Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

    Ehlibeytin haremi olan Kum aşıkı muhterem hocam, yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Çok güzel ve geniş bir şekilde anlatıyorsunuz, Allah razı olsun. Aslında herkes gittiği ziyaret yerlerini sizin gibi anlatsa sonradan gidenler için de bir klavuzluk ve kolaylık olur. Bunun için bir bölüm açılırsa bence faydalı olur.
    Yazınızın bir yerinde şöyle demişsiniz: "Hele siyah sarıklı Seyyidlerin namazlarında bir başka huşu görüyorsunuz. herkes otururken sanrım onlar nafile kılıyorlar, namazlarına devam ediyorlar. ayakta dualar ediyorlar. anlamını hala bilmediğim bir davranış olarak seyyidin biri namazdan sonra dua ederken kıbleden dönüp ters tarafa doğru da yöneldi ve bir şeyler okudu."

    Namazdan sonra genellikle namaz kıldıran İmam cemaatle birlikte ayağa kalkarak 14 masuma selam verirler. İmam Rıza'nın (a.s) haremi ters yönde yani arka tarafta kaldığı için arkaya dönüp İmam Rıza'ya da ayriyeten selam verirler. Sırtları dönük bir şekilde İmama selam vermeleri ahlaken doğru değildir. İşte bundan dolayı İmamın haremine doğru dönüp ona selam verirler.
    عاشق اگر رنگی از معشوق نگیرد در عشق خودش صادق نیست

    Yorum


      #32
      Ynt: Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

      çok değerli üstadım, bu güzel açıklamalarından dolayı Allah razı olsun. ben tahmin etmiştim ama emin gerçeği bilmediğim için yazmak istemedim. Dediğinize uygun olacak şekilde bu bir selamlama işareti idi.

      Rabbim Ehlibeyt mektebindeki bu temiz ahlakı ve uygulamaları diğer ekollere de nasip etsin..

      dediğiniz gibi sitede ziyaretler bölümü açılması ve herkesin ziyaretteki duygularını ifade etmesinin faydası konusunda size katılıyorum..

      çok güzel ve geniş anlatma konusuna gelince,

      aslında ben gezi anlatma konusunda en dar ve yeteneksiz insanlardan biriyimdir. gezip gördüğün yerleri anlat deseler asla anlatacak bir şey bulamazdım başka geziler için. Örneğin bir memleketten istanbula gitmiştik yengemle birlikte. istanbula ulaştığımızda dediler nasıl geçti yolculuğunuz.. ben hiiç iyiydi dedim. Yengem bi başladı anlatmaya. ben hiç bir şey bulamazken anlatacak o hiç bir ayrıntıyı kaçırmamış ve o anlattıkça ben hatırlıyordum evet ya böyle olmuştu diye..

      demek ki insan değer verdiği alanda bir şeyleri görüp dikkat ediyor. Ehlibeyt haremi Kumda gördüklerim ve yaşadıklarım o kadar güzeldi ki hala burda boş kalıp da hayale daldığımda oraları düşünürüm ve içimde bu güzel medeniyeti görmeye dayalı bir mutluluk, ayrılıktan dolayı hüzün, bu güzel olayı düşünmekten dolayı yüzümde gülümseme oluşur..

      Rabbim bize o mukaddes yerlerde İmam Zaman a.f.'e asker olmayı ve oralarda yaşamayı nasip etsin..

      Yorum


        #33
        Ynt: Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

        [quote author=Rehbere_Sevdali link=topic=15936.msg99816#msg99816 date=1281700595]
        :al.razı olsun iinşALLAH ziyareti bir gün bize de nasip olur
        [/quote]

        Yorum


          #34
          Ynt: Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

          Kum'u yazmak bizim gibi aciz insanlara kaldıysa, vay halimize ki, dev okyanusun bir hortumla ne kadarı boşaltılır ki, biz Kum gibi ilahi lütufların ne kadarının sağnak sağnak indiği bu cennet mekanı tanıtalım. ve ne kadar dünyaya ait bu sığ ruhsuz insan eli kelimler sesler ve yine beşer üretimi ve dar kalıplarına mahkum anlamlara sığdırabilelim..

          ancak var mı başka yolu. bu dünyada kaldığımız sürece işte bunlarla idare edeceğiz. belki ilahi güzellikler mekanı cennette diyeceğimiz: biz bunların benzerlerini dünyadayken de tatmıştık.. işte bu nimetlerin en çok bahşedildiği mekan Kum

          Şehid Ali Şeriatinin özgür ve özgün ruhunu anlattığı Kevirinde, çöl tasvirleri gibi biz de Kum'u böylesine ruhumuzun cuş-u huruşa durduğu yer, duygularımızın, tağutun çepeçevre sınırladığı inadına coşkun isyanımızın anlam kazandığı ve amacına ulaştığı ideal bir yer Kum. bir model şehir. bir medeniyet merkezi. İlim diyarı. Meleklerin yer yüzüne dağılma yeridir desek şu teşbihlerle iş gördüğümüz alemde sanırım hata yapmış olmayız..

          muhteşem bir yolculuk diye mail almıştım. bir ağaç yaprağının git gide uzaklaşan mesafeden görüntüsü üzerine kurgulanan bir anlatım. yaprağın 10 m, sonra 100 m, ardından 1km sonra 10km, 100km uzağı, falan diye git gide uzaklaşan bir yolculuk. önce dünya kayboluyor uzaktan bakıldıkça sonra güneş sonra samanyolu galaksisi çıkıyor ve sonunda insan hayali bir yıldızlar kümesi görüntüsü çiziyor. bu kez tersine aynı yolculuk yapılıyor. aynı yaprağa yaklaşılıyor sıfır m görüntüsü 10 m büyütülmüşü 100 m, sonra 1 km sonra 10 km diye gidiyor. ve artık hücreler çekirdek falan sonunda gelinen noktada mikro aleme doğru gidildiğinde insan hayalinin ulaşabildiği son galaksiler alemindek görüntü ile aynı görüntü çıkıyor. renkler aynı...

          insanın iç dünyasına doğru öylesine bir derinlik var ki bunu ben taşındığım iki evi kıyasladığımda anladım..

          istanbula ilk geldiğimde bir eve girdim giriş üst yoldan giriş kat alt yoldan birinci kat bir evimiz. alt taraftan bahçemiz vardı. yere çok yakın olan balkondan incir ağacının yaprakları görünürdü. karşıda hemen apartmanlar ufuk yok görüş açısı dar. ancak başını balkondan az uzatsan oturduğun yerden incir ağacının toprağa bağlandığı o küçücük hayat veren bahçe..

          bu evde dışarıya yayılmayan dikkatim, kendi iç alemime derinlemesine inmeme neden oldu. ve bu evde müthiş duygu dolu şiirler yazdım. gün geldi ordan 5. kattaki bir daireye taşındım. tepede şehir ayağımın altındaydı. balkona çıktım harika bir görüntü vardı hele geceleri ışıklar o kadar güzel görünüyordu ki yıldızlar gibi..

          dedim burda daha fazla şiir yazarım...ama hiç de dediğim gibi çımadı. bir türlü iç alemime inemedim, iç dünyamda gezinip de o sanatın üretildiği duygu dünyamı harekete geçiremedim. bir tne bile şiir çıkmadı.. çünkü gözlerim dış alemde yeterince meşgul olack manzaralar görüyordu..

          işte Kum insanın yaratılış gayesi ile iç alemini keşfedebileceği, dünya nimetleri ve geçici zevklerine hitap etmeyen bir çöl ortası yer olması hasebiyle müthiş bir imkan sunmakta Hak aşıklarına.. ne onların nefislerinn şımaracağı bir deniz veya sahili var ne de gidip şöyle dünya nimetlerine dalabilecekleri yeşilimsi ormanı.. (en azındn ben görmedim) belki de ilime uzak olanlar için, sırf okumak ve öğrenmek için açılmış açık ceza evi betimlemesi uygun düşmekte..

          bu şartlar altında Kum'da anlam arayışına girmiş sünni kardeşlerle Hızır ((((a.s.)).)). tepesinden indikten sonra orda bir merasim olduğunu gördük. bir hatip konuşuyordu, cemaat açık hava altında toplanmış akşam azalmış sıcaklıktan istifade bir şeyler yaşamanın tadında idi. arkadaşlar taksi bulunmaz geç kalırsak diye tepede fazla durmadılar ama indiğimizde aşağının taksi kaynadığını gördük. ve tabi bir arkadaşın: ilahi korosu sunusu varmış hadi gidip izleyelim demesine bir tek ben olumlu yanıt verdim, bize izin çıktı.

          ikimiz gittik insanların en önüne henüz daha yeni dizilmiş korunun tam karşısında boş bulduğumuz bir yere bağdaş kurduk. herkes öyleydi..

          bir ara uzaktan ezan sesini andıran bir ses duyunca ani düşünce refleksiyle, tüh ya bu güzel manzara şimdi kesilecek ara verilecek bu duygu seline, ezan okunurken kesilecek.. sanki türkiyedeymişim gibi tam böyle düşünürken, birden içimde bir ferahlama yüzümde bir gülücük beliriverdi. dedim kendini Türkiyede mi sanıyorsun.sanki İslam inkılabında camiyle dış alem farklı ve uyuşmazlık mı var. cami başka dışarısı başka alemde mi. Burası öyle güzel bir durumda ki dinle hayat uyumlu ve paralel. burdaki insanlar zaten namaz vakti camide namazda olurlar ya da namaz burada bu programla uyumlu şekilde planlanır. Laik seküler sistemde cami hayatın dışına itildiği için iğreti durur günlük yaşamda, programların ortasında aniden ezan sesi böler programı, ve her zaman hayatla din arasında çatışma yaşanır. Oysa İslam inkılabında zaten hayat caminin ve dinin elinde emrinde ona göre düzenlenmiştir.. görevi olan görevini yapmıştır dini olarak..

          birde sıyrıldım düşüncelerden geri ortama döndüm. konuşmalar tamamen farsça olduğu için hiç bir şey anlamıyordum. ama müziğin dili evrensel olduğundan bir an önce başlasın istiyordum. ve koro nihayet başladı sunumuna..

          ilk kez böylesine canlı bir performans izliyordum. korodaki küçük çocukların kendilerini okumaya konsantra etmek için gurur dolu duruşları boşuna değilmiş.. kimdi bunlar ne söylüyorlardı hiç bir bilgimiz yoktu. ancak yaşları 10 ile 30 arasında değişen 20 kadar takım elbise temiz giyimli ancak saçları bizdeki gibi hippi tipli olmayan gençlerden oluşuyordu koro. üç dört tane mikrofon vardı. 4-5 tane marş söylediler.

          ama ne söylediler. bir kere bedava ve böylesine rastlantı olması bizim için adeta bir sürpriz hediye idi sanki Hızır ((a.s.)).ca hazırlanmış.

          çocuklar önde büyükler arkada. ince sesler kalın sesler, bir gurup tizde yüksek sesle diğer bir grup arkadan tok sesle vokalde ve bu her zaman değişiyor. mikrofonu öyle ayarlıyorlar ki sesler cırtlak çıkmıyor. uzaktan gelmesi gereken ses öyle geliyor. ve uyumsuzluk hiç yok.. bu kadar çeşitli sesi bu kadar orjinal şekilde harmanlayabilmek, o nağmeleri ve uyumu sağlayabilmek ya olağanüstü bir başarı ya çook uzun bir çalışmanın eseri olsa gerek.

          konser bittikten sonra biz nefes aldığımızı anımsadık. evet dünyadaydık ve nefes alıyormuşuz.. farsça bilen kılavuzumuz birinci marşın Rahmetli İmam Humeyni için ikincisinin İslam inılabı ve üçüncüsünün de İmam Mehdi a.f. için söylendiğini sözlerinin onlarla ilgili anlattı.

          Devrim yapacak bir milleti ben marşlarından tanırım sözümü bir kez daha hatırladım. Devrim sürecinde şehidler ardından söylenen ağıtların bestelendiği o müthiş duygu dolu besteler, farsçanın şiir musiki uyumlu ahenkli ses yapısı, mazlum yanık şianın dert dolu söyleyişleriyle birleştiğinde taa uzakta hiç alakasız devrimden haberi olmayan insanın bile yüreğini harekete geçiren uyuşmuş damarları inkılap için açıp alevleyen bir etki oluşturuyordu. o yüzden Türkiye'de marşlar sun'i taklidi zahiri sığ ruhsuz uyduruk ve taklitçi geliyor, "devrime daha çok var. çünkü bu marşlar acılardan kaynaklanmıyor" diyorduk.. devrim sürecini izleyen yıllarda.. bu yüzden bu sözleri uzun yıllar sonra yeniden anımsamıştım..

          Öğrenci arkadaş hemen yarım yamalak farsçasıyla gurubun hocasını konuştururken, kılavuzumuz da yetişmiş aramızda duygu akışını kelimelere dökmeye başlamıştı bile. biz teşekkür ettik övgü dolu sözlerle kendisini takdir ettik. bu harikulade dinleti için.. ve arkadaş telefonunu alarak kendilerini mutlaka Türkiye'de bir programa çağıracaklarını söyleyince hoca, ama biz dedi hep farsça söyleriz siz sıkılablirsiniz.. oysa hoca bilmiyordu ki bizde bir inkılap ateşi vardı ki nice iranlı şiilerde bile olmayan..

          ben de eğer dedim bu gurubu çağırırsanız mutlaka benim de haberim olsun öğrenci arkadaşa.. bu anı tekrar yaşamak için çok şeyden geçerim...

          Yorum


            #35
            Ynt: Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

            ulaşımın ucuz olduğu iranda genelde her yere taksiyle gittiğimiz için rahat gibi gelse de bana, otobüsle gidenleri düşünmeye başladım. onlar belki de yeterli paraları olmadığından otobüse mecburdular. bir anda Türkiye'de halkla birlikte otobüse binmeyip kendini seçkin gören hatta böyle gördüğünü bile unutan zenginler gibi mi yaşıyorum diye düşündüm. ve yaptıklarımızdan utandım. Çünkü o otobüse binen insanlar belki de iran'ın en seçkin insanlarıydılar. İranda yaşamak Ehlibeyt izinin bulunduğu Mehdi a.f.'in kıyam memleketinde yaşamak zaten başlı başına bir üstünlük nedeni sayılabilirdi Allah katında. Ama bir de iranda yaşayanların en üstünü olmak vardı işin içinde. ve bu duygularla tek başıma Harem'e gitmek istediğimde otobüsü kullandım.

            Ön tarafta erkekler arkada kadınlar oturuyordu. bilet ya da akbil uygulaması olmadığından ve dolmuştaki gibi para uzatma olayı bulunmadığından otobüsten inilirken ödeniyordu ücret. kadınlar orta kapıdan binip iniyor, indikten sonra öne şoföre gelerek parayı uzatıyorlardı. bir biniş 100 tümendi galiba. sıfırlara alışamadan döndüğümüz için yani tr parasıyla 15 kuruş ediyordu. türkiye'de sıkışık halde kadın erkek karışık birbirini ezercesine ve her türlü rezalet içerisindeki otobüsleri düşündüm. Oysa iranda ne kadar temizdi. önde erkekler arkada kadınlar ancak sanırım bu uygulama Kum'a mahsustuç çünkü tahranda kadınlar önde erkekler arkada biniyordu..

            türkiyede erkeklere dokunmadan rahat bir şekilde yolculuk etmek isteyen bayan bile bu rezaletten kurtulamıyor sağındaki solundaki erkeklerin yeri gelirse tacizinden kurtulamıyorken İranda insan vicdanının rahat edeceği şekilde tertemiz bir yolculuk ediliyordu.

            taksilerde ise bazen çok güzel iran müziği çalıyordu. bu ağıt uzun hava karışımı iran müziği yolculuğa mistik bir hava bile katıyor insanı ruhunun derinliklerinde yol boyu seyahata çıkarıyordu..

            böyle bir müzik eşliğinde Kum'dan tahrana gidişiniz, yolda tahrana yakın yerde Ruhullahil Humeyni yazılı ve büyük resminin bulunduğu yerde mola verip O çağın Müthiş kıyam erinin sakin bir şeklde yattığı(?) yeri ziyaret edişiniz iran ziyaretinde unutulmaz iz bırakıyordu. belki de yılların özlemleri ile biriktirdiğiniz hasreti saygıyı bağlılığı iletiyordunuz kısa süren ziyaretinizde.

            Sünni kardeşlerimiz için İmamet inancı sabit bulunmadığından, Humeyni ziyareti İmam Rıza a.s.'dan daha ileri gelebilmekteydi. Onlar bu ziyarete İran'ın belki de dünyanın en önemli ziyareti olarak bakarken, biz şiiler için bu derece öneme haiz değildi. Zaten Hz. Humeyni (r.a.) de bu düşünce sebebiyle kabrinin Kum ile İran arasında bir yere yapılmasını vasiyet etmişti. Kum'daki Fatımei Masume (r.a.)'ın haremini çok sevdiğinde kuşku olmayan İmam Humeyni r.a. oraya gömülmesini istememişti. bunda Hz. Masume'nin ziyaretine saygısızlık edilebileceği onun ziyaretinin önemsenmesi gerektiği düşüncesi vardı.

            Ve böylece İmam'ın kabrini ziyaret ettik. Daha inşa halinde idi bir çok bölümü. yapıldığında çok geniş bir ziyaret mekanı olacaktı. Rahmetli İmamın vefakar eşine de saygı dolu selamlarımızı Kur'an ve dualarımızı iletmeyi ihmal etmedik. Çünkü her başarılı erkeğin ardında başarılı bir eşi vardı...

            İmam'ın ziyaretinin ardından şehitler mezarlığı olan Beheşti Zehra'ya geçtik. mezarlıklar siyah beyaz sakalsız şah dönemi şehidleriyle doluydu. belki de şu an övündüğümüz ve Allah'ın büyük bir nimeti olarak gördüğümüz İslam inkılabı bu mazlum şehid ruhların etleri ve kemileri üzerinde yükselmişti. onları fedakar ve yürekli duruşları sayesinde bu gün bizim nesil Allah'ın şeriat ve Ehlibeyt nimetinden kana kana istifade ediyordu. Onlara ne kadar teşekkür dua sunsak azdı..

            Beeheşti Zehrada tek başına kalacak ağlayıp da ağlayacaktın. seni acele çağıran gurubun da yetiştirmen gereken planların ve zamanın da olmayacaktı. hepsini dürüp bir kirli bohça gibi dünyanın en aşağı dünyanın elinin yetişemeyeceği kuyusuna atacaktın. ve oturup o kimsesiz mazlum garip şehitlerle başbaşa bir süre kalacaktın. öylece onların taze kanları arasında. Allah'ın laneti Şah'ın tanklarının Kum'da üzerine üzerine yürüdüğü onbeş bin insanın cesetleri arasında. Şahit olacaktın çağın vahşiliğine, insanoğlunun ihtiras ve hırslarının sonu gelmez acımasızlığına. şiir karalamayacaktın. kendine acımayacaktın sürdüğün hayvanca ruhsuz yaşamından dolayı. bunların hiç biri o anda Allah rızasından başka hiç bir amaç taşımayan, Allah'tan başka hiç bir güç karşısında eğilmeyen, eğilmediği için tankların altında kırılan o mazlum ruhların ne oldu da bu cesareti aldılar nereden aldılar diye düşünecektin. Dünyada hangi felsefe ideoloji din ya da bilmem neyin böylesine bir meydanda oturmuş üzerine gelen tanklardan kaçmamayı kemikleri çatırdayanları görmesine rağmen korkmamayı sağladığını düşünecektin.. hangi Tanrı'nın bu kadar bağlısı olduğunu soracaktın çağın büyüklenmiş sahte güç bozuntularına.. tam ortasında durup Beheştizehranın. belki tutamazdın göz yaşlarını işte o zaman. hiç tanımadığın o mazlum ruhların dip diri olup inkılabı nasıl koruduklarını görebilirdin işte o zaman. Onca dünyanın üzerine çullanıp tüm maddi manevi hile güç ve çabalarını yoğunlaştırdıkları bir coğrafyada niçin Ehlibeyt devriminin yıkılamadığını görebilirdin o zaman belki. Belki ölü yaşyanların değil şehid dirilerin bu inkılabını koruduğunu, öyle miskin miskin mezarlarında yatmadıklarını görürdün.. işte o zaman..

            istersen dökme göz yaşlarını. istersen de ki bizim Türkiyedeki islamımız en iyi islam. ister bizim medeniyetimiz de daha iyi çökmüş olduğu halde..

            ama bir dur de ki madem sizin de 250bin şehidiniz vardı neden böylesine din namus düşmanlarına bıraktınız uğrunda öldüğünüz vatanınızı.. neden korumadınız beheştizehra şehidleri gibi.. neredeydiniz yoksa öldünüz mü! diye...

            işte o zaman anlardın belki bir hareketin ehlibeyt yolunda mı olması gerektiğini yoksa yetkisiz sahte alimlerin, tağutla işbirliği yapmış saray kullarının mı...

            öyle bir nur yükselirdi ki beheştizehradan mahzunluk estirirdi her yanına iran ülkesinin. ve her doğan çocuk adeta saygıyla eğilirdi bu aşk ateşi önünde.. her yerde sanki kıyam için tohum ekilmiş hayat pınarlarının kanalları tüm ülkeye yayılmış görürdün. Geleceğe dair kaygı değil güven oluşurdu da kendi kurtuluşunun bu müthiş pınardan beslenmek için bu kutsal ülkeye göçte bulurdun. Bir gün nasıl olsa buradan başlayacak İmam zaman a.f.'in kıyamı. Bu kıyama burdan katılanlar olacak. öyleyse ben olmasam bile çocuklarım katılsınlar için burda yaşamalıyım diye düşünürdün. onca sahipsiz kimsesi kalmamış beheşti zehra şehitleri arasında onların bakışlar arasında... belki de kimsesiz olan sen olduğunu görürdün...

            Yorum


              #36
              Ynt: Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

              İran'a seyahat diyemeyeceğim çünkü bu benim için daha çok bir özlem göçü, bir kutsal ziyaret idi. şii olduktan sonra bam başka bir dünya olan İmamların dünyasına giriyor ve doğal olarak Onların kabirlerini ziyaret en büyük özlemlerinizden biri oluyor. İşte iran ziyaretimin en büyük nedenleriden biri belki de en büyüğü 8. Ehlibeyt İmamı Ali b. Musa Rıza a.s.'ın haremini ziyaret idi. bunun için gün sayıyorduk çünkü planımızda Kum'daki İmam Zaman a.f.'in doğum gününü idrak edip sonra Meşhed'e geçmek vardı. Gün sayıyorduk saymasına ama bir yandan da Qum'da geçirdiğimiz zamanı ganimet bilip ruhi arınma, zihinsel eğitim ve bilgilenme gibi süreçlerimizle günlerimiz dolu dolu geçiyordu. (şimdi yeniden canlandı gözümde o cennetimsi günler olan Kum'daki geçen günlerim, aaah ah)

              gece ya da gündüz fark etmez yeter ki olumlu yanıt alalım Kutsal Ehlibeyt mektebinin değerli alimleriyle görüşmelerimiz devam ediyordu. gerçi yaz tatili dolayısıyla medreseler kapalıydı ama yine de kalanlarla bulup yaptığımız sohbetler gönlümüzün mana ve ilim nuruyla yıkanması için yetiyordu.

              uzaktan sokaklarda gördüğümüz sarıklı cübbeli alim ya da seyyidlerin yanlarına gidiyor onlarla musafaha ediyor çay içiyor sohbet ediyor zaman zaman tartışma ortamlarında kendimizi buluyorduk. Ben hiç bir zaman onlarla tartışma yanlısı olmasam da ilahiyatçı arkadaşlardaki yoğun ilim aşkı nedeniyle hemen hemen hiç bir mecliste tartışma olmadı desem yeridir. Ancak sayın değerli alimimiz Fahrettin Altan ile gittiğimiz Ağayı Seyyid Ali Hüseyni'nin sohbeti çok hoştu. Seyyid bizi sorumlusu bulunduğu bir külliyeye ait bir odada ağırladı başta. orda çok hoş sohbet ettik. Ağa'nın, Fahrettin Altan ile mizah dolu kısa hoş tartışmaları, yine Ağanın, en çetin ilmi sorunlara ve sorularımıza verdiği samimi içten hoş cevapları, işte şia gerçeği budur dememize vesile oluyor ve bu açık yürekli mektebin Allah'ın izni ile sorunların farkında ve hiç bir zaman altında olmayıp onları zararsız halde tutacağına dair uyanık bir ruhi teyakkuzda olduğunu gösteriyordu. Bu da bizi rahatlatmaya yetiyordu..

              Sonra Ağalarımız bizi başka bir yerdeki meclise götürdüler. bir adağın kesildiği (yanlış hatırlamıyorsam umre ziyareti dönüşü sebebiyle) yemekli bir sohbetti. başka çok değerli seyyidler alimler de geldiler. ve daha da önemlisi Kum'da halen görevli bir kadı toplantıya teşrif etmişti. İlahiyatçı sünni arkadaşımız tam fırsatını bulmuşken hemen, her an anlatmaktan zevk aldığı bir bilgiye dayalı sorusunu sordu kadıya...

              Arkadaşımız Hz. Masume'nin kabrinde azeri bir görevli bulur ve onunla görevleri hakkında ve kafasındaki soru ile ilgili konuşur. Haremde şianın farkını Ehlibeyt mektebinin üstünlüğünü değil, diğer ekollele kıyaslanmazlığını belgeleyen sayısız bir olaydır konu. örneğin suud vahhabi kontrolündeki kutsal mekanlarımız Peygamberimiz s.a.a.'in pak ravzasına gidersiniz orda bir kaç dakika dua ve ağlama, o Nebiye arzuhal arzusunda bulunsanız vahhabi görevli hacı şirk şikr der sizi oradan uzaklaşır ne maneviyat bırakır ne ihlas ne saygı.. hatta eğer biraz daha ısrar ederseniz zor kullanma bile olabilmektedir. bir karıncanın bile incitilmesinin yasak olup bir ot koparmanın haram olduğu kutsal ihram alanlarında kabenin yakınlarında sanırım 87 yılındaydı iranlı hacılardan 600 kadarı bu vahşi suud polislerince şehid edilmişlerdi.. hem de kutsal ihram içinde hac görevlerini yerine getirirken.

              Ama Mehdi a.f.'in kıyam yurdu olan Kum'da ya da diğer imamların haremlerinde görevlilerin ellerinde, tüylerle kaplanmış bir mt uzunluğunda değnekler var. tıpkı bizim dükkanlarda ayakkabı ya da diğer mobilyaların tozunu almak için pratik olarak kullanılan her yanının rengarenk uzun tüylerle kaplandığı türden bir araç. görevlilerin ellerinde onlardan var. arkadaşımız soruyor bu nedir ne işe yarıyor diye, görevli bu diyor hem bizim görevli olduğumuzu ve kuralları işlettiğimizi gösterir hem de bu acıtmaz, uyarı gereken yerlerde uyarılarımızı bununla yaparız.

              mekan kutsal da olsa insanlar çeşitli, her milletten türden belki de inançtan insanlara açık yüz binlerin uğradığı mekan. elbette oranın da huzur içnde ziyaret edilebilmesi için kurallara ihtiyacı var. ve her kuralın olduğu yerde ihlal de mutlaka olur tecrübesi nedeniyle bu kuralları uygulayan görevliler bulunmakta. örneğin haremde kabir çok kalabalık olduğu için insanlar oraya değmek istiyorlar. herkes birbirini iterek oraya ulaşmak istiyor. bu arada babalar çocuklarını omuzlarına almışlar o mübarek mekana değmeleri ve teberrük etmeleri için oraya ulaşmak istiyorlar. bu kalabalık nedeniyle mümkün olmayınca omuzlarındaki çocukları yabancı hiç tanımadıkları insanların üzerinden doğru haremin parmaklıklarına değdirmek ulaştırmak için uzatıyorlar. işte başkalarını rahatsız eden bu davranışa engel olmak için yakındaki görevli elindeki tüylü değnek ile onu uyarıyor..

              bizim hoca bu açıklamayı öğrendikten sonra kafasındaki soruyu soruyor diyor ki, diyelim size bir hristiyan geldi, dedi ki ben başımı kapamayacağım ne yaparsınız (genel olarak irandaki ahlak polisinin görev alanınına ait bir alanı ve bu görevin nasıl icra edildiğini soruyor) görevli uyarırım başını örtmesi gerektiğini burada kuralların bu olduğunu söylerim diyor. arkadaş, diyelim ki ben hristiyanım sizin dininiz beni ilgilendirmez örtünmeyeceğim dedi, ne yaparsınız, ben o zaman kadıya götürür teslim ederim, eline kelepçe vurup gerekirse.. illa da direniyorsa,... kadı ne yapar diye sorunca, onu ben bilmem benim işim onu kadıya teslim etmektir diyor..

              hoca arkadaşımız konunun buradan ilerisini yetkili kadıyı bulmuşken sordu.. adam böyle dedi size teslim etti siz bu gayri müslime ne yaparsınız? kadı eğer suçunda direniyorsa şallah cezası veririz. yani şallah iranda şer'i kuralları çiğneyenlere verilen sopa cezasına deniyor. bu sopa cinsel organları ve baş hariç vücudun diğer yerlerine vurulurmuş. sözü edilen bayana yanlış hatırlamıyorsam 40 adet şallah vurulurmuş..

              Hoca devam etti , ama bunun İslam tarihinden Peygamber döneminden uygulandığına dair bir rivayete ben rastlamadım böyle bir şeyin olduğuna dair bir deliliniz var mı? deyince de bu kez kadı dedi benim görev alanım buraya kadar ben şallah hükmünü veririm görevim biter buradan ötesi ağaların (meclisimizde bulunan çok değerli alim Seyyidleri işaret etti) görevi ve bilgisi dahilinde... espirilerle karışık olarak..

              biz sorularımıza bu mecliste devam ettik. Her ne kadar kadı azerice bilse ya da bizim arkadaşlar arapça bilseler de bazen frekanslar uyuşmuyor ve ortak bilinmeyen kelimeler çıkabiliyordu. bu nedenle ağayı Fahrettin bizim aramızda tercümanlık yapmaya başladı. bizm sorularımızı farsça olarak kadıya çevirdi onun farsça cevaplarını bize türkçe iletti. yine onlar da türkiye ile ilgili merak ettiklerini sordular biz de onlara bilgi verdik.

              kadıya irandaki hukuk sisteminin genel olarak mantığı, yapılanması, işleyişi, ve en sık karşılaşılan suçlarla bunların nedenleri üzerinde konuştuk. Tabi tüm bu konuşmalar çökmüş laik sistem türkiye medeniyeti ile kıyam ülkesi arasındaki büyük farkı ortaya çıkaracak türden kıyaslamaları da barındırıyordu.

              iranda mahkemeler en çok dört ayda sonuçlanıyordu. bir iki ayda sonuçlanan davalar çoğunluktaydı. türkiyedeki gibi yıllar süren davalarla hiç çözülemeyen faili meçhuller yoktu iranda. yine türkiyedeki gibi suç türlerine göre mahkemeler sınıflanmıştı. devlete karşı işlenenler, insanlara karşı işlenenler ya da suç türlerine göre. mahiyetini tam kavrayamadığımız orda da millet vekilleri ve devlet adamlarının her mahkemece yargılanmayıp onlar için ayrı mahkemelerin kurulu olması ve dava açmanın ayrı prosedürünün bulunmasıydı. Acaba Peygamber s.a.a. ve emirul mu'minin Ali a.s.'ın zamanında nüfus bu kadar kalabalık ve ilişkiler bu kadar karmaşık olmadığı için mi sıradan bir vatandaşla bir makam sahibi aynı mahkemede yargılanıyordu da Mehdi a.f. ülkesinde bu ayırım vardı? bu konu araştırmamızda cevaplanmayan bir nokta olarak kaldı.

              yine bir eksiklik olarak kalan bir dğer nokta, otobüste gelirken gördüğümüz haksızlığı şikayet etmek istediğimizde, otobüs firmalarının bir çoğunun Haşimi Rafsancaninin akrabalarına ait olması sebebiyle bunlara pek bir şey yapılamaması konusu idi. gerçi bunu orada dile getirmedik ve bu konuda bir şikayet girişiminde bulunmamamız oranın hukuki yapısından kaynaklanmıyordu tam olarak. çünkü bize bu açıklamayı klavuzumuz ne sonuç alacaksınız ki şeklinde böyle cevaplamıştı.

              sokaklardan da edindiğimiz intiba iranda şeriat sisteminin halk tarafından benimsenip tam olarak oturduğuydu. Kuruluşu çok daha uzun bir süreye dayanmasına rağmen devlet rejimi korumak için Türkiye'de irandakinden daha çok güce tedbire baş vurmak zorunda kalıyordu. Türkiye'de adım başı poli ve çok sayıda askeri tesise rastlarken iranda bunlara rastlamanız sık değil neredeyse hiç asker yok polisse çok az. biz hiç bir kadının uyarı aldığını ve baskı ile örtündüğünü görmedik. hani sistem benimsenmemiş olsa ara sokaklarda kadınlar polis görmüyor deyip baş örtülerini atabilirler ama buna hiç rastlamadık. bu da sistemin artık oturduğunun en büyük göstergesi idi..

              İran'da en çok görülen suç türünü ve en çok hangi cezanın verildiğini sorduk. ben fuhuş alanında en çok suç işleneceğini bekliyordum. Çünkü türkiyede şeri yasalar hakim olsa en çok bu alanda aksamalar ve cezalar olurdu. ancak orada fuhuş alanında suçlar çok az olup daha çok uyuşturucu suçlarına rastlanıyormuş. şaşkınlığımızı gidermek için açıklama istedik bu nasıl olur diye. meğer ki ABD büyük şeytanı Afganistanı işgal edince, dünyanın uyuşturucu deposu olan bu ülkedeki bu pazarı ele geçirmiş. Ve uyuşturucuyu dünya pazarına yayarken geçit yolu olarak iranı kullanıyormuş. bu arada da iranlı gençleri uyuşturucuya alıştırıp toplumu bu yolla devrimden koparmaya ve ifsat etmeye uğraşıyor bu alanda akla hayale gelmedik planlar icra ediyormuş. gençlere bedava uyuştucu dağıtırlarmış.

              böylece ABD'nin Afganistanı neden işgal ettiğini de anlamış oluyorduk. İran'ın hukuk alanındaki bir çok yönünü de incelediğimiz bu oturum bizim için çok faydalı ve aydınlatıcı bir konuşma olmuştu. Rabbim bu seçkin ülkeyi suçların ve suçluların şerrinden korusun.

              Yorum


                #37
                Ynt: Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

                Ve cemkeran için beklediğimiz gün gelip çatmıştı. Kum için melekut alemine uzanmış mana günlerinin zirvesi olan gün. İmam Zaman a.f. (Ya İlahi, Veliyyi Emr hurmetine bu geceyi yazabilme başarısını olabilecek en üst düzeyde bana nasip eyle)'in doğum günü olan günün başlangıç gecesi. Velayet güneşinin doğduğu fecr sabahının gecesi..

                İran'da İmam Zaman a.f. (12. İmam Mehdi a.f.'den, adı ile bahsedilmeyi nehyeden hadisler vardır. Çünkü O hazretin öldürülme tehlikesi mevcuttu. o yüzden biz şiiler 12. imamdan İmam-ı Zaman yani zamanın imamı, Sahibuz Zaman yani zamanımızdan sorumlu İmam, Veliyyi emr, yani imamet sıfatı gereği velayetimizi elinde tutan... gibi adlarla bahsederiz..) 'in doğum sabahının yıl dönümü muhteşem görkemli törenlerle kutlanır. her şehirde. Ancak bu coşkulu (hayatlarında işkence ve zulümden başka muamele tanımamış şiiler sevinmeyi ve bayramı kutlamada ne kadar başarılı olacaklarsa... ki bu yüzden coşku ve sevinç programlarında bile yanık gönülleri sevinemiyor da dillerinden ağıtlar yükesliyor dualarının çevrilmeyeceği göğe doğru) doğum yıl dönümü kutlamalarının en muhteşemi Kum'da Cemkeran mescidinde yapılmakta.

                İmam Zaman (a.f.: bu kelime Accelellahu ferecehum kelimelerinin kısaltılmışıdır. Yani Gaybette olan 12. imamımızın zuhuru, yani açığa çıkıp adalet kıyamını başlatacağı an acele gerçekleşsin demektir.) 11. Ehlibeyt imamı İmam Hasa Askeri a.s.'ın kıymetli eşi Nergis Hatundan (ki soyu İsa a.s.'a dayanmaktadır) sabaha doğru dünyaya gelir. O gece şiilerin çoğu doğum yıl dönümü nedeniyle sabaha kadar uyumazlar ibadet münacaat zikir dua istiğfar ve de İmamın zuhurunun acil oluşu için dualar ederler.

                Cemkeran mescidi, Rivayetlere göre H.393 Yılının Ramazan ayının 17.sine denk gelen Salı gecesinde Şeyh Hasan Muslihi bir rüya görür. Rüyasında İmam Zaman a.f. fereceh bu mescid'in yerini gösterir ölçülerini verir gerekli parayı alacağı kişiyi ve şehrini adresine varıncaya kadar tanıtır. Şeyh Hasan gider bu rüyaya göre ilgili yerden (ki aynı rüyayı o da görmüştür) parayı alır ve bu şimdiki yerine Cemkeran Mescidi'ni yaptırır. İmam Zaman a.f. insanların bu mescide geldiğinde, ilk ikisi mescidi ziyaret sonu ikisi İmam Zaman a.f. namazı niyetiyle kılsınlar. Tahiyyet mescidi namazının her rekatında bir fatiha ve yedi ihlas suresi, İmam Zaman a.f. namazında ise İyya Kena'budu ve iyya kenesteîn ayeti 100 defa olmak üzere fatihayı, ve ardından ihlas suresini okusunlar, ruku ve secde zikirlerini ise yedi kez tekarlasınlar diye de eklemiştir. Namaz bitimine lailahe illallah deyip Fatıma s.a. zikirini (34 kez Allahu ekber, 33 kez elhamdülillah, 33 kez subhanallah) söyleyip secdeye gitsinler, Secdede 100 defa salavat getirsinler. Kim bu namazı burda kılarsa tıpkı Ka'bede kılmış gibi sevaba ulaşır buyurmuştur.

                Cemkeran eğer şu an hayali olarak içime doğan yönler hakkındaki duygularım beni yanıltmıyorsa Kum'un güney doğusunda şehrin bir kaç km dışında bulunuyor. Bulunduğumuz Yezdanşehirden yürüyerek iki saatlik bir mesafede.

                İmam Zaman a.f.'in doğum günü programına (orjinal ismini şu an hatırlayamadım) yürüyerek gitmek efdal olduğundan hatta yalınayak gitmekte çok fazilet bulunduğundan bu gecenin kıymetini idrak edenler bu tür ayrıntılara dikkat ediyorlar. Böyle olsa da yollar karınca gibi insan kaynıyordu o gecede. insanlar karanlık bastırmadan yollara düştüler. çünkü bir an önce İmam Zaman a.f.'in mescidinde en önlerde yer kapıp programı daha rahat izleyebilmek ve belki de milyonların arasında daha önde olmak amacıyla.

                biz de düştük yollara. Aylardır bu anı iple çekiyordum. Ağamı yeryüzündeki biricik kurtuluş sebebimizi, bastığı yollara canlar feda olası Zamanımızın Ehlibeyt İmamını, Peygamber kokusunu rüzgarını dahası ilmini ve sevabını günümüze ve hatta içinde bulunduğumuz saatlerle dakikalara taşıyan O yüce insanı görme imkanım bile vardı. belki de görebilecek mübarek ellerine vücuduna teberrük edebilecek ruhumun eşsiz coşkusuna neden olacak bir ömür yol gösterici mana u feyz kaynağı tükenmeyen hazinem olacak ve en önemlisi günahlara karşı karşımda yıkılmaz set olabilecek bir hazineye erişebilecektim. belki de henüz günahlarım bağışlanıp silinmediği, nefsimde geleceğe dair günaha meyillerin kalıntıları kazınmadığından tamamen bu gerçekleşmeyecek İmamı Zaman a.f.'i göremeyecektim. Göremeyeceğim diye ne bu faziletler dolusu amellerden feyzü bereket fışkıran pınardan geri de kalamazdım. hiç olmazsa bu sene gider Ağama halimi arz eder bu sene günahlarımdan kendimi azad edecek ilk merdiveni çıkar böylece gelecek yıllarda hayalime kavuşmak için bir mesafe almış olurdum bir hazırlık yapmış olurdum. Belki de bu samimiyetim sayesinde Yüceler Yücesi Rabbim beni İmamımın dünya adalet isyanı ve savaşında O'na asker yapar beni de oraya layık kılardı..

                ya da o yolda olurdum, hiç bir şeye kavuşamasam da o yolda olarak kendime dünyada beş para etmez et ve kemik yığını olan şu aşağılık bedenime bir saygım oluşurdu. bir işe yaradığımı kendime anlatmış olabilirdim. Hayatım boyunca hep aşağılık dünya peşinde koşmadığımı mana aleminde bir adımımın da bulunduğunu, en azından bu yolda döküşmüş bir kaç damla göz yaşımın bulunduğunu söyler kendimi sevmem için bir bahane bulurdum.. ne de olsa bu dünyada yaşamak için buna çok muhtaç değil miyiz..

                bu duygular içerisinde, ve daha hiç bir zaman kelimelere dökemeyeceğim, şu aşağılık sığ dünya kalıpları içerisine sığdıramayacağım ne duygular içerisinde, hatta derinliğini kendimin bile farketemediğim ancak sonsuz bir zevk ve coşku diye mana dimağımda kalan izini söyleyebileceğim ne duygular içerisinde önde iki arkadaş arkada ben yürüdüüük yürüdüüük. çok yakın görünmesine rağmen bir türlü gelemiyoduk sanki ilk baktığınızda onbeş yirmi dk sonra orda oluruz dersiniz ama bir türlü bitmek bilmez yol.. bitmemesi sanmayın ki usandırıcıdır. Arabaların geçecek bir boşluk bulabilmek için sürekli düdük çaldıkları, bulduklarında ise tozu dumana katarak geçtikleri o kalabalıkta asla usanmazsınız. deseler ki günler sürecek bir yolculuk sonunda ulaşacaksınız Cemkerana benim gibi bu yolculuğa hiç düşünmeden gidecek zevki mana ehli deliler gene de yüz binleri bulacağından eminim..

                Sünni arkadaşımızın (pardon kendisini çoğu zaman sünnilerden saymaz bu arkadaş, ama şii de değil) bu programlardaki tepkisi çok görülmeye değerdi:

                "Bu millet delirmiş ya"

                diyordu. Ama söyleyişindeki düşünceler imrenme takdir ve hayranlık doluydu. belki de içinde yaşadığı sünni sekülerleşmiş kültürde asla bir benzerinin bulunmamasından böylesine mana arınmasının eksikliğinin ne büyük kayıp olduğundan dolayı büyük bir takdir gizlidir bu sözlerde.

                "baksana adamlar çoluk çocuğu kap kacağı battaniye örtüyü ne bulmuşlarsa getirmişler..."

                gerçekten de sanki bir kamp ya da piknik alanını andırıyordu. bol bol motosiklet, çadır arabalar arasında insanlar daha bir kaç aylık bebesini bile kapmış getirmiş oraya. ailecek gelmişler. ne de olsa sabaha kadar orada olacaklar. dışarıda kalabilirler. örtü battaniyeye sarılıp güçsüzler orada da geceleyebilir. nasıl olsa tr deki gibi öyle oteller arayacak gereklik, ya da soğuktan sığınmayı gerektiren bir durum yok.. toprak sıcak hava sıcak..

                kadınların örtüleri mükemmel idi bu şartlar altında bile.. Elhamdülillah bir şii olarak diğer kültürlere karşı ne kadar şükretsek azdır. Çünkü biz böyle bir ekolü seçmekle şereflendiren Allah'a çok şey borçluyuz. bu başarı bize ait değil onun lutfu olmasa nereden bulalım..

                Ve Cemkeran haremini çevreleyen geniiş avlu duvarlarından girebileceğimiz bir kapıya doğru duvar boyunca yürürken her yerin o kadar geniş olmasına rağmen mahşeri kalabalıkla insan dolu olduğunu gördük. Yollarda ihsan (İmam Zaman a.f. yolunda olan şiilere ikramın sevabına inanan uyanıkların ücretsiz dağıttıkları yiyecek ve içecekler) verenlerin biz burdayız görmeden geçmeyin dercesine açtıkları marşların sesleri geride kalmış Cemkeran'daki programdan farsça konuşma sesleri yayılmıştı her yana. Anlamasak da içimize bir huzur ve güven veriyordu bu ses..

                Girdik içeriye abdestlerimizi yeniledik mi bilmiyorum çünkü o kadar kalabalıktı ki. o yoğunluğa yetişmiyordu yapılan tesisler.. çok olmasına rağmen.. ve birbirimizi kaybetmemek için kesin tedbirler alarak her birimizin iç alemiyle yüzleşip hesaplacağı kendince ortamlara fırsat tanıdık. Tabi öncelikle kılavuzumuzun Mescidi tanıtımını dinledkten sonra..

                yok buradaki yaptıklarımı ve hissetiklerimi yazmayacağım.. ve hala içime akan ordaki nuru anlatamayacağım.. Rabbim yeniden yaşamayı ve sizlere de gitmeyi nasip etsin.. ki ancak o zaman anlarsınız ne demek istediğimi..

                bunun benim gibi kalbi kir ve günah pasından katılaşmış bir insanın büyüklenmesi olarak beni sorgulayan nefsime karşılık diyorum ki.. benimle ilgisi yok.. her insanın böyle hissettiğini tahmin ediyorum.. her insanın orada, belki de dünyada nadir yerlerden alabileceği hisleri alacağına inanıyorum..

                İlahi hiç bir zaman orda yaşadığım mana ve gurbet zevkini, günahların zevkini düşürdüğünde kalbime şeytan, bana unutturma.. Bu zevk düşünüldüğünde bir nefsin zevk için günah işlemesi asla mümkün değil zira...

                Yorum


                  #38
                  Ynt: Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

                  Allah kabul etsin Rabbim bize de nasip etsin. yazınız güzel. gözlem gücünüz bir yazarın ki kadar gelişmiş maşaallah. güzel bir yazı olmuş emeğinize sağlık...
                  Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
                  Hz.Peygamber (saa)

                  Yorum


                    #39
                    Ynt: Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

                    Qumu-aşk
                    iranda mahkemeler en çok dört ayda sonuçlanıyordu. bir iki ayda sonuçlanan davalar çoğunluktaydı. türkiyedeki gibi yıllar süren davalarla hiç çözülemeyen faili meçhuller yoktu iranda. yine türkiyedeki gibi suç türlerine göre mahkemeler sınıflanmıştı. devlete karşı işlenenler, insanlara karşı işlenenler ya da suç türlerine göre. mahiyetini tam kavrayamadığımız orda da millet vekilleri ve devlet adamlarının her mahkemece yargılanmayıp onlar için ayrı mahkemelerin kurulu olması ve dava açmanın ayrı prosedürünün bulunmasıydı. Acaba Peygamber s.a.a. ve emirul mu'minin Ali a.s.'ın zamanında nüfus bu kadar kalabalık ve ilişkiler bu kadar karmaşık olmadığı için mi sıradan bir vatandaşla bir makam sahibi aynı mahkemede yargılanıyordu da Mehdi a.f. ülkesinde bu ayırım vardı? bu konu araştırmamızda cevaplanmayan bir nokta olarak kaldı.

                    İranda insanlığa hayat veren ilahi kanunlar geçerlidir. Ülkemizde ise, insanlığa halka ölüm kusan beşeri kanunlar geçerlidir.

                    İranda ilahi vahyi esas alarak düzenlenen kanunlar Allahın yarattıklarına Rahman ve Rahim sıfatı ile muamele ederken, beşerin heve ve hevesinden kaynaklanan tağuti yasalar, sadece egemenlerin zevk ve sefası için halkı çıkarları uğruna köle gibi kullanmakta, çıkarları neyi gerektiriyorsa onları çekinmeden uygulamaktadırlar.

                    Bu yüzden iki ülke çok farklıdır. Beşeri düzenler, yalan, iftira, fısk, fücur ve beşerin nefsani isteklerine hitap eder razda halkları kendilerine cezbetmeye çalışmaktadırlar. Beşeri düzenlerde egemen sınıflar dünyanın bütün nimetlerinden faydalanırken halk kesimleri açlıkla savaşmak zorunda bırakılmaktadır.

                    İlahi kanunların cari olduğu ülkede ise, halkın en fakiri gibi devletin en büyüğü, rehberi yaşamakta, ülkeyeegemen olanlar halkı kendilerine hizmet ettirmemekte, kendileri halka hizmet etmektedirler.

                    İlahi kanunların cari olduğu ülkede yöneticilik bir avantaj değil, çile ve sorumluluktur. Ancak beşeri düzenlerde yöneticilik, ahırdaki arpa ve samana daha hızlı ulaşma ve daha fazla kullanabilme yetkisidir.
                    Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
                    Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

                      "İlahi kanunların cari olduğu ülkede yöneticilik bir avantaj değil, çile ve sorumluluktur. Ancak beşeri düzenlerde yöneticilik, ahırdaki arpa ve samana daha hızlı ulaşma ve daha fazla kullanabilme yetkisidir."

                      evet Elhamdülillah. İranda sınırlı sayıda bu bilinçli kadro var ve ülkedeki yönetimi götürmekte çok yetersiz ve zorlanıyorlar. Sayıları az olduğundan bütün zamanlarını yönetime harcıyor çok koşuşturuyorlar. Bir yandan diğer idarede bulunanların açık ve yanlışlıklarını kapatmaya diğer yandan kendi işlerini götürmeye çalışıyorlar. Ve yönetici havasında değil hizmetçi havasında..

                      Rabbim başarılarını daim etsin

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

                        :al.razı olsun
                        Anlattığın Belde anlatmakla olmuyor mutlaka görmek lazım. bu harika anlatımınla gözümde canlandırdığın ve yorgun gözlerimden hasret seline vesile olduğun için Rabbim seni maksadına eriştirsin inşaAllah u Teala.

                        Yorum


                          #42
                          Ynt: Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

                          -12-

                          İnsan hayatının elbette iniş ve çıkışları vardır ve insan bir dem abid bir dem zahid olurken bakmışsın ki kibir evine girmiş firavun oluvermiş.. böyle inişlerin az olmaması için insanın zirve yaptığı zamanlarda sağlam kararlar alması sağlam ilkeler belirleyip hayatının iniş çizgisini kesin duvarlarla engellemesi gerekmez mi? bu zirve yaptığı anlar işte insanın ruhunun heyecanlandığı, temizlik saf ve iyilik pınarlarının derinliklerinden esintilerin olduğu mana anları değildir de başka hangi anlardır..

                          ve biz artık bir yandan Kum'dan ayrılacağımız dahası Mehdi a.f. mana ülkesinin başkenti Kum'dan uzak kalacağımız veda anının yaklaştığını düşündükçe üzülmeyi aklmıza getiremiyorduk. insanın dikkat ve düşünce sınırları var.. bir olaya konsantra oldu mu diğerlerini unutur. ne kadar koyu dikkat verirse unuttuğu algı alanından çıkardığı o kadar çok konu olur..

                          Kum'dan iran içinde başka bir yere gitmek için bile olsa ayrılmak bana çok ağır geliyordu. sanki anne şefkatinden atılmak uzaklaştırılmak istenen bir çocuk gibi hissediyordum kendim.. güvenli bir ortamdan güvensiz bir ortama.. halbu ki iran'ın her yerinde şeriat olduğundan samimi bir mü'minin güven sorunu yaşaması mümkün olmadığı halde..

                          ancak ilk kez Kum'dan ayrılmak için üzülmek bir yana seviniyordum. Çünkü tüm iranın şii ziyaretçilerinin taşıdığı gibi benim de ziyaretten amacım 8. Ehlibeyt imamı Musa Rıza a.s.'ı ziyaret etmekti..

                          ve tüm bilinç dünyamı kurduğum an gelip çatmıştı. arabanın hurda olmasının ne önemi vardı bizi Kutsal Meşhed'e götürürken. tıpkı yolun 12 saat gibi uzun sürmesinin sıkıntısının olmadığı gibi.. her anı bir yükseliş anlamına gelen bu yolculuk olmasa belki de oraya zamansız bir ulaşma olurdu benim için. o yolda olmalı ve kendimi hazırlamalıydım. geride hiç bir hücremin hiç bir zerresi kalmamalıydı. İmam Rıza a.s.'a tüm benliğimle geldim Ey İmam diyebilmek için...

                          Meşhed-i Şerifte bir tam gün kalacaktık. Kum'dan saat ikide oradan da yine aynı saatte olmak üzere tek saatte araba vardı çünkü.. zaman sınırlıydı orada. o yüzden bu zamanın tümünü en verimli şekilde kullanmalı tamamını harem-i şerifin içinde geçirmeli şehiri gezmeye hiç zaman ayırmamalıydım.. yol boyunca da İmam Rıza a.s.'ı ziyarete layık olup olmadığımı tartmalı değilsem sebebini bulup bu mikrobu kendimden uzaklaştırmalıydım. Ne de olsa oraya layık olmayanlar da pek ala gidebilirdi.. ben onlardan olmamalıydım.. içimden sen oraya ulaşamazsın çünkü ona layık olmayan bir sürü amellerin var diyen sesle mücadele ediyordum..

                          sabaha karşı ulaştık Meşhed'e. girmeden önce kahvaltı için bi yerler aradık ama nerede İranda bizdeki gibi çorba çay kahvaltılık kültürü.. tuzlu boğaça simit türü bir şey yoktu. tatlı kek cinsi bi şeyler vardı.. biraz aldık ve çay içecek bir yer bulduk.. haremin kenarında. kahvaltıdan sonra içeri hareme girdik.. abdest aldığımız yer ortada havuz, havuzu çevreleyen yarım metre yükseklikteki duvarın muslukları vardı. abdesimizi alıp bambaşka bir dünya olan İmam Rıza a.s.'ın haremine girmiş bulunuyorduk.

                          [FLASH=425,350]http://img45.imageshack.us/img45/3976/040621ws2.jpg[/FLASH]

                          [FLASH=425,350]http://img128.imageshack.us/img128/7159/markdownimamrezastuparj3.jpg[/FLASH]

                          bu harem, Hz. Fatımei Masumenin hareminin belki on katı genişlikte idi. ortada İmam Rıza a.s.'ın türbesini domdolayı geniş üstü açık salonlar çevrelemişti. her bir tane salonun genişliği sultanahmet kadardır desek sanırım yanılmış olmam..

                          [FLASH=425,350]http://chat.razavi.tv/pictures/images/Tumb/t6.jpg[/FLASH]

                          nerede olduğunuzu unutuyor ve yön kavramını yitiriyorsunuz. zaten yeni gelimşsiniz farklı yerden bunu düşünecek zamanda bile değilsiniz.. Bunun için İmam Rıza a.s. türbesi kubbeli ve haremde hakim olan gri rengin tersine altın sarısı.. bu sayede haremen neresinde olsanız kendisini gösteriyor ve haremin merkezi burası diye sizi çağırıyor.

                          İmam kabirlerinin bulunduğu mezarlara ravza diyoruz. İmam Rıza a.s.'ın ravzasının bulunduğu merkezin üstü örtülü ancak diğer yerlerin tavanından farklı olarak pırıl pırıl.. sanki bambaşka aleme taşınmışlık hissine kapılıyorsunuz..

                          Ve garip bir şehirde garip İmam Ali bin Musa Rıza a.s.'ın ravzasına gelmiş bulunuyordum.. artık bu hayatımın zirve anlarından biri belki de şii olduktan sonraki en zirve anımdı.. şia olmam çok önemliydi ama burada bu anda bulunmak belki de onun bir meyvesi ve ALLAH'ın, bedelini asla ödeyemeyeceğim bir lutfuydu. Yeryüzünde insanın istifade edebileceği en donanımlı feyz sofrasıydı. şahsen bana onca günahlarıma rağmen ihsan edilmiş yüce bir ödüldü.. ben de buna layık olmalıydım.. ve bir daha bu melekut aleminden asla çıkmayacak iman çizgimi sıfırın değil altına yakınına bile yaklaştırmayacak birikim ve kazancımı yapmalıydım..

                          haremde artık birbirimizden ayrılma vakti gelmişti. herkes kendi mana alemiyle başbaşa kalacaktı. Onca aşık şii arasında kaybolacak ve tek başına göklerin uçszu bucaksız yollarında kadrince yüzecekti.. o yüzden geniş bir zaman tanıyarak buluşma saati ve yeri ayarladık.. ayrılacaktık ki rahat ağlayalım rahat duamızı edelim. Ruhumuzun kirlerinden kimsenin haberi olmasındı. ALLAH'a olan samimi yakarışlarımıza riya kiri bulaşmasındı. belki de zaten aciz olduğumuz bir yapı ile bu kutsal mekanda şeytanın müdahalesini en asgariye indirmekti bu ayrılışımız.. bencil olmalıydık.. kendimizi düşünmeli.. bu anda..

                          ve ravza göründü.. elimde dua kitabıyla yavaş adımlarla ziyaret adabına uygun yürüyordum. her adımda sanki göklerden kapılar açılıyordu bir bir önüme.. daha önce değil görmek hayalini bile hayal edemediğim bir menzildeydim..

                          onca kalabalık vardı.. kılavuzumuza gece sabaha karşı insanlar azalmaz mı ravzaya rahatça ulaşıp elimizi yüzümüzü sürsek eşiğini öpsek diye.. ancak hiç bir zaman ziyaretçinin eksilmediğini hep böyle tıklım tıklım, ve ravzaya yetişebilmek için kendinden geçmiş insanlarla dolu olduğunu öğrendiğimden biraz endişe barındırıyordum. nasıl ulaşacaktım Ravzaya.. neden daha geniş yapmadılar diye düşündüm sonra kabrini. normal insan kabri boyutlarından çok büyük olmasına rağmen kalabalığa yine de yetmiyordu.. kalabalıın içinde ezilirsin girme sakın diyen şeytani vesveseyi çok kolay yendim:

                          "bundan büyük hangi kısmet olabilir" bu eman emin yerde ölmekden büyük ne olabilir.. kaldı ki oradaki yönetim öyle basit bir hurafe mekanı değil hakikatler merkezi inşasında bulunan Mehdi a.f. takipçileri olduğundan çok güzel ayarlamışlar. Ravzanın çevresinde birbirini itip sıkıştırarak insan ezecek kadar geniş bir alan yapmamışlar. bu kadar insanı birden almıyordu alan zaten. o yüzden bir yandan insan seli durmaksızın Ravzayı selamlayarak dualarla akıp gidiyordu. bu akışa engel olmadan çevrede kenarda Ravzaya en yakın boşluk buldukları yerlerde dua eden ziyaret duası okuyanlar vardı..

                          ben de aklımı tamamen bırakmış ve gönlümün heyecanlarına kendimi kaptırmış olmama rağmen, kendimi İmam'ın ravzasına elimi sürmeliyim diye kurmuştum. aklım bana bunun için ravzanın en sakin köşesini işaret etti. kalabalığın azaldığı bir anda o köşeden İmam Rıza a.s. parmaklıklarına elini belki değdirebilirsin diye.. ve dediğim gibi oldu.. ikide bir girdap çevresinde dolanan çer çöp misali bir kaç kez savrulduktan sonra kalabalık arasından ravzaya yetişmeyi başardım.. elimi o hasret kaldığım bereket kapısı mübarek ravzanın parmaklıklarına sürebildim..

                          daha fazla kişinin hakkına girmemek için bununla yetinip akıntıyla birlikte ravza alanının dışına çıkmak için çıkışa yöneldim. çıkışta herkes önü ravzaya geri geri yürüyordu.. yarı büklüm bel ile günahlarımızın itirafçısı olmuştuk.. ve kalabalığın akışını engellemeyecek şekilde ama ravzayı da görebileceğim bir yerde boşluk buldum oturdum..

                          ziyaret dualarını tevessül dualarını okumaya başladım.. sonra hz. Fatımei Masume ziyaretinde nasıl dua etmemiz gerektiğini anlatan samimi bir Kum Öğrencisi kardeşimizin dedikleri geldi aklıma.. ziyaret dualarım bittikten sonra kitabı kapattım. samimi niyetimle ellerim açtım dua ediyordum ki..

                          bir anda öylesine bir aşk tufanı esti ki yakınımda. kendimin samimiyetsiz ve ne kadar kaba ruhlu bencil olduğumu hiç bir işe yaramayan riyakar olduğumu düşündürtecek tarzdan bir feyz tufanıydı bu.. aklımı başımdan alıp gitti.. kendimi unuttum onu dinlemeye başladım. başımı çevirdim beni etkileyen duayı edene baktım..

                          bir gençti 25-30 yaşlarında.. sakalsız bıyıksızdı. orta boyluydu..

                          türkçe dua etmiyordu.. ama ilk cümlelerini anladım:

                          ağacan.. ben geldim.. sana geldim.. günahlarımla geldim. sen bilirsin.. işte önündeyim. ister öldür ister kaldır. ağacan kendimi biliyorum. senin de beni bildiğini biliyorum...

                          öyle bir ağacan deyişi vardı.. yeryüzünde daha bir öyle mazlumiyet ifadesi bir ses görmemiştim.. zaten ağlayan gözlerimin o ana kadar kup kuru olduğunu gördüm.. gözlerimden akan damlaları artık saymaya gerek duymayacak kadar kendime karşı riyasızdım ve bunu yapamazdım da.. çünkü böyle dua edene de baktığımda kendimden utandım..

                          nasıl ağlıyordu hıçkırıklarını saygısızlık olmasın Ağacan'ın yanında diye sanırı içine boğuyordu.. dünyada hiç bir aşk bağlısının erişemeyeceği bir ruhi zirvede melekutu alada kendisi için en nadide meyveler toplamakla meşgul olduğu kesindi. geçmişti çevresinden ve dünyaya ait dar kalıplardan..

                          ağacan .. diyordu

                          sesinde öyle bir titreme ve içtenlik vardı ki, sanki Resul'ün: siz o recim için taşladığınız adamın nasıl samimiyetle tevbe ettiğini bilseniz. onun tevbesi bir kavmin günahlarını silmeye yeterdi (yaklaşık bu anlama gelen ) hadliste bahsettiği bu adam olmalıydı..

                          içimden bu dehşet anında Rabbim benim de tevbemi bu adamınkinden say, bu adamın dualarında istediklerinden ben de istiyorum diye geçirebildim içimden...

                          çevrede ağlayan eksik değildi.. her nereye baksam (ki bakacak durum da yok zaten) göz yaşları yüzünn her yanını kaplamış bağıra bağıra ağlayan çocuğun yüzündeki mimikler gibi mimikleri olan insan dolu idi.. ama bu gencin hali bunların hiç biriyle kıyaslanmaz idi. geriye dönüp onu seyredemedim. ihlası bozulmasın diye. sanki beni görecekti de...

                          ağacan.... diyordu, işte sana geldim. nereye gideydim ki. nereye gidebilirdim ki.. gitmediğim neresi kaldı ki.. gitmeye değer gördüğüm neresi kalmıştı ki.. yaşamaya gücümüz mü olurdu ki ALLAH'ın yaşayın dediği gücü ona isyan için kullandığımız o gaflete boğulmasaydık..

                          ağacan... dediğini anlıyordum diğer hiç bir kelimesini anlamadığım dilden konuşuyordu.. ama ruhun dünya kalıplarından sıyrıldığı bir anda onun kelimelerinin de bu kalıplardan azad olu benim dünyama damladığı anlamlardı bunlar..

                          ağlayarak kesik kesik dediği ağacan titrek sesini nasıl unutabilirdim ki..

                          Belki de ALLAH'ın bu bana işte ihlas ve samimiyet gör mana eri gör, feyzimizden istifade etmiş olanı etmenin yolunda girmeyi başaranı gör öyle ol diye bana gödnerdiği bir fırsattı.. perde gerisini bilmiyordum...

                          benden sonra gelmişti. ama ne zaman ayrıldığını bilmiyordum.. nereye gittiğini de.. belki onunla tanışmak istemem gerekirdi. Ama bunu akledecek bilinç mi kalmıştı ki.. plan yapma anı değildi an.. yapılmış planları bozma anıydı. aşkın aklı teslim aldığı andı..

                          ....

                          ve gücümce ALLAH'ın takdirinden feyz aldıktan sonra ilk ziyaretim bitirmek zorunda kalıyordum.. saatten haberim yoktu..

                          sanki neden buluşacaktık ki.. sanki ertesi gün dönüş anına kadar hiç görüşmeseydik olmaz mıydı arkadaşlarla... bu duygularla bulşma noktasına doğru ilerliyordum...

                          Yorum


                            #43
                            Ynt: Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

                            Sevgili Kum asigi kardesim;

                            Bir seyahat ancak bu kadar nefis anlatilir!

                            Ilk iki yazinizi okudum ve digerlerini favorilerime aldim,okumaya devam edecegim insaAllah...Size "Abi" olarak hitap edildigi için bu fakirden büyük oldugunuz var sayimiyla bende abi demek istiyorum...(Açikcasi nickinizi yazarken zorlaniyorum,özür dilerim)

                            Abim,çok akici bir uslupla ve güzel ifadelerle anlatiyorsunuz,emin olun böyle ama keske otobüsteki kisiligini kaybetmislerden bahsetmeseydiniz...Îran'a olan bir sevdam var ve Îran'li denilince herkesi bir biliyordum...Bu noktaya çok üzüldüm...Türkiye'de geçen ömrümde Îran'li turistleri görürdüm ama onlar Rahmetli Ayetullah Humeyni devrinden öncesiydi ve onlarin yok oldugunu,temizlendigini düsünüyordum...

                            Gümrük kapisinda olan bayan kardeslerimizi anlatmanda gurur verdi,seref duydum...

                            Simdilik düsüncem bu kadarla kalsin ama okumaya devam edecegimi biliniz abi...

                            SAYGILARIMLA...

                            Yorum


                              #44
                              Ynt: Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

                              Allah razı olsn kardeşim, olumsuzluklardan bahsedişimiz bizim gözü yumuk bağnaz ön yargılı olmadığımızı gösterir. Duygularımız akıl ve gözlerimizi yanıltmayacak kadar kontrollü, ancak hiç bir kalıba sığmayacak kadar da aşkın yürekten samimi sıcak ve sahihtir Elhamdülillah bu gerçek hikayelerde...

                              Rabbim sizlere de o mübarek yerlere gidip isifadeyi ve bize dua etmeyi nasip etsin...

                              Yorum


                                #45
                                Çökmüş Medeniyetten, Mehdi'nin (a.f.) Ülkesine: "Qom" (İran Gezi İzlenimlerim)

                                Qom_u_aşk... ne kadar isabetli bir mahlas seçmişsiniz!
                                bizleri de kum aşkına düşürdünüz
                                "içi dışı bir" yazılar olmuş; hem nefsinizle, hem iranla ve hem de ülkemizle hesaplaşmışsınız.
                                nefsini bilen, "herşeyi" biliyor cidden...
                                Rabbim bizlere de o mübarek yerlere gidip isifade ve dua etmeyi nasip etsin...
                                amin! amin... amin ecmain...

                                HER GÜN AŞURA
                                HER YER KERBELA

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X