
Göz Ağrısı
Bir vatandaş Nasreddin Hoca’ya gelir ve göz ağrısından dolayı ona başvurur:
- “Ah, Hoca! Ne yapmalıyım? Bana lütfen bir öğüt ver!”
Hoca da şöyle cevap verir:
- “Benim dişim ağrıyordu, çektirdim kurtuldum sende çektir kurtulursun!”
Vadesini Ben Uzatırım
Komşusu bir gün Nasrettin hocadan borç istemiş komşusu:
- “Ama bir şartım var." demiş. Nasrettin hocada şartın ne? demiş.
- “Borç vereceksin ama vadesi uzun olacak."
Nasrettin hocada:
- “Olur ama ikisi bana ağır gelir, sen başkasından parayı al vadesini ben uzatırım!!"..
Ahmak Dediysek
Değirmene buğday götüren Hoca, bir fırsatını bulup orada bulunan diğer çuvallardan birer avuç alıp kendi çuvalına doldururken, değirmenci görür ve Hoca’ya ne yaptığını sorar. Şaşıran Hoca hemen
- “Ben ahmağın biriyim, ne yaptığımı bilmem ki” der. Değirmenci “Ahmaksan neden kendi çuvalından alıp başkasının çuvalına doldurmuyorsun” deyince, Hoca şu cevabı verir
- “Ahmak dediysek, o kadar da değil.”
Bildim Bildim
Bir gün bir adam avucunda tuttuğu yumurtayı işaret ederek:
- “Hoca! Şu avucumdakini bilirsen sana bundan bir kayganalık veririm”, demiş.
Bunu üzerine Hoca:
- “Biraz şeklini tarif edersen, bilirim” demiş.
Adam “dışı beyaz, içi sarıdır” diye açıklayınca Hoca hemen şu cevabı verir:
- “Bildim, bildim. Şalgamı soymuşlar, ortasını oymuşlar, içine havuç koymuşlar.”
Eşeğin Acelesi
Nasreddin Hoca,bir gün eşeğe binmiş yolda giderken, eşek birden koşmaya başlamış. Kontrolünden çıkan eşeği durdurmaya çalışsa da hoca başarılı olamamış. Eşeğin sırtında iken hocanın rüzgar gibi geçtiğini görenler:
- "Hayırdır hocam,bu telaş da neyin nesi, ne tarafa böyle?" diye sormuşlar. Hoca geride bıraktığı topluluğa eşeğin sırtından başını geri çevirerek şöyle cevap vermiş:
- "Merak edilecek bir şey yok. Eşeğin acele bir işi çıktı da,birlikte oraya gidiyoruz.."
Mısır kadısı
Bir gün Hoca, gene eşeğini kaybeder. Eee, bu kaçıncı! Gayri canına 'tak' eder:
- “Biraz da o beni arayıp bulsun!" diye soylenir. Şuradan şuraya adımını atmaz. Aradan aylar, günler geçer. Karakaçan ne döner gelir, ne bir kuru selam gönderir. Günlerden bir gün Hoca eşekler başı Deli Ömer’i görür ve eşeğinde haber sorar. Deli Ömer:
- “Duymadın mı senin eşek Mısır’a kadı oldu!” Bunu duyunca, Hoca başını sallar:
- “Tevekkeli değil; ben bizim çömeze ders verirken, o da kulaklarını dikip dinliyordu! der
Göle Koş
Hoca, bir gün kırlardan topladığı çalı çırpıyı eşeğine yükleyip evine götürürken acaba, yaş çırpı da kurusu gibi yanar mi? diye düşünür ve şeytana uyarak çakmağını çakar ve alevi çalı çırpıya dokundurur. Aralarında kuruları da bulunan çalı çırpı hemen alev alır. Eşekte bir korku, bir telaş, huzursuzluktur başlar. Anırarak, çifte atarak dört nala koşmaya başlar. Hoca da arkasından olanca gücüyle bağırır:
-Aklın varsa göle koş!
Eşek Nerde?
Nasreddin Hoca İstanbul'a gitmiş. Orada eşeğini kaybetmiş , aramış aramış bulamamış. Bir otele yerleşmiş. Çarşaflar o kadar temizmiş ki yatamamış tutmuş yatağın altına girmiş. Odayı boş gören karı koca odaya yerleşmiş. Adam karısına:
- “Gözlerinde bütün İstanbul'u görüyorum.” demiş. Hoca yatağın altından kafasını çıkarıp:
- “Benim eşeği de görüyor musun?”
Hoca'nın Eşeği Pazarda
Hoca eşeğini pazara götürüp satmak ister. Bir müşteri çıkar. Eşeğin yaşını anlamak için dişine bakacak olur. Eşek onun elini ısırır. Adam sövüp sayarak çekilir gider. Başka bir müşteri çıkar, kuyruğunu kaldıracak olur. Kaba etine demirden bir çifte yer. O da topallayarak sövüp sayarak gider.
Tellâl gelir: “Hocam, der. Bu eşeği kimse almaz. Önüne geleni ısırıyor, tekmeliyor”. Hoca başını sallar ve:
“Zaten ben de onu pazara satmak için getirmedim. İnsanlar görsünler de benim neler çektiğimi anlasınlar diye getirdim” der.
Bildiği
Hoca bir gün eşeğini bulamaz ve basar yaygarayı:
-"Eğer eşeği hemen bulmazsam ben bilirim yapacağımı" diye. Bir kaç saatte eşek bulunur ve Hocaya birisi sorar:
-"Hocam bulunmasaydı ne yapacaktın?", Hoca biraz tebessümle:
- "Ne olacak gidip yenisini alacaktım."
Memnuniyeti
Hoca merkebini kaybetmiş. Hem arar, hem şükredermiş.
- “Arıyorsun iyi, fakat neden şükrediyorsun?”
- “Nasıl şükretmeyeyim ya üstünde ben de olsaydım da beraber gitseydim.”
Nereye
Hoca günün birinde karakaçana binmiş. Fakat bir türlü sahip olamıyormuş. Yolda birisi sormuş:
- “Böyle nereye Hocam?”
- “Eşeğin istediği yere.”
Salıdan Cuma Namazına
Eşeğin üstünde ağır ağır gidiyormuş Hoca. Bir tanıdığı çıkmış önüne:
- “Hocam hayrola, nereye böyle ağır ağır?”
- “Cuma namazına... “
- “Nasıl olur? Bugün daha Salı...” Hoca, eşeğini göstererek şöyle cevap vermiş:
- “İnsanın böyle kocamış bir eşeği olursa, ancak salıdan çıkıp yetişebilir cumaya..”
Kadının Sözü
Hoca karısına bir gün sorar:
- “Birinin öldüğünü nereden anlarsın?”
- “Eli ayağı soğur, ondan bilirim!...”
Birkaç gün sonra Hoca odun toplamaya ormana gider. Hava soğuktur. Bakar ki elleri ayakları buz gibi.
- “Ben mutlaka öldüm!...” diye bir ağacın altına uzanır. Balta sesinin kesildiğini duyan kurtlar eşeği yemeye başlarlar. Hoca yattığı yerden başını kaldırıp,
- “İyi buldunuz sahipsiz eşeği, yiyin bakalım”
Getir Cübbemi Al Semerini
Hoca bir gün eşeğine binip ormanın içinden bahçeye gidiyormuş. Yolda küçük ihtiyacı gelmiş. Eşeğini bir ağaca bağlamış. Pahalı cübbesini eşeğin semeri üzerine atmış ve uygun bir yer aramış.
Bu arada hırsızın birisi gelip cübbesini çalmış. Hoca döndüğü zaman cübbesinin çalınmış olduğunu görmüş. Bunun üzerine eşeğin semerini alıp omzuna atmış ve şöyle söylemiş:
- “Öyle olsun! Hırsız! Sen benim cübbemi geri vermezsen, ben de senin semerini vermem!”
Hoca ve Heybesi
Hoca bir gün pazara gitmiş. Aldığı zerzevatı heybesine doldurmuş, omuzuna vurmuş, eşeğine binmiş gidiyormuş. Yolda birisi:
- “Efendi!. Efendi! Niye heybeyi eşeğin terkisine koyup da rahat rahat gitmiyorsun?” deyince Hoca şu cevabı vermiş:
- “Hem hayvan bizi taşısın, hem de fazla olarak sırtına bir de heybeyi mi yükletelim?”
Sağlıkla Giy
Nasreddin Hoca bir gün bağlarda yanında arkadaşları ile dolaşırken, Akşehir kadısına rastlamış. Kadı efendi keyfine düşkün bir adammış. Akşehir'de halkın yanında içemeyeceği için, canı içmek isteyince, şarap şişesini alır, bağlara gider, kendisini kimsenin görmeyeceği bir yere varınca şarabı orada içip sarhoş olmuş, sonra cübbesini, sarığını bir yere fırlatıp atmış kendiside sızıp kalmış. Hoca'nın da bir cübbeye ihtiyacı varmış. Üstündeki epey eskiymiş. Yerlere atılmış cübbeyi görünce hemen alıp sırtına giymiş. Kadı akşama doğru ayılmış, bir baksa cübbe yok. Biraz arar bulamaz. Çalındığını sanır. O halde evine gelir. Ertesi sabahta adamlarına kimin sırtında cübbesini görürlerse yakalayıp getirmelerini emretmiş. Adamlar da hemen çarşıyı pazarı dolaşırlar, bir baksalar Nasreddin Hoca'nın sırtında kadı efendinin cübbesini görürler. Hocayı aldıkları gibi kadının huzuruna çıkartırlar.
Kadı cübbeyi tanıyınca sormuş:
- “Bu cübbeyi nerden buldun? “ Hoca cevap vermiş:
- “Dün bazı arkadaşlarla bağda dolaşıyorduk. Bir de ne görelim. Saçı sakalı ağarmış, şöyle sizin gibi kelli felli bir adam, zil zurna sarhoş olmuş yatmıyor mu? Yanında da içilmesi haram olan koca bir şişe şarap da var. Cübbesini sarığını çıkartıp atmış. Bu halde oralardan bir hırsız geçecek olsa cübbeyi çalacak. Buna meydan vermemek için cübbeyi aldım. Sahibi çıkınca hemen çıkarıp vereceğim. Şahitlerim de var, demiş. Kadı şöyle sakalını bir sıvazlamış. Biraz düşünmüş. Sonra:
- “Sen hele onu sağlıkla giymeğe devam et Hoca! Bu cübbenin sahibi çıkmaz“
Tokat
Günlerden bir gün Nasreddin büyük bir şehre gelmiş. Caddede birçok insan varmış. Dikkatsizliği yüzünden kalabalık içerisinde bir adama çarpmış . Nasreddin Hoca daha özür dilemeye fırsat bulamadan adam Hoca’ya esaslı bir tokat atmış. Hoca buna çok kızmış ve onu Kadı’ya getirmiş. Kadı her ikisini de dinledikten sonra kanun hükümlerine bakmış ve hemen şöyle karar vermiş: “Tokat için Hoca’ya 10 para ödemek zorundasın.” Bu hafif ceza kararı ile Nasreddin, davalının Kadı’nın arkadaşı olduğunu anlamış. Davalı ise yanında parası olmadığını iddia ederek para alıp gelmek için eve gitmiş.
Gerçekten Hoca 10 parayı alabilmek için davalı geri gelene kadar beklemek zorunda kalmış. Kadı sessizce kanunları okumaya devam etmiş. Nasreddin Hoca da bekledikçe beklemiş. Adamın gitmesinden iki saat geçmiş olmasına rağmen para gelmemiş. Hoca hemen ayağa kalkmış. Kadı’ya kuvvetlice bir tokat indirmiş ve şöyle söylemiş:
“Öyle ya! Şimdi 10 parayı siz alırsınız, bu adam parayı bana getirene kadar bekleyemem. Çünkü acele bir işim var.”
Kim Suçlu
Neticede biri ölen ineklerin kavgasından sonra adamın biri gelip senin inek benim ineği öldürdü, hayvanlara sebep bağlanmadığından dolayı, kesinlikle sorumsuzlardır. Bu yüzden de, sahibi sorumlu tutulamaz!" der
-Hocanın aklına yatar ama, "yerine göre" der, hüküm vermeden. Uyanık adam;
-Hocam galiba ölen benimki değil senin inekmiş.
Hoca katibe seslenir:
- Oku bakayım kara kaplı kitaptaki şu hayvan sahibinin sorumluluğunu!"
Haklı Haklıdır
Hoca, kısa bir süre önce hakimliğe atanmıştı. Ona ilk dava sunulmuştu ve davacı öyle inandırıcı deliller göstermişti ki, Nasreddin Hoca:
- “Haklısın”, demiş.
Mahkeme kâtibi onu, davalıyı dinlemeden önce karar vermemesi için uyarmıştı.
Davalının güzel konuşması onu öyle etkilemişti ki, adam konuşmasını bitirir bitirmez:
- “Haklısın”, demiş.
Mahkeme kâtibi bu yargılama şekline asla razı olmamış ve:
- “Beyefendi, her ikisi de haklı olamaz ki” Hoca:
- “Sen de haklısın” demiş.
Kanunun Alfabesi
Nasreddin Hoca caddenin üzerinde, çok arzu ettiği değerli bir yüzük bulmuş. Fakat kanun, bir şey bulan kişinin çarşı meydanına gitmesini ve bulunan şeyi yüksek sesle üç defa tanıtmasını istiyormuş.
Hoca, sabah saat üçte sessizce çarşı meydanına gitmiş ve bütün kuvveti ile bağırmış: “Çok değerli bir yüzük buldum.” Üçüncü defada çarşı insanla dolmuş. “Ne söyledin ki Hoca?” diye sormuşlar.
“Kanun üç defa bağırmamı istiyor. Dördüncü defa bağırırsam belki kanunu çiğnerim. Fakat size daha başka bir şeyi bildirebilirim.
- Ben pırlanta bir yüzüğün kanunî sahibiyim.”
Etraflıca İlgi
Nasreddin Hoca, kendi köyünde hakim olarak çalışırken, adamın biri gayet heyecanlı bir şekilde ona doğru koşmuş ve hakkını istemiş:
- “Saldırıya uğradım ve soyuldum” diye bağırıyormuş. “Hemen bu köyün önünde. Buradan biri olmalı. Suçluyu bulmanızı istiyorum. Benim pelerinimi, kılıcımı ve hatta çizmemi de çaldı!”
- “Gördüğüm kadarıyla atletini çalmamış?”
- “Hayır, onu çalmadı.” Hoca:
“O halde o bizim köyden değil. Burada her şeyle etraflıca ilgilenilir. Sen suçluyu aramızda haksız yere arıyorsun.”
Kadı'nın İneği
Nasreddin Hoca’nın Kadı vekilliği yaptığı günlerden birinde adamın biri, dili bir karış dışarıda, endişeli endişeli mahkeme binasına doğru koşuyormuş.
Hoca da, makamına oturmuş keyifli keyifli kahvesini içiyormuş. Birden odanın kapısı açılmış. Adam nefes nefese, - “Kadı Efendi, Kadı Efendi! Adaletini göster!” deyip, biraz durmuş, sonra da anlatmaya başlamış:
- “Efendi Hazretleri, ben cahil bir adamım. Kanundan filân anlamam. Onun için size geldim, sorup öğreneyim, dedim. Bir inek, bir ineği öldürürse cezası ne olur acaba?” diye sormuş.
Hoca, güya adamı ikna edebilmek için önünde duran kara kaplı kitabı açmış. – “Eveeet! İşte, şurada bir yerde yazılı olacak... Tamam, tamam! İşte buldum. Dinle bak” dedikten sonra:
- “İki inek kavga eder de biri diğerini öldürürse, hayvanda akıl olmadığından cezalandırılamaz. Şayet, sahibinin olaydan haberi yoksa ona ceza verilmez,” demiş.
Hoca’nın bu sözleri üzerine adam rahatlamış. Derin bir nefes almış. Sonra da kıs kıs gülerek, - “Hoca efendi, nasıl olsa kanunu söyledin. İşini aslını şimdi dinle” dedikten sonra da:
- “Efendi Hazretleri, az önce doğruyu söylemekten korkmuştum. Benim ineğin ne kadar dövüşçü olduğunu bilirsin. Bu sabah çayırda otlarken senin sarı ineğin karnını deşip öldürdü” demez mi?
O zaman Hoca’nın rengi atmış. Bütün hiddetiyle gürleyerek,
- “Demin ben de sana, seni baştan savmak için yalandan okumuştum. Şimdi mesele değişti. Hele şu kara kaplı kitabı bir daha açık okuyalım!” demiş.
Çömlek
Günün birinde Hoca’nın Kadı’ya işi düşmüş. Hoca Kadı’nın yaptığı her iş için bir hediye istediğini duyunca “ne vermeliyim acaba?” diye düşünmeye başlamış. Hoca çömleğini yanına alarak nehrin kenarına gitmiş. Çömleği çamurla doldurmuş ve üstüne de bal koymuş. Kadı, Hoca’nın elinde çömleği görür görmez, işi gücü bırakır ve çömleği alıp belgeyi Hoca’nın lehine onaylar. Nasreddin Hoca gittikten sonra Kadı bir parmak alınca anlamış ki çömleğin altı koyu balçıkla dolu. Hemen Hoca’ya bir adam yollamış. Gelen adam:
- “Hocam, Kadı efendi seni çağırıyor. Belgenin bir yerinde bozukluk varmış, onu düzeltecekmiş.” Hoca, bu sözü duyunca demiş ki:
- “Bozukluk belgede değil, bal çömleğinde.”
Kim Isırdı?
Hoca kadı iken iki adam gelmiş. Biri diğerini göstermiş:
- “Bu adam kulağımı ısırdı,” demiş. Diğeri kendini şöyle savunmuş:
- “Hayır! O kulağını kendi ısırdı.” demiş. Hoca sormuş:
- “Kim ısırdı?”
- “Kendisi.” Hoca odasına dönmüş ve kendi kendine kulağın ısırılıp ısırılamayacağını düşünmüş ve bir de kendisi denemiş. Denerken yere düşmüş ve ayağını kırmış. Doktorlar gelmişler ve ayağını sarmışlar. Ertesi gün Hoca suçlunun kim olduğuna karar vermiş:
- “Aptal! Kulağı ısıran da sensin, benim bacağımı kıran da.”
Buharını Satan, Parasının Sesini Alır
Bir yoksul, nasılsa elde ettiği kuru arpa ekmeğini, bir aşçı dükkânına gidip tenceresinden çıkan buhara tutar, yumuşatır ve yermiş. Ekmeği tamamiyle yedikten sonra aşçı, yoksulun yakasına yapışmış; “buharımın parasını ver” demiş. Adamcağız; “yahu, insaf et, buhar da para ile satılır mı?” demişse de dinletememiş. Sonunda mahkemelik olmuşlar ve kadılık yapan Hoca’ya gitmişler.
Hoca davayı dinledikten sonra cebinden iki akçe çıkarıp iki avucunun arasına kor, davacıyı çağırıp iyice dinledikten sonra avuçlarını adamın kulağına yaklaştırır ve sallar. Paralar da avucunda şıngır şıngır sallanır. Adama, “haydi” der, “al paranın sesini ve git.” Aşçı, “paranın sesi alınır mı” deyince Hoca şöyle cevap verir:
- “Yemeğin buğusunu satan, paranın sesini alır.“
Bana Ne Ad Koyarlardı?
Bir gün Nasreddin Hoca'ya Timur :
- “Yahu, şu Abbasi halifelerinin her birisi birer lakap almış kimi El mutazımBillah, kimisi de El mütevekkil-Allah, diye anılıyormuş. Ben acaba onların zamanında hükümdar olsaydım, bana ne ad koyarlardı. Hoca hiç çekinmeden :
- “Sana da Neüzzü-Billah (Allah sığınırız) derlerdi.”
Ayva İle İncir
Nasreddin Hoca bir gün Timurlengi ziyarete karar verir.Giderken yanına hediye olarak bir sepet ayva alır.Fakat hoca yolda ayva yerine incirin daha iyi hediye olacağına karar verir ve dönüp ayvaları boşaltır onların yerine sepeti incir doldurur. Padişah Timur 'a hocanın kendisine hediye getirdiği ve huzura kabul edilmesini istediği bildirilir. Hoca huzura alınır. Hediye olarak çok değerli bekleyen padişah
incirleri görünce çok kızar ve incirleri tek tek hocanın kafasına vurur. Fakat hoca acıdan bağıracağına Allah’a şükreder. Şaşıran Padişah sebebini sorar, Hoca :
-Padişahım ya ayvaları getirseydim halim ne olurdu der...
Peygamberi Barbar Cengiz
Hoca bir gün Timur'un adamlarından birine sormuş:
- “Sen hangi mezheptensin? “ Adam elini göğsüne koyarak,
- “Emir Timur!” demiş. Oradaki bir başkası:
- “Hoca Efendi, bir de peygamberini sor bakalım, demiş. Hoca:
- “Gerek yok, imamı Topal Timur olursa, peygamberi de kesinlikle Barbar Cengiz'dir!”
Yemesi Kolay Olsun Diye
Timur'un defterdarı hesapta bir yanlışlık yapar. Bunun üzerine Timur o defterdara kağıtları
yedirir ve işten kovar. Yerine Nasrettin Hoca'yı alır. Hoca hesapları yufka üzerinde yapmaya başlar. Timur bunu görür ve sebebini sorar. Hoca aynen şu cevabı verir:
- “Yemesi kolay olsun diye”
Ye deve ölür, ye ben ye da Timur
Bir gün Timur, Hoca'yla hoşbeş ederken, "Buradan attım kılıcı, varıp Halep’de oynadı bir ucu!" kabilinden, sözü uzattıkça uzatarak, büyüttükçe büyüterek, pireyi deve yapar.. Hoca’nın kafası bozulur. O da tutar, Allah’ın devesini, dev yapılı bir mahluk haline kor:
-Doğrusu elimden nice develer gelip geçti ama, böylesini görmedim. Uç desem, kanatlanıyor; yürü desem, ayaklanıyor. Ne çare ki, benim çömez misali okuması var, yazması yok! kabilinden satar, savurur.
Timur buna, parmağını ısırır:
- “Aman su mahluku bir göreyim! der.
Hoca hiç istifini bozmadan:
-Devletlim, der; bugünlerde, namaz başlarını öğretiyorum. Allah izin verirse, seneye yine geldiğimde, önünüze diz çöksün!" der. Timur seneyi iple çeker.
O gün gelince, Hoca:
- “Sormayın efendim, Kuranı okumaya başlayınca, öyle bir aşka geldi ki, simdi de, ‘Hafız olacağım!’ diye tutturdu. Allah ecelden aman verirse, bir daha ki seneye getireyim de hıfzını dinleteyim! deyip Timur’un otağından ayrılır. Timur, gene seneyi iple çekmeye baslar, Hoca’nın esi dostu;
- “Bre Hoca, sen kanınla mı oynuyorsun? Kaçın kurdu Timur; böyle palavraları yutar mı? diye çekip çekiştirince, Hoca;
-Yahu, ne telaş ediyorsunuz, seneye kadar çok zaman var. O zamana kadar Ye deve olur, ye ben ye da Timur!
Kazın Ayağı
Timurlenk, Ankara Savaşı’ndan sonra Sivri Hisar'a gelir. Hoca kolları sıvar. Semiz bir kızarttıktan sonra
alır Timur'a doğru yola koyulur. Hocanın karnı da açtır. Tepsideki kaz kokusu burnuna gelir. Hoca bir yutkunur, iki yutkunur, dayanamaz. Bir budu kopartıp
yer. Timur:
- "Nerede bu kazın diğer budu?" diye sorar. Hoca hiç tereddüt etmeden bir kafadan atar:
- "Bizim burada kazlar tek ayaklıdır Şevketlim!" der. Timur kızar:
- "Haydi gidip görelim" der. Hoca’nın mahallesine giderler. Kış günlerinde kümes hayvanları tek ayakları üzerinde dururlar ya... Hoca kazların o anda öyle durduklarını görünce:
- "İşte Sultanım! Demin söylediğim gibi... Bizim burada kazlar tek ayaklıdır!" der. Tam o sırada yanlarından bir davulcu geçiyormuş. Timur ona kazları ürkütmesini
emreder. Davulcu, şaşkınlıktan hayvanların üzerine tokmağını fırlatır. Tabii kazlar iki ayaklı olup kaçarlar. Timur Hoca'ya döner:
- "Bre Hoca sarığından utanmaz misin? Huzurumuzda nasıl yalan söylersin?" diye gürler. Hoca son derece pişkindir. Hiç istifini bozmaz. Ve ona su cevabı
verir:
- "Kızma Sultanım! O tokmağı sen yeseydin dört ayaklı olurdun!.."
Korkudan doğan İhtiyaç
Timur bir asker çağırır, Hoca hedef olacak, asker onun cüppesine, kavuğuna ve kalbine atacaktır. Hoca korkusunu hiç belli etmez. Birinci ok yerini bulur, ikincisi kavuğu devirir, Timur üçüncüsünü attırmaz, Hoca'ya bir cüppe, bir kavuk ve bir altın madalya verilmesini söylerken Hoca konuşur:
- "Bir de don!"
Hoca'nın Cesareti
Hoca, Timur’un halka ettiklerinden bıkıp usanır. Bir gün, her şeyi göze alıp saraya gider. Hoca da sinirli sinirli:
- “Devletlim, halka çektirdiğin bu zulme bir son vermez veya en kısa zamanda buralardan çekip gitmezsen ben yapacağımı bilirim” der. Hoca’nın bu şekilde tehdit edercesine çıkışması, Timur’u çileden çıkarır. Timur:
- “Yaa, öyle mi?.. Demek ki, sen ne yapacağını bilirsin... Söyle bakalım ne yaparsın?...” diye haykırır. Hoca Timur’un çileden çıktığını görünce gayet yavaş ve yumuşak bir sesle sözünü şöyle bitirir:
- “Aman sultanım, hiç öfkelenmeyin, siz gitmezseniz, Akşehir halkını ardıma takıp ben gideceğim de!...”
Timur'un Ederi
Timur Hoca'ya sorar.
-"Şu halimle ben kaç para ederim?..." Hoca;
-On Akçe der.
-Bre gafil sen bana nasıl on Akçe ettiğimi söylersin bu parayı sadece Peştamal yapar! deyince, Nasreddin Hoca boynunu bükerek;
-Peştamalı hesaba kattım zaten! der.
Cennet
Padişah Hoca' ya sormuş.
-"Hocam ölünce cennete mi gideceğim yoksa cehenneme mi?"
-"Cellatlarınızın kılıçlarıyla ölen masumlarla cennet dolup taşmak üzere eğer devam ederseniz size yer kalmayacak."
İki Arşın
Timur, hocaya takılmak için sormuş:
-Eşekle arandaki fark nedir?
Hoca, göz kararı ölçmüş Timur'la arasını ve "iki arşın var sultanım" demiş.
Fil
Timur'un verdiği fil köylüyü canından bezdirince Hocayla bir grup köylü yola koyulur fakat korkularından birer ikişer arkadan sıvışırlar derken Hoca Timur'un huzuruna yalnız çıkar ve:
- "Efendim verdiğiniz fil yalnız kalmasın bir tane daha gönderseniz köylü çok sevinir."
İsabet
Hoca, Timur'un huzurunda bir gün, ok atmadaki maharetinden bahseder. Timur, hemen yayla ok getirtir, buyurun der, dışarıya çıkarlar. Hedef dikilir.
Hoca, söylediğine pişman olur amma iş işten geçer. Yayı gerer, oku fırlatır. Ok, hedeften bir metre sağa gider. Hoca, işi bozuntuya vermeden Timur'a
- "Bizim sekbanbaşı, böyle atardı" der.
Bir ok daha atar, o da vızlayarak dağların yolunu tutar. Hoca, subaşı da böyle atardı" der.
Tesadüf bu ya, üçüncü ok, tam hedefe isabet edince Hoca:
- "Nasreddin kulunuz da böyle atar" der.
Akıllı Adam
Bir keşiş dünyanın en akıllı adamını bulmak için diyar diyar geziyormuş sıra Nasreddin Hoca'nın köyüne gelmiş ve köylülere sormuş.
- “Sizin köyün en akilli adamı kim?“ demiş. Köylülerde:
- “Nasreddin Hoca demiş.” bunun üzerine kesiş köy meydanında Hoca ile görüşmeye başlamış ve eline bir çomak almış yere bir daire çizmiş, Nasreddin Hoca da çomakla daireyi ortadan ikiye bölmüş, keşiş bir doğru daha çizerek daireyi dörde bölmüş,hocada dörde bölünmüş dairenin üç dilimine çarpı işareti koymuş, keşiş elleriyle aşağıdan yukarıya doğru hareket yapmış, Hocada yukarıdan aşağıya yapmış ve kesiş büyük bir hayranlıkla Hoca'yı tebrik etmiş. Olup bitenden bir şey anlamayan halk keşişe ne olduğunu sormuş keşiş de :
- “Bu adam gerçekten dünyanın en akıllı adamı, yere dünya çizdim o ortadan ekvator geçer dedi, ben dünyayı dörde böldüm o da dört de üçü sudur dedi, ben yerden buharlaşma sonucunda ne olur dedim o da yağmur yağar dedi.” Bu sefer hocaya neler olduğunu sorar halk Hoca da:
- “Bu adam oburun biri, yere bir tepsi baklava çizdi ben de yarısı benim dedim, daha sonra tepsiyi dörde böldü o zaman dört de üçü benim dedim, o da tepsi altından ateşi hafif hafif almalı dedi ben de üstüne fındık fıstık eklersek daha iyi olur dedim”
Ekmek ve Bilginler
Filozoflar, tefsirciler ve hukuk bilginleri, Nasreddin Hoca hakkında karar vermek için saraya çağrıldılar. Davası çok ciddi idi, zira Hoca imparatorluğun adı geçen âlimlerinin, bilgisiz, boşboğaz, şaşkın olduklarını köy köy dolaşarak ilân ettiğini etmişti. Devletin güvenliğini tehlikeye sokmaktan dava edilmişti.
- "İlk olarak sen konuş", dedi Padişah. Hoca:
- "Kâğıt kalem getirtiniz", dedi. Her ikisi de getirildi.
- "Onları ilk yedi âlim arasında paylaştırınız!" Olay şöyle devam etti.
- "Herkes şu soruyu kendi kendine cevaplandırsın: Ekmek nedir?" Bir müddet böyle geçti. Cevaplar padişahın eline verildi ve padişah onları okudu. İlk cevap şöyleydi:
- "Ekmek bir yiyecek maddesidir." İkinci:
- "Ekmek un ve sudur". Üçüncü:
- "Ekmek Allah vergisidir". Dördüncü:
- "Ekmek pişirilmiş hamurdur". Beşinci:
- "Ekmek kavramı çok anlamlıdır". Altıncı:
- "Ekmek besleyici bir maddedir". Yedinci:
- "Hiç kimse bunu çözemez". Demiş. Hoca
- "Şayet ekmeğin ne olduğuna karar verebilseydiniz başka şeylere de karar verebilirdiniz. Bu kafalara nasıl güvenebilir? Kendileri için her gün aldıkları bir şey üzerinde aynı fikirde olmadıkları halde, diğer taraftan benim suçlu olduğuma karar vermeleri çok acayip değil mi?"
Taşınma
Bir gece Hoca uyurken evine hırsız girer. Hırsız evde bulduğu işe yarar ne varsa alır evine götürür. Bunu gören Hoca'da geri kalan eşyaları aldığı gibi hırsızın evine götürür. Hırsız hayretle sorar:
- “Evimde bu saatte ne arıyorsun?” Hoca gayet sakin:
- “Oğlum biz bu eve taşınmadık mı?”
Sahibiyim de
Hoca, bir gece gürültüyle uyanmış. Bakmış, bir hırsız eşyaları topluyor. Adamdan korkmuş. Sesini çıkartmamış. Ama peşine de düşmüş. Az sonra, durumu fark eden hırsız, kızgınlıkla sormuş:
- “Beni neden takip ediyorsun bakayım?” Hoca, sakin, pişkin yanıtlamış.
- “Taşıdığın evin sahibiyim de”
Gerçek Hırsız
Hoca’nın evine hırsız girmiş. Hoca, usulca sezdirmeden hırsızın papuçlarını saklamış. Hırsız, aramış, taramış, çalacak bir şey bulamamış. Çıkarken bakmış ki ayakkabıları yok. Ne yapsın yalın-ayak sokağa fırlamış. Hoca, tam bu sırada “tutun, hırsız var” diye bağırmaya başlamış. Hırsız gelenlere “insaf edin yahu” demiş, “eve giren benim amma papuçlarımı çalan kendisi, gerçek hırsız odur.”
Dilenci
Günlerden sıcak mı sıcak bir yaz günü ıssız sokaklardan birinde bir dilenci, “Allah rızası için bir sadaka...” deyip geziyormuş.
Hoca da kışın geleceğini düşünerek böyle sıcak bir yaz gününde dama çıkmış, kan ter içinde kırılan kiremitleri yenileriyle değiştiriyormuş.
Bu sırada kapı çalınmış. Hoca bakmış ki, tanımadığı biri. Daha ne istediğini sormaya meydan kalmadan, adam: “Hocam biraz aşağıya iner misiniz. Mühim bir şey söyliyeceğim” diye seslenmiş.
Bunun üzerine Hoca, yüzünden akan terleri silerek “Mühim olan şey de ne ola” diye merak edip merdivenden aşağıya inmiş.
İnmiş ama, karşısındaki yabancı elini uzatıp, “Hoca Efendi, Allah rızası için bir sadaka...” demiş.
Hoca kendisini kandırıp damdan aşağıya indiren bu dilenciye çok kızmış. Fakat kızdığını belli etmemiş. Merdivene doğru yürüyüp, “Hele bir yukarıya çıkalım da” diye cevap vermiş.
Dilenci, dama çıkarken Hoca’dan daha fazla birşeyler kopartmak düşüncesiyle, “Hocam, Allah seni kazadan belâdan korusun” gibi laflar söylemeye devam etmiş.
Hoca, dilenci ile kırk ayak merdiveni tırmandıktan sonra da adama dönüp: “Şimdi ödeştik babalık, haydi bakalım Allah versin!” demiş.
Hırsızın Bunda Hiç Suçu Yok Mu?
Günün birinde hırsızın biri Nasreddin Hoca'nın evine girmiş ve ne bulduysa hepsini yanına almış gitmiş. Hoca'nın arkadaşları evi yalnız bıraktığı ve kapıyı kapamadığı için ona katıla katıla gülmüşler. Nasreddin Hoca buna daha fazla dayanamamış ve:
- "Pekâla, pekâla! Ben suçluyum ama hırsıza ne oluyor? Onun bunda hiç suçu yok mu?" demiş.
Çok Kolay
Hoca bir defasında yatakta mışıl mışıl uyurken, karısı ona heyecanla vurur:
- “Hoca, Hoca! Damda birisi var. O mutlaka bir hırsızdır.” Hoca şöyle cevap verir:
- “Hırsız gelsin. Değerli bir şey bulursa elinden alması kolay.”
Pis Kuzgun
Hoca bir gün karısıyla, göl başında çamaşır yıkamaya gitmiş. Çamaşırları yığıp işe başlayacakları sırada bir kara kuzgun gelip sabunu kapmış ve uçup gitmiş. Karısı, “yetiş efendi, sabunu kuzgun kaptı” diye feryâdı basmış. Hoca, bir şey yapmaya imkân olmadığını anlayıp,
- “Telâşlanma karıcığım baksana, kapkara üstü-başı, o bizden kirli, varsın temizlensin!”
Ben De Senin Gibi Düşünüyorum
Nasreddin Hoca günlerden bir gün bahçeye giderek orada ne bulduysa karpuz, kavun, havuç, şalgam koparıp çuvala doldurmuş. Tam iş başındayken bahçıvan ona doğru gelmiş:
- “Burada ne arıyorsun?” demiş.
Hoca şöyle cevap vermiş:
- “Geceki korkunç fırtına beni buraya attı.”
- “Öyle mi? Ya bunları kim kopardı?”
- “Nasıl fırtına beni oradan buraya kadar fırlattıysa kendisine tutunduğum şeyler de elimde kaldı.” Bahçıvan:
- “Peki bunları çuvalına kim doldurdu?”
Hoca hayret ederek şöyle der:
- “Ben de sizin düşündüğünüz şeyi düşünüyorum.”
Damdan Düşen Gelsin
Hoca eninin çatısını aktarırken dengesini kaybedip yere düşer. Tüm ahali etrafına yığılıp ne yapabileceklerini tartışırken, Hoca:
- “Bana damdan düşen birini getirin.” demiş.
Şunu baştan söylesene
Nasreddin Hoca tarlasında çalışırken oradan geçmekte olan birisi sormuş:
- "Bey Amca! Falan köye kaç saatte gidebilirim?" Hoca, bu soruya hele biraz yol al bakalım demiş. Adam aynı soruyu üç kere tekrarlamış; ama farklı bir cevap alamayınca yoluna devam etmiş. Biraz yürüdükten sonra arkadan Hocanın:
- "Evlat, gel!" dediğini işitmiş. Adam gelince de Hoca soruyu şu şekilde cevaplandırmış:
- "Sen tam üç saatte oraya varırsın," demiş. Adam sinirli bir şekilde
- "Be bey amca! Madem biliyordun, şunu baştan söylesene," deyince, Nasreddin Hoca şöyle savunmuş kendisini:
- "İyi de, ben senin nasıl yürüdüğünü nereden bilebilirim ki."
Adam Olmak
Bir gün Hoca'nın bulunduğu bir sohbette sormuşlar:
- "Hocam, adam olmanın yolu nedir?"
Hoca düşünceli düşünceli, başını bir o yana bir bu yana sallayarak
- "Söyleyen olursa dinlemeli, dinleyen olursa söylemeli"
Kıymetli varlık
Nasreddin Hoca'ya bir gün şöyle bir soru sormuşlar:
- “İnsanın dünyada sahip olduğu en kıymetli şey nedir?”
Hoca:
- “Vücut, demiş ve eklemiş. Hakikatte ise o da insanın değil, doktorların elindedir”
Parayı Veren Düdüğü Çalar
Hoca bir gün pazara gitmek için yola koyulmuş. Az sonra çocuklar önünü kesmiş. Hoca, bize pazardan düdük al diye bağrışmışlar. İçlerinden biri çıkıp, parasını uzatmış. Pazar dönüşü aynı çocuklar yine hocayı çevirmişler. Hoca, para veren çocuğa düdüğü uzatmış, tam ayrılıyormuş ki! Bütün çocuklar bağırmış; "Hani bana, hani bana". Hoca çocuklara dönüp:
-"Parayı veren düdüğü çalar", demiş.
Zehirli Baklava
Hocaya bir tepsi baklava verilir fakat okuldan acilen çıkar ve çıkarken de öğrencilere tembihler sakın ha yemeyin benim düşmanlarım bana zehirli hediye getirmiş olabilirler diye. Hoca'nın yeğeni de oradadır ve çıkmasından hemen sonra hocanın baklavasını yer. Hoca gelince de: -"Şey, bana verdiğin iş çok zordu. Hiç birini yapamadım. Senin çok kızgın ve ailemin hayal kırıklığına uğrayacağını biliyordum. öyle utandığımı hissettim ki, yapılacak tek şeyin,..., hayatıma son vermek olduğuna karar verdim...
Hoca da:
-"Yapmış olduğun işe bir bakmam için sadece ertelenmiş bir cezadır."
Tıp Bilgisi
Hoca'ya "tıp bilir misin" demişler.
-"Bilirim" demiş, "hem de şöyle ifade ederim."
- "Ayağını sıcak tut, başını serin, Kendine bir iş bul, düşünme derin."
Arapça Öğretiyor
Hoca bir gün bir komşusu Arapça öğrenmek istediğini duyar. Hoca derse başlar ve komşusu da şöyle bir soru sorar:
- “Hocam, Arapça da soğuk çorba ne demek?” O anda cevabı aklına gelmeyince: - “Haa, evet! Onu öğrenmen gerekmez. Sen hiçbir zaman soğuk çorba içmezsin. Bunun dışında da Araplar çorbalarını soğuk içmezler” diye cevap verir.
Her Duyduğuna İnanma
Günün birinde Hoca öğrencileri ile beraber bir gezi yapıyormuş. Yolda da kendisi hakkında bir şeyler söylüyormuş. Öğrencilerine öğüt vermeye başladığında:
-“Her duyduğunuza inanmayın! Ben de bir şey duydum ama doğru olup olmadığından emin değilim. Fakat bana öyle geliyor ki, bu pek mümkün değil”, demiş.
- “Bunu bize ispatlayabilir misin?” diye aralarından biri sormuş. Hoca:
- “Tabi seve seve oğlum. Geçenlerde birinden öldüğümü duymuştum”
..son
Sağken
Hoca damdan düşmüş baygın halde yatarken karısı gelir ve öldü sanarak tabuta koyup mezarlık yoluna koyulurlar. Yol ayrımına gelince hangi yoldan gideceklerini tartışırken Hoca tabuttan konuşur: "Ben sağken şu taraftan yürürdüm". Koro yankılanır: "O ölmedi yaşıyor, dünyamıza neşe, kahkaha saçıyor".
Zaten
Nasıl olduysa Hoca eşeğinden düştü. Çocuklar etrafına toplandılar. Kıkır kıkır gülüşüp alay etmeye başladılar. Hoca:
- "Aman çocuklar, bu kadar gülecek ne var? Ben zaten inecektim."
Kurtarma
Hoca ne kadar uğraştıysa da bir türlü ata yardım alamadan binemeyince "hey gidi gençlik" der ve yola revan olur. Halktan uzaklaştıktan sonra, kendi kendine:
-"Senin gençliğini de biliriz ama neyse"
Dünya Kaç Arşındır?
Meraklılar çok!.. Birisi, Hoca’nın karşısına dikilmiş:
- Hocam, çok merak ettim; bunu bilse bilse bizim Hoca Efendi bilir, dedim.
- Neymiş o, bakayım!..
- Hoca efendi, dünya kaç arşındır bize söylermisin? der.
Hoca, o sırada oradan geçmekte olan cenazeyi işaret etmiş.
- Bunu git de tabutun içindekine sor. Dünyanın kaç arşın olduğunu ölçmüş, biçmiş de gidiyor işte!... demiş.
Hasta Ziyareti
Hoca, ağır hastadır; artık evine gidip gelenlerin haddi hesabı olmaz. Hoca, bunalmağa başlar, fakat kimseye de “kalkın, gidin!” diyemez. Hele bir ziyaretçi kafilesi, Hoca’nın yanında oturur da oturur. Nihayet giderken içlerinden biri:
- Hoca, bir isteğin var mı? Allah geçinden versin ama bir vasiyetin falan!...
Deyince Hoca, fırsat bu fırsattır diye düşünür:
- Evet, bir vasiyette bulunacağım size: Bir hasta ziyaretine gidince yanında oturup kalmayın!... der.
Vasiyet
Hoca, bir ara çok hastalanır. Komşu kadınları kendisini sık sık yoklamağa gelirler. Hoca’nın iyileşmeye yüz tuttuğu günlerde ziyaretine gelen kadınlardan biri lâtife olsun diye şöyle bir soru sorar:
- “Hoca Efendi, Allah geçinden versin ya, şayet bir gün ecelin gelir de seni kaybedersek arkandan ne diye yas tutalım? “ Hoca, bu sorudan pek hoşlanır:
- “Kadınların sohbetine doyamazdı, diye yas tutarsınız!”