Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Osmanlı'da Ramazan Sofrası

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Osmanlı'da Ramazan Sofrası



    Osmanli'da Ramazan Sofrasi


    11 ayın bir sultanı diye anılan Ramazan ayının kendine özgü pek çok töresi vardır. Biz burada sadece bu törenin sofrasından söz edebileceğiz.

    Ramazan günlerinde de sofraların her gün iki türlüsü kuruluyor. Bir iftar sofrası. Öbürü sahur sofrası.

    İftar sofrası, saati belli olan ve akşam saatlerinde açılan sofradır. Genelde oruç açma zamanını ve sofraya daveti şehirlerde ve kasabalarda toplar patlatarak haber verirlerdi insanlara.

    Top sesini duyanlar aile sofralarının töresine uyarak yerlerine otururlar ve oruç açarlardı. Yani bütün günü hiçbir şey yemeden geçirenler oruç bozarlardı. Ya birkaç yudum suyla. Ya bir zeytinle.

    Ramazan sofralarının ilki olan iftar sofrası iki aşamalıdır. Birinci aşama "İftariye" denilen ilk fasıl, ikincisi de yemeklerin yendiği ikinci fasıl.

    İftariye, açlığın verdiği hızla yemeklerin üstüne atılmayı önlemek üzere tertiplenmiş çerez sofrasıdır bir anlamda. Küçük tabaklarda ve sahanlarda reçeller, peynirler, zeytinler ve benzeri yiyeceklerden teker teker alınır. Bunların yanında fırınlardan yeni çıkmış pideler vardır.

    İftar sofrası bittikten sonra bir anda kaldırılır. O sıra akşam namazının okunma sırasıdır. İsteyenler ezanla gelen sese uyarak akşam namazını kılar. Sonra, yeniden hazırlanmış olan sofranın başına oturulur. Çorbadan sonra araya giren yemek normal sofralarda pek olmayan yumurtalı pastırmadır. Yalnız pastırma da olabilir. Bu pastırmanın pişiriminde bazı özellikler vardır. Soğanlı pişmesi gibi.

    Saray sofralarında hemen her ramazan günü var olan pastırma evlerde her gün olur muydu bilemiyorum.

    Sonra gelen yemekler etle başlar ve genel olarak güllaçla biter.

    Belli saatlerde yenen sahur yemeği ikinci ve orucu karşılama yemeğidir. Sabaha karşı yenir. Bu yemeğin misafiri olmaz. Ev halkı arasında yenir. Gündüz, insanı susatmayacak, ama tok tutacak yemekler yapılır. Sahur sofrasında mutlaka hoşaf olur. Pilav, makarna, börek türleri bu yemeğin tutucu yemekleridir.

    Bir de: Her padişah, her ramazanda her on yeniçeriye bir büyük tepsi olmak üzere baklava yaptırıyor. Her tepsiyi iki yeniçeri saraydan alarak yeniçeri ocağına getiriyor. Ertesi gün bu gümüş tepsiler ve üstüne örtülen futalar saraya gönderiliyor.

    Yeniçeriler, yönetimden memnunsalar tepsilerdeki baklavaları kabul ediyorlar ve bitiriyorlar. Ama memnun değilseler, baklavalar olduğu gibi geri gönderiliyor. İşte böyle efendim.




    ...



    #2
    Ynt: Osmanlı'da Ramazan Sofrası


    ...


    İftar sofrası aileyi biraraya getirirdi

    Sofranın muazzam görüntüsü nefis yemek kokularıyla birleşince, insanda bir imrenme duygusu yaratırdı. Top atılır atılmaz da yemeklere hücum edilirdi.

    Evin en büyüğünden, en küçüğüne dek tüm ailenin bir araya toplandığı iftar sofraları...

    Eskiden sofralar alçak iskemleler üzerine konmuş sari veya bakır siniler konulmak suretiyle hazırlanırdı. Etrafına minderler dizilir, sininin çevresine bir halka oluştururak oturulurdu. Hizmetçilerin ayakta peşkirleri herkesin dizine rastlamak şartıyla atmaları ise birer hüner sayılırdı. Ezana birkaç dakika kala sofraya oturmak, iftarın şartlarından idi.

    Bu dakikadan itibaren iftar topunun atılmasına kadar geçen süre oldukça uzun gelir. Sofranın muazzam görüntüsü ve ortaya yayılan nefis yemek kokularıyla ister istemez bir imrenme duygusu yaratır insanda. Bu nedenle o bir iki dakika oldukça sabır ister. Top atılması ile birlikte yemeklere hücum başlardı.

    Çorbasız iftar sofrası olmazdı
    Çorba, iftar sofrasının vazgeçilmez bölümüdür. Bir dönemlerde hindi derisinden yapılan işkembe çorbası meşhurdu. Herkes bu çorbadan sofralarında bulundurmak isterdi. Yemeğin sonunda da elmastraş kaseler içindeki hoşaflar tepsilere konur, etrafına küçük kaseler dizilerek sofraya getirilirdi.

    İftardan sonraki nargile, çubuk veya kahve ile iftar keyfi tamamlanacaktır. En büyük özelliği çubukların uzun olması, kehribar ve süslü imamelerle bezenmiş olmasıdır. Büyük konaklarda tüm misafirlere aynı anda verilmesi şarttı. Hizmetçiler ise alındıktan sonra bu ikramın inceliği ile ilgili bir nevi kurs da görürlerdi. Uzun çubukları doldurup, bir elinde çubuk diğer elinde parlatılmış tabla ile ***ürürler ve bir dizi üzerine çökerek tam ağız hizasına rastlayacak şekilde ikram ederlerdi.

    Kahve ikramı da aynı beceriyi gerektirir. Kahve ibriğinin soğumaması için gümüş zincirli ateşlikler yakılır ve misafir sayısı kadar hizmetkar, kahvecibaşının etrafına dizilir. Kahveler kafesli gümüş zarfların ucundan tutulmak suretiyle misafirlere ikram edilir.

    Kahveler içilip, sigaralar fosurdatıldıktan sonra sıra teravih namazını beklemeye gelecektir. Fuzuli'den başlayıp , dini konulara kadar uzanan sohbetlerle... Sohbet belki de imsak zamanına dek uzar giderdi eğer iftar sofrasında misafirler varsa...

    İmsak zamanı yaklaşmıştır. Gözler süzülmeye başladıktan sonra uzaktan davulun sesi duyulur. İftar sofrasının özelliği buydu. İftar topu ile başlayan ve imsak saatine kadar uzanan süre içinde yaşanan sıcak dostluklar ...


    Sarayın iftar sofraları binbir çeşide sahipti

    İftara gelenler enfes yemekleri yedikten sonra, Sultan ve Kadın Efendilerden hediye de alırlardı.

    Osmanlı sultanlarının iftar sofraları gerçekten eşi benzeri bulunmaz bir nefaset ve çeşide sahiptir. Onca yemek çeşidi içinden padişah da olsanız seçimde zorlanırsınız.

    Sarayda her kesim, iftarı kendi arasında açardı. Büyük siniler salonlara dizilir, saraylılar öbek öbek sofranın çevresine sıralanıp iftar açarlardı. Eski kadın efendilerin yalılarına iftara gelenlerin itibarlı olanlarını baş ağanın odasına, daha küçük rütbede bulunanları, diğer haremağaları ve baltacılar odalarına alırlardı.

    İftardan sonra haremağaları vasıtasıyla Sultan ve Kadın Efendilere saygılar iletilir, karşılığında iltifatla beraber, derecelere göre hediye ve para alınırdı. Getiren haremağası, hediye veya parayı teslim etmeden önce öpüp başına koyar sonra sahibine verirdi. Alan da aldığı hediyeyi öpüp başına koymaya meecburdu.

    Ancak padişahın iftar sofrasındaki ihtişam hiçbirine benzemez. Tarihçiler Sultan Aziz'in bir oturuşta bir kuzuyu rahatça kıvırdığını ifade ederler. Hatta bu yüzden kuvvetinin eşsizliğini ve sırtının yere gelmeyişini dile getirirler. "Eski bir başpehliven " imzalı tefrikalara bakarsanız, göbeği güneş görmemiş, yani sırtı yere gelmemiş nice pehlivan Abdülaziz ile boy ölçüşemez. Abdülaziz'in kuvveti mutfağa dayandırılır. Sofrasının iyi olduğuna itirazım yok. Ama bir oturuşta bir kuzu ufalamasına ve bütün pehlivanları tuşlamasına "muhalefet şerhi" koyuyorum.

    Pehlivanlar padişaha yenilmeyip de ne yapsınlar?
    Yedi düvele meydan okuyan, cihanı deviren padişahın çıkıp da bir pehlivana yenilmesi olacak şey mi?

    Bu tevatür ve yakıştırmaların olsa olsa sofraların ihtişamından kaynaklandığını sanıyorum. Mesela ben Vandettin Efendi olsaydım; pirinci, çorbası, şiş kebabı, tavuk köftesi, piyazlı pilici, sıcak paçası, bamya ezmesi, ebegümecisi, lahana dolması ve sigara böreğini havi listeye gözucu ile bakar ve şöyle derdim:

    "Bre gafiller, sucuklu yumurta yok mudur?"


    Hatta iri dermosondan mamul pastırmalı kurufasulyeyi, patlıcan turşusu ile ***ürüp tepeleme pilav ve bilhassa hoşafa kaşık sallamayı arzu etmek için padişah olmaya lüzum yok. Ayrıca bunu hükümdarın yapmasında fayda vardır ve saray efradı onun kurufasulye yediğini gördükçe antenleri açacak ve "halka inmek" masalını fısıldayacaklardır




    alıntı

    Yorum

    YUKARI ÇIK
    Çalışıyor...
    X