Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nura Giden Yol

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: Nura Giden Yol

    Nura giden yol ( 130 )

    Bismillahirrahmânirrahîm

    Nisa suresinin 69 ve 70. ayetleri:

    وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَـئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَـئِكَ رَفِيقًا (*) ذَلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّهِ وَكَفَى بِاللّهِ عَلِيمًا
    Yani:

    Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve
    salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!Bu lütuf Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter.


    Geçen bölümde ilahi emirleri yerine getirenlerin hem bu dünyada ve hem ahirette bu amellerinin bereketi ve mükafatını göreceklerini ve sürekli özel hidayetten faydalanacaklarını anlattık. Bu ayetler ise şöyle buyurmakta:

    Allah'ın emirlerini yerine getirenler kıyamet gününde de Allah resulü ve salih insanlarla haşir neşir olur ve onların varlığından yararlanır.
    Her namazda bir kaç kez tekrarladığımız Hamd suresinde yüce Allah'tan bizleri doğru yolda, özel nimetler verdiği insanların yolunda tutmasını niyaz ediyoruz. Nisa suresinin bu ayetinde bu tür insanların en iyi örneklerinin Allah resulü, salih insanlar ve şehitler olduğunu öğrenmekteyiz. Bu yüzden her namaz vaktinde yüce Allah'tan bizleri cennette bu tür insanlarla haşir neşir etmesini niyaz ediyoruz.

    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Dünya ve ahirette iyi dostlar edinmenin yolu, Allah ve resulünün emirlerine itaat etmektir.

    2 - Dost seçerken paklık ve iman, esas şarttır.

    3 - Allah'ın bizlerin her işine vakıf olduğunu bilmek, iyi amellerde bulunmamız için en iyi etkendir.

    Şimdi,
    Nisa suresinin 71. ayetinidinliyoruz.

    ا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ خُذُواْ حِذْرَكُمْ فَانفِرُواْ ثُبَاتٍ أَوِ انفِرُواْ جَمِيعًا

    Yani:

    Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut (gerektiğinde) topyekün savaşın.

    İslam, yaşam dini olduğundan ve yaşamın da bir bireysel bir de sosyal boyutu olduğundan, Kuran-ı Kerim tealimi de bireysel ibadetlerin yanı sıra toplumsal konuların çeşitli boyutlarını da kapsamaktadır. Her toplumda en önemli meselelerden biri, iç ve dış düşmanlara karşı yaklaşım tarzıdır. Kuran-ı Kerim bir çok ayette müminleri İslami toprakları korumaya ve müslümanların inancını ayakta tutmaya davet etmekte ve bu yolda her türlü zarar ve tehlikeye katlanmanın değerli ve kutsal olduğunu belirtmektedir.

    Nitekim geçen ayetlerde şehitlerin konumunun peygamberler ve salih insanlarla bir olduğu anlatıldı ve her mümin insanın bu mevkiye ulaşmak için çaba harcadığı belirtildi. Burada ise müminlerden düşmanların her türlü saldırısına karşı koymak için askeri güçlerini artırması isteniyor. Burada müminlere kesinlikle başkalarına karşı sadece kendilerini savunmaları ve saldırıyı başlatan taraf olmamaları ve sadece kendilerini korumak için hazırlıklı olmaları emredilmektedir.

    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Müslümanlar düşmanların planları, yöntemleri ve askeri imkanlarından haberdar olmalı ve böylece gereken savunma imkanlarını hazırlamaları gerekir.

    2 - İslami toplumda sadece özel bir kesim değil, bütün herkes askeri eğitim almalı ve böylece düşmanın saldırısı durumunda seferber olarak İslam topraklarını korumalıdır.

    Şimdi,
    Nisa suresinin 72 ve 73. ayetlerini dinliyoruz.

    وَإِنَّ مِنكُمْ لَمَن لَّيُبَطِّئَنَّ فَإِنْ أَصَابَتْكُم مُّصِيبَةٌ قَالَ قَدْ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيَّ إِذْ لَمْ أَكُن مَّعَهُمْ شَهِيدًا (*) وَلَئِنْ أَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِّنَ الله لَيَقُولَنَّ كَأَن لَّمْ تَكُن بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيتَنِي كُنتُ مَعَهُمْ فَأَفُوزَ فَوْزًا عَظِيمًا

    Yani:

    İçinizden bazıları vardır ki (cihad konusunda) pek ağırdan alırlar. Eğer size bir felâket erişirse: "Allah bana lütfetti de
    onlarla beraber bulunmadım" der.

    Eğer Allah'tan size bir lütuf erişirse -sanki sizinle onun arasında (zahirî) bir dostluk yokmuş gibi- "Keşke onlarla beraber olsaydım da ben
    de büyük bir başarı kazansaydım!" der.


    Bir önceki ayet müslümanları dış düşmana karşı hazırlıklı olmaya davet ederken bu ayetler içeride de münafıkların ve düşmanların varlığı konusunda uyarıda bulunuyor.

    Gerçekte sadece kendi çıkarlarını tehlikede gören fırsatçı insanlar, din yolunda canlarını feda etmek istemediği gibi, kendileri rezil rüsva olmamak için başkalarını da bu işten alıkoymaya çalışır. Bu ayetler bu tür insanların yöntemine değiniyor ve İslami toplumda zorluklar baş gösterdiği sıralarda kendilerini bir kenara çektiklerini ve canlarını kurtardıkları için Allah'a şükrettiklerini ve zafer sırasında bu zevkten mahrum kaldıkları için hasret ahı çektiklerini buyuruyor.

    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Savaş ve cihat arenası gerçek mümin ile münafık kimseyi ayırt etmek için en iyi arenadır.

    2 - Münafıkların cephedeki varlığı, İslam mücahitlerinin psikolojisinin bozulmasına sebep olur. O zaman onları tespit etmek ve cephelere gitmelerini engellemek gerekir.

    3 - Savaştan ve İslami toplumun sorunlarından kaçmak, nifakın işaretidir.

    4 - Ancak toplumun diğer bireyleri ile bir arada yaşanan refah değerlidir, yoksa başkaları zorluk çekerken refah içinde yaşamının bir değeri olamaz.

    5 - Münafıklara göre saadet ve kurtuluş, dünyevi refah ve nimetlerle kavuşmaktır. Bu tür insanlardan olmamaya özen göstermek gerekir.

    6 - Müminlerin acılarına ortak olmayan, ancak nimetlerden yararlanmak isteyenler münafıktır.


    http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234242-nura-giden-yol--130

    Yorum


      Ynt: Nura Giden Yol

      Nur'a Giden Yol - 131

      Bismillahirrahmânirrahîm

      Nisa suresinin 74. ayeti.

      ) فَلْيُقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللّهِ الَّذِينَ يَشْرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا بِالآخِرَةِ وَمَن يُقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَيُقْتَلْ أَو يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا

      Yani:

      O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya
      galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.


      Geçen bölümde münafıkların çeşitli mazeretler uydurarak cihattan kaçındığını, hatta sadece kendileri değil, başkalarını da cepheye gitmekten alıkoymaya çalıştığını anlattık. Bu ayet aynı konuya şöyle devam ediyor:

      Cihattan kaçmak, Allah'a ve kıyamet gününe imansızlık işaretidir ve eğer uhrevi mükâfata inanıyor ve fani dünyada yaşamayı ahiret için birikim yapmak üzere geçici bir mekan olarak görüyorsanız, o zaman rahatlıkla Allah yolunda cihat eder ve savaşırsınız. Böyle bir insan görevinin dini, Allah düşmanlarına karşı korumak olduğunu bilir ve bu görevi için çalışır ve sonucundan sorumlu değildir. Savaşın sonucu ne olursa olsun, ister zafer ister yenilgi, bir şey değişmez ve her iki durumda zafer sayılır, çünkü Allah yolunda olmak ve O'nun rızası için çalışmak, düşmana galip gelmekten daha önemlidir.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - İslam dininde cihadın amacı, Allah dinini korumaktır, cihadın amacı ülkeleri fethetmek, intikam almak, sömürmek veya sulta kurmak değildir.

      2 - İmanların sınandığı alanlardan biri de müminleri münafıklardan ayıran cihat alanlarıdır.

      3 - Hak cephesinde kaçmak veya yenilmek yoktur. Burada ya şehadet ya zafer söz konusudur.

      Şimdi,
      Nisa suresinin 75. ayetini dinliyoruz.

      وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَـذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيرًا

      Yani:

      Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize
      katından bir yardımcı yolla!" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!


      Geçen ayetler müminleri kıyamet gününe iman etmek ve dünya ile ahireti karşılaştırmakla Allah yolunda cihat etmeye davet ederken bu ayet ise beşeri duyguları gündeme getirerek zalimlerin pençesinde esir düşenlerin kurtarılması için mücadele edilmesini buyuruyor.

      Ayette net bir şekilde mazlumların zalimlerin elinden kurtarılmasının İslami cihadın amaçlarından biri olduğu ifade ediliyor. Bu savaş, Allah yolunda müminlerin verdiği mücadeledir. Gerçek mümin, dindaşları ve soydaşlarına karşı sorumludur ve onlar zorluk içinde yaşarken sadece kendisinin ve ailesinin refahını düşünemez.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Aynı zamanda ilahi olan İslami cihat, insani bir mücadeledir ve yine insanları kurtarmak için verilen mücadele, ilahidir.

      2 - Mazlumların yardım taleplerine karşı duyarsızlık günahtır ve onlara yardım etmek için ayaklanmak gerekir.

      3 - Zalimlerin sultasından kurtulmak için Allah'tan ve evliyalarından yardım istemek gerekir, sıradan herkesten ve her ne şekilde olursa olsun değil.

      Şimdi,
      Nisa suresinin 76. ayetini dinliyoruz.

      الَّذِينَ آمَنُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُواْ أَوْلِيَاء الشَّيْطَانِ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا

      Yani:

      İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tâğut (batıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde
      şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.


      İslam dininin cihattan amacının daha iyi aydınlanması için bu ayet müminlerin ve kâfirlerin savaştan amacını ifade ederken şöyle buyurmakta: İman ehli olanlar sadece Allah dinini güçlendirmek için savaşır, güç ve mevki için değil. Müminlerin amacı Allah'tır, oysa küfür ehli olanlar zalimlerin ve tağutların iktidarını güçlendirmek için savaşır ve amaçları başkalarına sulta kurmak ve diğer ülkeleri ele geçirmektir.

      Ayetin devamında mümin insanlar bu tür sultacı kâfirlerle savaşmaya teşvik edilirken şöyle buyurmakta: Zannetmeyin ki onlar güçlü ve sizler zayıfsınız. Bilakis, Allah'a iman eden sizler en büyük güce sahipsiniz, oysa onlar şeytana uydukları için çok zayıftır. O zaman küfür ve tağut ordusu ile savaşmaktan korkmayın ve var gücünüzle onlarla savaşın ve bilin ki sizler daha üstünsünüz, çünkü onlar şeytanı izler ve o da Allah'a karşı hiç bir şey değildir.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Allah yolunda olmak, İslami toplumun her yerde en belirgin simgedir.

      2 - Duyarsızlık ve evde oturmak, müminlere yakışmaz. İmanın işareti, mücadele ve batılla savaşmaktır.

      3 - Küfür, Tağut ve şeytan, bir üçgenin üç kanadıdır ve bekaları bir birine bağlıdır ve bu yüzden her biri, diğerini güçlendirmeye çalışır.

      4 - Şeytana uymanın sonucu hezimettir, çünkü şeytanın, onu izleyenlere verdiği destek zayıf ve yok denecek kadar azdır.


      http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234243-nura-giden-yol-131

      Yorum


        Ynt: Nura Giden Yol

        Nura giden yol (132)

        Bismillahirrahmânirrahîm

        Nisa suresinin 77. ayeti.

        أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ قِيلَ لَهُمْ كُفُّواْ أَيْدِيَكُمْ وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ إِذَا فَرِيقٌ مِّنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّهِ أَوْ أَشَدَّ خَشْيَةً وَقَالُواْ رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَ لَوْلا أَخَّرْتَنَا إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ قُلْ مَتَاعُ الدَّنْيَا قَلِيلٌ وَالآخِرَةُ خَيْرٌ لِّمَنِ اتَّقَى وَلاَ تُظْلَمُونَ فَتِيلاً

        Yani:

        Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz
        kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da "Rabbimiz!
        Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?" dediler. Onlara de ki:
        "Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez."


        Tarihi rivayetlerde şöyle okumaktayız: Müslümanlar Mekke'de yaşarken, müşriklerin ağır baskısı altında bulunuyordu. Bu yüzden Müslümanlardan bir grup İslam peygamberinin yanına geldi ve şöyle dedi: Biz İslam dinini benimsemeden önce aziz ve saygındık, lakin şimdi saygınlığımızı kaybettik ve sürekli tacize uğruyoruz. İzin ver de savaşalım ve eski izzetimizi yeniden kazanalım.

        Allah resulü şöyle karşılık verdi: Ben şimdilik mücadele etmekle görevlendirilmedim ve siz de namaz ve zekat gibi bireysel ibadetler ve görevlerinizle uğraşın.

        Allah resulü Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra cihat emri gelince aynı insanlardan bir kesim çeşitli mazeretler uydurarak cihattan kaçmaya çalışıyordu. Bu ayet nazil oldu ve bu tür bir çifte standart yaklaşımı eleştirdi.

        Gerçi bu ayet asr-i saadette yaşayan bir grup müslüman hakkında nazil oldu, lakin içeriği her zaman geçerlidir. Günümüz toplumunda da bazı insanlar davranışlarında ifrat ve tefrite duçar olur ve bazen toplumun liderlerinden önde giderken bazen de en sıradan insanlara göre daha geride hareket eder. Gerçekte bu tür insanlar görevlerini yerine getirmek gibi bir kaygıları yoktur ve sadece bazen denizin dalgaları gibi coşup kıyıya vurur ki bu durumda bu hallerinin ömrü bir kaç saniye kadardır ve hiç bir faydası olmadan hemen yatışırlar. Bu tür insanlar içi boş davul gibidir ki dışında büyük bir gürültü varken içten hiç bir işi yapmaya cesaret edemezler.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Din ahkâmı aşama aşama ve tedricidir. Ancak daha önce namaz ve zekat ile eğitilen ve içindeki nefsani ve şeytani heveslerle mücadele edebilen insanlar cihat edebilir.

        2 - Sosyal meselelere karşı duygusal değil, adil liderlerin görüşlerine göre hareket etmek gerekir.

        Şimdi,
        Nisa suresinin 78 ve 79. ayetlerinidinliyoruz.

        أَيْنَمَا تَكُونُواْ يُدْرِككُّمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُّشَيَّدَةٍ وَإِن تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُواْ هَـذِهِ مِنْ عِندِ اللّهِ وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُواْ هَـذِهِ مِنْ عِندِكَ قُلْ كُلًّ مِّنْ عِندِ اللّهِ فَمَا لِهَـؤُلاء الْقَوْمِ لاَ يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثًا (*) مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا

        Yani:

        Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa "Bu Allah'tan"
        derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senden" derler. "Hepsi Allah'tandır"" de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!
        Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter.



        Geçen ayette bazı Müslümanların zayıf iman ve korku yüzünden cihat ayeti nazil olduğu sıralarda itiraz ettiğini ve bu hükmün gecikmesini talep ettiklerini, böylece canlarını kurtarmak istediklerini anlattık. Bu ayetlerde yüce Rahman şöyle buyurmakta:

        Zannetmeyin ki eğer cihattan kaçarsanız ölümden de kurtulmuş olursunuz. Bilin ki eğer en sağlam kalelerde de saklansanız, ölüm yine sizi bulacaktır. Ne mutlu yaşamlarını cihat gibi değerli bir yolda feda edenlere. Onlar Allah yolunda şehit olmakla ebedi yaşamlarını güvence altına alıyor. Bu ayetler daha sonra münafıkların Allah resulüne karşı çirkin davranışlarını hatırlatarak şöyle buyurmakta:

        Onlar ne zaman savaşta zafer kazanırsa bunu Allah'ın lütfu sayıyor, lakin yenildikleri zaman bunu peygamberin kötü tedbiri ve kifayetsizliğine bağlıyor. Ayet onlara şöyle karşılık veriyor: Her şey bu âlemde yüce Allah'ın isteği üzerine olur ve O'nun iradesi olmaksızın hiç bir şey olmaz, ister zafer ister yenilgi. Fakat Allah'ın istekleri de delilsiz ve hesapsız değildir. Eğer sizler kendi görevinizi yerine getirirseniz, Allah da size zafer ve iyilik ihsan eder ve eğer Uhud savaşı gibi müsamahakâr davranırsanız yüce Allah da sizlere yenilgi nasip eder. Allah'ın kulları ile ilişkisi yer yüzü ile güneş arasındaki ilişki gibidir. Yer yüzü güneş etrafında dönerken nerede güneşe doğru bakarsa ışığından ve ısısından yararlanır ve nerede güneşe sırtını çevirirse, soğukluk ve karanlık söz konusu olur. Bu yüzden şöyle diyebiliriz ki yer yüzünün ışığı güneşten, fakat karanlığı kendindendir. İnsanlar da böyledir. Nerede Allah'a dönerse O'nun lütfundan yararlanır ve nerede sırt çevirirse ki bu da kendinden kaynaklanır, Allah'ın nimetlerinden mahrum olur. Kuşkusuz bu hakikati pak ve mümin inanlar bilir, fakat gönülleri hasta olanlar anlamaz veya en azından kabul etmek istemez. Çünkü onlar kendilerini esas sanır, Allah'ı değil. Onlar sadece kendilerini hak bilir ve karşılarında kim olursa batıl bilir, oysa hakla batılın kriteri Allah'tır onlar değil.

        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Madem ölüm kaçınılmaz, o zaman neden savaş ve cihattan kaçıyoruz?

        2 - Ölüm ve yaşam, acılar ve tatlılıklar, hepsi Allah'ın hikmetidir.

        3 - İlahi açıdan ne kadar güzellik ve kemal varsa, Allah'a aittir ve ne kadar kusur varsa bizdendir.

        4 - Kendi günahımızdan başkalarını sorumlu tutmamalıyız.

        5 - İslam peygamberinin risaleti evrenseldir ve belli bir bölge veya ırka özgü değildir.


        http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234244-nura-giden-yol-132

        Yorum


          Ynt: Nura Giden Yol

          Nura giden yol ( 133 )

          Bismillahirrahmânirrahîm

          Nisa suresinin 80. ayeti.

          مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا

          Yani:


          Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!


          Bir toplumu yönetmenin en önemli ilkelerinden biri hükümet düzeyinde emir komuta zinciri ve halkın buna uymasıdır. Nitekim bu programda defalarca ifade ettiğimiz gibi İslam dini sadece bir dizi ibadi hükümler içeren bir din değildir ve bunun yanı sıra bireyin saadetinin toplumun saadetine bağlı olduğunu vurgulamaktadır.

          Zekat, hac ve cihat gibi hükümler, sosyal hükümlerdir ve bu hükümlerin yerine getirilmesi için belli güvencelerin bulunması gerekir ki bu da İslam'da hükümet düzenini oluşturur.

          Kuran-ı Kerim açısından Allah resulü sadece ilahi emirleri tebliğ etmekle görevli değil, aynı zamanda İslami toplumun hükümdarı ve yöneticisidir ve onun emirlerine uymak, Allah'ın emirlerine uymaktır, nitekim onun emirlerine itaatsizlik etmek, Allah'a karşı küfür beslemektir. İslam peygamberinin sadece hükümet hükümleri değil, sözleri de Kuran-ı Kerim'in yanında yüce Allah'ın sözü gibi olup özel bir yeri vardır ki buna da İslam peygamberinin sünneti denir.

          Bu ayetin işaret ettiği ilginç nokta, Allah resulünün topluma karşı yükümlülükleri çerçevesinde hatta toplumun hükümdarı olduğu halde insanları hakkı kabul etmeye zorlamakla yükümlü değildir. Peygamberin görevi toplumu hidayete erdirmek ve yönetmektir, insanları ilahi emirleri uygulamaya zorlamak değil.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Allah'a itaat etmek, sadece namaz ve oruç ibadetlerini yerine getirmek değil, toplumun ilahi liderlerine itaat etmek de dini görevimizdir.

          2 - Peygamberlerin görevi dini tebliğ etmektir, dayatmak değil. İnsanlar hür iradeleri ile dini seçmelidir.

          Şimdi,
          Nisa suresinin 81. ayetini dinliyoruz.

          وَيَقُولُونَ طَاعَةٌ فَإِذَا بَرَزُواْ مِنْ عِندِكَ بَيَّتَ طَآئِفَةٌ مِّنْهُمْ غَيْرَ الَّذِي تَقُولُ وَاللّهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَ فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً

          Yani:

          "Başüstüne" derler, ama yanından ayrılınca onlardan bir kısmı, senin dediğinden başkasını gizlice kurar. Allah da onların gizlice kurduklarını yazar. Sen onlara aldırma ve Allah'a dayan; sana vekil olarak Allah yeter.

          Bu ayet bir kez daha münafıkların tehlikesi konusunda uyarıda bulunarak Allah resulüne ve Müslümanlara şöyle buyurmakta: Uyanık olun çünkü aranızda bir grup imanı zayıf olan münafıklar vardır ki görece olarak sizinle birliktedir, lakin gizli buluşmalarında başka kararlar alır ve sizin programlarınız ı sabote etmeye çalışır. Bu tür insanlara karşı yapacağınız şey, onlardan uzak durmak ve sabotajlarından korkmamaktır, çünkü yüce Allah söz ve kararlarında onları gözetmektedir ve zamanında komplolarını etkisiz hale getirir. O zaman Allah'a tevekkül edin ve O'ndan yardım isteyin.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - İç düşmanların komplolarından gafil olmayın ve zannetmeyin ki düşman sadece sınırların dışındadır.

          2 - Sade ve çabuk inananlardan olmayın ve her türlü dostluk gösterisine güvenmeyin, bilakis nerede bu tür yaklaşımlar fazla ise
          düşmanın sızmaya çalıştığına dikkat edin.

          3 - Yüce Allaha gerçek müminlerin hamisidir ve açık gizli yardımları ile onları savunur.

          Şimdi,
          Nisa suresinin 82. ayetindinliyoruz.

          أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِندِ غَيْرِ اللّهِ لَوَجَدُواْ فِيهِ اخْتِلاَفًا كَثِيرًا

          Yani:

          Hâla Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok
          tutarsızlık bulurlardı.


          İslam peygamberine karşı açık delil ve mantıkları bulunmayan muhalifler türlü iftiraları gündeme getiriyordu. Örneğin Kuran-ı Kerim'in İslam peygamberinin düşüncesi veya başkalarından öğrendiklerinin ürünü olduğunu gündeme getiriyordu. Yüce Allah bu ayette şöyle buyurmakta: Neden Kuran-ı Kerim ayetleri üzerinde düşünmüyorsunuz?

          Gerçi Kuran-ı Kerim İslam peygamberinin risaleti döneminde 20 yıldan daha fazla bir süre zarfında ve çeşitli barış ve savaş zamanlarında nazil oldu, eğer bu kitap insan düşüncesinin ürünü olsaydı doğal olarak içinde bir çok çelişki bulunurdu. Bu çelişkiler hem muhteva ve hem ifade biçiminde olurdu. Oysa Kuran-ı Kerim'in mucizevi yönlerinden biri sağlamlığı ve nazil olduğu dönemde aynı ifade biçimini korumasıdır. Nitekim günümüzde en güçlü yazarların bu günkü yazıları 20 yıl önceki yazılarına asla benzemez ve sürekli değiştiği anlaşılır.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Dini bilim karşıtı tanıtanların aksine bu ayet açık bir şekilde herkesi ilahi ayetlerin üzerinde düşünmeye davet ederek İslam'ın hakkaniyetini anlamalarını istiyor.

          2 -Kuran-ı Kerim tüm asırlara ve tüm kuşaklara anlaşılabilirdir ve bütün mümin insanlar bu kitabın ayetleri üzerinde düşünmekle yükümlüdür.

          3 - Eğer insanlar Kuran-ı Kerim ekseni etrafında birleşirse tüm ihtilaflar çözümlenir, çünkü bu kitapta ihtilaf konusu olabilecek hiç bir şey yoktur.


          http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234245-nura-giden-yol--133

          Yorum


            Ynt: Nura Giden Yol

            Nura giden yol ( 134 )

            Bismillahirrahmânirrahîm

            Nisa suresinin 83. ayeti.

            وَإِذَا جَاءهُمْ أَمْرٌ مِّنَ الأَمْنِ أَوِ الْخَوْفِ أَذَاعُواْ بِهِ وَلَوْ رَدُّوهُ إِلَى الرَّسُولِ وَإِلَى أُوْلِي الأَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذِينَ يَسْتَنبِطُونَهُ مِنْهُمْ وَلَوْلاَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لاَتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ إِلاَّ قَلِيلاً

            Yani:

            Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; hâlbuki onu, Resul'e veya aralarında yetki sahibi
            kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı,
            pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz.


            Münafıkların asr-ı saadet döneminde Allah resulü ve Müslümanlara karşı çirkin davranışını anlatan geçen ayetlerin devamında bu ayet söz konusu münafıklara karşı nasıl davranılacağı konusunda bir başka yönteme işaret ederken şöyle buyurmakta:
            Savaşla ilgili haberlerde spekülasyon meselesi çok önemlidir. Münafıkların planlarından biri bu tür spekülasyonları yaymak ve insanlar arasında panik yaratmak ve güvende oldukları duygusunu yok etmektir.

            Ayet daha sonra insanların İslami hükümdarlara karşı sorumlulukları ile ilgili genel bir kurala değinirken şöyle buyurmakta:
            Müslümanların topluma karşı görevleri, liderlerine müracaatta bulunmak ve bu tür provokatif haberleri onlara duyurmaktır. Onlar da bu haberleri doğru biçimde analiz ederek halkı bilgilendirmeleri ve hakikatleri ortaya çıkarmaları gerekir.

            Bu ayet daha sonra önemli bir noktaya temas ederken şöyle buyurmakta: Münafıkların bu yöntemle insanları küfre ve şeytana yönelmeye zorlar ve eğer yüce Allah'ın lütfu ve ilahi peygamberlerin ve evliyaların yardımları olmasaydı bir çok insan kurtulamazdı ve toplumun sorunlarında şeytani vesveselerin esiri olurdu.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Halk arasında spekülasyonları yaymak münafıkların yöntemidir. Onlara dikkat etmeliyiz.

            2 - Müslümanların askeri bilgileri yayılmamalı ve sadece toplumun yöneticilerine sunulmalıdır.

            3 - Sadece istinbat ehli olanlar hakikati bulur ve başkaları onlara başvurması gerekir.

            Şimdi,
            Nisa suresinin 84. ayetinidinliyoruz.

            فَقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ تُكَلَّفُ إِلاَّ نَفْسَكَ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِنِينَ عَسَى اللّهُ أَن يَكُفَّ بَأْسَ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَاللّهُ أَشَدُّ بَأْسًا وَأَشَدُّ تَنكِيلاً

            Yani:

            Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah
            kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar vermelerini önler). Allah'ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir.


            Tarihi rivayetlerde şöyle okumaktayız:

            Müslümanların Uhud savaşında yenilmelerinin ardından Ebu Sufyan bir sonraki saldırı için belli bir tarih belirledi ve o tarih gelip çatınca Allah resulü müslümanları harekete geçmeye davet etti. Fakat Uhud savaşındaki acı yenilginin tesirinden kurtulamayan bazı müslümanlar bu emre karşı çıktı. İşte o sırada bu ayet nazil oldu ve Allah resulüne hatta hiç kimse harekete geçmese bile kendisinin harekete geçmesi ve savaşması gerektiği, fakat her şeye karşın müslümanları cihada davet etmeye devam etmesi tebliğ edildi.
            Allah resulü de böyle yaptı ve sonuçta az sayıda insan onunla birlikte harekete geçti. Fakat düşman savaş meydanına gelmedi ve her hangi bir çatışma da yaşanmadı ve yüce Allah'ın kâfirlerin Müslümanlara darbe indirmelerini engelleme vaadi gerçekleşmiş oldu.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Toplumun lideri tehlike ve mücadele durumlarında sürekli en önde hareket etmeli, öyle ki hatta tek başına kalsa bile mücadeleden
            vazgeçmemeli. İşte bu durumda ilahi yardımlar gelecektir.

            2 - Peygamberlerin görevi insanları dine ve dini hükümlere davet etmektir, onları zorlamak değil.

            3 - Herkes kendi işinden sorumludur. Hatta peygamberler halkın yaptıklarından sorumlu değil ve sadece kendi amellerinden sorumludur.

            4 - İlahi güç en üstün güçtür, tabi insanlar kendi görevlerini yerine getirdiği sürece.

            Şimdi,
            Nisa suresinin 85. ayetinidinliyoruz.

            مَّن يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُن لَّهُ نَصِيبٌ مِّنْهَا وَمَن يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُن لَّهُ كِفْلٌ مِّنْهَا وَكَانَ اللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُّقِيتًا

            Yani:

            Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur.
            Allah her şeyin karşılığını vericidir.


            Peygamberin müminleri cihada davet etmekten sorumlu olduğunu beyan eden geçen ayetin devamında bu ayet, genel bir kanuna işaret ediyor: Sadece Peygamber değil, herkes başkalarını iyi amellere, hem de iyi bir yöntemle davet etmekle görevlidir. Tabi herkes sadece kendi amelinden sorumludur, fakat bu durum toplumun iyi veya kötü yönlerine karşı duyarsız olma anlamına gelmez. İslam dini bireyselci bir din değildir ki herkes sadece kendini düşünsün ve başkalarını hakka davet etmek ve fesatla mücadeleye teşvik etmekten vazgeçsin. Her halükarda emri bilmaruf ve nahyi anilmünker her müslümanın görevidir ve yaşadığı ortamda, ailede, mahallede veya işlerinde bu görevini yerine getirmek zorundadır. Ceza ve mükâfat bakımından da insanlar sadece kendi amellerinin cezasını veya mükâfatını almıyor, aynı zamanda başkalarının amellerine de ortaktır ve eğer hayır bir amele vesile olduysa o amelin mükafatının bir kısmı onundur ve eğer günaha sebep olduysa elbette ki cezanın bir bölümünü çekecektir.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - İki müslüman'ın arasındaki ihtilafı gidermek, toplumda iyi amellerde işbirliği yapmak ve müslümanlara Allah yolunda cihat etmelerine yardımcı olmak, her müslümanın görevidir.

            2 - İnsanlar zaman ve mekan şartlarının kısıtlı olması yüzünden tüm iyi amelleri kendileri yapamaz, fakat iyi amellere aracı olabilir.


            http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234246-nura-giden-yol--134

            Yorum


              Ynt: Nura Giden Yol

              Nura giden yol (135)

              Bismillahirrahmânirrahîm

              Nisa suresinin 86. ayeti.

              وَإِذَا حُيِّيْتُم بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّواْ بِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيبًا

              Yani:

              Bir selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selamlayın yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her
              şeyin hesabını arayandır.


              Bu ayet Müslümanların bir birine karşı nasıl davranacağı konusunda şöyle buyurmakta: Başkaları ile ilişkiler sevgi üzerine olmalıdır, ister sözde ister amelde. Başkaları ile karşılaştığınız zaman selam vermek veya ailevi ve dostane ilişkilerde hediye vermek, İslam dininin sürekli tavsiye ettiği bir meseledir. Nitekim bu ayet, selam ve hediye vermeyi kesin bir konu olarak Müslümanlara tavsiye etmekte ve ne zaman başkaları tarafından saygı görürlerse daha iyi ve daha uygun bir şekilde karşılık vermelerini veya en azından aynı şekilde saygı göstermelerini buyurmaktadır. Bir başka ifade ile başkalarının selamını daha sıcak ve hediyelerini daha iyi bir hediye ile karşılık vermek gerekir. Tarih sayfalarında okuduğumuz gibi bir gün imam Hasan (sa)'in cariyelerinden biri o hazrete bir demet çiçek hediye eder ve o hazret bu iyiliği karşılık onu serbest bırakır ve bu karşılığı için Kuran-ı Kerim'in bu ayetine işaret eder.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Başkalarının sevgisine en kısa zamanda ve en iyi şekilde karşılık verelim.

              2 - İnsanların ihsanına karşılık vermemek çirkin bir ameldir. Hediye kabul edilmeli ve uygun bir şekilde telafi edilmelidir.

              3 - Selam ve saygıya karşı duyarsızlığın dünya ve ahiret'te yakalanacağımız kötü akıbetleri vardır.

              Şimdi,
              Nisa suresinin 87. ayetini dinliyoruz.

              اللّهُ لا إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ حَدِيثًا

              Yani:

              Allah -ki ondan başka hiçbir tanrı yoktur elbette sizi kıyamet günü toplayacaktır, bunda asla şüphe yoktur. Söz
              bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır!


              Bir önceki ayetin sonunda yüce Allah'ın tüm hesapları tuttuğu ve hiç bir iyi veya kötü amelin kendisinden gizli kalmadığı belirtildi. Bu ayet ise şöyle devam etmekte: Varlığın başlangıcı O'nun elinde olan Allah, dünyanın sonu da O'nun elindedir ve hepinizi ölümden sonra bir gün hep birlikte bir mekânda bir araya getirir ve ardından herkesin cezasını veya mükâfatını verir. Ayet şöyle devam etmekte:

              Neden bazıları kıyamet gününden kuşku duyuyor? Yoksa Allah'tan daha doğru söyleyeni bilir misiniz? Allah'ın yalan söylemeye hiç ihtiyacı yoktur. Yalan söylemek ihtiyaç veya korku veya cehalet ve bilinçsizlik yüzündendir. O zaman hiç bir şeye ihtiyacı olmayan ve bilinci tam olan Allah'ın yalan söylemesi için hiç bir sebep yoktur ki size kıyamet vaadinde bulunsun.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Şimdiden kıyamet gününü düşünelim ve Allah rızasını kazanmaya çalışalım ve O'ndan başkasına kulluk etmeyelim.

              2 - Kıyamet gününün vuku bulacağına dair bunca işarete karşın neden kuşku duyalım? Bizi bir kere yaratan Allah neden ikinci kez
              yaratamasın?

              Şimdi,
              , Nisa suresinin 88. ayetini dinliyoruz.

              فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِقِينَ فِئَتَيْنِ وَاللّهُ أَرْكَسَهُم بِمَا كَسَبُواْ أَتُرِيدُونَ أَن تَهْدُواْ مَنْ أَضَلَّ اللّهُ وَمَن يُضْلِلِ اللّهُ فَلَن تَجِدَ لَهُ سَبِيلاً[/color]

              Yani:

              Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Hâlbuki Allah onları kendi ettikleri yüzünden baş aşağı etmiştir
              (küfürlerine döndürmüştür). Allah'ın saptırdığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimse için asla (doğruya) yol
              bulamazsın!



              Geçen ayetlerde münafıkların düşünceleri ve amelleri ifade edilirken bu ayet münafıklara karşı nasıl davranılacağı konusunda şöyle buyurmakta: Neden sizlerden bir grup çok sade ve çabuk inananlardansınız ve zannediyorsunuz ki münafıklar da sizdendir. Onlar asla sizinle olmadı ve hiç bir zaman ne düşüncelerinde ne de gönüllerinde iman etmedi. Onlar sadece dilde ve görece olarak İslam'a inandı. Genelde iman işareti Allah'ın ve resulünün emirlerine itaat etmektir, hem de sözde değil, amelde. Bu tür münafık insanlar bu amelleri yüzünden ilahi azabla cezalandırılırken hidayet ve saadet yolunu da kaybetmiş olurlar. Onlar insanları kandırdığını zanneder, oysa gerçekte kendilerini aldatmış olurlar. Bu ayetten anlaşıldığı üzere kim insanları kandırmak için dini alet eder ve kendini mümin biriymiş gibi gösterirse hidayetten uzaklaşmış olur ve hatta Allah resulü de onu hidayete erdiremez.

              Gerçi bu ayette iki kez münafıkların Allah'ı saptırmaya çalıştıklarına vurgu yapmakta, lakin en başta onların başına ne geldiyse kendi amelleri sonucu olduğunu vurgulamaktadır. Yüce Allah tüm insanlara eşit şartlarda hidayete ermeleri için imkân sağlamakta, lakin hidayeti kabul etmek yerine başkalarını da bu yoldan alıkoyanlar o dönemde hidayete ermedikleri gibi daha sonraları da hidayete erme imkanını kaybeder ve bu da gerçekte Allah'ı saptırma anlamınadır, yoksa yüce Allah hiç kimseyi saptırma peşinde değildir. Bu yüzden kalpleri nifak ve iki yüzlülükle dolu olan ve tüm amelleri düşmanların çıkarlarına hizmet eden bu zümrenin hidayete ermelerini beklemek yersiz bir beklentidir.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - İnsanların çöküş sebebi kendileridir. Yüce Allah hiç kimseyi sebepsiz yere saptırmaz.

              2 - Münafıklara karşı sade ve çabuk inananlardan olmayalım ve boş yerine onlara acımayalım.


              http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234247-nura-giden-yol-135

              Yorum


                Ynt: Nura Giden Yol

                Nura giden yol ( 136 )

                Bismillahirrahmânirrahîm

                Nisa suresinin 89. ayeti.

                وَدُّواْ لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُواْ فَتَكُونُونَ سَوَاء فَلاَ تَتَّخِذُواْ مِنْهُمْ أَوْلِيَاء حَتَّىَ يُهَاجِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدتَّمُوهُمْ وَلاَ تَتَّخِذُواْ مِنْهُمْ وَلِيًّا وَلاَ نَصِيرًا

                Yani:

                Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan
                hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin.

                Geçen bölümde bazı saf Müslümanların münafıkların şefaatine kalkıştıklarına ve onları desteklediğini anlattık. Bu ayet ise şöyle buyurmakta: Bu insanlar o kadar kötü ki sadece kendileri kafir değil, aynı zamanda sizleri de kendileri gibi kafir yapmak ve kendilerine benzetmek isterler. Bu tür insanlar sizlerin dostu olmaya layık değiller ve onları, bu yöntemlerinden vazgeçip nifak odağından uzaklaşarak İslam'a doğru hicret etmedikçe dost olarak kabul etmemeniz gerekir. Eğer böyle yapmaz ve küfürlerinden el çekmezlerse, İslam'ın adını kötüye kullandıklarından onları nerede bulursanız esir alın ve gerektiğinde öldürün.

                Burada ilginç olan nokta, İslam açısından İslam hükümeti sayesinde yaşayan Yahudiler ve Hıristiyanlar saygın insanlar ve İslam'ın himayesi altındadır ve hiç kimse onları rahatsız etmeye hakkı yoktur. Lakin İslam maskesi altında darbe indirmek isteyen münafıklar için en ağır cezalar söz konusudur.

                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Münafıkların tehlikesinden gafil olmayın, onları dost sanmayın, çükü onlar kâfir düşmandan daha beterdir.

                2 - Gerçek imanın işareti Allah yolunda hicret etmektir. Dini uğruna hicret etmek istemeyenler gerçek mümin olamaz.

                3 - Her günahın tevbesi o günahı telafi etmektir. Hicreti terk etmenin tevbesi hicret etmektir.

                Şimdi,
                Nisa suresinin 90. ayetini dinliyoruz.

                إِلاَّ الَّذِينَ يَصِلُونَ إِلَىَ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُم مِّيثَاقٌ أَوْ جَآؤُوكُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ أَن يُقَاتِلُونَكُمْ أَوْ يُقَاتِلُواْ قَوْمَهُمْ وَلَوْ شَاء اللّهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْ فَإِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَأَلْقَوْاْ إِلَيْكُمُ السَّلَمَ فَمَا جَعَلَ اللّهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَبِيلاً[/size]

                Yani:

                Ancak kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir topluma sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak
                (istemediklerin) den yürekleri sıkılarak size gelenler müstesna. Allah dileseydi onları başınıza belâ ederdi de sizinle savaşırlardı. Artık onlar
                sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yola girme
                hakkı vermemiştir.


                Bu ayet münafıklara karşı şiddet uygulama konusunda iki grubu müstesna ediyor. Bunlardan biri, Müslümanlarla antlaşması olanlardır. İkinci grup ise genelde savaş ve mücadeleyi bir kenara bırakan ve hatta barış ve uzlaşma önerisinde bulunanlardır. Kuşkusuz ilk grup anlaşmaları yüzünden ve ikinci grup da tarafsızlıklarını ilan ettikleri için müstesna olmuştur.

                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Siyasi ve askeri anlaşmalara, hatta kâfirlerle olsa bile saygı duymak gerekir, tabi anlaşmayı kıranlar veya anlaşmaya uymayanlar hariç.

                2 - İslam dininde cihat ve mücadele intikam almak veya sulta kurmak için değildir. Eğer düşman barış önerisi ile savaştan el çekerse hiç kimsenin onlara saldırmaya hakkı yoktur.

                Şimdi,
                Nisa suresinin 91. ayetini dinliyoruz.

                سَتَجِدُونَ آخَرِينَ يُرِيدُونَ أَن يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُواْ قَوْمَهُمْ كُلَّ مَا رُدُّوَاْ إِلَى الْفِتْنِةِ أُرْكِسُواْ فِيِهَا فَإِن لَّمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُواْ إِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّوَاْ أَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثِقِفْتُمُوهُمْ وَأُوْلَـئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا مُّبِينًا

                Yani:

                Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye
                götürülseler ona baş aşağı dalarlar (daldırılırlar). Eğer sizden uzak durmaz, sulh teklif etmez ve ellerini çekmezlerse onları yakalayın,
                rastladığınız yerde öldürün. İşte onlar üzerine sizin için apaçık yetki verdik.


                Mekke halkından bazı insanlar ne zaman İslam peygamberinin yanına gelirse münafıkça İslam'a inandıklarını beyan eder, lakin Mekke'ye döner dönmez yine putperestliğe geri dönüp kâfirlerle birlik olur ve böylece işkence ve eziyet olmaktan kurtulurdu. Onlar bu yöntemle her iki tarafın çıkarlarından yararlanıyor ve her iki kesimin tehdidinden korunmuş oluyordu. Tabi onların kalbi kâfirlerle birlikteydi ve Müslümanlara karşı komplolarda yer alıyordu. İşte o sırada bu ayet nazil oldu ve bu kesime karşı da şiddet uygulanması emredildi. Çünkü bu insanlar düşmanın Müslümanların cephesine sızan casusları gibiydi ve onlardan gelen tehlike, açıkça küfür içinde olduklarını itiraf eden kâfirlerden daha fazlaydı. Bu kesim, bir önceki ayette onlarla barışılması emredilen grupların aksine, hilekâr ve komplocu bir kesimdi ve tarafsızlık ilan etmedikleri gibi, bir de savaş çıkarma ve entrika peşindeydi. Bu yüzden bu zümrenin hükmü ötekilerin hükmünden farklıydı ve nerede bulunurlarsa tutsak edilmeleri ve direndikleri takdirde öldürülmeleri gerekirdi.

                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Müslümanlar her türlü düşmanlarını tanımalı ve her birine karşı gerektiği şekilde davranmalıdır.

                2 - İslami hükümeti devirmek isteyenlere karşı sert ve ezici bir şekilde davranmak gerekir.

                3 - Münafıkların işareti, sadece kendi refahlarını düşünmeleri ve iman ve inançlarını korumaya önem vermemeleridir.


                http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234248-nura-giden-yol--136

                Yorum


                  Ynt: Nura Giden Yol

                  Nura giden yol (137)

                  Bismillahirrahmânirrahîm

                  Nisa suresinin 92. ayeti.

                  وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ أَن يَقْتُلَ مُؤْمِنًا إِلاَّ خَطَئًا وَمَن قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَئًا فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ إِلاَّ أَن يَصَّدَّقُواْ فَإِن كَانَ مِن قَوْمٍ عَدُوٍّ لَّكُمْ وَهُوَ مْؤْمِنٌ فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ وَإِن كَانَ مِن قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِّيثَاقٌ فَدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ وَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةً فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ تَوْبَةً مِّنَ اللّهِ وَكَانَ اللّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا

                  Yani:

                  Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir
                  köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğer ki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola. (Bu takdirde
                  diyet vermez). Eğer öldürülen mümin olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise mümin bir köle azat etmek lâzımdır. Eğer
                  kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mümin köleyi azat etmek gerekir. Bunları
                  bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peş peşe oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.

                  Geçen bölümde de anlatıldığı üzere bu tür kâfir ve zalimlerin hükmü onları esir almak ve gerektiğinde öldürmektir. Lakin bu iş araştırma yapıldıktan sonra ve İslami toplumun hükümdarının gözetiminde yapılmalı, yoksa herkes kendi zevk ve inancına göre hiç kimseyi öldüremez. Bu yüzden bu müslümanın yaptığı da hata idi ve bunun için tam diyet ödemesi gerekirdi, tabi bu ayette belirtilen özel şartlar altında. Burada ilginç nokta, maktulun yakınları İslam düşmanları ise onlara kan parası ödenmez ve böylece düşmanın güçlenmesi önlenmiş olur. Tabi eğer düşman müslümanlarla barış içindeyse o zaman maktulun ailesine diyet ödemek gerekir.

                  Maktulun yakınlarına diyet ve kan parası ödemenin bazı yararları vardır. Örneğin cinayet yüzünden ortaya çıkan bazı iktisadi sorunları telafi eder ve ayrıca insanların laubali ve başına buyruk hareket etmelerini engeller ve kimse işlediği cinayeti hata ile işlediğini iddia edemez, ayrıca insanların can güvenliği de güvence altına alınmış olur.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - İnsanların kanını akıtmak Allah'a iman ile bağdaşmaz ve eğer biri bu suçu hatta yanlışlıkla işlemiş olursa, ağır bedel ödemesi gerekir.

                  2 - İslam dini kölelikle mücadele yolunda bir çok çözüm yolları önermiştir. Nitekim bir insanın canını almaya karşılık bir insanı esaretten
                  kurtarmalı ve ona yeni bir hayat bağışlamalı.

                  3 - İslam'ın hükümleri sadece ibadetlerle ilgili değil, aynı zamanda toplumun yönetilmesi ve sosyal adalet ve güvenliğin sağlanması için de hukuki ve ceza kanunları vardır.

                  Şimdi,
                  Nisa suresinin 93. ayetinidinliyoruz.

                  وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُّتَعَمِّدًا فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا

                  Yani:

                  Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve
                  onun için büyük bir azap hazırlamıştır.


                  Yine tarihi rivayetlerde şöyle okumaktayız: Uhud savaşı sırasında Müslümanlardan biri, bir başka müslümanı kişisel husumet yüzünden öldürür. İslam peygamberi vahiy yoluyla olaydan haberdar olur ve Uhud dönüşünde katilin kısas edilmesini emreder ve onun özür dilemesine itina etmez.

                  Yanlışlıkla öldürülen birinin hükmünü beyan eden geçen ayetin devamında bu ayet kasıtlı adam öldürmenin cezasını beyan etmekte ve katilin ilahi gazaba uğradığını ve ebediyen cehennem ateşinde yanacağını buyurmakta. Tabi bu tür bir cinayetin dünyevi cezası kısastır ki diğer ayetlerde detaylarını anlatmıştık.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Suçluların cezalandırılmasında kasıtlı ve yanlışlıkla suç işleyenlerin hesabını ayrı tutmak gerekir.

                  2 - Toplumu fesattan korumanın bir yolu da ağır cezalar ve müeyyideler uygulamaktır.

                  Şimdi,
                  Nisa suresinin 94. ayetinidinliyoruz.

                  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَتَبَيَّنُواْ وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ أَلْقَى إِلَيْكُمُ السَّلاَمَ لَسْتَ مُؤْمِنًا تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فَعِندَ اللّهِ مَغَانِمُ كَثِيرَةٌ كَذَلِكَ كُنتُم مِّن قَبْلُ فَمَنَّ اللّهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواْ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا

                  Yani:


                  Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz
                  dikerek "Sen mümin değilsin" demeyin. Çünkü Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o
                  halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.


                  Tarihi rivayetlere göre Medine etrafında müslümanlarla yahudiler arasında gerçekleşen Hayber savaşından sonra Allah resulü Müslümanlardan bir grubu bölgedeki köylere gönderdi ve onları İslami hükümeti kabul etmeye davet etmelerini emretti. İslam ordusunun gelmekte olduğunu haber alan yahudilerden biri tüm mallarını ve hanedanını bir dağın eteğinde sakladı ve ardından İslam peygamberi ve tevhide şahadet getirirken müslümanları karşıladı. O sırada Müslümanlardan biri söz konusu yahudinin korkudan İslam'a inandığını düşünerek onu öldürdü ve malını ganimet olarak ele geçirdi. O sırada bu ayet nazil oldu ve bu davranışı kınadı ve İslam'ın amacının dünyevi ganimet ve mal elde etmek olmadığını ve sadece İslam'a çağrı veya Müslümanlarla kafirler arasında barış ve güvenlik sağlamak olduğunu vurguladı.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Savaş ve cihat, düşman konumu ve durumundan tam bilgi esasına göre gerçekleşmelidir, duygulara veya ganimetlere göre değil.

                  2 - İslam'a inandıklarını söyleyenleri açık kucakla karşılamalı, elbette iddialarının yalan olduğu ispatlanmadıkça.

                  3 - Güçlü konumdayken gücümüzü suistifade etmemeli ve boş yeri kimsenin malına el koymamalı veya onu öldürmemeliyiz.

                  4 - Dünya hırsı hatta cephede canını ortaya koyan mücahitleri bile tehdit etmektedir.

                  5 - Ne kötü düşünelim ne sade olalım ne kinci ne de çabuk inananlardan olalım. Her durumda ılımlı olmak iyidir, hatta düşmanlarımıza
                  karşı.

                  http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234249-nura-giden-yol-137

                  Yorum


                    Ynt: Nura Giden Yol

                    Nura giden yol ( 138 )

                    Bismillahirrahmânirrahîm

                    Nisa suresinin 95 ve 96. ayetlerine kulak veriyoruz.

                    لاَّ يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُـلاًّ وَعَدَ اللّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْرًا عَظِيمًا (*) دَرَجَاتٍ مِّنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةً وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا

                    Yani:

                    Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vadetmiştir;
                    ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.

                    Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.


                    Müslümanları düşmana karşı her türlü alelacele tavır konusunda uyaran geçmiş ayetlerin devamında bu ayet müminleri düşmana karşı cihad sahnesinde daha aktif olarak bulunmalarını emrediyor ve korkak davranan ve refah peşinde olan müminleri tahrik etmek için cephede bulunan mücahitlerin makamının evde dua ve namazla yetinen müminlerle bir olmadığını belirterek müminlerin derecelerinin çok daha üstün olduğunu buyuruyor.

                    Ayet şöyle devam etmekte: Sadece yüksek dereceler değil, aynı zamanda onları büyük mükâfatlar bekliyor. Bu mükâfat tabi ki özel ilahi rahmet ve sevgi ile birliktedir.

                    Kuşkusuz yüce Allah insanlara ağır görevler belirlememiştir ve bu yüzden hasta olan müminler cephede bulunmaktan muaftır ve eğer kendi malları ve dilleri ile mücahitlere destek verecek olurlarsa onların mükâfatına ortak olurlar.

                    Gerçi bu ayette üç kez mücahitlerin evde oturanlardan daha üstün olduğu vurgulanıyor, fakat bu başkalarının hizmet ve çabalarının göz ardı edileceği anlamına gelmez. Bu yüzden ayet tüm müminlere mükâfat vaad ediyor. Yani mücahitler üstündür, ama başkaları da dışlanmamıştır.

                    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - İslami toplumda adalet, bütün müminleri aynı görmek demek değildir. Burada cihat cephesine katılmak gibi durumlar üstünlük
                    sebebidir ve yetkililer bunu dikkate alması gerekir. Tabi mücahitlerin de yersiz beklentilere kapılmamaları gerekir.

                    2 - İlahi rahmetten yararlanmanın şartı pâk olmaktır. Yani başta mağfiret gelir, ardında rahmet.

                    3 - Gerçi yüce Allah gafur ve rahimdir, lakin mağfiret ve rahmetten yararlanmak insanların kendi elindedir.

                    Şimdi,
                    Nisa suresinin 97. ayetinidinliyoruz.


                    إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ قَالُواْ فِيمَ كُنتُمْ قَالُواْ كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الأَرْضِ قَالْوَاْ أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُواْ فِيهَا فَأُوْلَـئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءتْ مَصِيرًا


                    Yani:

                    Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: "Ne işde idiniz!" dediler. Bunlar: "Biz yeryüzünde çaresizdik"
                    diye cevap verdiler. Melekler de: "Allah'ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!" dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası
                    ne kötü bir gidiş yeridir.


                    Tarihi rivayetlerde şöyle okumaktayız: Mekke'de yaşayan bazı müslümanlar bazen can korkusundan kâfirlere eşlik eder ve hatta bazı savaşlarda onlarla birlikte savaşır ve öldürülürdü. Bu ayet nazil oldu ve onların suçlu ve günahkar olduğunu ve vatanseverlik duygusunun düşmanla işbirliği yapmayı haklı gösteremeyeceğini buyurdu. Esas olan dini korumaktır, hatta onun için bir yerden bir başka yere hicret etmek gerekiyorsa.

                    İşin ilginç tarafı bu ayete göre insanlar ölüm sırasında ilahi meleklerle buluşuyor ve onlar insanlarla konuşarak bu konuda serzeniş ediyor.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Sadece Allah değil, melekler de insanların amellerine vakıftır.

                    2 - Küfür ve günah ortamından hicret etmek farzdır, nitekim küfür ordusuna katılmak da haramdır.

                    3 - Yaşamda esas olan şey, vatana değil, Allah'a tapmaktır. Ya ortamı değiştirmeli ya da oradan hicret etmelidir.

                    Şimdi,
                    Nisa suresinin 98 ve 99. ayetlerini dinliyoruz.

                    إِلاَّ الْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ حِيلَةً وَلاَ يَهْتَدُونَ سَبِيلاً (*) فَأُوْلَـئِكَ عَسَى اللّهُ أَن يَعْفُوَ عَنْهُمْ وَكَانَ اللّهُ عَفُوًّا غَفُورًا

                    Yani:

                    Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiç bir yol bulamayanlar müstesnadır.

                    İşte bunları, umulur ki Allah affeder; Allah çok affedicidir, bağışlayıcıdır.


                    Dini korumak için hicretin gerekli olduğunu vurgulayan geçen ayetin devamında bu ayet hicrete gücü yetmeyen ve kendini kurtarmak için bir yol bulamayan müminlerin istisna olduğunu belirtiyor ve onlardan yapamayacakları bir işin beklenmediğini buyuruyor. Genelde İslam dininde insanların gücü onların yükümlülük ölçülerini belirler ve yeterli fiziksel veya ruhsal gücü olmayan insanlar ilahi görevden müstesna sayılır. Nitekim bu ayet de bu tür kadın erkekleri çocuklar sınıfından sayıyor ve mustaz'af oldukları belirtiliyor.

                    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Hicret sadece evin erkeği değil, ailenin tüm üyeleri için farzdır, tabi gücü yetmeyenler müstesnadır.

                    2 - Gerçek özür dileme Allah katında kabul edilir, lakin mazeret üretmek asla.


                    http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234250-nura-giden-yol--138

                    Yorum


                      Ynt: Nura Giden Yol

                      Nura giden yol ( 139 )

                      Bismillahirrahmânirrahîm

                      Nisa suresinin 100. ayeti.

                      وَمَن يُهَاجِرْ فِي سَبِيلِ اللّهِ يَجِدْ فِي الأَرْضِ مُرَاغَمًا كَثِيرًا وَسَعَةً وَمَن يَخْرُجْ مِن بَيْتِهِ مُهَاجِرًا إِلَى اللّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ أَجْرُهُ عَلى اللّهِ وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا

                      Yani:

                      Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek bir çok güzel yer ve bolluk (imkân) bulur. Kim Allah ve Resûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah'a düşer. Allah da çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

                      Geçen bölümde mümin insanın yaşadığı kente ve diyara gönül bağlamadığını, onun için Allah'a tapmak, vatana tapmaktan önce geldiğini, bu yüzden kendi vatanında dinini koruyamadığı takdirde hicret ettiğini anlattık. Bu ayet ise şöyle buyurmakta:

                      Zannetmeyin ki yer küre sadece sizin kentinizle özetleniyor. Yeryüzü çok geniştir ve kim Allah için diyarından göç ederse kesinlikle işinde açılış olacak ve dünyevi açıdan da daha geniş bir refaha kavuşacaktır. Bunun dışında eğer hicret yolunda canını kaybederse mükâfatı Allah'ın boynunadır ve göç eden kimse asla zararlı çıkmaz. Gerçi ayetin konusu dini korumak için hicret etmektir, lakin ilahi amaç güden tüm hicretleri kapsar, örneğin ilim öğrenmek veya dini tebliğ etmek gibi.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Biz görevimizi yerine getirmekle yükümlüyüz. Önemli olan yola çıkmaktır, maksada ulaşmak değil.

                      2 - Evde oturmakla hiç kimse bir yere varamaz. İşlerin açılışı çaba ve hicret etmeye bağlıdır.

                      3 - İşleri seçerken öyle bir iş seçmeliyiz ki eğer bu yolda ölürsek onu Allah için yapmış olalım ve böylece ilahi mükâfattan yararlanalım.

                      Şimdi,
                      Nisa suresinin 101. ayetini dinliyoruz.

                      وَإِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الأَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَقْصُرُواْ مِنَ الصَّلاَةِ إِنْ خِفْتُمْ أَن يَفْتِنَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُواْ لَكُمْ عَدُوًّا مُّبِينًا

                      Yani:

                      Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda size bir
                      günah yoktur. Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır.


                      Bu ayet mücahitlerin ve muhacirlerin namaz hükmünü beyan ediyor. Asr-ı saadette müslümanlar namaz ibadetinin çok önem verir ve kısaltmasını büyük bir günah sayardı. Yüce Allah bu ayeti nazil ederek cihat ve hicret sırasında ve düşmanın tehlikesi olduğu durumlarda namazın kısaltılmasını, böylece düşmana zarar vermesinin önlenmesini emretti. Bundan sonra bu ayet İslami hükümlerde her türlü yolculuğu kapsadı, şöyle ki her yolcu yolculuğu sırasında namazı kısaltarak eda etmesi gerekir, yani dört rekatlık namazları iki rekat şeklinde kılması gerekir.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Hatta namaz kılarken bile düşmandan gafil olmamak gerekir. Müslüman insan sadece ibadeti düşünecek kadar tek boyutlu bir insan

                      değildir. Eğer İslami nizam tehlikede ise bu durumda namazı kısaltmak ve düşmana darbe indirmesini engellemek gerekir.

                      2 - Namaz ibadeti hiç bir şekilde terk edilemez, hatta tehlike sırasında bile namaz farzdır, tabi kısa olmak kaydıyla.

                      Şimdi,
                      Nisa suresinin 102 ve 103. ayetlerinidinliyoruz.

                      وَإِذَا كُنتَ فِيهِمْ فَأَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلاَةَ فَلْتَقُمْ طَآئِفَةٌ مِّنْهُم مَّعَكَ وَلْيَأْخُذُواْ أَسْلِحَتَهُمْ فَإِذَا سَجَدُواْ فَلْيَكُونُواْ مِن وَرَآئِكُمْ وَلْتَأْتِ طَآئِفَةٌ أُخْرَى لَمْ يُصَلُّواْ فَلْيُصَلُّواْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُواْ حِذْرَهُمْ وَأَسْلِحَتَهُمْ وَدَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ أَسْلِحَتِكُمْ وَأَمْتِعَتِكُمْ فَيَمِيلُونَ عَلَيْكُم مَّيْلَةً وَاحِدَةً وَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِن كَانَ بِكُمْ أَذًى مِّن مَّطَرٍ أَوْ كُنتُم مَّرْضَى أَن تَضَعُواْ أَسْلِحَتَكُمْ وَخُذُواْ حِذْرَكُمْ إِنَّ اللّهَ أَعَدَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا (*) فَإِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلاَةَ فَاذْكُرُواْ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِكُمْ فَإِذَا اطْمَأْنَنتُمْ فَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ إِنَّ الصَّلاَةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَّوْقُوتًا

                      Yani:

                      Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını
                      (yanlarına) alsınlar, böylece (namazı kılıp) secde ettiklerinde (diğerleri) arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan (bu)
                      diğer gurup gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kâfirler arzu ederler ki siz
                      silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta
                      bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azap
                      hazırlamıştır.Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah'ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.


                      Namazın cihat için yapılan yolculuklarda kısaltılmasını emreden bir önceki ayetin devamında bu ayet savaş sahnelerinde cemaat namazının nasıl kılınması gerektiğine temas ederek şöyle buyurmakta: İslam ordusu iki gruba ayrılır. Bir grup, silahları ile birlikte cemaat imamı ile namaza durur. Bu grup ilk rek'atın ikinci secdesinden sonra ikinci rek'atı kendi başına ve hızlı bir şekilde kılar ve iki rek'attan fazla olmayan namazını bitirir ve böylece ikinci grubun yerine geçer ve onlar da ikinci rek'ata katılarak cemaat namazının sevabından yararlanır. Burada önemli olan şey namazın hem kılınması hem de mümkün mertebe cemaat şeklinde kılınmasıdır ki hem tüm mücahitlere cemaat namazına katılma imkânı verir, hem de her halükarda düşmandan gafil olmama imkânını sağlar. Yani bir an için olsa bile silahı yere bırakıp düşmana fırsat vermemek gerekir.

                      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Cemaat namazının önemini göstermek için hatta savaş cephesinde bir rek'ata katılmanın sevabını göstermek yeterlidir.

                      2 - Her halükarda ve her türlü şartlar altında uyanık olmak şarttır. Hatta namaz bile müslümanları düşmanın tehlikesinden gafil etmemesi gerekir.

                      3 - Namaz için özel bir zaman belirlemek ona süreklilik ve Müslümanlara düzen kazandırmak içindir.[/color]

                      http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234251-nura-giden-yol--139

                      Yorum


                        Ynt: Nura Giden Yol

                        Nura giden yol (140)

                        Bismillahirrahmânirrahîm

                        Nisa suresinin 104. ayeti.

                        وَلاَ تَهِنُواْ فِي ابْتِغَاء الْقَوْمِ إِن تَكُونُواْ تَأْلَمُونَ فَإِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ كَمَا تَأْلَمونَ وَتَرْجُونَ مِنَ اللّهِ مَا لاَ يَرْجُونَ وَكَانَ اللّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا

                        Yani:

                        O (düşman) topluluğu takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da, sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah'tan, onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. Allah ilim ve hikmet sahibidir.

                        Tarihi rivayetlere göre müslümanlar Uhud savaşında yenilgiye uğradıktan sonra Mekke kafirleri Medine'ye saldırmaya ve böylece geriye kalan müslümanları öldürüp İslam'ın işini bitirmeye karar verdi. Lakin bu ayet nazil olduktan sonra Allah resulü genel seferberlik ilan etti ve hatta yaralılar bile savunmaya hazırlandı. Bu durum Mekke ordusunu Medine'ye saldırmaktan vaz geçirdi.
                        Burada ayetin üzerinde durduğu önemli nokta, savaşta her iki taraftan bazılarının yaralandığı, esir düştüğü veya öldürüldüğü, fakat önemli olan işin akibetiydi.

                        İslam ordusu Allah'ın yardımı ve ilahi imdatların nazil olmasına umut bağlarken küfür ordusunun hiç bir dayanağı yoktur. Müminlerden öldürülenlerin mükafatı cennettir, lakin kıyamet gününe inanmayan kafirlerin sonu yoktur.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Düşmanlara karşı bazı yenilgiler onlara karşı gevşemeye sebep olmamalı müslümanlar Allah'a tevekkül ederek sürekli güçlü psikolojiye sahip olmalı.

                        2 - Allah'ın lütfuna umut bağlamak, İslam savaşçılarının en büyük sermayesidir. Bu yüzden onlar için ister şehadet ister zafer, saadettir.

                        3 - Dini görevlerimizi yerine getirirken katlandığımız acılar ve zorluklar asla unutulmaz ve yüce Allah herşeyin bilincindedir ve gereken mükafatı verir.

                        Şimdi,
                        Nisa suresinin 105 ve 106. ayetlerinidinliyoruz.

                        إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللّهُ وَلاَ تَكُن لِّلْخَآئِنِينَ خَصِيمًا (*)وَاسْتَغْفِرِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا

                        Yani:

                        Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma! Ve Allah'tan mağfiret iste, çünkü Allah, çok bağışlayıcı, ziyadesiyle esirgeyicidir.

                        Rivayetlerde şöyle okumaktayız: Bir gün müslüman bir adam bir zırhı çalar ve rezil rüsva olma eşiğine geldiğinde zırhı bir yahudinin evine atar ve arkadaşlarına esas hırsızın söz konusu yahudi adamın olduğuna şahadet getirmelerini tavsiye eder. Allah resulü de bu yalan şahadet yüzünden müslüman adamın suçsuzluğu ve yahudi adamın suçlu olduğuna hükmeder. İşte bu sırada bu ayet nazil olur ve İslam peygamberini gerçek karşısında bilgilendirir.

                        Yargıda bulunan yargıç, taraflardan güçlü deliller isterken suçluların yasaları suistimal etmesini önlemek için bir takım tedbirler düşünmesi gerekir.

                        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Kuran-ı Kerim hak ilkesine ve tüm hakikatlere dayanarak nazil olmuştur, o zaman yargıda bulunurken esas alınmalı ve yargıç Kuran-ı Kerim ahkamına göre yargıda bulunmalıdır.

                        2 - İnsanların küfürü onlara iftira atmayı haklı gösteremez. Hatta suçsuz bir kafir iftiraya uğrarsa onu savunmak gerekir.

                        Şimdi,
                        Nisa suresinin 107 ila 109. ayetlerini dinliyoruz.

                        وَلاَ تُجَادِلْ عَنِ الَّذِينَ يَخْتَانُونَ أَنفُسَهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ خَوَّانًا أَثِيمًا (*) يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلاَ يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللّهِ وَهُوَ مَعَهُمْ إِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لاَ يَرْضَى مِنَ الْقَوْلِ وَكَانَ اللّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطًا (*) هَاأَنتُمْ هَـؤُلاء جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فَمَن يُجَادِلُ اللّهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَم مَّن يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَكِيلاً

                        Yani:

                        Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez. İnsanlardan gizler de Allah'tan gizlemezler.

                        Halbuki geceleyin, O'nun razı olmadığı sözü düzüp kurarken O, onlarla beraber idi. Allah
                        yaptıklarını kuşatıcıdır (O'nun ilminden hiçbir şeyi gizleyemezler).

                        Haydi siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz, ya kıyamet günü Allah'a karşı onları kim savunacak yahut onlara kim vekil
                        olacak?


                        Yüce Allah bu üç ayette üç kesimi uyarıyor. İlkin yargıçlara yargıda bulunurken hainleri desteklememeleri ve hak sınırını aşmamalarını emrediyor ve hiç kimsenin onların işini gözetlemediğini düşünmemelerini, Allah'ın onların her amelinin gözetlediğini beyan buyuruyor. Yüce Allah hain ve suçluları destekleyenleri de şöyle uyarıyor: Sizin çabalarınız hatta eğer dünyada bile işe yararsa, kıyamet gününde asla işe yaramayacaktır.

                        Yüce Allah üç ayetin ilkinde özellikle şu açıklamayı getiriyor: Hain insan başkalarına ihanet etmekten ziyade kendine ihanet ve zulmetmiş olur. Çünkü evvela ilahi pak fıtratını kaybeder ve sefa ve adalet ruhundan uzaklaşır, ikincisi bu davranışı ile başkalarının kendisine ihanet ve zulmetmelerine zemin hazırlamış olur.

                        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Kuran-ı Kerim kültüründe toplumun bireyleri bir ailenin üyeleri gibidir ve başkalarına ihanet etmek, kendine ihanet etmektir.

                        2 - Takvanın en önemli etkeni, Allah'ın herşeyden haberdar olduğuna iman etmektir.

                        3 - Hatta diyelim ki yargıç mevcut delillere göre hainin beraatine karar verdi, fakat kıyamet gününde gerçeklere göre ceza veren Allah'ı

                        unutmamak gerekir. Eğer mazlum bu dünyada hakkını elde edemezse, yüce Allah kıyamet gününde bu durumu düzelteceği kesindir.


                        http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234252-nura-giden-yol-140

                        Yorum


                          Ynt: Nura Giden Yol

                          Nura giden yol ( 141 )

                          Bismillahirrahmânirrahîm

                          Nisa suresinin 110. ayetine kulak veriyoruz.


                          [size=18pt]وَمَن يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّهَ يَجِدِ اللّهَ غَفُورًا رَّحِيمًا[/size

                          Yani:


                          Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır.

                          Geçen bölümde yüce Allah'ın müminleri her türlü ihanetten veya ihanette bulunanları desteklemekten sakındırdığını ve kıyamet gününde ağır bir şekilde cezalandırılacakları konusunda uyarıda bulunduğunu anlattık.

                          Bu ayet ise müminlere tevbe kapılarını açarken şöyle buyurmakta: Kim başkalarına kötülük eder veya bir günah işler ve kendine zarar verirse, Allah katına yöneldiği takdirde yüce Allah onu affeder ve onu rahmetinden yararlandırır.

                          Bu süreçte mümin kulun işlediği günahın küçük veya büyük olması bir şeyi değiştirmez, çünkü yüce Allah katında önemli olan şey, işlenen günahtan pişmanlık duymak ve tevbe etmektir ki Allah'ın rahmeti ve lütfunun iadesine sebep olur.

                          Kuşkusuz eğer bir günah başkasının malına veya canına zarar verirse o zararı telafi etmek, tevbenin kabul edilmesinin şartıdır ve söz konusu zarar telafi olmaksızın hiç bir tevbe kabul edilemez.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Günah kendine zulmetmektir ve insanın hatta kendine bile zulmetmeye hakkı yoktur.

                          2 - Yüce Allah sadece kötülükleri bağışlamaz, aynı zamanda tevbe edenleri de sever ve onlara rahmetini sunar.

                          Şimdi,
                          Nisa suresinin 111 ve 112. ayetlerini dinliyoruz.

                          وَمَن يَكْسِبْ إِثْمًا فَإِنَّمَا يَكْسِبُهُ عَلَى نَفْسِهِ وَكَانَ اللّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا (*) وَمَن يَكْسِبْ خَطِيئَةً أَوْ إِثْمًا ثُمَّ يَرْمِ بِهِ بَرِيئًا فَقَدِ احْتَمَلَ بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُّبِينًا

                          Yani:

                          Kim bir günah kazanırsa onu ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah her şeyi bilicidir, büyük hikmet sahibidir.

                          Kim kasıtlı veya kasıtsız bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki, büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.


                          Bu ayetler günahın çirkinliklerin hatırlatmanın yanı sıra günahkâr insanın başkalarına ve topluma zarar vermekten ziyade kendine zarar verdiğini ifade eder. Çünkü günahkâr insan ilahi pak fıtratını kirletmiş ve ruhunun sefa ve samimiyetini yok etmiş olur ve bu da kendi başına en büyük zarardır.

                          Bunun dışında ilahi sosyal sünnetler gereği, insanlara yönelik her türlü kötülük ve zulmün sonucu er geç zalimin kendisine döner ve onu bu dünyada işlediği zulmün izlerinin etkisi altına alır. Bu ayetlerde göze çarpan daha önemli bir nokta ise kendini aklamak ve başkalarını suçlamaktır ki Kuran-ı Kerim'in tabiri ile bir nevi başkalarına saldırmak ve onların haysiyeti ile oynamaktır.

                          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Günah bir kez işlenen ve sona eren bir durum değildir. Günahın izleri insan ruhunda ebediyen kalır.

                          2 - İftira atam kimse ağır bir günahın altına girmiş olur, çünkü başkalarının haysiyetini hedef almıştır.

                          Şimdi,
                          Nisa suresinin 113. ayetini dinliyoruz.

                          وَلَوْلاَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّت طَّآئِفَةٌ مُّنْهُمْ أَن يُضِلُّوكَ وَمَا يُضِلُّونَ إِلاُّ أَنفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِن شَيْءٍ وَأَنزَلَ اللّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَكَانَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا

                          Yani:

                          Allah'ın sana lütfu ve esirgemesi olmasaydı, onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar yalnızca kendilerini
                          saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana Kitab'ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın lütfu sana gerçekten büyük olmuştur.


                          Tarihi rivayetlere göre bir gün müşriklerden bir grup Allah resulünün huzuruna çıkar ve şöyle der: Biz iki şart yerine getirilirse seninle biat etmeye ve senin dinine iman etmeye hazırız. İlkin putları kendi elimizle kırmayalım ve ikincisi Uzza putuna bir yıl daha tapalım. O sırada bu ayet nazil olur ve Allah resulüne hitaben şöyle buyurur: Onlar kendileri hidayete ermek yerine seni saptırmak istiyor. Ancak Allah sana kitap ve hikmet öğretti ve kendi lütfu sayesinde seni her türlü sapkınlıktan korudu.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Yüce Allah peygamberini her türlü sapkınlıktan korumuştur ve bu da peygamberlere özgü olan masumiyet işaretidir.

                          2 - Yüce Allah bizzat peygamberin öğretmenidir ve doğal olarak bu eğitimde hiç bir hata söz konusu olamaz.

                          Şimdi,
                          Nisa suresinin 114. ayetini dinliyoruz.

                          لاَّ خَيْرَ فِي كَثِيرٍ مِّن نَّجْوَاهُمْ إِلاَّ مَنْ أَمَرَ بِصَدَقَةٍ أَوْ مَعْرُوفٍ أَوْ إِصْلاَحٍ بَيْنَ النَّاسِ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ ابْتَغَاء مَرْضَاتِ اللّهِ فَسَوْفَ نُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا

                          Yani:

                          Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka yahut bir iyilik yahut da insanların arasını düzeltmeyi
                          isteyen (in fısıldaşması) müstesna. Kim Allah'ın rızasını elde etmek için bunu yaparsa, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.

                          Bu ayet gizlice konuşmak gibi çirkin bir amele işaret ederken şöyle buyurmakta: Sözün gizli olması gereken durumların dışında fısıldaşmak ve gizlice konuşmak uygun bir davranış değildir.

                          Bu ayetin gizlilik ilkesinin gerekliği olduğu durumları şöyle açıklıyor: İnfak ve mağdurlara yardım etmek, ki bu durum diğer ayetlerde de vurgulanmış, ayrıca emri maruf ki gizlice yapılması durumunda daha etkili olacaktır ve en önemlisi halk ve aile arasındaki durumu ıslah etmek ki bu da bireyin haysiyetinin korunması için mutlaka gizlice yapılmalıdır.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Sosyal meselelerde insanların haysiyetini korumak esas ilkedir.

                          2 - İşlerin değeri ihlâsla yapılmasına bağlıdır ve hayır işlerinde gizlilik, ihlâsa daha yakındır.


                          http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234253-nura-giden-yol--141

                          Yorum


                            Ynt: Nura Giden Yol

                            Nura giden yol ( 142 )

                            Bismillahirrahmânirrahîm

                            Nisa suresinin 115. ayetine kulak veriyoruz.


                            وَمَن يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءتْ مَصِيرًا

                            Yani:


                            Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber'e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu
                            o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.


                            Mümin insanları tehdit eden konulardan biri, dinden el çekmek ve ilahi liderler ve haklı tavsiyelerine karşı çıkmaktır.
                            Gerçi çağımızda İslam peygamberi hayatta değildir ki kimse ona muhalefet etsin, lakin tefrika ve ihtilafa sebep olan müslümanlar cemaatine muhalefet etmek de bu ayetin geçerli olduğu bir durumdur ve İslam peygamberine düşmanlık etme niteliği taşır ve bunun sonucu dünyada salih olmayan hükümetlere boyun eğmek ve ahirette cehennem ateşinde yanmaktır.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - İslami topluma karşı çıkmak ve salih liderlere itaatsizlik, Allah resulüne muhalefet etmek demektir.

                            2 - Yüce Allah hiç kimseyi hüccetini tamamlamadan cehenneme götürmez, bilakis en başta herkes için hidayete erme araçlarını hazırlar.

                            Şimdi,
                            isa suresinin 116 ve 117. ayetlerini dinliyoruz.

                            إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا (*) إِن يَدْعُونَ مِن دُونِهِ إِلاَّ إِنَاثًا وَإِن يَدْعُونَ إِلاَّ شَيْطَانًا مَّرِيدًا

                            Yani:

                            Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.

                            Onlar (müşrikler) O'nu bırakıp yalnızca bir takım dişilerden (dişi isimli tanrılardan) istiyorlar, ancak inatçı şeytandan dilekte bulunuyorlar.

                            İslam peygamberi Mekke'de zuhur ettiğinde müşrikler Lat, Menat ve Uzza gibi dişi adları olan putlara tapardı. Müşrikler ayrıca meleklerin de tanrının kızları olduğuna ve varlık âleminin işlerinin onların elinde olduğuna inanırdı ve bu yüzden bir nevi meleklere de tapardı. Bu Ayetler bu tür hurafe inançları reddederken şöyle buyurmakta:

                            Onlar gerçekte kendi batıl ve şeytani düşüncelerini izliyor ve bu tür şirk dolu inançların sonucu sapkınlıktan başka bir şey olamaz.
                            Kuşkusuz müşrik insan şirk inancını bırakıp tevhide yönelmedikçe asla bağışlanamaz. Fakat doğru düşüncelere sahip olan mümin insan, eğer bazen bir hata veya günah işlese bile, ilahi lütuf ve rahmetten yararlanabilir. Tabi burada bağışlanmak, insanların liyakati ve ilahi hikmet ve maslahata göredir.

                            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - En büyük günah Allah'a şirk koşmaktır ki ilahi rahmetin zeminini yok eder.

                            2 - Tüm sapık yollar bir tek yola, o da şeytanın yoluna uzanır ve haktan kaçanların şeytandan başka sığınağı yoktur.

                            3 - Allah'tan başka her şeye tapmak, şeytana tapmaktır.

                            Şimdi,
                            Nisa suresinin 118 ve 119. ayetlerini dinliyoruz.

                            لَّعَنَهُ اللّهُ وَقَالَ لَأَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَصِيبًا مَّفْرُوضًا (*) وَلأُضِلَّنَّهُمْ وَلأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ آذَانَ الأَنْعَامِ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّهِ وَمَن يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِّن دُونِ اللّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُّبِينًا

                            Yani:

                            Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: "Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim" demiştir.
                            "Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler" (dedi). Kim Allah'ı bırakır da
                            şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.


                            Müşrikler sadece putlara taparak onları kendileri ile tanrı arasında aracı görmekle kalmayıp ürünleri, hayvanları ve mallarının bir kısmını da putlara adar ve hayvanların kulaklarını putların payını belirlemek üzere keser ve böylece adadıkları hayvanları kullanmaz veya etini yemezdi. Yüce Allah bu ayetlerde bu tür hurafelere dayalı davranışların şeytanın işi olduğunu belirtirken şöyle buyurmakta:

                            Şeytan Allah'ın kullarını saptırmaya yemin etti ve bu yüzden o ve onu izleyenler Allah'ın rahmetinden mahrum kaldı. Bu ayette de işaret edildiği şeytanın insanları saptırma planlarından biri, yersiz arzular ve yine Allah'ın yaratılış düzeninde değişiklik beklentileridir. Kuşkusuz hurafelere inanmak ve putlardan medet ummak ve Allah'tan başkasına tapmak, bir takım asılsız ve temelsiz arzular oluşturmaktadır.

                            Nitekim yaratılış düzeninde her türlü değişiklik beklentisi de şeytanın insanları pak fıtratlarından uzaklaştırmak için uyguladığı planlarından biridir.

                            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Şeytan, insanların en eski düşmanıdır. Şeytanın tuzağına düşmemek ve Allah'ın rahmetinden mahrum kalmamak için uyanık olmalıyız.

                            2 - İlahi helal şeyleri haram yapmak, şeytanın planıdır, haram olan şeyleri helal yapmak da öyle.

                            3 - Şeytan herkesi bir nevi saptırır, birini arzu ile bir başkasını yaratılış düzeninde değişiklik isteği ile, birini de hurafe ile.


                            http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234254-nura-giden-yol--142

                            Yorum


                              Ynt: Nura Giden Yol

                              Nura giden yol ( 143 )

                              Bismillahirrahmânirrahîm

                              Nisa suresinin 120 ve 121. ayetlerine kulak veriyoruz.


                              يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُورًا (*) أُوْلَـئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَلاَ يَجِدُونَ عَنْهَا مَحِيصًا

                              Yani:

                              (Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; hâlbuki şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir.

                              İşte onların yeri cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak bir yer de bulamayacaklardır.


                              Geçen ayetlerde beyan edilen şeytanın saptırma planlarının ardından bu ayetler şöyle buyurmakta: Yalan vaatlerde bulunmak ve uzun vadeli arzuların peşinden gitmek, şeytanın insanları saptırmakta kullandığı başka yöntemlerdir. Rivayetlere göre Kuran-ı Kerim'in günahların bağışlanması ile ilgili ayetler nazil olduğunda iblis arkadaşlarını topladı ve şöyle dedi: Tüm çabalarımız boşa çıkacak.
                              Şeytanlardan biri ise şöyle karşılık verdi. Ne zaman biri tevbe etmeye karar verirse onu arzuların esiri eder ve böylece tevbesini geciktirir ve vaz geçiririz.

                              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Uzak vadeli arzulara bağlanmak, şeytanın tuzağına düşmeye yol açar.

                              2 - Başkalarına, hatta çocuklara yalan vaatte bulunmak, şeytan işidir.

                              Şimdi,
                              Nisa suresinin 122. ayetini dinliyoruz.

                              وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا وَعْدَ اللّهِ حَقًّا وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ قِيلاً

                              Yani:

                              İman eden ve iyi işler yapanları, içinde ebedî kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah, (bu
                              söylenenleri) hak bir söz olarak vaat etti. Söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah'tan daha doğru olabilir?


                              Geçen ayetlerde şeytanın insanları boş arzu ve hayallerle uğraştırdığını ve hiç bir gerçek olmayan ve esas itibarı ile yalan olan vaatlerde bulunduğunu anlattık. Bu ayetler şöyle buyurmakta: Lakin Allah'ın vaatleri hepsi hak ve hakikattir. O size cennet vaadinde bulunmuştur ve bu vaadinde sadıktır. O sizden arzu yerine çaba ve amel beklemekte, üstelikle başkalarına iyilik olan ve pâk düşüncelere göre gerçekleşen ve insanı yücelten salih amel beklemektedir.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - İman ve salih amel bir birini tamamlar ve asla ayrı olamazlar. Mümin insan amelsiz olamaz.

                              2 - Ancak Allah'ın vaatlerine gönül bağlayalım, çünkü O en doğruyu söyleyendir, üstelik ebedi cennet vaadi de, O'nun kaybetmekten

                              korktuğu bir şey değildir.

                              Şimdi,
                              Nisa suresinin 123. ayetini dinliyoruz.

                              ) لَّيْسَ بِأَمَانِيِّكُمْ وَلا أَمَانِيِّ أَهْلِ الْكِتَابِ مَن يَعْمَلْ سُوءًا يُجْزَ بِهِ وَلاَ يَجِدْ لَهُ مِن دُونِ اللّهِ وَلِيًّا وَلاَ نَصِيرً

                              Yani:

                              Ne sizin kuruntularınız ne de Ehl-i kitabın kuruntuları (gerçektir); kim bir kötülük, yaparsa onun cezasını görür ve kendisi
                              için Allah'tan başka dost da, yardımcı da bulamaz.


                              Şeytanın günahkâr insanlara telkin ettiği arzulardan biri şöyledir: Sen müslüman veya Hıristiyan olduğun için Allah sana ceza vermez, ceza sadece diğer dinlerin ve inançların izleyenlerine verilir ve böylece bu yanlış düşünce ile hem günah işleme ortamını geliştirir hem de günahkarlara tevbe kapısını kapatır. Bu ayet ise şöyle buyurmakta: Batıl arzularınıza gönül bağlamayın ve zannetmeyin ki Allah sizin için özel bir hesap açmış ve sizi cezadan muaf tutmuştur, hayır, böyle değildir ve kim günah işlerse hangi kavimden ve hangi inançtan olursa olsun cezalandırılacaktır.

                              Tarih kitaplarında bazı Müslümanların onlarla kitap ehli olanlar arasındaki ihtilaflarda peygamberin müslümanları desteklemesini beklediği ifade edilir. Oysa esas olan şey adalettir, destek değil, kanundur, ilişkiler değil.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - İmtiyaz peşinde olmak, üstünlük taslamak ve yersiz beklentiler, şeytanın insanları saptırma yöntemleridir.

                              2 - İslam dini ve taalimi gerçeklere dayalıdır, hayallere ve insanların eğilimine değil.

                              3 - Tüm insanlar ilahi kanunlara karşı eşittir ve dini suistifade etmek yasaktır.

                              Şimdi,
                              Nisa suresinin 124. ayetini dinliyoruz.

                              وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتَ مِن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُوْلَـئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلاَ يُظْلَمُونَ نَقِيرًا

                              Yani:

                              Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa
                              uğratılmazlar.


                              [color=black]İlahi cezanın genel kurallarını anlatan geçen ayetin devamında bu ayet kıyamet gününde mükâfatın temel kurallarını beyan ederken şöyle buyurmakta: Kim Allah'a ve kıyamet gününe iman ederse ister kadın ister erkek ve iyi amellerde bulunursa, kıyamet gününde ilahi cennetten yararlanır ve bunda hiç bir eksiklik olmaz.

                              Önemli olan bu ayette ve Kuran-ı Kerimin diğer ayetlerinde iyi amellerin kabul edilme şartının Allah'a iman etmek olduğunun belirtilmesidir ve iyi ameller başkalarından kabul etmez ve bu da gayet açık bir durumdur, zira kıyamet gününe ve mükâfata inanmayan biri, Allah'tan kıyamet gününde mükâfat bekleyemez. Tabi yüce Allah'ın onu kerem ve merhametinden yararlandırabilir ve onu cennete gönderebilir, lakin bu, onun hakkettiği mükâfat değildir.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Cennete girme şartı iman ve salih ameldir, arzu etmek veya iddia etmek değil. Tüm insanlar Allah'ın lütfundan eşit bir şekilde yararlanır.

                              2 - Kadın erkek, manevi kemale ermekte eşittir ve hiç birini hiç bir kısıtlama yoktur.

                              3 - İman, amellerin kabul edilme şartıdır ve imansız insanların amelleri bu dünyada telafi edilir.[/color

                              http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234255-nura-giden-yol--143

                              Yorum


                                Ynt: Nura Giden Yol

                                Nura giden yol ( 144 )

                                Bismillahirrahmânirrahîm

                                Şimdi Nisa suresinin 125 ve 126. ayetlerine kulak veriyoruz.

                                وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِّمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لله وَهُوَ مُحْسِنٌ واتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَاتَّخَذَ اللّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلاً (125) وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا

                                Yani:

                                İşlerinde doğru olarak kendini Allah'a veren ve İbrahim'in, Allah'ı bir tanıyan dinine tâbi olan kimseden dince daha güzel
                                kim vardır? Allah İbrahim'i dost edinmiştir.

                                Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır. (Hiçbir şey O'nun ilim ve kudretinin dışında kalamaz).


                                Geçen bölümdeki ayetlerde ilahi mükâfattan yararlanma şartının iman ve salih amel olduğunu anlattık. Bu ayetler mümin insanın iç saiklerine temas ederken şöyle buyurmakta: Ancak ilahi katın karşısında teslimiyet ve ihlasa dayanan iman tam ve değerlidir, yoksa dilinizle Allah'a iman ettiğinizi ifade ederken gönülden O'nun karşısında huzu ve teslimiyet içinde olmazsanız, iman sahibi olamazsınız. Nitekim iyi amellerin de ancak iyilikte bulunan kimsenin pak niyet ve ihsanda bulunmak amacı ile bu ameli yapmışsa ve her türlü kandırmaca veya hileden ve maddi menfaatlerden uzak olursa kabul görür. Bu bağlamda Kuran-ı Kerim böyle bir insanın en mükemmel örneğini Hz. İbrahim olarak tanıtıyor ve Kuran-ı Kerim tabiri ile Halilullah makamına ulaşan ve Allah tarafından dost olarak seçilen o hazretin izlenmesini, tam saadete ulaşma şartı olarak beyan ediyor.

                                Hz. İbrahim'in yüce Allah katında öyle bir konumu vardır ki İslam peygamberi de onun hak inancını izlemekle görevlendiriliyor ve bu yüzden İslam dinini İbrahimi inancın izleyicisi sayılıyor ve bu mesele, bu ayetlerde en iyi şekilde ifade edilmiş bulunuyor.

                                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - İlahi dinlerin özü, Allah karşısında teslim olmak ve kullara ihsan etmektir.

                                2 - Amel ve iman, bir birinin tamamlayıcısıdır ve hiç biri öteki olmaksızın mükemmel ve etkili olamaz.

                                3 - Gerçi yüce Allah insanları amel ve imana davet ediyor, lakin hiç birine ihtiyacı yoktur, çünkü Allah, tüm gökler ve yer yüzünde her şeyin malikidir.

                                Şimdi,
                                Nisa suresinin 127. ayetini dinliyoruz.

                                وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَاء قُلِ اللّهُ يُفْتِيكُمْ فِيهِنَّ وَمَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ فِي يَتَامَى النِّسَاء الَّلاتِي لاَ تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ أَن تَنكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الْوِلْدَانِ وَأَن تَقُومُواْ لِلْيَتَامَى بِالْقِسْطِ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِهِ عَلِيمًا

                                Yani:

                                Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap'ta, kendileri için yazılmışı
                                (mirası) vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil davranmanız hakkında size okunan
                                âyetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.


                                Nisa suresinin ilk ayetlerinde izdivaç ve kadınların mirası hakkında yapılan açıklamanın ardından bu ayet şöyle buyurmakta:
                                Erkeklere de ki kadınların hakları ile ilgili beyan edilen her şey, yüce Allah tarafından nazil olmuş ve sen sadece peygambersin ve bu hükümlerde hiç bir rolün yoktur. Sadece kadınların miras ve mehirle ilgili hükümleri değil, eşleri ölen kadınlar ve yetim ve öksüz çocuklarla ilgili ayetler de Allah tarafından nazil olmuş ve Kuran-ı Kerim'in çeşitli ayetlerinde beyan edilmiştir.

                                Bu ayet, özellikle mağdur insanlar ve yetim çocuklar başta olmak üzere tüm alanlarda esas kriterin adaletli ve eşit olduğunu vurguluyor ve bunun için kadınların ve çocukların hakları tamamen yerine getirilmesi gerekiyor. Bu durum farz olmakla birlikte yüce Allah tarafından da tavsiye edilen bir durumdur.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - İslam dini, kadınların aile ve toplumda hiç bir hakkı bulunmadığı bir dönemde kadınların, çocukların ve yetimlerin hakkını savunmuştur.

                                2 - İslami kanunlar yüce Allah tarafından belirlenmiş ve Peygamber sadece bu kanunları beyan etmekle görevlendirilmiştir.

                                Şimdi,
                                Nisa suresinin 128. ayetini dinliyoruz.

                                وَإِنِ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِن بَعْلِهَا نُشُوزًا أَوْ إِعْرَاضًا فَلاَ جُنَاْحَ عَلَيْهِمَا أَن يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا وَالصُّلْحُ خَيْرٌ وَأُحْضِرَتِ الأَنفُسُ الشُّحَّ وَإِن تُحْسِنُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا

                                Yani:


                                Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh
                                yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah'tan korkarsanız
                                şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.


                                Kadınları erkeklerin haklarına riayet etmeye tavsiye eden geçen ayetin devamında bu ayet de kadınlara hitaben şöyle buyurmakta:

                                Gerçi aile ile ilgili ahkâm ve hukuki meselelere riayet etmek gerekir, lakin aile temelini korumak daha önemlidir ve ne zaman ailenin temelleri sarsılacak olursa, en iyisi tarafların uzlaşma yoluna gitmeleri ve böylece aile yuvasını korumalarıdır.

                                Bu ayet ailevi sorunlar boşanma ile sonuçlanmadan önce önleyici tedbirlerin alınmasını ve uzlaşarak hukuki ihtilafların çözümlenmesini ve nefsani istekler ve kıskançlıkları arayı açmasına izin verilmemesini, bilakis iyilik ve ihsan ile gönül bağlarının güçlendirilmesini tavsiye etmektedir.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Aile temelini korumak için kadın ve erkekte hoşgörü duygusu takviye edilmelidir.

                                2 - İslam dini ailevi meselelerde mümkün mertebe başkalarının müdahalesi olmaksızın ve sadece kadın ve erkeğin, maslahatları gözeterek

                                sorunların çözümlenmesine vurgu yapmaktadır.

                                3 - İslam'ın hukuki düzeni ahlaki düzenine paraleldir ve aile hakları yanı sıra ıslah ve ihsana da vurgu yapılmıştır.


                                http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234256-nura-giden-yol--144

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X