileri bunları yanlış yorumlamışlar diye biz temelden bu kelimelerin başkalarından bir takım farlıkları ifade etmesini de mi inkâr etmeliyiz?
            Elbette eğer birileri birilerine ALLAH'tan bağımsız ve ona dayanmayan ve haşa ona paralel bir takım ayrıcalıklar tanır ve onları o yönde kutsar ve ilahlaştırırsa, bunun yanlış ve batıllığında İslam'ın ruhundan az buçuk haberi olan bir kimse şüphe etmez. Ancak eğer bizzat Hak Teala'nın kendisi bazı şahsiyetleri veya hatta nesneleri bize farklı tanıtır ve onlara bazı ayrıcalıklar atfeder ve onu kutsal kılarsa ve bizde buna uyarak onları kutsarsak, bunun değil tevhidle bir aykırı bir yanının olması, tevhidin ta kendisidir. Bunun aksini söylemek, kraldan daha kralcı kesilmek değil de nedir?! Örneğin ALLAH-u Teala Hz. Musa'ya hitaben buyuruyor ki "…Ey Musa! * "Ben şüphesiz senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar, çünkü sen kutsal bir vadi olan Tuvâ'dasın." (Taha, 11-12)
            Veya Resulü'ne hitaben "Musa'nın haberi sana geldi mi? * Hani Rabbi ona kutsal vaadi Tuva'da seslenmişti.." (Naziat, 15-16) buyurmuştur.
            Veya "Musa kavmine şöyle demişti:… "Ey kavmim, ALLAH'ın size yazdığı kutsal toprağa girin, geriye dönmeyin, yoksa kayba uğrarsınız." (Maide, 20-21)
            Görüldüğü gibi ALLAH-u Teala "Tuva" bölgesini açıkça mukaddes bir mekan olarak tanıtmaktadır.
            Veya Resulullah'ın (s.a.a) miraç mekanı olan Mescid-i Aksa hakkında şöyle buyurmaktadır:
            "Kulu (MUHAMMED'i) geceleyin, Mescid-i Haram'dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren ALLAH, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O'dur." (İsra, 1)

            Veya Kabe hakkında buyuruyor ki:
            "Şüphesiz insanlar için kurulan ilk mabed, Mekke'deki çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet kaynağı olan Beyt (Kabe)dir. * Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır." (Al-i İmran, 96-97)

            Görüldüğü gibi ALLAH-u Teala Ka'beyi ve o mekanda bulunan Makam-ı İbrahim'i mübarek ve kutsal bir mekan olarak tanıtmaktadır. Aynı mekanda ve Ka'be'nin yanı başında bulunan Hacerül'esved de aynı konumdadır ve bütün Müslümanlar tarafından Resulullah'a ittibaen kutsanıp ziyaret edilmektedir.
            Ka'be'nin ve Mescidü'l-Haram'ın kurtsallığını ifade eden başka ayetler de vardır.

            Veya Hz. Nuh'a hitaben buyuruyor ki:
            "Sen, yanındakilerle beraber gemiye yerleştiğinde: "Bizi zalimler topluluğundan kurtaran ALLAH'a hamdolsun" de. * Ve de ki: "Rabbim! Beni mübarek bir yere indir. Sen, konuklatanların en hayırlısısın." (Mu'minun, 28-29)
            Bu son ayetlerle ilgili şöyle bir soru akla gelebilir: "Bu ayetlerdeki mübarek tabiri bereketli demektir, kutsal demek değildir." Buna cevabımız şudur ki bazı yerlerde bu mana kastedilmiş olsa da diğer birçok yerde, kutsal manasına yorumlamamızın hiçbir sakıncası yoktur ve bunun karineleri vardır. Şöyle ki evvela bu mana bile bir nevi kutsallığın ifadesidir. Demek ki dünyadaki her yer bu özelliğe sahip değildir. Saniyen bu iki kelimenin aynı manayı ifade ettiğini Kur'an'a dayandırmamız mümkündür. Zira ALLAH-u Teala aynı mekâna bir defa mukaddes tabiri kullanırken, diğer defa mübarek tabiri kullanmıştır. Yukarıda Hz. Musa'nın bulunduğu vadiye mukaddes tabiri kullanan Rabbimiz, Kasas suresinin 30. ayetinde mübarek tabirini kullanmıştır; bu da bu iki tabirin aynı manayı ifade ettiğini göstermektedir; ayet şöyledir:
            "Artık Musa süreyi doldurup ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafından bir ateş gördü. Ailesine: "Siz (burada) bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber yahut ısınmanız için o ateşten bir parça getiririm" dedi. * Oraya gelince, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: "Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan ALLAH'ım." (Kasas, 29-30)
            ALLAH-u Teala Yüce kitabı Kur'an için de aynı tabiri birçok ayette kullanmıştır. (En'an, 92, 155, Enbiya, 50, Sad, 29)
            Aynı şekilde Kur'an'ın mübarek bir gecede (Kadir gecesi) nazil olduğunu beyan ediyor: (Duhan, 3)
            Yine Hz. İsa'nın diliyle kendisi hakkında şöyle diyor:
            "Beni, nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti." (Meryem, 31)
            Diğer bazı zaman veya mekânların veya insanların (örneğin Peygamberlerin) bir nevi kutsallığa sahip olduğunu gösteren birçok ayet vardır ki biz sözü fazla uzatmamak için bu kadarıyla yetiniyoruz.

            4- Yazarın Ehlibeyt konusunda yürüttüğü delilden yoksun ilginç manevralara geçmeden önce yukarıda da değindiğimiz gibi bu husustaki yanlışı aslında, yürüttüğü yanlış bir kıyasın vahim sonuçlarıdır. Boş verin Müslümanlığı, aklı olan hiçbir kimse tarihte zalim sultanların yürüttüğü hanedanlık sistemini onaylamaz. Zira hiç bir insanın diğer bir insan üzerinde sırf filan kabiledendir veya filan ağanın, paşanın, padişahın oğlu-akrabasıdır diye sulta ve hâkimiyet hakkı olamaz. Ancak, inançlı bir kimse, eğer ALLAH'a ve onun hikmet ve adaletine inanıyorsa, bunu İlahi sistemde cereyan eden hakimiyet uygulamasıyla kıyaslayamaz. O şunu inanır:
            "…ALLAH risaletini kime vereceğini daha iyi bilir…" (En'am, 124)
            Dolayısıyla ALLAH'ın (c.c) maslahat ve hikmeti ayrı ayrı ailelerden Peygamberler, önderler seçmesini gerektirirse, onu yapar; aynı aileden peş peşe baba oğul, dede, kardeş, amcaoğlu, dayıoğlu vs. olan kimseleri bu görevlere getirmeyi uygun görürse de onu yapar. Nitekim öyle de yapmıştır, böyle de. Hz. İbrahim'i Peygamber olarak seçen ALLAH (c.c), onun iki oğlu Hz. İsmail ve Hz. İshak'ı, torunu Hz. Yakub'u, Hz. Yakub'un oğlu Yusuf'u, Hz. İbrahim'in akrabası (muhtemelen amcasının oğlu) Hz. Lut'u da Peygamber olarak tayin etmiştir. Hz. Musa'yı peygamber seçen ALLAH, kardeşi Hz. Harun'u da peygamber seçmiştir. Hz. Davud ve oğlu Süleyman'ı, Hz. Zekeriya ve oğlu Yahya'yı ve yakın akrabası Hz. İsa'yı da aynı şekilde… Yine Kur'an Beni İsrail'deki Peygamberlerin torunlarına vahiy indiğinden bahsediyor: (Bakara, 136, 140, Al-i İmran, 84, Nisa, 163) Ancak Peygamberlere vahiy indiğinde göre, o torunlar da Peygamber imişler demek ki!

            Bunlara ilaveten şu ayeti yazar ve yandaşlarının nasıl yorumladığını merak ediyorum:
            "Gerçekten ALLAH, Adem'i, Nuh'u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu âlemler üzerine seçkin kıldı. * Bir zürriyet olarak birbirinden gelmişlerdir. ALLAH her şeyi işitendir, bilendir." (Al-i İmran, 33-34)
            Açıkça görüldüğü gibi ve yazarın iddiasının tam aksine bu ayetlerde açıkça Adem, Nuh, İbrahim ve İmran soyunun seçilmişliği ve seçilmişliklerine vesile olan sıfatları birbirlerinden miras aldıklarından bahsediyor. Bildiğimiz gibi Resulullah ve Ehlibeyt'i de Hz. İbrahim'in soyundandırlar ve onlar göz ardı edilmemişlerdir.

            Şimdi bu kısır düşüncelerimizle bu İlahi uygulama ve tasarrufu da tıpkı sultanlarda olduğu gibi hanedanlık olarak mı değerlendirmemiz gerekir, yoksa zerre kadar şüphe ve tereddüde kapılmadan teslim olmamız mı?!!
            Eğer zerre kadar iman ve teslimiyetiniz varsa, "Hayır efendim; bizim bunlara bir diyeceğimiz yoktur; ALLAH seçerse, kimin ne haddine ki itiraz etsin" dersiniz. Hayır yoksa da ki artık yapacak bir şey yok!!
            İnşALLAH ileride de açıklayacağımız üzere, "Ehlibeyt" denen kimselere bazı özel statüler yükleyen kimseler (özellikle Şia), hiçbir zaman delilsiz ve haşa sultanların saltanatında olduğu gibi bunu bir hanedanlık şeklinde düşünmemiş, bilakis onların sahip oldukları ayrıcalıkları bizzat İlahi ve nebevi bir tasarruftan kaynaklandığını iddia etmektedirler. Ama yazımıza konu olan yazar gibi, birçokları bunun delillerini yakından ve bir mu'minin ciddiyet ve samimiyetine yakışacak şekilde bir kere olsun araştırıp inceleme yerine, kafalarında kurdukları İslam anlayışına dayanarak kafadan dolma bilgilerle asıp kesmekte ve asılsız ithamlarda bulunmaktadırlar."



            Selametle.

            ALLAH(cc)ın İzniyle Devam Edecek...
            “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

            Doğrusu ben Hür’üm
            Sizleri kılıçtan geçiririm.
            Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
            Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

            Yorum


              #36
              Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

              Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

              5- Yazar Resulullah'ın ve dolayısıyla İslam'ın kabile, ırk, toplumsal statü vs. gibi konulardaki tutumunu işlemek için Ahzap suresindeki (Zeyd b. Harise ve evliliği ve ardından da Resulullah'ın konumunu dile getiren) birkaç ayeti örnek gösterip, üzerinden bir hayli yorumlar yapmış, sonuçlar çıkarmıştır. Ayetin ardından işlediği konulara ve ortaya koyduğu noktalara bir itirazımız yoktur ve bunları ispat eden çok daha açık ve ne ayetler mevcuttur Kur'an-ı Kerim'de. Ancak söz konusu ayetin bu çıkarılan sonuçlarla yakından uzaktan bir alakası yoktur. Ayet şöyle buyuruyor:
              "MUHAMMED adamlarınızdan birinin "babası" değildir. Fakat ALLAH'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. ALLAH'tır her şeyi hakkıyla bilen." (Ahzap;33/40)
              Vuku bulan olayı ve ayetin sebeb-i nüzulünü dikkate alırsak, olay ve verilmek istenen mesaj kısaca şudur:
              "Zeyd, eşi Zeyneb'i boşadıktan sonra, ALLAH-u Teala Resulullah'a Zeynep'le evlenmesini emrediyor. İnsanlar cahiliyet zamanından kalan bir yanlış düşünceye dayanarak Resulullah'ın Zeyd'in boşadığı eşiyle evlenmesini yadırgamış ve dedikoduya başlamışlardı. Zira cahliyet Arapları evlatlığı her açıdan gerçek bir evlat statüsünde görüp gerçek evladın bütün hükümlerini onun için de geçerli sayıyorlardı. Dolayısıyla Resulullah'ın evlatlığı olan Zeyd'in boşadığı eşiyle evlenmemesi gerektiğini iddia ediyorlardı. İşte ALLAH-u Teala bu ayeti indirerek, onların bu yanlış düşüncelerini yıkmayı amaçlamış ve "MUHAMMED adamlarınızdan birinin "babası" değildir. Fakat ALLAH'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur…" (Ahzap;33/40) buyurmuştur. Görüldüğü gibi bunun, yazarın ayet üzerinden vardığı sonuçlarla hiçbir alakası yoktur. Hele hele şu cümlelerin bu açıklamayla ne kadar gülünç bir hal aldığını varın siz düşünün!!:
              "…ve bu cümleden olarak "MUHAMMED içinizdeki adamlardan/erkeklerden birisinin babası değildir, bilakis "ALLAH'ın elçisi" ve sonuçta (netice itibarîyle, hitamen/hatemen) peygamberlerin sonuncusudur, hepsi bu! Başka yönlere çekip ondan bir hanedanlık çıkarmaya, baba kültü türetmeye, kendisini ve ailesini kutsamaya kalkışmayın" mesajı vermektedir."

              6- Öyle görülüyor ki yazarın maalesef tarihi bilgileri de kıttır. Yazının bir yerinde iddia ediyor ki "Hz. Ömer ve Hz. Osman da Resulullah'ın damatlarıydı." Oysa Ömer'in Resulullah'ın damadı değil, kayın pederi olduğunu bilmeyen yoktur. Gerçi bize göre Osman'ın evlendiği kızlar da Resulullah'ın öz kızları değil, evlatlıklarıydı. Zira Zeynep, Ümm-ü Külsüm ve Rukayye, Hz. Hatice'nin kız kardeşinin kocasının kızlarıydı. Ama kız kardeşi ve kocası vefat ettikten sonra Hz. Hatice'nin kefaleti altına girmiş, daha sonra da Resulullah'la evlendikten sonra Resulullah'ın evine intikal etmiş ve Hz. Hatice'yle Resulullah'ın evlatlıkları sayılmışlardı. Fakat yeri olmadığı için, bu konudaki delilleri burada zikretmeği uygun görmüyoruz; isteyenler Kıble dergisinin 5. sayısına müracaat edebilirler.
              Yine meşhur "Kisa" (Aba) hadisinden bahsederken, abanın altına Selman'ın da alındığından bahsediyor ki Şii veya Sünni kaynaklı hiçbir nakilde böyle bir şey mevcut değildir. Elbette bazı hadislerde Resulullah'ın teşrifen "Selman biz Ehlibeyt'endir" sözü vardır ki bunun yazarın söylediğiyle bir alakası yoktur.
              Ayrıca Kur'an'dan getirdiği ayetlere verdiği yanlış yorumlardan öte, birçok açık hükümlü ve meşhur ayetten bile haberdar değil maalesef. Örneğin Peygamber'in eşleri hakkında "artık Peygamber'in onları boşayamayacağı, değiştiremeyeceği" hükmünden bahsediyor ki mihver olarak kabul ettiği Kur'an'a açık bir şekilde terstir. Zira Tahrim suresinde Resulullah'a komplo düzenleyen iki eşinden ve onların kalplerinin Hak'tan sapmasından bahsettikten sonra, onlara tehdit mahiyetinde şöyle buyuruyor:
              "Eğer o sizi boşarsa belki de Rabbi ona, sizden daha hayırlı, kendisini ALLAH'a teslim eden, inanan, gönülden itaat eden, tevbe eden, oruç tutan dul ve bakire eşler verir." (Tahrim, 5)
              İşe görüldüğü gibi bu ayet yazarın iddiasının tam tersini ortaya koyuyor. Yani Resulullah'ın eşlerini boşaması ve onların yerini başkalarıyla değiştirmesi caizdir. Eğer caiz olmasaydı, böyle bir tehdidin bir anlamı olmazdı.
              Bir yerde de yazar "Rab" kelimesinin "baba" anlamına geldiğini yazmıştır. Arapça bir kavram olan "Rab" kelimesinin baba anlamına geldiğini hangi Arap lügatine dayanarak yazdığını da gerçekten merak ediyoruz. Bizim baktığımız lügatlerde bu kelime için "efendi, sahip, eğitici" gibi manalar zikredilmiştir.

              7- Yazarın düştüğü hatalardan birisi de Şia'nın on iki İmamla birlikte Resulullah'ın bütün soyunun Ehlibeyt olduğuna inandığını söylemesidir. Oysa Şia kesinlikle böyle bir şeye inanmamaktadır. Şia sadece Hz. Fatıma'yla birlikte on iki İmamın Ehlibeyt kavramı altına girdiği düşüncesindedir. Bunu da yazarın yaptığı gibi indi yorumlara değil, hem Şii, hem de Sünni kaynaklarda geçen hadislere dayandırmaktadır."



              Selametle.

              ALLAH(cc)ın İzniyle Devam Edecek...
              “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

              Doğrusu ben Hür’üm
              Sizleri kılıçtan geçiririm.
              Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
              Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

              Yorum


                #37
                Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

                Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

                8- Makalenin sahibi bir taraftan "Ehlibeyt"in sadece Resulullah'ın zevceleri olduğunu vurgularken, diğer taraftan Ehlibeyt kavramına şimdiye kadar kimsenin getirmediği iki farklı yorum getirmekte ve dolayısıyla birbiriyle alakası olmayan üç ayrı görüş ortaya çıkmaktadır.
                Burada vurgulanması gereken husus şudur ki Kur'an'ın açık nassıyla (Nahl, 44) Kur'an'ın ilk ve en büyük müfessiri ve açıklayıcısı olan ALLAH Resulü'nün (s.a.a) ister Şii, isterse Sünni kaynaklı hiçbir hadisinde ALLAH Resulü Ehlibeyt'e bu üç manadan hiç birisini yüklememiştir. Tabii ALLAH Resulü diyorum, bazılarının (İkrime gibi) şahsi görüşlerini değil.
                Yazar, makalesinin bir bölümünde diyor ki:
                "Sözlükte "Ehlibeyt" tabiri "ev halkı, ailesi" demektir. Ayetlerde konu Hz. Peygamber'in eşleri olduğu için Ehlibeyt ile doğrudan doğruya "Hz. Peygamber'in eşleri" kastediliyor. Ortada henüz ne Hasan ne Hüseyin, ne de oniki imam vs. yoktur. Demek ki aslında Ehlibeyt Hz. Peygamber'in (s.a.v) eşleridir.
                İkinci dereceden ise onlardan doğan çocuklar, o çocuklarla evlenenler ve bu evliliklerden doğan çocuklar da bir örf olarak "beyt"den sayılırlar. Fakat bu "sayılmanın" doğuracağı dinî, hukukî ve özellikle de siyasî sonuçları bakımdan bir anlamı bulunmamaktadır."
                Söz konusu ayetlerde Resulullah'ın eşlerinin Ehlibeyt'ten sayılmasının yanlışlığı üzerinde ayriyeten duracağız. Ancak burada yazarın düştüğü bir iki yanlışı peşinen vurgulamadan geçemeyeceğiz. Diyor ki "Ortada henüz ne Hasan, ne Hüseyin ne oniki İmam vardı." Bu sözün yanlışlığını bizzat yazarın kendi sözlerinden ispatlamak mümkündür. Çünkü yazar yazısının bir bölümünde "Aba" hadisinden ve o olayda Resulullah'ın Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Selman'ı (!) abanın altına aldığından söz etmiş… Eğer gerçekten bu hadisleri kabul ediyorsa, söz konusu hadislerin bu ayetin inişiyle birlikte söylendiğini de kabul etmesi gerekir; çünkü aynı kaynaklar bunun böyle olduğunda müttefiktir. Demek ki bu ayet nazil olduğunda Hasan da vardı, Hüseyin de. Diğer İmamların isimlerinin geçmemesinin nedeni ise, henüz dünyada olmamalarıdır. Ancak başka hadislerde onlar da Ehlibeyt'ten sayılmışlardır.
                Diğer yanlış ise şudur ki ikinci paragrafta, "ikinci dereceden onlardan (zevcelerden) doğan çocuklar o çocuklarla evlenenler ve bu evliliklerden doğan çocuklar da bir örf olarak "beyt"den sayılırlar" diyor. Oysa Resulullah'ın hayatından az buçuk haberi olan kimse, şunu bilir ki ALLAH Resulü'nün Hz. Hatice'nin dışında hiçbir hanımından çocuğu olmamıştır. Bir tek Hz. Mariye annemizden İbrahim dünyaya gelmiş, o da iki üç yaşındayken vefat etmiştir. Hz. Hatice ise, bu ayet Medine'de nazil olduğunda çoktan (Mekke'de) vefat etmişti. İlginç olan şudur ki yazar bizzat ALLAH Resulü'nün Kur'an en yetkili açıklayıcısı olarak, Ehlibeyt'ten olduklarını tescil ettiği kimseleri Ehlibeyt'ten saymamasına karşılık, örfün bu konudaki teşhisini geçerli görüyor!"




                Selametle
                “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

                Doğrusu ben Hür’üm
                Sizleri kılıçtan geçiririm.
                Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
                Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

                Yorum


                  #38
                  Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

                  Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

                  9- Şimdi gelelim Ahzap suresindeki Ehlibeyt'in kimler olduğuna. Yazar ısrarla bunların sadece Resulullah'ın eşleri olduğunu söylüyor. Ancak bize göre bu görüş kesinlikle doğru değildir. Delillerine gelince:
                  a) Evvela bu görüş Şii'siyle Sünni'siyle bütün İslam âlimlerinin reddettiği bir görüştür. Zira Ehlisünnet alimleri, Resulullah'ın zevceleriyle birlikte Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in de Ehlibeyt'ten olduğunu kesinlikle kabul etmektedirler.

                  b) Ayetteki karineler "Ey Ehlibeyt" hitabının zevceler olmadığını gösteriyor. Şöyle ki bu cümleden önceki Resulullah'ın hanımlarıyla ilgili uyarılara başlarken "Ey Resulullah'ın hanımları" tabiri kullanılmıştır. Ama bu cümleye varınca tabiri değiştirmiş ve "Ey Ehlibeyt" diye hitap etmiştir. Eğer ikisinde de kastedilenlerin aynı şahıslar olduğunu söylersek, bu tabir değişikliği anlamsız olur.
                  Önceki ayetlerde ve bir sonraki ayette bütün zamirler istisnasız, müennes (kadınlara özgü) olarak kullanılmıştır. Bir tek bu cümleye gelince, aniden zamir değişmiş ve müzekker olarak kullanılmıştır. Eğer sadece zevcelere ait olduğunu söylersek, bu değişikliğin hiç ama hiçbir anlamı olmaz!

                  c) Zevcelere yönelik olan önceki ayetlerin hepsinde uyarı nitelikli hitaplar ve açıklamalar vardır. Ama Ehlibeyt kavramının kullanıldığı cümleye geçince, bu durumun tamamen değiştiğini ve uyarı hitabı, yerini senakarane bir hitaba bırakmıştır. Bu da zevcelerle alakalı olmadığını gösteren bir başka karinedir.

                  d) Bizim bu iddiamızı destekleyen en önemli delil ise, Kur'an'ın baş müfessiri olan Resulullah'ın bizzat kendisinin Ehlibeyt'ten maksadın kimler olduğunu açıklaması ve zevceleri bu şümulün dışında bırakmasıdır. Yazarın da kısaca değindiği ve Sünni kaynakların da muhtelif senetlerle naklettiği "Kisa" (Aba) hadisinde ALLAH Resulü abanın altında bulunan Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i kastederek "ALLAH'ım, bunlar benim Ehlibeyt'imdir; bunlardan her türlü ricsi (fenalığı-kötülüğü) uzaklaştır ve onları tertemiz kıl" buyurduğunda, Ümm-ü Seleme annemiz yaklaşarak abanın bir tarafını kaldırıp "Ya ResulALLAH, ben de girebilir miyim?" dediğinde, ALLAH Resulü onun elinden abayı çekerek "Dur yerinde, sen hayır üzeresin, ama Ehlibeyt'im bunlardır" buyurarak Hz. Ümm-ü Seleme'yi abanın içine ve dolayısıyla Ehlibeyt kavramının şümulüne dâhil etmemiştir! Her halükarda, önceden de değindiğimiz gibi Resulullah'ın zevcelerinin de Ehlibeyt'ten sayıldığını gösteren bir tek Nebevi hadis ve açıklama mevcut değildir. Bilakis bunu reddeden birçok açıklama vardır ki bu bölümde bununla yetinip bazılarına da son bölümde yer vereceğiz inşALLAH.
                  Burada bir itiraz olarak (bazılarının yaptığı gibi) "Hadisler Sünni kaynaklı olsa bile bizi ilgilendirmez. Getireceksen, Kur'an'dan delil getir" denilebilir. Buna cevabımız şudur ki evvela hadislerden önce Kur'ani delilleri ve karineleri ortaya koyduk. Saniyen yazar en az birkaç yerde bazı hadisleri şahit olarak göstermiştir. Bu da onun hadislere kısmi de olsa itibar ettiğini gösteriyor. Dolayısıyla burada yapacağı tek şey (yapabilirse eğer) hadisleri ulu orta reddetme yerine onların zayıf ve itibarsız olduğunu ispat etmektir. Aksi takdirde kendisi de hiçbir hadise istişhad etmemelidir.



                  Selametle
                  “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

                  Doğrusu ben Hür’üm
                  Sizleri kılıçtan geçiririm.
                  Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
                  Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

                  Yorum


                    #39
                    Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

                    "Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

                    İhsan Eliaçık'a verilen cevaba devam edelim inşALLAH.

                    10- Yine şöyle diyor:

                    "Fakat buna rağmen İslâm tarihinde ehl-i beytin kim olduğu ve ümmet içindeki konumlarının ne olması gerektiği konusunda derin tartışmalar ve bölünmeler ortaya çıkmıştır. Bütün mezhebi var oluşunu bu kavram üzerine bina eden Şiîliğin, bu kavrama çok özel bir anlam yükleyerek Kuran'da ele alınan anlamından çok ötelere taşıdığı söylenebilir."
                    Şiiliğin "Ehlibeyt" kavramına çok özel bir mana yükleyişi bir taraftan Kur'an'daki karinelere, diğer taraftan Kur'an-ı açıklamaya en yetkili mercii olan ALLAH Resulü'nün (s.a.a) açıklamalarına dayanmaktadır. Sizin yaptığınız açıklama ise maalesef ne Kur'an'dan nasip almıştır, ne de Sünnet'ten. Zira hadisleri bir kere tam anlamıyla devre dışı bırakmışsınız. Güya Kur'an'a dayandırdığınız şeyler ise hiçbir karine ve mesnede dayanmadan yapılan indi yorumlardır ve ne kadar köksüz ve gülünç olduğunu daha sonra yapacağımız açıklamalarla her kes görecektir inşALLAH.
                    Paragrafın devamında yazar maalesef makalesindeki asli hatasını bir kez daha tekrar ediyor ve Ehlibeyt'e verilen önem ve tanınan özel statünün sırf Resulullah'a olan nesebi (ırki) veya sebebi (evlilik bağı) yakınlıklarından kaynaklandığı saplantısından hareketle şöyle diyor:
                    "Meselâ Hz. Ömer (!) ve Hz. Osman da Hz. Peygamber'in damadı olmasına rağmen bu konuda Hz. Ali gibi görülmemişlerdir."
                    Oysa yaptığımız ve yapacağımız açıklamalardan anlaşılacağı üzere, başkalarının Hz. Ali veya diğer Ehlibeyt İmamları (bütün seyyidler veya peygamber soyu değil) gibi görülmemesinin altında ilim ve hikmete dayalı İlahi bir tasarruf söz konusudur. Tıpkı diğer bazı Peygamberler ve soyları, yakınlarında olduğu gibi. Dolayısıyla onları başkalarıyla aynı görmeyen Şiilik değil, bizzat ALLAH ve Resulü'dür. Tabii devamında "Şiîliğin bu konudaki yoğun söyleminin Sünnîliği de etkisi altına almasıyla bugün artık ehl-i beyt denince Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve onların soyu (oniki imam, seyyidler) akla gelmektedir" sözünün bir muhatabı da Sünniler olduğu için kendileri bu ithamı cevaplamaları gerekir. Ancak kaynaklardan ve müşterek hadislerden haberdar olan insaf ve izan sahibi her kes bunun kaynağının ALLAH ve Resulü'ne dayanan tasarruflar ve açıklamalar olduğunda tereddüt etmez. Dolayısıyla da yazarın "Oysa bunların Hz. Peygamber'in sırf "soyundan/sülbünden" geliyor olmalarının Kuran'ın anlamaya çalıştığımız mantığı açısından herhangi bir önemi yoktur" sözünün de hiçbir önemi yoktur. Zira malumu ilan gibi bir şeydir. Ancak Şiiliğin Ehlibeyt'e tanıdığı özel konumu böyle yorumlamak, ya bilgi kıtlığından kaynaklanmaktadır (ki yazar hakkında hüsn-i zannımız odur), ya da bir takım nefsani Saiklerden… "



                    Selametle
                    “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

                    Doğrusu ben Hür’üm
                    Sizleri kılıçtan geçiririm.
                    Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
                    Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

                      rabbim razı olsun güzel faydalı bir paylaşım
                      "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

                        İhsan Eliaçığın hezeyanlarına Latif açıklamalar getiren Musa Aydın hocamızı tebrik ediyoruz. Ayrıca buraya aktaran, aktarmayı da çok güzel bir tarzda yapan Hür kardeşimize de minnetttarız.
                        Bu arada İhsan Eliaçğıa şunu da sormak isteriz. Eğer Ehli Beyt olmakla Hanedanlık oluşuyorsa, Rasulullahın hanımlarına ehlibeyt ünvanı vermekle onlarıda hanedan, üstün ayrıcaklı kabul etmiş olmuyor musun? Ayrıcalıklığa Ehli Beyt söz konusu iken razı olmuyorsunda Rasulullahın hanımları olunca mı razı oluyorsun.
                        Gerek şii gerek sünni sahih ve mütevatir rivayetlerle Rasullahın iki büyük emanet bıraktığı güneş gibi bir hakikattir. O da Ben size iki büyük emanet bırakıyorum, biri Kuran diğeri ehlibeytimdir.
                        Bırakılan emanet insanlığın son dakikasına kadar insanlara müslümanlara lazımdır, onlara yol göstermelidir. Peki bu gün yaşayan Rasulullahın bir tek hanımı var mıdır. Üstüne üstlük, İmamet ve Liderlik Allah tealanın kendi iradesi ile erkeklere verilmiş bir ünvandır. Bütün imam peygamberler erkektir. İşlerini, umurunu (toplumsal, sosyal, siyasi ve liderlik gerektiren imamet meselesi hakkında) kadınlara bırakan toplumların iflah olmayacağı yönünde de hadisler varken.
                        Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
                        Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

                        Yorum

                        YUKARI ÇIK
                        Çalışıyor...
                        X