Gadir-i Hum olayı tarihin her sayfasında güncelliğini korumasıyla birlikte henüz İslam dünyasında gerektiği yere oturtulamamıştır; Sosyolojik önemi, itikadi boyutunun derinlikleri, siyasi yönünün fonksiyonu, toplumları hidayet etmede üstlendiği misyon, dini maarifin ve şeriatin hükümlerinin icrasındaki mihver konumu hakkıyla beyan edilememiştir.
Tarihten günümüze kadar ulemanın “Gadir-i Hum’un isbatı” hakkında olağanüstü bir gayret sarf etmesinin yanısıra günümüzde hala aynı alanda çaba gösterilmesi Gadir-i Hum’un hedefinin anlaşılmadığını göstermektedir. Yani isbatı üzerinde harcanan emeklerin, yazılan kitapların ve verilen konferansların yerine “Gadir Hum’un hedefinin subutu” üzerinde kafa yorulsa, insanların ferdi ve toplumsal hayatındaki rolü beyan edilmiş olsa, Velayet’in günümüzde işlevliği açıklansa, Gadir Hum’un gerçekleşme sebebine ve Velayetin hedefine biraz daha yaklaşılmış olacaktır.
Gadir Hum’un isbatı konusunda, olayın vuku bulduğu zaman incelenince, en az 70 bin müslümanın olaya şahid olduğu ve bu şahısların evlerine döndüklerinde; müslüman ve gayri müslimlere olayı aktardıkları da gözönünde bulundurulduğunda, bu sayının yüzbinlerin üzerinde olduğu anlaşılmaktadır. Olayı canlı olarak şahid olup, duyan, gören onca müslüman henüz olayın üzerinden aylar geçmemesine rağmen inkar edip sakife olayını gerçekleştirmeleri gerçekten düşündürücü değil mi? Yüzbinler, canlı olarak görmelerine rağmen inkar ediyorsa, asırlar sonra inkar için bahane bulmak pek de zor olmasa gerek. Akıl ve insaf sahipleri müstesna tabi. Öyleyse Gadir Hum olayını birilerine isbat etmeye çalışmadan ziyade, meselenin özüne, Gadir Hum’u idrak etmeye, Velayetin hakikatını anlamaya yönelinmelidir.
Velayetin ilanından sonra nazil olan ayet incelendiğinde konunun ne kadar hassas olduğu anlaşılmaktadır. “El-Yevm yeisellezine keferu an dinikum.....” Asr-ı sadette Rum imparatorluğu, İran imparatorluğu, Mekke müşrikleri, hırıstiyanlar ve yahudilerin hepsini kapsayan kafirler, yıllarca dini yok etme hedefine ulaşamadıkları için Resulullah (s.a.a) sonrasını bekliyorlardı. Hedeflerine ulaşmak için Resulullah’ın dünyadan göçmesini bekliyorlardı. Velayetin, Allah’ın emriyle Resulullah (s.a.a) tarafından Gadir Hum’da ilan edilmesiyle, bütün hayalleri yıkıldı, planları suya düşmüş oldu ve Allah-u teala bunu, “ bugün kafirler ümitsizliğe düştüler” cümlesiyle beyan ediyor. Ümitsizliğe düştüklerini “ Yeise” geçmiş zaman kipiyle beyan etmesi, kesinlik ve mutlaklık ifade ettiğinden hem o zamanı, hem de gelecekteki bütün zamanları kasamaktadır. Yani dış düşmanlardan gelecek bir tehlike kalmadı, onlardan korkmayın. Sadece tek tehlike içten gelebilir, müslümanlar bu uyarıyı dikkate almadıklarından, Sakife olayı gerçekleşmiştir.
Gadir-i Hum olayı bir şahısın hilafete tayin edilmesinden ziyade dinin merceiyet ve mihveriyetinin, şeriatin korunmasının, ilahi hükümlerinin icra makamının belirlenmesinin, Kur’an’ın tefsir ve beyan makamının ve en önemlisi “İslami devlet sisteminin” açıklanması demektir. Hem o zamanı kapsıyor, hem günümüze kadar zamanı içine alıyor, hem de kıyamete kadar gelecek zamana hitab ediyor.
Yani Rasulullah’dan sonra kıyamete kadar ümmetin rehberlik ve önderliği olan velayet makamına kim oturacak konusunda sorun yaşanmıştı. Sakifede bir şahsın velayeti değil, ilahi hüküm devre dışı bırakılmış oldu. Yani „Resulullah’tan sonra imamet ve velayet makamı tayin edilmiş ama bu makamda kim oturacak“ sorusu dile getirilmiyor, binlerce kişinin şahit olmasına rağmen „Allah’ın tayin etmiş olduğu bir velayet ve imamet yoktur“ mantığı ile haraket ediliyordu. Allah’ın emrinin ve velayetin Kur’an’da olduğu inkar ediliyordu. Dikkat edilirse mesele Hz. Ali şahsının hakkının gasbedilmesi değildir sadece. Velayete gerek yok diyerek, Allah-u tealanın emri devre dışı bırakılmış oldu. Bunlar Allah’ın emrine karşı geldiler. Yani makam engellendi, dolayısıyla bu makama tayın edilen şahıs da devre dışı bırakılmış oldu. Hz. Ali ve bazı sahabenın Sakife’de yapılanlara itirazları; “neden Ali halife olmuyor”,değildi, „neden Allah’ın tayin ettiği imamet ve velayet devre dışı bırakılıyor“ düşüncesiydi, „neden ilahi iradenin tayın ettiği makam devre dışı bırakılıyor“ idi. Sakife’nin neticesinde idare sistemi konusunda ortaya çıkan düşünce „demokrasi“ yani halkın seçmesi gerekir düşüncesi oldu. Emevi ve Abbasiler zamanında daha da ileri gidilerek saltanata dönüştürüldü. Böylece diğer imamları da engellediler, onların da velayet ve imamet makamında oturup ilahi ahkamı icrasına fırsat vermediler.
İmam Humeyni (r.a) Gadir-i Hum hakkında şöyle buyuruyor: „Gadir-i Hum olayı öyle bir olay değil ki Hz.Ali’ye bir makam kazandırmış olsun. Hz.Ali, bütün fazilet ve manevi makamlara sahip olduğundan Gadir Hum’un gerçekleşmesine vesile olmuştur. Allah-u Teala, Resulullah’tan sonra yeryüzünde adaleti Allah’ın istediği gibi icra edecek Ali’den başka kimseyi görmediğinden, Resulullah’a, Ali’yi yerine tayin etmesini emr etmiştir. Rivayetlerin Gadir-i Hum’dan bu kadar azametle bahs etmesinin sebebi, Hz. Ali’nin sadece hükümetin başında olması değildir. İbn-i Abbas diyor ki, Cemel savaşına giderken Hz. Ali’nin yanına vardım. Hz.Ali oturmuş yırtık ayakkabısını dikiyordu. Bana, „bu ayakkabının değeri ne kadardır?“ diye buyurdu. „Hiç değeri yoktur“, dedim. Hz.Ali şöyle buyurdu: „ Allaha yemin olsun ki, bu ayakkabı bana sizlere baş olmaktan ( hilafet makamından ) daha sevimlidir. Sadece bir hakkı ikame edeyim ve bir batılı yok edeyim ( yalnız bunun için hilafeti kabul ederim)“. Hz.Ali ve diğer imamlar hükümeti sadece Allah’ın istediği adaleti icra etmek için taleb ederlerdi ama kendilerine fırsat verilmedi.
Gadir-i Hum’u canlı tutmak ve bayram olarak kutlamak, sadece medhiyeler okumak, sokakları süslemek, ilahiler söylemekle sınırlı değildir. Bunların yapılması gerekir ama canlı tutulması ve yaşatılması bize velayet sahiplerine nasıl uymamız gerektiğini öğretmelidir. Bilmemiz gerekir ki Gadir-i Hum bütün asırlarda olması gerekir, Hz. Ali’nin adalet anlayışını öğrenmemiz ve uygulamamız gerekir.
Gadir-i Hum olayı „ devlet sisteminin“ beyanıdır. Gadir Hum’da beyan edilen Velayet, hükümet sisteminin açıklanmasıdır, manevi bir makamın beyanı değildi. Manevi makam, tayin ve nesb ile gerçekleşmez.
Gadir hum meselesi, hükümet meselesidir, siyasi bir meseledir. Adaletin icrası meselesidir. Allah-u Teala, Resulullah’tan (s.a.a) hükümeti, bu siyasi makamı Hz.Ali’ye devretmesini istemiştir. Resulullah’ın kendisi devlet başkanıydı, önderdi, liderdi, hükümet de siyasetsiz olmaz. Din siyasetten ayrıdır diyenler, Allah’ı yalanlamaktadırlar, Resulullah’ı yalanlamaktadırlar, imamları yalanlamaktadırlar.“ (Sahifey-i Nur. Cilt 20 Sayfa 112.114 )
Gadir-i Hum’un ispatlanması meselesinde ise İmamların tarih boyunca yaptıklarına bakılması gerekir. İmamet ve Velayeti ispat için neler yapmışlar ve subutu için neler yapmışlar. İmamların hayatında alınması gereken en büyük ders, bütün çabalarının velayetin hakikatini söylemle değil amelle göstermeye çalışmalarıdır. İmamet ve velayetin isbatı konusunda genel halka ve özel tartışma ve munazaralarda ayetler ve rivayetleri açıklamanın yanısıra, yaşantılarını tamamen velayetin hedefini beyana endekslemişlerdi;
hak-hukuk alanında adaleti hakim kılmak,
ekonomik alanda fakirliği yok etmek,
ilmi alanda cehaleti yok etmek,
itikadi ve ahlaki alanda dinin itikadi ve ahlaki hükümlerini beyan etmek,
eğitim- öretim alanında özel ve genel dersler verip velayet düşüncesine sahip insanlar yetiştirmek,
sosyal alanda mazlum yanında yer almak, miskinin ve yetimin elinden tutmak, sorunları olanların yardımına koşmak, toplumun sorunlarına özellikle müslümanların dertlerine çare bulmak, borcu olanların borcunu ödemede yardımcı olmak,
siyasi alanda tağutlardan uzak durmak ve tağuti sistemlerden uzak durmaya davet etmek, zalimlerin yanında yer almamak…. Yani icra makamında olmasalar da imamet ve velayetin toplumdaki misyonunu devam ettiriyor ve pratikdeki fonksiyonunu sergiliyorlardı.
Velayet ve imametin subutu bu alanlarda imamların neler yaptıkları ve eğer islam devletinin yasama, yargı ve yürütme kısmında da bulunsalardı neler yapabileceklerinin beyanıdır. Ve velayete inananların üzerinde araştırması gereken konu “velayetin subutu“ ve „insanın hayatındaki rolünün“ ne olduğu konusudur. Aksi takdirde, sadece imamet ve velayetin isbatı için ayet ve rivayetlerle yetinilirse, imamet ve velayetin hakikati asla ortaya çıkmayacak ve „Gadir-i Hum Mektebi’nin mesajı“ tanınmayacaktır.
Tarihten günümüze kadar ulemanın “Gadir-i Hum’un isbatı” hakkında olağanüstü bir gayret sarf etmesinin yanısıra günümüzde hala aynı alanda çaba gösterilmesi Gadir-i Hum’un hedefinin anlaşılmadığını göstermektedir. Yani isbatı üzerinde harcanan emeklerin, yazılan kitapların ve verilen konferansların yerine “Gadir Hum’un hedefinin subutu” üzerinde kafa yorulsa, insanların ferdi ve toplumsal hayatındaki rolü beyan edilmiş olsa, Velayet’in günümüzde işlevliği açıklansa, Gadir Hum’un gerçekleşme sebebine ve Velayetin hedefine biraz daha yaklaşılmış olacaktır.
Gadir Hum’un isbatı konusunda, olayın vuku bulduğu zaman incelenince, en az 70 bin müslümanın olaya şahid olduğu ve bu şahısların evlerine döndüklerinde; müslüman ve gayri müslimlere olayı aktardıkları da gözönünde bulundurulduğunda, bu sayının yüzbinlerin üzerinde olduğu anlaşılmaktadır. Olayı canlı olarak şahid olup, duyan, gören onca müslüman henüz olayın üzerinden aylar geçmemesine rağmen inkar edip sakife olayını gerçekleştirmeleri gerçekten düşündürücü değil mi? Yüzbinler, canlı olarak görmelerine rağmen inkar ediyorsa, asırlar sonra inkar için bahane bulmak pek de zor olmasa gerek. Akıl ve insaf sahipleri müstesna tabi. Öyleyse Gadir Hum olayını birilerine isbat etmeye çalışmadan ziyade, meselenin özüne, Gadir Hum’u idrak etmeye, Velayetin hakikatını anlamaya yönelinmelidir.
Velayetin ilanından sonra nazil olan ayet incelendiğinde konunun ne kadar hassas olduğu anlaşılmaktadır. “El-Yevm yeisellezine keferu an dinikum.....” Asr-ı sadette Rum imparatorluğu, İran imparatorluğu, Mekke müşrikleri, hırıstiyanlar ve yahudilerin hepsini kapsayan kafirler, yıllarca dini yok etme hedefine ulaşamadıkları için Resulullah (s.a.a) sonrasını bekliyorlardı. Hedeflerine ulaşmak için Resulullah’ın dünyadan göçmesini bekliyorlardı. Velayetin, Allah’ın emriyle Resulullah (s.a.a) tarafından Gadir Hum’da ilan edilmesiyle, bütün hayalleri yıkıldı, planları suya düşmüş oldu ve Allah-u teala bunu, “ bugün kafirler ümitsizliğe düştüler” cümlesiyle beyan ediyor. Ümitsizliğe düştüklerini “ Yeise” geçmiş zaman kipiyle beyan etmesi, kesinlik ve mutlaklık ifade ettiğinden hem o zamanı, hem de gelecekteki bütün zamanları kasamaktadır. Yani dış düşmanlardan gelecek bir tehlike kalmadı, onlardan korkmayın. Sadece tek tehlike içten gelebilir, müslümanlar bu uyarıyı dikkate almadıklarından, Sakife olayı gerçekleşmiştir.
Gadir-i Hum olayı bir şahısın hilafete tayin edilmesinden ziyade dinin merceiyet ve mihveriyetinin, şeriatin korunmasının, ilahi hükümlerinin icra makamının belirlenmesinin, Kur’an’ın tefsir ve beyan makamının ve en önemlisi “İslami devlet sisteminin” açıklanması demektir. Hem o zamanı kapsıyor, hem günümüze kadar zamanı içine alıyor, hem de kıyamete kadar gelecek zamana hitab ediyor.
Yani Rasulullah’dan sonra kıyamete kadar ümmetin rehberlik ve önderliği olan velayet makamına kim oturacak konusunda sorun yaşanmıştı. Sakifede bir şahsın velayeti değil, ilahi hüküm devre dışı bırakılmış oldu. Yani „Resulullah’tan sonra imamet ve velayet makamı tayin edilmiş ama bu makamda kim oturacak“ sorusu dile getirilmiyor, binlerce kişinin şahit olmasına rağmen „Allah’ın tayin etmiş olduğu bir velayet ve imamet yoktur“ mantığı ile haraket ediliyordu. Allah’ın emrinin ve velayetin Kur’an’da olduğu inkar ediliyordu. Dikkat edilirse mesele Hz. Ali şahsının hakkının gasbedilmesi değildir sadece. Velayete gerek yok diyerek, Allah-u tealanın emri devre dışı bırakılmış oldu. Bunlar Allah’ın emrine karşı geldiler. Yani makam engellendi, dolayısıyla bu makama tayın edilen şahıs da devre dışı bırakılmış oldu. Hz. Ali ve bazı sahabenın Sakife’de yapılanlara itirazları; “neden Ali halife olmuyor”,değildi, „neden Allah’ın tayin ettiği imamet ve velayet devre dışı bırakılıyor“ düşüncesiydi, „neden ilahi iradenin tayın ettiği makam devre dışı bırakılıyor“ idi. Sakife’nin neticesinde idare sistemi konusunda ortaya çıkan düşünce „demokrasi“ yani halkın seçmesi gerekir düşüncesi oldu. Emevi ve Abbasiler zamanında daha da ileri gidilerek saltanata dönüştürüldü. Böylece diğer imamları da engellediler, onların da velayet ve imamet makamında oturup ilahi ahkamı icrasına fırsat vermediler.
İmam Humeyni (r.a) Gadir-i Hum hakkında şöyle buyuruyor: „Gadir-i Hum olayı öyle bir olay değil ki Hz.Ali’ye bir makam kazandırmış olsun. Hz.Ali, bütün fazilet ve manevi makamlara sahip olduğundan Gadir Hum’un gerçekleşmesine vesile olmuştur. Allah-u Teala, Resulullah’tan sonra yeryüzünde adaleti Allah’ın istediği gibi icra edecek Ali’den başka kimseyi görmediğinden, Resulullah’a, Ali’yi yerine tayin etmesini emr etmiştir. Rivayetlerin Gadir-i Hum’dan bu kadar azametle bahs etmesinin sebebi, Hz. Ali’nin sadece hükümetin başında olması değildir. İbn-i Abbas diyor ki, Cemel savaşına giderken Hz. Ali’nin yanına vardım. Hz.Ali oturmuş yırtık ayakkabısını dikiyordu. Bana, „bu ayakkabının değeri ne kadardır?“ diye buyurdu. „Hiç değeri yoktur“, dedim. Hz.Ali şöyle buyurdu: „ Allaha yemin olsun ki, bu ayakkabı bana sizlere baş olmaktan ( hilafet makamından ) daha sevimlidir. Sadece bir hakkı ikame edeyim ve bir batılı yok edeyim ( yalnız bunun için hilafeti kabul ederim)“. Hz.Ali ve diğer imamlar hükümeti sadece Allah’ın istediği adaleti icra etmek için taleb ederlerdi ama kendilerine fırsat verilmedi.
Gadir-i Hum’u canlı tutmak ve bayram olarak kutlamak, sadece medhiyeler okumak, sokakları süslemek, ilahiler söylemekle sınırlı değildir. Bunların yapılması gerekir ama canlı tutulması ve yaşatılması bize velayet sahiplerine nasıl uymamız gerektiğini öğretmelidir. Bilmemiz gerekir ki Gadir-i Hum bütün asırlarda olması gerekir, Hz. Ali’nin adalet anlayışını öğrenmemiz ve uygulamamız gerekir.
Gadir-i Hum olayı „ devlet sisteminin“ beyanıdır. Gadir Hum’da beyan edilen Velayet, hükümet sisteminin açıklanmasıdır, manevi bir makamın beyanı değildi. Manevi makam, tayin ve nesb ile gerçekleşmez.
Gadir hum meselesi, hükümet meselesidir, siyasi bir meseledir. Adaletin icrası meselesidir. Allah-u Teala, Resulullah’tan (s.a.a) hükümeti, bu siyasi makamı Hz.Ali’ye devretmesini istemiştir. Resulullah’ın kendisi devlet başkanıydı, önderdi, liderdi, hükümet de siyasetsiz olmaz. Din siyasetten ayrıdır diyenler, Allah’ı yalanlamaktadırlar, Resulullah’ı yalanlamaktadırlar, imamları yalanlamaktadırlar.“ (Sahifey-i Nur. Cilt 20 Sayfa 112.114 )
Gadir-i Hum’un ispatlanması meselesinde ise İmamların tarih boyunca yaptıklarına bakılması gerekir. İmamet ve Velayeti ispat için neler yapmışlar ve subutu için neler yapmışlar. İmamların hayatında alınması gereken en büyük ders, bütün çabalarının velayetin hakikatini söylemle değil amelle göstermeye çalışmalarıdır. İmamet ve velayetin isbatı konusunda genel halka ve özel tartışma ve munazaralarda ayetler ve rivayetleri açıklamanın yanısıra, yaşantılarını tamamen velayetin hedefini beyana endekslemişlerdi;
hak-hukuk alanında adaleti hakim kılmak,
ekonomik alanda fakirliği yok etmek,
ilmi alanda cehaleti yok etmek,
itikadi ve ahlaki alanda dinin itikadi ve ahlaki hükümlerini beyan etmek,
eğitim- öretim alanında özel ve genel dersler verip velayet düşüncesine sahip insanlar yetiştirmek,
sosyal alanda mazlum yanında yer almak, miskinin ve yetimin elinden tutmak, sorunları olanların yardımına koşmak, toplumun sorunlarına özellikle müslümanların dertlerine çare bulmak, borcu olanların borcunu ödemede yardımcı olmak,
siyasi alanda tağutlardan uzak durmak ve tağuti sistemlerden uzak durmaya davet etmek, zalimlerin yanında yer almamak…. Yani icra makamında olmasalar da imamet ve velayetin toplumdaki misyonunu devam ettiriyor ve pratikdeki fonksiyonunu sergiliyorlardı.
Velayet ve imametin subutu bu alanlarda imamların neler yaptıkları ve eğer islam devletinin yasama, yargı ve yürütme kısmında da bulunsalardı neler yapabileceklerinin beyanıdır. Ve velayete inananların üzerinde araştırması gereken konu “velayetin subutu“ ve „insanın hayatındaki rolünün“ ne olduğu konusudur. Aksi takdirde, sadece imamet ve velayetin isbatı için ayet ve rivayetlerle yetinilirse, imamet ve velayetin hakikati asla ortaya çıkmayacak ve „Gadir-i Hum Mektebi’nin mesajı“ tanınmayacaktır.