Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İNKILÂP İÇİN NE DEDİLER

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: İNKILÂP İÇİN NE DEDİLER

    Dr. Fethi Yeken, Lübnan

    İslam aleminin üstlenmesi gerekli olan fonksiyonu ortaya koy­duğumuzda, bu fonksiyonu günümüzde üstlenmiş görünen bir kısım İslam hükümetleri ve kurumlan görüyoruz. Peki bu hükümet ve kurumlar bu sorumluluğu üstlenecek konuma sahip midirler? Eğer söz konusu İslam hükümet ve kurumlarının çoğunun İs­lam'dan uzak olduğunu ve onların İslam'a yeniden dönmelerine ihtiyaç duyulduğunu söylersek yanlış yapmış olmayız. Buna ilave olarak kimsenin bilmediği çok gizli bir konuyu da ortaya çıkarmış değiliz. Öyleyse bu konumdaki hükümet ve kuruluşlar İslam'ın kalkınmasında nasıl bir rol alabilirler? Çünkü insanın sahip ol­madığı ve tamamen uzak olduğu bir şeyi başkasına vermesi mümkün değil. İslam aleminde İslam'a dayanmayan, değişik be­şeri sistemlerin markasını taşıyan pek çok rejim vardır; aynı za­manda İslam aleminde eğitim sistemi tamamen İslami prensip­lerden uzak bir şekilde yürütülmektedir. Buna ilave olarak, yasa­ma yönünden de İslami düşüncelerden uzak bir renge bürünmüş rejimler, kanunlarını bütünüyle beşeri prensiplere göre hazırla­maktadırlar. Bu rejimlerin İslam'dan uzak olması, onları giderek beşeri sistemlerin güdümüne sokmuştur. Öte yandan bu rejimle­rin kısa bir zamanda parçalanmaları ve dağılmalarındaki ortak nokta İslam'a karşı besledikleri kin ve düşmanlığın yanında, şey­tani güçlerin emellerim gerçekleştirme sahasında adeta birbiriyle yarışmaları ve İslam'ı parçalamak, zayıflatmak için bütün im­kanlarını seferber etmeleridir.

    Bu rejimlerden başka bir de kısmen veya saptırarak da olsa İs­lam'ı ve İslami yasaları uygulamakta olan İslam hükümetleri var. Bunlar da uygulamada yanlışlık yaparak bu temelsiz hare­ketlerinden dolayı İslam'ı dünyaya kötü ve gerici bir sistem ola­rak göstermektedirler. Bunlara örnek olarak, bu rejimlerin bazı­ları çağa ayak uyduramamakta ve çağın getirdiği yeniliklerden yararlanamamaktadırlar. Veya bu rejimler özgürlük yönünden büyük kısıtlamalar getirmektedirler. Böyle bir kısıtlama ve in­sanların özgürlüklerini görmezlikten gelmek, kesinlikle İslam'la bağdaştırılamaz ve bunun İslam'la yakından uzaktan ilişkisi ola­maz. Bunların yanı sıra, kitlelere zulüm ve baskı uygulayan re­jimler İslam'a düşman olanlara tenkit ve kötüleme kapılarını ar­dına kadar açıyorlar. Etiketi İslam olan rejim ve kurumların için­de bulunduğu çarpık zihniyetle, gerçeği arayan ve zorba rejimle­rin tarih boyunca hakim kıldığı boğucu atmosferde aşağılanmış ve sömürülmüş halklara İslam'ı ulaştıramayacakları gün gibi or­tada. Kanımca bu zorbalık ve baskı rejimlerinin, bir özeleştiri yapmaları ve kendileriyle hesaplaşmaları gerekir. Çünkü bir gün gelecek halklar bunun hesabını soracaklardır ve o zaman bu he­sabın faturası çok pahalıya mal olacaktır. Söz konusu rejimler, halkların ve dinlerinin arasında bir duvar gibi yükseliyor ve onla­rın arasındaki bağlan koparmaya çalışıyor. Tıpkı değişime uğra­mazdan önceki Doğu Avrupa rejimlerinde olduğu gibi. Ama halk ciddi ve kararlı bir şekilde onlara karşı koyduğu zaman, bu rejimlerin yetiştirip geliştirdiği modern ordu, silah ve haber alma ör­gütleri onlardan yana değil de halktan yana tavır almak zorunda kalacaklardır. Bu ideolojilerin üretildikleri yerlerde bile çökmesi­ne rağmen, bizdeki bir takım ülkelerde uygulanıyor olmasından daha büyük hamakat olmasa gerek. Akıl sınırlarını zorlayacak şekilde, İslam'ın bütün yönleriyle dünyanın gözü önünde gelişme göstermesi ve milyonlarca insanın sempatisini kazanması ve her geçen gün İslam'a intisap ordusunun bir çığ gibi büyümesi, ayrıca yıllarca gerçeği arayan dünyadaki bir çok alim ve filozofun, haki­kati hak dinde bulup bu dini kabul etmesi gibi büyük hadiseler karşısında, bizim İslam alemindeki İslam görünümlü kukla re­jimlerin vurdumduymaz bir tavır içinde olması, çok önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bu gerçek, bu rejimlerin Islama olan kin ve nefretinin sınırlarını bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Bu rejimlerin önünde tek bir yol vardır: Ken­di istekleriyle İslam’ı ideolojik yönden kendilerine kaynak kabul etmeye başlamaları; İslam'ın hükümlerini eksiksiz olarak uygula­mayı kabul etmeleridir. Bundan başka kurtuluş yollan yoktur. Çünkü gün gelecek halk seçimini yapacaktır. O gün geldiğinde, halkın bu seçimine karşı koyma gücünü kimse kendisinde bula­mayacaktır. Ayrıca bunun faturasını ağır bir şekilde ödeyecekler­dir. İmam Humeyni liderliğinde gerçekleşen İslam İnkılabı bu­nun en bariz elle tutulur örneği olmuştur. "Hayır, biz hakkı batı­lın üstüne fırlatacağız ve hak batılı yok edecektir. (Allah'a karşı) nitelendirdiklerinizden dolayı eyvahlar size." (Enbiya Suresi-18) "Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman Al­lah'a ve Resulüne icabet edin." (Enfal Suresi-24)

    Bu rejimler için söylediklerimiz yeni şeyler değil. Çünkü bu Kur'an-ı Kerim'in beyanıdır. Bu sözlerle Peygamberimiz (saa) kendi zamanındaki kralları ve hükümdarları İslam'a çağırmıştır.

    Peygamber (s.a.a) tarafından gönderilen ilk elçi Amr b. Ümeyye el-Zumeyr ismindeki birisiydi. Bu elçi, Habeşistan kralı Necaşi'ye İslam'a davet yazısıyla gönderilmişti. Necaşi, Peygamber'in (s.a.a) yazısını aldı, gözünün üstüne koyduktan sonra tahtından inip ye­re oturdu. İslam'ı kabul ettiğini gösteren şahadet sözlerini söyledi ve hakkın yoluna girdi. Necaşi şöyle diyordu: "Eğer ayağına gide-bilseydim hiç durmam giderdim." Necran halkına gönderdiği ya­zıda Peygamberimiz (s.a.a) şu sözleri söylemişti: "İbrahim'in, İs-hak'ın ve Yakub'un Allah'ı adına, ben sizi kulla kulluktan, kula ibadetten Allah'a ibadet etmeye çağırıyorum. Sizi kul hükümran­lığından Allah hükümranlığına çağırıyorum, eğer karşı olursanız cizye ödersiniz, buna da karşı çıkarsanız o zaman savaştan başka çare yoktur." Heraklis'e gönderilen elçi de Duhayya b. Halife el-Kelbi'ydi; elçinin taşıdığı Peygamberin (s.a.a) mektubunda şanlar yazılıydı: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah'ın elçisi Muhammed’den Rumların kralı Heraklis'e. Hidayet erenlere i sun... Ben seni İslam'a çağırıyorum, Müslüman olursan erersin. Allah'tan sâna iki defa sevap kazanma imkanı var. karşı gelirsen bütün halkının günahını sen çekeceksin."

    Peygamber tarafından gönderilen bir başka elçi de kisra’ya gönderilen Abdullah b. Huzeyfe Selimiydi; ancak Kisra, peygamberin'in kendisine göndermiş olduğu mektubunu yırttı. Peygambe­rimiz bu olayı duyunca şu sözleri söyledi: "Allah da onun mülkünü parçalasın!" Ve gerçekten kısa bir süre sonra Allah Peygambe­rin (S) duasını kabul etmiş ve Kisra, oğlu Şireveyh tarafından öl­dürülüp mülkü ve imparatorluğu parçalanmıştı. Peki bu anlatı­lanların zamanımızdaki liderlerle nasıl bir ilişkisi olabilir. Böyle bir benzetme yapmadan önce onların Müslüman olduğunu göz önünde bulundurmak gerek. Ama bir kişinin Müslüman olman için bazı şartlara haiz olması gerekmiyor mu? Her Müslüman diyenin Müslümanlığı, bu dinin prensiplerine uymasa da kabul edilebilir mi? Bunlardan en önemlisi de, kulun kula kul olmama­sıdır. Kulluk yalnız Allah'a yapılır. İkinci şart da, bütün sorunla­rın Allah'ın hükümlerinin sınırları içerisinde çözüm bulmasıdır. "İnandığın Rabbe ant olsun ki aralarındaki sorunu senin hükmet­tiğin şekilde çözmezlerse tam inanmış sayılmazlar." (Nisa/651 Müslüman olmanın şartlarından biri de, müminler dururken gi­dip Allah'a inanmayanlara dost, yardımcı ve müttefik olmamala­rıdır. "Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kafirleri veliler edinme­sinler." (Al-i İmran-28)

    Diğer şart da, mü'minlerin kendi aralarında şefkatli, kafirlere karşı ise şiddetli olmalarıdır. Ayrıca hükmettikleri yerde hidaye­te ve salaha çalışmalı; fesat ve dalaleti bertaraf etmeleridir. Aynı zamanda üzerlerinde hüküm sahibi oldukları insanların, namus mal ve dinlerine sahip çıkmalı ve İslam topraklarının bir karışını bile gözden çıkarmamalıdırlar. "Kendi topraklarında saldırıya uğ­rayanlar her zaman kaybederler." Bundan dolayı Müslüman li­derlerden her biri, halkını ve İslam'ı savunmak için her zaman güçlü ve hazırlıklı olmalıdır. Toplumu fesat ve fuhuştan koruma­lı; islam ve Allah düşmanlarıyla zillet yüklü antlaşmalar imzala-mamalıdırlar. Buraya kadar özetleyerek açıkladığınız şartlar, Müslüman olmanın gereklerinden sadece bir parçayı oluşturmak­tadır. Sormak gerekirse, söz konusu ettiğimiz bu birkaç hususi­yetten hangisi islam aleminin bugünkü liderlerinde bulunuyor.

    Kuşkusuz sorunun en büyüğü, söz konusu liderlerin emperyalist güçlere bağlılığı ve onların etkisi altında bulunan bölgelerde hü­küm sürmeleridir. Bu bağımlılık öyle güçlüdür ki, kendi kimlikle­rini kazanmadan bundan kurtulmaları tamamen imkansız hale gelmiştir. Öyle ki, çıkarlar her zaman süper güçlerin menfaatine göre şekillenmiştir. Ancak bizim kanımıza göre, bir müslümanın ilahi davası her türlü çıkardan üstün olmalıdır. Bizim davamız kültürel, ideolojik ve fikri yönden mücadele etmemizi gerektiri­yor. İslam alemi Batıya olan bağımlılığından kurtulup, bugün uygulanan seviyesiz ve tamamen insanlığın aleyhine olan bu re­jimlerin yerine İslam'ı uygulasa, ayrıca ekonomik, toplumsal, ya­sama ve yürütme organlarına İslam'ın hükümlerini hakim kusa ve İslami kardeşlik, duygularını bütün şahsi ve mezhebi düşünce­lerin üstünde tutsa öyle bir güç oluşur ki, karşısında hiçbir beşeri güç duramaz. Acaba İslam ülkelerindeki liderler bunun farkında değiller mi? İslami hareket de, bütün bunları amaçlıyor ve ger­çekleşmesi için elinden gelen tüm çabalan harcıyor. Bunun karşı­lığında İslami hareketin gördüğü dışlama politikası ve ödediği be­del çok pahalıdır. Bunun sebebi de, İslam ülkelerinde zillet ve ihanetten başka bir işlevi kabul etmeyen kukla hükümetlerdir. Ayetullah Humeyni'nin, dünyadaki bütün rejimlere karşı İslam'ı tek bir çözüm yolu olarak sunması da bu gerçekleri görmesinden kaynaklanıyor.

    Gönlümüz bütün bu çabaların ortaklaşa yürütülmesini, maddi­yatın iğrenç batağına batmış, gerçek kimliğini ve insani değerle­rini kaybetmiş bir dünyada ekolüne karşı olmakta ittifak eden bütün rejim, hareket, lider ve düşünürlerin ilahi ve şer'i görevle­rini yerine getirebilmesi için birleşmelerini arzu eder... Ama şai­rin dediği gibi: "İnsan her istediğine eremiyor." Bazen gemilerin istediği gibi rüzgarlar esmez. Düşünürlerle hükümetler; rejimler­le hareketler arasında öyle büyük bir boşluk meydana geldi ki, hükümetlerin işi düşünürleri takip etmek ve düşünürlerin işi de hükümetleri zayıflatmak oldu. Böylece bütün emekler ve Müslümanların sahip olduğu potansiyel boşa gidiyor. Ama güçler birleşse, şer.'î görevimiz olan dünyayı hidayete ve İslam'a çağırmakta büyük mesafeler alırdık. Kuşkusuz bundan daha büyük problem de, rejimler ve İslami hareketler arasındaki çekişmelerdir. Bu kı­sır çekişmenin, İslamî hareketin saflarına sızması Müslümanların başındaki en büyük belalardan biridir. Değişik düşünce savu­nucuları ve hareketler içindeki bölünmelerde, bunların her biri temel görevini unutup karşı tarafı suçlamak ve yalanlamaktadır. Toplumdaki görevlerini, yani toplumu doğruya yönlendirme ve İslamî değerleri toplumda doğru şekilde yerleştirme gibi önemli bir vazifeyi bir kenara bırakıp kısır çekişmelerle uğraşmak onları yapıcılıktan, yıkıcılığa itmiştir. İslam'ı bilmeyen kesimlere bu di­ni öğretmek gerekiyor. Bugüne kadar süren şeytanî desiselerle İslam'dan koparılanların yeniden kazanılması, temel hedeflerden biridir. Bütün bu önemli hedefler, bu kısır çekişmelerin arasında kaybolup gitti. Bu çekişmeler öyle bir safhaya vardı ki, hareket­ten ayrılan herhangi bir kesimin öbür kesimi yalancılık ve hatta küfürle suçlaması kaçınılmaz oldu. Böyle olanlar Allah'tan ve kendilerinden utana bilseler ve yaptıklarının ne kadar büyük yan­lış ve cürüm olduğunu zaman geçmeden anlayıp "mü'minlerin hepsi kardeştir" ilkesini hatırlayıp aralarındaki ilişkilerde şefka­tin hakim olması 'gerektiğini ve bu sert tavırların aralarında değil de kafirlere karşı takınılması gereken bir tavır olduğunu kavrayabilseler, bütün bu problemler son bulur. Müslümanın kam, ma­lı ve namusu başka müslümana haramdır. Bu hükmün ışığında bu prensip, hiçbir bahaneyle ortadan kaldırılamaz. Felaketlerin en büyüğü de, bu kesimlerin her birinin sadece kendisinin doğru olduğuna ve karşı tarafın tamamıyla yanlış olduğuna inanmasıdır. Halbuki tarih boyunca İslam herkesi kucaklamıştır. İslam'ın hüküm sürdüğü sınırlar içerisinde yaşayan Yahudi, Hıristiyan ve buna benzer din mensupları bile bu koruma altına alınmışlardır. Bu durumda olanların, İslamî hareket alanları ne kadar büyürse büyüsün İslamî sorumluluklarını yerine getirmeleri imkansızdır. Bu sorumluluklarını, ancak Müslüman olmanın getirdiği mesuli­yet sınırlarının bilincine varmaları halinde gerçekleştirebilirler. Bundan dolayıdır ki, hepimizin güçlerinin bir araya gelmesi ve aramızdaki, yapay ideolojik ve fikri engelleri kaldıracak bir İslami birlik projesini gerçekleştirme gayretinde olmamız gerekiyor. Bu konuda Dr. Mani el-Cuhani'nin, Uluslararası Altıncı İslam Genç­lik Konferansına "Müslüman Olmayanlara İslam" adı altında sunduğu tebliğ bu düşünceleri kapsıyor. Bu konferansa katılan İslamî hareketlere ve kuruluşlara şunu öneriyorum: "İslam'ı dün­yaya tanıtma yöntemi" adı altında uluslararası bir konferans dü­zenlenmelidir. Bu konferansa katılan diğer şahsiyet ve uzmanla­rın görüşlerinden yararlanıp, -bu konunun bilimsel yönden ince­lenebilmesi için İslami kuruluşların Müslüman olmayanlara kar­şı uygulanan bir yöntemleri varsa konferans öncesi raporlar ha­linde sunulmalıdır. Bu konferans istenilen bir seviyede hazırla­nırsa, bütün dünya insanlığı için önemli bir adım atılmış olur. Ayrıca bu sahadaki düşünceler yeterince duyurulabilirse ve in­sanların duyması sağlanabilirse, İslami hareketlerin hidayete muhtaç dünya halklarına karşı olan görevi kısmen de olsa ifa edilmiş olur. Ayrıca Müslümanların kendi tebliğlerini ulaştırabil­meleri için gerekli zemin oluşturulacaktır...

    Gayri Müslim olanları İslam'a davet ederken, bilhassa değişik, ideolojilerin hüsranla sonuçlanmasını görenler ve hiçbir şeye inanmayanlara karşı çok dikkatli ve dirayetli hareket etmemiz gerekiyor. Gerçekçi, şefkatli yaklaşım ve davranışlarda önem sıra­sına riayet etmemiz zaruridir. Yoksa umduğumuzun aksine daha ters tepkilerle karşılaşabiliriz. "Allah yoluna iyilik ve hikmetle çağır. Daha üstün değerlerle tartışmanı sürdür." (Nahl-17) Peygamber'in (s.a.a) şu hadisi de olayı doğruluyor: "İnsanlara anlayış de­recelerine göre hitap etmemiz emredildi." Halkları İslam'a çağı­ranların şu gerçekleri idrak etmeleri gerekiyor:

    1)Bu halkların İslam'a karşı kötü bir ön yargıya sahip olmala­rı mümkündür.

    2)Bu halklardan, özellikle komünizm cehenneminden kurtu­lanlar şu anda hayat standartlarını yükseltmeye çalışmaktadır­lar. Bundan dolayı politik ve ideolojik tartışmalara girmeleri için yeterince zamanlan ve tahammülleri yoktur.

    3)Bu halkların her şeyden önce biraz rahatlığa ve sükunete ih­tiyaçları vardır. Çünkü yetmiş yılı aşkın süredir maddi düşünce tuzaklarından yılmış ve Allah'la, dinle olan bağları tâmamiyle kopmuştur.

    4)Bu halkları kendimize ve İslam'a yaklaştırmamız salt ideo­lojik düşünce ve süslü sözlerle olmaz. Onların ruhuna hitab et­mekle birlikte, aynı zamanda davranışlarımız (İslam'ı yansıtan hal ve tavırlarımız) ve sözden önce pratiğimiz çok önemlidir. İs­lam tarihi boyunca halkların ve ülkelerin bu dine yönelmesi, Müslümanların söyledikleri gibi davranmalarıyla mümkün olabil­miştir. Peygamber efendimiz (s.a.a) bu konuyla ilgili bir hadisinde
    şöyle buyuruyorlar: "İman ummakla değildir; iman, kalbe yerle­şen ve amelle tasdik edilendir." İmam Ali (a.s) ise bu konuda şöy­le diyor: "Kendisini başkalarına imam olarak sunanlar ve başkalarına anlatmaya çalışan; başkasına öğretmeden önce kendisi imanın gerçeklerini öğrensin, hal ve tavırlarıyla yol göstersin." İnsanın önce kendisinin öğrenmesi ve daha sonra bununla amel etmesi, amel etmediği halde başkasına öğretmeye kalkışmasın­
    dan daha iyidir.

    5)Bu halklara karşı yeniden ideolojik savaş başlayacaktır. Bu yüzden bu ideolojik savaşta yalnız olmadığımızı ve yalnız bırakılmayacağımızı iyi bilmemiz gerekmektedir.

    Radikal ve komünist partiler veya cemiyetler (Gorbaçov'un öncülüğünde) tekrar bu halklara yakınlaşmayı deneyecektir. Aynı zamanda sağcı liberal partiler de zafer kazanmışçasına duruma hakim olma çabasında olacaklardır. Bana göre bu halklar birçok düşünce akımının çatışma arenası haline gelecektir. Bunca zorlu­ğa karşı yine de bu halkları İslam'a çağırma ve hidayete erdirme şansı, öbür düşüncelerden daha kuvvetli görünüyor. Çünkü bu çağrının özünde fıtrat ve yaratılıştan doğan istek yatıyor. Sade, tabu ve yapmacık tavırlardan tamamen uzak ve bütün karşı koy­malara rağmen Allah'ın inayetiyle asırlardır süregelmiş bu ilahi tebliğ, bundan sonra da insanlığın kurtuluşu için tek bir alterna­tif olmaya devam edecektir. "Bu zikri biz indirdik ve biz onu ko­ruyacağız." (Hacr-9)

    Hiç kuşkusuz İslamî düşünceyi temsil eden birçok hareket var­dır ve bunların bu ilahî risaleti ifa etmek için kitab, dergi ve diğer kitle haberleşme araçlarıyla gayret gösterdikleri ortadadır. An­cak yukarıda değindiğimiz faktörleri göz önünde bulundurarak bu tebliğin sürdürülmesi Müslümanların çalışmalarının daha da ve­rimli olmasını sağlayacaktır. Öte yandan İslam'ın mesajından na­sibini almamış halkları İslam'a davet ederken, yaşadıkları psiko­lojik durumun basanda önemli bir etken olduğunu unutmamak gerekir. Müslümanların imandan kaynaklanan ruh hali içerisin­de olması onları İslam'a yakınlaştıracak ve onların ilgisini çeke­cektir. Pratiğimizin onların kalelerini bu tebliğe hazırlayacağının bilincinde olarak, onlara yönelik yayınlarımızı da bu esasa göre seçmemiz kaçınılmazdır. Başlangıçta şu konulara önem verme­miz gerekiyor:

    -İslamî anlayışa göre Allah

    -Allah'a olan inancın insan hayatındaki etkileri

    -İslamî düşünce (Özellikleri ve sıfatlan)

    -İslam neden tek ve gerçek çözüm

    Gayri Müslim halkların İslamlaştırılmasında birçok yol ve yön^ tem vardır. Biz sadece bir kaçını anlatmakla yetinelim:

    1)İslamlaştırılması istenilen halkların ülkelerinde kültür mer­kezleri açıp, hedefli ve sistemli şekilde konferans ve münazaralar yapılmalıdır.

    2)Kaliteli ve İslamî sıfatlara haiz, çağdaş düşünceli, ahlakî yönden ilgi çekici hocaların idaresinde İslam enstitüleri açılmalı­dır.

    3)Görmeye ve işitmeye dayanan araçlarla İslam'ı tanıtacak çağdaş sanat eserlerini sunmalı, hatta radyo ve televizyon istas­yonları kurma veya kiralamanın yollarını araştırmalı.

    4) Söz konusu hedefler doğrultusunda, periyodik olarak din adamlarının bu ülkeleri ziyaret etmeleri teşvik edilmeli; buralar­da paneller ve konferanslar düzenlemeleri için imkan sağlanmak.

    5)Söz konusu ülkelerde İslam'ı tanıtacak kitap fuarları düzen­lemek ve çağdaş şekilde süregelen bozuk düzene karşı ilahî çö­zümleri sunmak.

    6)Mevcut olan kilise, kurum ve kuruluşlarla iyi diyalog kurup gerçekleri gün ışığına çıkarmak.

    7)Dinsizliğin ve batı kültürünün ortaya çıkardığı hastalık ve buhranların üstüne parmak basmak ve bu kültürün, hem yarım,
    hem de bugünü nasıl güvenceden yoksun bıraktığını, sağlam istatistik! bilgilerle ortaya koymak. Bu istatistik bilgilerden birkaç örnek verelim:

    l- On milyon Amerikalı stresten dolayı buna­lım içerisindedir.

    2- Amerikalıların %20'si akıl hastasıdır.

    3- Gayri meşru doğumlar toplam doğumların %15'ini oluşturuyor.

    4-Her üç doğuma karşı bir kürtaj yapılıyor.

    5-Boşanma oranı %16.
    6- Beş milyon Amerikalı tecavüze uğramıştır.

    7- Amerikalıların %7*si alkoliktir ve uyuşturucu bağımlısıdır.

    8- Cinayet oranı %30, hırsızlık %56, silahlı saldırı%79, diğer değişik saldırı olayları
    %99'dur.

    9- Lise öğrencilerinin %80'i uyuşturucu kullanmakta­dır ve bir yıl içinde 26.000 kişi intihar etmiştir. Bütün bu olayları bir sonuç olarak göstermeli ve tek çözümün Allah'a yönelmekte
    olduğunu anlatıp kurtuluş yolunu hatırlatmalıyız. "Doğru din bu­dur, ama bir çoğunuz bilmiyor."

    Makalemin sonunda, İran İslam cumhuriyeti'ndeki kardeşlere teşekkür etmeyi bir borç bildiğimi vurgulamak isterim. Uluslara­rası İslamî konferanslar tertipledikleri için Allah onlardan razı olsun. Ayrıca Allah'tan dileğim İmam Humeyni'nin (R.a) hayatı­nın son anına kadar uğrunda çalıştığı İslam birliğinin bir an önce tahakkuk etmesi ve bütün İslami güçlerin tek çatı altında topla­nıp güçlerini İslam'ın yücelmesi ve ilahî görevlerini ifa etmeleri yolunda seferber etmeleri dileğiyle.


    Yorum


      #17
      Ynt: İNKILÂP İÇİN NE DEDİLER

      Kelim Sıddıki, İngiltere

      Politik tartışmaların ve diyalogların yeni dili İmam Ruhullah Müsavi Humeyni'nin etkisinde ve liderliğinde ortaya çıkmıştır. Ümmeti (bölgesel siyasi toplulukları) harekete geçiren İslam'ın si­yasi değeri İran İslam Cumhuriyeti tarafından yeniden canlandı, zindelik buldu. Biz, "İslam Enstitüsü" olarak dünya Müslüman topluluğunun siyasi anlayışındaki bu büyük değişime yardımcı olmak için yorulmaksızın çalışıyoruz. Son haftalarda Cezayir'in kaynama noktasına yaklaştığı gözleniyor. Cezayir'deki mevcut rejim, Şeyh Abbas Medeni ve arkadaşlarını tutuklayarak İslami hareketi bastırmaya çabalıyor. Şimdi bu arada Cezayir'deki: için şunu not etmemiz gerekir, orası da bu yüzyıldaki diğer hare­ketlerin müptela olduğu hastalıktan ızdırap çekmektedir. Bu illet, siyasi parti yapısıdır. Halbuki İslamî devrim mevcut rejimi yok etmek için açık harekete ihtiyaç duyar. Sömürge yönetimini ye ulusal devleti yıkma ve silahlı kuvvetlerin nötralizasyonu, İslamî devletin ortaya çıkışının zaruri şartlandır. İslami devri­min cerrahi müdahalesi bütün kötü dokuları (bulaşıcı) ikinci bir sirayeti yok etmek için tamamıyla ortadan kaldırmalı ve kesip at­malıdır.

      Geçtiğimiz yıl boyunca, bizler tekrar batının İslam'a ve Müslümanlara olan açık düşmanlığına şahit olduk. Körfez savaşı bir di­ğer haçlı seferinin küçük bir parçasıydı. Batının yenilmezlik pro­pagandası ve yenidünya düzeni oluşturma iddiaları bütünüyle saçma veya iyi niyetle gerçekleşmeyecek bir düşüncedir. Körfez savaşı hepimizin bildiği şeyleri sadece onayladı. Bunlar şöyle özetlenebilir;

      1-Bütün Müslüman ve Arap ulusal-devletleri batının bölgesel ve global isteklerine hizmet ediyor. Körfez savaşından önce buna zıt ülke yoktu, şimdi de yok.

      2-Batı, emperyalist hedeflerini elde etmek için Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki diğer insanlara yaptığı gibi sayısız müslümanı öldürebilir.

      3-Sovyetler Birliği de İslam'a ve Müslümanlara karşı olan di­ğer batılı müttefiklere tamamen üye.

      4-Birleşmiş Milletler hiçbir şey yapmıyor ve daima batının oyuncağı durumunda.

      Bundan başka, körfez savaşının ilahi bir hikmeti vardı. Bu, gerçi büsbütün yeni olmasa da, her şeye rağmen önemli. Körfez savaşı bir şeyi daha açıklıyordu; belki bu, zapt edilemez batının yumuşak bir başka hamileliğiydi (ya da şişkin karnıydı) denebilir ve bu "Vietnam Sendromu" diye adlandırılır. Bu kalıp Amerika devlet başkanının dudakları arasından birçok kez çıktı ve "Fars körfezi bir başka Vietnam olmayacak" diyordu sıkça. Pek tabii ki Vietnam'ın kendisi Fars körfezinden çok uzaklarda; peki George Bush ne demek istiyordu? Şu açıktı: O, Amerika'nın Saddam Hü­seyin'in Irak'ı tarafından hezimete uğratılacağını söylemek iste­miyordu. Zaten öyle bir ihtimal de yoktu. Amerika ve batılı müt­tefikleri Sa4dam Hüseyin'in İslami İran'la 8 yıllık uzun savaşını desteklemiş, arka, çıkmış, finanse etmiş, planlamışlardı ve Sad­dam Hüseyin'in savaş kabiliyetini biliyorlardı. Ondan gelecek bir tehlike yoktu. Öyleyse Vietnam Fars körfezinin neresindeydi? George Bush bir başka Vietnam olmayacak' dediğinde açıkça İran'ı kastediyordu; Amerika ve batılı müttefiklerin İran'ı savaşmak için zorlamayacaklarını söylemek istiyordu. Bu olayda 750.000 bölük oldukça fazla kara, hava ve deniz kuvvetleri yerleştirilmiş olmasına rağmen, batılı liderler uçaklarından bir tanesinin bile kazaende olsa İran’ın üzerinden geçmeyeceklerinden emindiler. Batılı hava korvetleri İran hava sahasına kaçan Irak uçaklarını takip etmeyeceklerdi. Belki de Saddam Hüseyin, İran hava saha­sını kendi uçaklarına güvenilir bir bölge gibi kullandırmasıyla batıya İran’ı bombalatmayı umuyordu. Fakat batı bu zorlamayı dışladı. Peki batı neden korkuyordu? Tabii ki, İran hava gücü ve­ya İran'ın uçağa karşı olan hava gücü kapasitesinden değil. İran bu değerlerin çok azına sahipti. Batı bugün için İran olan İs­lam'ın gücünden korkuyordu. Eğer onlar İran'a girmeye cüret et­selerdi, burası onların Vietnam’dan ve Waterloo'lan olacaktı. İmam Humeyni Irak'la olan savaşı 8 yıl uzatmakla batılı ve diğer saldırgan güçlere şu mesajı veriyordu; eğer bunlar İslam Cumhuriyeti'ne saldıracak kadar ahmakça bir şey yapacak olurlarsa İran onların mezarlıkları olacaktı. Batı şimdi zayıf düşmanına karşı kısa, keskin teknolojik savaşı seviyor. İran'ın Müslüman as­kerleriyle yapılan bütün anlaşmalar çok uzun sürecek el-ele bir savaş olacaktır. Böyle bir savaşta Amerika'nın, çıplak kız arka­daşlarının fotoğraflarını sıkıca tutan askerleri İslam'ın Kur'an'a sarılan ve şehit olmaya çabalayan askerlerine benzemeyecektir.

      İmam, Haziran 1989'da vefatından 6 aydan daha kısa bir süre önce, dünyevi medeniyetin yükselmesi için diğer bir gelişme sun­muştu. Sovyet lideri Gorbaçov'a mektubunda komünizmin çöke­ceğini önceden söylemişti. Aynı yıl içinde o engin komünist impa­ratorluk ambalaj kâğıdı gibi çöktü, dağıldı. İmam, Gorbaçov'u yegâne çözüm olan İslam'ı araştırmaya davet etmişti. O aynı za­manda Sovyet ilim adamlarını Kum'da çalışmalar yapmaya da çağırmıştı. Bu, yaşayan herkes için İslam'ın büyük delilinin bir parçasının tamamlanmasıydı.

      İmam'ın eleştirileri komünizme karşı olan sosyal demokrasi ve kapitalizme de eşit olarak uygulanmasıdır. Komünizm çöktü, çünkü o, devletin kapitalist rolü üstlendiği kapitalizmin en son şekliydi. Sosyal demokrasi kisvesi altında geliştirilen şirket kapi­talizmi de, komünizmin Sovyetler Birliğinde, Doğu Avrupa ve Çin'deki akibeti gibi, tamamıyla verimsiz, savurgandır ve moral olarak iflas etmiştir. Gerçekten de İngiltere, Fransa ve Almanya gibi demokratik hükümetler ekonomilerinde Sovyetler Birliği'nin vardığından daha çok halka ait sektörler oluşturmuşlardır. Ko­münizmin çökmesini sağlamış öncü faktörler, kapitalist demokra­tik sistemler diye adlandırdıklarımızda da mevcuttur. Batının as­keri yönden kendini beğenmişliği, çekirdeğindeki boşluğu sakla­ma niyetindedir. Ama kapitalizm direği, eminim ki komünizmde olduğu gibi çökecektir. Batı bunu biliyor. Batının tarihi anlayışı­nın derinliklerinde, İslam medeniyetinin dünyanın en etkin me­deniyeti olarak batının yerine geçeceği kayıtlı. İşte bu bilgi batıyı İslam'a, İslam dünyasına ve dünya Müslümanlarına zarar ver­mek için çabalamaya zorluyor. Tabii bunun, onların İslam'ın elin­deki kaçınılmaz afet ve rezil olmalarını sadece geciktirmeyi sağla­yacağını bildikleri halde. İşte bu yüzden batılı entelektüel gele­nek İslam'ın mesajını çarpıtmak ve bozmaya çabalamak için in­sanlık dışı, doğru olmayan oldukça ağır girişimlerde bulunuyor. Yine bundan dolayıdır ki batının her yerinde ve her gün İslam'a ve Müslümanlara karşı oldukça aşağılık yazılar ve konuşmalar yapılıyor.

      'Şeytan Ayetleri' yazan, sarf ettiği cümlelerinde ölüme mah­kumdur. İmam'ın adaleti yanlışsızdı. O, 'Şeytan Ayetleri'ni İs­lam'a ve İslam Peygamberi'ne açık bir suikastın parçası olarak gördü. Şimdi de A.N. Nilson hayali düşünce türü olan Hz. İsa (AS)'ın oldukça tehlikeli biyografisinin üretimini uygulamış bulu­nuyor. Eğer bunlar yollarında durdurulmazsa, Selman Rüşti bel­ki de İslam Peygamberi'nin küçük bir edebi biyografisini yazıyor olacak. İngiliz hükümet bakanlığı 'Şeytan Ayetleri'ne benzer kita­bın hiçbir şekilde yazılamayacağını henüz kabul etmiş bulunu­yorlar. İyi. Bunu kendi hatırlan için yaptıklarını umuyoruz, fakat kimse Rüşti'nin kaderini (Ölüm fermanını) unutmayacak.

      Fakat İmam'ın fetvası bundan daha fazlasını yaptı. Batının makyajının temel bir parçası olan İslam'a karşı yerleşik ve kaldı­rılması zor kin ve nefret yüzlerini ortaya çıkardı. Fetva, açıkça batının İslam'a olan gizli kalmış kinini alevlendirdi. Onlar bizi barbarlar diye adlandırdılar, fakat onların öfke ve umutsuzlukla­rının hararet ve şiddetlerinde batılı hükümetler, elitler, entelektüeller, basın ve edebiyatçılar, geçmişleri, şimdiki halleri ve gele­cekteki niyetlerinin hepsini görecekler. Britanya'da yaşayan Müslümanlar bu dehşetli manzaranın kıyısındalar. Biz bu dramada her halde kahramanız, kötü adamlarız ve şiddet uygulayanlarız.

      İmam Humeyni'nin en büyük başarısı, İslam'ın kendi orijinal devrimci istekleri ve amaçlarım yeniden güzelleştirmesiydi. Sö­mürgeciliğin zayıflatıcı etkisi, milliyetçilik ve batı siyasi kültürü en azından İran'dan kovuldu. Son İmam, Şii ve Sünni okulların siyasi düşüncelerinin birleşmesine birbirlerine yaklaşmasına sebep oldu. İslami devrimlerin devrimci programı bütün İslam dün­yasını batılılaşma hastalığından kurtaracaktır. İslam şimdi tarihi şiddetli bir şekilde değişmeye zorluyor. Batı suya batmış emperyalist mirasını ve sömürgeci statü kosunu korumak üzere savunma­da bulunuyor. Bu miras dünya çapında kapitalist sistemler tara­fından pekiştiriliyor ve "sosyal demokrasi", Fukayama'nın "tarih'in sonu mu?" ve "yeni dünya düzeni" gibi sloganlarıyla meşrulaştırıyor. Yeni zuhur eden İslam medeniyetiyle, batmış ve çök­müş batı medeniyeti arasındaki savaş 21. yüzyılın ortalarında olacak.

      Şu bir gerçek ki, her şeye rağmen Müslümanlar Batı'yı anlayış­larını geliştirmeleri gerekir. Batı medeniyetinin yüksek değeri batılı adamın yaşam standardıdır. Uzay çağının teknolojik şüphe­leri ve modern silahların korku veren gücünü de içeren biçimde, insan yapımı müthiş faydalan bir araya getiren kompleks bir me­deniyettir aynı zamanda bu batı medeniyeti. Bu, modern ulusal devletlerin karmaşık insan örgütlerini (organizasyonlarını) ve ço­kulusluların işletme dirayetini ve kazancını üretmiştir. Batı me­deniyetinin perisi, eşit olmayan bir yapı içerisinde herkesin eşit olduğunu söylüyor. 'Ulusal devletlerin müthiş eşitliği' diye adlan­dırdıkları şey buna örnektir. Fakirlere yapılan yardım sadece zenginlerin yüksek fiyatlarla ihracat yapmalarını sağlıyor. Bu bütünüyle fakiri fakir, zengini zengin ediyor. Koruma zayıfa doğ­ru genişletildiğinde, bu, zayıfın zayıflığını alt etmeye çabalama­sından korumak içindir. Demokratik oligarşi, rakip partiler ola­rak organize olmuş bazı insanların ellerindeki kaynakların yöne­timi ve gücün kullanımının kısıtlandığını ortaya çıkardı. Verilen eğitim, ferdi öncelikle güvensiz, endişeli yapıyor; daha sonra kız ya da erkek kontrollü sistemlerle benlik, bencillik duygularının elde edilmesi için donanıyor. En son olarak, ticari geleneğe ser­bestlik ve rekabet değerleri veriliyor. Bu, toplu harcamalara, tü­ketime' liderlik eden tamahkar, açgözlü enstitüleşmiş kültürü or­taya çıkardı. Ekonomik teori tarafından kar maksimizasyonu çeki­ci kılınıyor, fakat ücret artışı moral bozucu. Şirketler fiyatların artışım sağlamak için ürettiklerini ayarlıyorlar, fakat işverenler işçiyi tutmak zorunda değiller veya onlar daima karışıklık çıkarı­yorlar. Kadın evde, caddede dünya eğlence merkezlerinde işyerin­de seks konusu olmak zorunda, fakat hap almayı unutmuyorlar veya dünyaya istenmeyen çocuklar getirecek kadar da sorumsuz oldular. Batı şimdi, seksüel açgözlü medeniyetin ihtiyaçlarının buluştuğu başarılı boş bir endüstriye sahip aynı zamanda; ürettikleri hizmeti ve mallan bir çok insanla paylaşmak istemiyorlar Fakir fakirdir, çünkü çok çocuğu vardır, bu bir darb-ı mesel oldu. Bir başkası da "çok fazla fakir var, çünkü onlar bir fere gibi doğu­ruyorlar" diyor.

      Batı medeniyeti sadece batının ilgisine hizmet eden gelişmele­re inanır. Dünyanın büyük çoğunluğu batı haklarını süper tekno­lojik ve örgütsel yetenekleri için mükafat olarak çekip ayırırken onları yakaladıklarını konuşuyor. Batının gerçekliği fakirin fakir olarak korunmasını sağlıyor veya onları fakirleştiriyor. Bu birçok batılının kendisi tarafından geniş çaplı kabul görmüştür.

      Sol ve üçüncü dünya lobileri, kendi çıkarına kullanma, sömür­gecilik ve emperyalizmi konu alan güzel edebi anlaşma üretiyor­lar. Fakat sol ve liberaller, istenilen savaş, Hıristiyan yardımı ve üçüncü dünya vakfı gibi kozmetik şeyler üretenler, sadece kur­banları için hak etmedikleri koruyucu batı imajı vermekte başarı­sız ve etkisizler. Onlar, kendileri felaketin parçalarıyken alamet­lerin kenarında çalışıyorlar.

      Dikkate alınması zorunlu durum ve sadece İslam'ın çözebilece­ği şey, batı medeniyetinin gerçekten de bir musibet ve salgın has­talık olduğu. O hiçbir zaman bir medeniyet değildir. O bir felaket­tir. Batı bugün değer olarak cahiliyeden farklı değildir, (ilkel vah­şi topluluklardan ve bilgisizlikten), ki bu Arabistan'da yaygındı ve peygamber Muhammed (s.a.a.) zamanında dünyanın çoğu bu durumdaydı. Cahiliye, kendisine medeniyet diyordu. Kendi de­ğerlerine sahipti, o da kendisinin bilgi merkeziydi ve kendi çocuk­larına eğitim veriyordu. Ticari ilişkilerinde güçlü ve zengin bir kültürü vardı. Mekke insanları şiirde ve misafirperverlikte şöhret kazanmışlar ve sanatın diğer kollarında orada ve her yerde mu­vaffak olmuşlardı. Cahiliyenin de kendi tanrılarına vardı.

      Burada İslam'ın tesisi, değişimin aracı ve toptan değişimin gerçeği olarak geldi. İslam manastırda inzivaya çekilmiş bir pey­gambere vahyedilmedi. İlahi vahiy İslam'ın bir parçasının şekliy­di ve gerçek Kur'an'ın kelimelerinden oluşmuştu. İslam'ın kalan kısmı Peygamber'in (s.a.a) uyguladığı değişim metodu ve yine onun liderlik ettiği İslami harekettir. Bu, Resul'ün hayatı diye bi­linir (siret) ve sünneti (Peygamberin söylediği yaptığı, yapılması­na sebep olduğu, emrettiği, izin verdiği her şey) Peygamber'in li­derliğindeki İslami hareketin içerdiği her şeyi İslam'a ait olarak kabul ederlerdi. Kur'an Müslümanları, sahip oldukları bütün de­ğerlere İslami hareketin savaşına Allah-taraftarları olarak katılı­mına, kesin kararlılıkla bağlanmaya çağırır. Kurulu düzenin top­tan yıkılmasına sebep olmak İslam'ın doğasındadır. İslam'ın ana amacıdır. İslam var olan bütün ilişkileri, yeni ilişkilerin kurulma­sı için değiştirir; fakat diğer ideolojilerin yüzeyde kalan, sadece değişim için değişim veya sınıfların haklan için veya emperyalist güçler için sosyal değişim gibi değil. İslam sabit değerler önerir. Bütün değişim çok iyi tanımlanmış ve genelde bilinen sabit de­ğerler çerçevesinde oluşur. Bu sabit değerler kümesi İslam'ın inanç sistemidir. Bu inançlar temel (sınır) durumlardır, paramet­reler değişimi organize ederler. İslam'ın temel değerleri değişi­min amacına, metoduna ve işleyişine rehberlik ve kontrol ederler. İslam tarafından kurulmuş yeni sosyal ilişkiler kendi içinde dina­mik, esnek ve verilen parametreler dahilinde bilgi ve tecrübeye dayalı olarak insanın şahsiyetinin gelişmesini sağlar niteliktedir. Değişim için örgütlenmenin en son amacı İslami devletin kurul­masıdır. Bu bir kazai durum değildir. Nitekim tarihteki İslami devletler böyle kurulmuştur. Bunun en büyük örneği Allah'ın peygamberi Muhammed (s.a.a)'in bizzat kendisidir.

      Açıkça anlaşılması gereken bir nokta şu ki; İslami devlet ve İs­lami hareket bir bütünün parçalandır; İslam, İslami devletsiz ta­mamlanmamış bir durumdur. Bu bir manada şudur: İslami dev­leti kurma amacındaki İslami hareketin mücadelesi, uğraşısı her Müslüman için en önemli peygamber sünneti; İslami harekete ka­tılımı ise farz-ı ayrıdır. Öyle ki, Kur'an ve peygamber Hz. Muhammed'in sünneti İslam'ın sabit değerleridir. İslami devlet ve İslami hareket, değişken değerleri (vaziables) dinamikleştirir, bü­yütür, geliştirir, değiştirir ve kemale erdirir. Bu sabit değerlerin yegane bileşimi dinamik faktörlerin ve İslam'ı çok esnek ve deği­şime çok etkili bir unsur yapmıştır. Şöyle ki, onun dinamik kana­dında İslami hareket, geri çekilme, umutsuzluk ve hatta yenilgi­nin olabilirliğini kabul eder. Bu, peygamber Hz. Muhammed (s.a.a)'in yaşamındaki olaylar ve hadiselerin birçoğunda görül­müştür. Olabilir, hatta, İslami devlet düşman saldırısıyla yenilir ve parçalanır. İslami devlet İslam'ın standartlarından sapabilir; tabii bu durumda sapmanın iç nedenlerini gidermek veya felaketi tersine çevirmek İslamî hareketin görevi olur. Şu dikkate alınma­lıdır ki devlet İslam'ı yitirilebilir, fakat İslami hareket tümüyle yitirilemez. Çünkü felaketin veya sapmanın ne kadar büyük oldu­ğu dikkate alınmaksızın İslami devletin yeniden oluşturulması için mücadele daima var olacaktır. İslam'ın tüm tarihi Müslümanların orijinal Medine İslam devletinden tedrici sapmaları şeklin­de (kendimizi şimdi parselleşmiş ulusal devletler olarak bulduğu­muz ana kadar) yazılabilir. Bu ulusal devletler İslami devletlerle hiçbir benzerlik taşımazlar. Bu ulusal devletlerin yöneticileri biz gibi Müslümanlar, ama bizden değildirler. Bunlar, bizim düşman medeniyet tarafından genişçe kuşatıldığımız zaman tarihin bir döneminde ortaya çıktı.

      İnsanlığın mutluluğu ve iyiliği için (Kur'an'dan) "Emr bil ma'ruf, nehy ani'l-münker" emri; İslami devletin kurulması, ge­nişletilmesi, savunulması, geliştirilmesi, korunması veya kurul­ması için Müslümanların mücadelesi İslami hareket diye tanım­lanır.

      İslami hareketin üç aktif katılımcısı vardır. İlki Allah (c.c.) Teala'nın kendisi, ikincisi İslam Peygamberi ve üçüncü olarak Müslümanların çoğunluğu. Ümmette olduğu gibi Müslümanlarda her birinin bilincinde var olan Allah, bütün Müslümanların kararlarına ve güçlerine aktif yardımlarda bulunur. İslami hareketin en tehlikeli durumlarında O (c.c.), aktif olarak ve doğrudan müdaha­le eder. Kur'an'daki Fil süresiyle bunu bize hatırlatıyor. Peygam­berin doğduğu yılda olan bu olayı, Kabe'yi yıkma amacındaki Mekke'ye yaklaşan fillerden oluşmuş askerlerin o eski olayını ve­riyor. Allah (c.c.) askerleri uzaklaştırmak için müdahale etti. Ni­san 1980'de Amerika'nın yılgın başkanı Amerikan elçilerinin kur­tulması için başlattığı operasyonun fiyasko ile sonuçlandığını ülke çapındaki televizyon yayınında bildiriyordu. Bütün dünya Müslümanlar bunu ("süpergüç" rezaletini), yeni kurulmuş İran'daki İs­lami devletin korunması için Allah'ın doğrudan müdahalesi (yar­dımı) diye tefsir ettiler. Uçmaya çalışan birçok helikopterin bozul­ması, komandoların burayı cehenneme dönüştürmek için gelmiş olmalarına rağmen sinir sistemlerinin tahrip olması ve yerde bir­birleriyle çarpışmalarını kimse açıklayamaz. Birleşik Devletler insanı aya gönderiyor getiriyor; batının teknolojisi uzaya mekik hazırlıyor; onlar son model makinalar ve silahlar yapabiliyorlar. Fakat inançsız ve vaatsiz sonucu elde edilemeyecek bazı amaçlan vardı. Özel, kullanılamayan kuvvet tamamen kullanışsızdır. Al­lah Teala'nın aktif katılımı en tehlikeli anlarda olur; yoksa saf rasyonel akla göre korku yaratırdı. Bu Müslümanlar rasyonel mantıkçı değil anlamına gelmez. Bizim inancımız aklımızın ayrıl­maz bir parçasıdır (gereğidir). İslami harekete aktif katılımcı plan Allah (c.c.) Teala konusundaki bilgi harekete metafizik bir bo­yut ve değer veriyor. Fakat bu metafizik boyut bazı taklidi ruhanilik meşguliyeti değildir. Bu fiziksel dünyada gerçek problemle­rin çözümü için ve fiziksel dünyada hedeflerin elde edilmesi için.

      Peygamber Muhammed (s.a.a)'in sünneti aynı şekilde sabit değerdir. İslami hareket peygamber Hz. Muhammed'in (saa) elde ettiği ve peşinde koştuğu amaçları kovlamaktadır. Peygamberin uyguladığı metodlar kullanılmalıdır; ya da onlardan derlenenler. Müslüman ümmet, peygamber ve takipçileri tarafından kurul­muş İslami hareketin içindeki ferdi ve toplu davranış ve katılım standartlarına (ferden ve toplu olarak) uymalıdır. Tabii bu, hata­ya veya başarısızlığa karşı garanti değildir. Bu diğer halden daha çabuk hatayı ortaya çıkarır. Bu durumda başarısızlık, hareketin hedeflerini tamamıyla bırakmasına ikna edecek hayal kırıklığına sebep olamayacaktır. Bu gün de bu konuda problemimiz olmadı, sonra da olmayacak. Tabii ki şekil ve ölçü değişmiş durumda. Ba­zı belirgin örnekleri almak için; kabilevi ilişkiler milliyetçilik şeklinde evrenselleşti. Kölelik, kapitalizm ve eski komünizmde ku­rumlaşmış işçiler şeklim aldı. Ahlaksızlık, serbestlik, hümanist­tik, rasyonalizm, ferdi özgürlük, secüler (laik) eğitim, bilimselcilik ve demokrasi felsefelerinde hürmete layık ahlak oldu. Fakat nite­lik bakımından problemler aynı kaldı. Bu yüzden peygamberin (s.a.a) metodları izlenmelidir. Eğer hakikaten İslami hareket ta­rafından bugün bu yapılırsa 14. yy. önce elde ettiğimiz harikula­de sonuçlara sahip olacağız. Fakat harikulade sonuçlar uzun sü­reli tahammüllü çabalan izler. Önemli hedeflerin çabalanmasında ara sıra hatalar ve kısmi basanlar vardır. Günümüz İslami ha­reketi bu konu çerçevesinde medeniyet değişimine yaklaşmak zo­rundadır.

      Sömürü dönemi İslam ve Müslümanlar için tarihsel yapılan te­melinden değiştirdi. Sömürge döneminden önce Müslüman mede­niyeti yavaş yavaş artan gecikmelere ve toplum düzenine aykırı hareketlerde bulunma döneminde olmasına rağmen, İslam'ın te­mel orijinal değerleri geri getirilebilirdi. Onların çok sapmış ve bozulmuş formlarında bile İslami sosyal, ekonomik ve siyasi ku­rumlar, vahiy olmayan alanlarda İslam'ın en eski tarihinden iti­baren kendi kimliklerini oluşturmaya giriştiler. Sömürge dönemi, insanların ve geleneklerin korumasına rağmen kurumların yok edilmesine önderlik etti. Kurumların yeni markası oluşturuldu ve bunlar yeni batılı kuralların doğumunu getirdi. Ne post-koloni enstitüleri ve ne de yeni kurallar; her ikisi de İslam tarihinin ana görüşüne uymazlar. Şimdi bizim sahip olduğumuz yeni ulusal devletler, onların kurumlan ve yönetici sınıflar tarihin bir başka âna görüşünün parçaları: Bu görüş batı medeniyetinin, kültürü­nün, standartlarının ve değerlerinin membaını izliyor/Sadece İran'da İslami hareket emperyalizmin kuru ve verimsiz yüzeyini kesmede başarılı oldu. (Bunu Müslüman toplulukları harekete geçirerek sömürge taraftan rejimi, onların emperyalist üstadlarını ve ulusal devletin kurumlarını yıkarak yapmıştır.)

      İslami hareket, inananların genelinin tek vücut olarak katılımı oldukça zayıflatıldı. Bu yüzden İslami hareketin yenilmezliği, ön­celikle İran'da açıkça gösterildiği gibi ümmetin bir parçası için bi­le söz verme, birleşme ve harekete geçmenin kazanılmış olmasıyladır. Modern şartlarda İslami hareketin yenilmezliğinin belirsiz olmayan bu gösterimi esas olmuştur. Çünkü birçok Müslüman, peygamber metodlarının günümüz süper güçleri ve onların tekno­lojisine karşı başarısının uzun sürmediğine inanmaya başlamış­lardır. Süper güçlerin ve onların teknolojisinin sırlan saklı tutulu­yor. Müslüman ulusal devletlerdeki sömürge taraftarı rejimlerin hala süper güçleri korumak için çalışıyor olma gerçeği, sadece, bunların emperyalistler tarafından ortaya çıkarılmış ve İslam'da yerlerinin olmadığı noktasını ispat ediyor... Ulusal devletlerde sosyal demokrasi çerçevesinde İslami çözümler araştırmak ve sü­reli var olan gerçekliği kabul etme günahı dikkate alınmalıdır. Bu günah, cahiliyle taraftarlarına karşı çıkma ihtiyacını ortadan kaldırıyor ve bu duyguyu yok ediyor. İslami harekete liderlik ede­ceği iddiasında olanlarca bir kere "sömürge sonrası kâbusu" ger­çeği istemeyerek de olsa kabul edilir. Onlara kalanlarsa siyasi partileri örgütlemek, seçim münakaşaları yapmak, uzlaşma tek­lifleri hazırlamak, generalleri, sömürgecileri ve monarşi zengin­leri İslam'ı kurmak için ikna edici diğer çalışmalar yapmaktır. Şimdi Pakistan'da günaha teşvik daha da fazla Çünkü Müslüman toplulukları seferber etme ihtiyacını ortadan kaldırıyor. İsla­mi siyaset böylece yeni ve kabul edilebilir ulusal sınırlara düşürü­lüyor. İslami hareketin global rolü (görevi), dar ulusal ölçüye dü­şüyor. Aslında onlar için daha uygun olan şey, devleti ulusal asamblenin yazdığı İslam anayasasını yapılması sorunu, İslami devleti kurma amacı yapan idealdir. Bu, ne yazık ki aslında sö­mürge zamanında işlemeye başlayan ve hala bugün de çalışmaya devam eden İslami partilerin çalışma çerçevesi olmuştur. Onlar bunu kendi muazzam hatalarından öğrenmeyi kabul etmiyorlar.

      Eskiden umulduğu gibi ilk uzlaşmalar ulusal İslami hareketle­rin ortaya çıkmasına önderlik ettiler. Bu çalışma çerçevesinde, İs­lami partiler demokrasi adına ümmeti bölmeye çalışanlarla birle­şir. Tabii ki bugünlerde ulusal İslami partilerin karşılıklı özel he­defler olanlarım bulmak zor. Ulusal parametrelerde, İslami parti de üst tabakanın, elitlerin hareketi ve çalışması oldu. İslami par­tinin platformu olan elit sömürgeci üstadlar ve rejimler tarafın­dan bizim İslami geçmişimiz ve İslami bilincimizin üzerine oturulmuş bulunuyor. Bunlar, kuru ve kısır üst sınıf sosyal tabaka­dandır. Kötülük batının, hatta sonuçta İslam'ın siyasi teorisini temsil ediyor diye çıkan sosyal felsefesi ve siyasi teorisinin toptan ithalatıdır.

      Yapılması gereken nokta şudur ki, muhtaç olunan vaat, bağlı­lık ve seferberliğin seviyesine şimdiki sınırlar içinde ulaşılamaz. İslam'ın dünya görüşü hala mecbur ediyor ve yerel ümmetlerin şuuru bugün Müslümanların arasında eskiden olduğu kadar kuv­vetli. Asırlık (secular), sonradan sömürgeci ulusal devletler onu, ümmete ait olan fikre sahte bağlılık olarak ödemeyi gerekli bul­du. "Uluslararası İslami Organizasyonlar" kurdular. İslam dışiş­leri bakanlarının konferansları ve pek sık olmayan İslam zirvele­ri düzenlediler. İslami dayanışmayı ilerlettiler, fakat insanların arasında aramadıkları, ulusal devletlerarasında aradıkları daya­nışma hususunda dikkatliler.

      Gerçek şudur ki, ulusal devletler, sonradan sömürgeci rejimler ve onların koruyucu süper güçleri tek bir yürek gibi atan ümmeti durduramaz. İslami hareket bu vücudun ruhudur. Dolayısıyla İs­lami hareket ve ümmet bölünemez bir birliğe şekil vermiş olurlar. Ümmet görevsel olarak tamamen (as a functional whole) uyuşuk duruma düşmüş ve görünüşte milliyetçilik ve mezhepçilik (nationalizm ant sectarianism) gibi bazı güçler tarafından bölünmüş­tür. Fakat bir anlık güç (the moment strength) vücudun her par­çasına geri döner ve bir sevinç dalgası ve enerji ümmetin tamamı yoluyla harekete geçer. İran'daki İslami devrim, zamanında üm­met yoluyla hareketlenen heyecanın, parçalanmaya ve zorla ka­bul ettirilen dayatmalara olan nefretin ispatıdır. Fakat üzücüdür ki, düşük seviyeli sadakat kuruluşlarının, mezhepçi önyargıların, milliyetçiliğin ve ulusal "İslami partilerin"(!) hep beraber büyük­lüklerini empoze etmeye çalışan Suudi Rejimi tarafından finanse edildiği, desteklendiği de doğrudur.

      Kısaca söylemek istersek onlar muhtemelen başarılı oldular. Fakat her zaman olduğu gibi, problem Hz. Muhammed'in metotlarına doğru koyu bir anlayışın zabtedilmiş olmasıdır. Bu, her se­viyede İslam'ın dünya görüşünün sert gösterilmesini gerektirir.
      Bu yöntemde, İslami hareket çağdaş İslam karakterinin kutsal standartlarını yıkmak zorundadır.

      Keskin düşünceler ve kabullenişler zamanın başlangıcından beri her yolda, kabul edilemez haldeki her durum şimdi terkedil­miş olan rahatlığın birer seçeneğidirler. Bunlar her ne kadar az olsa da İslami hareketin çekirdeğine saldırırlar. Önemli olan şudur ki; İslami hükümet şu anda yaygın olan neo-cahiliye tarafından lekelenmemiştir. Ümmetin ruhu olan İslami hükümet, kendini yenilemek zorundadır. Ümmet, kendi kendine içindeki parazitleri ve ona saldırıda bulunan yabancı güçleri imha ederek, yavaş ya­vaş en uygun duruma dönecektir. Demokrasi, sosyalizm, kapita­lizm, monarşi, İslami partiler ve gerçekte olmayan diğerleri gibi­lerinin niçin kısa çözüm (erken çözüm) diye adlandırıldığını gör­mek çok kolaydır. Bu erken çözümler birer felakettir ve asla teda­vinin bir parçası olamazlar.

      Biz şunu dikkate almalıyız: İslami harekette İslami devletin rolü olan 'evrensel rehberlik'e ulaşılmalıdır. Bir kere bir İslami devlet İslami hareketin parçası tarafından kurulur. İslami hare­ketin bir başka bölümü, ümmetin bir başka coğrafi alanım İslami devlete dönüştürmekte başarılı olduğu zaman, İslami hareket bu­na mukabil olarak kuvvetlenecektir. Sonra yerel İslami harekette iki İslam devleti var olacaktır. Daha sonra bu sayı üç, dört, beş... gibi kaç tane olacağını bilemeyeceğimi sayılara ulaşacaktır. Fa­kat İslami devletlerin sayısı doğal olarak bugünün ulusal Müslü­man devletlerinin sayısından çok daha az olacaktır. Bu İslami devletler sadece uyumlu davranmakla kalmaz, geniş bir şekilde ideal amaçlan kovalarlar. İslami hareket, bütün ümmete hizmet eden fonksiyonel kanunların kurulacağı İslami devletleri içinde bulunduran bir kafes olacaktır. Bu kanunlar, emiru'l-müminun liderliği altındaki en son İslami devletlerin birleşmesi için kayna­ğa uzanacaktır. Bunlar nesiller, hatta yüzyıllar tarafından görü­lebilecek gelişmenin ve büyümenin aşamalarıdır. Ümmetin sapması ve parçalanması 1000 yıl almıştır ve kısa süre içinde çaresi bulunamayacaktır.

      Çoğu ulusal İslami devletler, ilk hedefleri kendi insanlarını ve İslam dünyasını aldatmak olan ön kuruluşları oluşturmuşlardır.

      Fakat bunların bazıları Rabıta gibi bazı merkezler tarafından finanse edildiği için biz bütün dünyada devam eden düşük seviye­li resmi olmayan organize İslami hareketin geniş sistemini dışla-mamaya dikkat etmeliyiz. Bunların bazıları şu anda dalkavuk, mevkici, şarlatan veya sadece budalalar tarafından kontrol edil­mekte ve yönlendirilmektedir. Bu toplum temelli ve öğrenci te­melli organizasyonlar gerici rejimlerin ve etkili kişilerinin baskı dünyasından derece derece uzaklaşacak ve İslami hareketin aşın derecede yararlı direkleri olacaklardır. Dalkavukların, mevkicilerin, şarlatanların, İslamcıların (!), milliyetçilerin ve demokrat Müslümanların geniş çoğunluğu, genç ve yaşlılar İslam davasın­daki gerçek işçilerdir.

      Şimdiki durumda yeni olan şudur ki; İran'daki İslami devlet küçüktür, fakat İslami hareketin önemli bir parçasıdır. Devlet ile hareket arasındaki ilişki dikkatlice geliştirilmek zorundadır. Sakınılması gereken açık tuzakların bazıları kolayca teşhis edilmiş­tir. Örneğin, İslami İran İslami işçilerin, imamların, profesyonel vaizlerin, camilerin, cemaatlerin, gençlik gruplarının ve diğer or­ganizasyonların, evrensel bir sistemi finanse ve kontrol eden İsla­mi hareketin Suudi Arabistan'ı olmamalıdır. İslami Devletin dı­şındaki İslami hareket, İran dışındaki kaynaklarını geliştirmeli­dir. Bu basit tedbir hem İslami devletin, hem de İslami hareketin sağlam olması ve sesini duyurabilmeği için gereklidir. Gerçekten bazı hürmet edilmesi gereken kişiler İslami devletin yardımının dışında İslami harekete yardımda bulunmaktadırlar. Ümmetteki 1 milyarın dışındaki önemsiz 45 milyon müslümanı unutalım. Ay­nı zamanda İslami devletin devletçi olmayan sektörün kaynakla­rından çok daha büyük olan, İslam'a emanet edilmiş, seferber edilmiş kaynaklarını gösterdiği doğrudur. Bu kaynaklar İslami harekette kendi rollerini oynamak zorundadırlar. İslami hareke­tin devletçi ve devletçi olmayan sektörleri arasında işbirliği ve kapalı ilişkiler var olmalıdır. Belki kuruluşların düzeni bu ilişkile­ri idare edebilmek için geliştirilmelidir.

      İslami devletin hem içte, hem dıştaki çağdaş İslami hareketi, yaşamının çok kısa bir kısmını oluşturur. İslami devrimin ve İs­lam'ın İran'daki tecrübeleri İslami hareketin her yerinde toplan­malı ve özel işleme tabi tutulmalıdır. İnsan gücü ve istenen hüner içte meydana getirilmek zorundadır. İslami hareket bir toplum hareketi olmalıdır. İslami harekette liderlik vazifelerini yerine getirenler lider olmaktan habersizdirler. Onlar liderlik davranış­larını aramamaktadırlar. İslami hareketteki liderlikte soyun, zenginliğin, gücün herhangi bir fonksiyonu yoktur. Bu, belki de yalnızca yeteneğin bir fonksiyonu değildir. Kişiler liderlik davra­nışlarını aramazlar; liderlik davranışları kişileri keşfeder. İslami hareket genellikle performanslarının en önemli olanları için mü'minler arasında çoğunlukla alçakgönüllü olanları seçer. İsla­mi devlette ve İslami harekette liderlik rollerini yerine getirenler tüccarların, feodal lordların, işçilerin veya entelektüellerin seç­menlerine sahip değillerdir. Onlar, onları ortaya çıkaran, onlar­dan mükafat veya hamilik isteyen gruplara minnettar değillerdir. Bunlar batının politik sistemlerinde politik yöntemlerin umumi günlük işleridir. Tamamiyle modern ulusal İslami partiler birçok teknikler kullanmışlardır. Bu Îslami partiler Müslüman gençliği ve öğrencileri yeniden harekete geçirmek için hiçbir teşebbüste bulunmazlar. Bazı partiler ve hareketler kişisel menfaatler için kariyercilik ve profesyonellikte itibar ve saygınlık hediye ettiler. Bazı İslami hareket ve partilerin birçok kıdemli üyeleri bugün

      Suudi Arabistan'ın yanaşma kralı ve Basra körfezinin itaatkâr şeyhliklerinin hizmetinde oldukça yüksek maaşlar alıyorlar. Bu memleketlerin sıcak yazlan boyunca İslam'ın bu değerli çocukları Avrupa'da ve Kuzey Amerika'da tatildeyken İslam'a hizmet edi­yor gibi görünebiliyorlar.

      İslam ve İslami hareket hiçbir kişisel fiyatta takip edilemeye­cek bir tatil aktivitesine düşürülmüştür. Bazı profesyoneller de kendi kariyerlerine ek yapmak için küçük bir İslami çalışmada bulunmaktadırlar. Birçok Müslüman milyoner iyi yerleştirilmiş ve yerinde reklamı yapılmış İslami çalışmanın hamiliği yoluyla kendi "İslam aşkları" (!) için heybetli bir itibar elde etmektedirler.

      "Yenidünya düzeni" sözü, batının yenilmez olduğuna bizi inan­dırmak için düzenlenmiş bir propaganda sloganıdır. İmam Humeyni tarafından yönlendirilen İran'ın silahsız Müslümanları, 1979'da büyük bir zafer kazanmıştır. Bu senaryo her yerde tek­rarlanabilir. Yalnızca İslam, tarihin ve dünyanın bütün ezilmiş insanlarına özgürlük ve istiklal getirebilen dünya görüşünün tec­rübesine sahiptir.


      Yorum

      YUKARI ÇIK
      Çalışıyor...
      X