Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

    Kurtarıcı Mehdî beklentisi, İslâmî gelenekte önemli bir yere sahiptir.
    Gerçekte İslâm dinine ait bir inanç olmayan böyle bir düşüncenin
    oluşumunda, birtakım sosyo-kültürel etmenlerin yanında, özellikle
    Emevîler’in kuruluşundan itibaren yaşanan bazı siyasî gelişmelerin de bir
    hayli etkisi olduğu anlaşılmaktadır.
    Dördüncü halife Hz. Ali’nin öldürülmesinden sonra Muaviye
    tarafından idareye el konması, ardından da saltanat sistemine geçilmesi,
    başta Ali’nin soyu olmak üzere Haşimîler’in uzun süre muhalif kalmalarına
    sebep olmuştu. Alioğulları ve Abbasoğullarının başını çektiği Haşimî
    gruplar, hep birlikte mücadele ederek sonunda Ümeyye iktidarına son
    vermişlerdi. Ancak bu defa, onların en önemli kolu olan Alioğulları tekrar
    dışlanmış, hilâfet isteklerinden dolayı amca çocukları Abbasîler tarafından
    sürekli baskı görmüşlerdi.
    İlk olarak Emevîler ve ardından da Abbasîler’in baskısından bunalan
    bir kısım Alioğlu taraftarı Müslüman kitleler, yoğun uğraş göstermelerine
    rağmen amaçlarına bir türlü ulaşamamışlardı. Sonunda, bir çıkış yolu
    olarak, Hz. Peygamber neslinden gelen saygın kimseleri kurtarıcı Mehdî
    olarak beklemeye başlayarak bu şekilde teselli bulmuşlardı. Başlangıçta
    sadece sosyal ve psikolojik bir durumun yansıması olarak gündeme geldiği
    anlaşılan bu beklentiler zamanla itikadî bir boyut kazanmış ve usûlü’d-din
    konularından biri haline gelmiştir.
    Bu makaledeki esas amacımız, Mehdî beklentilerinin itikadîleşme
    sürecini ortaya koymaktır. Bundan dolayı, ilk olarak, Mehdî kavramının
    etimolojik boyutu ile İslamiyet öncesi diğer dinlerdeki kurtarıcı ve Mehdî
    anlayışlarının bu düşüncenin gelişiminde meydana getirdikleri etkilere
    kısaca değinilecektir. Ardından Müslümanlar arasında Hicrî ikinci asrın
    başlarında gündeme gelmeye başlayan bir takım iddialar ve bunların
    zamanla toplumda benimsenmesiyle birlikte, mehdîliğin hicrî üçüncü asrın
    sonlarında teşekkül etmeye başlayan İmamiyye Şiası’nda bir inanç esası
    haline gelmesi konusu ele alınmaya çalışılacaktır.
    Mehdîlik fikrinin ortaya çıkışıyla birlikte pek çok iddianın da
    gündeme gelmiş olduğu bilinmektedir. Ancak çalışmamızın sınırları
    açısından tarihsel süreçte meydana gelen bu olayların her birine
    değinmemiz mümkün değildir. Bu düşüncenin oluşum sürecinde etkili olan
    ve aynı zamanda daha sonraki gelişmelerde esas olabilecek birkaç olay
    üzerinde durmamız daha uygun olacaktır. Bundan dolayı mehdîlik fikriyle
    ilgili kısa bir değerlendirme yaptıktan sonra, müslümanlar arasında ilk
    mehdîlik iddiaları üzerinde durup sonra da itikadî boyutunun ortaya
    konulmasıyla çalışmamızı sınırlandırmaya çalışacağız.

    #2
    Ynt: MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

    1. Mehdî Kavramı

    Mehdî, Arapça هدى kökünden ism-i mef’ul sigasında “hidayete ve doğru
    yola erdirilmiş” anlamında kullanılan bir kelimedir. Terim olarak, “Allah’ın
    doğru yola erdirdiği kişi” anlamına gelmektedir. Bu kavram, İslâm öncesi
    Araplar arasında da kullanılmış olup, bununla “iyiye ve hayra götüren
    kişiler” kastedilmiştir. İslâmiyetin gelmesinden itibaren ise, dinî bir hüviyet
    kazanarak “imana götüren” şeklinde yorumlanmıştır. Mehdî kavramının
    bu tarz ilk kullanımı Süleyman b. Surâd tarafından yapılmıştır. Süleyman b.
    Surâd, Hz. Hüseyin’in ölümünün ardından ondan Mehdî olarak
    bahsetmiştir.3Hüseyin hakkında sadece bir saygı belirtisi olarak kullanıldığı
    anlaşılan bu unvan, benzer şekilde Hasan b. Sabit (ö.54/674)’in bir şiirinde
    Hz. Peygamber için de kullanılmıştır.
    Hicrî birinci asrın sonlarına doğru İslâm toplumu içerisinde
    yaşanmaya başlayan birtakım sosyo-ekonomik adaletsizlikler, “mehdî”
    kavramının adalet ve eşitlik talepleriyle birlikte kullanılmasına sebep
    olmuştur. Bu şekilde, özel ilahî bilgiyle donatılmış ve zalimlere karşı gerçek
    İslamî adaleti yerine getirecek bir kurtarıcı Mehdî anlayışı gündeme
    gelmiştir.

    Yorum


      #3
      Ynt: MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

      2. Kurtarıcı Beklentisi

      İslam’daki kurtarıcı fikri tamamen soyut bir mesele olmayıp, kökeni diğer
      büyük din ve kültürlerin mirasıyla paylaşılan önemli bir inançtır. Ancak
      kavramı ifade eden kelimeler, din ve dillere göre değişkenlik arz etmektedir.
      Meselâ ilkel din mensuplarından sayılan Yeni Gine yerlileri, âhir zamanda
      geleceğini bekledikleri kurtarıcılarının “Mensren” olduğunu söylerler.
      Yahudîlik ve Hıristiyanlık’ta mehdî kavramını ifade eden kelime “Mesîh”,
      Hinduizm’de “Kalki”, Budizm’de “Maitraya”, Eski Mısır’da “Ameni”,
      Sabiîlik’te “Praşai Siva” ve Şintoizm’de “Miroko”dur. Mazdaist veya
      Mecusîler de peygamberleri Zerdüşt’ün soyundan Saoşyant’ı kurtarıcı
      olarak beklemektedirler.Moğollar, mezarına kurbanlar adanan Cengiz
      Han’ın Moğolları Çin esaretinden kurtarmak üzere, sekiz veya dokuz yüzyıl
      sonra tekrar dünyaya döneceğine inanmaktadırlar.
      Beklenen kurtarıcı düşüncesi, kendilerine yapılan zulmü
      engelleyemeyen düşkünler ideolojisini içerir. Ezilen kitleler, olumsuzlukları
      değiştirmede başarısız kaldıklarına inanmaları durumunda, kendilerini
      karanlıktan aydınlığa çıkarıp, zalimlerden intikamlarını alacak ve
      yaşadıkları bozuk toplumsal yapıyı kılıç zoruyla değiştirecek bir manevi güç
      olan Mehdîyi daima beklemişlerdir. Onun hâkimiyeti altında geçecek
      dönemi, inançsızlığın ortadan kaldırıldığı, düşmanlarının yok edildiği ve
      doğal düzende olumlu yönde değişikliklerin söz konusu olacağı bir çeşit
      altın çağ şeklinde hayal ederler. Bu zaman diliminin genellikle dünyanın
      sonuna kadar süreceği ve ardından da kıyametin kopacağı düşünülür. Bu
      yüzden her toplum, Mehdî’nin kendi zamanında geleceğine inanmak için
      sebepler bulmuş ve böylece ümitlerini geleceğe taşımıştır. Yaşadıkları her
      olayı, Mehdî’nin gelişine bir basamak veya hazırlık olarak algılayarak bu
      uğurda geçmiş ve gelecek tüm tarihi dramatize etmişlerdir.

      Yorum


        #4
        Ynt: MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

        3. Beklenen Mehdî İnancının Kökenleri

        Bazı yazarlar, Müslüman mehdî inancının kökenlerini Mazdeizm veya
        Mecusîlik gibi Fars düşüncesinde ararken diğer bazıları da bunu Yahudi
        Hıristiyan geleneğindeki “Mesih” öğretisine bağlarlar. Gerçekte
        Müslümanların her iki dinden de etkilenmiş olma ihtimali daha tutarlı
        gözükmektedir. Ancak köken olarak İran yani Fars düşüncesi daha eskiye
        dayandığı için, Mesih inancını geliştiren Yahudîler’in de, bu düşüncelerini
        dönemin en etkin dini Mazdeistlerden aldıkları söylenmektedir; Yahudiler,
        Bâbil sürgünüyle birlikte İran’a yerleşmişler ve orada hâkim inanç
        Mazdeizm’in kurtarıcı fikrini devralmışlardır. Yemen dini düşüncesi de,
        benzer şekilde, Fars kökenli ebnanın etkisinde kalarak Kahtanî kültünü, yani
        Kahtanîler’e mensup bir şahsın gelip evreni adaletle dolduracağı
        beklentisini üretmiştir. Mazdeistlerce beklenmekte olan Şaoşyant’ın
        sıfatları ile Yemenlilerce beklenen Kahtanî (el-Mansûr)’nin sıfatları
        arasındaki benzerlikler bu iddiayı destekler niteliktedir.
        Müslümanlar, her ne kadar farklı din ve kültürlerdeki kurtarıcı
        fikirlerinden etkilenmiş olsa da, son hali Şiîler’in on ikinci imamı
        mefhumunda şekillenmesine kadar, kendi tarihi, kültürel ve sosyal
        şartlarına uygun yeni bir mehdî anlayışı ortaya koydular. Kendi kurtarıcı
        beklentilerini daha çok Yahudi ve Hıristiyanlarda var olan modele göre
        dokuyarak, artık kurtarıcı olarak yeni bir şahıs beklemek yerine, ölen bir
        kimsenin ölmeyip gaybete girdiği ve bir zaman sonra tekrar ortaya
        çıkacağını ileri sürmeye başladılar.

        Yorum


          #5
          Ynt: MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

          4. İlk Mehdîlik İddiaları

          Gaybete gidip daha sonra tekrar geri dönecek Mehdî inancının bazı
          Müslüman gruplar arasında gündeme gelmeye başlaması, Muhammed b. el-
          Hanefiyye (ö.81/700)’nin ölümünden sonra olmuştur. Muhammed el-
          Hanefiyye’nin konumunun bu duruma çok uygun olması, bazı
          Müslümanlar arasında böyle bir düşünceyi gündeme getirmiş ve onu,
          dönüşü beklenen Mehdî ilân etmişlerdi.
          Bu anlamında Mehdî kavramı çok önemli bir yenilikti ve özellikle
          Kûfe’nin ezilen halk yığınlarının çoğunluğunu oluşturan Arap olmayan
          Müslümanlar yani mevali için son derece çekici bir etkiye sahip olmuştur.
          Bundan dolayı bu tür iddialar zamanla daha da artıp ilk hicrî asrın sonlarına
          doğru halk arasında yayılarak toplumun zihninde yer etmiş ve pek çok halk
          isyanında, söylem olarak kendini dışa vurmuştur. Kuseyyir b.
          Abdurrahman el-Huzaî (ö.105/723), Kümeyt b. Zeyd el-Esedî (ö.126/744) ve
          Seyyid el-Himyeri (ö.173/789-90) gibi şairler, Emevi saltanatının sonlarıyla
          Abbasi idaresinin başlarında yaşanan bu beklentileri şiirleriyle dile
          getirmişlerdir.
          İslam Mezhepleri tarihi kaynak eserlerine göre, Muhammed b. el-
          Hanefiyye (ö.81/700)’nin ölümünün ardından, Küseyyir b. Abdurrahman el-
          Huzaî (ö.105/723) ve Kümeyt b. Zeyd el-Esedî (ö.126/744) şöyle demişlerdi:
          “Muhammed b. el-Hanefiyye ölmemiştir, diridir. Mekke ile Medine arasında
          Radva dağındadır. Sağında aslan solunda kaplan, ortaya çıkıp kıyam
          edinceye kadar onu koruyacaklardır. O, Âl-i Muhammed’in Kaim’i ve
          Resulüllah’ın yeryüzünü doğruluk ve adaletle dolduracağını insanlara haber
          verip müjdelediği Mehdî’dir.” Konuyla ilgili pek çok şiir yazmış olan
          Kuseyyir,şiirlerinde görüşlerini şöyle dile getirmişti:
          “Ali ve onun üç oğlu; onlar torunlardır;onlardan gizli bir şey
          yoktur.
          Bir torunu, önünde sancakla süvarilere komutanlık edene kadar
          ölümü tatmayacaktır;
          O kaybolmuştur; bir süre halkın arasında görünmez; Radva
          dağındadır; yanında da bal ile su vardır.”
          İbnu Havle (Muhammed b. el-Hanefiyye), ölümü tatmadı ve toprak
          da onun kemiklerini içine almadı.
          O, melekler ona söz söylemek üzere etrafında dolaşırlarken, Radva
          vadilerinde akşamladı.
          Onun her gün için rızkı ve suyu vardır ve onlara yiyeceği sağlanır.”
          Keysâniyye ile başlayıpartarak devam eden birçok iddiaya rağmen,
          İslâmiyetin ilk üç asrında, Şîa’nın geneli ve Müslümanlar nezdinde
          mehdînin kimliği hakkında tam bir kesinlik söz konusu değildi. Mehdîlik,
          İmamiyye mehdî inancının on ikinci imamda sabitleştirilişine kadar değişik
          safhalar geçirmiş, farklı yerlerde birçok mehdîlik iddiası ortaya çıkmıştır.
          Bu iddialar onlu rakamlarla ifade edilmenin sınırlarını bile aşmış, öyle ki
          genelde her bir fırkanın birden fazla mehdîsi olmuştur. Kılıca sarılan ve hak
          devleti kurma iddiasında bulunan herkese mehdî gözüyle bakılmıştır.
          Muhammed b. el-Hanefiyye’nin mehdîliğini iddia eden bir kısım
          Alioğlu taraftarı kitleler, bir süre sonra, başarıya ulaşamadan vefat eden
          oğlu Ebu Hâşim için de benzer iddiaları gündeme getirmişlerdi. Ebu
          Haşim’in sağ olup ölmediğini, halen kaybolmuş veya gizlenmiş olup,
          “Mehdîyyü’l-Muntazar” olarak geri döneceğini iddia etmişlerdi. Daha
          sonra, Hz. Peygamber’in kendisiyle müjdelediği Mehdînin, yine aynı
          sebeplerden dolayı isyan edip öldürülen Abdullah b. Muaviye b. Abdillah b.
          Ca’fer et-Tayyar (ö.129/746-747) olduğu ileri sürülmüştür.
          Emevîler döneminde gündeme gelen söz konusu Mehdîlik iddiaları,
          Alioğullarına zulmeden Emevîler’in yıkılışıyla sona ermemiş, aksine,
          kuruluşlarından hemen sonra Alioğullarına sırt çeviren Abbasî yönetimine
          karşı tekrar daha yoğun bir şekilde gündeme gelmiştir. Bir kısım Alioğlu
          taraftarı kitleler, iktidara karşı ayaklanıp ardından öldürülen Muhammed b.
          Abdillah b. el-Hasan b. el-Hasan b. Ali b. Ebî Talib veya Nefsu’z-Zekiyye
          (ö.145/762)’yi beklenen Mehdî ilân etmişlerdi. Onlara göre, ʺel-Kâim el-
          Mehdîʹnin ismi benim ismimin, babasının ismi de benim babamın isminin aynıdır”
          şeklindeki Hz. Peygamber’in hadisinden kastedilen kişi, Nefsü’z-Zekiyye
          idi. Onun, tekrar ortaya çıkacağı zamana kadar Alemiyye dağında
          yaşayacağını iddia etmişlerdi.
          Diğer taraftan, iktidarlarının ilk yıllarında Abbasîler de, bir takım
          mehdîci söylemleri benimsemede ısrar ederek rakipleri Alioğullarının bu
          silahını ellerinden almak istemişlerdi. Halife Mansur, bu amaçla, halefine
          İslam’ın beklenen kurtarıcısı “Mehdî” ismini takmış ve Mehdî’nin,
          Muhammed b. Abdullah değil kendi oğlu olduğunu iddia etmişti. Fakat
          iktidarları sabitleştikten sonra bu tür söylemlere başvurma gereğini bir daha
          duymadılar.
          Genellikle Alioğlu taraftarı gruplar arasında gittikçe yaygınlık
          kazanan söz konusu mehdîlik iddiaları, başlangıçta, ileride gelecek bir Şiî
          hükümetin sembolü olarak kullanılmaktaydı. Fakat sonraki Şiî diye
          nitelenen bu kesim, Mehdîyi gerçek manada anladı ve onu beklemeyi bir
          inanç esası haline getirdi. Mehdî’ye birçok vasıflar yükleyerek, hakkında
          birçok rivayet uydurdular. Allah’ın dine mehdî ile birlikte yardım edeceği,
          Allah’ın devletinin kurulacağı ve düşmanlarından intikam alınacağı dilden
          dile dolaşmaya başladı. Her Şiî fırkada farklı tezahürler göstermiş olmasına
          rağmen, İmam Mehdî’nin, zahir imamların bütün ruhi ve manevi vasıflarını
          taşıdıklarına inanılmaya başlandı. Mehdîlerinin ortaya çıkması, yalnızca
          dünyayı zulüm ve haksızlıklardan kurtarmakla kalmayacak, aynı zamanda
          hükümdarların ezdiği Ehl-i Beyt’i zafere kavuşturacaktı. Bu inanç, Zeydîlik
          dışında, diğer Şiî fırkalarında, gizli imamların değişmez vasfı olmuştur.
          Bununla birlikte, Zeydîlerden Carudiyye, bir kısmı Kûfe’de ayaklanan
          Muhammed b. Ömer (ö.250/864)’i,45 diğer bir kesimi de, et-Talikan’da
          ayaklanan Muhammed b. el-Kasım (ö.219/834)’ı46 Mehdî olarak
          beklemişlerdi.
          Hicrî üçüncü asrın ortalarına doğru gelindiğinde ise, dünyanın sonu
          gelmeden önce ortaya çıkacak bir nihai kurtarıcı inancı, birçok Müslüman
          grubun ortak özelliği olmuştu.Bu yüzden bir takım Mehdî rivayetlerinin
          Sünnîler arasında da kabul görmeye başladığı görülmektedir. İslâm
          toplumu içerisinde yaşanan sosyal ve siyasal sıkıntıların insanları
          umutsuzluğa itmesi, Mehdînin dönüşünden önce cemiyette din, iman,
          nizam kalmayacağı, Allah’ın açıkça inkâr edileceği, toplumda ihtilâflar
          yaşanacağı, en yakın kimselerin bile birbirlerinin yüzlerine tükürecekleri ve
          birbirlerinin boyunlarını vuracakları şeklinde Peygamber hadislerini
          gündeme getirmiştir. Durumlarından hoşnut olmayıp ideal yönetici
          arayışına çıkan bu kitleler arasında da, kurtarıcı bekledikleri Mehdînin, Hz.
          Peygamber’in Fatıma soyundan, ismi Hz. Peygamber’in ismine, babasının
          ismi de Hz. Peygamber’in babasının ismine uyan biri olacağı şeklinde bir
          düşünce oluşmuştu.

          Yorum


            #6
            Ynt: MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

            5. Mehdîliğin Bir İnanç Esası Haline Dönüşmesi

            Mehdî beklentileri her ne kadar Sünnîler arasında da yaygınlık kazanmış
            olsa da, konuyu yoğun bir şekilde gündemlerinde tutmaya devam edenler,
            İsmailiyye ve Kat’iyye’nin başını çektiği Şiî gruplardı. Daha sonra Kat’iyye
            içerisinden doğan İmamiyye Şiası, mehdîliği Onikinci İmam’ın önemli vasfı
            yaparak ona, kıyamete kadar gerçek inancı devam ettirip, bir an önce
            zalimlerden dünyayı kurtaracak tek meşru idareci olan “el-kaim” imâsını
            ilâve etmiştir.
            İmamiyye’ye göre, beklenen Mehdî, Onikinci İmam Muhammed b. el-
            Hasan’dır. O ölmemiştir ve kıyamet kopmadan önce gelerek, zulümle dolu
            dünyayı adalet ve doğruluğa kavuşturacaktır.
            İmamiyye, on birinci imam olarak kabul ettikleri Hasan el-Askerî’
            (ö.260/874)’nin, halef bırakacağı bir oğlu olmadan vefat etmesi sebebiyle
            oluşan ihtilâflar sonucu ortaya çıkan fırkalardan biridir. Hasan el-Askeri,
            232/846 yılında Medîne’de doğmuştur. 233/847 yılına doğru, halife
            Mütevekkil tarafından, babası Ali el-Hadî (254/868) ile birlikte Samerra’ya
            getirilmesi emredilmiş ve ölümüne kadar orada tutulmuştur. 260/873’te
            vefat edene kadar herhangi bir oğlu olduğu da bilinmemektedir.
            Hasan e-Askerî’nin halefsiz ölümüyle şaşkına dönen Kat’iyye Şiası,
            imamın kim olduğunu ispat etme yönünde, ilk olarak, Şiîler’in büyük
            çoğunluğunun benimsemiş olduğu bir takım imam rivayetlerine başvurma
            yoluna gitmiştir. Bu rivayetlerin yorumlanması, farklı bakış açılarına yol
            açarak, kendi içlerinde alt bölünmelere sebep olmuştur. Onlar, Hasan el-
            Askerî (260/874)’nin halefsiz vefat etmesiyle, ya imametten vazgeçmek, ya
            imamlığın kesintiye uğradığını kabul etmek ya da vefat eden imamın gizli
            bir oğlunun olduğunu söylemek durumundaydılar. Bundan dolayı, bir
            kısmı Hasan el-Askerî’nin gaybete gittiğini, bazıları kardeşi Cafer’in
            imametini, bir kesimi babasının sağlığında ölen diğer kardeşi Muhammed’in
            imametini, diğer bir kısmı da Hasan Askerî’nin bir oğlunun olduğunu,
            bazıları ise Hasan’ın ölümüyle imametin sona erdiğini iddia etmişti.
            Aslında, Hasan el-Askerî’nin bir oğlunun olmadığını dönemin
            makalât ve fırak yazarları da doğrularlar. Ancak başta İmamiyye olmak
            üzere, Şia’nın yok olacağını farkeden bir kısım Kat’iyye Şiası, varlıklarını
            sürdürebilmek için imametin devam ettiğini sürekli gündemde tuttular.
            Onlar, Hasan’ın kardeşi Cafer’e olan düşmanlıklarından dolayı da,
            imametin Hasan ve Hüseyin’den sonra iki kardeşte olamayacağını ısrarla
            iddia ettiler. Hasan el-Askerî’nin öldüğünü ve onun, kendi sulbünden birini
            yerine halef bıraktığını ve bu halefin, dönüp kendi durumunu ilan ve izhar
            edinceye kadar imametinin devam edeceğini ileri sürdüler. Yine iddialarına
            göre, “Hasan el-Askerî’nin oğlu Gaib İmam, düşmanlarından korktuğu için
            gizlenmiş ve Allahʹın örtüsüyle kapatılmıştı. Allah, onun ortaya
            çıkmasından veya gizlenmesinden hangisini isterse onu emreder.
            Kendilerine emir verilinceye kadar İmam’ın ismini anmaları, durumunu
            araştırmaları veya açığa vurmaları ve yerini sormaları yasaktır. Tek
            bilinmesi gerekenin, Kâimʹin doğumunun insanlarca bilinemeyeceği,
            düşmanlarından korktuğu için gizlendiği, zuhur edinceye kadar kıyam
            etmeyeceği ve gözlere gözükmeyecek şekilde Allahʹın örtüsüyle
            kapatıldığıydı.”
            İlk İmamîler, Hasan el-Askerî’nin söz konusu gizli oğlunun, babasının
            ölümünden hemen sonra, 260/874 yılında gaybete gittiğini ve bir süre
            sonra da ortaya çıkacağını düşünüyorlardı. Ancak zaman geçtikçe
            imamlarının bir türlü zuhur etmemesi ve bu şekilde gaybetin uzamağa
            başlaması, “muammerûn” (Allah tarafından ömürleri uzatılanlar) tezinin
            ortaya atılmasını gerektirmiştir. Bu tez, imam her ne kadar uzun ömürlü
            olsa da, yeryüzünde hayatta olup gizli kalabilir, şeklindeki iddiaları için
            önemli bir referans sağlamıştır. Onlar, buna dayanarak Allah’ın, en büyük
            mucizesi gereği hüccetini daha uzun süre yaşatabileceğini ve onunla birlikte
            dinini diğer tüm dinlere üstün kılıp, kirleri yıkayacağını ileri sürmüşlerdir.
            Nitekim iddialarına göre, peygamberlerden Hz. Adem 930 sene, Nuh 1450
            sene, İbrahim 175 sene, İsmail 120 sene, İshak 180 sene, Yakup ve Yusuf
            120’şer sene, Süleyman ise 712 sene yaşamıştı.
            İmamiyye’ye göre, beklenen Mehdî Onikinci İmam, şu an hala
            gaybettedir. İmamın kaybolmasından, yani babası Hasan el-Askerî’nin vefat
            tarihi olan 260/873 yılından sonra 15 Şaban 328/27 Mayıs 940 tarihine kadar
            ki devreye onun, “Gaybetü’l-Kasîra” diye nitelenen ilk gaybeti denmiştir.
            Birinci gaybet olan kısa gaybet, imamla insanlar arasında sefirlerin aracılık
            yaptığı dönemdir. Bu dönemde onikinci imam ile insanlar arasındaki
            münasebeti, arka arkaya gelen dört sefir temin etmiştir. Dördüncü sefir Ali
            b. Muhammed es-Semurrî (ö.328/940)’nin ölümü ile ikinci gaybet veya uzun
            gaybet başlamıştır. Rivayete göre, Birinci Sefir Osman b. Saîd vefat edince
            Ebi Cafer Muhammed b. Osman’a vasiyet etmiş, Ebu Cafer de Ebu’l-Kasım
            Hüseyin b. Rûh’a, Hüseyin b. Rûh da, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed es-
            Semurrî’ye vasiyet etmiştir. es-Semurrî vefat edeceği zaman ona vasiyeti
            sorulmuş o da, “Emir Allah’ındır, O karar verecek” demiştir. Böylece onun
            vefatıyla “tam”, yani “uzun gaybet” başlamıştır.
            Tam gaybet, Allah’ın dileği doğrultusunda, bir sebebe dayalı olarak,
            sefirler ve aracıların kalktığı kâinat için planlanan bir dönemdir. Bu dönem
            boyunca imtihan, eleme ve arınma gibi etmenlerin tümü gerçekleşecektir.
            Uzun gaybet, halen sağ olduğuna inanılan Onikinci İmam Muhammed el-
            Mehdî’nin ortaya çıkışına kadar devam edecektir.
            İmamiyye’nin, gaybete gittiğini ileri sürdükleri imamlarının beklenen
            Mehdî olduğuna yönelik tezi, ilk anda gündeme gelmiş gözükse de, bu
            iddiaların ağırlık kazanması bir hayli zaman almıştır. İlk İmamî âlimler, on
            ikinci imamlarının mehdîliğinden ziyade, onun var olduğunu ispat etmekle
            meşgul olmuşlardı. Bu yüzden, Onikinci İmam’ın varlığıyla ilgili gündeme
            getirdikleri rivayetlerde, daha çok; “el-Kaim”“Sahibü’l-Emr” “el-
            Hücce” gibi isimler kullanmışlardı. “Mehdî” lâkabına ise çok az yer
            verilmiştir. Kuleynî tarafından kayda geçirilen böyle bir rivayette, Gaib
            İmam hakkında, “Ardımda evlâtlarımdan on birincisinin doğumunu
            düşünüyorum. O, zulüm ve zorbalıkla dolan yeryüzünü adalet ve
            doğruluğa kavuşturacak Mehdî’dir” denmektedir.
            “Mehdî” veya “Mehdîyyü’l-Muntazar” lâkabının İmamiyye inancının
            önemli bir krıteri olması Küçük Gaybet döneminin bitimiyle başlar. İmamın
            uzatılmış gaybeti, Mehdînin fonksiyonunun içselleştirilmesine katkıda
            bulunan faktörlerden biri olmuştur. İmamiyye, özellikle onun görülebilir bir
            zamanda hilafeti ele geçirip gerçek İslam adaletini sağlamasının mümkün
            olmadığının anlaşılmasıyla, Keysaniyye ve Vakıfa gibi eski Şîî fırkaların
            görüşlerine başvurmuştur. Söz konusu grupların iddialarına benzer
            rivayetlere yer veren erken dönem hadis kitaplarında, Allah’ın dine Mehdî
            ile birlikte yardım edeceği, Allah’ın devletinin onun aracılığıyla kurulacağı
            ve düşmanlarından intikam alınacağı şeklinde rivayetler söz konusuydu.
            İmamîler, bu ve benzeri mehdîlik hadisleriyle, o ana kadar söylenen her
            şeyi, eksiksiz bir şekilde Gaib İmam’a uyarladılar. Son olarak da, Mehdî’yi
            ve onun gaybette olduğunu bilmeyenin tam iman etmiş sayılamayacağını
            iddia ederek, Mehdî’ye inanmayı bir inanç esası haline getirdiler. Çünkü
            onlara göre, diğer imamlar Onikinci İmam’ın Mehdî olup gaybete gideceğini
            önceden haber vermişti. Bu düşüncelerini Hz. Peygamber’den geldiğini
            iddia ettikleri hadislerle de desteklemeye çalıştılar. Aktardıkları bir
            rivayette, Resulüllah’ın, “kim gaybeti zamanında çocuklarımdan olan
            Kaim’i inkâr ederse öldüğünde cahiliyye üzeredir” dediğini iddia
            etmişlerdir.
            İmamîler, Mehdî inançlarını halka maletme yolunda hadis
            uydurmanın yanında, pek çok âyeti de tevil etmişlerdir. Meselâ Nûr suresi
            55. âyetinin Kaim el-Mehdî ve ashabı için indirildiği, Kaim el-Mehdî’nin ahir
            zamanda ortaya çıkıp zulümle dolu yeryüzünü adalete kavuşturacağı ve
            bunun da Ali’nin zürriyetinden Hüseyinoğullarından olacağı şeklinde pek
            çok rivayet söz konusudur.
            İmamiyye’ye göre, Onikinci İmam Muhammed el-Mehdî’nin isim,
            künye, vücut yapısı ve davranış yönünden kendisine benzeyeceği, onunla
            insanların sapıklığa düşeceği bir gaybet ve bocalama dönemi başlayacağı,
            daha sonra karanlıkları delen bir göktaşı gibi dönüp, zulümle dolmuş
            yeryüzünü adalete kavuşturacağı, bizzat Hz. Peygamber tarafından
            açıklanmıştır. Hz. Peygamber’in haber verdiği bu durum, daha sonra Hz.
            Fatıma ve on iki imam tarafından da açıkça ortaya konulmuş ve böylece
            kesinlik kazanmıştır.
            Yukarıda da görüldüğü gibi, pek çok rivayet ve iddiayla Onikinci
            İmam Mehdî’nin döneceğini sürekli gündemde tutan İmamiyye ileri
            gelenleri, tehlike ve baskı dönemlerinde bağlılarını cesaretlendirirken,
            onlardan, seslerini çıkarmamalarını istemekte, Mehdî’nin gelişinin, zulmün
            ve despotizmin sonu olacağını söylemektedirler. Onlara göre Mehdî
            Muhammed b. el-Hasan, ortaya çıktığı zaman Meryem oğlu İsa yeryüzüne
            inecek ve arkasında namaz kılacaktır.
            İlk İsmailîler de, Muhammed b. İsmail’in gizlenmiş son imam ve
            Mehdî olup tekrar döneceğine inanıyorlardı. Fakat Fatımî devletinin ortaya
            çıkmasıyla birlikte, liderleri Ubeydullah el-Mehdî nezdinde doktrinde
            yeniliğe gidilmiştir. Buna göre, Cafer Sadık’ın ölümünden sonra imamet
            diğer oğlu Abdullah el-Eftah’a intikal etmiş, ardından onun nesli vasıtasıyla
            kesintiye uğramadan dedelerine, onlardan da kendisine kadar gelmiştir. Bu
            şekilde, Muhammed b. İsmail’in Mehdî olarak döneceği düşüncesi terk
            edilerek, yerine “kâim”, yani halen mevcut olan imam kavramı
            getirilmiştir.

            Yorum


              #7
              Ynt: MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

              Sonuç

              Ezilen kitlelerin ortak psikolojisi olan “beklenen kurtarıcı” düşüncesi,
              iktidarlara muhalif ve baskı gören Müslüman gruplar arasında “Mehdî”
              terimiyle ifade bulmuştur. İslâm tarihinde mehdîlik iddialarının gündeme
              gelmeye başlaması, hicrî birinci asrın sonlarından itibaren, ilk olarak
              Muhammed b. el-Hanefiyye’nin mehdîliğini ileri süren Keysaniyye ile
              birlikte olmuştur. Daha sonra pek çok kişi hakkında gündeme gelen bu
              iddialar, zamanla daha da çoğalarak hicrî üçüncü asırdan itibaren toplum
              hafızasında yer etmeye başlamıştır. Mehdîlikle ilgili üretilen pek çok rivayet,
              Sünnîler arasında kabul görmesine rağmen konuyu asıl gündemlerinde
              tutanlar, Şiî gruplar olmuştur. İktidar muhalifi pek çok Şiî fırka, ölen
              liderlerini Mehdî olarak beklemişlerdir. Ancak İmamiyye Şiasının on birinci
              imam olarak kabul ettiği Hasan el-Askerî (ö.260/873)’nin vefatıyla durum
              yeni bir boyut kazanmıştır. Onun, ardında bir halef bırakmadan vefat
              etmesi, onun gizli bir oğlu olup gaybete gittiği iddialarını gündeme
              getirmiştir. Söz konusu fikri ileri süren İmamiyye Şiası, daha sonra da,
              gaybete giden on ikinci imamlarının Mehdî olarak geri döneceğini
              söylemiştir. Bu iddiaları zamanla bir inanç esası haline getirilerek İmamiyye
              Şiasının itikadî konularından biri olan imamet inancının değişmez bir
              parçası olmuştur.

              Yorum


                #8
                Ynt: MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

                Bibliyografya

                Bağdadî, Abdülkadir Tahir b. Muhammed (ö.429/1038), Mezhepler Arasındaki Farklar, çev.:
                Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara 1991.
                Bakhsh, S.Khuda, Politics in Islam, Sh. Muhammad Ashraf, Lahore 1954.
                Baybal, Sami, İbrahimî Dinlerde Mesih’in Dönüşü, Konya 2002.
                Cabiri, Muhammed Abid, İslam’da Siyasal Akıl, çev.: Vecdi Akyüz, İstanbul 1997.
                Daftary, Ferhad, İsmailîler; Tarih ve Kuram, çev.: Ercüment Özkaya, Ankara 2001.
                Dorraj, Manochehr from Zarathustra to Khomeni, London 1990.
                Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as es-Sicistanî (ö.275/888), Sünen-i Ebu Davud, Beyrut 1409/1988.
                Ertürk, Mustafa, Metin Tenkidi Prensipleri Açısından Sahih-i Buhari’deki Bazı Fiten Hadislerinin
                Değerlendirilmesi, (Basılmamış Doktora Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
                Enstitüsü, İstanbul 1995.
                Eş’ari, Ebu’l-Hasan Ali b. İsmail el-Basri (ö.324/935), Makalatü’l-İslamiyyin va’htilafu’l-Musallin,
                tahk. Helmut Ritter, Vıesboden 1980.
                Fığlalı, Ethem Ruhi, “Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine”, AÜİFD., c. XXV.
                --------, “İsnâaşeriyye,” DİA, c. XXIII.
                Gündüz, Şinasi, Din ve İnanç Sözlüğü, Vadi Yayınları, Ankara 1998.
                Hasan b. Sabit el-Ensarî (ö.54/674), Divân, şerh: Yusuf Îyd, Beyrut 1412/1992.
                Hatib el-Bağdadî, Hafız Ebubekir Ahmed b. Ali (ö.463/1071), Tarihu Bağdad ev Medinetü’s-Selam,
                Dâru’l-Kütübu’l-İlmiyye, Beyrut, ts.
                Hatiboğlu, Mehmet, Hz. Peygamber’in Vefatından Emevilerin Sonuna Kadar –Siyasi İctimai
                Hadiselerle Hadis Münasebetleri, Basılmamış Docentlik Tezi, Ankara.
                Hodgson, Marshall G.S., İslâm’ın Serüveni, İstanbul 1993.
                İbn Abd Rabbih, Ebu Ömer Ahmed b. Muhammed el-Endülûsî (ö.328/939), Kitabu İkdü’l-Ferid, IVII,
                şerh, İbrahim el-Ebyarî, Daru’l-Kütübu’l-Arabî, Beyrut, ts.
                İbn Babaveyh el-Kummi (Şeyh Sadûk), Ebu Cafer Muhammed b. Ali (ö.381/991), Kemalü’d-Din
                ve Temamü’n-Ni’me, Daru’l-Kütübü’l-İslâmiyye, Kum 1395/1975.
                Risaletü’l-İ’tikadâti’l-İmamiyye, Türkçe çev.: E. Ruhi Fığlalı, Ankara 1978
                İbnü’l-Esîr, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed Abdulkerim eş-Şeybani (ö.630/1232), el-Kamil fi’t-
                Tarih, İstanbul 1985.
                İbn Kesir, İmadüddin Ebi’l-Feda İsmail b. Amr b. Kesir el-Kureyşî ed-Dımeşkî, el-Bidaye ve’n-
                Nihaye fi’t-Tarih, çev.: Mehmet Keskin, İstanbul 1995.
                İbn Kuteybe ed-Dineveri, Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim (ö.276/889), Uyunu’l-Ahbar,
                tahk.: Yusuf Ali Tavil, Beyrut 1986.
                İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvinî (ö.275/888), Sünenü İbn Mace, Beyrut,
                ts.
                İbn Manzur, Ebu Fudayl Cemaleddin b. Manzur b. Muhammed b. Mükerrem (ö.711/1311),
                Lisanü’l-Arab, Beyrut 1410/1990.
                İsfahanî, Ebu’l-Ferec Ali b. El-Hüseyin (ö.356/966), Kitâbu’l-Eğanî, tahk.: el-Hey’etü’l-
                Mısriyyetü’l-Amme, 1992.
                --------, Mekatilü’t-Talibiyyin, tahk.: Seyyid Ahmed Sakar, Beyrut, ts.
                İsferayani, Ebu Muzaffer (ö.471/1078), et-Tabsir fi’d-Din ve Temyizu Fırkatü’n-Naciyeti ani’l-
                Fırakı’l-Halikin, tahk.: Kemal Yusuf el-Hut, Beyrut 1403/1983.
                İlhan, Avni, Mehdilik, İstanbul 1993.
                Kadî Abdulcebbar, Kadîu’l-Kudat Abdulcebbar b. Ahmed (ö.415/1020), el-Muğni, tahk.: Tevfik
                et-Tavi ve Said Zayid, ts.
                --------, Tesbitü Delâili’n-Nübuvve, Beyrut 1966.
                Kohlberg, Etan, “Some Shi’i Views of the Antediluvan World” Studia Islamica, LII, Paris 1980.
                Korkmaz, Sıddık, Tarihi Süreç İçerisinde Sebeiyye, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara Ün. Sosyal
                Bilimler Enstitüsü 2003.
                Kuleynî, Ebu Ca’fer Muhammed b. Ya’kub er-Razi (ö.329/941), el-Kâfî fi İlmi’d-Din, Farsça
                tercüme ve şerhi ile birlikte, Seyyid Cevad Mustafa, Tahran, ts.
                Kummî, Ebu’l-Hasan Ali b. el-Hüseyin b. Babeveyh (Baba Saduk) (ö.329/941), el-İmame ve’t-
                Tabsıra mine’l-Hayre, Kum 1985.
                Kutlu, Sönmez, İslam Düşüncesinde Tarihsel Din Söylemleri Olgusu, İslâmiyât, Ankara, Ekim-
                Aralık 2001, c. 4, sayı: 4,.
                Makdisî, Mutahhar b. Tahir (ö.387/997), el-Bed ve’t-Tarih, Beyrut 1899.
                Martin Lings, Antik İnançlar Modern Hurafeler, çev.: Nabi Avcı, İstanbul 1991.
                Mensching, Gustav, Dinî Sosyoloji, çev.: Mehmet Aydın, Konya 1994.
                Mes’ûdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyin el-Hudhalî el-Bağdadî (ö.346/957-958), Murucu’z-Zeheb ve
                Meadinu’l-Cevher, tahk.: M. Muhiddin Abdülhamid, Beyrut 1408/1988.
                Naşi el-Ekber, Abdullah b. Muhammed (ö.293/906), Mesailü’l-İmame, Beyrut 1971.
                Nevbahtî, Ebu Muhammed el-Hasan b. Musa (ö.310/922), Fıraku’ş-Şia, Matbaatü’d-Devle,
                İstanbul 1931.
                Nuaym b. Hammâd, Ebu Abdillah Nuaym b. Hammâd el-Mervezî (ö.229/844), Kitabu’l-Fiten,
                tahk.: Süheyl Zekkâr, Beyrut 1414/1993.
                Nu’manî, İbn Ebi Zeyneb Muhammed b. İbrahim (ö.360/971), Kitabu’l-Gaybe, tahk.: Aliekber elĞufari
                , Tahran 1397.
                Onat, Hasan, Emeviler Dönemi Şiî Hareketleri, Ankara 1993.
                Öz, Mustafa, “Gâliyye,” DİA, c. XIII.
                --------, “İsmailiyye”, DİA, c. XXIII.
                Sachedina, Abdulaziz Abdusselam, Islamic Messianism: The Idea of Mahdi in Twelver Shíʹism,
                Albany: State University of New York, 1981.
                Sa’d Muhammed Hasan, el-Mehdîyyetü fi’l-İslâm Munzü Akdemi’l-Usûr Hatte’l-Yevm, Mısır 1953.
                Sarıkçıoğlu, Prof. Dr. Ekrem Sarıkçıoğlu, “Mecusî Dininde Mehdi İnancı”, Atatürk Üniverstesi
                İlahiyat Fakültesi Dergisi, Erzurum, sayı: 7.
                Seffar el-Kumî, Ebu Cafer Muhammed b. el-Hasan b.Feruh (ö.290/902), Besairu’d-Derecati’l-
                Kübra, tash.: Mirza Muhsin, Tahran 1374.
                Söylemez, M. Mahfuz, Bedevîlikten Hadârîliğe Kûfe, Ankara 2001.
                Şeyh Müfîd, Ebu Abdullah Muhammed b. Muhammed b. En-Numani el-Ukberi el-Bağdadi
                (ö.413/1022), Evailü’l-Makalât fi Mezahibi’l- Muhtârât, ed. F. Ez-Zencanî, Tebriz 1371.
                Taberanî, Süleyman b. Abdurrahman et-Tâberânî (ö.360/971), el-Mu’cemu’l-Kebîr, tahk.: Hamdi
                Abdülmecid, Matbaatü’l-Vataniyyetü’l-Arabî, ts.
                Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr (ö.310/922), Tarihu’l-Umem ve’l-Mulük , tahk.:
                Muhammed Ebu’l-Fazl İbrahim, Dârü’l-Mearîf, Kahire, ts.
                Thomson, William, “İslâm ve Mezhepler”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, çev.:
                Adil Özdemir, İzmir 1983, sayı: 1,.
                Tûsî, Ebu Cafer Muhammed b. Hasan (ö.460/1067), Kitabu’l-Gaybe, tahk.: İbadullah Tahrani ve
                Ali Ahmet Nasıh, Kum 1417.
                Ümit, Mehmet Zeydiyye-Mu’tezile Etkileşimi ve Kâsım er-Ressî, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara
                Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2003.
                Yönem, Ahmed, Mehdîlik Fikri ve Müslümanlar Arasındaki İlk Tezahürleri, (Basılmamış Yüksek
                Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1998.
                Van Vloten, Gerlof, Emevi Devrinde Arap Hakimiyeti, Şia ve Mesih Akideleri Üzerine Araştırmalar,
                çev.: M. Said Hatipoğlu, Ankara 1986.
                Watt, Montgomery, İslami Hareketler ve Modernlik, çev.: Turan Koç, İstanbul 1997.
                --------, İslam’da Siyasal Düşüncenin Oluşumu, çev.: Ulvi Murat Kılavuz, İstanbul 2001.
                Vaziri, Mustafa, The Emergence of Islam: Prophecy, Imamate, and Messianism in Perspective,
                NewYork 1992.
                Yakubi, Ahmed b. Ebi Yakub b. Cafer b. Veheb (ö.292/905), Tarihu Yakubî, Dâru Sadır, Beyrut
                1992/1412.
                Yavuz, Y. Şevki, “İmamiyye’nin Usûlü’d-Dine İlişkin Görüşleri,” Şiîlik Sempozyumu, İstanbul
                1993.
                Yönem, Ahmet, Mehdîlik Fikri ve Müslümanlar Arasındaki İlk Tezahürleri, (Basılmamış Yüksek
                Lisans Tezi), Ankara 1998.
                Zaman, Muhammad Qasım, “The Nature of Muhammed al-Nafs al-zakiyya’s Mahdiship: A
                Study of Some Reports in Isbahanis Maqatil”, Hamdard Islamicus, Pakistan, 1990, c. XII,
                No:1.

                Yorum


                  #9
                  Ynt: MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

                  Sayın mektebi mülkiye sizin hz Mehdi a.s ile ilgili düşünceleriniz nelerdir..size göre mehdi varmıdır yokmudur doğmuşmudur doğmamışmıdır yada nasıl ortaya çıkacak yada asla böyle bir şey olmayacakmıdır..sizin şahsi fikrinizi öğrenmek istiyorum..
                  ALLAH'ım Bütün Güzel Sözler Sana Söylemekle Güzeldir,Kırık Dökük de Olsa Kabul Eyle Sözlerimi.

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

                    adaletin tesis edilmediği bir ortamda ikili diyaloglara girmeyeceğimi daha önce söylemiştim

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

                      www.haber10.com/makale/17067

                      Meal yazmış bir aydın olan İhsan Eliaçık`ın ilginç bir yazısı.İşin ilginç yanı Şii-Caferi Alimlerin Mehdi`nin varlığına delil olarak sundukları diğer Dinlerdeki Mehdiye benzer beklentiler ve İnançları İhsan Eliaçık Mehdi İnancının Doğru olmadığına delil olarak sunmuş.

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

                        [quote author=Mekteb-i Mülkiye link=topic=8564.msg55978#msg55978 date=1254759878]
                        adaletin tesis edilmediği bir ortamda ikili diyaloglara girmeyeceğimi daha önce söylemiştim
                        [/quote]

                        Sen şuna cevap veremiyorum desene..neden kaçmayı seçiyorsun..bunca yazı eklemişsin en azından kendi fikirlerini yaz bizde bilelim..



                        Burda adalet yoksa ve sen halen burdaysan sen bizden de adaletsizsin demektir..biz adaletsiz insanlarız sen adaletlilerin yanına git zorla tutan yok..daha fazla adaletten uzak kalma..

                        Hee birde nasıl şia oldum diye bölüme seninde sünnilikten nasıl şialığa geçtiğini yazmanı bekliyoruz..sünnilerdki yanlış nelrdi de sen şia oldun..şiadaki yanlışlar neler bu kadar saldırıyorsun bunları yazarmısın acaba..ama sen bunada cesaret edemezsin ve bir şekilde sıyrılırsın..


                        ALLAH'ım Bütün Güzel Sözler Sana Söylemekle Güzeldir,Kırık Dökük de Olsa Kabul Eyle Sözlerimi.

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

                          selamunaleykum
                          mektebi mülkiye kardeşim inanın çok şaşırtıyorsunuz beni imamlara inanırken sırf bir kişi bir kişiye kafir demedi diye bu kadar değişmeniz tepkisel ddavranmanız şaşırtıyor
                          belki cevap vermeyeceksiniz ama üzüntüm beni yazmaktan alıkoyamıyor
                          biz imamı zaman agamızın varlığını kendi kendimize söylemiyoruz şia kaynaklarının yanında azımsanmayacak derecede ehli sünnetin sahih dediği kesinlikle doğru dediği hadis kitaplarındada bu mevzunun olması önemsizmi
                          bu zuhurun gerçekleşeceğine delil değilmi
                          yoksa hadislere itibar etmeden kuran bize yeter diyerek mi islamı yaşamalıyız
                          allahu hakim kuranda onlar istemesede allah nurunu tamamlayacaktır buyurmuştur
                          yüce allah insanları ıslah etmek için hep bir önder göndermemiş mi
                          imamımızda kıyametten önce gelerek dünyada islam dinini hakim kılacak önderdir
                          islam dini resulullahın şehadetiyle hemen bir önder tayin etmiş kendisine ,resullullah daha defnedilmeden sakifeye koşulup bir önder seçilmeye kalkışılmış.üstelik o zamanki müslümanların hepsi resulullahla yaşamış islamı birinci kaynaktan öğrenmişlerdibirkaç halifeden sonra islam dinini kimsesiz ilan ettiler
                          resulullahtan asırlar sonra yaşayan insanlara islamı öğretecek bir halifenin yokluğu anormal değilmi
                          bugün görüyoruz ki islam alemi ayrılığa düşmüş başsız bir islam bugün böyle ise yarın kıyamete kadar nasıl olur varın düşünün,nasıl dünyaya hakim olur kendi kendinemi varın düşünün
                          oysa akıllı bir insan düşündümü imamın varlığında asla şüpheye düşmez
                          koskoca son din son kitabın bir emiri vardır
                          ***
                          ey allahım onun zuhurunu acil eyle islamı hakim eyle ümmeti muhammede vahdeti getirecek hz.peygamber s.a.a. evladının zuhurunu acil eyle
                          bizleride onun zuhurunu gerçek bekleyenlerden eyle
                          ilahi amin amin amin***
                          not:imamın ismini söylemememizin sebebi onun gayyıpta olup ismini zikrettiğimizde gelmesi dolayısıyla sıradan bir insan olmadığı için saygı gereği ayağa kalkmak ve selam vermek gerektiği için normal zamanlarda ismi yerine lakapları ile hitap etmemizden ileri gelmektedir
                          selamunaleykum
                          "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

                            [quote author=Mekteb-i Mülkiye link=topic=8564.msg55978#msg55978 date=1254759878]
                            adaletin tesis edilmediği bir ortamda ikili diyaloglara girmeyeceğimi daha önce söylemiştim
                            [/quote]


                            Şayet size göre bu forumda öyle bir durum ve öyle bir ciddiyetsizlik var ise, sizi bu forumda zorla tutan yok. Her an terk edebilirsiniz.

                            Hucr Bin Adiy

                            Yorum


                              #15
                              Ynt: MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

                              Her an forumu terkedebilme olanağımın olduğunun bilincindeyim ama bunun zamanına ben karar veririm siz değil

                              yazılarım çok zorunuza gidiyosa gücünüzü kullanır gereğini yaparsınız, ki yapıyosunuz da zaten

                              neyse benimle birebir muhatap olmayın, yazdıklarıma cevabınız varsa koyun ortaya yoksa şahsımla uğraşmayın

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X