[i][color=teal]Allah-u Teala Maide suresinin 3. ayetinde şöyle buyuruyor
"Bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğim nimetimi tamamladım size din olarak Müslümanlığı verdim de hoşnud oldum."
Şia, bu ayetin Gadir-i Hum'da Rasulullah (s.a.a)ın Hz. İmam Ali'yi müslümanlara halife olarak ilan ettikten sonra nazil olduğunda Ehl-i Beyt imamlarından bu konuda gelen rivayetıere dayanarak ittifak etmişlerdir.
Bunun yansıra Ehl-i sünnet alimlerinden bir çoğu da bu ayetin Gadir-i Hum'da Hz. Ali'nin hilafete tayin edilişinden sonra nazil olduğunu rivayet etmişlerdir. Biz onlardan bazısını zikrediyoruz:
1- İbn-i Asakir'in yazdığı 'Tarih-i Dimişk" c.2, s.75.
2- İbn-i Meğazili Şafii'nin yazdığı "Menakib-i Ali ibn-i Ebu Talib", s.19.
3- Hatib-i Bağdadi'nin yazdığı 'Tarih-i Bağdad", c.8, s.290.
4- Suyuti'nin yazdığı "El İtkan" c.1, s.31. ).
5-Harezmi (Hanefi)nin yazdığı "El Menakıb", s.8O.
6- Sibt ibn-i Cevzi'nin yazdığı 'Tezkiret'ül Havass, s.30.
7- 'Tefsir-i ibn-i Kesir', c.2, s.14.
8- Alüsi'nin yazdığı 'Ruhu'l Meani" adlı tefsir, c.6, s.55.
9- İbn-i Kesir Dimişk'in yazdığı "EI Bidayet-u Ve'n Nihaye" adlı kitap, c.5, s.213.
10- Suyuti'nin yazdığı "Ed Dürr'ül Mensur" adlı tersir, c.3, s.19.
11- Kunduzi el Hanefi'nin yazdığı "Yenabiu'l Mevedde" adlı kitap, 50115.
12- Haskani el Hanefi'nin yazdığı "Şevahid'ut Tenzil", c.1, s.157.
Ama, buna rağmen, Ehl-i sünnet alimleri sahabe ve selerin hürmetini korumak amacıyla bu ayetle ilgili olarak ayrı bir nüzul sebebi zikretmek mecburiyetinde kalmışlardır.
Çünkü eğer Gadir-i Hum'da nazil olduğunu kabul etseler o zaman, Hz. Ali'nin velayeti Allah-u Teala'nın dinini kamil kılıp onunla müslümanlara nimetini tamamladığını kabul etmiş olmaları gerekirdi. Bu ise, Hz. AIi'den önceki üç halifenin hilafetine dil uzatılmasına, sehabenin tümünün adaletinin sarsıntıya düşmesine ve suda eriyip giden buz gibi bir çok meşhur sayılan hadislerin eriyip gitmesine sebep olurdu. Fakat bu istenmiyen bir olaydır. Zira bu tarihiyle, alimleriyle, büyükleriyle, büyük bir çoğunluğun benimsediği, inandığı şeylerdir.
Yine mezkur ayetin Gadir-i Hum'da nazil olduğunu kabul etmek, arafe akşamı, (Cuma günü) nazil olduğunu nakleden Buhari ve Müslim gibilerinin sözlerinden de şüphe etmeği gerektirir ki, bu da onlarca rahatça kabul edilecek bir şey değildir.
Böylece ilk grup rivayetlerin, yani bu ayet in Gadir-i Hum'da nazil olduğunu açıklayan rivayetlerin esası olmayan, Şia uydurmalarından başka bir şeyolmadığına hüküm verilmiş, sahabedense Şia'ya çatmak daha evlii sayılmıştır.
Ehl-i sünnete göre günah işlemeyen adil kişiler (1) olarak bilindiğinden hiç bir kimsenin onların fiil ve sözlerini tenkid etmeye hakkı yoktur.
Hatta bazıları Şia mezhebini mecusilik ve zındıkhkla suçlamış ve mezheplerinin kurucusunun Abdullah ibn-i Sebâ (2)olduğunu ileri sürmüstür. İbn-i seb'a İslam ve müslümanları bölmek için Osman'ın hilafeti döneminde iman eden bir yahudi diye tanımlanmıştır.
Bu görüş; saha bey i (hangi sahabi olursa olsun; peygamberi bir defa görmüş bile olsa) takdis edip onlarasaygı göstermek esası üzere eğitilen' bir kitleye daha kolay gelir.
Böylece bu kitleye dinin kamil olduğu hakkındaki ayetin Gadir-i Hum'da nazil olduğunu açıklayan hadislerin, Rasulullah (s.a.a)ın imam olduklarını beyan ettiği on iki imam ile ilgili hadislerinden olduğunu isbat1amak nasıl mümkün olabilir?
Bilindiği üzere birinci asırdan beri müslümanlara hükmeden yöneticiler, Hz. Ali ve evlat1arının makamlarını halkın gözünde küçültmek için, sahabelerin sevgi ve saygısını yaymak siyasetini takip etmişlerdir. Hatta; minberlerde açıkça Ehl-i Beyt'e la'net okutturulmuş, Şiileri ölüm ve sürgüne tabi tutmuşlardı. Velhasıl Muaviye'nin hilafeti döneminde propaganda araçlarının yaydığı Şia aleyhtarı, yalan şayıalar ve uydurma efsaneler neticesinde, Şia'ya karşı, bu tür propagandaların etkisi altında bulunan müslümanlar arasında bir nefret ve düşmanlık duygusu uyanmıştı.
Şia Kur'an'ı ve Ehl-i Beyt'in emirleri doğrultusunda tarih buyunca zalimlere karşı sürekli mücadele verdiğinden hep sözkonusu yöneticiler tarafından baskı altında tutularak inzivaya itilmesi istenmiştir ve yok olmaya mahkum edilen bir karşı cephe olarak telakki edilmiştir.
Bu yüzden; o asırların tarihçi ve yazarlarının bile baştakilere yakın olabilmek için, kitaplarında, Şia'yı Rafizi1er olarak adlandırıp onları tekfir ettiklerini görüyoruz.
Emevi devleti sona erip, Abbasi hükümeti başa geçince bir grup tarihçilerin eski yöntemleri devam ederken, diğer bir grubun da, Ehl-i Beyt'in gerçek makamlarını(3) anlayarak insaf yolunu seçtiklerini ve Hz. Ali'yi Hülefa-i Raşidin'den biri olarak saymaya çalıştıklarını görüyoruz. Ama bunun yanısıra; yine de Hz. Ali'nin gerçekten böyle bir makama sahip olduğunu açık bir şekilde açıklamak cesaretini bulamamışlardır. Bu yüzden de onların sihahlarında Hz. Ali'nin faziletlerinden ancak önce başa geçenlerin hilafetleriyle çelişmeyen az bir bölümüne yer verdiklerini görüyoruz. Bazıları da Ebubekir, Ömer ve Osman'ın fazileti hakkında Hz. Ali'nin diliyle bazı yalan hadisler uydurarak kendi hayallerince Hz. Ali'nin efdaliyetine inanan Şia'yı bir Çıkmala sokmak istemişlerdir.
Ben yaptığım araştırmalarda şu neticeye ulaştım ki o zamanlar şahisiyetlerin şöhret ve büyüklükleri onların Hz. Ali'ye karşı olan düşmanlıklarıyla ölçülürdü. ister Emevi'ler olsun, ister Abbasi'ler döneminde Hz. Ali'yle düşman olan, dili veya kılıcıyla O hazrete ve onun şiasına karşı tavır alan şahıslara devlette önemli mevkiler veriliyordı.
Bu yüzden pek çokları bazı sahabelerin makamını halkın nazarında yüceltiyor, bazısının değeri ise düşürülüyordu. Bazı şairlere hesapsız mal verilirken Ehl-i Beyt'i savunan şairleri öldürüyorlardı. Belkide Ümm'ül Mü'minin Aişe de Hz. Ali'ye düşman olup(4) Hazretle savaşmasaydı bu derece
yükselmezdi.
İşte bunun içindir ki Abbasi'lerin Buhari, Müslim ve İmam Malik'in makamlarını yükselttiklerini görüyoruz Zira bunlar Hz. Ali'nin faziletinden çok az bir bölümüne değinmişlerdir. Hatta onların kitaplarında Hz. Ali'nin özel bir fazilet ve imtiyazı olmadığına dair hadis de mevcuttur. Örneğin Buhari, Sahih'inde "Osman'ın menakibi" bölümünde ibn-i Ömer'in şöyle dediğini naklediyor.
"Biz ResuluHah'ln (s.a.a) zamanında hiç kimseyi Ebubekir'in seviyesinde görmüyorduk; sonra Ömer, sonra da Osman gelirdi; bunlardan sonra ise Peygamber'in sahab'lerinden hiç kimseyi kimseden üstün bilmiyorduk."(5) Bu söze göre sayısız faziletIere sahip olan Hz. Ali müslümanlar arasında sıradan bir kişi idi!
Elbette bunların yanısıra, Islam ümmeti içerisinde Mü'tezili ve Hariciler gibi Şia'nın görüşünü benimsemeyen diğer gruplar da mevcuttu.
"Bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğim nimetimi tamamladım size din olarak Müslümanlığı verdim de hoşnud oldum."
Şia, bu ayetin Gadir-i Hum'da Rasulullah (s.a.a)ın Hz. İmam Ali'yi müslümanlara halife olarak ilan ettikten sonra nazil olduğunda Ehl-i Beyt imamlarından bu konuda gelen rivayetıere dayanarak ittifak etmişlerdir.
Bunun yansıra Ehl-i sünnet alimlerinden bir çoğu da bu ayetin Gadir-i Hum'da Hz. Ali'nin hilafete tayin edilişinden sonra nazil olduğunu rivayet etmişlerdir. Biz onlardan bazısını zikrediyoruz:
1- İbn-i Asakir'in yazdığı 'Tarih-i Dimişk" c.2, s.75.
2- İbn-i Meğazili Şafii'nin yazdığı "Menakib-i Ali ibn-i Ebu Talib", s.19.
3- Hatib-i Bağdadi'nin yazdığı 'Tarih-i Bağdad", c.8, s.290.
4- Suyuti'nin yazdığı "El İtkan" c.1, s.31. ).
5-Harezmi (Hanefi)nin yazdığı "El Menakıb", s.8O.
6- Sibt ibn-i Cevzi'nin yazdığı 'Tezkiret'ül Havass, s.30.
7- 'Tefsir-i ibn-i Kesir', c.2, s.14.
8- Alüsi'nin yazdığı 'Ruhu'l Meani" adlı tefsir, c.6, s.55.
9- İbn-i Kesir Dimişk'in yazdığı "EI Bidayet-u Ve'n Nihaye" adlı kitap, c.5, s.213.
10- Suyuti'nin yazdığı "Ed Dürr'ül Mensur" adlı tersir, c.3, s.19.
11- Kunduzi el Hanefi'nin yazdığı "Yenabiu'l Mevedde" adlı kitap, 50115.
12- Haskani el Hanefi'nin yazdığı "Şevahid'ut Tenzil", c.1, s.157.
Ama, buna rağmen, Ehl-i sünnet alimleri sahabe ve selerin hürmetini korumak amacıyla bu ayetle ilgili olarak ayrı bir nüzul sebebi zikretmek mecburiyetinde kalmışlardır.
Çünkü eğer Gadir-i Hum'da nazil olduğunu kabul etseler o zaman, Hz. Ali'nin velayeti Allah-u Teala'nın dinini kamil kılıp onunla müslümanlara nimetini tamamladığını kabul etmiş olmaları gerekirdi. Bu ise, Hz. AIi'den önceki üç halifenin hilafetine dil uzatılmasına, sehabenin tümünün adaletinin sarsıntıya düşmesine ve suda eriyip giden buz gibi bir çok meşhur sayılan hadislerin eriyip gitmesine sebep olurdu. Fakat bu istenmiyen bir olaydır. Zira bu tarihiyle, alimleriyle, büyükleriyle, büyük bir çoğunluğun benimsediği, inandığı şeylerdir.
Yine mezkur ayetin Gadir-i Hum'da nazil olduğunu kabul etmek, arafe akşamı, (Cuma günü) nazil olduğunu nakleden Buhari ve Müslim gibilerinin sözlerinden de şüphe etmeği gerektirir ki, bu da onlarca rahatça kabul edilecek bir şey değildir.
Böylece ilk grup rivayetlerin, yani bu ayet in Gadir-i Hum'da nazil olduğunu açıklayan rivayetlerin esası olmayan, Şia uydurmalarından başka bir şeyolmadığına hüküm verilmiş, sahabedense Şia'ya çatmak daha evlii sayılmıştır.
Ehl-i sünnete göre günah işlemeyen adil kişiler (1) olarak bilindiğinden hiç bir kimsenin onların fiil ve sözlerini tenkid etmeye hakkı yoktur.
Hatta bazıları Şia mezhebini mecusilik ve zındıkhkla suçlamış ve mezheplerinin kurucusunun Abdullah ibn-i Sebâ (2)olduğunu ileri sürmüstür. İbn-i seb'a İslam ve müslümanları bölmek için Osman'ın hilafeti döneminde iman eden bir yahudi diye tanımlanmıştır.
Bu görüş; saha bey i (hangi sahabi olursa olsun; peygamberi bir defa görmüş bile olsa) takdis edip onlarasaygı göstermek esası üzere eğitilen' bir kitleye daha kolay gelir.
Böylece bu kitleye dinin kamil olduğu hakkındaki ayetin Gadir-i Hum'da nazil olduğunu açıklayan hadislerin, Rasulullah (s.a.a)ın imam olduklarını beyan ettiği on iki imam ile ilgili hadislerinden olduğunu isbat1amak nasıl mümkün olabilir?
Bilindiği üzere birinci asırdan beri müslümanlara hükmeden yöneticiler, Hz. Ali ve evlat1arının makamlarını halkın gözünde küçültmek için, sahabelerin sevgi ve saygısını yaymak siyasetini takip etmişlerdir. Hatta; minberlerde açıkça Ehl-i Beyt'e la'net okutturulmuş, Şiileri ölüm ve sürgüne tabi tutmuşlardı. Velhasıl Muaviye'nin hilafeti döneminde propaganda araçlarının yaydığı Şia aleyhtarı, yalan şayıalar ve uydurma efsaneler neticesinde, Şia'ya karşı, bu tür propagandaların etkisi altında bulunan müslümanlar arasında bir nefret ve düşmanlık duygusu uyanmıştı.
Şia Kur'an'ı ve Ehl-i Beyt'in emirleri doğrultusunda tarih buyunca zalimlere karşı sürekli mücadele verdiğinden hep sözkonusu yöneticiler tarafından baskı altında tutularak inzivaya itilmesi istenmiştir ve yok olmaya mahkum edilen bir karşı cephe olarak telakki edilmiştir.
Bu yüzden; o asırların tarihçi ve yazarlarının bile baştakilere yakın olabilmek için, kitaplarında, Şia'yı Rafizi1er olarak adlandırıp onları tekfir ettiklerini görüyoruz.
Emevi devleti sona erip, Abbasi hükümeti başa geçince bir grup tarihçilerin eski yöntemleri devam ederken, diğer bir grubun da, Ehl-i Beyt'in gerçek makamlarını(3) anlayarak insaf yolunu seçtiklerini ve Hz. Ali'yi Hülefa-i Raşidin'den biri olarak saymaya çalıştıklarını görüyoruz. Ama bunun yanısıra; yine de Hz. Ali'nin gerçekten böyle bir makama sahip olduğunu açık bir şekilde açıklamak cesaretini bulamamışlardır. Bu yüzden de onların sihahlarında Hz. Ali'nin faziletlerinden ancak önce başa geçenlerin hilafetleriyle çelişmeyen az bir bölümüne yer verdiklerini görüyoruz. Bazıları da Ebubekir, Ömer ve Osman'ın fazileti hakkında Hz. Ali'nin diliyle bazı yalan hadisler uydurarak kendi hayallerince Hz. Ali'nin efdaliyetine inanan Şia'yı bir Çıkmala sokmak istemişlerdir.
Ben yaptığım araştırmalarda şu neticeye ulaştım ki o zamanlar şahisiyetlerin şöhret ve büyüklükleri onların Hz. Ali'ye karşı olan düşmanlıklarıyla ölçülürdü. ister Emevi'ler olsun, ister Abbasi'ler döneminde Hz. Ali'yle düşman olan, dili veya kılıcıyla O hazrete ve onun şiasına karşı tavır alan şahıslara devlette önemli mevkiler veriliyordı.
Bu yüzden pek çokları bazı sahabelerin makamını halkın nazarında yüceltiyor, bazısının değeri ise düşürülüyordu. Bazı şairlere hesapsız mal verilirken Ehl-i Beyt'i savunan şairleri öldürüyorlardı. Belkide Ümm'ül Mü'minin Aişe de Hz. Ali'ye düşman olup(4) Hazretle savaşmasaydı bu derece
yükselmezdi.
İşte bunun içindir ki Abbasi'lerin Buhari, Müslim ve İmam Malik'in makamlarını yükselttiklerini görüyoruz Zira bunlar Hz. Ali'nin faziletinden çok az bir bölümüne değinmişlerdir. Hatta onların kitaplarında Hz. Ali'nin özel bir fazilet ve imtiyazı olmadığına dair hadis de mevcuttur. Örneğin Buhari, Sahih'inde "Osman'ın menakibi" bölümünde ibn-i Ömer'in şöyle dediğini naklediyor.
"Biz ResuluHah'ln (s.a.a) zamanında hiç kimseyi Ebubekir'in seviyesinde görmüyorduk; sonra Ömer, sonra da Osman gelirdi; bunlardan sonra ise Peygamber'in sahab'lerinden hiç kimseyi kimseden üstün bilmiyorduk."(5) Bu söze göre sayısız faziletIere sahip olan Hz. Ali müslümanlar arasında sıradan bir kişi idi!
Elbette bunların yanısıra, Islam ümmeti içerisinde Mü'tezili ve Hariciler gibi Şia'nın görüşünü benimsemeyen diğer gruplar da mevcuttu.
Yorum