Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İkinci Fatıma Hz. Masume

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #76
    Ynt: İkinci Fatıma Hz. Masume

    Hz. Mâsume'nin Toprağa Verilmesi
    Eskiden, Hz. Mâsume'nin türbesinin bulunduğu yere Bablân denirdi. O yüce hâtunun pak bedeni defnedilmeden önce burada hiçbir bina yoktu. Alan, aynı zamanda Hz. Mâsume'ye ev sahipliği de yapmış Musa b. Hazrec'e aitti. Kum'un önde gelen isimlerinden biri olan Musa, bu toprakları Hz. Mâsume'nin defni için tahsis etti.
    Saad ailesi, Hz. Mâsume'nin pak bedenini toprağa vermek üzere bu alanda bir kuyu kazdı. Gusül ve kefen işlemlerinden sonra nâşı buraya getirildi. Ancak, cenazeyi kimin kuyuya yerleştireceği konusunda Saad ailesi arasında görüş ayrılığı çıktı. Sonunda yaşlı, takvalı ve salih biri olan Kadir adlı bir seyidin bu iş için uygun olacağı kararlaştırıldı.
    Seyit Kadir'i bulup getirmek için yola koyulduklarında çöl tarafından gelmekte olan yüzleri örtülü iki atlıyla karşılaştılar. Kim oldukları bilinmeyen bu kimseler, atlarından inerek Hz. Mâsume'ye cenaze namazı kıldılar. Daha sonra kuyuya inerek cenazeyi yerleştirdiler. İşlerini tamamladıktan sonra tekrar atlarına binerek oradan ayrıldılar. Yüzleri örtülü olduğu için kimse o iki zâtın kim olduğunu öğrenemedi.
    Daha sonra Musa b. Hazrec, mezarın üzerine kamışlardan oluşan bir gölgelik yaptı. IX. imamın [Muhammed Taki (a.s)] kızı Zeyneb, Kum'a geldiğinde bu gölgeliği kaldırtarak yerine bir kubbe yaptırdı.[187]
    Bir müddet sonra İmam Cevad'ın (a.s) torunu Ümmü Muhammed vefat ettiğinde cenazesi Hz. Mâsume'nin mezarının kenarına defnedildi. Bir süre sonra da Ümmü Muhammed'in kız kardeşi Meymûne vefat etti. Onun da cenazesi Hz. Mâsume'nin mezarının yanında toprağa verildi.
    Bu iki hâtunun mezarlarının üzerine ayrı bir kubbe yapıldı. Daha sonraları İmam Cevad'ın (a.s) oğlu Musa'nın kızı Bureyhiye de vefat ettiğinde onu da aynı yerde toprağa verdiler.[188]
    Merhum Muhaddis Kummî, bu hanımların dışında başka hanımların da Hz. Mâsume'nin yanına defnedildiklerini yazar. İmam Cevad'ın (a.s) kızı Zeyneb, Muhammed b. Musa Mubarka'ın (a.s) cariyesi Ümmü İshak ve Muhammed b. Ahmed b. Musa Mubarka'ın (a.s) cariyesi Ümmü Habib, bunlardan bazılarıdır. [189]
    Buna göre imamzâdelerden altı kişi, Hz. Mâsume'nin mezarının yanı başında defnedilmişlerdir.[190]
    Hz. Mâsume'yi ziyaret edenler, onları da yâd etmek isterlerse kısaca şu cümlelerle ziyaret edebilirler:

    Yorum


      #77
      Ynt: İkinci Fatıma Hz. Masume

      11 Asır Sonra Çürümeyen Bedenler
      Nasrettin Şah (ö. 1313 H.) döneminde, mucizevî bazı ilginç olaylar meydana gelmiştir. Bu konuda şöyle anlatılır:
      Merhum Ayetullah Hacı Aga Hüseyin Müçtehid[191] der ki: Hz. Mâsume'nin haremi mermer taşlarıyla döşenirken mezarının ayak ucundan kuyuya doğru bir delik açıldı. Kuyunun tamire ihtiyacı olabilir düşüncesiyle, birkaç kişinin kontrol amacıyla kuyuya inmesi kararlaştırıldı. Bu görevi yerine getirmek amacıyla iki salih ve imanlı hanımefendi belirlendi. Hanımlar, yanlarına ışık alarak kuyuya indiler. Hz. Mâsume'nin mezarının o kuyuda olmadığını gördüler. Kuyu, Hz. Mâsume'nin mezarının ayak ucundaydı ve içinde adeta yeni hayata veda etmiş üç pak naaş vardı. Bunlardan biri (beyaz tenli) hanımefendi, diğer ikisi de siyah tenli cariyeler idi.[192]
      Tarih kitaplarından elde edilen bilgilere göre, hanımefendinin, İmam Cevad'ın (a.s) oğlu Musa Mubarka'ın kızı Meymûne olduğu; cariyelerin de Ümmü İshak ile Ümmü Habib oldukları anlaşılmaktadır.
      Evet, ölümlerinin üzerinden 11 asır geçmesine rağmen mübarek bedenleri hiç değişmemişti. Onlar, Peygamber efendimizin (s.a.a) sözünün tecellileri idiler. Zira Resul-i Ekrem (s.a.a) bu konuda şöyle buyurmuştu: "Allah, bizim etimizi yeryüzüne haram kılmıştır. Yer, asla bizim etimizi yemez."[193]



      Yorum


        #78
        Ynt: İkinci Fatıma Hz. Masume

        HZ. MÂSUME'NİN FAZİLETİ
        Tanımak, dinin temelini oluşturur. İnancı açığa vurmak ve hakkı tanıyarak iyi şeyler yapmak, inanca ve amele daha fazla değer verir.
        Nitekim, İmam Ali de (a.s) bu konuda Kumeyl'e şöyle buyurmuştur: "Marifete (hayrını ve şerrini bilmeye) ihtiyaç duymadığın hiçbir hareket yoktur."[194]
        İmam Rıza (a.s), kız kardeşi Hz. Mâsume'nin türbesini ziyaret etmenin sevabı hakkında şöyle buyurmuş: "Kim onu hakkıyla (tanıyarak) ziyaret ederse cenneti hak eder."[195]
        Yine, İmam Rıza'dan (a.s) nakledilen Hz. Mâsume'nin ziyaret namesindeki şu cümle, dikkat çekicidir:


        Tüm bu yazılanlardan şu sonuca varıyoruz ki, her şeyden önce imamları (a.s) ve Hz. Mâsume gibi büyük şahsiyetleri hakkıyla tanımak gerekir. Zira, sevap ve derece elde etmenin özünde de onları tanımak yatar.
        Burada, Hz. Mâsume'yi daha iyi tanımamıza yardımcı olacak on örnekle yetineceğiz:
        1- Hz. Peygamber'in (s.a.a) Öz ve Manevî Evladı
        İmam Rıza (a.s)'dan nakledilen Hz. Mâsume Ziyaret-namesi'nde İmam (a.s), bu yüce bânuyu şu unvanlarla yâd etmiştir:
        Allah Resulü'nün (s.a.a) kızı, Fatıma ve Hatice'nin (s.a) kızı, Müminlerin Emiri Hz. Ali'nin (a.s) kızı, Hasan ve Hüseyin'in (a.s) kızı, Allah'ın velisinin [İmam Kâzım (as.)] kızı, Allah'ın velisinin [İmam Rıza (a.s)] kız kardeşi, Allah'ın velisinin [İmam Cevad (a.s)] halası.
        Bu tabirler, sadece nesebî yüceliğini açıklamak için değildir. Aksine, bunun yanı sıra şunu da açıklamaktadır ki, Mâsume (s.a), manevî ve ilahî makamıyla gerçekten Hz. Peygamber'in (s.a.a), Hz. Fatıma Zehra'nın (s.a), Hz. Hatice'nin ve masum imamların hem öz, hem de manevî kızlarıydı.

        Yorum


          #79
          Ynt: İkinci Fatıma Hz. Masume

          2- Hz. Mâsume'nin Paklığı
          İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: "Hz. Mâsume'yi Kum'da ziyaret eden, beni ziyaret etmiş gibidir."[196]
          Hz. Mâsume'nin paklığına ve yüce makamına dair bir çok deliller vardır. Ayrıca İmam Rıza'nın (a.s) yukarıdaki sözü, Hz. Mâsume'nin bu makama sahip olduğunu açıkça göstermektedir.
          Öte yandan asıl ismi, Fatıma Kübra'dır. "Mâsume" lakabını ona veren İmam Rıza'nın (a.s) kendisidir. Hz. Mâsume'yi ziyaret etmenin sevabı da İmam Rıza'yı (a.s) ziyaret etme sevabıyla aynı tutulmuştur.
          Hz. Mâsume'nin paklığının bir diğer göstergesi ise rivayetlerde de geçen yüzü örtülü iki meçhul kişinin gaipten gelerek onun cenazesini defnetmeleridir. Zira bize göre, mâsumu ancak mâsum defnetmelidir. Büyük bir ihtimalle bu iki kişi, İmam Rıza (a.s) ile İmam Cevad (a.s) idi.
          Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Peygamberler ve on dört masumun dışında acaba bu yüce makama sahip olan başkaları da var mıdır?
          Cevap olarak şunu söylemeliyiz ki; ismet makamı, pak ve temizliğin mânen en üstün makamıdır. Bu makam, iki kısma ayrılır:
          1- Hatadan masum.
          2- Günahtan masum.
          Hz. Mâsume, Hz. Zeyneb gibi, her ne kadar on dört masumun derecesinde olmasa da günahlardan masumdur. Zira on dört mâsum, günahtan masum olduğu gibi, hatadan da masumdur.
          Her halükârda nübüvvet ve imamet bahçesinden değerli bir gül olan Hz. Mâsume'nin bereket dolu varlığı, Kum için "bedende bir ruh" gibi olmuş, manevî parlaklığıyla bu diyara ayrı bir değer katmış ve gerek Kum'a gelişi, gerekse buradaki anıları, Kum'un azametini daha da yüceltmiştir.
          O, pak bir sülale olan imamet ve velayet hazinesinden ve varlık aleminin sedeflerinden, her geçen gün Kum'un görkemini artıran paha biçilmez bir mücevherdir.
          Şeyh Zeki Bağban, meşhur kasidesinde şöyle der:

          Kum, Mâsume'nin asaletiyle sefa buldu
          Berrîn cennetinin bağı gibi nurla doldu
          Padişahlar dahi dergâhına sığındı
          Şüphesiz, cennete gidilir bağış yoluyla
          Günahkârın naşına Kum tozu konmaz.

          Ben de, naçizane, kendi çapımda Hz. Mâsume'ye itha-fen şöyle bir şiir yazdım:
          Ey Kum toprağı, sen et artık iftihar
          O kutlu cevherden ve o hükümdarın kızından
          Bütün topraklara karşı izzet senindir
          Her dem, her lahza sürur senindir
          Söyle gökyüzüne, çekinme yıldızlardan
          Bende şeref yıldızı, parlak güneş var
          İmam kızı, İmam kardeşine deri
          Hem İmam halası, hem ismet yarısı
          Şia daim sıdk ile hitap eder
          Mustafa ile Zülfikâr'ın kızına
          Ey ismet bağının biricik cevheri, şeref yakutu
          Sensin faziletlerin ve mânanın membaı
          Kapının toprağı gözbebeği oldu bize ve hep olacak
          Yüzündeki şefkat ise yârin aynası, O'nun anısı
          Sadakat ve iltica sırrıyla melekler
          Sarayında sana saygı ve tevazu gösterirler
          Kurbanın olsunlar, dergâhına köle olsunlar ey yüce
          Ey dokuz sedefin iffet ve vakârı olan cevher
          Senin nurunla ayakta, görkemli İlim Havzası
          Ve senin lütfünle nurunu her yana saçmakta
          Olaylar, tehlikeler, iniş ve çıkışlar arasında
          Şu değerli yârine sen ol sığınak, sen ol yâver
          Yarasalar senin nurunla yolunu bulur
          Senin varlığınla düşmanın gözü tarumâr olur
          Bundan böyle şefaatçimiz ol, mahşer gününde
          Ey yüreği burukların şefaatçisi, Allah katında
          O'nun lakabı "Şefîa" olduktan bu yana
          Ne olursa olsun, ziyaretinde "işfi'î" söyle
          Sadakat ve kulluk gizemiyle dolu Muhammedî koku var onda
          Sabah akşam, lütfünün gölgesinde bahardayım
          Evet, İmam Rıza (a.s), Hz. Mâsume'yi ziyaret ederken ona hitaben şöyle söylememizi bize öğretmiştir:
          [197]

          Yorum


            #80
            Ynt: İkinci Fatıma Hz. Masume

            3- İmam Sadık'ın (a.s) Hz. Mâsume Hakkında Sözleri
            Hz. Mâsume'nin özel bir makama sahip olduğunu gösteren bariz delillerden biri de, henüz o doğmadan, hatta babası dahi dünyaya gelmeden İmam Cafer Sadık'ın (a.s) onun hakkında buyurduğu sözlerdir.
            Bu sözler, peygamber ailesinden gelen bu hatunun özel ve yüce değerlere sahip olduğunu ve ilahî kişiliği bulunduğunu açıkça göstermektedir. Örnek olarak, şöyle sıralamak mümkündür:
            1- Şiîlerden biri İmam Cafer Sadık'ın (a.s) huzuruna çıktı. İmam'ın (a.s) beşikte bir bebekle konuştuğunu gördü. Oldukça şaşırmıştı. İmam'a (a.s) dönerek, "Yeni doğan bir bebekle mi konuşuyorsunuz?" diye sordu. İmam Sadık (a.s), "Eğer istiyorsan gel, sen de konuş" dedi.
            Bu Şiî, olayın devamını şöyle anlatır: Beşiğe yaklaşıp selam verdim. Bebek, selamımın cevabını verdi ve bana "Yeni doğan kızına verdiğin ismi değiştir. Zira Allah, o isimden hoşlanmaz" dedi. (Bu kimsenin, olaydan birkaç gün önce bir kız çocuğu olmuş, adını da Humeyra koymuşlardı.) Yeni doğan çocuğun konuşması, gaipten haber vermesi ve hatamı düzeltmeye çalışması beni daha da şaşkına çevirmişti. Bunun üzerine İmam Sadık (a.s), bana şöyle buyurdu: "Şaşırma, bu çocuk oğlum Musa'dır (a.s). Allah, onun neslinden bana bir kız verecek. Adı, Fatıma-'dır. O, Kum toprağında gömülecek. Kim onu Kum'da ziyaret ederse, cennet ona vacip olur."[198]
            2- Yine İmam Cafer Sadık (a.s), Hz. Mâsume henüz dünyaya gelmeden onun hakkında şöyle buyurmuştur: "Pek yakında Kum'da benim evlatlarımdan Fatıma isminde bir hâtun defnedilecek. Kim onu ziyaret ederse cennet ona vacip olur.[199]
            İmam Musa Kâzım'ın (a.s) Hicrî 128'de dünyaya geldiğini, Hz. Mâsume'nin de 173 yılında doğduğunu göz önünde bulundurursak, İmam Sadık'ın, (a.s) bu sözü Hz. Mâsume'nin doğumundan 45 yıl önce söylemiş olduğu sonucuna varırız.
            İmam Sadık (a.s) bir başka rivayette de şöyle buyurmuştur: "Benim kızlarımdan bir hâtun, Kum'da vefat edecek ve onun şefaatiyle tüm Şiîlerim cennete girecektir."[200]
            Bu gaybî haberler, aynı zamanda Şiîleri bu yüce hâtunun kutsal hedeflerine davet etmektedir.

            Yorum


              #81
              Ynt: İkinci Fatıma Hz. Masume

              4- Baban Sana Feda Olsun!
              Hz. Fatıma Zehra’nın (a.s) faziletlerinden biri de, Hz. Peygamberin defalarca onun hakkında söylediği “Babası ona feda olsun”[201] sözüdür.
              Peygamberimizin söylediği bu söz, Hz. Fatıma’nın makamının yüceliğini ve saygınlığını beyan etmektedir.
              Hz. Mâsume hakkında da buna benzer sözler, babası İmam Kazım (a.s) tarafından söylenmiştir. Bu konuyla ilgili olarak aşağıda yer alan anlamlı olayı naklediyoruz.
              Ayetullah Uzma Seyit Ebu’l-Kasım Hoî'nin ilk damadı olan Merhum Ayetullah Müstenbit, IX. yüzyılın alimlerinden Salih b. Arendes’in Keşfu’l-Leali kitabından[202] şöyle nakleder:
              İmam Kâzım (a.s) döneminde bir grup Şiî, sorularına cevap almak kastıyla Medine’ye geldi. Ancak İmam (a.s) yolculukta olduğundan geri dönmek zorunda kaldılar. Bir sonraki seferde sorularını bir kâğıda yazarak İmam Kâzım'ın (a.s) ailesine bırakmak istediler. Ancak, İmam’ın kızı Hz. Mâsume, buna fırsat vermeden bütün sorularına cevap verdi. Şiîler, cevapları alınca vatanlarına doğru yola koyuldular. Yolda İmam Musa Kâzım (a.s) ile karşılaşınca konuyu ona da anlattılar. İmam, Hz. Mâsume’nin yazdığı cevapları onlardan alarak gözden geçirdi. Hepsini doğru buldu ve üç defa şu cümleyi tekrar etti: "Babası ona feda olsun!"
              O dönemde Hz. Mâsume'nin yaşının küçük olduğunu da göz önüne alırsak, bu olay, onun ilim ve marifet derecesinin büyüklüğünü ve eşsiz makamını gösteren bir kanıt olarak ortaya çıkar.[203]

              Yorum


                #82
                Ynt: İkinci Fatıma Hz. Masume

                5- İmamların (a.s) Sağlam Delili
                Hz. Mâsume'nin hayatını konu alan bilgiler, büyük ölçüde tarih sayfalarından kaybolmuştur. Bunun sebebi ise, dönemin baskıcı yönetimi ve bu yönetimin Ehl-i Beyt'in hayatını ve faziletini yazan kaynaklardan duyduğu endişeler idi. Bununla birlikte günümüze kadar gelenlerle de bazı gerçekleri açıklamak mümkündür.
                Hz. Mâsume'nin özelliklerinden biri de İslamî ilimleri ve Ehl-i Beyt maarifini çok iyi bilmesi idi. Aynı zamanda bu ilmi insanlara ve gelecek nesillere nakleden eşsiz ravilerindendi.
                Nitekim, yukarıdaki rivayetten de bu konu anlaşılmaktadır. Bu yüzden olacak ki, İmam Kâzım (a.s) o eşsiz bânu için, "Babası ona kurban olsun" diyordu. Çünkü onun varlığı, babası İmam Kâzım (a.s) için sağlam/ emin bir dayanaktı. Nitekim Hz. Mâsume’nin ziyaret nâmesinin bir bölümünde şöyle denilmektedir: "Selam olsun sana ey Fatı-ma, ey Musa b. Cafer'in kızı, onun hüccet ve emini!"[204]
                Buna göre Hz. Mâsume, babası İmam Musa Kâzım'ın (a.s) insanlık için hücceti ve emanetçisi idi. Dolayısıyla o, Allah'ın hücceti, emini ve ilahî emanetin koruyucusu idi.
                Hz. Mâsume'den bize yeteri kadar rivayet ulaşmamıştır. Elimize ulaşan az sayıda rivayetten bazıları şunlardır:
                1- el-Gadir'de yazılan bilgilere göre, birçok Ehl-i Sünnet kaynağında, “Gadir” ve “Menzilet” hadisleri, Hz. Mâsume’den nakledilmiştir. Bu hadisler şöyledir:
                “İmam Kâzım'ın (a.s) kızları Fatıma (Mâsume), Zey-neb ve Ümmü Kulsûm, İmam Cafer Sâdık (a.s) kızı Fatı-ma’dan, o da İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) kızı Fatı-ma’dan, o da İmam Zeynelabidin (a.s) kızı Fatıma’dan, o da İmam Hüseyin'in (a.s) kızları Fatıma ve Sakîne’den, onlar da Peygamberimizin (s.a.a) kızı Fatıma'nın kızı Ümmü Kulsûm’dan ve o da annesinden (Allah onlardan razı olsun) şöyle nakleder:
                [Hz. Fatıma Zehra, Hz. Ali'nin (a.s) hilafetini gasp edenlere şöyle seslendi:]
                “Siz Allah Resulü'nün (s.a.v) Gadir-i Hum'da söylediği ‘Ben kimin Mevla'sı isem Ali de onun Mevla'sıdır’ cümlesini ve ‘Ey Ali, senin bana yakınlığın Hârun'un Musa'ya olan yakınlığı gibidir’ sözlerini duymadınız mı?[205]
                2- Yukarıdaki senetle Hz. Mâsume, Hz. Fatıma Zehra'dan şu rivayeti nakleder: Allah Resulü'nün (s.a.v) şöyle buyurduğunu duydum: Miraca gittiğimde cennete girdim. İçinde beyaz benekli yakuttan örülmüş bir saray vardı. Kapısı, inci ve yakutla bezenmiş, üzerine de bir perde asılmıştı. Başımı kaldırdım ve kapıya baktım. Üzerinde şöyle yazıyordu: ‘Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed (s.a.v) Allah’ın elçisidir, Ali insanların velisidir.’ Perdede de bir yazı vardı. Orada da şöyle yazılıydı: ‘Ne mutlu Ali Şiasına! Onun gibisi var mı?’
                Saraya girdim. İçerisi, kızıl benekli akiklerle döşenmişti. yeşil yakutla süslenmiş gümüş bir kapısı ve kapının üzerinde bir perde vardı. Başımı kaldırdığımda kapıda şöyle yazdığını gördüm: Muhammed Allah'ın elçisi, Al,i Mustafa'nın vasisidir.
                Perdede de şöyle yazılıydı: Ali Şiîlerine asilzade olduklarını müjdele!
                Sarayın ortasına kadar ilerlediğimde yeşil benekli zümrütten örülmüş başka bir saray daha gördüm. Öyle ki, ondan daha güzel bir saray hiç görmemiştim. İncilerle süslenmiş kızıl yakuttan bir kapısı vardı. Üzerinde de bir perde vardı. Başımı kaldırdığımda perdede şöyle yazılı olduğunu gördüm: "Ali'nin Şiası, asıl kurtuluşa erenlerdir."
                Cebrail'e 'Ey dost, bu kimin sarayı?' diye sordum. ‘Bu saray, amcazâden ve vasisin Ali b. Ebu Talib'indir. Ali Şiası dışında tüm insanlar, kıyamette yalın ayak ve çıplak bir hâlde gelirler. O gün insanlar annelerinin adıyla çağrılırlar. Ama Ali Şiîleri, babalarının adlarıyla çağrılırlar' dedi.
                Ey dost, bu sözün anlamı nedir, diye sordum. Bunun üzerine şöyle dedi: Şiîler, Ali'yi sevdiklerinden asil ve soylu olarak doğarlar.[206]
                3- Hz. Mâsume birkaç vasıtayla Hz. Peygamber'in (s.a.a) halası Safiye'den şöyle nakleder: “İmam Hüseyin (a.s) dünyaya geldiğinde Hz. Peygamber (s.a.a) bana, "Ey halacığım, çocuğumu bana getir" dedi. Henüz onu yıkayıp temizlemediğimi söyleyince, ‘Sen mi onu temizleyeceksin!? Şüphesiz, yüce Allah onu pak ve temiz kılmıştır’ buyurdu.”[207]
                4- Hz. Mâsume, Sâve'de hastalandığında “Beni Kum'a götürün. Çünkü babamdan işittim; 'Kum, bizim Şiîlerimizin merkezidir' buyurdular.[208]
                5. Hicrî 1306 yılında Mısır'da basılan el-Lulu's-Semine Fi’l-Âsari'l-Mûninatü’l-Merviyye kitabında şöyle rivayet edilir:
                Musa b. Cafer’in kızı Fatıma (Mâsume), Cafer b. Muhammed es-Sadık’ın kızı Fatıma'dan, o da Muhammed b. Ali el-Bâkır’ın kızı Fatıma’dan, o da Ali b. Hüseyin es-Seccad’ın kızı Fatıma'dan, o da Ebu Abdullah el-Hüse-yin’in kızı Fatıma’dan, o da Emirül Müminin'in (İmam Ali) kızı Zeyneb'den, o da Allah Resulü'nün (s.a.a) kızı ve annesi Fatıma Zehra'dan şöyle nakleder: Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Bilesiniz ki, kim Muhammed Ehl-i Beyt’inin sevgisi üzere ölürse şehit olarak dünyadan göçmüştür."[209]
                Üstte nakledilen beş rivayetten anlaşılan şudur ki; Hz. Mâsume, mesajlarıyla Şianın haklılığını tebliğ etmiş, Ali (a.s) Şiasına olan sevgisini açıkça beyan etmiş ve Şianın kutsal ideallerini korumaları için mükafatlarını açıklayarak onları inançlarında sağlamlaştırmıştır.

                Yorum


                  #83
                  Ynt: İkinci Fatıma Hz. Masume

                  6- Hz. Mâsume'nin Haremi Hz. Zehra'nın (s.a) Mezarının Tecelligâhıdır
                  Merhum Ayetullah Uzma Necefî Mer'aşî şöyle anlatır: Babam merhum Ayetullah Allame Seyit Mahmud Mer'aşî, Necef’te yaşıyordu. Ninesi Hz. Fatıma Zehra'nın (s.a) mezar-ı şerifinin yerini bulmayı çok istiyordu. Bu yüzden Hatm-i Mücerreb’[210] duasını yerine getirmeye karar verdi. Hz. Zehra'nın kabrinin yerini bir şekilde öğrenmek için düzenli olarak kırk gece bu duayı tekrarladı.
                  Kırkıncı gece, duayı hatmetti. Allah’a tevessül edip yakardıktan sonra yatağına girerek uyudu. Rüyasında İmam Bâkır’ı [veya İmam Cafer Sadık'ı] (a.s) gördü.
                  İmam ona rüyada, "Ehl-i Beyt’in kerimesine tevessül et” buyurur. Merhum, "Ehl-i Beyt’in kerimesi"nden kastın Hz. Zehra (s.a.) olduğunu zannettiğinden "Evet, kurban olayım! Zaten ben de Hz. Zehra’nın kabr-i şerifinin yerini tam olarak öğrenmek ve onu ziyaret etmek istediğimden bu duayı kırk gece hatmettim" der.
                  Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurur: Benim maksadım Hz. Mâsume'nin Kum'daki kabr-i şerifidir. Bazı maslahatlar gereği Allah, Hz. Zehra'nın kabrinin daima gizli kalmasını istedi. Bu yüzden Hz. Mâsume'nin kabrini de Hz. Zehra'nın (s.a) kabrine tecelligâh kıldı. Hz. Zehra'nın kabrinin yeri bilindiği taktirde ne kadar azamet ve görkemi olmalıysa, aynı görkem ve azameti Allah, Hz. Mâsume'nin kabr-i şerifine vermiştir.
                  Bu rüya üzerine Merhum Ayetullah Seyit Mahmud Mer'aşî, uykudan uyandığında Hz. Mâsume'yi ziyaret etmek için Kum'a gitmeye karar verdi. Tüm aile fertleriyle birlikte Necef'ten Kum'a doğru yola çıktı. Hz. Mâsume’nin türbesini ziyaret ettikten sonra Necef’e geri döndü.[211]
                  Ayetullah Seyit Muhammed Mer'aşî Hicri 1338 yılında Necef’te vefat etti. Ama değerli oğlu Ayetullah Uzma Seyit Şahabuddin Necefî Mer'aşî, Kum'a gelerek Hz. Mâsume'nin Harem-i Şerif’i civarında 66 yıl İslamî ilimlerle meşgul oldu. Fıkhî, kültürel, sosyal, siyasal vb. hizmetlerden sonra Hicrî 1411 yılında, Sefer ayının 8. günü 96 yaşında Kum kentinde vefat etti. Kabr-i şerifi büyük ve eşsiz kütüphanesinin kenarında bulunmaktadır.
                  Bu ilginç ve istisna olay, Hz. Mâsume'nin azamet ve üstünlüğünü, ninesi Hz. Zehra'nın (s.a) mübarek varlığı bir yansıması olduğunu göstermektedir. Hz. Mâsume’nin türbesinin Hz. Zehra'nın kabri şerifinin manevi celal ve görkemine sahip olduğu anlaşılmaktadır.
                  Dikkat etmek gerekir ki bu rüyayı bir taklit mercii, müçtehit olan babasından nakletmektedir. Ayrıca Masum İmamı rüyada görmek, o rüyanın doğruluğunu gösterir.

                  Yorum


                    #84
                    Ynt: İkinci Fatıma Hz. Masume

                    7- Özel Ziyaretnâme
                    Hz. Mâsume'nin istisnai bir azamete sahip olduğuna dair şahitlerden biri de İmam Rıza'nın (a.s) Hz. Mâsume hakkında buyurduğu özel ziyaretnâmedir. Hz. Fatıma Zehra'dan (s.a) sonra, hakkında masum İmam tarafından ziyaretnâme naklolunan tek hatun, Hz. Mâsume’dir. Hz. Zeyneb, yüce bir makama sahip olduğu halde mâsum imamdan kendine has bir ziyaretnâme nakledilmemiştir. Aynı şekilde Peygamber ailesinden diğer büyük hanımlar için de böyle bir şey yoktur.
                    Allame Meclisî bazı ziyaret kitapları kanalıyla Ali b. İbrahim'den, o da babasından, babası da Saad Eş’arî Kummî'den şöyle nakleder:
                    “İmam Rıza'nın (a.s) hizmetinde idim. Bana, ‘Ey Saad, sizin orada (Kum'da) bize ait bir mezar var’ dedi. Saad, ‘Feda olayım! Acaba kastınız Musa b. Cafer'in kızı Fatıma mıdır?’ diyince, 'Evet. Kim onu hakkıyla, tanıyarak ziyaret ederse cenneti hak eder' buyurdular."
                    Daha sonra İmam Rıza (a.s) Hz. Mâsume'nin kabrinin nasıl ziyaret edileceğini Saad’a şöyle anlattı: Kabrin kenarına vardığında baş tarafında kıbleye dönerek dur ve 34 defa 'Allahu Ekber', 33 defa 'Subhanallah' ve 33 defa da 'Elhamdulillah' dedikten sonra şöyle söyle:
                    “Esselamu alâ Adem'e safvetillah ...”[212]
                    Bu ziyaretin bir diğer özelliği de, İmam Rıza (a.s)'ın buyurduğu gibi 34 defa tekbir, 33 defa tesbih, 33 defa da hamd söylenmesidir. Buna benzer bir emir, diğer ziyaretlerde görülmemektedir.
                    Ziyaretin 'Allahu Ekber' cümlesiyle başlamasının sebebi ise, ziyaretçinin bu iki dünya hatununu ziyaret ederken cânı gönülden yüce Allah’ın birliğine ve münezzeh olduğuna ikrar edip O’na şükrettikten sonra ziyarete başlanması gerektiğidir. Ziyaretçi, bu manevî hâliyle Hz. Mâsume ile irtibat kurmalıdır.
                    Bu, Allah'ın salih kullarının azamet ve üstün dereceleri karşısındaki en güzel haldir. Temiz bir ruhla, saf bir kalple, her türlü şüphe ve çirkinliklerden arınmış bir şekilde ziyaret etmeli ve bu vesileyle güzel sonuçlar almalıdır.

                    Yorum


                      #85
                      Ynt: İkinci Fatıma Hz. Masume

                      8- Mesaj İçerikli Lakapları
                      Hz. Mâsume hakkında iki çeşit ziyaretnâme nakledilmiştir. Birincisi Allame Meclisî'nin İmam Rıza’dan (a.s) naklettiği meşhur ziyaretnâmedir.[213]
                      Diğeri ise Şeyh Muhammed Ali b. Hüseyin Katuziyan’ın Envarü’Muşaşain[214] adlı eserinin 1. cildinde naklettiği ziyaretnâmedir. Bu ziyaretnâmenin bir bölümünde Hz. Mâsume'ye hitaben şöyle deriz:
                      “Selam olsun sana ey Tâhire (pakize), ey Hamîde (övülen), ey Berra (iyi huylu), ey Reşîde (kemale eren), ey Takiyye (takvalı), ey Nakiyye (temiz/ seçkin), ey Raziyye (liyakat sahibi) ve ey Merziyye (beğenilen)…[215]
                      Bu bölümde, Hz. Mâsume'nin her biri bir mesaj içeren lakaplarından sekizine değinilmiştir. Bunlar onun parlak hayatının sahip olduğu yüce değerleri anlatmaktadır. Zira onun bütün hayatı, amelleri, sözleri, düşünceleri; sadakat, temizlik, liyakat, irfan ile Allah’ın, Peygamberinin ve İmamların rızasını kazanmak üzere kurulmuştur.
                      9- Hz. Mâsume'nin Şefaati
                      Daha önce, İmam Cafer Sadık’tan, Hz. Mâsume'nin doğumu ve Kum şehrinde vefat edeceğine dair nakledilen rivayetin devamında şöyle gelmiştir:
                      [216]
                      Bu rivayet, Hz. Mâsume'nin şefaatinin tüm Şiîleri kapsayacağını söylemektedir. Bu ise, o hatunun ne kadar büyük azamete sahip olduğunu göstermektedir.
                      İsfahan'ın Devletâbad kasabasının büyük alimlerinden Ayetullah Muhammed Nasirî Devletâbadî, babası Merhum Ayetullah Muhammed Bâkır Nasirî'den (ö. 1407 H.) şöyle nakleder:
                      Hicrî 1295 yılında Kum civarında kuraklık ve kıtlık oldu. Bu durum halkı bezdirdi. Sonunda içlerinden 40 dindar kişi seçerek Kum'a gönderdiler. Bunlar Hz. Mâsume'nin haremine giderek Allah'tan yağmur göndermesi için ona tevessül ettiler. Üçüncü gün onlardan biri, Merhum Ayetullah Uzma Mirza Kummî'yi (ö.1231 H.)[217] rüyasında görür. Ayetullah Mirza ona “Siz neden burada bekliyorsunuz?” diye sorar. O da “Bir süredir bölgemize yağmur yağmıyor. O yüzden buraya sığındık ve Hz. Mâsume’ye tevessül ettik” der.
                      Bunun üzerine Mirza Kummî şöyle der: Sadece bunun için mi burada toplandınız!? Bu önemli bir şey değil. Bu kadarı bizim de elimizden gelir. Bu gibi işlerde bize başvurun. Ama eğer tüm dünyanın şefaatini istiyorsanız, ancak o zaman kıyamet gününün şefaatçisi olan bu hâtuna (Hz. Mâsume'ye) tevessül edin.”

                      Yorum


                        #86
                        Ynt: İkinci Fatıma Hz. Masume

                        10- Hz. Mâsume'nin Mezarını Ziyaret Etmenin Sevabı
                        Hz. Mâsume'nin kabrini ziyaret etmenin mükâfatı hakkında mâsum imamlardan çok sayıda rivayet nakledilmiştir. Hz. Mâsume'nin azametini gösteren sekiz rivayeti burada naklediyoruz:
                        1- İmam Cafer Sadık (a.s) bir konuşmasında şöyle buyurdu: Kim onu (Hz. Mâsume’yi) ziyaret ederse cennet ona farz olur.[218]
                        2- Yine İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurdular: “Şüphesiz, onun ziyaretinin karşılığı, cenneti kazanmaktır.”[219]
                        3- Saad b. Saad Eş’arî şöyle der: Hz. Mâsume'nin kabrini ziyaret etmenin mükâfatını İmam Rıza'dan (a.s) sorduğum. Şöyle buyurdu: "Kim onu ziyaret ederse mükâfatı cennettir."[220]
                        4- Diğer bir yerde ise, İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: "Kim hakkıyla ve makamını bilerek onu ziyaret ederse mükâfatı cennettir."[221]
                        5- İmam Rıza (a.s) diğer bir yerde şöyle buyuruyor: "Kim Mâsume'yi Kum'da ziyaret ederse, beni ziyaret etmiş gibidir."[222]
                        6- Şiîlerden biri İmam Rıza'nın (a.s) nuranî mezarını ziyaret için Horasan'a gitmişti. Ziyaret ettikten sonra Hemedan üzerinden Kerbela'ya doğru yola koyuldu. Yolculuk esnasında rüyasında İmam Rıza’yı gördü. İmam ona şöyle buyuruyordu: Kum'a uğrayıp kız kardeşimin mezarını da ziyaret etseydin ne olurdu?[223]
                        7- Mevla Haydar Hansarî, İmam Rıza’nın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: Kim benim ziyaretime gelemezse Rey’de kardeşimi (Şah Abdulazim'in mezarının yanında bulunan Hamza’nın mezarını) veya Kum’da kız kardeşimi (Hz. Mâsume'yi) ziyaret etsin. Onları ziyaret eden beni ziyaret etme sevabına ulaşır."[224]
                        Kısa Bir Açıklama:
                        Açık bir dille Hz. Mâsume'nin yüce makamını ortaya koyan bu rivayetler, aynı zamanda birtakım önemli noktalara da işaret etmektedir.
                        Örneğin, onu ziyaret edene cennetin farz oluşu, bu ziyaretin karşılığının cennet olması, ziyaretçinin yerinin cennet olması, Hz. Mâsume’yi ziyaret etmenin İmam Rıza’yı (a.s) ziyaret etmeye eşit olması ve İmam Rıza’nın (a.s) Hz. Mâsume’nin ziyaretine gitmeyen Şiî’den onu ziyarete gitmesini istemesi, bu noktalardandır.
                        Nitekim, Hz. Mâsume'nin ziyaretini birden fazla imamımız tavsiye etmiştir. Naklolunan rivayetlere göre İmam Cafer Sadık, İmam Rıza ve İmam Cevad (a.s), Hz. Mâsume'yi ziyaret etmenin önemini vurgulamışlardır. Dikkat çeken bir nükte de İmam Sadık’ın, Hz. Mâsume henüz doğmadan ve hatta babası İmam Kâzım (a.s) dünyaya gelmeden önce bu tavsiyede bulunmuş olmasıdır.
                        Beşinci rivayette ilgimizi çeken bir konu da Hz. Mâsu-me'nin mezar-ı şerifini ziyaret etme mükâfatının mâsum imamı [İmam Rıza (a.s)] ziyaret etme mükâfatı kadar karar kılınmış olmasıdır.
                        Zeyd Şahham İmam Sadık'tan (a.s) “Sizlerden birini ziyaret edenin mükâfatı nedir?” diye sorduğunda İmam (a.s) şöyle buyurdu:
                        [225]
                        İmam Rıza (a.s) şöyle buyurur: Gusüllü olarak beni ziyaret eden, annesinden doğmuş gibi günahlarından arınır."[226]
                        İlham Verici İki Nükte

                        Yorum


                          #87
                          Ynt: İkinci Fatıma Hz. Masume

                          1- Bunca makamın sebebi ne?
                          Hz. Mâsume hakkında yazılan onca sözden sonra, "Bunca makamın ne gereği var, niçin Hz. Mâsume diğer kız kardeşlerinden daha üstün?" şeklinde sorulabilir.
                          Ancak, cevap olarak şunu söylememiz gerekir ki, bu sorular Hz. Fatıma Zehra (s.a.) için de geçerlidir. Bu iki hâtun, ailevî ve zâtî üstünlüklerine ilaveten iman ve amel bakımından da seçkin şahsiyetlerdirler. Onlar bu doğrultuda ve kendi seçimleriyle yüce insanî değerlere ulaştılar; irfanları, maarif ve amelleriyle de insanlığı aydınlattılar.
                          Hz. Mâsume ilim, irfan, iman ve siyaset sahneleri yanı sıra velayet makamını savunma konusunda da seçkin bir şahsiyettir. Nitekim, bu uğurda da şehit olmuştur.
                          O, Kum'da kaldığı on yedi gün içerisinde Allah'a yakarmakla ve ibadetle meşguldü. Hz. Mâsume'nin korunarak günümüze kadar gelen bu ibadetgâhına Beytu'n-Nur adı verilir. Bugün burası, Kum'un Mir Meydanı’nda bulunan Settiye Medresesi'nde koruma altındadır.
                          Hz. Mâsume'nin 28 yıllık ömrü, bereketlerle doludur. Kum'da on yedi gün kalması Kum'un ilim merkezi haline gelmesindeki en büyük sebeplerden biridir. Bu ilim merkezi, şimdiye kadar İslam dünyasına on binlerce ilim adamı kazandırmıştır.
                          İmam Rıza’nın (a.s) sahabesi Zekeriya b. Adem ve İmam Hasan Askerî'nin (s.a) vekili Ahmed b. İshak'tan, Mirza Kummî, Ayetullah Şeyh Ebul Kâsım Kummî, Ayetullah Hâirî, Ayetullah Sadr, Ayetullah Seyit Muhammed Taki Hansarî, Ayetullah Hüccet, Ayetullah Burucerdî, Ayetullah Seyit Ahmed Hansarî, Ayetullah Gulpaygânî, Ayetullah Necefî Mer'aşî, Ayetullah Erakî, Allame Tabatabaî, Şehit Murtaza Mutahharî, Ayetullah Ruhullah Musevî Humeynî (Allah makamlarını yüksek etsin) vb. gibi seçkin şahsiyetlere kadar Kum'a daha sonra gelen taklit mercileri ve İslam düşünürleri, bunlardan bazılarıdır.
                          Bu seçkin şahsiyetler ve daha niceleri, Peygamber (s.a.a) hanedanının bilge hatunu Hz. Mâsume'nin Kum'daki varlığının bir bereketi olarak İlim Havzası'na merkeziyet kazandırmışlar ve bu şehri adeta bir fazilet şehrine dönüştürmüşlerdir.
                          Yüce Allah'ın rahmeti, tüm peygamberlerin, imamların (a.s), evliyaların ve gerçek mücahitlerin içten selamı velayet güneşinin parlak nuru ve sürekli akan Kevser membaının billur suyu o yüce hâtuna olsun.
                          Sözün kısası, insanı yüce makamlara ulaştıran, iman ve ameldir. İmam Bâkır (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor: "Allah'a ant olsun ki takvası olmayan ve Allah'a itaat etmeyen bizim Şiî'miz değildir."[227]
                          Yine şöyle buyuruyor:
                          [228]

                          Yorum


                            #88
                            Ynt: İkinci Fatıma Hz. Masume

                            2- İslam’ın ve Müslümanların kadına verdiği değer
                            Tarih boyunca bütün dinlerde aşırıcılık ve tefritle kadınlara zulmedilmiştir. Ancak İslam, tam ve adaletli bir şekilde kadınlara haklarını vermiş ve onları çöküşe götüren her türlü yapmacık şeylerden korumuştur.
                            Hz. Hatice, Hz. Fatıma, Hz. Zeyneb ve Hz. Mâsume gibi örnek kadınlardan övgüyle söz etmesi, en güzel ve içten duygularla onlara karşı saygı ve sevgi göstermesi, bu İslamiyet'in kadınlara verdiği değeri en güzel şekilde ortaya koymuştur. Bu değerler, bize şunu göstermektedir ki, semavî makamları elde etmenin yolu ne kadın veya erkek olmak, ne de siyah veya beyaz bir tene sahip olmaktır. Aksine, İslam'da ölçü, takva ve ameldir.
                            Hz. Mâsume'nin Kum'daki görkemli türbesine olan büyük ilgi ve saygı, İslam’ın kadınlara verdiği değerin bir örneğidir. İslam’ın kadınlara fazla değer vermediğini savunanlara cevap olarak amelen kanıtlanan bu saygı, örnek gösterilebilir.
                            Kuma yöneldi Gönül kuşum
                            Senin emin hareminde kaybolmuşum
                            Selam sana, ey seyitlerin teyzesi
                            Selam sana, ey ibadetlerin ruhu
                            Kum çölünün Kevser nurusun sen
                            Bu halkın kalbine hayat suyusun sen
                            Ey seyitlerin teyzesi, söyle, sen kimsin
                            Fatıma veyahut da ikinci Zeyneb misin
                            Kerbela yolundan mı döndün
                            Yoksa Rıza’nın ardından mı geldin…

                            Yorum


                              #89
                              Ynt: İkinci Fatıma Hz. Masume

                              HZ MASUME'NİN DERGÂHINDAN BAZI KERAMETLER
                              Keramet ve Tekvini Velayet
                              Büyük önem taşıyan velayet kısımlarından biri de "Tekvînî Velayet"tir. Tekvînî velayet, varlık aleminde yüce Allah’ın izniyle tasarruf yetkisine sahip olmak demektir. Hz. İsa (a.s), bu velayete sahip idi. Yani, varlık aleminde tasarruf hakkına sahipti. Kuran'da da geçtiği gibi, Allah'ın izniyle kâh çamurdan yapılan bir kuş heykeline üfleyerek can verebiliyor ve onu uçurabiliyor, kâh doğuştan kör olan birinin gözlerini açabiliyor ve hepsinden daha önemlisi, kâh ölüyü diriltebiliyordu.[229]
                              Hz. İsa'nın bu ilahî güce sahip olmasının nedeni, onun Allah'ın kâmil bir kulu, evliyası ve peygamberi olmasıydı. İnsan, Allah’a kâmil ve halis bir şekilde kulluk ederek O'nun kemal ve celal sıfatlarına mazhar olabilir.
                              İmam Cafer Sadık (a.s) bir konuşmasında şöyle buyurdu:
                              [230]
                              Yani, kulluk (ubudiyet), insanı Allah'a o kadar yakınlaştırır ki nihayetinde insan, Allah'ın sıfatlarına mazhar olur ve O'nun izniyle varlık aleminde tasarruf edebilir.
                              Açıklama: Kulluk aşamalarını kat ederek rububiyete ulaşmak görünüşte çok ağır bir tabirdir. Çünkü bu cümlenin anlamı, “kulluktan ilahlık makamına ulaşmak” olur. Bu durumda da şöyle bir soru gündeme gelir: Acaba insan kulluk sınırından dışarı çıkabilir ya da ilahlık sınırına ulaşabilir mi?
                              Topraktan çıkma (insan) nerde, rab (olarak bilinenlerin) Rabbi nerede?
                              Üstat Şehit Murtaza Mutahharî, bu konuda şöyle der: "Dikkat edilecek bir husus şudur ki: İlahlık ile ilahî güçlere sahip olmak farklı şeylerdir. Yukarıdaki hadisten kasıt ise, insanın, Allah’a kulluk ederek O’nun izniyle bazı ilahî güçlere sahip olabileceğidir.”[231]
                              Yani insan, kulluğun büyük merhalelerini kat ederek tekvînî velayetin ruhuna sahip olabilir. O zaman mucizevî işler yapabilir ve ilginç kerametler gösterebilir. Burada, İmam Rıza’nın (a.s) kerametlerinden birine şahit olan bir kimsenin anlattıklarını örnek olarak göstermek mümkündür:
                              "Miladî 1942 yılında İştihard'da dünyaya gelen İranhanım adında bir kız kardeşim var. İranhanım, doğduktan bir süre sonra annesini kaybetti. İki yaşına girdiğinde de ayakta duramayacak bir hâle geldi. Hatta ellerini duvara dayayıp ayağa kaldırdıklarında bile yere düşüyordu.
                              Babam ve büyükannem bazı yakınlarla birlikte, 1945'te İmam Rıza’ya (a.s) tevessül için Meşhed'e doğru yola koyuldular.
                              Kış mevsimi olduğundan Harem pek kalabalık değildi. Babam ve büyükannem, kız kardeşimi türbenin kenarında bir yere oturttular. İmam’dan (a.s) bu hastaya özel bir lütufla nazar etmesini istediler. Sonra da ziyaret namazına durdular. O esnada kardeşim ayağa kalkarak türbeye doğru yürümeye başladı ve türbeye sarıldı. O andan itibaren tam olarak şifa buldu ve artık hiçbir şeye yaslanmadan yürümeye başladı.
                              İranhanım'ı İştihard'a geri getirdiler. Bütün yakınlar onun önceki hâlini bildikleri için çok şaşırmışlardı. Hepsi İmam Rıza’nın (a.s) bu lütfü karşısında sevinç gözyaşı döktü. Kız kardeşim bugün sağlıklı bir şekilde hayatına devam etmektedir."
                              Bu açıklamadan sonra artık şöyle diyebiliriz: Hz. Mâsume de Allah’a kul olma ve O’nu hakkıyla tanıma konusunda kemale ermiş ve manevî makamlara ulaşmıştır. Böyle bir insanın kendi velayet hakkından yararlanarak mucizevî işler ve kerametler göstermesi doğaldır.
                              Burada yüzlerce örnekler içerisinden birkaç örneği sizlere sunuyoruz:

                              Yorum


                                #90
                                Ynt: İkinci Fatıma Hz. Masume

                                1. Yolunu Kaybeden Bir Grup
                                İran İslam Cumhuriyeti henüz kurulmadan yıllar önce, Kum'a oldukça uzak şehirlerden birinden Hz. Mâsume'yi ziyaret maksadıyla yola koyulan bir grup, kışın dondurucu soğuğunda yollarını kaybetmişti. Her taraf karlarla kaplıydı ve vakit de akşamdı. Uçsuz bucaksız çölde ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Bir taraftan vahşi hayvanlar, diğer taraftan da dondurucu soğuk onlar için büyük bir tehlikeydi. Araçları da yoktu. Çaresiz kalınca Allah'tan yol göstermesi ve onları tehlikeden koruması için Hz. Mâsume'yi vesile kıldılar.
                                Hz. Mâsume'nin Harem-i Şerifi’nin hizmetçilerinden Merhum Seyit Muhammed Razavî şöyle anlatır: O gece Harem'deydim. Biraz uyumuştum. Uykuda, Hz. Mâsume yanıma gelerek "Kalk, minarelerin lambalarını yak!" diye emir buyurdu. Saate baktım, gece yarısından biraz geçmişti ve henüz sabah ezanına dört saat vardı. Oysa her gün ezan vakti yaklaştığında minarelerin lambalarını yakardık. Bu yüzden yeniden uyudum. Hz. Mâsume'yi ikinci kez rüyamda gördüm. Bu sefer öfkeyle, "Kalk! Sana minarelerin lambalarını yak demedim mi" diye çıkışmıştı. Kalktım ve lambaları yaktım. Kar yağmış, her yeri beyaza bürümüştü. Ama Hz. Mâsume'nin emriyle niçin kandilleri erken yaktığımı anlayamamıştım.
                                Sabahleyin hava açılmış ve güneş çıkmıştı. Harem-i Şerif’ten geçiyordum. Ziyaretçilerden bir grubun aralarında şöyle konuştuklarını duydum. "Hz. Mâsume bize yardım etti. Ona ne kadar teşekkür etsek azdır. Harem-i Şerif’in minarelerinin lambaları yanmasaydı, Kum'un yolunu asla bulamazdık. Karlı ve soğuk gece karanlığında çölde donup kalacaktık."
                                O an rüyamın sebebini, Hz. Mâsume'nin niçin gece yarısı kandilleri yakmamı emrettiğini anladım.[232]

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X