Bismillahirrahmanirrahim
İslam’ın on dördüncü asrı tamam olmaktadır. İslam’ın ilk zamanından günümüze kadar olan bu uzun müddet sahih ve doğru İslam’ı ve hükümlerini öğrenmeyi güçleştirmiştir. İslam’ın sahih ve ideal değerlerini, Kuran ve Peygamberin süneti ve siresi dışında öğrenmek mümkün değildir.
Kuran’ı Kerim şöyle buyuruyor; ‘Sana kitabı indiren O’dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir ki; bunlar kitabın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak ALLAH bilir ve ilimde kökleşenler (yüksek payeye erişenler) bilir...’ Al-i İmran, 7
Yukarıdaki ayetten anlaşılan şudur ki; Kuran’ı Kerimde fitnecilerin yararlanmak istedikleri, müteşabih ayetler mevcuttur ve bunların tevilini sadece ALLAH’u Teala bilmektedir.
Diğer bir taraftan da ALLAH’u Teala, Kuran’ı Kerimin tevil yolunu şu ayetle açıklamıştır; ‘İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kuran’ı indirdik.’ Nahl, 44
ALLAH’u Teala bu ayette Resulüne buyuruyor ki; biz bu Kuran’ı sen beyan edesin diye sana gönderdik. İşte bundan dolayı ki, içeriğinde müteşabih ayetlerde olan Kuran’ın tefsirini insanlar ancak Peygamberden öğrenebilirler. Kuran’ın tefsirinde salim bir şekilde öğrenmenin yolu Peygamberin siresini ve hadislerini iyi bir şekilde bilmekten geçer. Zira ALLAH Resulü bazen kendi ameli ile Kuran’ı tefsir ediyordu. Nitekim Kuran’ın emrettiği vakitli ve yevmiye namazları ALLAH Resulü ameli ile tefsir ve bayan etmiştir. Buna göre O Hazretin günlük kıldığı namazlar, Kuran’daki namaz hakkında ki ayetlerin tefsiridir. Buradan anlaşılan şudur ki; İslam’ı olduğu gibi doğru bir şekilde öğrenmenin, Peygamberin hadis ve siresinden başka bir yolu yoktur. Peygamber Efendimizin siresi ve hadisi de beraberce O Hazretin sünnetini oluşturmaktadır.
Peygamberin sünnetini de öğrenmek, Ehl-i Beyt ve sahabe de sınırlıdır. Bu ikisini dışında Peygamberin sahih sünnetini öğrenmek mümkün değildir.
Kuran’ı Kerim şu şekilde buyuruyor; ‘Çevrenizdeki bedevi Araplardan ve Medine haklından bir takım münafıklar vardır ki; münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onlar bilmezsin, biz biliriz onları...’ Tevbe, 101
ALLAH’tan başka kimsenin bilmediği bu münafıklar, Peygamberin zamanında Medine’de olup, tamamı sahabeden hesap olunmaktaydılar.
Şia inancına göre sahabeler konusu çok büyük bir önem taşımaktadır. Nitekim onlar Kuran’ın tefsirinde İslam-i hükümler ve ilimlerde Peygamberin hadislerini ve siresini nakleden, açıklayan şahsiyetlerdir.
İşte bu sebeplerden dolayı, her Müslüman’ın İslam’ı sahih ve doğur bir şekilde öğrenmede köprü konumunda olan sahabeleri iyi tanıması ve bilmesi gerekir.
Peygamber Efendimizin sahabeleri, onların adaletlerinin mizan ve ölçüleri Şia ve Ehl-i Sünnet arasındaki ihtilafların en büyük ve önemlilerinden bir tanesidir. Zira Ehl-i Sünnet sahabenin tamamını adil bilmekte ve onlara karşı yapılan herhangi bir eleştiriyi kabul etmemektedirler.
Ehl-i Sünnete göre sahabe, Nevevi’nin de Müslim’in şerhinin mukaddimesin de zikrettiği gibi şöyledir; ‘Peygamberi bir an bile gören her Müslüman sahabedir. Ve bu kendi konumunda sahihtir. Buhari Ahmed b. Hanbel ve bütün hadisçiler bu g örüşe sahiptirler.’ Sahih-i Müslim, Şerhi Nevevi, c.1, s.28
Şia inancına göre, sahabelerin tamamı bir makam ve derecede olmayıp, hepsi adil değillerdir. Onlara itiraz etmek ve onları eleştirmek caizdir. Şianın bu inancına Kuran ve sünnetten deliller vardır.
Ama, bazı şahıslar bilerek veya bilmeyerek bir takım hedef ve gayeler doğrultusunda Şiaya saldırarak, onların sahabeye hakaret ettiklerini, sahabeyi tekfir ettiklerini ve sahabeye lanet ettiklerini söylemiş ve Şiaya iftirada bulunmuşlardır.
Bu yalan ve iftiradan başka bir şey değildir. Zira herhangi bir sahabeyi eleştirmek onu tekfir etmek anlamına gelmez. Eğer eleştiri sağlam ve inandırıcı delillere dayalı ise, peki öyleyse bu öfke ve iftira nedir?
Sahabenin içerisinde mümin olanlar vardır ki ALLAH’u Teala, Kuran’ı Kerimde onları övmüş ve şöyle buyurmuştur; ‘Andolsun ki; o ağacın altında sana biat ederlerken ALLAH, o müminlerden razı olmuştur.’ Feth, 18
Allame Lütfullah Safi bu ayet hakkında şöyle diyor; ALLAH’u Teala övgüsü o ağacın altında Peygambere biat eden müminlere mahsustur. Ama (bu övgü) orada hazır bulunan Abdullah b. Übeyy, Avs .b Huli gibi münafıklara asla şamil olmamıştır.
Bu ayet biat etmeyenlerin tamamına şamil olmadığı gibi aynı şekilde, biat edenleri de akıbetlerinin hayırlı olacağına asla delalet etmez. Zira ayet sadece biat edenlerin biatine razılığa delalet etmektedir. Yani ALLAH bu biatı onlardan kabul etti ve onların da bu biatine mükafat verecektir anlamındadır. Ama onların bu biatı, ALLAH’ın onlardan ebedi olarak razı olması anlamına gelmez. Bu sözün delili ALLAH’ın Kuran’ı Kerimdeki şu buyruğudur. ‘Muhakkak ki; sana biat edenler ancak ALLAH’a biat etmektedirler. ALLAH’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine şahitlik bozmuş olur. Kimde ALLAH ile olan ahdine vefa gösterirse ALLAH ona büyük bir mükafat verecektir.’ Feth, 10
Eğer ALLAH’ın biat edenlerden razılığı ebedi ve daimi olmuş olsaydı, hakka biat edenlerden hiç kimse biatini bozmazdı. Aksi takdirde ayette geçen ‘Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur’ cümlesinin bir anlamı kalmazdı.
Sahabeler içerisinde öyleleri vardı ki; Peygamber onların kendi vefatından sonra murted olacaklarından ve kıyamette helak olacaklarından haber vermiştir.
Buhari kendi sahihinde Sehl b. Saad’dan şöyle nakleder; Peygamberin şöyle buyurduğunu duydum. ‘Ben sizden önce havuzun (Kevser) kenarında olacağım. Gelen herkes ondan içecek ve ondan içenler asla susamayacaklar. Doğrusu bana gelen bölükler olacaktır ki; ben onları tanıyorum onlarda beni tanıyorlar. Daha sonra ben ve onlar arasında ayrılık düşecektir. Ben onların benden olduğunu söyleyeceğim. Bana denilecek ki; Sen bunların vefatından sonra dinde ne gibi değişiklikler yaptığını bilmiyorsun. Bunun üzerine ben diyeceğim ki; benden sonra dinde değişiklik yapıp da murted olanlar ALLAH’ın rahmetinden uzak olsun. Sahih-i Buhari, c.9, s.144, Kitab-ul fiten
Peygamberin birgün sahabesine şöyle dediği naklolunmuştur; Ben sizden önce havuza gideceğim. Bazılarını benim yanıma getirecekler. Onların yanına yaklaşmak istediğimde onlar benden uzaklaştırılacaklardır. Ben diyeceğim ki; Ya Rabb’i ashabım! Bana buyuracak ki; sen bilmiyorsun (bunlar) senden sonra ne işler yaptılar!’ Sahih-i Buhari,c.9, s.144, Kitab-ul fiten
Peygamber Efendimiz kendisinden sonra murted olanları, dini hükümleri değiştirenleri ve ALLAH’ın kelamını tahrif eden Yahudi ve Nasranilere benzetmiştir.
Ebu Said Hurdi Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğunu nakletmiştir; Doğrusu sizler (adım-adım) karış-karış geçmiş ümmetlerin sünnetlerine uyacaksınız. Onlar kertenkelenin oyuğundan (yuvasından) girseler bile, sizlerde onlara tabi olacaksınız. Dedik ki; ey ALLAH’ın Resûlü Yahudi ve Nasranileri mi diyorsun? Evet, kimler olacak diye buyurdular. Sahih-i Buhari, c.9, s.315, Kitab-ul İtisam bil kitab ve-s sünnet
Sahabelerin içerisinde öyleleri vardır ki; ALLAH onlar hakkında şöyle buyurmuştur. ‘Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar.’ Cuma,11
Bu ayet Peygamber Efendimiz Cuma hutbesini okurken, Şam’dan gelen kervanı duyup da Peygamberi hutbe esnasında terk eden sahabeler hakkında nazil olmuştur.
O gün binlerce sahabe arasından, Peygamberin hutbesini sadece on iki kişi dinlemek için orada kaldılar ve Peygamberden ayrılmadılar.
Cabir b. Abdullah bu konuda şöyle diyor; Cuma günü bir kafile Medine’ye girdi. Biz Peygamberle beraberdik. On iki kişi dışında herkes dağılıp gittiler. Bunun üzerine ALLAH şu ayeti nazil etti, ‘Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar.’
Başka bir rivayette şöyle naklolunmuştur; Peygamberle birlikte namaz kılmak ile meşgul iken, yiyecek ve gıda maddeleri ile yüklü olan bir kafile geldi. Millet onu fark edince, on iki kişinin dışında hepsi dağılıp gittiler. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu; ‘Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman...’
Uhud savaşında da bu rakam Peygamberle beraber kaldı ve gerisinin tamamı firar ettiler. Peygamber o gün onlardan beraat etmek zorunda kaldı.
Berra b. Azib şöyle diyor; Peygamber, Abdullah b. Cubeyri piyadelerle amir olarak tayin etti. Onlar firar ettiler. Bu haled, Peygamber onları sesledi ama on iki kişiden başka kimse Peygamberin yanında kalmadı. Sahih-i Buhari, c.6, s.67, Kitab-ul Tefsir
Enes şöyle diyor; Amcam Enes b. Nezir Bedir savaşına katılmadı. Peygambere gelerek, ben müşriklerle yapmış olduğun ilk savaşa katılmadım, bir daha müşriklerle savaşırsak, ALLAH muvaffak ederse nasıl savaşacağımı göstereceğim, dedi. Daha sonra Uhud savaşı vuku buldu ama Müslümanlar firar ettiler. Bunun üzerine Peygamber şöyle dedi; Ya Rabb’i! Bunların yaptıklarından senden af diliyorum.
O Hazret (bunları derken) maksadı sahabesiydi. Sahih-i Buhari, c.4, s.47, Kitab-ul Cihad
Sahabenin Huneyn günü firar etmesi daha çirkin ve daha zararlıydı. Zira onlar binlerce kişi olmasına rağmen firar etmişlerdi. ALLAH Onları bu işlerinden dolayı şu şekilde melamet etmektedir; ‘Andolsun ki; ALLAH bir çok yerde (savaş alanlarında) ve Huneyn savaşında size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğratmaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda gerisin geri dönmüştünüz. Sonra ALLAH, Resulü ile müminler üzerine sükunetini indirdi...’
Sahabenin arasında öyleleri vardır ki; ALLAH onlar hakkında şöyle buyurmuştur, ‘Yeryüzünde ağır basıncaya kadar hiçbir Peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki ALLAH ahireti istiyor, ALLAH güçlüdür, hikmet sahibidir. ALLAH tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.’ Tevbe, 67-68
Bu ayetler bir grup sahabe hakkında nazil olmuştur. Bunlar Bedir savaşı hususunda meşveret ederlerken Ebu Sufyan’ın adamlarını esir alma görüşünü belirtmişlerdi. Oysa Peygamber Bedir savaşından önce onları savaş için sınamak ve onların hazırlıklarını öğrenmek için onlarla meşveret etmişti. Ama yine de bunlara rağmen, onlar kafileyi yakalamayı savaşa tercih ettiler.
Sahabenin arasında öyleleri vardı ki; ALLAH Resulü onları azarlamıştır. Zira onlar kendi kavim ve kabilelerine doğru davet ediyor ve cahilliye dönemindeki düşüncelerini akıllarından geçiriyorlardı.
Cabir b.Abdulah Ensari şöyle diyor; Savaşlardan birisinde iken muhacirlerden birisi ensardan olan birisine tekmeyle vurdu. Bunun üzerine, ensardan olan şahıs, ey ensar neredesiniz? Diye seslendi. Muhacirlerden olan şahıs ise, ey muhacirler neredesiniz? Diye feryat etti. ALLAH Resulü bunu duyunca şöyle buyurdu; Neden bunlar cahilliye nizalarını canlandırıyorlar. Sahih-i Buhari, c.6, s.397, Kitab-ut Tefsir
İşte bu cahilliye tartışmaları yüzünden ensarı oluşturan Avs ve Hazrec kabileleri arasında nerde ise büyük bir olay veya savaş çıkacaktı.
Ayşe şöyle diyor; ‘... Sa’d b. Meaz kalkarak şöyle dedi, Ey ALLAH’ın Resulü, andolsun ki; ben onun işinden dolayı senden özür diliyorum. Eğer o Avs kabilesinden olsaydı, şüphesiz onun boynunu vururdum. Eğer bizim kardeşlerimiz olan Hazrec’den olsaydı, o zaman sen bize emir verirdin ve bizde emrini icra ederdik.
Hazrec kabilesinin yöneticisi olan ve ondan önce iyi bir şahıs olan Sa’d b. Ubade sinirli bir şekilde kalkarak şöyle dedi; Andolsun ALLAH’a yalan söyledin. Yemin olsun ALLAH’a ki, onu muhakkak öldüreceğiz. Sen münafıklardan söz eden bir münafıksın. İşte bunlardan dolayı Avs ve Hazrec kabileleri öfkelenmeye başladılar ve nerede ise birbirlerine düşeceklerdi. Bu esnada ALLAH Resulü de minberdeydi, minberden inerek onlara susmalarını emretti, onlarda sustular ve O Hazretin kendisi de sustu. Sahih-i Buhari, c.3, s.508, Kitab-uş Şahadet
Sahabeden öyleleri vardı ki; ALLAH Resulünün sözlerini hiçe sayıyor ve O Hazrete muhalefet ediyorlardı.
Örneğin; Peygamber Üsame’nin ordusunun hareket etmesini istemesine rağmen bazı sahabeler buna muhalefet etmiş ve orduya katılmamışlardır.
İbni Ömer şöyle diyor; Peygamber bir ordu tertip ederek ordunun başına Üsame b. Zeyd’i emir olarak geçirdi. Bazıları Üsame’nin emirliğini (komutanlığını) kabul etmediler.
Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu; Onun komutanlığını kabul etmediğiniz gibi, Ondan önce onun babasının komutanlığına da muhalefet ediyordunuz. Sahih-i Buhari,c.5, s.57, Kitabu Fezailu-s Sahabe,
Sahabenin içersinde öyleleri vardır ki; Peygamber ömrünün sonlarına doğru bir vasiyet yazmak için kalem kağıt istemiş olmasına rağmen, buna bazıları karşı çıkmışlardı ve Peygambere ‘sayıklıyor’ nispetini vermişlerdi. Bunun müteakibinde Peygamber onların yanından çıkmalarını istemişti.
Said b. Cübeyr İbni Abbas’tan naklederek şöyle diyor; ‘Perşembe günü ne gündü o gün! Sonra (İbni Abbas) o kadar ağladı ki, gözyaşları taşların üzerine döküldü. Dedim ki; Ey İbni Abbas, Perşembe günü nedir? Şöyle cevap verdi? Peygamberin ağrısı şiddetlenmişti, sahabesine şöyle buyurdu; Bana bir kağıt getiriniz sizlere öyle bir vasiyet yazayım ki; ondan sonra asla dalalete, sapıklığa düşmeyesiniz. Peygamberin yanında niza ve tartışma olmaması gerekirken oradakiler birbirleriyle niza ettiler. Bazıları dediler ki; Buna ne olmuş?! Acaba sayıklıyor mu??! Ondan sorun: Bunun üzerine Resulullah, kalkın benim yanımdan gidin, benim bulunduğum hal sizin beni davet ettiğiniz şeyden daha hayırlıdır.’ Sahih-i Buhari, c.4, s.260, Kitab-ul Hums
Sahabe arasında öyleleri vardır ki; Peygamberin vefatından sonra riyaset ve makam için kendi aralarında büyük tartışmalara girdiler. Hatta bazıları iki tane amirin, biri muhacirden, diğeri de ensardan olmasını istiyorlardı. Bu tartışmalara girenler her ne kadar Müslüman olmuş olsalar bile, bu tartışmalar onların cahilliye dönemindeki düşüncelerinden, heva ve heveslerinden el çekmediklerini gösterir.
Sahabe arasında, Peygamberden sora binlerce hadis uyduran düzmececi Ebu Hureyre ve Peygamberden sonra İslam hilafetini krallığa dönüştüren Muaviye gibi simalar vardır.
Ehl-i Sünnetin, sahabenin tamamında bu kadar iyimser olmalarının sebebi, onların Peygamberin makamıyla şereflenmeleri ve Peygamberle birlikte olmalarından kaynaklanabilir. Ama şunu unutmamak gerekir ki; bu özellik Peygambere eş olma özelliğinden yüce olamaz. Oysa ALLAH’u Teala Kuran’ı Kerimde şöyle buyuruyor; ‘Ey Peygamber hanımları sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır.’
Başka bir ayette Peygamberin aleyhine plan döken iki zevcesi Aişe ve Hafsa hakkında şöyle buyuruyor; ‘Eğer ikinizde ALLAH’a tövbe ederseniz, (yerinde olur) Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygambere karşı birbirinize arka verirseniz, bilesiniz ki; Onun dostu ve yardımcısı ALLAH, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de yardımcıdır. Eğer o sizi boşarsa, Rabb’i ona sizden daha iyi kendini ALLAH’a veren, inanan, sebatla itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir... Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihat et, onlara karı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür. ALLAH inkar edenlere, Nuh’un karısı ile Lüt’un karısın misal verdi. Bu ikisi kullarımızdan iki salih kişinin nikahları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları ALLAH’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, haydi ateşe girenlerle beraber sizde girin denildi.’ Tahrim, 4-5, 9-10
Yukarıdaki ayetlerden anlışılan şudur ki, Peygamberle beraber ve birlikte olmak kişinin makamının yüceliğine ve salim imanına delalet etmez.
Fakat Peygamberin sahabeleri hakkında naklolunan rivayetlerin yanı sıra, Peygamberin zevceleri tarafından da mezkur, rivayetlerden daha şiddetli rivayetlerde nakledilmiştir. İbni Abbas şöyle diyor; Bir yıl geçmesine rağmen, ben Ömer’den Peygamberin aleyhine plan döken o iki kadını sorma fırsatı arıyordum; ama ondan çekiniyordum. Bir gün, o bir eve giderek (o evin bahçesinde) büyük bir ağacın altında oturdu, oradan çıktığı zaman ona sordum, şöyle cevap verdi; Aişe ve Hafsa. Sonra şöyle dedi; Biz cahilliye döneminde kadınlara değer vermiyorduk ama İslam geldiğinde ALLAH onları da hatırlattı. Biz, işlerimizde onlardan yararlanamayacağımız halde, onların bizlerde haklarının olduğunu öğrendik.
Her halükarda, bir gün ben ve eşim arasında bir sohbet geçti. O sert bir üslupla, öfkeyle benimle konuştu, ben ona dedim ki, Senin aslın ve soyun iyi değil. O şöyle dedi; Sen, kızın ALLAH Resulüne eziyet ettiği halde bu sözleri bana mı söylüyorsun! Bunun üzerine ben Hafsa’nın yanına giderek onu uyardım ve sakın ola ki; ALLAH ve Resulüne itaatsizlik edesin diye ikazda bulundum. Sahih-i Buhari, c.7, s.489, Kitab-ul libas
Peygamber Efendimizden Aişe’nin şöyle dediği naklolunmuştur; ALLAH Resulü Cehş’in kızı Zeyneb’in yanında bal yiyor ve bir müddet orada kalıyordu. Ben ve Hafsa anlaşarak, hangimiz onu ilk olarak görsek, Ona (Peygambere) sen meğafir (ağaç sırası) yemişsin ve ağzından meğafir kokusu geliyor demeyi kararlaştırdık. Hazret buyurdular ki; hayır böyle değil ben Cehş’in kızı Zeyneb’in yanında bal yiyordum ve bir daha yemeyeceğim. Ben seni yemine veriyorum ki; (bunu) başkasına haber vermeyesin. Sahih-i Buhari, c.6, s.404, Kitab-ut tefsir
Yine Aişe’nin şöyle dediği naklolunmuştur; Peygamberin zevceleri iki gruplardı. Bir grupta, Aişe, Hafsa, Safiyye ve Sude bulunuyor ve diğer bir grupta ise Ümmü Seleme ve Peygamberin diğer hanımları bulunuyordu. Sahih-i Buhari, c.3, s.454, Kitab-ul Hibe
Yine Aişe’den naklolunmuştur ki; Ben, kendilerini (mehirsiz ve şartsız olarak) ALLAH Resulüne bağışlayanları kıskanıyor ve şöyle diyordum; Bir kadın kendisini nasıl olarak bağışlayabilir? Böylelikle şu ayet nazil oldu, Bunlardan dilediğini bırakabilirsin, dileğini de alabilirsin ve bıraktığını tekrar almada bir vebal yok sana.’ Ahzab,51
Bunun üzerine ben şöyle dedim; Ben hayretlere kapıldım ki; Senin istediklerine Rabb’in anında icabet ediyor. Sahih-i Buhari, c.6, s.295, Kitab-ut Tefsir
Yine Aişe şöyle diyor; Hatice’nin kız kardeşi ve Huveyli’din kızı Hale, Peygamberin yanına gitmek için izin istedi. O Hazret Hatice’yi hatırlayarak şöyle buyurdu; Ya Rabb’i, bu Hatice’nin kız kardeşi, Hale’dir. Ben bu söze bozularak şöyle dedim; Ne oldu ki; Kureyş’in yaşlı kadınlarından olan bir yaşlı kadını anımsıyorsun? Oysa o kadın yıllar önce ölüp dünyadan gitmiş ve ALLAH ondan daha iyi bir kadını sana bağışlamıştır. Sahih-i Buhari, c.6, s.295, Kitab-ut Tefsir
Aişe’nin başka bir sözü de şöyle naklolunmuştur; Peygamberin hanımları arasında hiçbirisine Hatice gibi gıpta etmiyor ve kıskanmıyordum; Oysa onu görmemiştim. Ama Peygamber onu çok yad ediyordu. Hatta Peygamber bazen bir koyun keserek onun etini küçük-küçük kesiyor ve onları Hatice’nin hayrına millete dağıtıyordu. Ben bazen ona diyordum ki; Dünyada Hatice’den başka kadın mı yok?
Ama O diyordu ki; Hatice şöyleydi-böyleydi. Evladım Ondandı. Sahih-i Buhari, c.5, s.104, Kitab-u Menakib-ul Ensar
Sahabenin tamamını adil bilenlerin delillerinden bir tanesi, iddialarına göre Peygamberin şu buyruğudur;
‘Benim Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz.’
Başka bir rivayette şöyle bildirilmiştir; ‘...Onların her birinin sözünü dinleyin...’
Ehl-i Sünnet, sahabenin tamamının masumluğunu kabul etmemektedir. Ama yukarıdaki hadisin sahih ve doğruluğunu kabul edenler sahabenin hepsini masum görmektedirler. Sahabeden çoğunluğunun adaletsizliğini ortaya koyan rivayetler, genelde Peygamberin yanında uzun bir müddet kalan sahabeler hakkındadır. Hal böyleyken, acaba Peygamber ile az bir zaman beraber olan sahabenin, sırf beraberlik ve sahabelik unvanı ile adaleti nasıl bir konum taşıyabilir? Acaba bu abartmaların ve boş sözlerin sebep ve anlamı nedir?
Acaba bir insanın Peygamberle olan az bir beraberliği o insanın adil olmasına sebep olabilir mi? Ve böyle bir şey mümkün müdür? Oysa adalet ihlasla Peygambere ve getirdiklerine iman ve amelden başka bir yolla hasıl olmaz.
İnsanın fıtrat ve aklı ile bağdaşmayan bu çelişki Ehl-i Sünnetin bazı alimleri tarafından ortaya atılmıştır. Örneğin İbni Teymiye, fitne ve fücurlarla tanınan Muaviye b. Ebu Süfyan’ı sırf sahabe olduğu için tabiinden olup da Ehl-i Sünnet arasında adalet ve takva ile meşhur olan Ömer b. Abdul Aziz’in ön planına çıkarmıştır. Oysa Ehl-i Sünnete göre, Ömer b. Abdul Aziz hülafa-i raşidinin beşincisidir. Bu Muaviye’nin sırf sahabe olmasından doyalı onun ön plana çıkarılmaması gerektiğine en büyük delildir.
Sormak lazım; bunların hangisinin makamı yücedir? Kendi gözleriyle Peygamberden onlarca mucizeyi gördükten sonra iman getiren mi yoksa O mucizelerin bir tanesini daha görmeden iman getiren mi daha değerlidir?
Bütün sahabe adaletlidir; sözünü yayanlar, sahabeden bazılarına itiraz yolunu kapamak için bu sözü yaygınlaştırmışlardır. Fakat sahabeden bazıları Peygamberden sonra Hz. Ali ve evlatlarını devre dışı bırakma girişimlerinde bulundular. Bu görüş ve inancın doğrultusunda hareket edenler, sahabenin tüm yaptıklarını ve görüşlerini sırf bu hedeften dolayı, sahih görmüşlerdir.
Bu yanlış ve batıl inancın savunucuları Peygamberin Ehl-i Beytini kendi çirkef planlarına ve makamlarına bir tehlike gördükleri için bu asılsız görüşü ortaya atmış ve yaygınlaştırmışlardır. Çünkü bu zihniyetin sahipleri Ehl-i Beytin Kuran ve hadislerdeki makamını biliyor ve bu hakikatlerin karşısında sahabeyi Ehli Beytin ön planına çıkarmak ve dolayısıyla hedeflerine ulaşmak için bunları yapıyorlardı.
İşte bunlardan dolayı Peygambere nispet verilen ‘Ashabım yıldızlar gibidir...’ hadisi aşağıdaki sahih hadise göre Ehl-i Beyt karşısında uydurulan bir hadistir.
Zira Peygamberin sahih bilinen bir hadiste şöyle buyurduğu naklolunmuştur; ‘Benim Ehl-i Beytim Nuh’un gemisine benzer, Ona binenlerin hepsi kurtuldu, ondan kaçanların hepsi helak oldu.’ Müstedrek-i Hakim, c.3, s.151
Ve yine O Hazret buyuruyor ki; Benim Ehl-i Beytim sizin içinizde Ben-i İsrail’deki hıtta kapısına benzer. O kapıdan girenlerin hepsi bağışlandılar’ Mecme’uz Zevaid-i Haysemi, c.9, s.168
Sahabenin tamamının adaletine, inanmanın menfi yönlerinden bir tanesi bir çok düzmece sözlerin hadis unvanında kitaplarda naklolunmasıdır.
Acaba bu konuda olanlardan Resulullah’ın sünnetini almak ve öğrenmek doğru mudur? Ashabım yıldızlar gibidir hadisine inanırsak eğer, Peygamberin sünnetini, Hz. Ali’ye karşı savaş açan Muaviye b. Ebu Süfyan, Amr b. As, Semure b. Cundeb, Ebu Hureyre’den ...almamız gerekir. Oysa akıl bunu tamamen reddetmektedir. Zira Peygamberin sünnetine muhalefet edenlerden, o sünneti öğrenmek, istemek akla göre doğru değildir.
Ehl-i Sünnetin kendi sahih kitaplarından Peygamberin şöyle buyurduğu naklolunmuştur; ‘Zamanının imamının biatı üzerinde olmadan ölen kimse, cahilliye ölümü üzere ölmüştür’
Bu rivayete göre Aişe cahilliye dönemine dönmüş olmaktadır. Zira O zamanının imamı Hz. Ali’ye biat meselesinde muhalifet etti ve biat etmedi ve üstelikte bir ordu teşkil ederek Hz. Ali’ye savaş (Cemel savaşı) açtı.
Şimdi sormak lazım yukarıdaki hadis Peygamberin sünneti değil midir? Peki Peygamberin sünnetine muhalifet eden birisinden, o sünneti öğrenmek, istemek ne derece makul olabilir? Ehl-i Sünnet Muaviye’nin Hz. Ali’ye karşı savaştığını bildikleri halde Muaviye ve tüm sahabeyi adil bilmektedirler. Acaba kendi aralarında çelişki ve ihtilaf olan sahabelerden (her iki taraftan) de sünneti almak ve öğrenmek doğru mudur? Akıl bu görüşü tamamen reddetmektedir. Öyleyse sormak lazım; sahabeden sünneti öğrenmek ve almak vacip midir?
Cevap olarak şunları söylemek mümkündür; İlk etapta ve bakışta, sünneti sahabeden almanın vacipliğine dair elde hiçbir kanıt ve delil mevcut değildir. Çünkü Peygamberden sonra sahabeler kendi aralarında ihtilaf ettiler. Bu ihtilaf edenlerin hangisi haklıydı?
Burada üç ihtimal bulunmaktadır:
Birinci ihtimal: Her iki tarafta haklıydı.
İkinci ihtimal: Her iki tarafta haksızdı.
Üçüncü ihtimal: Bir taraf haklı ve diğer bir taraf ise haksızdı.
Bu üç ihtimal içerisinden birincisini kabul etmek doğru değildir. Zira hak hiçbir zaman hakla ihtilaf etmez.
Geriye ikinci ve üçüncü ihtimaller kalıyor; Neticede ister ikinci veya isterse de üçüncü konumda olsunlar, her halükarda sahabe içerisinde haksız simaları, yanlış yaparak ihtilaf yaratanları görmek mümkündür. Bu halde, bunların tamamını adil görmek, ve sünneti onlardan öğrenmek istemek ve bunları hidayet yıldızları olarak kabullenmek doğru mudur?
Ama Şia inancına, aklın esasına ve Kuran’ın direktifine göre sahabe şundan ibarettir:
1-ALLAH Resulü ile beraber olmalıdır.
2-Ona iman getirmelidir.
3-Onun sünnetini kabul etmelidir.
4-Yaşantısında O Hazrette tabi olmalıdır.
5-ALLAH yolunda O Hazretle birlikte malıyla, canıyla mücadele ve girişimler bulunmalıdır.
6-O Hazretin vefatından sonra, onun sünnetinden el çekmemeli ve ona göre amel etmelidir.
7-Onun sünnetini tahrif etmemeli, değiştirmemeli ve sünnetin aksine göre amel etmemelidir.
Bir sahabeye değer vermek farklı bir konu ve sünneti onlardan almanın vacipliği ise başka bir meseledir. Çünkü, Sahabelere bırakılan vazifelerden birisi, sünneti onlardan almanın gerekliliği değildir. Bu konuda hiçbir akli ve şer’i delil mevcut değildir. Elbette sünnet muallakta bırakılmamıştır. Aksine bu konuda ehliyeti olan ehil sahabeler O Hazretin sünnetini korumalı ve yaymalıdırlar. Nitekim ehil olan seçkin sahabeler de bu vazifeyi en iyi bir şekilde ifa etmişlerdir. Ama bu mesele vazife olarak sadece Ehl-i Beytin ihtiyarına bırakılmıştır. Zira onlar ilimde ve imamette Peygamberin varisleridirler.
Netice olarak diyoruz ki; Kuran’ı Kerim ve Peygamberin sünnetinden anlaşılan, sahabenin tamamının bir derece ve makamda olmadıklarıdır. Onlardan bazıları ALLAH Resulüne layık olup ilahi emirleri ifa eden takvalı ve temiz insanlardır. Bazıları ALLAH Resulü zamanında iki ipte oynayarak münafıklık yapmışlardır. Bu konuda geniş bilgi için Kuran’ın münafikun süresine bakabilirsiniz.
Bu açıklamalara göre, Şianın sahabe hakkında ki görüşünün Kuran ve Sünnetin görüşü olduğu gayet açık bir şekilde görülmektedir.
Yorum