MOLLA SADRA (1572- 1640)
HAYATI, ESERLERİ VE DÜŞÜNCESİ
1. Hayatı
Asıl adı Muhammed ibn İbrahim ibn Yahya Kavami Şirazi olan Molla Sadra 1572 yılında güneydoğu İran’da bulunan Şiraz’da doğdu. Onun ilahi filozofların örneği ya da reisi (sadrul muteellihin) olarak tanınması kendinden sonra gelen filozoflar kuşağı içindeki seçkin yerine işaret ederken, taltif olarak kendisine takılan Sadruddin lakabı ise onun geleneksel teolojik çevrelerde üstünlük derecesini belirtir. Erkek bir evlad vermesi için uzun süre Allah’a dualar edilmiş zengin bir ailenin tek çocuğu olarak dünyaya gelen Molla Sadra, büyük bir titizlikle yetiştirildi. Kendi doğduğu memleketi Şiraz’da hazırlık niteliğindeki ilköğretimini tamamladıktan sonra genç Sadra Safavi Hanedanı’nın başkenti olan İsfahan’a gitti. İsfahan on altıncı yüzyıl da Safavi rönesansı olarak adlandırılan ilmi canlılığın en güçlü merkezlerinden biriydi. Sadra’nın İsfahan’a gidiş tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte kesin olan bir şey var ki, Sadra oraya gittiğinde ilimde epey mesafe katetmiş genç biriydi. Erken yaşlardan itibaren Sadra, takvası ve keskin zekasıyla diğerleri arasından temayüz etmişti. Dini ilimler alanında olduğu gibi aklî ilimler alanında da kendisini göstermekte gecikmedi. İslami ilimler alanında temel öğrenimini gördükten sonra düşünce ufuklarını genişletmeye koyuldu. Bu yüzden de Şiraz’ın kendisine sunduğu imkanlarla yetinemezdi. Şiraz’daki hocalarından mümkün olduğunca istifade ettikten sonra aklî ilimlerde İran’ın ve muhtemelen bütün İslamî doğunun en güçlü merkezi olan İsfahan’a gitti.
İsfahan Molla Sadra’ya aradığı fikri zenginliği sunmakta gecikmedi. Çünkü orada onu derinden etkileyen çağının en önde gelen düşünürleriyle karşılaştı. Bu âlimler hem nakli ilimlerde hem de akli ilimlerde dönemlerinin en iyileriydiler. Pek çoğu hem filozof hem kelamcı hem de sufi idiler. Bunun yanında dini ilimlerin en az birinde de otorite olarak kabul ediliyorlardı.Molla Sadra hem Şeyh Bahauddin Amuli, hem Mir Damad ve hem de Mir Ebul Kasım Fındıriksi’den ders alma imkânı buldu. Molla Sadra’nın düşünce dünyasının derinliğine layıkıyla vakıf olabilmek için onun kendisinden ders aldığı bu üstadlarından biraz bahsetmek gerekir. Sadra’nın akli ilimler alanında en seçkin hocası Mir Damad olarak şöhret bulmuş olan Seyyid Muhammed Bakır Ester Abadi (ö.1631) dir. Mir Damad Sadra’nın içinde yetiştiği ve şimdilerde İsfahan okulu olarak adlandırılan felsefi ve hikemi okulun kurucusuydu. Hatem ul Hukema filozofların mührü ve Aristo ve Farabi’den sonra üçüncü öğretmen unvanıyla anılan Mir Damad olağanüstü yeteneklere sahip olan öğrencisi tarafından gölgede bırakıldı. Aksi takdirde bugün çok daha fazla tanınmış olabilirdi. Mir Damad büyük bir din alimi olmasının yanı sıra mantıkçı mistik ve şair biriydi de. İbn Sina’nın Meşşai öğretilerini anlatırken bu öğretilere İşrakı bir renk katıyor ve İşrak takma adıyla nefis şiirler yazıyordu. Mir Damad ayrıca İbn Sina kozmolojisini, Şii imamları hakkındaki düşüncelere uyumlu hale getirerek, Şiilik’teki On dört Masum fikrini kozmik var oluşun ontolojik ilkeleri haline getirdi. Onun eserleri Hudus u Dehri (sonsuz yaratma)görüşünde olduğu gibi genellikle yaratma konusunu işler. Mir Damad’ın en önemli eseri Kabasat (meşaleler) adlı yapıtıdır. Üslubu öğrencisi Sadra’nın aksine oldukça kapalıdır. Üslubundaki bu zorluk darbı mesellere bile konu olmuştur. Ancak aynı sembolik ve anlaşılması zor ifadeler onu zahir ehlinin saldırılarına karşı korumuştur. Molla Sadra hemen bütün eserlerinde Mir Damad’dan övgüyle bahseder ve her fırsatta ona çok şey borçlu olduğunu ifade etmekten çekinmez. Sadra’nın İsfahan’da kendisinden ders aldığı diğer bir önemli şahıs ise Mir Damad’ın da yakın bir dostu olan Şeyh Bahauddin Amuli (ö.1622) dir. O hem kelamcı hem fakih hem matematikçi hem mimar hem filozof hem okkültist ve hem de şairdi. Molla Sadra İsfahan’a geldiğinde Amuli dini ilimleri yeni bir usul anlayışıyla yeniden formüle etmeye çalışıyordu. Sadra’nın bu büyük düşünürden aldığı fıkıh, hadis ve tefsir dersleri kendisini dini ilimler konusunda sadece mukaddime bilgilerine sahip olan ondan önceki tüm Ortaçağ İslam filozoflarından farklı kılıyordu. Amuli bu cok yönlü dehasıyla pek çok alanda seçkin eserler telif etti. Sadra’nın diğer bir hocası olan Mir Fındıriksi’ye gelince: Molla Sadra’nın onunla olan ilişkisi kesin değildir. Sadra’nın O’ndan ders alıp almadığı tam olarak bilinmiyor. Aynı zamanda Mir Damad ve Şeyh Bahai’nin yakın dostu olan Mir Fındıriksi daha çok bir sufi olarak biliniyordu. Özellikle Hindistan’a seyahat etti. Yoga vasishtha üzerine bir derleme ve diğeri de araştırma mahsulü olan iki kitap yazdı. Marifetin ilkelerini özetleyen nefis bir kaside kaleme aldı ve pek çok kerametiyle halkın gözünde bir efsane haline geldi. Sadra İsfahan’a gittiğinde Mir Fındıriksi İbn Sina’nın Şifa ve Kanun adlı eserlerini okutuyor ve Meşşai geleneğe uyarak bazı risaleler yazıyordu. Daha sonra Molla Sadra felsefesinde büyük değere sahip olacak olan alemi hayal ve cevheri hareket gibi konuları uzun uzun tartıştı ve bunları reddetti. Bu kanalla da Molla Sadra felsefesini tersinden de olsa etkilemiş oldu.
Konumuza dönersek. İsfahan’da bu seçkin üstadlardan ders alan Sadra kısa sürede döneminin tanınmış üstadları arasına girdi. İsfahan’da kalsaydı şöhretli biri haline gelmesi zor değildi. Fakat o aklının ve şahsiyetinin tam olgunlaşması için başka bir boyut arayışındaydı. Bu nedenle İsfahan’ı terk etti. Böylece o ruhi terbiyeyle meşgul olduğu ikinci döneme başlayabilmek için formel öğrenimi içeren hayatının ilk dönemini noktalamış oluyordu. Molla Sadra bunu ilahi sırlara ulaşmak için yapılması gereken temel bir şart olarak görüyordu. Böylece selefi olan Şeyh İşrak Sühreverdi’nin tavsiyesine de uymuş oluyordu. Bu amaçla bugün İran’ın dini merkezi olan Kum yakınlarında yer alan Kahak köyüne gitti. Sadra’nın bu kararı yaşadığı bir iç sıkıntıdan kaynaklanmış olabilir. Daha önce Gazali’nin yaşadığına benzer bir hal yaşamış olabilir. Teorik ve aklı mülahazaların onu tatmin etmediği ve daha yüksek bir hakikat arayışı içinde olması onu İsfahan’ın kozmopolit yapısını terk etmeye zorlamış olmalı. Bunların yanında dönemin siyasi koşullarında onu böyle bir karar almak zorunda bırakmış olabilir. Çünkü o dönemde Zahiriler gittikçe güçleniyordu. Sadra bazı eserlerinde onlar yüzünden tahammül edilemez sıkıntılara duçar olduğunu belirtir. Yalın bir üslupla yazması irfani ve felsefi konuları herkesin anlayabileceği bir dille açıklamasından ötürü Zahir ulemasının tepkilerine maruz kalıyordu. Onlardan bazıları dini vecibelerini hayatı boyunca terk etmeyen takva sahibi bu şahsı tekfir etmeye kadar vardırmıştı işi. Molla Sadra abidevi eseri Esfar’ın girişinde hocası Mir Damad yazdığı bir mektupta ve Sıh asl adlı kitabında açık ifadelerle çağdaşlarının kendisini anlamadığını ifade etmektedir. Esfar’ın girişinde irfani ve felsefi hakikatleri elde etmeyi nasıl başardığını ve hakikatten habersiz olan çağdaşlarının uyanması için nasıl boşu boşuna çalışıp çabaladığını anlatır ve devamla şöyle der. Çağımızın husumetinden kaynaklanan aklın boğulması ve insanların tabiatlarındaki pıhtılaşma kendisini gözlerden kaybedip yoksulluk içinde gizleyerek inzivaya çekilmek zorunda bıraktı. Umutsuz ve kırık bir kalple kalakaldım… Aynı yakınmayı otobiyografik eseri olan Sıh asl (üç asıl) de da görüyoruz. Ancak yinede Sadra’nın sadece bu olumsuz nedenlerle İsfahan’ı terk ettiğini iddia etmek uygun olmaz. O bütün öğretilerini kendisine dayandıracağı hikmeti elde etmek için gerekli olan iç arınmaya ulaşmak için sosyal hayatın karmaşa ve gürültüsünden kaçma ihtiyacı duymuş olmalıdır. Bu İmam Gazali’yi de medreseden firar etmeye zorlayan nedenle aynı şey olmalıdır ve bütün hakikat arayıcılarının hayatlarında görülen ortak bir eğilimdir. Bu tavır dini meşruiyetini de Hz Muhammed’in (s.a.a.) derin tefekküre dalmak için Hira Mağarası’na çekilmesinden alır. İnzivaya çekilmek için Kum şehri yakınlarında bir yerin seçilmesi de tesadüfi olamaz çünkü Kum Molla Sadra’nın hocası Mir Damad’ın da mistik tecrübesini yaşadığı yerdi. Molla Sadra’nın Kahak’ta yaşadığı bu dönem hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Onun düzenli bir tasavvufi sulüke mi girdiği yoksa görünmez manevi hiyerarşiden mi ilham aldığını kesin olarak bilmiyoruz. Allâme Tabatabai’nin inancına göre Sadra, Şeyh Bahauddin Muhammed Amulikanalı ile tasavvufa girmiştir. Tabatabai’nin bu iddiasına rağmen onun gerçek bir manevi rabıtası hala çözülebilmiş değildir. Ne olursa olsun Molla Sadra bol zikir ve tefekkür sayesinde manevi vizyonunu Kahak’ta bulunduğu süre içinde tamamlamıştır. Bazı kaynaklarda yedi bazılarında on bir başkalarında ise on beş yıl sürdüğünü söylediği bu dönemde Sadra kendisini tefekküre ve ruh terbiyesine adadı. Bu dönemin sonucunda metafiziği salt akli bir anlayıştan doğrudan vizyona dönüştürmüş aydınlanmış bir bilge ortaya çıktı.
Formel eğitimden sonra manevi aydınlanmayı da gerçekleştirmiş olan manevi bir mürşit uzun süre bilinmeden kalamaz. Çünkü onun dünyaya ihtiyacı olmasa da dünyanın ona çok ihtiyacı vardır. Bu yüzden Sadra halkın arasına geri döndü. Böylece Hak’tan halka olan sefer başlamış oluyordu. Şah İkinci Abbas’ın ders verme görevine geri dönme isteğini kabul eden Sadra Şiraz’a dönüp ders vermeye başladı. Böylece pek çok eser yazacağı ve yığınla öğrenci yetiştireceği hayatının çok dönemi başlamış oluyordu. Molla Sadra’nın varlığıyla Şiraz bir kez daha büyük bir ilim merkezi oluyordu.
Molla Sadra otuz yaşlarına ulaştığı sırada eser yazma ve ders vermenin yanında Mekke’ye yayan olarak çeşitli hac ziyaretlerinde de bulundu. Yoğun dini yaşantısı devam ederken yaşadığı ruhi tecrübe sayesinde giderek her bakımdan daha olgunlaşıyordu. Rivayetlere göre Mekke’ye yaptığı yedinci yolculuktan dönüşünde hastalandı ve 1640 yılında Basra’da vefat etti ve oraya defnedildi. Bu anlattıklarımızdan Molla Sadra’nın hayatını üç döneme ayırarak özetleyebiliriz.
1.Şiraz ve İsfahan’daki biçimsel eğitim ve öğrenim dönemi.2.Kahak’taki zühd ve nefis terbiyesi dönemi. Bu dönemde kendisini manevi arınmaya adamış olmasının yanı sıra bazı eserler de telif etmiştir.3.Şiraz’da halkın arasına döndüğü dönem. Bu dönemde kendisini yazmaya ve ders vermeye adadı. Eserlerinin geri kalanlarını yazdı ve Molla Feyz Kaşani ve Abdürrezzak Lahici gibi meşhur öğrenciler yetiştirdi.Molla Sadra’nın hayatı kendi felsefi öğretilerinin bir uygulaması olduğu gibi yaşadığı manevi tecrübe de böyle bir hayatın sonucu olmuştur. Formel zihni eğitim ve iç arınma dönemlerindeki hayatı üçüncü dönemde meyvelerini vermiştir. Bu son dönemde ilk dönemdeki akli eğitim ikinci dönemdeki manevi mükaşefe birleşiyordu. Molla Sadra’nın özellikle son dönemdeki bütün eserleri bu iki esas üzerine inşa edilmiştir.
2. Eserleri
Molla Sadra’ya kırkın üzerinde eser nisbet edilmektedir. Bunların hepsi de akli ve edebi değere sahiptir. Sadra düşüncesindeki temel eğilimler açısından bunları iki ana gruba ayırmak mümkündür. Nakli ilimlerle ilgili olanlar ve akli ilimlerle ilgili olanlar. Güzel bir üslupla yazılmış olan Sıh asl, şiirleri ve son zamanlarda bulunan bir kaç risalesi hariç tutulursa -ki bunların hepsi Farsçadır- eserlerinin tümü akıcı basit ve sahih bir Arapçayla yazılmıştır. Molla Sadra’nın ağırlıklı olarak nakli ilimler sahasında yazdığı eserleri, fıkhın, tefsirin, hadis, ve kelamın geleneksel konularıyla alakalıdır. Bunların başlıcaları şunlardır.
1. Şerh u Usul il Kafi: Özellikle fıkhi ve kelami konulardaki hadisleri ihtiva eden ilk Şii hadis kitabı olan Kuleyni’nin meşhur eseri üzerine yazılan muhteşem bir şerhtir.
2. Mefatihul Gayb (gaybın anahtarları): Tamamlanmamış Kuran tefsiri.
3. Kuranın çeşitli surelerinin tefsirinin yapıldığı küçük risaleler.
4. İmamet adını verdiği ve şia kelamına dair bir risale.
5. Ali Kuşçu’nun Şerhi Tecridi gibi standart kelam kitaplarına yazdığı haşiyeler.
Sadra’nın İslam felsefesinin zirvesi olarak kabul edilen çok daha önemli kitapları akli ilimlerle ilgili olarak yazılanlardır. Bunların en önemlileri şunlardır:
1. Es-Esfar ul Erbaa tul Akliyye (Dört Akli Yolculuk): Molla Sadra’nın en önemli eseridir. Felsefenin tüm konuları bu kitapta ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Öneminden dolayı aşağıda Esfarla ilgili ayrıntılı bilgi verilecektir.
2. Eş-Şevahidür Rububiyye (İlahi Şahidlikler): Esfar’daki konuların özetlendiği diğer bir felsefi eser. Esfar’a göre anlaşılması zordur. Bütün kitaba irfani ve işraki bir hava hâkimdir. Bugün İran’da yüksek lisansta ders kitabı olarak okutulmaktadır.
3.İbn Sina’nın Şifa’sı ve Şuhreverdi’nin Hikmet ul İşrak’ine yazdığı talikatlar.
4. Hikmet ul Arşıyye (Arştan gelen hikmet), El-Mebde vel Mead, Kitabul Meşair (Metafizik Bilimler Kitabı) gibi küçük risaleler. Bunlardan El Meşair kitabı Sadra ontolojisinin temel eseridir ve sonraki dönemde defalarca şerh edilmiştir.
5. Esiruddin Ebheri’nin El Hidaye’sine yazdığı şerh. Bu eser özellikle Hindistan’da çok meşhurdur ve hala medreselerde okutulmaktadır. Anılan bu eserlerinde Molla Sadra ilke ve metotla ilgili bilinen her felsefi duruş ve kanıtı tam olarak incelemek için elinden gelen gayreti gösterir. Sonra en iyi kabul ettiği kanıtı seçerek çoğunlukla bunu yeniden formüle eder, nihayetinde tutarlı bir felsefi sistem kurmak için çalışmaya devam eder. Onun felsefi sistemi ne Meşşai ne de İşraki’dir. Daha çok İslam’da felsefi düşüncenin devam ettiğinin bir kanıtı olarak her ikisinin yeni bir inşasıdır. Bu sistem sezgisel müşahedenin istidlali bilginin ayrılmaz bir parçası haline geldiği yani bir dünya görüşüdür. Kelam, burhan ve irfanın yepyeni bir sentezidir. Simdi Sadra’nın bu muhteşem sisteminin içinde ayrıntılı olarak açıklandığı en önemli felsefi eseri olan Esfar hakkında daha ayrıntılı bilgi vermeye geçebiliriz.
el-Hikmet El- Mutaaliyye Fil Esfar El-Akliyye El-Erbaa (Ruhun Dört Akli Yolculuğuna Dair Aşkın Hikmet):Kısaca Esfar olarak bilinen bu eser Molla Sadra felsefesinin şaheseridir. Ruhun dört akli yolculuğunu anlatan aşkın hikmetinin ilk şekli 1628 yılında tamamlandı. Modern zamanlara kadar İran ve Hint yarımadası dışında hemen hiç bilinmiyordu. Bu eser hakkında İran’ı inceleyen Comte de Gabineau ve E.G. Brown yanlışa düşmüşler ve ilki onu bir seyahatname sanırken ikincisi ise dört kitaplık bir koleksiyon olduğunu sanmıştır. Bu eserin değil muhtevasının adının bile doğru anlamını bulmak için Sadra’nın diğer eserleriyle iyice içli dışlı olmak ve genel olarak da onun felsefi sistemi hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Ömrünün son yirmi yılını İslam felsefesi üzerine çalışmakla geçiren Henri Corbin’in Esfar hakkındaki değerlendirmesi şöyle olmuştur: “Molla Sadra’nın muhteşem eseri, Şii İran’ın felsefi bir özeti.”
Esfar, kendisinden önceki İslam kelam, felsefe ve tasavvuf ekollerinin tartıştığı bütün sorunları kucaklamakta ve tam olarak anlaşılabilmesi için de tüm bu ekollere dair bilgilere sahip olmayı gerektirmektedir. Bugün İran’da üniversitelerde doktora düzeyinde okutulan Esfar , geleneksel eğitimin verildiği medreselerde ise talebelere irfanın başlıca ilkeleri, kelam, meşşai ve işraki felsefe ekollerinin temel metinleri iyice özümletildikten sonra okutulur. Esfar’ın konuları ele alış tarzı ise tarihsel bir yaklaşımla morfolojik ve metafizik yaklaşımları birleştirir. Yani Molla Sadra önce kendisinden önceki tüm ekollerin görüşlerini tartışıp cözümledikten sonra gerekli deliller ve mantıki kanıtlarla kendi görüşünü beyan eder. Görüleceği gibi burada bir felsefecinin kavrayış ve yaklaşımına bir tarihçi ve bilim adamının ayağı yere sağlam basan bir tutumu eşlik eder. Bir mistik ve keşf sahibinin sezgi ve müşahadesini de usta mantıkçıların sistematik tahlil yeteneği eşlik eder.
El Hikmet el Mütealiyle fil Esfar el Akliyye el Erbaa adı Sadra tarafından eserine bilinçli olarak verilmiştir ve çok derin sembolik anlamlara sahiptir. El hikmet el Mütealiyye Sadra’dan önce İbn Sina ve Davudi Kayseri tarafından kullanılmıştı. Dolayısıyla bu Sadra’nın icadı bir isim değildir. Bunun yanında Molla Sadra bu isme daha öncekilerden çok farklı bir anlam yükler. Bu terkib Türkçeye aşkın felsefe olarak tercüme edilebilir. Ancak bunu Kant’ın aşkın kategorileriyle karıştırmamak gerekir. Çünkü Sadra’nın öğretileri felsefeden çok hikmettir. Çünkü bu öğretiler sadece nedenden sonuca giden bir akli muhakemenin sonuçları değil aynı zamanda ve daha çok olarak nizamı doğrudan müşahedenin bir sonucudur. Molla Sadra’daki hikmet dünyevi varoluşu içinde insanın ontolojik konumunu aşan ve onun olağan bilinç durumunun üzerinde yer alan bir âlemin bilgisinden elde edilmektedir. Bu anlamda bu hikmet sözcüğün gerçek anlamında aşkındır. Esfar’ın isminin geri kalan kısmı –es esfar ul aklıyye- yolculuk sembolizmini dile getirmekte ve amaca nasıl ulaşılacağını göstermektedir. Yani aşkın hikmet aklın manevi alemdeki yolculuklarının bir sonucudur. Nihai hakikate ulaştıran bu yolculuk sembolizmi evrenseldir ve hemen bütün dinlerde mevcuttur ve ruhun Tanrı’ya yükselmesi genellikle yolculuk terimiyle dile getirilir. Taoizm’in adı olan TAO yol kelimesinden gelir. İslam’da ilahi hukuk olan şeriat ve batini yol demek olan tarikat kelimeleri de yol anlamlarına gelir. Özellikle sufiler yolculuk sembolizmini çok sık kullanmaktadırlar ve Molla Sadra da bu geleneğin etkisinde olarak eserine bu ismi vermiş olmalıdır.
Şu halde Esfar komple bir aklı yolculuktur. O insanın düşüncesini noksanlıktan kurtarmak için onu tecrid aşamasından geçirerek hakkı temaşaya ve bulunduğu yerden saf bir metafiziksel bakış acısından görüldüğü şekliyle yaratılmış düzene kadar çeşitli düzeyde yolculuğa çıkarır. Böylece tabiat felsefesi ve psikoloji bile metafizik hakikatin aynasından görülüp temaşa edilir. Böylesine engin bir program doğal olarak yoğun bir hazırlığı gerektirir.
İşte Esfar okunmaya başlanmadan önce kelam, mantık, Meşşai felsefe, İşraki hikmet ve tasavvufun öğrenilmesinin gerekliliği bu yüzdendir.
Esfar kitabın anlaşılması için önemli olan bir girişle baslar. Bu girişte Sadra kendisini aşkın hikmetin keşfine götüren merhaleleri adım adım anlatır. Adından da anlaşılacağı gibi Esfar aklın dört yolculuğundan oluşur. İlk yolculuk metafizik ve ontolojik konularına tahsis edilmiştir. Burada felsefenin anlamı dalları ve amacı konularını kapsayan bir giriş ve merahil adını verdiği on bolüm bulunur. Her bölüm yollar anlamına gelen üç menahiçe ve her minhaç da füsul adının verildiği çeşitli fasıllara ayrılır. İlk minhaç varlıkla ilgilidir ve bütün kitabın en önemli bölümüdür. Bütün kitabın metafizik ve ontolojik altyapısı burada örülür. İkinci ve üçüncü menahiç farklı vasıflar ve varlık halleriyle ilgilidir ve İbn Sina’ya kadar geri giden zorunu mümkün ve imkânsız varlıklar arasındaki ayrım ve ilişkileri içerir. Bunların yanında daha önce sabıkası olmayan Vücul ı Zihni konusunda içerir. İkinci merhale birincinin uzantısı mahiyetinde olan varlık ve yoklukla ilgili ilkelerin tartışılmasını içerir. Üçüncü merhale Sadra felsefesinde önemli bir yere sahip olan nedensellik problemine ayrılmıştır. Varlık mertebeleri de bu merhalenin son iki bölümünde incelenir. Molla Sadra varlık konusunu genişçe inceledikten sonra dördüncü merhalede mahiyet sorunu ve onunla ilgili çeşitli mantıki kategoriler ele alınır. Beşinci merhale gene varlık sorunuyla ilgilidir. Buradaki asıl konu birlik ve kesret arasındaki ilişkidir. Ve Sadra felsefesinin özgün yönlerinden biri bu konu tartışılırken açığa çıkar. Bu konu altıncı merhalede de incelenmeye devam eder. Yedinci ve sekizinci merhaleler hareketle ilgilidir. Dokuzuncu merhale ise yaratma sorunuyla ilgilidir. Aklın bu birinci seferi uzun bir bölüm olan onuncu merhaleyle sona erer. Bu merhale akıl ve akledilir konusuyla ilgilidir. Bölüm boyunca bütün bilgi sorunu, akıl ile akledilir, bilen ile bilinen arasındaki girift ilişki bütün yönleriyle tahlil edilir.
Tabiat felsefesiyle ilgili olan aklın ikinci seferi, Aristocu mantığın farklı geleneksel kategoriler başlığı altında bu konunun incelenmesini içerir. Tabiat felsefesinden sonra üçüncü seferde Allah’ın zatı, isimleri ve sıfatları ile ilgili konuları inceler ve Esfar’ın son seferi yani aklın dördüncü yolculuğu geleneksel psikoloji yani ilmun nefse ayrılır. Ayrıca eskatolojı konuları da bu seferde ele alınır. Burada nefsin cenin halinden Ahiret’te yeniden dirilmesine ve Allah’la karşılaşmasına kadar geçirdiği bütün aşamalar ayrıntılı olarak anlatılır. Bu konuyu incelerken Sadra Meşşai gelenekten daha çok İbn Arabi’nin temsil ettiği mistik geleneğinin etkisi altında konuyu inceler. Esfar hakkında bu genel bilgileri verdikten sonra son olarak Esfar üzerine şerh yazan alimlerin isimlerini vererek bu bölümü tamamlamak istiyoruz. Esfar’ın şerh ve haşiyeleri şu ünlü şahıslara aittir. Aka Muhammed Dabıdabadi, Molla Ali Nuri İsfahani, Molla İsmail İsfahani, Hacı Molla Hadi Sebzevari, Molla Ali Müderris Zunuzi, Aka Muhammed Rıza Kumşai, Mirza Haşim Gılani, Reşti Eşkivari, Molla Aka Kazvnini, Mirza Muhammed Haşim Musevi Hansari, Muhammed ibn Masum Zencani ve Seyyid Muhammed Huseyin Tabatabai. Bu sayılan isimlerden ülkemizde sadece Tabatabai ismen de olsa bilinmektedir. Esfar’a yazılan en kapsamlı şerh birinci üçüncü ve dördüncü seferi kapsayan Molla Hadi Sebzevari’ninkidir. Onun şerhinden sonraki en iyi şerh de Molla Ali Müderris Zenuzinin’kidir.
3. Öğretileri
Molla Sadra İslam’ın doğuşundan yaklaşık bin yıl sonra ortaya cıktı. Bu yüzden telif ettiği eserler bin yıllık İslam düşünce geleneğinin bütün tezahür biçimlerinin (kelam, felsefe, irfan) bir sentezini içerir. Onun hem nakli hem de akli ilimlerde sahip olduğu derin bilgisi muhteşem felsefi sisteminin her bölümünde rahatlıkla müşahede edilebilir. Batı merkezli bütün düşünce tarihi okumalarının mantığı İslam düşüncesinin İbn Rüşd’ün ölümüyle sona erdiği tezi 17.yy da yasayan Molla Sadra tarafından tedavülden düşürülmüştür. Onun kurduğu özgün felsefi sistem ve bu sistemin kendisinden önceki İslam düşüncesi geleneğiyle kurduğu sağlam ilişkiler ondan önce de İslam dünyasında yasayan bir felsefi geleneğin varlığına şehadet eder. Ölü topraklardan Molla Sadra çapında bir düşünürün çıkmış olması felsefi tabirle imkânsızdır. Tabi ki bu iddiaların doğru olması için Molla Sadra felsefesinin özgünlüğünün kanıtlanması gerekir. Çünkü bu sadece bir felsefi sistemin değerini takdir etme sorunu değil aynı zamanda bir düşünce geleneğinin (İslam düşüncesi) de varlığını güçlenerek devam ettirdiğinin de kanıtlanması anlamına gelir. Molla Sadra on yedinci yüzyılda yaşadı. Bu tarih Türkiyeli felsefe okuyucusuna hemen modern felsefenin kurucusu olarak kabul edilen Descartes’in yaşadığı yüzyılı hatırlatır. Dolayısıyla on yedinci yüzyılda yasayan bir Müslüman filozofun özgün bir felsefi sistem kurduğunu gösterebilmek İslam düşüncesinin İbn Rüşd’ün ölümüyle sona erdiğini iddia eden dogmatik bakış açısını da yıkmış olacaktır. Sırf bu nedenden dolayı da olsa Molla Sadra her bakımdan incelenmeyi hak ediyor. Bu satırlarda bu yönde atılmış mütevazı adımlar olarak görülmelidir.
Molla Sadra pek çok eserinde vahiy, burhan ve irfanı aynı amaç doğrultusunda bir araya getirdiğini övünerek anlatır. Bilindiği gibi bu sorun ilk İslam filozofu Kindi’den bu yana İslam düşüncesinin en zor konularından biri olmaya devam etmiştir. Kindi’den sonra Farabi ve İbn Sina da bu sorunu makul bir şekilde çözebilmek için çaba gösterdiler. Onların bu yöndeki bütün gayretlerini doğruluğuna kesin olarak inandıkları şu ilke yönlendiriyordu. Hakikatin birliği. Bunun doğruluğuna olan sarsılmaz inançları onları akılla vahiy arasında görünüşte var gibi görülen sorunları çözmeye itti. İslam düşüncesine genellikle İslam dışı bir kaynak arayışı hala devam etse de bizce İslam düşüncesinin asıl kendisinden beslendiği kaynak bu olmuştur. Ona İslami vasfını veren unsurlar da bu kaynaktan çıkar. Müslümanları diğer kadim medeniyetlerin bilgi birikimine müracaat ettiren temel sebep de bu olmuştur. Bildiğimiz gibi bu çaba da vahyi burhan içerisinde anlamaya ve anlamlandırmaya çalışanlara filozof tam tersini yapanlara yanı aklı doğal olarak akli ilimleri beyan adı verilen bilgi sistemi içinde anlamaya ve anlamlandırmaya çalışanlara da mütekellim denmiştir. Çok iyi görüleceği gibi bunun akıl taraftarı ya da karşıtı olmakla hiç bir alakası yoktur. Bu iki gruba daha sonraları hakikatin ancak doğrudan müşahede ile elde edilebileceğini iddia eden mutasavvıflar katıldı. Böylece çok kısa denebilecek bir zaman dilimi içinde İslam düşüncesinin belli başlı biçimleri tezahür etmiş oldu. Kelam, felsefe ve irfan.
Bu miras geçirdiği paradigma içi değişme ve gelişmelerle 16. yy da doğan Molla Sadra’ya ulaştı. O doğduğunda İran’da Safavilerin iş başına gelmesini müteakip yeni bir ilmi canlılık başlamıştı. Şiraz ve İsfahan o dönemin seçkin ilim merkezleri olarak öne çıkıyordu. Molla Sadra’nın felsefi sisteminin analizine geçmeden önce bir noktaya daha değinmek istiyorum. İslam düşünce tarihi çeşitli kriterler esas alınarak belli başlı bazı dönemlere ayrılmıştır. Bunların en meşhur olanı ise mütekaddim ve müteahhir isimlendirmesidir. Gerçi bu ayrım daha çok kelamın geçirdiği değişim esas alınarak yapılır. Ancak biz bunun diğer düşünce sistemleri olan felsefe ve irfan içinde doğru olacağı kanaatindeyiz. Ve yine bize göre bu ayrımın yapılmasını zorunlu kılan şahsiyet de genelde kabul edildiği gibi Fahreddin Razi değil İmam Gazali’dir. İslam düşünce tarihini yüzeysel düzeyde bilenler bile Gazali’nin bu gelenek içinde ne kadar etkili olduğunu asla inkar edemezler. İşin ehli olanlar şunu çok iyi bilirler ki Gazali’den önceki kelamla sonraki ondan öncekifelsefe ile sonraki felsefe ve imamdan önceki irfanla sonraki irfanın aynı olmadığını çok iyi bilirler. Fahreddin Razi’nin felsefe eleştirilerinin Gazalininkilerden daha kapsamlı olduğu doğrudur ancak öncelikle Razi’nin kronolojik olarak Gazali’nin halefi olması sonra da Gazali’nin çok yönlülüğünün Razi’de olmaması Gazali’yi İslam düşüncesi okumalarında bir dönüm noktası yapmaktadır. Gazali’den sonra Tusi ve İbn Rüşd’ün felsefeyi savunmak için çok çaba gösterdikleri doğrudur ve bu çabalarında bir yere kadar da başarılı olmuşlardır. Ancak dikkatli bir okuma bu ikisinin aslında meslektaşları olan İbn Sina’dan çok hasımları olan Gazali’nin etkisinde oldukları görülür. Bunun ciddi bir iddia olduğunu ve senetleriyle ispat edilene kadar da bir iddia olarak kalacağını biliyorum. Ancak eğer birisi bana Gazali’den sonra İslam dünyasında bir kısının dahi istidlali akılla eşyanın bütün varlık katmanlarının hakikatine ulaşılabileceğini savunduğunu gösterebilirse (İbn Rüşd örneği hariç) ben de bu iddiadan kolayca vazgeçebilirim. Felsefe için geçerli olan bu durum kelam ve irfan için de geçerlidir. Genel olarak değindiğimiz bu konular haklarında ayrıntılı araştırmalar yapılmasını bekliyor. İslam düşüncesinin ana yapısının ortaya çıkması açısından bu araştırmalar çok önemlidir. Gazali’den sonra gelen Sühreverdi ki hikmeti İşrak’in kurucusudur ve İbn Arabi ki o da nazarı irfanın müessisidir, bunların Gazali’ye ne kadar çok şey borçlu olduklarını söylemeye bile gerek yoktur.
Kesin bilgiye ulaşmasa da aklı yeterli görmeyip ona bir de İşrakı ekleyen Sühreverdi’nin Gazali’den etkilenmediğini kim iddia edebilir. Elbette kastettiğimiz şey sıradan bir etkilenme değil tam tersi aynı düşünme tarzına mensup olmalarını sağlayacak çok ciddi ve derin bir etkilenmeden bahsediyoruz. Aynı şeyi İbn Arabi için de geçerlidir. İrfana teorik bir altyapı kazandırma girişiminde Arabi Gazali’nin başlattığı projenin bir tamamlayıcısı gibidir. Gazali ve Razi’den sonra yaptığı felsefe savunmasıyla efsane olan Hace Tusi’nin Konevi ile mektuplaşmalarında şuhudi hakikatler konusunda felsefi aklın acziyetini ilan etmesinin İslam düşüncesinde ondan öncekiler arasında kanaatimce Gazali’den başka bir başlangıç noktası gösterilemez. Son olarak da Molla Sadra’nın ilmi kişiliğinin içinde şekillendiği İsfahan okulunun kurucusu ve Sadra’nın da hocası olan Mir Damad’ın Meşşai felsefeyi İşraki bir formda benimsediğini söyleyelim. Böylece bu geleneğin Sadra’ya nasıl ulaştığını da anlamış oluruz. Bildiğimiz gibi Mir Damad hem bir filozof hem de bir sufi idi ve hem de çok büyük bir kelamcıydı. Ve bu farklı kimliklerin İslam düşünce tarihinde ilk kimde bir araya geldiğini de biliyoruz. Gazali.
Buraya kadar anlattıklarımızdan Molla Sadra’nın kendisinden önceki binyıllık İslam düşüncesi geleneğini ne şekilde tevarüs ettirdiğinin kısa bir hikayesidir. Başka bir deyişle bu Molla Sadra’nın diğer İslam düşüncesi ekolleriyle paylaştığı ortak paydadır. Şimdi de onu diğerlerinden ayıran yönlerini anlatmaya geçebiliriz.