Bismillahirrahamnirrahim
Aşura Yiğitlerinden Mesajlar
Kerbela hadisesi ve tarihinin iki yüzü vardır; bir nuraniyet ve aydınlık siması bir de zulmani ve karanlık. Siyah ve karanlık çehresi şu açıdandır ki onda sadece cinayet, zulüm ve alçaklık bütün çirkefliğiyle boy göstermiştir. Bu açıdan baktığımızda masum insanların öldürülmelerini, süt emen çocuğun acımasızca, hunharca feci şekilde katledilişi, herkesin doğal hakkı olan suyun esirgenmesi, çıplak bedenlere ok ve mızrakların saplanması, cansız bedenlerin üzerinde at koşturulması, gözlerden okunan korku ve dehşet bakışları, çadırların ateşe verilmesi, yakılıp yıkılması ve bilahare savunmasız kadınların ve çocukların esir edildiğini görürüz. Ama acaba Aşura’nın tarihçesi yalnızca şu çehreden mi ibarettir? Hayır, Kerbela’nın diğer bir çehresi daha vardır ki başından sonuna kahramanlık, yiğitlik, iftihar ve nuraniyetle doludur, gerçekte insanlığın ve hakikatin tecellisidir o çehre. Hakka tapınmanın tecellisidir o sima. Aşura’nın bu boyutunu gördüğümüzde diyoruz ki “Beşeriyet, böylesi bir lidere ve yiğitlere sahip olduğu için haklı olarak övünmelidir.”
Hüseyin (a.s), hamasi bir şahsiyettir; en kâmil ahlaki erdemlerin destansı tezahürüdür. Aşk, iman ve i’sarın en büyük öncüsüdür Hüseyin, şehadet, şehamet, gayret, sadakat, batini sefanın mazharıdır. Tek cümlede ifade edece olursak Hüseyin, insanlığın başöğretmenidir ve işte bu yüzdendir ki onun özgürlük hareketi tarih boyunca gönülleri fethetmiş ve bütün asırlarda canlılığını korumuş ve kıyamete kadar da koruyacaktır.
İmam Hüseyin’den (a.s) ve onun vefalı ashabından nakledilen sözler az olmasına rağmen onlardan nakledilen sözler bu yiğitlerin ruhani kıyamlarının hedeflerini ve tarih boyunca insanlara verdikleri mesaj ve dersleri açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu hadiseyi zinde tutan ve amacının tanınmasını sağlayan realitelerden biri şudur; bu elem vakıada çok sayıda hutbeler okunmuştur. O dönemde hutbe, günümüzdeki bildiri ve beyanat görevini ifa ediyordu. Gerek Kerbela hadisesinden önce okunan hutbeler, gerek hadisenin cereyanında sunulan hutbeler ve gerekse Ehlibeyt’in (a.s) Kufe, Şam ve diğer yerlerdeki hutbeleri tarihi Kerbela’nın mesajlarını ve amaçlarını nesillere taşımıştır.
Aynı şekilde Kerbela vakasında soru cevap çokça olmuştur ki bunlar tarih metinlerinde kayıtlıdır ve Kerbela hadisesinin mahiyetini ortaya koymaktadır. Yine hadisenin öncesi ve sonrasında mektup şeklinde birçok yazışmalar olmuştur. Tıpkı İmam Hüseyin’in (a.s) ve Kufe ehli veya Basralılar arasında gerçekleşen yazışmalar ve aynı şekilde İmam’ın (a.s) daha önceleri Muaviye’ye veya diğerlerine yazdığı mektuplar bu iddiaya örnektir. Keza Kerbela çölünde gerek hazretin kendisi tarafından gerek vefalı ashabından taraf birçok recezler, epik ve coşkulu şiirler okunmuştur ki tüm bunlar büyük Aşura hadisesinin mesajlarını ve amaçlarını yansıtıyordu.
Tüm bunlara ilave olarak İmam Hüseyin’in (a.s) değişik yerlerde Allah-u Teâlâ ile yaptığı münacatlar, okuduğu dualar hem hazretin manevi ve ruhani kişiliğinin ne kadar güçlü olduğunu hem de onun mukaddes ilahi hareketinin amaçlarını göstermektedir.
Bu makalede Aşura’nın amaçlarını ve mesajlarını kanlarıyla şanlı Aşura destanını yazanların dilinden aktarmaya çalışacağız. Umulur ki mukaddes Kerbela vakasının amaçlarının tanıtılmasında küçük bir hizmetimiz olur.
İtikadi Mesajlar
Tevhid, Başlangıç ve Bitişe İman
Başlangıç ve meada inanmak Allah yolunda cihad ve fedakârlığın en önemli unsurlarındandır. Böylesi bir itikat İmam Hüseyin’in (a.s) ve ashabının sözlerinde, recezlerinde ve şiirlerinde göze çarpmaktadır. Hürr’ün ordusu yolu İmam Hüseyin’in kafilesine kapatınca hazret şöyle buyurdu: “Dayanağım Allah’tır ve o beni sizlerden müstağni eder.” Aşura günü kardeşi Zeyneb’in (s.a) telaşını görünce şöyle buyuruyor: “Kardeşim, Allah’ı nazarında tut, bil ki yeryüzündeki bütün canlılar ölecektir, gök ehli de baki kalmayacaktır ve Allah’tan başka her şey ölümü tadacaktır.” Yine Aşura sabahı Kufe ordusu tüm küstahlığıyla saldırıya geçtiğinde rabbiyle şöyle münacat ediyor: “Ya Rabbi, her sıkıntı ve şiddette dayanağım sensin, ümidim sensin ve karşılaştığım her olayda destekçim sensin.”
Mead inancı, insanların dünyaya bağlıklarını koparıp ayırtmakta ve onların vazifeye amel noktasında kolayca canlarından geçmelerini sağlamaktadır. İmam Hüseyin (a.s) Müslim b. Akil’in şehadetinden sonra hakkında okuduğu şiirinde bu önemli meseleye dikkat çekerek şöyle buyurdu: “Eğer dünya değerli sayılırsa ilahi mükâfat yeri olan ahiret yurdu daha evla ve üstündür. Eğer bedenler ölüm için yaratılmışsa o halde Allah yolunda şehadet daha üstündür.” İmam’ın (a.s) vefalı ashabının recezlerinde de bu konu net bir şekilde göze çarpmaktadır. Amr b. Halid Ezdi savaş meydanına gittiğinde okuduğu recezinde şöyle diyordu: “Ey can, bugün Rahman olan Allaha; onun nimet ve reyhanına doğru gidiyorsun ve levh-i mahfuz da Rabbinin takdir ettiği mükâfatı alacaksın. O halde kararsızlık etme ki her canlı ölümü tadacaktır.”
Peygamberin (s.a.a) Risaletine İman
Resulullah’ın (s.a.a) asrından sonra ümmet parçalara ayıldı, yalnızca bazıları onun sünnet ve dinine bağlı kaldılar ancak halkın çoğunluğu dalalet ve bidatlere daldılar. Hz. Seyyidü’ş Şüheda (a.s) Mekke’de İbni Abbas ile hâkim emeviler hakkında sohbet ediyordu. İbni Abbas’a şöyle sordu: “Peygamberin kızının oğlunu evinden, vatanında çıkarıp, çölde avare eden ve onun kanını akıtmayı planlayanlar hakkında görüşün nedir? Hâlbuki bu Peygamberin (s.a.a) oğlu ne Allah’a bir ortak koşmuştur, ne Allah’tan başkasını kendine veli edinmiştir ve ne de Peygamberin (s.a.a) getirdiği şeriatından uzaklaşmıştır.” İbni Abbas cevaben şöyle arz etti: “Onlar hakkında Allah’ın şu ayeti kerimesinden başka bir şey demiyorum: “Şüphe yok ki onlar Allah'a ve Peygamberine kâfir oldular ve buyruktan çıkmış kötü kişi olarak öldüler. (Tevbe-84) sonra İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurdu: “Ya rabbi, sen şahit ol ki İbni Abbas onların Allah’a ve Peygamberine (s.a.a) karşı küfürlerine şahadet etti.”
Yol boyunca da İmam (a.s) ve hanedanı sürekli Allah Resul’ünü (s.a.a) yâd edip ondan söz ediyorlardı. Kendilerini onun neslinden tanıtıyor ve bu intisaptan dolayı da övünüyor ve bunu şeref ve iftihar sayıyorlardı.
İmamet
İslam’da toplumun siyasi idaresindeki görüş felsefesi imamet anlayışına dayalıdır. Peygamberin (s.a.a) Ehlibeyti (a.s) sahip oldukları zati salahiyetlerden dolayı Müslümanların yöneticilik makamına diğerlerinden daha layıktılar. Gadir-i Hum’da gerçekleşen olaylar, Peygamberin (s.a.a) irtihalinden sonra ümmetin liderlik risaletinin ondan sonra en liyakatli kişiye yani Emirülmüminin Ali’ye (a.s) tevdi edilmesini bir kez daha perçinlemiş oldu. Her ne kadar bazı makam ve riyaset sevdalıları Sakife kargaşasını yaratarak Müslümanların imamet istikametini asıl mecrasından başka bir yöne çevirip Hz. Ali’yi (a.s) zahiri hilafetten mahrum etseler dahi biliyor ve inanıyoruz ki bu hak ve makam ancak Ehlibeyt imamlarına (a.s) ait özel bir lütuftur, onlardan başkasına da yakışmaz. İmam Ali (a.s) hilafet makamına geçmeden önce ve ondan sonra da halifeler ve Muaviye ile yaptığı münakaşalarda bu hakkın kendisine ait olduğunu delilleriyle birlikte ispat etmiştir ve ondan sonra da diğer Ehlibeyt İmamları (a.s) tarih boyunca bu kesin hakkın (imamet) kendilerine ait özel bir makam olduğunu vurgulamış ve bu makamı zorla ele geçirenleri gaspla suçlamışlardır. Aşura kıyamı, İslam toplumunun en önemli rüknü olan bu hakkı savunuşun ve batıla karşı direnişin bir başka tecellisidir. İmam Hüseyin (a.s) Kufe yolunda Hürr’ün ordusuyla karşı karşıya geldikten sonra orada okuduğu hutbesinde şöyle buyurdu: “Ey insanlar, eğer ilahi takvayı gözetirseniz ve hakkın asıl sahibine ait olduğunu kabul ederseniz Allah sizlerden daha çok hoşnut olacaktır. Biz, Peygamberin hanedanıyız ve sizlere velayet etme hususunda haksız yere bu hakkı iddia edenlerden ve size karşı zulüm ve tecavüzle hükümet edenlerden daha fazla bunu hak ediyoruz.”
Aşura’nın bu husustaki mesajı şudur ki İslami toplumda hâkimiyet ve velayet makamı insanların en ehil ve liyakatlisine tanınmış özel bir haktır. Yani hükümet ve velayet hakkı imandan kaynaklanan yüce bir hak olgusuna sahip olan, Kur’an-ı Kerim’in emirlerini icra eden, toplumu asil ve öz Muhammedi İslam’a hidayet eden ve hükümetinin temelinde adalet ve eşitlik anlayışı olan masum imamın hakkıdır.
Şefaat
Peygamberin (s.a.a) ve onun pak Ehlibeyt’inin (a.s) kıyamet günü şefaat makamına sahip olacağı görüşü Şia’nın temel itikatlarındandır. İmam Zeynelabidin’i (a.s) eli ve boynu zincire vurulmuş esef verici bir halde Kufe’ye getirdiklerinde hazret o haliyle okuduğu şiirinde bu önemli hususa dikkat çekmiştir: “Eğer kıyamet günü biz ve Peygamber (s.a.a) bir yerde toplanırsak o zaman siz ne söyleyeceksiniz? Konuşmak veya mazeret için hangi sözü ona söyleyeceksiniz?” Aynı şekilde Hz. Zeyneb (s.a) de Kufe’de konuşmasında şu şiiri dillendirmişti: “Ahir zaman ümmeti olan sizler, nasıl cevap vereceksiniz?!”
İtikadi şefaat meselesinin orada gündem edilmesi, hatırlatılması düşmanların yaptıkları haksızlıklara kınayıcı bir tepkidir. Çünkü onların Peygamberin (s.a.a) zürriyetine reva gördükleri cinayetler, o hazretin şefaatine inanan ümmetinin içinde bulunduğu durum ve sergiledikleri tutumla çelişmekteydi.
Ziyaretnamelerde belirtilen şefaat, şefaat ummak kavramlarının da eğitici etkisi işte budur. Ezcümle İmam Hüseyin’in (a.s) ziyaretnamesinde şöyle okumaktayız: “Allah’ım, kıyamet gününde beni Hüseyin’in şefaatiyle rızıklandır.”
Bidatle Mücadele
İmam Hüseyin (a.s), bu ilahi teklife amel etme hususunda ve dini değerleri savunmada liyakatli bir öncüydü. Hareketinin hedefini açıklarken “Ben ceddimin dinini ihya etmek ve bidatleri yok etmek için vatanımdan çıktım” buyuruyor. Basra’nın ileri gelenlerine yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Sizleri Kitabullah’a/Kur’an’a ve Peygamberinin (s.a.a) sünnetine davet ediyorum. Çünkü şüphesiz ki Peygamberin sünneti ölmüş bidat ise dirilmiştir.”
Ahlaki Mesajlar
Özgürlük
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Acaba şu sıyrıntı (dünyayı) ehline bırakacak bir özgür yok mu?” şüphesiz ki bedeninizin pahası cennetten başka bir şey değildir. O halde kendinizi cennetten başka bir şey karşılığında satmayın.”
Özgürlük, insanın sahip olduğu kerameti ve değerleri tanımasıdır; zillete, haksızlığa, dünya köleliğine boyun eğmemesi ve insani değerleri ayaklar altına almamasıdır.
Aşura hareketi, özgürlüğün İmam Hüseyin (a.s) ve sadık ashabı tarafından en mükemmel şekilde anlatıldığı bir mekteptir. Burada özetle birkaç örneğe değineceğiz.
İmam Hüseyin’den (a.s) Yezid için zorla biat istendiğinde onların isteğini geri çevirerek şöyle cevap verdi: “Hayır, Allah’a andolsun ki asla ne zilletle elimi onlara uzatacağım ne de köleler gibi onların hükümetine teslim olacağım.”
Kerbela sahnesi bu özgürlüğün farklı bir tecellisiydi, Eba Abdillah (a.s), zillet içinde yaşamaktansa onurlu ve izzetli bir ölümü tercih etti ve “Heyhat, zillet bizden uzaktır” sözünü haykırarak özgür ve özgürlük yanlısı insanlara tarihi bir mesaj verdi.
İmamın özgür ruhu hatta mübarek bedeni yara almış halde yere düştüğünde bile düşmanın çadırlara saldırma kararına itiraz feryadını yükseltti ve şöyle buyurdu: “Eğer sizi engelleyecek bir inancınız yoksa ve ahiretten de korkmuyorsanız en azından dünyanızda özgür insanlar olun.”
Özgürlük kültürü ve anlayışı İmamın (a.s) ashabının arasında da bariz bir şekilde görülmekteydi. Hatta Hüseyni hareketin ilk elçisi olan Hz. Müslim, Kufe’de İbni Ziyad’ın ordusuyla karşılaştığında kahramanca yiğitlik şiirleri okumaya başlıyor ve şöyle feryat ediyor: “Ölümü hoş karşılamasam bile özgürce öldürülmeye ve ölmeye yemin ettim.” Dikkat çeken hususlardan biri şudur ki Hz. Müslim’in (selam olsun ruhuna) o gün Kufe’de okuduğu yiğitlik şiirlerinin aynını Aşura günü oğlu Abdullah’da (selam olsun ruhuna) okuyordu. Yani bu aile, hanedanı Ehlibeyt (a.s) özgürlüğü, şecaati, mertliği cetlerinden miras almışlardır. Kerbela’da özgürlük dersi veren bir diğer şahsiyet Hürr b. Yezidi Riyahi’dir. (selam olsun ruhuna) Sahip olduğu “hür” vasfı onu cehennem ateşinden kurtardı ve cennet kapılarını yüzüne araladı. Hz. Hürr, şehit edildiğinde Hz. Seyyidü’ş Şüheda (selam olsun yüce ruhuna) cenazesine koşarak ona Hür diye hitap etti ve şöyle buyurdu: “Annenin sana verdiği bu isim gibi dünyada da hürsün ahirette de.”
Eğer özgürlük yanlıları bağımsızlıklarını kazanmak ve zulümlerden kurtulmak için savaşıyorlarsa bu direniş ve mücadele Aşura’nın tüm insanlık tarihine kazandırdığı bir armağandır.
İ’sar, Fedakarlık
Kerbela sahnesinde ilk i’sarcı ve fedakâr İmam Hüseyin’in (a.s) kendisiydi. Hazret, kendi canını Allah’ın dinine feda ederek onun hoşnutluğunu her şeye tercih etti. Hazretin vefalı dostları da her biri büyük i’sar ve fedakarlık örneği sergileyerek canlarını imamlarına feda ettiler. Aşura gecesinde vefalı ashabın aşk ve fedakârlıklarını izhar etmeleri tarih kaynaklarında kayıtlıdır. Her biri içindeki aşk ve sevdayı farklı bir şekilde ifade ediyordu. Kalplerindeki düşüncelerini şefkatli imamlarına karşı dile getiriyorlardı. Sırayla ayağa kalkarak imamlarının yolunda canlarını nasıl feda edeceklerini ölüme susamışçasına büyük bir aşkla anlatıyorlardı. Örnek olarak Hz. Müslim b. Evsece’nin şu sözlerini bir hatırlayalım: “Asla senden ayrılmayacağım ey Hüseyin, eğer onlarla savaşmak için bir silah bulamazsam seninle birlikte şehit olana dek taşlarla onlara karşı koyacağım.”
Hz. Zeyneb (s.a) Aşura günü öğleden sonra düşman ordusunun çadırlara saldıracaklarını görünce gözü Şimr’in kınından çıkarılmış kılıcına ilişti. Şimr, Hz. İmam Zeynelabidin’i (a.s) öldürmek istiyordu. Hz. Zeyneb (s.a) Şimr’in karşısına dikilerek şöyle buyurdu: “Ben ona feda olmadan o öldürülmeyecektir.”
Yine bir başka i’sar abidesi; Ne zaman adını ansam kalbim burkulur, dudakları susuzluktan çatlamış, kolları ağaç dalları gibi budanmış, Hüseyin’in (a.s) elindeki asası, küçük Rukayye’nin (s.a) yiğit amcası, Zeyneb’in (s.a) fedaisi, Hüseyin’in (s.a) alemdarı ve kısacası Kerbela’nın ümidi olan Ebulfazl Abbas (a.s) kalem onun onu yazıp anlatabilir mi? Belki de bizim yazıp anlatamadıklarımızı ismi anlatıyordur anlayana…
İbni Ziyad, ona amanname (can güvenliği teminatı) verdiğinde “Bizim, sizin gibilerin güven mektubuna ihtiyacı yoktur” buyurarak geri çevirdi. Buna ilave olarak Aşura gecesi kardeşi Hüseyin’e (a.s) bağlılığını şu cümlelerle dile getirdi: “Senden asla vazgeçmeyeceğim, seni bırakmayacağım, Allah senden sonra bana bir hayat nasip etmesin…”
Aynı şekilde Aşura günü susuz dudaklarıyla Fırat nehrine vardığında kardeşi Hüseyin’in (a.s) susuzluktan çatlamış dudaklarını hatırladı i’sar ve gayreti Fırat’tan su içmesine mani oldu ve susuz haliyle de şehadet şerbetini içti. Ebulfazl Abbas’ın (a.s) fedakârlıkları anlatmak bu makalenin haddinde değildir.
Tevekkül
İmam Hüseyin (a.s) Medine’den hareketine Allah’a tevekkül ederek başladı ve bu seferi boyunca tek dayanağı Allah-u Teâlâ’ydı. Hatta vefalı dostlarının kendisine eşlik etmesi, destek vermeleri bir an olsun onun Allah’a tevekkülünden bir şey azaltmadı. Çünkü onlara “dönmek isteyen dönebilir” buyurdu. Allah’a olan sağlam tevekkülünden dolayı yoluna dikilen bütün engeller ve sıkıntılar onu hedefinden vazgeçirmedi. Medine’den başladığı seferinin daha ilk başlarında kardeşi Muhammed Hanefiyye’ye hareketinin amacını açıkladıktan sonra cümlesine şöyle son verdi: “Başarım ancak Allah’tandır, ona tevekkül ettim ve ona döneceğim.” Ya da Aşura günü yaptığı konuşmalarında hazretin sıkça “Şüphesiz ki sizin ve benim Rabbim Allah’a tevekkül ediyorum” buyurduğunu görmekteyiz.
Nefse Karşı Cihad
İnsanın kendini yetiştirmesi, içten nefsiyle mücadele etmesi dış düşmana karşı mücadelesinin alt yapısını oluşturur. İç mücadele olmadan dış düşmana karşı koymak faydasız ve imkânsızdır. İşte Kerbela baştan aşağı bu tür mücadelelerin örnekleriyle doludur. Nafi b. Hilal o zamanla eşiyle nişanlı ve henüz evlilik merasimleri olmamıştı. Kerbela’da savaş meydanına çıkıp düşman ordusuyla savaşmak istediğinde nişanlısı öne çıkarak nale figan etmeye başladı. Aslında bu sahne her genci altüst, ayağının sürçmesine ve onu cihad ruhundan uzaklaştırmaya yeterdi. İmam Hüseyin’in (a.s) bile eşinin sözüne kulak asmasını buyurmasına rağmen o dünyevi lezzetine ve nefsi isteğine sırt çevirerek şöyle dedi: “Ey Peygamberin oğlu, bugün sana yardım etmezsem yarın kıyamette Peygamberin (s.a.a) cevabını nasıl veririm” diyerek savaş meydanında şehit olana kadar savaştı. (selam olsun ruhuna)
Şecaat/Cesaret
Kanlarıyla Aşura destanını yazan kahramanların şecaati aslında onların derin ve güçlü inançlarından kaynaklanıyordu. Şehadet aşkıyla yanıp tutuşan yiğitler ölüme adeta meydan okuyorlardı. Bu yüzden de düşman ordusu onlarla direk yüz yüze gelmekten korkup kaçıyordu. Çünkü onlarla birebir baş edemeyeceklerini bildiklerinden topluca gruplar halinde saldırıya geçiyorlardı. Her şehit düşen Kerbela cengâverine birden fazla mızrak ve kılıçlarla saldırılıyordu.
Kerbela hadisesini rivayet edenlerden Hamid b. Müslim şöyle diyor: “Allah’a andolsun ki etrafı kuşatılıp akrabaları ve yakınları öldürülenlerin içinde Hüseyin b. Ali’den (a.s) daha güçlü, daha sağlam ve daha cesur birini görmedim.”
Sabır ve İstikamet
Kerbela hamasetini ebedi kılan ve onu ölümsüzleştiren unsur Hüseyin’in (a.s) ve dostlarının sabır ve istikametleriydi. Hazret, yolculuğu sırasında konakladığı menzillerin birinde şöyle buyurdu: “sabır ve istikamet gösterin ey yüce insanlar, çünkü ölüm, sizi sıkıntı ve zahmetten geçirip cennete doğru yolunuzu açacak ve sizi ebedi nimetlere ulaştıracaktır.” İmam (a.s) kız kardeşi Hz. Zeyneb’e (s.a) ve diğer hanımlara şöyle tavsiyede bulundu: “Şu topluluk, beni öldürmekten başka bir şeye razı olmaz, ancak ben sizleri ilahi takvaya, belalar karşında sabırlı olmaya ve musibetlere katlanmayı öğütlüyorum.”
Nakle göre Hz. İmam Hüseyin’in (a.s) savaş meydanında ölümünün son anlarında ilahi takdir ve hükmü karşısındaki çağrısı kulaklara ulaşıyordu.
İzzet ve İftihar
İmam Hüseyin (a.s), hanedanı ve ashabı çeşitli yerlerde izzet ve iftiharlarını sözde ve eylemde ispat etmişlerdir. Bunun karşısında Yezid ve alçak hanedanının zillet ve alçaklığını ortaya koymuş ve onların kirli yüzlerini tanıtmışlardır ki buna sayısız örnek göstermek mümkündür.
Medine valisi İmama (as.) melun Yezid’e biat etmesini önerince hazret bunu reddederek bu işin zillet olduğunu belirtti ve şöyle buyurdu: “Benim gibi bir şahsiyet Yezid gibi bir şahsa biat etmez.”
Yine diğer bir yerde Yezid’e boyun eğmeyi geri çevirerek şöyle buyurdu: “Tıpkı zeliller gibi size biat elimi uzatmayacağım.”
Yine Kerbela’da Kufe ordusuna karşı coşkulu bir hitabesinde şöyle buyurdu: “İbni Ziyad beni ölüm ve zillet arasında yaşamaya mecbur etmiştir ve zelil ve alçakça bir yaşamı seçmek benden uzaktır ki Allah, Resulü (s.a.a), temiz soylar, gayretli ve izzetli canlar bu tür yaşamı kabul etmezler.”
Bu özellik ve ruhiye hazretin evlatlarında, kardeşlerinde, hanedanında ve ashabında da belirgin bir şekilde görülmekteydi. Bunun canlı örneği Beni Haşim’in ay yüzlü delikanlısı Hz. Ebulfazl Abbas ve kardeşlerinin İbni Ziyad’ın amannamesine karşı gösterdikleri sert tepkidir. Hazretin hanedanı da izzet ve iftiharlarını Aşura’dan sonra esaretlerinde dahi korumuş ve onların zillet ve gevşekliğini gösteren en küçük tarihi bir kayıt bile göstermek mümkün değildir. Hz. Zeyneb (s.a) İbni Ziyad’ın Kufe’deki küstahça sözlerine ve aynı şekilde Yezid’in Şam’daki alçakça sözlerine son derece izzet ve metanetle cevap vermiş ve onları yargılamıştır. Gerçekleri yansıtan tarihi hitabesinde Yezid’e şöyle buyurmuştur: “Ey Yezid, bizi esir alıp sağa sola sürüklemekle bizlerin küçük düşeceğini senin ise izzet ve keramet kazanacağını mı sandın?... Allah’a andolsun ki ne bizim zikrimiz hafızalardan silinecek, ne vahyimiz ölecek ve ne de bu cinayetin utanç lekesi senin üzerinden temizlenecek…”
İffet ve Hicab
Aşura hareketi dini değerlerin ihya olması için başlatılan bir davadır. O değerlerden biri de Müslüman kadınların iffet ve hicaplarının korunmasıdır. Seyyid b. Tavus diyor ki: “İmam Hüseyin (a.s) Aşura gecesi ailesine karşı yaptığı konuşmasında onlara iffet, hicap ve takva konusunda nasihatlerde bulundu.” İmam’ın (a.s) kızları ve kız kardeşleri güçlerinin yettiği kadar Ehlibeyt’in (a.s) iffet ve saygınlığının korunması hususunda dikkatli olmaya gayret ettiler. Hz. Ümmü Kulsum esirlerin sorumlusuna şöyle buyurdu: “Bizleri Şam’a götürdüğünüzde izleyicisi daha az olan bir kapından götürün.” Ve onlardan Kerbela şehitlerinin bedenlerden ayrılmış başlarını Ehlibeyt’in (a.s) üzerine bindirildiği bineklerden mesafeli ve uzak taşınmasını böylece de halkın bakışlarının onların üzerine odaklanmasını ve Resulullah’ın (a.s) namusunun bakışlardan uzak kalmasını planlıyordu. Ancak Hz. Ümmü Kulsum şöyle buyuruyor: “İnsanlar bizi bu halde o kadar izledi ki küçük düştük.”
Hz. Zeyneb’in (s.a) Yezid’e en sert itirazlarından biri şuydu:
“Acaba kendi kenizlerini haremde perde arkalarına gizlemen Peygamberin (s.a.a) kızlarını ise esir alarak şehir şehir dolaştırman, örtülerine saygısızlık etmen, yüzlerini namahremlerin karşısında açarak yakından ve uzaktan onların izlettirmen adaletten midir?”
Vazife ve Teklife Amel
Şia İmamları (a.s) toplumsal şartlara göre teklif ve vazifelerine amel ediyor ve stratejilerini değişen şartlara göre belirliyorlardı. Bu uğurda hiçbir şey onları amaçlarından vazgeçiremezdi. Aşura hadisesi de vazifeye ve istenilene amel etmenin en canlı örneklerindendir. Bu tutumu İmam ve değerli ashabı eylemde ve sözde uygulamıştır. İmam (a.s) Mekke’den Kufe’ye hareket etmek istediğinde kendisini Irak’a gitmekten vazgeçirmeye çalışan İbni Abbas’a cevaben şöyle buyurdu: “Şefkat ve hakkımdaki iyi niyetinden dolayı böyle bir şeyi benden istediğini biliyorum ancak ben kararımı daha önce verdim.”
İmamın (a.s) seferinden vazgeçmesi için Mekke valisi tarafından amanname getiren iki şahsa hitaben hazret şöyle buyurdu: “Rüyamda Allah Resul’ünü gördüm, ondan emir aldım ve lehime de olsa aleyhime de ben o fermana doğru hareket edeceğim.”
Gayret
Üstün ahlaki değerlerden ve hasletlerden biri de gayrettir. Çünkü Allah gayretli kullarını sever.
Aşura hadisesinde Beni Haşim gençleri yolculuk boyunca sürekli Hazretin Ehlibeytini (a.s) koruyup gözetiyorlardı. Geceler sırayla çadırların etrafında muhafızlık yapıyorlardı-özellikle de Hz. Ebulfazl Abbas (a.s)- ve onların sayesinde hanımlar geceler çadırlarda korkmadan rahat bir şekilde uyuyabiliyorlardı. Hz. İmam Hüseyin’in (a.s) kendisi de hayatta olduğu sürece namahremlerin hanımların çadırlarına yaklaşmalarına müsaade etmedi. Öyle ki tarih kitaplarında şöyle yazılır: Hazret düşmana karşı saldırılarında kadınların bulunduğu çadırlara yakın belirli bir noktayı belirlemişti ki çadırlara yapılacak muhtemel düşman saldırısından kadınları daha kolay koruyabilecekti. Hatta ömrünün son anlarında yaralı bir halde yere düştüğünde düşman ordusundan bir grubun kadınların çadırlarına saldırmayı planladıklarını işitince gayretinden şöyle feryat etti: “Ey Al-i Süfyan taraftarları, eğer dininiz yok ve ahiretten de korkmuyorsanız en azından dünyanızda özgür/mert kişiler olun… Ben sizinle savaşıyorum sizler de benimle, kadınlara saldırmayın! Hayatta olduğum sürece namusuma yönelik azgınca saldırılarınızdan sakının!”
Fütüvvet/Mertlik
İmam Hüseyin (a.s) ve ashabı Aşura hamasetinde mertliğin en güzel, en canlı örneğini sergilediler; gerek hakkı savunuşlarıyla gerek imamlarının safında canlarını feda ederek yüce şehadet derecesine ulaşmakla gerekse başkalarına hatta düşmanlarına karşı bile insanca tutumlarıyla mertlik ve fütüvvet dersi verdiler. Hani b. Urve’yi (r.a) Kufe’de Müslim b. Akil’i gizlediği suçuyla tutuklayarak Darul İmare’ye götürdüler. İbni Ziyad ondan Müslim b. Akil’i kendilerine teslim etmesini istedi. Ancak Hani (r.a) bunu namertlik sayarak onlara şöyle cevap verdi: “Allah’a andolsun ki onu asla size vermeyeceğim, misafirimi öldürmeniz için getirip size mi teslim edeyim?! Allah’a andolsun ki tek başıma yapayalnız, hiçbir yardımcım olmasa bile onun yolunda öldürülene kadar sizlere teslim etmeyeceğim.”
İmam Hüseyin (a.s) seferi sırasında yolda Hürr’ün ordusuyla karşılaşınca ashabından biri şöyle bir öneride bulundu: “bunların sayısı az ve bunlarla savaşmak sonradan gelecek kalabalık grupla savaşmaktan daha kolaydır.” Hazret cevabında şöyle buyurdu: “Ben, savaşı başlatan taraf olmam.”
Diğer bir mertlik sahnesi ise İmam Hüseyin’in (a.s) daha o ana kadar düşman safında olan Hürr’ü ve askerlerini suyla doyurmasıdır.
Yardımlaşma, Sıkıntıların Paylaşımı
En yüce ahlaki hasletlerden biri muvasattır, muvasat yani başkalarının dert ve sıkıntısını paylaşmak ve onlara yardım etmektir. Muvasatın en canlı yaşandığı yer yine Aşura’dır ve orada yaşanan en bariz muvasat sahnesi Hz. Abbas (a.s) ile İmam’ın (a.s) diğer ashabı arasında yaşanan sahneydi. Onlardan her biri diğerinden daha önce ölüme gitmeye hazırdı. Aşura gecesi Hz. Ebulfazl Abbas (a.s) Beni Haşim’in çadırında şöyle bir konuşma yaptı: “Yarın sabah siz savaş meydanına gidecek ilk grup olun, biz onlardan önce ölümü karşılamaya koşacağız ki insanlar hakkımızda “kendi ashabını” daha önce savaş meydanına yolladı demesinler…” Bu konuşmadan sonra Beni Haşim yiğitleri ayağa kalkıp kılıçlarını çekerek şöyle dediler: “Biz de seninle aynı fikirdeyiz.” Diğer taraftan ashabın çadırında Habib b. Mezahir (r.a) konuşma yapıyordu, konuşma sırasında arkadaşlarına şöyle buyurdu: “Yarın sabah sizler savaş meydanına gidecek ilk erler olun, biz daha önce savaşa girişmeliyiz, sakın ola ki Beni Haşim’den biri kanına bulandığında bizlerden birinin bedeninde can ve damarında kan dolaşsın. İnsanlar hakkımızda “kendi imamlarını savaş meydanına yolladılar ve fedakârlıktan sakındılar” demesin. Sonra ashabın tamamı kılıçları kınından çekerek şöyle dediler: “Bizlerde seninle aynı düşüncedeyiz.”
Vefa
Aşura sahnesine baktığımızda iki farklı tablo görürüz; bir tarafta vefanın en zirveye ulaştığı sahneler, diğer tarafta ise çirkefliğin, alçaklığın, vefasızlığın, sadakatsizliğin ve ihanetin doruğa ulaştığı sahneler… Aşura gecesinde Hz. Seyyidü’ş Şüheda (a.s) ashabıyla konuştuğunda onların vefasını övüyor ve şöyle buyuruyor: “Ben, ashabımdan daha vefalı ve onlardan üstün başka ashab tanımıyorum.”
Kerbela şehitleri imamlarının safında savaşıp canlarını feda etmeyi ahde vefa olarak biliyorlardı. Amr b. Karza Aşura günü imamına bir zarar ve tehlike gelmesin diye kendisini oklara ve kılıçlara siper ediyor. Vücuduna o kadar yaralar aldı ki dayanamayıp kendinden geçti ve sonra yüzünü imama dönerek şöyle sordu: “Ey Peygamberin oğlu, size karşı vefa borcumu eda edebildim mi?” İmam Hüseyin (a.s): “Evet, sen cennette benim önümde olacak ve benden önce cennete gideceksin, benim selamımı Peygambere (s.a.a) ulaştır” buyurdu. İmam Hüseyin’in (a.s) ziyaretnamesinde hazrete hitaben şöyle arz ediyoruz: “Şehadet ediyorum ki şüphesiz ki sen Allah’ın ahdine vefa ettin ve ölüm gelip çatıncaya dek Allah yolunda cihad ettin.”
www.Velayet.com
Aşura Yiğitlerinden Mesajlar
Kerbela hadisesi ve tarihinin iki yüzü vardır; bir nuraniyet ve aydınlık siması bir de zulmani ve karanlık. Siyah ve karanlık çehresi şu açıdandır ki onda sadece cinayet, zulüm ve alçaklık bütün çirkefliğiyle boy göstermiştir. Bu açıdan baktığımızda masum insanların öldürülmelerini, süt emen çocuğun acımasızca, hunharca feci şekilde katledilişi, herkesin doğal hakkı olan suyun esirgenmesi, çıplak bedenlere ok ve mızrakların saplanması, cansız bedenlerin üzerinde at koşturulması, gözlerden okunan korku ve dehşet bakışları, çadırların ateşe verilmesi, yakılıp yıkılması ve bilahare savunmasız kadınların ve çocukların esir edildiğini görürüz. Ama acaba Aşura’nın tarihçesi yalnızca şu çehreden mi ibarettir? Hayır, Kerbela’nın diğer bir çehresi daha vardır ki başından sonuna kahramanlık, yiğitlik, iftihar ve nuraniyetle doludur, gerçekte insanlığın ve hakikatin tecellisidir o çehre. Hakka tapınmanın tecellisidir o sima. Aşura’nın bu boyutunu gördüğümüzde diyoruz ki “Beşeriyet, böylesi bir lidere ve yiğitlere sahip olduğu için haklı olarak övünmelidir.”
Hüseyin (a.s), hamasi bir şahsiyettir; en kâmil ahlaki erdemlerin destansı tezahürüdür. Aşk, iman ve i’sarın en büyük öncüsüdür Hüseyin, şehadet, şehamet, gayret, sadakat, batini sefanın mazharıdır. Tek cümlede ifade edece olursak Hüseyin, insanlığın başöğretmenidir ve işte bu yüzdendir ki onun özgürlük hareketi tarih boyunca gönülleri fethetmiş ve bütün asırlarda canlılığını korumuş ve kıyamete kadar da koruyacaktır.
İmam Hüseyin’den (a.s) ve onun vefalı ashabından nakledilen sözler az olmasına rağmen onlardan nakledilen sözler bu yiğitlerin ruhani kıyamlarının hedeflerini ve tarih boyunca insanlara verdikleri mesaj ve dersleri açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu hadiseyi zinde tutan ve amacının tanınmasını sağlayan realitelerden biri şudur; bu elem vakıada çok sayıda hutbeler okunmuştur. O dönemde hutbe, günümüzdeki bildiri ve beyanat görevini ifa ediyordu. Gerek Kerbela hadisesinden önce okunan hutbeler, gerek hadisenin cereyanında sunulan hutbeler ve gerekse Ehlibeyt’in (a.s) Kufe, Şam ve diğer yerlerdeki hutbeleri tarihi Kerbela’nın mesajlarını ve amaçlarını nesillere taşımıştır.
Aynı şekilde Kerbela vakasında soru cevap çokça olmuştur ki bunlar tarih metinlerinde kayıtlıdır ve Kerbela hadisesinin mahiyetini ortaya koymaktadır. Yine hadisenin öncesi ve sonrasında mektup şeklinde birçok yazışmalar olmuştur. Tıpkı İmam Hüseyin’in (a.s) ve Kufe ehli veya Basralılar arasında gerçekleşen yazışmalar ve aynı şekilde İmam’ın (a.s) daha önceleri Muaviye’ye veya diğerlerine yazdığı mektuplar bu iddiaya örnektir. Keza Kerbela çölünde gerek hazretin kendisi tarafından gerek vefalı ashabından taraf birçok recezler, epik ve coşkulu şiirler okunmuştur ki tüm bunlar büyük Aşura hadisesinin mesajlarını ve amaçlarını yansıtıyordu.
Tüm bunlara ilave olarak İmam Hüseyin’in (a.s) değişik yerlerde Allah-u Teâlâ ile yaptığı münacatlar, okuduğu dualar hem hazretin manevi ve ruhani kişiliğinin ne kadar güçlü olduğunu hem de onun mukaddes ilahi hareketinin amaçlarını göstermektedir.
Bu makalede Aşura’nın amaçlarını ve mesajlarını kanlarıyla şanlı Aşura destanını yazanların dilinden aktarmaya çalışacağız. Umulur ki mukaddes Kerbela vakasının amaçlarının tanıtılmasında küçük bir hizmetimiz olur.
İtikadi Mesajlar
Tevhid, Başlangıç ve Bitişe İman
Başlangıç ve meada inanmak Allah yolunda cihad ve fedakârlığın en önemli unsurlarındandır. Böylesi bir itikat İmam Hüseyin’in (a.s) ve ashabının sözlerinde, recezlerinde ve şiirlerinde göze çarpmaktadır. Hürr’ün ordusu yolu İmam Hüseyin’in kafilesine kapatınca hazret şöyle buyurdu: “Dayanağım Allah’tır ve o beni sizlerden müstağni eder.” Aşura günü kardeşi Zeyneb’in (s.a) telaşını görünce şöyle buyuruyor: “Kardeşim, Allah’ı nazarında tut, bil ki yeryüzündeki bütün canlılar ölecektir, gök ehli de baki kalmayacaktır ve Allah’tan başka her şey ölümü tadacaktır.” Yine Aşura sabahı Kufe ordusu tüm küstahlığıyla saldırıya geçtiğinde rabbiyle şöyle münacat ediyor: “Ya Rabbi, her sıkıntı ve şiddette dayanağım sensin, ümidim sensin ve karşılaştığım her olayda destekçim sensin.”
Mead inancı, insanların dünyaya bağlıklarını koparıp ayırtmakta ve onların vazifeye amel noktasında kolayca canlarından geçmelerini sağlamaktadır. İmam Hüseyin (a.s) Müslim b. Akil’in şehadetinden sonra hakkında okuduğu şiirinde bu önemli meseleye dikkat çekerek şöyle buyurdu: “Eğer dünya değerli sayılırsa ilahi mükâfat yeri olan ahiret yurdu daha evla ve üstündür. Eğer bedenler ölüm için yaratılmışsa o halde Allah yolunda şehadet daha üstündür.” İmam’ın (a.s) vefalı ashabının recezlerinde de bu konu net bir şekilde göze çarpmaktadır. Amr b. Halid Ezdi savaş meydanına gittiğinde okuduğu recezinde şöyle diyordu: “Ey can, bugün Rahman olan Allaha; onun nimet ve reyhanına doğru gidiyorsun ve levh-i mahfuz da Rabbinin takdir ettiği mükâfatı alacaksın. O halde kararsızlık etme ki her canlı ölümü tadacaktır.”
Peygamberin (s.a.a) Risaletine İman
Resulullah’ın (s.a.a) asrından sonra ümmet parçalara ayıldı, yalnızca bazıları onun sünnet ve dinine bağlı kaldılar ancak halkın çoğunluğu dalalet ve bidatlere daldılar. Hz. Seyyidü’ş Şüheda (a.s) Mekke’de İbni Abbas ile hâkim emeviler hakkında sohbet ediyordu. İbni Abbas’a şöyle sordu: “Peygamberin kızının oğlunu evinden, vatanında çıkarıp, çölde avare eden ve onun kanını akıtmayı planlayanlar hakkında görüşün nedir? Hâlbuki bu Peygamberin (s.a.a) oğlu ne Allah’a bir ortak koşmuştur, ne Allah’tan başkasını kendine veli edinmiştir ve ne de Peygamberin (s.a.a) getirdiği şeriatından uzaklaşmıştır.” İbni Abbas cevaben şöyle arz etti: “Onlar hakkında Allah’ın şu ayeti kerimesinden başka bir şey demiyorum: “Şüphe yok ki onlar Allah'a ve Peygamberine kâfir oldular ve buyruktan çıkmış kötü kişi olarak öldüler. (Tevbe-84) sonra İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurdu: “Ya rabbi, sen şahit ol ki İbni Abbas onların Allah’a ve Peygamberine (s.a.a) karşı küfürlerine şahadet etti.”
Yol boyunca da İmam (a.s) ve hanedanı sürekli Allah Resul’ünü (s.a.a) yâd edip ondan söz ediyorlardı. Kendilerini onun neslinden tanıtıyor ve bu intisaptan dolayı da övünüyor ve bunu şeref ve iftihar sayıyorlardı.
İmamet
İslam’da toplumun siyasi idaresindeki görüş felsefesi imamet anlayışına dayalıdır. Peygamberin (s.a.a) Ehlibeyti (a.s) sahip oldukları zati salahiyetlerden dolayı Müslümanların yöneticilik makamına diğerlerinden daha layıktılar. Gadir-i Hum’da gerçekleşen olaylar, Peygamberin (s.a.a) irtihalinden sonra ümmetin liderlik risaletinin ondan sonra en liyakatli kişiye yani Emirülmüminin Ali’ye (a.s) tevdi edilmesini bir kez daha perçinlemiş oldu. Her ne kadar bazı makam ve riyaset sevdalıları Sakife kargaşasını yaratarak Müslümanların imamet istikametini asıl mecrasından başka bir yöne çevirip Hz. Ali’yi (a.s) zahiri hilafetten mahrum etseler dahi biliyor ve inanıyoruz ki bu hak ve makam ancak Ehlibeyt imamlarına (a.s) ait özel bir lütuftur, onlardan başkasına da yakışmaz. İmam Ali (a.s) hilafet makamına geçmeden önce ve ondan sonra da halifeler ve Muaviye ile yaptığı münakaşalarda bu hakkın kendisine ait olduğunu delilleriyle birlikte ispat etmiştir ve ondan sonra da diğer Ehlibeyt İmamları (a.s) tarih boyunca bu kesin hakkın (imamet) kendilerine ait özel bir makam olduğunu vurgulamış ve bu makamı zorla ele geçirenleri gaspla suçlamışlardır. Aşura kıyamı, İslam toplumunun en önemli rüknü olan bu hakkı savunuşun ve batıla karşı direnişin bir başka tecellisidir. İmam Hüseyin (a.s) Kufe yolunda Hürr’ün ordusuyla karşı karşıya geldikten sonra orada okuduğu hutbesinde şöyle buyurdu: “Ey insanlar, eğer ilahi takvayı gözetirseniz ve hakkın asıl sahibine ait olduğunu kabul ederseniz Allah sizlerden daha çok hoşnut olacaktır. Biz, Peygamberin hanedanıyız ve sizlere velayet etme hususunda haksız yere bu hakkı iddia edenlerden ve size karşı zulüm ve tecavüzle hükümet edenlerden daha fazla bunu hak ediyoruz.”
Aşura’nın bu husustaki mesajı şudur ki İslami toplumda hâkimiyet ve velayet makamı insanların en ehil ve liyakatlisine tanınmış özel bir haktır. Yani hükümet ve velayet hakkı imandan kaynaklanan yüce bir hak olgusuna sahip olan, Kur’an-ı Kerim’in emirlerini icra eden, toplumu asil ve öz Muhammedi İslam’a hidayet eden ve hükümetinin temelinde adalet ve eşitlik anlayışı olan masum imamın hakkıdır.
Şefaat
Peygamberin (s.a.a) ve onun pak Ehlibeyt’inin (a.s) kıyamet günü şefaat makamına sahip olacağı görüşü Şia’nın temel itikatlarındandır. İmam Zeynelabidin’i (a.s) eli ve boynu zincire vurulmuş esef verici bir halde Kufe’ye getirdiklerinde hazret o haliyle okuduğu şiirinde bu önemli hususa dikkat çekmiştir: “Eğer kıyamet günü biz ve Peygamber (s.a.a) bir yerde toplanırsak o zaman siz ne söyleyeceksiniz? Konuşmak veya mazeret için hangi sözü ona söyleyeceksiniz?” Aynı şekilde Hz. Zeyneb (s.a) de Kufe’de konuşmasında şu şiiri dillendirmişti: “Ahir zaman ümmeti olan sizler, nasıl cevap vereceksiniz?!”
İtikadi şefaat meselesinin orada gündem edilmesi, hatırlatılması düşmanların yaptıkları haksızlıklara kınayıcı bir tepkidir. Çünkü onların Peygamberin (s.a.a) zürriyetine reva gördükleri cinayetler, o hazretin şefaatine inanan ümmetinin içinde bulunduğu durum ve sergiledikleri tutumla çelişmekteydi.
Ziyaretnamelerde belirtilen şefaat, şefaat ummak kavramlarının da eğitici etkisi işte budur. Ezcümle İmam Hüseyin’in (a.s) ziyaretnamesinde şöyle okumaktayız: “Allah’ım, kıyamet gününde beni Hüseyin’in şefaatiyle rızıklandır.”
Bidatle Mücadele
İmam Hüseyin (a.s), bu ilahi teklife amel etme hususunda ve dini değerleri savunmada liyakatli bir öncüydü. Hareketinin hedefini açıklarken “Ben ceddimin dinini ihya etmek ve bidatleri yok etmek için vatanımdan çıktım” buyuruyor. Basra’nın ileri gelenlerine yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Sizleri Kitabullah’a/Kur’an’a ve Peygamberinin (s.a.a) sünnetine davet ediyorum. Çünkü şüphesiz ki Peygamberin sünneti ölmüş bidat ise dirilmiştir.”
Ahlaki Mesajlar
Özgürlük
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Acaba şu sıyrıntı (dünyayı) ehline bırakacak bir özgür yok mu?” şüphesiz ki bedeninizin pahası cennetten başka bir şey değildir. O halde kendinizi cennetten başka bir şey karşılığında satmayın.”
Özgürlük, insanın sahip olduğu kerameti ve değerleri tanımasıdır; zillete, haksızlığa, dünya köleliğine boyun eğmemesi ve insani değerleri ayaklar altına almamasıdır.
Aşura hareketi, özgürlüğün İmam Hüseyin (a.s) ve sadık ashabı tarafından en mükemmel şekilde anlatıldığı bir mekteptir. Burada özetle birkaç örneğe değineceğiz.
İmam Hüseyin’den (a.s) Yezid için zorla biat istendiğinde onların isteğini geri çevirerek şöyle cevap verdi: “Hayır, Allah’a andolsun ki asla ne zilletle elimi onlara uzatacağım ne de köleler gibi onların hükümetine teslim olacağım.”
Kerbela sahnesi bu özgürlüğün farklı bir tecellisiydi, Eba Abdillah (a.s), zillet içinde yaşamaktansa onurlu ve izzetli bir ölümü tercih etti ve “Heyhat, zillet bizden uzaktır” sözünü haykırarak özgür ve özgürlük yanlısı insanlara tarihi bir mesaj verdi.
İmamın özgür ruhu hatta mübarek bedeni yara almış halde yere düştüğünde bile düşmanın çadırlara saldırma kararına itiraz feryadını yükseltti ve şöyle buyurdu: “Eğer sizi engelleyecek bir inancınız yoksa ve ahiretten de korkmuyorsanız en azından dünyanızda özgür insanlar olun.”
Özgürlük kültürü ve anlayışı İmamın (a.s) ashabının arasında da bariz bir şekilde görülmekteydi. Hatta Hüseyni hareketin ilk elçisi olan Hz. Müslim, Kufe’de İbni Ziyad’ın ordusuyla karşılaştığında kahramanca yiğitlik şiirleri okumaya başlıyor ve şöyle feryat ediyor: “Ölümü hoş karşılamasam bile özgürce öldürülmeye ve ölmeye yemin ettim.” Dikkat çeken hususlardan biri şudur ki Hz. Müslim’in (selam olsun ruhuna) o gün Kufe’de okuduğu yiğitlik şiirlerinin aynını Aşura günü oğlu Abdullah’da (selam olsun ruhuna) okuyordu. Yani bu aile, hanedanı Ehlibeyt (a.s) özgürlüğü, şecaati, mertliği cetlerinden miras almışlardır. Kerbela’da özgürlük dersi veren bir diğer şahsiyet Hürr b. Yezidi Riyahi’dir. (selam olsun ruhuna) Sahip olduğu “hür” vasfı onu cehennem ateşinden kurtardı ve cennet kapılarını yüzüne araladı. Hz. Hürr, şehit edildiğinde Hz. Seyyidü’ş Şüheda (selam olsun yüce ruhuna) cenazesine koşarak ona Hür diye hitap etti ve şöyle buyurdu: “Annenin sana verdiği bu isim gibi dünyada da hürsün ahirette de.”
Eğer özgürlük yanlıları bağımsızlıklarını kazanmak ve zulümlerden kurtulmak için savaşıyorlarsa bu direniş ve mücadele Aşura’nın tüm insanlık tarihine kazandırdığı bir armağandır.
İ’sar, Fedakarlık
Kerbela sahnesinde ilk i’sarcı ve fedakâr İmam Hüseyin’in (a.s) kendisiydi. Hazret, kendi canını Allah’ın dinine feda ederek onun hoşnutluğunu her şeye tercih etti. Hazretin vefalı dostları da her biri büyük i’sar ve fedakarlık örneği sergileyerek canlarını imamlarına feda ettiler. Aşura gecesinde vefalı ashabın aşk ve fedakârlıklarını izhar etmeleri tarih kaynaklarında kayıtlıdır. Her biri içindeki aşk ve sevdayı farklı bir şekilde ifade ediyordu. Kalplerindeki düşüncelerini şefkatli imamlarına karşı dile getiriyorlardı. Sırayla ayağa kalkarak imamlarının yolunda canlarını nasıl feda edeceklerini ölüme susamışçasına büyük bir aşkla anlatıyorlardı. Örnek olarak Hz. Müslim b. Evsece’nin şu sözlerini bir hatırlayalım: “Asla senden ayrılmayacağım ey Hüseyin, eğer onlarla savaşmak için bir silah bulamazsam seninle birlikte şehit olana dek taşlarla onlara karşı koyacağım.”
Hz. Zeyneb (s.a) Aşura günü öğleden sonra düşman ordusunun çadırlara saldıracaklarını görünce gözü Şimr’in kınından çıkarılmış kılıcına ilişti. Şimr, Hz. İmam Zeynelabidin’i (a.s) öldürmek istiyordu. Hz. Zeyneb (s.a) Şimr’in karşısına dikilerek şöyle buyurdu: “Ben ona feda olmadan o öldürülmeyecektir.”
Yine bir başka i’sar abidesi; Ne zaman adını ansam kalbim burkulur, dudakları susuzluktan çatlamış, kolları ağaç dalları gibi budanmış, Hüseyin’in (a.s) elindeki asası, küçük Rukayye’nin (s.a) yiğit amcası, Zeyneb’in (s.a) fedaisi, Hüseyin’in (s.a) alemdarı ve kısacası Kerbela’nın ümidi olan Ebulfazl Abbas (a.s) kalem onun onu yazıp anlatabilir mi? Belki de bizim yazıp anlatamadıklarımızı ismi anlatıyordur anlayana…
İbni Ziyad, ona amanname (can güvenliği teminatı) verdiğinde “Bizim, sizin gibilerin güven mektubuna ihtiyacı yoktur” buyurarak geri çevirdi. Buna ilave olarak Aşura gecesi kardeşi Hüseyin’e (a.s) bağlılığını şu cümlelerle dile getirdi: “Senden asla vazgeçmeyeceğim, seni bırakmayacağım, Allah senden sonra bana bir hayat nasip etmesin…”
Aynı şekilde Aşura günü susuz dudaklarıyla Fırat nehrine vardığında kardeşi Hüseyin’in (a.s) susuzluktan çatlamış dudaklarını hatırladı i’sar ve gayreti Fırat’tan su içmesine mani oldu ve susuz haliyle de şehadet şerbetini içti. Ebulfazl Abbas’ın (a.s) fedakârlıkları anlatmak bu makalenin haddinde değildir.
Tevekkül
İmam Hüseyin (a.s) Medine’den hareketine Allah’a tevekkül ederek başladı ve bu seferi boyunca tek dayanağı Allah-u Teâlâ’ydı. Hatta vefalı dostlarının kendisine eşlik etmesi, destek vermeleri bir an olsun onun Allah’a tevekkülünden bir şey azaltmadı. Çünkü onlara “dönmek isteyen dönebilir” buyurdu. Allah’a olan sağlam tevekkülünden dolayı yoluna dikilen bütün engeller ve sıkıntılar onu hedefinden vazgeçirmedi. Medine’den başladığı seferinin daha ilk başlarında kardeşi Muhammed Hanefiyye’ye hareketinin amacını açıkladıktan sonra cümlesine şöyle son verdi: “Başarım ancak Allah’tandır, ona tevekkül ettim ve ona döneceğim.” Ya da Aşura günü yaptığı konuşmalarında hazretin sıkça “Şüphesiz ki sizin ve benim Rabbim Allah’a tevekkül ediyorum” buyurduğunu görmekteyiz.
Nefse Karşı Cihad
İnsanın kendini yetiştirmesi, içten nefsiyle mücadele etmesi dış düşmana karşı mücadelesinin alt yapısını oluşturur. İç mücadele olmadan dış düşmana karşı koymak faydasız ve imkânsızdır. İşte Kerbela baştan aşağı bu tür mücadelelerin örnekleriyle doludur. Nafi b. Hilal o zamanla eşiyle nişanlı ve henüz evlilik merasimleri olmamıştı. Kerbela’da savaş meydanına çıkıp düşman ordusuyla savaşmak istediğinde nişanlısı öne çıkarak nale figan etmeye başladı. Aslında bu sahne her genci altüst, ayağının sürçmesine ve onu cihad ruhundan uzaklaştırmaya yeterdi. İmam Hüseyin’in (a.s) bile eşinin sözüne kulak asmasını buyurmasına rağmen o dünyevi lezzetine ve nefsi isteğine sırt çevirerek şöyle dedi: “Ey Peygamberin oğlu, bugün sana yardım etmezsem yarın kıyamette Peygamberin (s.a.a) cevabını nasıl veririm” diyerek savaş meydanında şehit olana kadar savaştı. (selam olsun ruhuna)
Şecaat/Cesaret
Kanlarıyla Aşura destanını yazan kahramanların şecaati aslında onların derin ve güçlü inançlarından kaynaklanıyordu. Şehadet aşkıyla yanıp tutuşan yiğitler ölüme adeta meydan okuyorlardı. Bu yüzden de düşman ordusu onlarla direk yüz yüze gelmekten korkup kaçıyordu. Çünkü onlarla birebir baş edemeyeceklerini bildiklerinden topluca gruplar halinde saldırıya geçiyorlardı. Her şehit düşen Kerbela cengâverine birden fazla mızrak ve kılıçlarla saldırılıyordu.
Kerbela hadisesini rivayet edenlerden Hamid b. Müslim şöyle diyor: “Allah’a andolsun ki etrafı kuşatılıp akrabaları ve yakınları öldürülenlerin içinde Hüseyin b. Ali’den (a.s) daha güçlü, daha sağlam ve daha cesur birini görmedim.”
Sabır ve İstikamet
Kerbela hamasetini ebedi kılan ve onu ölümsüzleştiren unsur Hüseyin’in (a.s) ve dostlarının sabır ve istikametleriydi. Hazret, yolculuğu sırasında konakladığı menzillerin birinde şöyle buyurdu: “sabır ve istikamet gösterin ey yüce insanlar, çünkü ölüm, sizi sıkıntı ve zahmetten geçirip cennete doğru yolunuzu açacak ve sizi ebedi nimetlere ulaştıracaktır.” İmam (a.s) kız kardeşi Hz. Zeyneb’e (s.a) ve diğer hanımlara şöyle tavsiyede bulundu: “Şu topluluk, beni öldürmekten başka bir şeye razı olmaz, ancak ben sizleri ilahi takvaya, belalar karşında sabırlı olmaya ve musibetlere katlanmayı öğütlüyorum.”
Nakle göre Hz. İmam Hüseyin’in (a.s) savaş meydanında ölümünün son anlarında ilahi takdir ve hükmü karşısındaki çağrısı kulaklara ulaşıyordu.
İzzet ve İftihar
İmam Hüseyin (a.s), hanedanı ve ashabı çeşitli yerlerde izzet ve iftiharlarını sözde ve eylemde ispat etmişlerdir. Bunun karşısında Yezid ve alçak hanedanının zillet ve alçaklığını ortaya koymuş ve onların kirli yüzlerini tanıtmışlardır ki buna sayısız örnek göstermek mümkündür.
Medine valisi İmama (as.) melun Yezid’e biat etmesini önerince hazret bunu reddederek bu işin zillet olduğunu belirtti ve şöyle buyurdu: “Benim gibi bir şahsiyet Yezid gibi bir şahsa biat etmez.”
Yine diğer bir yerde Yezid’e boyun eğmeyi geri çevirerek şöyle buyurdu: “Tıpkı zeliller gibi size biat elimi uzatmayacağım.”
Yine Kerbela’da Kufe ordusuna karşı coşkulu bir hitabesinde şöyle buyurdu: “İbni Ziyad beni ölüm ve zillet arasında yaşamaya mecbur etmiştir ve zelil ve alçakça bir yaşamı seçmek benden uzaktır ki Allah, Resulü (s.a.a), temiz soylar, gayretli ve izzetli canlar bu tür yaşamı kabul etmezler.”
Bu özellik ve ruhiye hazretin evlatlarında, kardeşlerinde, hanedanında ve ashabında da belirgin bir şekilde görülmekteydi. Bunun canlı örneği Beni Haşim’in ay yüzlü delikanlısı Hz. Ebulfazl Abbas ve kardeşlerinin İbni Ziyad’ın amannamesine karşı gösterdikleri sert tepkidir. Hazretin hanedanı da izzet ve iftiharlarını Aşura’dan sonra esaretlerinde dahi korumuş ve onların zillet ve gevşekliğini gösteren en küçük tarihi bir kayıt bile göstermek mümkün değildir. Hz. Zeyneb (s.a) İbni Ziyad’ın Kufe’deki küstahça sözlerine ve aynı şekilde Yezid’in Şam’daki alçakça sözlerine son derece izzet ve metanetle cevap vermiş ve onları yargılamıştır. Gerçekleri yansıtan tarihi hitabesinde Yezid’e şöyle buyurmuştur: “Ey Yezid, bizi esir alıp sağa sola sürüklemekle bizlerin küçük düşeceğini senin ise izzet ve keramet kazanacağını mı sandın?... Allah’a andolsun ki ne bizim zikrimiz hafızalardan silinecek, ne vahyimiz ölecek ve ne de bu cinayetin utanç lekesi senin üzerinden temizlenecek…”
İffet ve Hicab
Aşura hareketi dini değerlerin ihya olması için başlatılan bir davadır. O değerlerden biri de Müslüman kadınların iffet ve hicaplarının korunmasıdır. Seyyid b. Tavus diyor ki: “İmam Hüseyin (a.s) Aşura gecesi ailesine karşı yaptığı konuşmasında onlara iffet, hicap ve takva konusunda nasihatlerde bulundu.” İmam’ın (a.s) kızları ve kız kardeşleri güçlerinin yettiği kadar Ehlibeyt’in (a.s) iffet ve saygınlığının korunması hususunda dikkatli olmaya gayret ettiler. Hz. Ümmü Kulsum esirlerin sorumlusuna şöyle buyurdu: “Bizleri Şam’a götürdüğünüzde izleyicisi daha az olan bir kapından götürün.” Ve onlardan Kerbela şehitlerinin bedenlerden ayrılmış başlarını Ehlibeyt’in (a.s) üzerine bindirildiği bineklerden mesafeli ve uzak taşınmasını böylece de halkın bakışlarının onların üzerine odaklanmasını ve Resulullah’ın (a.s) namusunun bakışlardan uzak kalmasını planlıyordu. Ancak Hz. Ümmü Kulsum şöyle buyuruyor: “İnsanlar bizi bu halde o kadar izledi ki küçük düştük.”
Hz. Zeyneb’in (s.a) Yezid’e en sert itirazlarından biri şuydu:
“Acaba kendi kenizlerini haremde perde arkalarına gizlemen Peygamberin (s.a.a) kızlarını ise esir alarak şehir şehir dolaştırman, örtülerine saygısızlık etmen, yüzlerini namahremlerin karşısında açarak yakından ve uzaktan onların izlettirmen adaletten midir?”
Vazife ve Teklife Amel
Şia İmamları (a.s) toplumsal şartlara göre teklif ve vazifelerine amel ediyor ve stratejilerini değişen şartlara göre belirliyorlardı. Bu uğurda hiçbir şey onları amaçlarından vazgeçiremezdi. Aşura hadisesi de vazifeye ve istenilene amel etmenin en canlı örneklerindendir. Bu tutumu İmam ve değerli ashabı eylemde ve sözde uygulamıştır. İmam (a.s) Mekke’den Kufe’ye hareket etmek istediğinde kendisini Irak’a gitmekten vazgeçirmeye çalışan İbni Abbas’a cevaben şöyle buyurdu: “Şefkat ve hakkımdaki iyi niyetinden dolayı böyle bir şeyi benden istediğini biliyorum ancak ben kararımı daha önce verdim.”
İmamın (a.s) seferinden vazgeçmesi için Mekke valisi tarafından amanname getiren iki şahsa hitaben hazret şöyle buyurdu: “Rüyamda Allah Resul’ünü gördüm, ondan emir aldım ve lehime de olsa aleyhime de ben o fermana doğru hareket edeceğim.”
Gayret
Üstün ahlaki değerlerden ve hasletlerden biri de gayrettir. Çünkü Allah gayretli kullarını sever.
Aşura hadisesinde Beni Haşim gençleri yolculuk boyunca sürekli Hazretin Ehlibeytini (a.s) koruyup gözetiyorlardı. Geceler sırayla çadırların etrafında muhafızlık yapıyorlardı-özellikle de Hz. Ebulfazl Abbas (a.s)- ve onların sayesinde hanımlar geceler çadırlarda korkmadan rahat bir şekilde uyuyabiliyorlardı. Hz. İmam Hüseyin’in (a.s) kendisi de hayatta olduğu sürece namahremlerin hanımların çadırlarına yaklaşmalarına müsaade etmedi. Öyle ki tarih kitaplarında şöyle yazılır: Hazret düşmana karşı saldırılarında kadınların bulunduğu çadırlara yakın belirli bir noktayı belirlemişti ki çadırlara yapılacak muhtemel düşman saldırısından kadınları daha kolay koruyabilecekti. Hatta ömrünün son anlarında yaralı bir halde yere düştüğünde düşman ordusundan bir grubun kadınların çadırlarına saldırmayı planladıklarını işitince gayretinden şöyle feryat etti: “Ey Al-i Süfyan taraftarları, eğer dininiz yok ve ahiretten de korkmuyorsanız en azından dünyanızda özgür/mert kişiler olun… Ben sizinle savaşıyorum sizler de benimle, kadınlara saldırmayın! Hayatta olduğum sürece namusuma yönelik azgınca saldırılarınızdan sakının!”
Fütüvvet/Mertlik
İmam Hüseyin (a.s) ve ashabı Aşura hamasetinde mertliğin en güzel, en canlı örneğini sergilediler; gerek hakkı savunuşlarıyla gerek imamlarının safında canlarını feda ederek yüce şehadet derecesine ulaşmakla gerekse başkalarına hatta düşmanlarına karşı bile insanca tutumlarıyla mertlik ve fütüvvet dersi verdiler. Hani b. Urve’yi (r.a) Kufe’de Müslim b. Akil’i gizlediği suçuyla tutuklayarak Darul İmare’ye götürdüler. İbni Ziyad ondan Müslim b. Akil’i kendilerine teslim etmesini istedi. Ancak Hani (r.a) bunu namertlik sayarak onlara şöyle cevap verdi: “Allah’a andolsun ki onu asla size vermeyeceğim, misafirimi öldürmeniz için getirip size mi teslim edeyim?! Allah’a andolsun ki tek başıma yapayalnız, hiçbir yardımcım olmasa bile onun yolunda öldürülene kadar sizlere teslim etmeyeceğim.”
İmam Hüseyin (a.s) seferi sırasında yolda Hürr’ün ordusuyla karşılaşınca ashabından biri şöyle bir öneride bulundu: “bunların sayısı az ve bunlarla savaşmak sonradan gelecek kalabalık grupla savaşmaktan daha kolaydır.” Hazret cevabında şöyle buyurdu: “Ben, savaşı başlatan taraf olmam.”
Diğer bir mertlik sahnesi ise İmam Hüseyin’in (a.s) daha o ana kadar düşman safında olan Hürr’ü ve askerlerini suyla doyurmasıdır.
Yardımlaşma, Sıkıntıların Paylaşımı
En yüce ahlaki hasletlerden biri muvasattır, muvasat yani başkalarının dert ve sıkıntısını paylaşmak ve onlara yardım etmektir. Muvasatın en canlı yaşandığı yer yine Aşura’dır ve orada yaşanan en bariz muvasat sahnesi Hz. Abbas (a.s) ile İmam’ın (a.s) diğer ashabı arasında yaşanan sahneydi. Onlardan her biri diğerinden daha önce ölüme gitmeye hazırdı. Aşura gecesi Hz. Ebulfazl Abbas (a.s) Beni Haşim’in çadırında şöyle bir konuşma yaptı: “Yarın sabah siz savaş meydanına gidecek ilk grup olun, biz onlardan önce ölümü karşılamaya koşacağız ki insanlar hakkımızda “kendi ashabını” daha önce savaş meydanına yolladı demesinler…” Bu konuşmadan sonra Beni Haşim yiğitleri ayağa kalkıp kılıçlarını çekerek şöyle dediler: “Biz de seninle aynı fikirdeyiz.” Diğer taraftan ashabın çadırında Habib b. Mezahir (r.a) konuşma yapıyordu, konuşma sırasında arkadaşlarına şöyle buyurdu: “Yarın sabah sizler savaş meydanına gidecek ilk erler olun, biz daha önce savaşa girişmeliyiz, sakın ola ki Beni Haşim’den biri kanına bulandığında bizlerden birinin bedeninde can ve damarında kan dolaşsın. İnsanlar hakkımızda “kendi imamlarını savaş meydanına yolladılar ve fedakârlıktan sakındılar” demesin. Sonra ashabın tamamı kılıçları kınından çekerek şöyle dediler: “Bizlerde seninle aynı düşüncedeyiz.”
Vefa
Aşura sahnesine baktığımızda iki farklı tablo görürüz; bir tarafta vefanın en zirveye ulaştığı sahneler, diğer tarafta ise çirkefliğin, alçaklığın, vefasızlığın, sadakatsizliğin ve ihanetin doruğa ulaştığı sahneler… Aşura gecesinde Hz. Seyyidü’ş Şüheda (a.s) ashabıyla konuştuğunda onların vefasını övüyor ve şöyle buyuruyor: “Ben, ashabımdan daha vefalı ve onlardan üstün başka ashab tanımıyorum.”
Kerbela şehitleri imamlarının safında savaşıp canlarını feda etmeyi ahde vefa olarak biliyorlardı. Amr b. Karza Aşura günü imamına bir zarar ve tehlike gelmesin diye kendisini oklara ve kılıçlara siper ediyor. Vücuduna o kadar yaralar aldı ki dayanamayıp kendinden geçti ve sonra yüzünü imama dönerek şöyle sordu: “Ey Peygamberin oğlu, size karşı vefa borcumu eda edebildim mi?” İmam Hüseyin (a.s): “Evet, sen cennette benim önümde olacak ve benden önce cennete gideceksin, benim selamımı Peygambere (s.a.a) ulaştır” buyurdu. İmam Hüseyin’in (a.s) ziyaretnamesinde hazrete hitaben şöyle arz ediyoruz: “Şehadet ediyorum ki şüphesiz ki sen Allah’ın ahdine vefa ettin ve ölüm gelip çatıncaya dek Allah yolunda cihad ettin.”
www.Velayet.com
Yorum