Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Mezhepçi ve Milliyetçi Sınırlarımızdan Kurtulmalıyız

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Mezhepçi ve Milliyetçi Sınırlarımızdan Kurtulmalıyız

    31 Mart 2012 Cumartesi akşamı Bursa halkı Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli düşünce ve fikir insanlarından Atasoy Müftüoğlu'nu ağırladı.
    Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Bursa’da yaptıkları sosyal, kültürel ve İslami çalışmaları ile isimlerinden bahsettiren Elif-Der, Buseyder, Kalem-Der derneklerinin ve Pusula Dergisinin organizasyonu ile düzenlenen gecede Barış Manço Kültür Merkezi’nde Bursa halkı Atasoy Müftüoğlu’nun zihinlere ve kalplere ışık tutan konuşmasını dinledi. Hınca hınç dolan salonda 500’ü aşkın kişinin dinlediği seminerin konusu “Küresel Çağda Var Olmak” idi.
    Seminer öncesi Kuran-ı Kerim’in aslı ve meali okundu. Ardından Uzman Psikolojik Danışman Yasin Kuruçay, izleyenlere Atasoy Müftüoğlu’nu takdim etti. Büyük bir ilgiyle takip edilen semineri özetleştirerek aktarıyoruz.
    Avrupa’nın Yazdığı Tarihin Nesneyiz
    Tarihin Avrupalıların egemenliği altına girmesinden sonra gerçekten Müslümanlar olarak konuşmadık. Bu tarihten itibaren “tarih üretmedik tarihe maruz kaldık.” Hali hazırda devam eden bu süreç içerisinde Müslümanlar düşünce üretmediler, Avrupa aklının sömürgesi haline geldiler. “Avrupa aklı dinden bağımsızlaşmış bir akıldır” Müslümanlar ise bir yandan dinden bağımsızlaşmış bu akla öykünüp bunu yüceltirken bir yandan akıldan bağımsızlaşmış bir dini kurumsallaştırdılar. Bu haliyle İslam dünyası Arafta kalmışa benzemektedir, “ne batılılaşabiliyoruz ne de doğulu olarak kalabiliyoruz.”
    Ebubekir Ragıp Efendi’den, Tunuslu Hayrettin Paşa’dan bu yana modern saldırılara karşı bilgi, bilinç, eleştiri, muhalefet ve medeniyet değerleri üretmeyen İslam dünyasının rolü öykünmecilikten ibaret kalmıştır. İslam dünyasının bu üretim kısırlığında “bizde eleştiri yoktur” diyen geleneksel anlayış önemli bir rol oynamıştır ve halihazırda oynamaya devam etmektedir. Bir yerde yanlış varsa ve eleştiri yoksa yanlışları nasıl düzeltebiliriz, işte o zaman birçok sapkınlık, yanlışlık ve inhirafın eleştirinin olmadığı yerde işlene işlene dinin bir parçası haline gelir. Eleştirinin olmadığı bir din anlayışı “iki günü bir olan bizden değildir” anlayışındaki bir peygamberin dini olamaz. İki günü bir olmamak ancak mevcut konumunu eleştirmekle mümkün olabilir. Bu noktada günümüz Müslümanlarının kendilerini eleştirememe zaafından dolayı hep aynı çerçeveye takılıp kalmakta hep mezhep, meşrep, grup, hizip, kavmiyet penceresinden olaylara baktıkları için de gerçekliğin farkına varamamaktadırlar.
    Düşünmeyen ve Üretmeyen Toplumlar Sahte Mehdiler Üretir
    Düşünmeyen bir Müslüman toplum var olan koşullara razı konuma gelmektedir. Aliya İzzet Begoviç “Eğer din hurafeleri yok etmezse hurafeler dini yok edecek” demektedir. Bugün Bütünlüğünü kaybetmiş olan İslam dünyası hurafelerle mücadele etmediği gibi bunlarla bütünleşmeye çalışmaktadır. Cemaatlere ve gruplara ayrılmış Müslümanların kendi gündemlerine boğulup gerçeklerle ilgilenmiyorlar. Hurafelerle kucaklaşmak cemaatlerin ve grupların sayısal büyüme amacının bir sonucudur. Rüyalarla, kehanetlerle, menkıbelerle kitlesel büyümeye gidilmekte, gerçekler anlatılarak niteliğin geliştirilmesine çalışılmamaktadır. Bu türden bir gerçekten kopuş, üretmememizin, mücadele etmek istemeyişimizin bir sonucudur. Sağlıksız bir cemaatleşme islamın ruhuna aykırıdır. Tepeden inme bir şekilde liyakat seçimi olmadan başa geçen önderler bu menkıbe kültürü ile giderek kültleşmekte ve putlaşmaktadır. Her şeyi bildiğini iddia eden hocalar ve bunların müntesipleri oluşmaya başlamıştır. Bu ciddi bir sapkınlık türüdür. Bu sapkınlığın giderek yaygınlaştığı sağlıksız bir İslam anlayışında her gün yeni bir mehdi zuhur etmektedir. Şii toplum mehdileri bekleyedursun bizde mehdiler erken geldiler ama görevlerini yapmıyorlar. Aralarında bir çekişme var. Bu zihinsel sağlığı bozulmuş durumdan sadece bu mehdiler değil onları takip eden kitleler de sorumludur.
    Mezhepçi, Meşrepçi ve Milliyetçi Sınırlarımızdan Kurtulmalıyız
    Bugün yaşadığımız dünyaya tahakküm edenlerin bizim zihinlerimize de tahakküm etmektedirler, Yaşadığımız çevreyi şekillendirirlerken, dini bireysel yaşam alanına sınırlandırmaktalar. Hatta bununla da yetinmeyip televizyon ve internet aracılığı ile evlerimizi de kontrol altına aldılar. Müslümanların bu durumdan kurtulamıyorlar çünkü her gün medya uyuşturucusu alıyorlar. Okullarda her gün resmi ideoloji uyuşturucusu alıyorlar. Bu uyuşturuculardan yegâne kurutuluş olarak dine yönelip bir cemaatle tanıştıklarında ise maalesef menkıbelerden ve rüyalardan terkib edilmiş bir cemaat uyuşturucusu almaya devam ediyorlar. Bu kadar yoğun uyuşturucu altında iken de durumumuzu değiştirmek için bir şey yapamaz hale gelmekteyiz. Akledemeyen bir kitle kendini ifade edecek bir eleştirel dili de kaybetmektedir. Kitlelere bize gelin demeyi terk edip “bize gelmeyin kendinize gelin” demeliyiz. Kendinize gelin demek bireyselliği putlaştırmak anlamına gelmez. Kafasına estiğini yapmak anlamına gelmez. Ancak kendi tercihlerinin öznesi haline gelmek anlamına gelir.
    İslamı tek ve dar bir çerçeveden anlamaya çalışan mezhepçi, tarafçı, hizipçi, cemaatçi tüm tutumlar Allah’ın dinine hizmet edemezler. Böyle bir durum gerçekleri de algılamayı engeller. Düşünmeyen, sorgulamayan, sorgulatmayan bir cemaat anlayışı yaşadığı dünyaya çözümler üretmekten uzak kalan bir İslam anlayışını da beraberinde getirmektedir. Maalesef bizler, bize tahakküm eden güce karşı durmak ve ona karşı çözümler üretmek yerine birbirimizle mücadeleye giriştik. Hangimizin mezhebinin daha güçlü olduğu ile hangimizin cemaatinin daha büyük olduğu ile ya da hangimizin hocasının her şeyi bilen olduğu ile uğraşırken İslam dünyasının büyük bir yenilgiyi yaşamaktadır.
    Batı tarafından “Arap Baharı” olarak isimlendirilen süreçte islamın kitleler tarafından bu hizipçi yaklaşımlardan dolayı bir çözüm olarak algılanmaktan çıktığını görmüş olduk. Bu süreçte kitlelerin İslami talepleri olmadı. Kitlelerin pragmatik ve demokratik talepleri oldu. Arap Baharı isimli süreç fikir üretmediği için, çözüm üretmediği için, yapısal dönüşüm önermediği için, devrim olarak görülemez. Müslümanlar birbirleriyle mücadele ederken emperyalist amaçları göremez hale gelmişlerdir. Batı demokrasi denen nesneyi İslam dünyasına savaşlarla getirmiş, bu savaşları açarken de kendi ülkesinde demokratik süreçleri işletmemiş, halkına savaşayım mı diye sormamıştır.
    Irak’ın demokratik Moğollar tarafından yağmalanışını çok çabuk unuttuk. Libya’da Nato tarafından yapılan katliamlar unutturuldu. Suriye’de de Libya benzeri bir oyun oynanmaya çalışılıyor. Aklı başında hiçbir müslümanın Esedçi ya da Kaddafici olamaz, ancak oynanan oyunların da farkına varılması gerekmektedir. Suriye Dostları adı verilen oluşum Suriye’deki yüzlerce grubu bir araya getirmeye çalışarak bir muhalefet oluşturmaya çalışmaktadır. Dün Suriye’de bugünkü Nusayriliğe dayalı sistemi oluşturan Fransızlar bugün Sünnileri destekliyor. Çünkü dertleri Suriye halkı değil. Onların dertleri İslam dünyasını içerden çatıştırarak zayıflatmaktır. Mezhep savaşları çıkartarak yeni emperyal hedeflerine ulaşmak istiyorlar. Kendi topraklarında Sünni Müslümanları ezen emperyalist güçler Suriye’de Sünnileri destekleyip onlara koruyuculuk yapıyor.
    Brezinski, Rusya’ya karşı Afgan örgütlenmesinin oluşumundan bahsederken bir yandan Afganistan’daki İslami grupları nasıl kominizm tehdidi ile harekete geçirip silahlandırdıklarını sonra da Moskova’ya gidip İslami grupların Sovyetlere karşı bir ayaklanma hazırlığı içinde oldukları istihbaratını vererek Rusya için bir Vietnam yarattıklarını anlatır. Çünkü biz onlar için sadece bir istatistik konusuyuz.
    Amerika Arap Baharını ve Ilımlı İslamı Finanse Ediyor
    Amerika son 20 yıldır çeşitli düşünce kuruluşlarına içinde bulundukları toplumu ve özellikle de gençleri neo-liberal bir dönüşüme hazırlaması için tahsisatlarda bulunmaktadır. Mısır’da geçtiğimiz günlerde çeşitli think-tank kuruluşlarının 20 temsilcisi tutuklandı. Amerika, Mısırlı generallere derhal ültimatom verip, bu kişilerin derhal serbest bırakılmasını istedi. Amerika, bu 20 kişinin salıverilmesi karşılığında Amerika’da tutuklu bulunan 100 Mısırlı tutukluyu serbest bıraktı. Bu temsilcilerin konuşmasına izin verilmedi. Çünkü bu think-tank kuruluşları aracılığı ile Müslüman toplumların gençleri çalınıyor. Amerika dışişleri bakanı Cezayir gezisi sırasında buluştuğu 10 Cezayirli gence Cezayir Devriminin 50. Yılında burada sizinleyiz. Önümüzdeki 50 yıl boyunca da sizlerle birlikte olmak istiyoruz diye sesleniyor. Bu konuşmada hiçbir İslami vurgu falan yok. Yani bu devrimler bir Amerikan projesi olarak bizim gençliğimizin gücü ile yapılıyor.
    Müslümanlar yaşadıkları dünyanın ve ülkenin gerçeklerini sorgulamak durumundadır. Yaşadığımız ülkede ve dünyada İslami dönüşümler ve devrimler olduğunu varsayarak bir siyasal romantizm içine giremeyiz. Çünkü Nato’nun Afganistan’da, Libya’da dehşet saldığı bir dönemde Nato Savunma Kalkanına ev sahipliği yapan bir ülkede yaşıyoruz. Biz buna hayır diyebilmeliyiz. Yaşadığımız dünyada her şeyin iyi gitmediğinin ayırdına varabilmeliyiz. Arap Baharı için Amerikan Kongresi 800 milyon dolar tahsisat ayırdı.
    Böylece Arap Baharı denilen süreci kendi çıkarları doğrultusunda kanalize etmeye çalıştılar. Amerika’da sayısı iki bini bulan think-tank kuruluşu İslam dünyasını dönüştürmek için çalışmada bulunuyor. Özellikle ılımlı islamın yayılması için bazı zevata ılımlı İslam modelini anlatan proje kitaplar yazdırıyorlar. Bu think-tank kuruluşları Müslümanlara sakın Mevdudi’yi, Seyyid Kutub’u, İmam Humeyni’yi okumayın diyor.
    Bize Mevlana’yı okuyun diyorlar. Adalet Ağaoğlu’nun da dediği gibi Mevlana bugün emperyal bir proje için kullanılmaktadır. Yunus Emre’nin kendi zamanındaki doğruları bugün gerçeği çarptırmak için kullanılmaktadır. Bugünün Yunus Emre’si “Dövene elsiz gerek sövene dilsiz gerek” değil “Döveni dövmek gerek söveni sövmek gerek” demelidir. Bunu günümüzde sadece Nizar Kabbani yaptı. Şiiriyle siyonizme karşı savaştı. Ilımlı İslamla amaçlanan suya sabuna dokunmayan bir İslamdır. Bu düşünce kuruluşları kanaat önderlerini kullanarak ılımlı İslam çizgisini yaygınlaştırmaktadır. Ortadoğu’da Suudi Arabistan’la birlikte hareket etmektedirler. Bugün benim Neo-Nurculuk ismini verdiğim akım da bu sözünü ettiğimiz çizgiyle bütünleşerek faaliyetlerini sürdürmektedir. İslamı millileştirip, Müslümanları ehlileştirmekte ve sessizleştirmekte, bütün direniş mücadelelerinden, İran’dan ve İmam Humeyni’den nefret ediyor.
    Batının Meydan Okuyuşuna Müslümanlardan Tek Yanıt Veren İmam Humeyni Oldu
    Konuşmamın başından beri belirttiğim gibi Müslümanlar tarihin Avrupalılar tarafından ele geçirilişinden bu yana Müslümanlar hiçbir sorumluluk alıp tarihin öznesi haline gelmedi. Bu sorumluluğu yalnızca İmam Humeyni aldı. Batının tüm meydan okumalarına İslam dünyası sessiz kalırken tüm bu meydan okumalara O yanıt verdi.
    Düşünsel olarak yanıt vermek isteyenler oldu. Ancak bir devrimle Batıya yanıt veren yalnızca O’ydu. Yeni bir düzeni inşa edip, yeni bir siyasal modeli hayata geçirdi. Avrupa değer sistemine mecbur olmadığımızı, İslami bir değer sistemini hayata geçirme özgürlüğüne sahip olduğumuzu söyledi. İmam Humeyni’nin bu açıklamaları yaptığı o günlerde dönemin en etkili filozofu Jean Baudrillard, son beş yüzyıl içinde cereyan eden en güzel şey İslam devrimidir diye yazılar yazdı. Biz bu yazıları yazamadık. Çünkü İran’la aramızda mezhep gerilimleri vardı.
    Tarafgirlikler Çevremizdeki Olayları Sağlıklı Okumamızı Engelliyor
    Bugün bir Suriye sorununu bile sağlıklı bir zihinle çözümleyemiyoruz. Suriye konusunda sağlıklı çözümlemeler yapamadığımız için neredeyse birbirimize düşeceğiz. Çünkü biz olaylara “orada neler oluyor” yüzeyselliği ile olaylara bakıyoruz. Bu bir gazeteci bakışıdır. Oysa ki bizim “orada bu olaylar niçin oluyor” derinliğinde sorular sorabilmemiz gerekir. Suriye’de muhalefet icat edildiği dediğimiz zaman bu tarafgirlikten dolayı “Siz Esadçısınız” cevabı ile karşılaşabiliyoruz. Eğer icad edilmemiş olsa idi bir programı olurdu. Bir çözüm önerileri yok. Libyalı muhalifler ülkelerini emperyalistlere üç kuruş için sattılar. Bugün Libya’nın içinde bulunduğu durumu birlikte görüyoruz. Yakın gelecekte Libya için bir çözüm olmadığı gibi Suriye için de bu şekilde giderse bir çözüm olmayacak. Suriye meselesi Esad’dan da, muhalefetten de bağımsız olarak temelleri 11 Eylül’den sonra atılan bir projedir. Amacı da muhalefeti özgürleştirmek fala değildir. Tek amaç Suriye’nin yalnızlaştırılması, güçsüzleştirilmesi ve İran ekseninden çıkarılmasıdır.
    Atasoy Müftüoğlu, konuşmasının sonlarında bilgiye dayanmadan yapılacak tüm propagandif ve duygusal değerlendirmelerin sağlıksızlığına değindi. Bilgiye dayanmak için de tüm mezhebi, milli, cemaatçi sınırlarımızdan kurutulmamız gerektiğini vurgulayarak konuşmasını tamamladı.

    #2
    Ynt: Mezhepçi ve Milliyetçi Sınırlarımızdan Kurtulmalıyız

    Allah razi olsun
    özellikle su cümle tam isabet:

    Tarafgirlikler Çevremizdeki Olayları Sağlıklı Okumamızı Engelliyor


    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    Yorum


      #3
      Ynt: Mezhepçi ve Milliyetçi Sınırlarımızdan Kurtulmalıyız

      harika bir anlatım ve çok isabetli tesbitler
      bu yazıyı herkes mail yoluyla paylaşmalı bence bazı kimselerin ayılmasına vesile olması çok muhtemel bir yazı çünkü.
      atasoy beydende sizdende allah razı olsun
      "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

      Yorum

      YUKARI ÇIK
      Çalışıyor...
      X