Ynt: Adl-i İlahi
Allah'ı Allah ile tanıma ve evreni Allah aynasında görme nasıl olur? Bu konu, bu kitabın temel konusu dışında kalmaktadır. Herhâl-de, bilgi kaynakları sadece evren, dış ve maddî çevre olan kişiler, Al-lah ve Allah'ın Hakîm, Alîm, Ganî ve Kâmil oluşunu sadece ve sadece evren aynasında görmekle yetinmişlerdir. Böyle olunca da ister-istemez bu alanda, evrende açıklayamadıkları bir nokta ile karşılaştık-larında, aynalarının yüzeyinde bir leke belirmiş gibi olur ve görüleni doğru-dürüst yansıtması engellenir.
Diğer yandan, çağımızda ve özellikle maddecilik eğilimi gösteren-lerde, bu gibi eleştiri ve kuşkular, gerek yazılar ve gerek konuşmalarda ortaya sık sık atılabilmektedir. Acizane, bu gibi sorulara ben çok muhatap olmaktayım. Bu gibi soruları soranlar ya aslında Allah'a inan-mayan kişilerdir, yahut inançları Allah'ın hikmet ve maslahatını öz olarak tasdik etmekle yetinecek kadar güçlü değildir. Şu hâlde bu so-ruların kaynağı ve kökeni ile ilgili olan bazı sorunlar, bu müşküllerin çözülebilmesi için burada ele alınmalıdır.
Ayrıca burada önemli bir ön-sorun ile de karşılaşmaktayız: Hik-metler ve maslahatlar alanında ortaya çıkan bu sorun, çoğu kez ele alınmayan bir sorundur. Oysa bu ön-sorun ortadan kalkmadıkça yuka-rıda değinilen özlü ve kısa cevap değerini yitirmektedir. Bu sorunun çözülmesi de ileride ele alacağımız ve hakîmlerin tercih ettikleri ay-rıntılı cevabın temel ilkesinin belirlenmesi ve ortaya konmasına bağlı-dır. Ancak bu ilkeye dayanılmakla, yukarıdaki kısa ve özlü cevap da, ilerideki ayrıntılı cevap da anlam ve değer kazanır.
Ortaya çıkan ön-sorun şudur: Aslında Allah katında "maslahat" ve "hikmet"in ne anlamı olabilir ki? "Allah şu işi bu maslahat uğruna, şu yararlılık düşüncesi ile gerçekleştirmektedir." veya "Allah'ın şu işindeki hikmet budur." denebilir mi ki? Böylesine bir düşünce; Allah'ı mah-lukata kıyas etmekten, mahlukata benzetmekten ileri gelmez mi?
Herhangi bir kişinin böyle bir itiraz ileri sürmesi ve "hikmet" ve "maslahat" kavramlarının Allah katında bir anlamı olmadığını, bütün bunların Yaratıcı'yı mahluklarına kıyas etmekten ileri geldiğini söyle-mesi mümkündür. Çünkü, "maslahat bunu gerektirir." demenin anlamı şudur: Filan maksada erişebilmek için filan araçtan yararlanılmalıdır. Şu hâlde bu maksat için o aracın seçilmesi "maslahat" demektir, çünkü bu araç, bizi amacımıza iletebilmektedir. Amaca iletmeyen diğer bir aracın seçilmesi ise "maslahat" değildir, çünkü amaçtan bilâkis uzaklaştırmaktadır.
Meselâ, "Derdin ve zahmetin varoluşu maslahat gereğidir; yoksa, hazzın ve lezzetin de anlamı olmazdı." veya "Hikmet, ananın göğüslerinin varolmasını gerektirir, böylece yavru kendisine el-verişli besini bulur." yahut "Hikmet ve maslahat, filan hayvanın boynuzları olmasını gerektirmektedir ki düşmana karşı kendisini sa-vunabilsin." deriz.
Allah'ı Allah ile tanıma ve evreni Allah aynasında görme nasıl olur? Bu konu, bu kitabın temel konusu dışında kalmaktadır. Herhâl-de, bilgi kaynakları sadece evren, dış ve maddî çevre olan kişiler, Al-lah ve Allah'ın Hakîm, Alîm, Ganî ve Kâmil oluşunu sadece ve sadece evren aynasında görmekle yetinmişlerdir. Böyle olunca da ister-istemez bu alanda, evrende açıklayamadıkları bir nokta ile karşılaştık-larında, aynalarının yüzeyinde bir leke belirmiş gibi olur ve görüleni doğru-dürüst yansıtması engellenir.
Diğer yandan, çağımızda ve özellikle maddecilik eğilimi gösteren-lerde, bu gibi eleştiri ve kuşkular, gerek yazılar ve gerek konuşmalarda ortaya sık sık atılabilmektedir. Acizane, bu gibi sorulara ben çok muhatap olmaktayım. Bu gibi soruları soranlar ya aslında Allah'a inan-mayan kişilerdir, yahut inançları Allah'ın hikmet ve maslahatını öz olarak tasdik etmekle yetinecek kadar güçlü değildir. Şu hâlde bu so-ruların kaynağı ve kökeni ile ilgili olan bazı sorunlar, bu müşküllerin çözülebilmesi için burada ele alınmalıdır.
Ayrıca burada önemli bir ön-sorun ile de karşılaşmaktayız: Hik-metler ve maslahatlar alanında ortaya çıkan bu sorun, çoğu kez ele alınmayan bir sorundur. Oysa bu ön-sorun ortadan kalkmadıkça yuka-rıda değinilen özlü ve kısa cevap değerini yitirmektedir. Bu sorunun çözülmesi de ileride ele alacağımız ve hakîmlerin tercih ettikleri ay-rıntılı cevabın temel ilkesinin belirlenmesi ve ortaya konmasına bağlı-dır. Ancak bu ilkeye dayanılmakla, yukarıdaki kısa ve özlü cevap da, ilerideki ayrıntılı cevap da anlam ve değer kazanır.
Ortaya çıkan ön-sorun şudur: Aslında Allah katında "maslahat" ve "hikmet"in ne anlamı olabilir ki? "Allah şu işi bu maslahat uğruna, şu yararlılık düşüncesi ile gerçekleştirmektedir." veya "Allah'ın şu işindeki hikmet budur." denebilir mi ki? Böylesine bir düşünce; Allah'ı mah-lukata kıyas etmekten, mahlukata benzetmekten ileri gelmez mi?
Herhangi bir kişinin böyle bir itiraz ileri sürmesi ve "hikmet" ve "maslahat" kavramlarının Allah katında bir anlamı olmadığını, bütün bunların Yaratıcı'yı mahluklarına kıyas etmekten ileri geldiğini söyle-mesi mümkündür. Çünkü, "maslahat bunu gerektirir." demenin anlamı şudur: Filan maksada erişebilmek için filan araçtan yararlanılmalıdır. Şu hâlde bu maksat için o aracın seçilmesi "maslahat" demektir, çünkü bu araç, bizi amacımıza iletebilmektedir. Amaca iletmeyen diğer bir aracın seçilmesi ise "maslahat" değildir, çünkü amaçtan bilâkis uzaklaştırmaktadır.
Meselâ, "Derdin ve zahmetin varoluşu maslahat gereğidir; yoksa, hazzın ve lezzetin de anlamı olmazdı." veya "Hikmet, ananın göğüslerinin varolmasını gerektirir, böylece yavru kendisine el-verişli besini bulur." yahut "Hikmet ve maslahat, filan hayvanın boynuzları olmasını gerektirmektedir ki düşmana karşı kendisini sa-vunabilsin." deriz.
Yorum