Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri


    1. VAZİFE

    Akli ve nakli deliller de işaret edildiği üzere Hz. Mehdi'ye (a.f) karşı en önemli görevlerinden biri onu tanımaktır. İtaati herkese vacip olan imamın sıfatlarının ve özelliklerinin öğrenilmesi ve böylece de o yüce imamın makamına sahip olduklarını iddia eden yalancıların tanınması gerekir. Zamanın İmamını tanımanın gerekliliğine dair birçok rivayet mevcuttur. Ebu Abdullah İmam Sadık'tan (a.s) rivayet edilir: Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: “Zamanın İmamını tanımadan ölen kimse cahiliyet ölümü üzerine ölmüştür.”
    İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Yeryüzü Allah'ın kullarına hüccetinden boş kalmayacaktır ve hiç kuşkusuz zamanının İmamını tanımadan ölen kimse cahiliye ölümü üzerine ölmüştür. Muhakkak ki bu (mevzu) gündüzün hakikati gibi haktır.
    İmam'a “Ey Allah Resulünün torunu! Sizden sonra hüccet ve İmam kimdir diye arz edildiğinde: “Oğlum Muhammed (a.s) benden sonra İmam ve hüccettir. O halde onu tanımadan ölen cahiliye ölümü üzerine ölmüştür ” diye buyurdu.
    Şüphesiz ki Ehlibeyt İmamlarının (a.s) zamanın imamını tanımanın lüzumundan maksatları şudur; insanlar ve müminler, dünya ve ahiret saadetini temin edecek ölçüde imamlarını tanımalı, şüpheler ve dalalet kapılarını yüzlerine kapatmalıdırlar.
    İmamı tanımak iki yolla mümkündür;
    1- İmamın (a.s) şahsiyetinin tanınması.
    2- İmamın (a.s) şahsının tanınması.
    İmamın hem şahsını hem de şahsiyetini tanımak, âlimlere ve bu zemine de kaleme alınan eserlere müracaat etmekle mümkün olur. Bilmek gerekir ki İmam'ın (a.s) şahsiyetini tanımanın yolu İmamın sıfat ve özelliklerini tanımadan geçer. İslam’da İmamet makamının yeri, İmamda bulunması gereken sıfatlar ve onda olan özellikler anlaşılırsa imamlarının şahsiyetleri de tanınmış sayılır. Zira imamların hepsi bir nurdur. Hidayet imamları, kendi tabirleriyle de evveli Muhammed, ortası Muhammed, sonu da Muhammed’dir. Onların hepsi bir nurdur. Bizler, Ehlibeyt İmamlarının (a.s) fazilet ve menkıbelerini öğrenmeliyiz. İmamlar (a.s) fazilet ve menkıbelerin birçoğunda eşittirler. Diğer taraftan İmama (a.s) karşı marifetin tam ve kamil olması için her imama özgü olan erdemleri de tanımak ve bilmek şarttır.
    İmamın (a.s) şahsını tanımak, onun ismini, lakabını, künyesini, hasebini, nesebini, sıfatlarını, özelliklerini, kişisel erdemlerini ve yine ona ait zamansal ve mekânsal özellikler öğrenilerek kazanılır.
    Burada İmam’ı (a.s) kısaca tanıtan bir rivayet naklediyoruz;
    İmam Sadık (a.s) şöyle buyurur: “İmamı tanımanın en basit yolu şudur; O, nübüvvet makamı dışında tüm makamlarda peygamberle eşittir. Şüphesiz imama uymak Allah’a ve Resulü’ne (s.a.a) uymak demektir. Her işte ona teslim olmalı ve işler ona havale edilmeli, Sözüne ve emrine amel edilmelidir. Bilin ki Peygamberden (s.a.a) sonra İmam, Ali b. Ebu Talib imamdır. Ondan sonra Hasan ve Hüseyin, sonra Ali b. Hüseyin, sonra Muhammed b. Ali, sonra Cafer b. Muhammed, sonra Musa b. Cafer, sonra Ali b. Musa, sonra Muhammed b. Ali, sonra Ali b. Muhammed, sonra Hasan b. Ali ve son olarak da Hüccet b. Hasanu’l Askeri imamdır. ”
    İmamın (a.s) şahsını tanımak için adının, kün-yesinin, lakabının, babasının adının ve yeterli ölçüde sıfatlarının öğrenilmesinin gerekli olduğu belirtildi. İmam-ı Zaman’ın (a.f) adı ve künyesi Peygamberimizin (s.a.a) adı ve künyesiyle aynıdır. Adı, Muhammed, künyesi Ebul Kasım, lakabı ise Mehdi’dir. Sağ yanağında alımlı ve güzel bir ben vardır. Yüzü güzel, burnu çekik ve orta boyludur.
    İmamı Zaman'ın (a.f) zamansal ve mekânsal açıdan özelliklerini, dualarını, fiillerini, sözlerini, tanımak onun şahsını tanımanın bir bölümüdür. Örneğin; Hz. Mehdinin (a.f) zuhurunun beş kesin alameti olduğunu öğrenmek, zuhur ettiğinde yeryüzünün zulümle dolup taştığını, kıyamından önce semavi seslerin işitilmesi, ayın yüzeyinde bir el şeklinin belirmesi, Hz. Musa’nın (a.s) taşının ve asasının onun elinde olması vb… konular ilgili kitaplarda açıklanmıştır. Bütün bu hadisler Hz. Mehdinin (a.f) zuhur alametlerinden ve o yüce imama ait özel hususiyetler olup İmamı tanımanın kısımlarındandır.

    2. VAZİFE (İLK VAZİFEYE BİNAEN)

    İmama (a.s) karşı bir diğer vazife Allah’u Teâlâ’dan İmam-ı Zamanı (a.f) tanımayı talep ederek bu hususta dua etmektir.
    Müminlerin, Allah ve Resulünü tanımaktan sonraki en önemli vazifeleri İmam-ı Zamanı (a.f) tanımalarıdır.
    İmamı tanımak insanın kudreti dâhilinde olmadığından ve sadece kişinin bireysel çabasıyla kazanılmadığından insan, dua ederek onu tanımayı Allah’tan talep etmelidir. Zira bu, Allah’ın dilediği kulunun kalbine yerleştireceği bir nurdur. Muhammed b. Hekimden şöyle rivayet edilir; İmam Sadık’a (a.s) “Marifet (tanımak) kimin eseridir?” diye arz ettiğimde şöyle buyurdu;“Allah’ın eseridir ve kulların bunda bir payı yoktur.”
    İşte bu yüzden şu duayı okumak çok güzel bir ameldir.
    “Ya Rabbim kendini bana tanıt… "

    3. VAZİFE

    Müminlerin bir diğer vazifeleri de Ehlibeyt imamlarından (a.s) nakledilen duaları okumaktır. Gaybet döneminde aşağıda zikredeceğimiz bu duayı okumak çok güzel bir amel olarak sayılmıştır.
    Zürare’ der ki; İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu işittim: “Kuşkusuz o gencin kıyamından önce bir gaybeti olacaktır.” Zürare; niçin diye sorduğunda İmam (a.s)- karnına işaret ederek- korkuyor diye buyurdu ve ekledi;“Ey Zürare! Beklenilen (imam) odur. Dünyaya geldiğinden şüphe edilen odur. Kimileri, “babası arkasında bir evlat bırakmadan öldü”, kimileri, “henüz annesinin karnındayken babası vefat etti” ve kimileri de “babası ölmeden iki yıl önce dünyaya geldi” dedi. O’dur beklenilen (imam)
    Allah, Şiaları sınamak istiyor. İşte bu zamanda batıl ehli kuşkuya kapılır.
    Ey Zürare, o zamanı idrak ettiğinde şu duayı oku;
    “Ya rabbi kendini bana tanıt, eğer kendini bana tanıtmazsan Peygamberini tanımam. Ya Rabbi! Resulünü bana tanıt, eğer Resulünü bana tanıtmazsan hüccetini tanıyamam. Ya Rabbi! Hüccetini bana tanıt, eğer hüccetini bana tanıtmazsan dinimden (çıkıp) sapıklığa düşerim."

    4. VAZİFE

    Müminlerin İmama karşı bir diğer vazifeleri de Hz. Mehdi’nin (a.f) zuhur alametlerini öğrenmektir ve tanımaktır. Belirtildiği gibi zuhur nişanelerini tanımak imamın şahsını tanımanın bir kısmıdır. Oldukça fazla olan bu alametler, “Kesin ve Kesin Olmayan Alametler” olmak üzere ikiye ayrılır.
    Bazen rivayetlerde alametlerin neler olduğu hususunda az da olsa farklılıklar göz çarpar. Ancak vuku bulmasına kesin gözüyle bakılan alametler şu beş alametten ibarettir;

    1-Süfyani adlı şahsın ortaya çıkması
    2-Yemeni adlı birinin ortaya çıkması ve ayaklanması
    3-Gökyüzünden semavi bir nidanın işitilmesi
    4-Nefsi Zekiye adlı saygın bir şahsiyetin öldürülmesi
    5-Beyda’nın yere gömülmesi.


    Rivayetlerde ayın yüzeyinde bir el ayası şeklinin belirmesi de kesin alametlerden sayılmıştır. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor; “Kaim (a.f) için beş alamet vardır; Süfyani ve Yemani’nin ortaya çıkması, semavi bir sesin duyulması, Nefsi Zekiyye’nin öldürülmesi ve Beyda’nın yere gömülmesi”.

    Rivayetlerde Süfyani adlı şahıs şöyle vasfedilmiştir; O, beyaz ve kızıl renginde, mor gözlüdür. Recep ayında ayaklanacak ve birkaç ülkeyi ele geçirecektir. Ortaya çıkması Hz. Mehdi’nin (a.f) zuhuruyla aynı zamanda gerçekleşecektir. O, Irak’ta birkaç yeri fethettikten sonra Hz. Mehdi’nin (a.f) Mekke de zuhur ettiğini işitecek ve büyük bir ordu toplayarak Hz. Mehdi’ye (a.f) karşı savaşmaya gidecektir. Ordusu, Mekke ve Medine arasında “Beyda” adlı bir yerde yere gömülecektir. Bu alamet ve hadise vuku bulması kesin olan ikinci alamet olarak belirtilmiştir. Aynı şekilde Hasan-i ve Yemeni’nin ayaklanmaları da zuhurdan önce gerçekleşecek alametlerden sayılmıştır. Biri gökten diğeri de yerden olmak üzere iki sesin işitilmesi de kesin zuhur alametlerinden kabul edilir. Birinci nida da Cebrail (a.s), imamı Zaman’ı (a.f) ismi ve babasının adıyla çağırarak “Hak Ali b. Ebu Talib ve onun Şialarıyladır” nida eder ve bu sesi hatta perde arkasındaki saklı kadınlar dahi herkes kendi dilinde işitecektir.
    Yine İmam’ın (a.s) kıyamından önce gerçekleşecek olaylardan biri de Mekke de hac merasimleri sırasında Nefsi Zekiyye adlı değerli bir zat katledilmesidir. Bu mevzular hakkında detaylı bilgiler İmam’ı Zamanın (a.f) gaybetiyle ilgili yazılan eserlerde genişçe yer almıştır.
    Tarihte “Mehdilik” iddia eden yalancılara inanarak dinden çıkan kimselerin akıbetini öğrendikten sonra zuhur alametlerini özelliklede kesin alametleri öğrenmenin ne denli önemli olduğu anlaşılmaktadır. Doğru yoldan saparak dalalete düşen bu kimselere bakıldığında bunların zuhur alametleri ve imamın sıfatlarına iyi bir şekilde aşina olmadıkları gözlemlenmektedir. Aksi halde sapıklığa düşmez, imamet ve velayet inancı üzerinde sabit kalır ve yalancı iddiacıların sözlerine inanmazlardı.
    Zuhur alametlerini özelliklede gerçekleşecek kesin alametleri öğrenmek hakla batılı ayırt etmede ve İmam-ı Zaman’ı (a.f) tanımamızda bizlere büyük ölçüde yardım eder, bizlere imam-ı Zaman’ı (a.f) mülakat etme ve emirlerini layıkıyla yerine getirme zeminini ve saadetini sağlar.
    Zürare, İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet eder; “Gökten bir münadi “Şüphesiz falan şahıs ve şiaları kurtuluşa erenlerdir diye nida eder.
    Zürare, bu nida işitildikten sonra kim Mehdi’yle (a.f) savaşacaktır” diye sorduğunda, İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu; “Şeytan şöyle nida eder şüphesiz ki Ümeyye oğullarından falan şahıs ve şiaları kurtuluşa erenlerdir.
    Zürare, “öyleyse doğru söyleyenle yalancıyı kim birbirinden ayırt edebilir?” sorduğunda, İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu; “Önceden bizim hadislerimizi rivayet edip; kıyamdan önce bu semavi sesin gerçekleşeceğini bilen kimse doğru söyleyeni tanıyarak kendilerinin hak ve doğru yolda olduğunu anlayacaktır.”

    5. VAZİFE

    Müminlerin başka bir vazifesi ise İmamın haklarını yerine getirmek ve o yüce zata karşı olan sorumlulukları ifa etmektir. Allah ve Resulü'nün (s.a.a) hakkını yerine getirdikten sonra en önemli vazifenin hak imamın hakkını layıkıyla yerine getirmek olduğu açık bir mevzudur.
    Bu konuda birçok deliller ve rivayetler mevcuttur. Tüm bu rivayetleri zikretmek için ayrı bir kitaba ihtiyaç vardır.
    Masum (a.s) şöyle buyurmaktadır; “Allah için olan her hak bizim içinde sabittir (geçerlidir).”

    Devam edecektir inşAllah.

    #2
    Ynt: Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri


    6. VAZİFE

    Halkı İmama (a.f) davet etmek, bilgilendirmek ve imamı tanıma yollarını onlara göstermek müminlerin bir diğer bir diğer vazifesidir.
    İyiliği emretme ve halkı doğru yola irşat etmenin fazilet ve mükâfatıyla ilgili gelen rivayetler bunu müminlerin kaçınılmaz bir vazifesi saymıştır.
    Herkes ilmi ölçüsünde insanları İmama (a.f) davet edip, onları imamın sıfatları, şahsiyeti ve sorumlulukları yönünde bilgilendirerek ona yaklaştırmalıdır.
    İnsanları imama davet eden kimsenin ilmi hikmetin yanı sıra ameli hikmete de sahip olması gerekir. İnsanların İmamı örnek alması için imamı davranışıyla onlara tanıtmalıdır. Zira hidayet noktasında ameli davet, sözlü davetten daha etkilidir.
    Diğer taraftan davet edicinin yeterli bilgi ve ameli hikmete sahip olmasının yanı sıra güzel nasihat etme metodunu da vakıf olmalıdır. Bu metotla insanları imamı (a.f) tanımaya karşı teşvik etmelidir. Aynı şekilde gerektiğinde halkı gaflet uykusundan uyandırmak için korkutma metodundan da yararlanarak kalpleri ihya etmesini de bilmelidir.
    Davet eden şahıs kanıtlardan iyi bir şekilde yararlanma yeteneğine sahip olmalıdır. Çeşitli ve mantıklı deliller sunarak insanları ikna etmesini bilmelidir.
    Masum İmam (a.s) şöyle buyurmaktadır; “Şüphesiz ki insanlara dini öğretilerini öğreterek imamlarına davet eden âlim, 70 bin abitten daha üstündür.”
    Ali b. Muhammed Hadi (a.s) şöyle buyurmaktadır; “Kaim’inizin (a.f) gaybetinden sonra halkı ona davet edip yönlendiren ve ilahi kanıtlarla dini savunan, zayıf kulları iblisin tuzaklarından, hilelerinden ve asilerin azgınlıklarından kurtaran âlimler olmasaydı hiç kimse hidayet üzerine olmazdı. Ama bu âlimler tıpkı gemi yolcularının kontrollerini ellerinde bulunduran kaptanlar gibi zayıf Şialarımızın kalplerine hükmettiler. Şüphesiz bu âlimler Allah (a.c) katında en üstün kişilerdir.”

    7. VAZİFE

    Hz. Mehdinin (a.f) faziletlerini anmak diğer bir vazifedir. Rivayetler, imamların (a.s) erdemlerini özelliklede Hz. Mehdinin (a.f) faziletlerini zikretmenin müstehap bir amel olduğunu beyan ederek müminleri Ehlibeytin (a.s) üstünlüklerini zikretmeye teşvik etmektedir. Hiç kuşkusuz imamın faziletlerini zikretmek, onun üstünlüklerini yaymak gerçek mananda şeytana düşmanlık etmek demektir. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz iki mümin birbiriyle karşılaştığında Allah’ı anıp sonrada biz Ehlibeytin (a.s) faziletlerini zikrederse iblisin yüzündeki et eriyip suya dönüşür; hatta ruhu çektiği şiddetli acıdan feryat eder.”
    İmam Ali b. Hüseyin şöyle buyurmaktadır; “Sana iyilik edenin (üzerindeki) hakkı ona teşekkür etmen, iyiliğini hatırlaman ve onun hakkında güzel konuşup iyiliklerini yaymandır.”

    8. VAZİFE

    Müminlerin başka bir vazifesi de Ehlibeytin (a.s) adına düzenlenen ve faziletlerinin anıldığı meclislere katılmaktır. Hz. Mehdinin (a.f) ve ecdadının zikredildiği meclislere katılıp değer vererek yaşatmak gerekir. Bu toplantılara katılmak imama gerçek anlamda sevginin ve bağlılığın nişanesidir.
    Adamın biri İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s) şöyle rivayet eder; İmam: “Bir araya gelerek (ehli olmayan kişilerden uzak) sohbet edip dilediklerinizi konuşabiliyor musunuz?” diye sordu. “Evet” diye cevap verdi. İmam; “Allah’a andolsun ki bazı (sohbetinizde) sizinle birlikte olmak isterdim. Allah’a andolsun ki ben sizin kokunuzu ve ruhlarınızı seviyorum. Hakikaten sizler, Allah’ın ve meleklerin dini üzeresiniz. O halde dinde takvalı olup çaba göstererek kendinize yardım ediniz.

    9. VAZİFE

    İmam’ı Zaman (a.f) adına toplantılar düzenleyip faziletlerini anmak müminlerin başka bir vazifesidir. Mümin kimse bu tür toplantılar düzenleyerek Hz. Mehdi’ye (a.f) olan sevgisini, muhabbetini ifade etmelidir.
    Hz. Mehdinin (a.f) faziletlerini anmaya gücü yeten her müminin bu mevzudan gaflet etmesi yakışır bir davranış değildir.
    İmam Cafer Sadık (a.s) Fudeyl’e şöyle buyurdu: “Bir araya geldiğinizde oturup hadis rivayet ediyor musunuz diye sorduğunda, “Evet, canım size feda olsun diye cevap verdi Fudeyl. İmam Sadık (a.s): “Gerçekten ben bu meclisleri seviyorum diye buyurdu ve şöyle ekledi; “Ey Fudeyl bizim emrimizi ihya edin, emrimizi ihya edene Allah rahmet etsin.”
    Kuşkusuz bu tür toplantılar düzenlemek Allah ve velisinin dinine yardım etmek demektir. Hak dinin yayılmasına sebeptir. Hatta bazen din ve ehlini bir tehlike tehdit ettiğinde, dindarların yoldan sapmaları ve sapmış kişilerin dalaletten kurtulması söz konusu olursa bu tür meclisler düzenlemek vacip olur.

    10. VAZİFE

    İmam’ı Zamanın (a.f) fazileti hakkında bireysel yeteneği olan her mimin kişinin şiirler, kitaplar, kasideler yazması, yasında ağıtlar okuması bir vazifedir.
    Bu tür işler bir nevi dine ve İmama (a.s) yardım etmek demektir. Temiz İmamlarda (a.s) kendi söz ve davranışlarında Ehlibeytin (a.s) fazileti hakkında şiirler okunmasını vurgulamışlardır.
    Bu zemine de birçok rivayet mevcuttur.
    İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmaktadır; “Hakkımızda şiir okuyup, bizi öven kimseye Allah, cennette dünyadan yedi kat geniş bir şehir inşa eder ki her mukarreb (yakın) melek ve resul peygamber orada onu ziyaret eder.”

    Devam edecektir...

    Yorum


      #3
      Ynt: Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri


      11. VAZİFE

      Bir diğer görevde İmama (a.f) itaat etmek ve emrine uymaktır. İster zuhurda isterse gaybet döneminde olsun Allah’ın dinine amel etme noktasında imamı örnek almak bir vazifedir. Malumdur ki gaybet döneminde Hz. Mehdi'ye (a.f) itaat etmek, temiz ecdadının buyruklarına uymak, kitaplarda rivayet edilen emir ve yasaklara amel etmek yoluyla gerçekleşir.
      İmam Zeynelabidin (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Kuşkusuz Allah katında en kötü kimseler, imamın yoluna (mezhebine) uyup ama amellerine uymayanlardır."
      İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır; bize (Ehlibeyt’e) ziynet olun! utanç vesilesi olmayın!”
      Yine başka bir hadiste İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki bütün emirlerimizi sevip ve ona tabi olmayan kimseyi mümin saymayız. Bilin ki gerçekten takvalı olmak emrimizi sevmenin ve ona uymanın bir parçasıdır. O halde takvayla süslenin, Allah sizlere rahmet eylesin ve takva vesilesiyle düşmanlarımıza karşılık verin! Allah makamınızı yüceltsin.”

      12. VAZİFE

      İmam Zamanın (a.f) isteğini (emrini) kendi isteğinin önüne geçirmek bir diğer vazifedir. Mümin her halükarda ne olursa olsun mevlasının isteğini kendi isteğine tercih etmeli ve gayesi daima onun hoşnutluğunu kazanmak olmalıdır.
      Mümin bir insan yapmak istediği her işin mevlasının rızası doğrultusunda olup olmadığını düşünmelidir. İşi sadece onun hoşnutluğunu elde etmek için yapmalıdır. Aksi halde onu terk etmeli ve nefsi isteğine muhalefet etmelidir. Kuşkusuz bu amacı hedefleyen bir şahıs Hz. Mehdi'nin (a.f) teveccühüne mazhar olacak, sevgisini kazanacak ve adını hayırla anacağı kişi olacaktır.
      Ravi, İmam Sadık’a (a.s); "Ey serverim, Selma-in Farisi’nin zikrini ne kadar da çok sizden işitiyorum" diye arz ettiğinde İmam, ona; Selman-i Farisi söyleme Selman-i Muhammedi diye hitap et buyurdu. İmam, “Selman’ı bu kadar anmamın nedenini biliyor musun?” diye sorduğunda, ravi; hayır, bilmiyorum dedi. Bunun üzerine İmam: “Onda bulunan şu üç özellikten dolayı onu bu kadar anıyorum diye buyurdu. Birincisi, Emirü’l-Müminin Hz. Ali’nin (a.s) isteğini kendi isteğine tercih ettiği için, ikincisi yoksulları sevdiği için; o fakirleri servet ve makam sahiplerine tercih etti. Üçüncüsü de ilmi ve âlimleri sevdiği için.
      Gerçekten de Selman salih ve muvahhid bir Müslüman’dı ve müşriklerden değildi.

      13. VAZİFE

      İnsanların başka bir vazifesi ise öncelikle hadisler ve Ehlibeyt (a.s) rivayetlerine vakıf olan bilhassa amel ehli olan büyük fakihleri, rabbani âlimleri tanımak ve tanıtmak sonrada onların emirlerine uyumaktır. Bu iş gaybet döneminde belki de zuhur zamanında insanların en önemli vazifelerindendir.
      Gaybet döneminde bu âlimlere inanmak ve müçtehitlerden birine taklit etmek kaçınılmaz bir vecibedir. Bu mevzular, tafsilatlı olarak ilgili kaynak kitaplarda açıklanmıştır. Ama kısaca izah edecek olursak şöyle özetleyebiliriz; Her mümin gaybet döneminde ya müçtehit olmalı ya da bütün amellerde ihtiyata amel etmeli veyahut bir müçtehide taklit etmelidir. Füru-u dinde gerekli şartları taşıyan bir müçtehide taklit etmelidir. Bu her mükellefin görevidir. Belirtmek gerekir ki hadis ravilerine ve din bilginlerine insanlara doğru yolu göstermeleri, onlara dünyevi ve uhrevi işlerde yardımcı olmaları emredildiği gibi insanlara da ilmine amel eden din bilginlerinin emirlerine uymaları emredilmiştir. Ancak şunu belirtmeliyiz ki, akıl ve şeriat hükmüne göre her işte bilir ve uzman kişilere müracaat etmek kaçınılmaz olduğu gibi hedeflere ulaşmak için de tek bir yoldur. Bu tüm akıl sahipleri tarafından ittifak edilmiş bir konudur.
      “Sorun, zikir ehline; eğer bilmiyorsanız."
      Din ve dünya işlerinde ve iki âlem saadetini temin etmek noktasında tek kurtuluş yolunun bilirkişilere, din bilginlerine ve amel ehli âlimlere müracaat etmek olduğu açık bir konudur.
      Bu konuda gerekli şartlara haiz olan müçtehitlerin özel bir yeri vardır. Onlara itaat etmek her mükellefin en öneli vecibelerden olduğu gibi bu hususta bir an olsun bile müsamaha gösterilmemelidir. Müminlerin vazifelerini ve davranışlarını, zamanın yegâne hücceti karşısında belirleyen ve mükellefin dünya ve ahiretini temin edecek olan bu teklifin, tüm tekliflerin başında yer aldığını söyleyebiliriz. Mükellef kendi sorumluluğuna uyarak ve müçtehide taklit ederek gerçek anlamda imama (a.f) karşı itaat etmiş sayılır. Böylece de dünya ve ahiret saadetini garanti altına almış olur.
      Müçtehide uyulmadıkça gerçek anlamda İmam Mehdi'ye (a.f) itaat gerçekleşmiş sayılmaz.
      Gaybet döneminde İmam Mehdi'ye (a.f) itaat etmek ancak şartları taşıyan müçtehit ve Veliyyi Fakihe uymakla gerçekleşir. Şartlara haiz olan fakih, hadis ravilerinin ve din âlimlerinin başında yer alır.
      Gaybet döneminde, Velayeti Fakih’e inanç meselesi dindarlığın ve dine inanışın asıl temelini oluşturur. Bu konuda hiç şek ve şüphe yoktur. “Veliyyi Fakih” kavramı özel bir kavram olarak dikkate alınırsa ve bu kavramdan maksadın; İslam camiasının liderliğini üstlenen, şartlara haiz olan fakih bir müçtehit olursa ona itaat etmek tüm vecibelerin başında gelir.
      Din âlimlerine ve hadis ravilerine uymak vacipse, bu grubun içinde müçtehitlere uymak ilk sırada yer alır. Müçtehitlerin arasında da “Veliyyi Fakih’e” uymak ilk sırada gelir. Tüm İslam âleminin liderliğini üstlenen Veliyyi Fakih’e uymak elzem vazifelerdendir. İmam Mehdi'ye (a.f) itaat etmek ancak velayet makamını üstlenen Veliyyi Fakihe uymakla gerçekleşir. Velayet makamındaki fakihe uymak İmam Mehdi'ye (a.f) uymak, baş kaldırmak ise onun emirlerine baş kaldırmak demektir.
      Yüce Allah, Hz. İsa’ya (a.s) (Allah’ın selamı Peygamberimize ve soyuna olsun) şöyle buyurmaktadır; Âlimleri büyük say ve üstünlüklerini tanı; kuşkusuz ki ben onları peygamberlerin ve resullerin haricinde tıpkı güneşin yıldızlara, ahiretin ve benimde her şeye olan üstünlüğüm gibi bütün yaratıklarıma üstün kıldım.
      Hz. İmam Mehdi (a.f) İshak b. Yakub’a mektubunda şöyle yazar:" Gelecekte vuku bulacak hadiselerde hadislerimizi rivayet eden ravilere müracaat ediniz; Zira onlar benim sizlere hüccetim, bende onlara Allah’ın hüccetiyim."
      Diğer bir hadiste İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyuruyor; Nefsini gözeten, dinini koruyan, nefsanî isteklerine muhalefet eden, mevlasının emrine itaat eden bir fakihe avam tabakasının taklit etmesi gerekir. Ancak bazı Şia fakihler (bu makama sahip) olur hepsi değil.

      Yorum


        #4
        Ynt: Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri


        14. VAZİFE

        Başka bir vazife, Allah velilerine ve ariflere tabi olmaktır; yani vuslat ve fena makamına nail olan, ilahi edeple yetişen ve Allah’a erişmek yolunda tüm makamlara erişen ve her şeyden kopup sadece rablerine bağlanan kimselere uymak gerekli bir görevdir.
        Âlimler ve Ehlibeyt imamlarının (a.s) hadislerini rivayet eden amel ve ihlâs ehli kişiler ve Allah’ı tanıma yönünde bütün makamları elde eden, marifetullah (Allah’ı tanıma) makamına erişip ve onun zatında fani olan bir grup bu makama erişe bilmiştir. Bütün iyi ve yüce makamlara ulaşmak için bu yüce insanları örnek alıp onlara uymak müminlerin görevidir.
        Akli ve nakli hükme göre de söyledikleriyle yaptıkları aynı olan yani söyledikleri şeylere amel eden âlimlere uymak elzem bir vazifedir.
        Bu vasıfta olan âlimleri nerede olurlarsa olsunlar arayıp bulmak ve onların talimatlarından yararlanmak ve söylediklerini uygulamak gereklidir. Mümin ancak bu ilahi insanlara uymakla maksadına erişebilir, maneviyat derecelerini ve nefsi tezkiye etme yolunda mesafeleri kat edebilir. Böylece de “Kuşkusuz ki “felaha erdi” ayetinin kapsamına girebilir.
        Her asırda ve zamanda böyle temiz insanları arayıp bulmak hakikat peşinde olan kimseler için her işten daha basittir. Böyle kimseler hakkında İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Canımın elinde olduğu Allah’a andolsun ki yeryüzünde ve etrafında öyle müminler vardır ki dünyanın tamamı onlar için sivrisineğin kanadından daha değersizdir. Eğer dünyanın tamamı içindeki ve üstündekilerle beraber onlardan birinin boynuna asılan bir altın olsa, sonra boynundan yere düşse, boynunda neyin asılı olduğunu ve neyin yere düştüğünü hissetmez.”
        İmam Sadık (a.s), Allah velilerinin bazı sıfatlarını ve özelliklerini beyan ettikten sonra şöyle buyuruyor: “Ah! Ne kadarda onlarla oturup sohbet etmek isterim ve onların yokluğunda ne kadar da üzgünüm, onlarla bir yerde oturmak üzüntülerimi giderir, onları araştırın ve bulun. Eğer onları bulup nurlarından yararlanırsanız doğru yolu bulacak ve onların vesilesiyle dünya ve ahirette muzaffer kimselerden olacaksınız. Onlar, insanlar arasında kibriti ahmerden daha azdırlar. Süsleri uzun sükût, sırları saklamak, namaz ikame etmek, hacca gitmek, varlıkta ve yoklukta din kardeşlerine yardımcı olmak ve onlara teselli vermektir. Bunlar onların süsleri ve muhabbetleridir. Ne mutlu onlara, ne de güzeldir dönecekleri yer. Onlar Firdevs cennetinin varisleridir ve orada ebedi kalacaklardır.”
        Resul-i Ekrem (s.a.a) bir rivayette şöyle buyurmaktadır: “Ey Usame! Şu cemaati, kubbeler ve yeryüzünün köşe bucağı tanır. Mihraplar, onları bulamadığında gözyaşı dökerler. O halde onları kendine bir hazine ve birikim olarak al. Şayet ki bunların sayesinde dünyanın zorluklarından ve ahiretin korkularından kurtulasın. Onların yürüdükleri ve üzerinde sabit oldukları yolu bırakma. Aksi halde ayağın sürçer ve cehennem ateşine düşersin.”
        İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Allah’ın muhabbeti, bir kulun gönlüne düşerse onu her türlü uğraştan ve zikrinin haricindeki tüm sıkıntılardan uzaklaştırır. Allah’ı seven kimse, gönlünü herkesten daha fazla halis kılmıştır. Sözünde insanların en sadığı, ahdinde en vefalısı, amelinde en temizi, onu anmada en seçkinidir. Onların en abididir. Münacat ettiğinde melekler onunla gurur duyarlar, onu görmeyi kendilerine iftihar sayarlar. Yüce Allah, onun sayesinde beldeleri abat eder, onun kerametleriyle kullarına değer verir. İnsanlar, onun vesilesiyle bir şey dilediklerinde ( Allah) onlara verir. Ona olan şefkatiyle belaları insanlardan uzaklaştırır. Eğer insanlar onun Allah katındaki makamını bilselerdi, sadece onun ayağının tozuyla Allah’a yaklaşırlardı.”

        15. VAZİFE

        Gaybet-i Kübra (Büyük gaybet) döneminde Hz. Mehdi’nin (a.f) has naipliğini iddia edenleri yalanlamak müminlerin bir diğer vazifesidir.
        Şiiler, Gaybet-i Suğra (Küçük Gaybet) döneminde imamın has naibi olan Şeyh Ali b. Muhammed Semuri Razi’nin (r.a) vefat etmesiyle özel naiplik ve İmam Mehdi (a.f) tarafından vekâlet görevinin son bulduğuna inanmaktadır.
        Şeyh Ali b. Muhammed Semuri, İmam Mehdi'nin (a.f) dördüncü vekili ve has naibiydi. On iki İmamlı Şiilerin inancına göre has naiplik sadece Gaybet-i Suğra dönemine mahsustur. Gaybet-i Kübra döneminde (büyük gaybet) vekillik ve has naiplik son bulmuştur.
        Umumi Niyabet, Gaybet-i Kübra döneminde mümkün ve caiz olmadığı gibi niyabeti ispatlayan deliller imamın umumi niyabeti yönünde gelmiştir.
        Ehlibeyt’ten (a.s) rivayet edilen hadislerde amel ehli ve şartlara haiz âlimler, Hz. Mehdi’nin (a.f) vekil ve umumi naipleri olarak nitelendirilmişlerdir.
        Ebu Muhammed el-Hasan b. Ahmed şöyle rivayet eder: Şeyh Ali b. Semuri (r.a) vefat ettiğinde Medinetu’s-Selam’da (Bağdat) bulunuyordum. Vefat etmeden birkaç gün önce huzuruna varmıştım.
        Halka yazdığı bir mektup çıkardı. Mektuptan bir nüsha da kendime aldım. Mektupta şöyle yazıyordu; “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
        Ey Ali b. Muhammed Semuri!
        Allah, kardeşlerinin mükâfatını (senin yokluğunda) büyük kılsın. Sen bu günden geçerli olmak üzere altı gün içinde dünyadan göçeceksin. Bu yüzden kendini ( ebedi yolculuk için) hazırla. Vefatından sonra kimseye yerine geçmesi konusunda vasiyet etme. Şüphesiz ki Gaybet-i Kübra (Büyük Gaybet) başlamış bulunuyor. Artık Allah’ın (a.c) izni olmadan hiçbir zuhur vuku bulmayacaktır. Zuhur ise uzun bir süre geçtikten, kalpler taşlaştıktan ve yeryüzü zulümle dolup taştıktan sonra gerçekleşecektir. Pek yakında Şialarımdan beni gördüklerini iddia edenler ortaya çıkacaktır. Bilin ki Süfyani’nin ortaya çıkmasından ve semavi nidayı işitmeden önce beni gördüğünü iddia eden kimse yalancı ve iftiracıdır. Güç ve kuvvet ancak yüce ve büyük Allah’tandır.”

        Has naipliği şu üç yoldan biriyle ispatlamak mümkündür;

        1-İmam Mehdi'nin (a.f) bizzat kendisinin açıklaması
        2-İmam’ın (a.f) has naibinin açık olarak bildirmesi
        3-Bu makamı iddia eden kimsede birtakım olağanüstü işlerin ve kerametlerin görülmesi. Onda görülen bu belirtiler onun Allah ve İmam Mehdi (a.f) ile olan sağlam irtibatını teyit eder.
        İmamın Gaybet-i Suğra dönemindeki has naipleri ya imamın kendi nassıyla ya da ondan önceki has naibin açıklamasıyla bu makama seçilmiştir. Naipler birtakım ilahi kerametlere ve olağanüstü işlere sahiplerdi. Dolayısıyla bir şahsın has naipliği sağlam delillerle ispatlanmadıkça iddiası geçersiz ve haramdır.
        Gaybet-i Kübra döneminde has naipliğin yukarıda zikredilen üç yolla ispatı imkânsız olduğu gibi temelden de batıldır. Zira elimizde ne imamın kendisinden ve has naibinden bu yönde bir açıklama vardır ne de olağanüstü kerametlere sahip ve iddiasını ispatlayan bir kişi vardır.
        Has naiplik makamına sahip olduğunu iddia eden kişi ya da kişiler ortaya çıkabilir. Ancak iddialarının doğruluğunu öğrenmek için onları ciddi sınavlara tabi tutmak gerekir. Ayrıca has naipliğin ispatı için yukarıda belirtilen üç yol iddia eden şahıs üzerinde tatbik edilmelidir. Ciddi bir sınamadan, iddiacının sözüne, davranışına, düşünce tarzına iyice dikkat edildikten sonra yalanı ve sahtekârlığı açık ve net bir şekilde ortaya çıkacaktır. Gaybet-i Kübra’dan günümüze kadar yukarıda zikredilen üç yoldan birinin gerçekleşmesi ne bir kimsede görülmüş ne de işitilmiştir.
        Has naiplik iddiasında bulunan kimse herkesten daha fazla şeriatı ve dini hükümleri uygulamalı ve bu yolda onda en küçük bir hata bile görülmemelidir. Tüm vacipleri harfiyen yerine getirmeli ve haramlardan da kaçınmalıdır. Mekruhlardan uzak durmalı, müstahap amelleri de yapmalıdır. Onda görülen olağanüstü kerametler, iddia eden kişinin İmam Mehdi'nin (a.f) naibi olduğu yönde hiçbir şüpheye mahal vermemeli ve imamla arasında sağlam bir irtibatın olduğunu ispatlamalıdır. Bu irtibatın niceliğine ise konuda uzman olan âlimler vakıftırlar. İmamın kendi hadisinde geçen “beni gördüğünü iddia eden kimse yalancı ve iftiracıdır” ifadesi bu konuya işaret etmektedir. Yani Hz. Mehdi (a.f) tarafından has naipliği olduğunu iddia eden ve tıpkı dört has naip gibi onunla görüştüğünü iddia eden kimse yalancı ve iftiracıdır. Hadis kesin bir ifadeyle, İmam Mehdi'yi (a.f) görmeyi reddediyor ve onunla görüştüğünü iddia edenleri de tekzip ediyor.

        Yorum


          #5
          Ynt: Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri


          16. VAZİFE

          Müminin bir diğer vazifesi de dünya ve ahiret saadeti için gerekli olan şeyler konusunda dua etmesidir. Allah’tan sabır, doğruluk, akıl, hikmet ve ilim gibi gerekli olan şeyleri isteme-lidir.
          Gaybet döneminde sıkıntılara göğüs germek ve sabretmek müminlerin bir vazifesi olarak sayılmıştır, diğer bir vazife de Allah'tan sabır dilemektir. İmam Mehdi'nin (a.f) hukukunu yerine getirmek bir vazife sayıldığı gibi diğer taraftan bu önemli vecibe için de dua etmesi de ayrı bir vazife olarak sayılmıştır. Yani her önemli iş, her hayırlı işin tahsili ve her makama erişmek için dua edip onu Allah'tan istemek gerekir.
          Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: “Karşınıza çıkan hacetlerinizi Allah'tan (a.c) isteyin; hatta bir ayakkabı bağına ihtiyacınız olsa bile. Çünkü eğer Allah onu kolaylaştırmazsa kolaylaşmayacaktır.”

          17. VAZİFE

          Müminin bir başka vazifesi; yüce ahlaki kerametler, güzel sıfatları kazanmak, ömrünü ve yeteneğini bu yönde kullanmaktır. İmam Mehdi (a.f) Şiasının sahip olması gereken ahlaki kerametler ve güzel sıfatlar oldukça fazladır. Bunlara örnek olarak sükût, dili kontrol etmek, ilim tahsili, insanlarla iyi geçinmek, işlerde orta halli ve denge üzerinde olmak ve güzel ahlakı vb… gösterebiliriz.
          Cabir, İmam Bakır’a (a.s) "Ey Allah Resulü'nün (s.a.a) oğlu, gaybet döneminde bir müminin yapması gereken en üstün amel nedir?" diye sordu. Bu soru üzerine İmam Bakır (a.s): “Dilini koruması ve (yapıcı yönde) evinde oturması" diye buyurdu.”
          Hadiste geçen “dili korumak” ifadesinden maksat, sükût ve takiyye inancını gözetmektir. “Evde oturmaktan” maksat ise fesat işlerden, günahlardan, dünyadan ve nefsanî isteklerden uzak durmaktır.
          Ravi der ki; İmam Cafer Sadık (a.s) bana şöyle buyurdu: “Selamımı bana itaat eden ve sözümü dinleyen Şialarıma ilet! Sizlere ilahi (a.c) takvayı edinmeye, dininizde vera sahibi olmaya, Allah yolunda cihat etmeye, doğruluğa, emaneti yerine iletmenize, uzun secdeye kapanmaya ve komşularınızla iyi geçinmeye tavsiye ediyorum. Bunları Muhammed (s.a.a) getirmiştir. İster iyi, ister günahkâr olsun sizi emin bilip emanetini emanet edenin emanetini sahibine verin. Şüphesiz ki Allah Resulü (s.a.a) iğne ipliğini dahi sahibine vermenizi emrediyordu.”

          Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Kuşkusuz ki biz (Ehlibeyt İmamları) akıllı, sezgili, fakih, halim, şefkatli, sabırlı, doğru sözlü ve vefalı kimseleri seviyoruz. Şüphesiz ki Allah (a.c) peygamberleri ahlaki kerametlere mahsus kılmıştır; o halde bu ahlaki kerametler kimde olursa Allah'a (a.c) hamd etsin. Kim bu sıfatlara sahip olmazsa yalvararak Allah'tan bunları istemelidir." Ravi der ki; imama “canım size feda olsun ahlaki kerametler nelerdir” diye sordum. İmam Cafer Sadık (a.s); Vera, kanaat, sabır, şükür, hilim, hayâ, cömertlik, cesaret, gayret, iyilik, doğru sözlülük ve emanetleri sahiplerine ulaştırmak diye buyurdu.”

          18. VAZİFE (17. VAZİFEYE BİNAEN)

          Müminin bir başka vazifesi ise Allah'tan belirtilen ahlaki kerametleri kendisine ihsan etmesi için dua etmektir. Böylece davranış ve ahlak olarak daha çok kendisini imama benzetebilir ve onun sevgisini kazanabilir.
          Bu zeminde dua kitaplarında nakledilen “Mekarimu’l Ahlak” duasını okumak çok güzel bir ameldir. Bu duayı, duaların icabet olacağı saatlerde okumak tavsiye edilmiştir. Dua, “Allah'ım Muhammed ve Al-i Muhammed’e salâvat gönder ve imanımı en kâmil… Diye başlıyor.
          Bu tür duaları okumak en fazla şu açıdan önemlidir; ahlaki kerametleri elde etmek Allah'ın (a.c) elinde olduğu gibi insanın kudretinin dışındadır. Bu yönde insanın elinden gelen tek şey çaba göstermesi ve özgür iradesini kullanmasıdır; yani istikametinin yönünü, hedefini belirlemek ve hedefine ulaşma yönünde çaba sarf etmektir. Hedeflerinin hâsıl olması ve gerçekleşmesi Allah'ın iradesine bağlıdır. Sözgelimi “ahlaki kerametleri elde etmek için insanın irade ve çabasından ziyade Allah'ın iradesi ve isteğine ihtiyaç vardır.

          19. VAZİFE

          Bir başka teklif ise Hz. Mehdi’nin (a.f) hukukuna eşdeğer olan müminlerin hukukunu yerine getirmektir.
          Bu haklar çok fazla olduğu gibi onları yerine getirmekte en büyük vecibelerdendir. Müminin bazı haklarına şunları örnek gösterebiliriz; onların hacetlerini gidermek, ikramda bulunmak ve onlara yardım etmek. Hadis ve ahlak kitaplarında bu hakların tamamı açıklanmıştır.
          Hz. İmam Musa Kazım (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Dostlarımızdan birinin hacetini gideren kimse bizim hacetlerimizin tamamını gidermiş gibidir.”
          Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) müminin hakkının neler olduğunu soran kişiye 70 hak diye buyurdu.
          Hz. Ebul Hasan (a.s) şöyle buyurdu: “Bir kimse haceti için mümin kardeşinin yanına gelirse (aslında) bu Allah'ın ona gönderdiği bir rahmettir. O halde eğer onu kabul ederse (hacetini gidermek için çaba gösterirse) bizim velayetimize katılmış olur, bizim velayetimiz ise Allah'ın velayetine bağlıdır. Eğer haceti gidermeye gücü yettiği halde geri çevirirse Allah ona ateşten bir yılan musallat eder ve bu yılan kıyamete kadar kabrinde onu sokar. Bu kimse ister bağışlanmış kimselerden olsun, isterse azapla cezalandırılmışlardan olsun. (yani başka günahı olsa da olmasa da), hacet talep eden kişi onu mazur kılsa dahi durumu bundan daha da kötü olacaktır.”
          Bu ve buna benzer rivayetlerden anlıyoruz ki müminlerin haklarını eda etmek ve onlara ikramda bulunmak Allah'a ve İmam Mehdi'ye (a.f) yaklaşmak için en iyi yollar ve vesilelerdir.

          20. VAZİFE

          Müminin bir diğer vazifesi de Hz. Mehdi'nin (a.f) geçmişteki, gelecekteki ve şimdiki düşmanlarına düşman olmaktır. Bu anlam, Allah'ın düşmanlarına düşman olma kavramının manalarından biridir. Füru-u dinde “Teberri” olarak adlandırıldığı gibi insanın Allah'a olan imanının doğruluk belirtilerinden sayılır. Gerçek bir manada seven bir kişi sevgisinin hakikatini ve doğruluğunu sadece sevdiği kişinin düşmanlarına düşman kesilerek gösterebilir.
          Hz. Mehdi'nin (a.f) değişik grup ve kitlelerden düşmanları vardır. Bu grupları detaylı olarak açıklamak bu yazının konusu değildir. Bu konuyla ilgili bilgi edinmek isteyenler ilgili kaynak kitaplara müracaat edebilirler.
          Ancak kısaca özetlemek gerekirse imamın düşmanlarını kâfirler, münafıklar, mülhidler, inatçılar gibi başlıklar altında sıralayabiliriz. Şunu da belirtmeliyiz ki belirtilen gruplar batıl inançlarında ayak direttikleri ve bu inançlarından vazgeçmedikleri sürece bu başlıkların kapsamına girerler.
          İmam Mehdi'nin (a.f) düşmanları düşmanlıklarında değişik merhalelere sahip oldukları gibi imamın düşmanlarına düşman olmanın da çeşitli merhaleleri vardır. Bu merhaleleri gözetmek gerekir. İmamın düşmanlarına düşman olmanın en düşük mertebesi ilk etapta onlardan kalben yüz çevirmek, sonra kalbi yüz çevirmeyle birlikte ameli olarak yüz çevirmektir. Sözgelimi onlarla konuşulmamalı, muamele edilmemeli, ortak iş yapılmamalı, onlarla kaynaşılmamalıdır…
          Aynı şekilde düşmanlara karşı bu tutum uygulanırken iyiliğe emretme ve kötülükten sakındırmanın şartları dikkatlice gözetilmeli ve bu yönde en küçük gevşekliğe mahal verilmemelidir.
          İmam Mehdi'nin (a.f) düşmanlarından biri de melun İblis’tir. Mümin kimse, tüm varlığıyla İblis’e düşman kesilmelidir. Müminin İblis’e ve yardımcılarına düşman olmasının en güzel şekli onlara muhalefet ve itaat etmemektir. Başka bir deyimle Allah'a, dinine ve zamanın hüccetine itaat etmek, nefsi günahlardan arındırmak İblis ve yardımcılarına karşı yapılan en büyük düşmanlıktır.
          İmamı Zaman'ın (a.f) bir başka düşmanı da insanları kültürel olarak olumsuz yönde etkileyen sapık kimselerdir. Bu grupla şiddetle mücadele edilmeli ve toplumu zehirleyen sapık görüşleri yok edilmelidir. Bu düşmanlar saptırıcı kitaplar, fesat merkezleri, faiz gibi yanlış ekonomik kuruluşlar tesis ederek toplumu büyük bir yıkıma itmeye çalışırılar. Bu yüzden bu azılı düşmanlarla ister kültürel olsun, ister değişik zeminlerde olsun her alanda mücadele edilmeli ve onların yıkıcı görüşleri, zehirleyici eserleri yok edilmeli ve Allah'ın rızası doğrultusunda hareket edilmelidir.
          Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) Şianın vasfında şöyle buyurmaktadır: "Düşmanımızı sevmez, bizi sevene de düşman kesilmez."
          Yine Hz. İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Al-i Muhammed’e düşman olana düşman ol; çok oruç tutup namaz kılsa da.”
          Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki Allah, kimseye bizden başkasına itaat etmesine izin vermemiştir. Şüphesiz ki bize uyan kimse düşmanlarımıza muhalefet etmiştir ve bir fiilde ya da bir sözde düşmanlarımıza uyan bizden değildir, bizde ondan değiliz.”

          Yorum


            #6
            Ynt: Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri


            21. VAZİFE (20. VAZİFEYE BİNAEN)

            Müminlerin bir teklifi ise İmam Mehdi'nin (a.f) düşmanlarına lanet okumaktır. Zira bu amel onun düşmanlarına düşmanlık etmenin yollarından biridir. Mümin kimse imamın düşmanlarını zikrederek onlara lanet etmeli ve Allah'tan onların azabını artırmasını dilemelidir. Kuşkusuz ki din düşmanlarına lanet etmek mümin için hasenat sayıldığı gibi marufun dallarından sayılır. Bu davranışın manevi olarak büyük bir yararı olacak, Müslümanlara düşmanla mücadele etme ilkesini ve hakikat taraftarı olma düşüncesini çoğaltacaktır.
            Hz. Mehdi'nin (a.f) düşmanlarının başında Ümeyye oğulları ve Abbas oğulları gibi düşmanlıkları eski bir geçmişe dayanan düşmanlar gelmektedir. Her mümin, bu azılı düşmanlara lanet etmeli, dili ve kalbiyle onlardan yüz çevirmelidir. İmamın düşmanlarına özellikle de Ümeyye ve Abbas oğullarına lanet okumak bir müminin yapması gereken “ameli olarak yüz çevirmenin” en düşük derecesidir.
            Hz. İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyurmaktadır: "Vacip bir namaz kıldıktan sonra Ümeyye oğullarına lanet okumadan yerinden ayrılma.”
            Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: "Biz Ehlibeyt’e yardım etmeye gücü olmayan bir kimse, yalnız kaldığı zamanlar düşmanlarımıza lanet ederse Allah onun sesini yeryüzündeki ve arştaki bütün meleklere işittirir. Bu kimse ne zaman düşmanlarımıza bir lanet gönderirse, melekler ona yardım ederler, lanet eden kimseyle beraber onlarda lanet ederler, sonrada yeniden lanet okumaya başlarlar ve şöyle derler: Allah'ım! Gücünün yettiğini esirgemeyen şu kuluna salâvat gönder, eğer bundan fazlasına gücü yetseydi kesinlikle yapardı. Sonra Allah'tan şöyle bir nida gelir; kuşkusuz ki dualarınızı icabet ettim, sesinizi işittim, ruhların arasından onların ruhuna salâvat gönderdim, onu kendi dergâhımda seçilmiş ve beğenilmiş kullarımdan kıldım.”

            22. VAZİFE

            Müminlerin bir diğer vazifesi de geçinimsiz ve liyakatsiz kişilerden uzak durmalarıdır; yani Hz. Mehdi'nin (a.f) yolunu takip etmeyen, davranışlarıyla ondan uzak olan, iyi kimselerin grubunda yer almayan ve onu daha az anan kimselerden kaçınmak gerekir.
            Hz. Mehdi'yi (a.f) seven kimselerin yukarıda belirtilen kişilerden uzak durmaları onların en önemli vazifelerinden biridir. Bir insan Müslüman ve Şia olabilir, namaz kılan, oruç tutan ve zekât veren kimse de olabilir ancak bununla birlikte insanlarla iyi geçinmeyen uyumsuz biri de olabilir. Böyle kimseler zamanlarının genelini dünya işleri, heves ve şehevi uğraşlarla geçirir, manevi ve ahiret makamlarına daha az ilgi gösterirler. Bu kimseler hayatın sıkıntılarından ve ahirete giden inişli çıkışlı yolların zorluğundan kaçarak her yönden rahatlığı tercih etmişlerdir. Namaz kılmaları, oruç tutmaları sadece maddi çıkar sağlamak, yaşadıkları toplumda iyi bir yer edinmek ve her yönden güvende kalmaları içindir. Namaz ve orucu maddi çıkarlarını temin etmek, daha fazla insanları kandırmak böylece de daha çabuk dünyevi aruzlarına ulaşmak için siper olarak kullanırlar. Sağlam burhanlar karşısında hakkı kabullenmez, zihinlerinde arzuladıkları maddi isteklerden vazgeçmezler. Bu tür kimseler Hz. Mehdi'nin (a.f) düşmanı olmasalar da dostu da değillerdir.
            Hz. Mehdi'nin (a.f) dostları bu zihniyetteki kimselerden ve onların yaptığı fiillerden kaçınmalıdırlar. Onlarla dostluğu, kaynaşmayı, alışverişi, her türlü ortaklığı ve onlarla gidip gelmeyi kesmelidirler. Mecburluk ve zaruret dışında hangi alanda olursa olsun kesinlikle bu kimselerden uzak durmalıdırlar. Ancak onları ıslah ve doğru yola sevk etmek amacıyla ellerinden tutmak netice verme olasılığı söz konusu olursa onlarla irtibatta olmanın bir sakıncası olmadığı gibi aksine vacip olur.
            Arkadaşlığı, irtibatı, birlikteliği, sohbeti ve sevgisi imamı anmayı unutturan kimse dış görünümü iyi olsa da ibadet ehli olduğu izlenimi verse bile uyumsuz ve liyakatsiz kişi sayılır. Bu kimse imamın düşmanı olmasa onun ümmetinden sayılır. Aynı şekilde imama yaklaştırma ve manevi yönde ilerlemesine yardımcı ve destek olmazsa da yine uyumsuz ve liyakatsiz kişi sayılır. Ancak imama yaklaşma noktasında seninle birlikte aynı hedefleri taşıyan, bu yönde sana yardım eden, seninle aynı doğrultuda hareket eden, imamın zuhurunu bekleyen ve onu görmeye müştak olan kimse uyumlu ve iyi bir dost sayılır.
            Elbette şunu da belirtmek gerekir ki yukarıda bahsedilen kimselerin haklarına saygı duyulmalı ve din kardeşlerinin birbirleri üzerindeki haklarını gözetmeleri gerekir. Bu tür kimselerden uzak durmak akrabalık bağını kesmek anlamına da gelmez.

            Yorum


              #7
              Ynt: Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri



              23. GÖREV

              Mümin kimsenin bir diğer vazifesi de Hz. Mehdi'ye (a.s) yardım etmek için ve kutlu zuhurunu bekleme yolunda silah tedarik etmektir. Bu bir nevi murabıtadır. Bu konu hakkında daha sonra bilgi verilecektir.
              Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Hz. Mehdi'nin (a.f) zuhuru için ok da olsa bir silah hazırlayın. Umulur ki Allah böyle bir niyeti olan kimseye uzun ömür verir.”
              Hz. İmam Muhammed Bâkır (a.s) hadisi rivayet eden kimseye; “ne kadar süreliğine sınır muhafızlığı yapıyorsunuz diye sordu. Ravi; kırk gün diye cevap verdi. Bunun üzerine İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdu; “Ancak bizim sınır bekçiliğimiz ömür boyu sürer. Kim bizim yolumuzda sınır bekçiliği için bir at hazırlarsa at yanında kaldığı sürece atın iki kat ağırlığı kadar mükâfat alır ve kim yolumuzda sınır gözeticiliği için bir silah hazırlarsa silahın ağırlığı kadar mükâfat kazanır.”
              Hadiste geçen silah kelimesinden maksat ok, keman, mızrak, gürz, hançer, kılıç, tüfek gibi soğuk ve sıcak savaşlarda kullanılan savaş aracıdır. Ancak genel anlamıyla silahtan maksat şer’i delillerden ve rivayetlerden de anlaşıldığı üzere kılıçtır. Bazı silahları bulundurmanın ve taşımanın yasal yönden yasak olduğu dikkate alınırsa imamın “ömür boyu bekçilik” buyruğundan üçüncü kısım anlaşılıyor. Bu kısım bir sonraki vazifede açıklanacaktır.

              24. GÖREV

              Zamanın imamı Hz. Mehdi’yle (a.f) "Murabata" içinde olmak müminlerin bir başka vazifesidir. Murabata üç kısımdır. Murabata “Rabt” kökünden olup “kapatmak” manasına gelir. Mastarı ise “Ribat” olup düşman sınırlarını gözetmek ve oradan gelecek tehlikelere dikkat etmektir. Yine genel anlamıyla “gözetmek ve dikkatli olmak” anlamına gelir. Ama Allah'ın kitabında ve sünnette; murabıta için zikredilen her üç mana şunlardan ibarettir;
              1-İmamı Zaman'ın (a.f) zuhurunu bekleme yolunda silah, at vb… gibi savaş araç ve gereçleri temin etmek ve zuhur gerçekleştiğinde bunları imamın lehine kullanmayı ümit etmek
              Bu tür murabıta bundan önce de açıklandığı gibi dinimizce müstehab bir ameldir.
              2-Fakihlerin cihat kitaplarında zikrettiklerine göre “Murabata’dan maksat, düşmanların İslam beldesine yönelik olası saldırılarını önlemek ya da yapılan bir saldırıya karşılık vermek ve tehlikeyi geçiştirmek amacıyla sınır boylarında bekçilik yapmaktır. Sınır boylarını korumanın en az süresi üç, en fazlası ise kırk gündür. Eğer sınır korumalığının süresi kırk günü geçerse bekçinin mükâfatı Allah yolunda cihat eden mücahitlerin sevabına eşit olur. Murabata’nın bu türü de hem gaybet hem de zuhur döneminde müstehabtır.
              Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Allah yolunda bir gece sınır bekçiliği yapmak bir ay oruç tutmaktan ve gece ibadet etmekten daha hayırlıdır. Eğer ölürse yaptığı amelin (sevabı) ve rızkı arkasıca devam eder ve kabir meleğinin sorgusundan güvende kalır.”
              Yine başka bir hadiste Allah Resulü (s.a.a) buyuruyor ki: “Allah yolunda sınır bekçiliği yapan kişinin dışında her ölünün amel defteri kapanır. Şüphesiz ki bekçinin ameli kıyamete kadar çoğalır ve kabir meleğinin sorgusundan güvende kalır.”
              3-Murabata’dan maksat, insanın kendi zamanının imamıyla irtibatta olmasıdır. Yani; imamın velayet ipine sıkıca sarılmalı ve ona her türlü yardımda bulunmayı ve ona uymayı ahdetmelidir. Bu tür murabata her mümine vacip olan ayn-i vaciplerdendir. Murabata’nın bu manası ikinci manasının aksine vekâlet ve niyabet kabul etmez ve bu iş için bir kimse naip olarak seçilemez. Bu tür murabata imanın rükünlerinden olduğu gibi bu amel olmadan Allah hiçbir ameli kabul etmez.
              Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) buyuruyor ki: “Musibetlerde sabırlı olun, farizaları yapmakta sabırla birbirinizle yarışın ve imamlarla irtibat halinde olun.”
              Hz. İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s), Allah'ın “Ey inananlar, sabredin, direnin. Savaşa hazırlıklı, uyanık bulunun… ” ayeti hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilir; yani vacip amelleri yapmak konusunda sabırlı olun, sebat gösterin, düşmanlar karşısında direnin ve beklenen imamınızla irtibatta olun.
              Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) ayetin bu bölümü hakkında şöyle buyuruyor: “Yani imamınızla birlikte kalın (ve direnin).”

              Yorum


                #8
                Ynt: Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri

                Allah razi olsun Ondortmasum kardesim yazinizi ilgiyle takip ediyorum.Özellikle imami zamani tanitma konusunda cok sahsim adina söyleyim cok pasif kaldigimiza inaniyorum.Özellikle sünni kardeslerimize yönelik calismalar yapilabilir.

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri

                  Bu paylaşıma bende bir katkıda bulunmak istiyorum izninizle..

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri

                    Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri

                    Bütün insanlık tarihinin genel akışını nazara alırsak, insanın fikir ve düşünce alanında bir medine-i fazile peşinde olduğu gibi, pratik hayatında da böyle bir arzunun gerçekleşmesi için çırpındığını görürüz.

                    İnsan toplumsal ve ferdi hayatında seçtiği bazı prensiplerin doğruluk ve yanlışlığını aklen keşfedebilse de bunu bizzat yaşayarak, tecrübe ederek ve deneyerek de görmek ve ikna olmak ister. Bu yüzden dinde zorlama, yani insanların kalben doğruluk yolunu seçmeleri zorlamayla mümkün olmadığına göre, tüm insanlığın hakka yönelip kalben İslam’ı benimseyebilmesi için zamana ihtiyaç vardır. İnsan toplulukları çeşitli sistemleri ve hayat yöntemlerini bizzat deneyip onların çıkmaz yol olduğuna, insanlık adına bir hayat tecrübesi olarak da kanaat getirmelidir.

                    Bir açıdan gaybet dönemi insanlık için Allah tarafından verilen böyle bir fırsattır. Çünkü bilgilerin yazılı olarak çoğaltılmasının yaygınlaştığı Hicri 300 yılından sonra ve hele günümüzde iletişim araçlarının sağladığı kolaylık neticesinde, artık hak mektebin Ehl-i Beyt mektebi olduğunu teorik olarak anlamada önemli bir engel ortadan kalkmıştır. Bu yönde bir eksiklik var; bu, imkanlardan yararlanmama hususundadır. Başka bir ifadeyle, artık teori ve fikir alanında toplumlara hüccet tamamlanmıştır. Hakkı öğrenmek isteyen onu kolaylıkla öğrenebilir ve aklı onun doğruluğuna kanaat getirebilir. Şimdilik insanlığın eksik kaldığı yan onun pratikteki tecrübe yetersizliğidir.

                    İnsan toplumları bizzat tekniksel ilerlemelerle birlikte tekrar gündeme gelen çeşitli cahili sistemleri yaşamalı ve onların çıkmaz yol olduğuna şahit olmalı ki, Allah’ın hücceti insanlara tamamlansın ve toplumlar hakkı kabul edip yaşamaya, yani Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın zuhur edip bütün dünyada İslam’ın özü olan Ehl-i Beyt mektebini hakim kıl-maya hazırlanmış olsunlar.

                    Ama uzun süren bu gaybet döneminde ve bizim tabirimizle insanlığın tecrübe döneminde, her fert ve toplum kendilerine verilen bilgi ve yaşadığı veya şahit olduğu tecrübeler çerçevesinde sorumludur. Bildiği hakkı yaşamalı ve onu savunmalıdır. Özellikle Ehl-i Beyt mektebini tanımak bahtiyarlığına ulaşan ve zamanın İmamının kim olduğunu bilen kimse, kendisine verilen bu paha biçilmez bilgi ve marifetten dolayı mesuliyeti herkesten daha çoktur.

                    Biz bu makalede gaybet döneminde Ehl-i Beyt mektebini tanıma şerefine nail olmuş ve zamanın İmamı olan Hz. Mehdi’yi tanıyarak cahiliye hayatından kurtulmuş olanların, bu dönemdeki ağır yükümlülüklerinden bir kısmını büyük alimlerin eserlerinden yararlanarak derlemeye çalıştık ve özellikle takvalı büyük alim Seyyid Muhammed Taki Musevi’nin bu alanda yazmış olduğu “ Mikyal-ul Mekarim ” (Erdemlerin Ölçeği) adlı değerli eserinden yararlandık.

                    Umarız ki, Allah bizleri ve mümin kardeşlerimizi bu yolda muvaffak kılar.

                    Ayetullah Seyyid Muhammed Taki Musevi, adı geçen eserinde gaybet döneminde yapılması ve uyulması gereken 80 noktaya işaret etmiştir ki, biz bunlardan birkaçının aşağıda aktarılmasının faydalı olacağına inanıyoruz. Müminler bu noktalara riayetle, hayatlarına yeni bir çekidüzen vererek yaşamlarını o hazretin rıza ve hoşnutluğu doğrultusunda tanzim eder ve zuhur hazırlığına hız kazandırmış olurlar, inşa-Allah:

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri

                      1- Hazret-i Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın özelliklerini, vasıflarını bilmeli ve zuhur edeceği sıradaki alamet ve olaylardan da haberdar olmalıdır.

                      Bu, aklen ve naklen her müminin üzerine düşen bir vazifedir.

                      Akli delili şudur: Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm kendisine itaatin farz olduğu bir İmam olduğundan, bu makamı haksız iddia edenlerin karşısına çıkabilmek için onun özel sıfatlarını bilmek kaçınılmazdır. Çünkü ancak bu sıfatları bilmekle, yalan yere Mehdilik iddiasında bulunacak olanları tanımak mümkün olacaktır.

                      Nakli delillere gelince: Çağın İmamının tanınmasını sağlayacak özellik ve hususiyetleri bilmenin her mümine farz olduğuna dair çok sayıda hadis ve rivayet vardır. Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: “ Çağının İmamını tanımadan ölen biri, cehalet ölümü üzere ölür .” [1]

                      2- Hazret-i Mehdi’ye sevgi beslemek:

                      Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın da aralarında bulunduğu Ehl-i Beyt ’i sevmek bütün Müslümanlara farzdır. Bu husus birçok ayet ve hadiste tasrih edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “...De ki, peygamberliğim karşılığında yakınlarımı sev-meniz dışında sizden hiçbir ücret ve karşılık istemiyorum.” [2]

                      Âl-i Muhammed’den (Ehl-i Beyt’ten) olan Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ı sevme hakkında da özellikle hadisler nakledilmiştir. İlgili kaynaklarda bu nakillere sıkça rastlamak mümkündür. [3]

                      3- Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın zuhurunun bekleyişi içinde olmak:

                      Gaybet çağında müminlere düşen en önemli şer’i vazifelerden biri de Hz. Mehdi’nin (Allah onun zuhurunu çabuklaştırsın) zuhurunun bekleyişi içinde bulunmak, kalben, fikren ve amelen buna mutabık bir hayat sürdürmektir.

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri

                        Rivayetlerde Zuhuru Beklemenin Önemi
                        İmam Rıza aleyhi’s-selâm ’dan rivayet edilen bir hadiste Peygamber sallallâhu aleyhi ve alih ’in şöyle buyurduğu geçer: “ Ümmetimin en üstün ameli, bekleyiş içinde olmak ve Allah (c.c)’dan gelecek olan zaferi dilemektir .” [4]

                        Hz. Ali aleyhi’s-selâm ’a “Amellerin en üstünü nedir?” diye sorulduğunda “( Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın zuhuruyla) aydınlığa çıkmayı beklemektir ” buyurdular.

                        Yine Emir’ül Mü’minin Ali aleyhi’s-selâm ’ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

                        “ Hz. Mehdi’nin zuhuruyla aydınlığa çıkmanın bekleyişi içinde olun ve Allah Teala’nın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; zira Allah (c.c)’ın nezdinde ibadetlerin en makbulü “aydınlığa çıkma”yı beklemektir .” [5]

                        İmam Sadık aleyhi’s-selâm şöyle buyururlar:

                        “ Bizi beklemek, Allah yolunda kanlar içinde kalmakla eşanlamlıdır. ” [6]

                        Bir başka rivayette de şöyle buyurmaktadır:

                        “ Bizden kıyam edecek olan İmam’ın Şiilerine ne mutlu! Onlar gaybet döneminde onun zuhurunu beklerler, zuhur ettiğinde de onun emrine girer, itaat ederler; Allah’ın dostlarıdır onlar, ne bir korku söz konusudur onlar için, ne de zerrece hüzün ve gam! ” [7]

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri

                          Ferec’i, (Aydınlığa Çıkmayı) Beklemek
                          Hadislerde “Ferec” olarak geçen bu terim “kolaylık, zafer, nusret ve aydınlığa çıkma” anlamlarını taşır. “Ferec”i beklemek, işlerin düzeleceğine, Allah’ın hüküm ve hakimiyetinin gerçekleşeceğine ümitli olup bunu istemek demektir. Böyle bir istek ve bekleyiş içinde olanın ise, bunu sağlayacak bir ortamı geliştirmek için elinden geleni yapmaya çalışacağı ortadadır; böyle birisi kendisini bu düşünceye adayacak ve dinle siyaseti ayıran küfür, şirk ve nifak düzenlerine karşı hakkın zaferi ve galebesi yolunda çaba sarf edecektir.

                          Buna göre, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın bekleyişi içinde olan kimse, ahir zamanda zuhuru için gerekli ortamı sağlama, zuhuru kolaylaştırabilme yolunda bilfiil ve bizzat elinden geleni yapan ve kendisini bu gayeye adayan kimsedir. Nitekim birçok rivayette de geçtiği üzere; “Mehdi aleyhi’s-selâm ’a ortam hazırlama hareketi” doğudan başlayacaktır, başında da Hz. Fatıma Zehra selam’ullahi aleyha ’nın soyundan gelen seyyidler olacak ve Ehl-i Beyt’in kanını istemek için kıyam edeceklerdir.”

                          Hadislerde müminlerden bu harekete katılmaları istenmiştir. Zira “bu hareket İmam Mehdi hazretlerinin (Allah onun zuhurunu çabuklaştırsın) zuhur ve kıyamını çabuklaştıracak, gerekli ortamı hazırlamış olacak ve nihayetinde İmam zuhur edince bayrağı ve devleti -ellerindeki iktidarı- ona teslim edeceklerdir.”

                          Buna göre, gerçek anlamda Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ı bekleyen kimse, bütün dünyaya adaleti yayacak bir devletin kurulmasına çalışan kimse demektir. Böyle biri, kendini, bıkıp usanmaksızın ve ara vermeksizin, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın zuhurunun ön hazırlıklarını ve mukaddimelerini hazırlamaya adayacak, zulümden bizzat bizar ve adalet için bilfiil çalışıp çaba gösteren biri olacaktır. Aksi takdirde Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ı bekleme olayı kof bir iddia ve asılsız bir slogan olmaktan öteye geçmeyecektir. Bu nedenledir ki, bir hadis-i şerifte “ Fereci beklemek, bizzat ferectir ” buyurulmaktadır. [8] Zira gerçekten Fereci bekleyip Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın yeryüzünde adaleti yaymak üzere zuhur etmesini gözleyen biri, her şeyden önce kendi günlük yaşamını adalet ve doğruluk prensipleri üzerine bina ve tanzim edecektir. Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın zuhur veya gaybetinin, böyle birinin yaşam tarzı üzerinde herhangi bir değişiklik yaratmayacağı ise apaçık orta-dadır.

                          Allah’ın dininin zaferi ve Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın zuhuru demek olan “Ferec”i beklemek; hakkı, adaleti ve imanı kendi benliğine kazan-dırmış olmakla mümkündür. Bunun izleri de bireyin amel ve davranışlarına yansıyacaktır zaten.

                          Böylesine büyük ve derin bir hakikate sırf lafla ulaşılamaz. Fereci (yani işlerin Allah’ı razı edecek bir şekilde yoluna girmesini) beklemek nice sorumlulukları da beraberinde getirir. Kendi kaderi gibi toplumun, bütün insanlığın, hak, hakikat, fazilet ve erdemin kaderine karşı kayıtsız kalan birinin böyle bir sorumluluğu üstlenmesi düşünülemez. Öyleyse çevresinde olup bitenlere seyirci kalmak ve mevcut yanlışlık, zulüm ve haksızlıklara hiç sesini çıkarmayıp Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın gelip her şeyi düzeltmesini beklemek, “Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın bekleyişi içinde olmak” değildir.

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri

                            Hz. Mehdi’yi (a.s) beklemenin Hususiyetleri
                            Hz. Mehdi’yi beklemek;

                            a) Masum, adil ve fazilet sahibi İmam’ı tanımak ve ona inanmak,

                            b) Bu İmam’ın bütün dünyaya adaleti yayacağına inanmak,

                            c) Ferdi planda adalet ve insani değerlere tutkun olmak,

                            d) Toplumsal alanda adalet inancına dayalı ve adaleti yayacak bir devletin kurulmasına çalışmak,

                            e) Dini ve ahlaki emir ve kurallara ciddiyetle uymak, sorumluluk ve görev bilinci taşımak, demektir.

                            Bu anlamda onu beklemek, Allah’ın dininin zafer ve galebesini beklemek demektir. Böyle bir “bekleyiş”in en büyük ibadet olacağı apaçık ortadadır. Böyle bir bekleyiş içinde olan, gaybet çağında ölse bile, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın zuhurunda onun saflarına katılıp Allah yolunda cihad etmiş kimse gibi olur. Hadis-i şerifte de buyurulduğu üzere: “ Hz. Kaim Mehdi aleyhi’s-selâm’ı bekleyerek ölen kimse, onun ordugâhında bulunan kimse gibidir ” [9]

                            4- Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm için kesintisiz duada bulunmak:

                            Zaman İmamı Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm : “ Kurtuluş için çok duada bulunun çünkü bu sizin kurtuluşunuza bir vesiledir ” buyurmuşlardır. [10]

                            Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın işlerinin kolaylaşması ve zuhurunun çabuklaşması için sık sık dua etmek İmam aleyhi’s-selâm ’a bizzat yardımcı olmakla eşdeğerdedir. Bu nedenledir ki, bizzat Ehl-i Beyt’ten ulaşan birçok sahih hadiste, salavatın -özellikle günlük farz ibadetlerden sonra- şöyle getirilmesi tavsiye edilmiştir: “ Allahumme salli ala Muhammedin ve Al-i Muhammed ve accil ferecehum ” Yani “ Ey Allah’ım Muhammed ve onun Ehl-i Beyt’ine salat eyle ve onlarla gerçekleşecek kurtuluşu yakınlaştır. ”

                            Aynı şekilde Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm için okunan ve Ferec Duası diye bilinen duayı devamlı okumak, hiç terk etmemek, bilhassa secde halin-de, hatta ne zaman ve nasıl mümkün olursa bu duayı terennüm etmek önemle tavsiye edilmiştir. Mezkur dua şöyledir: Allah’a hamd ve Resulüne salla’llâhu aleyhi ve alih salat ve selamdan sonra şöyle denilir:

                            “Allahumme kun li veliyyike’l Hücceti’bn’il Hasan’il Askeri, salavatuke aleyhi ve ala abaih, fi hazihi’s sâeti ve fi kulli sâeh, veliyyen ve hafiza ve kaiden ve nasira ve delilen ve ayna, hatta tuskinehu arzake tav’a ve tumettiahu fiha tavila; birahmetike ya Erhamer-rahimin.” [11]

                            Yorum


                              #15
                              Ynt: Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri

                              5- Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın ayrılığına üzülmek ve faziletlerini anlatarak o İmamı hatırlamak. [12]

                              6- Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın (Allah onun zuhurunu çabuklaştırsın) adını veya lakaplarından birini duyunca saygı için ayağa kalkıp ve sonra oturmak.

                              On iki İmam Şia’sı bunu öteden beri yapmışlardır. Bizzat Ehl-i Beyt İmamları bu davranışı sergilemiş ve Hazretin adı geldiğinde saygıyla yerlerinden doğrulup edeple oturmuşlardır. Bu konuda ulaşan sahih bir rivayette şöyle geçer:

                              “ Bir gün, İmam Sadık aleyhi’s-selâm’ın yanında Sahib’uz Zaman Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın adı anıldı; İmam Sadık aleyhi’s-selâm , ona saygı gayesiyle hemen yerlerinden doğruldular .” [13]

                              Mişkat’ul Envar’da şöyle nakledilir: Di’bil, meşhur şiirini Hz. İmam Rıza aleyhi’s-selâm’a okuyup da bu arada Hz. Kaim (Mehdi) aleyhi’s-selâm’ın adını getirince, İmam Rıza hazretleri aleyhi’s-selâm bir elini başının üzerine koyarak saygıyla yerlerinden kalkıp, onun işlerinin kolaylaşması için duada bulundular. ” [14]

                              7- Hazret-i Mehdi aleyhi’s-selâm zuhur ettiğinde ona yardımcı olmaya ahdetmek:

                              Bu ahitleşme ve müminin kalben aldığı bu büyük karar, aslında iman ve yekin etmiş olmanın alametlerindendir. Ayrıca İmam aleyhi’s-selâm ’a yardımcı olacağına dair kendi kedine söz verip ahitte bulunmak, bireyin kendini alakadar eden işlerde de adil ve dürüst olma yolunda aldığı bir karardır ki, bu da hayırlı işe niyetlenmenin sevabını ona kazandırır. Nitekim insanlar niyetleriyle değerlenirler.

                              Abdulhamid Vasıtî, İmam Bakır aleyhi’s-selâm ’dan “Kaim aleyhi’s-selâm ’ı göremeden ölürsek ne olur?” diye sorduğunda, İmam şöyle buyurdular: “ Sizden biri, Âl-i Muhammed’in Kâim’ini -Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ ı gördüğü takdirde ona yardımcı olacağına karar verirse, tıpkı onun saflarında kılıcıyla cihad etmiş gibi olur .” [15]

                              8- Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ı ziyaret:

                              Allah’ın yeryüzündeki son hücceti olan Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ı ziyaret etmek, muvahhid müminin üzerine düşen vazifelerden biridir. Ne zaman ve nerede olursa olsun İmamını anıp kendisine selamda bulunmak, bilhassa bazı özel zaman ve durumlarda Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ı hatırlayıp saygı gösterisinde bulunmak, imanın nişanelerindendir ki, bu tür amellerin tafsilatı, ilgili dua ve ziyaret kitaplarında mevcuttur.

                              9- Allah Teala’dan (c.c) İmam vasıtasıyla şefaat istemek ve ona tevessülde bulunmak:

                              Hadislerde, Allah’ın has velilerine (evliyaullaha) tevessülde bulunmak ve onların yüzü suyu hürmetine Hak Teala’ya yönelmeğe tavsiye edilmiştir. Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’a tevessül hususunda da şu rivayet yeterlidir sanırız:

                              “Allah’ım! Zamanın velisi ve hücceti kıldığın Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın yüzü suyu hürmetine ve onun hakkı için senden hacetimi dilemekte ve istemekteyim....” [16]

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X