Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İmamiye Şiası Ve Tefsir Anlayış” Konulu Tebliğ Üzerine

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    İmamiye Şiası Ve Tefsir Anlayış” Konulu Tebliğ Üzerine

    "Milletlerarası Tarihte Ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu"nda Sunulan
    “İMAMİYE İSNÂAŞERİYE ŞİASI VE TEFSİR ANLAYIŞI” KONULU TEBLİĞ ÜZERİNE BİR ELEŞTİRİ

    slami İlimler Araştırma Vakfı (İSAV) tarafından 13-15 Şubat 1993 tarihinde İstanbul'da tertiplenen "Milletlerarası Tarihte Ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu"na katılan Ayetullah Seyyid Mehdi Hüseyni-i Ruhani'nin, Prof. Dr. Ali Özek'in "İmamiye İsnâaşeriye Şiası Ve Tefsir Anlayışı" adlı tebliğinin Arapça özetine yazdığı eleştirisini faydalı bularak tercüme edip sizlere sunuyoruz.1

    Sayın Prof. Dr. Özek "İmami-ye İnsâaşeriye Şiası Ve Tefsir Anlayışı" konulu tebliğinde şöyle diyor:

    "Bize göre şiilik dini bir inanç olmaktan ziyade siyasi bir görüş-tür."

    Bu sözden anlaşılan o ki, yaza-ra göre din siyasetten ayrıdır ve bu ikisi arasında belli bir sınır var-dır. Bu zihniyetten hareket edile-rek, şiilik dini bir inançtan ziyade siyasi bir görüştür, denilmektedir. Halbuki dinin siyasetten ayrılığı iddiası bütün müslümanların görü-şüne ters düşmektedir. Zira bütün müslümanlar, hilafet meselesini dinin siyasi bir meselesi olarak kabul etmektedirler. Ehl-i Sünnet nezdinde müstefiz hadislerden olan "İmamlar Kureyş'tendir" hadisi gereğince de imam ve halifenin Kureyş'ten olması gere-kir. Hatta Ehl-i Sünnet alimleri halifelerden bir kısmının hilafetine inanmayı dinin bir parçası saymış ve onların hilafetine inanmayan-ları Ehl-i Sünnet'in dışında kabul etmişlerdir. Fakat mezkur tebliğ sahibi bütün bunları unutmuş ve maalesef bazı yanlış hükümlere varmıştır. Doğrudur ki, müslümanların çoğunluğunu oluş-turan Ehl-i Sünnet Resulullah'ın (s.a.a), kendisinden sonra hilafet meselesini ihmal ettiğine, dolayı-sıyla da bu işin müslümanların üzerine düştüğüne inanmakta ve buna karşılık Şia da Resulullah'ın (s.a.a), halifesini bizzat kendisi tayin ettiğine inanmaktadır ama, her iki grup da kendi görüşünü dinden saymaktadır. Nitekim Cahiz, müslümanların fırkalarını sayarken Safvan-ül Ensari'den, "Müslümanlardan bir grup dini bir inanç olarak hilafetin nass ile belirlendiğine, diğer bir grup ise Peygamber'in (s.a.a) bu işi ihmal ettiğine ve bu konuda bir şey buyurmadığına inanmaktadır." de-diğini nakletmiştir.

    Kaldı ki, bize göre Şiiliğin kö-keni tâ Resulullah'ın (s.a.a) bi'se-tinin ilk yıllarına kadar uzanmak-tadır.


    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    #2
    Ynt: İmamiye Şiası Ve Tefsir Anlayış” Konulu Tebliğ Üzerine

    (Ey Muhammed,) En yakın akrabalarını (cehennem azabın-dan) uyarıp-korkut." ayeti indiği vakit, siyer kitaplarında teferrua-tıyla zikredilen uzun bir kıssada Resul-i Ekrem (s.a.a) Kureyş bü-yüklerinden olan akrabalarının huzurunda Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurmuştur: "Ey Ali, sen benim kardeşim ve halifemsin." Bu olay bütün teferruatıyla Taberi ve diğer tarih kitaplarında yer almıştır. Aynı vakıa bir başka şekilde de Resulullah'ın (s.a.a) mübarek ömrünün son yılında "Gadir-i Hum" denen yerde tekrarlanmış ve Resulullah (s.a.a) Allah'ın emriyle Hz. Ali'yi (a.s) kendisinden sonra halife olarak ilan etmiştir. Bunun da teferruatı yine tarih ve siyer kitaplarında yazılıdır ve "Gadir-i Hum" vakıası diye meşhurdur. Resulullah'ın (s.a.a) buradaki konuşması "Gadir Hadisi" diye anılır ve Ehl-i Sünnet alimlerinden bir kısmı bile bu hadisin mütevatir olduğunu söyle-mişlerdir. Örneğin, Suyuti "Katf-ül Ezhar-il Mütenasire Fi-l Ahbar-il Mütevatire" adlı risalesinde (hadis:102) ve Seyyid Muham-med Murtaza Zübeydi, "Lükat-ül Leali-l Mütenasire Fi-l Ahbar-il Mütevatire" adlı kitabında (hadis: 61) bu hadisin mütevatir olduğu-nu kabul etmişlerdir. Ayrıca aynı manayı ifade eden diğer birçok hadis de Resul-i Ekrem'den (s.a.a) nakledilmiştir. Örneğin:

    "Ey Ali, senin bana göre ko-numun Harun'un Musa'ya olan konumu gibidir."

    Veya:

    "Benden sonra sizin veliniz (uyacağınız şahıs) Ali'dir." vb...

    Bütün bunlar, imamet ve hila-fet meselesinin dinin ayrılmaz bir parçası olduğunu göstermektedir.

    Yine Sayın Özek diyor ki: "Onlara göre imam tıpkı pey-gamberler gibi vahy alır."

    Bu, Şia'ya edilen yanlış bir isnaddır ve maalesef bu makalenin iki yerinde tekrarlanmıştır. Oysa Şia onları "muhaddes" bilmekte-dir. Bu da Şia'ya mahsus bir şey değildir. Buhari, c.2, s.194, Ömer b. Hattab'ın menkıbeleri bölümün-de, Ebu Hureyre'den Peygamber'-in (s.a.a) şöyle buyurduğunu riva-yet ediyor:

    "Sizden önce İsrailoğulları arasında birçok kişiler vardı ki, peygamber olmaksızın melekler-le konuşuyorlardı. Eğer benim ümmetimde de onlardan birisi olsaydı o muhakkak Ömer olur-du."

    Bu hadisi Buhari, İbn-i Abbas'-ın "Ve senden önce hiçbir resul göndermedik ki..." (Hacc/52) ayetine yaptığı tefsirin naklinden sonra zikretmiştir.

    İbn-i Abbas bu ayetin muh-tevasına tefsir olarak şunu ilave etmiştir: "Ne bir peygamber ve ne de bir muhaddes (peygamber ol-madan melekler vasıtasıyla ilahi haberler alan şahıs)."


    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    Yorum


      #3
      Ynt: İmamiye Şiası Ve Tefsir Anlayış” Konulu Tebliğ Üzerine

      Sayın Özek mezkur tebliğinde Peygamber'in (s.a.a) masum bir halifesinin olduğunu reddederek delil olarak şu ayete değinmiştir:

      "Muhammed sizin erkekleri-nizden hiçbirinin babası değil; o ancak Allah'ın resulü ve pey-gamberlerin sonuncusudur." (Ahzab/40)

      Biz bu ayetin neresinden Pey-gamber'in belli bir halifesi olmadı-ğının anlaşıldığını bir türlü anlaya-madık!

      Yine o diyor ki: "Bu inanç, yani imamın Ehl-i Beyt'ten olma-sı iddiası Kur'an'a tamamıyla ters düşmektedir. Zira Şura Sure-si 38. ayette Canab-ı Allah şöyle buyurur: "Rablerine icabet edenler, dosdoğru namaz kılan-lar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar..." Âl-i İmran Suresi 159. ayette ise Peygamberimize hitaben: "...Öyleyse onları ba-ğışla, onlar için bağışlanma dile ve işlerde onlarla müşavere et..." denilmiştir. Bu ayetlerde geçen konulardan anlaşıldığına göre "müslümanların siyasi ve idari işleri şura esasına göre hal-ledilecektir. Müslümanlar birbir-leriyle istişare ederek bir kişiyi emir ve yönetici olarak seçerler. Nitekim bu iş, başlangıçta böyle olmuştur..."

      Biz diyoruz ki: Evvela Kur'an'-da şuranın emredilmesinden "Pey-gamber'in (s.a.a) veya halifelerden birinin kendisinden sonra halife tayin etme hakkı yoktur." mefhu-mu çıkarılamaz. Saniyen, Pey-gamber'in (s.a.a) halifeliği ve hali-fenin tayini meselesi, müslüman-ların söz hakkına sahip olduğu ve dolaysıyla da şuranın geçerli ola-bileceği işlerden değildir. Şura ancak müslümanların söz hakkına ve seçme salahiyetine sahip oldukları meselelerde geçerlidir. İbn-i Hişam'ın Sire'sinde naklettiği hadis de bunu teyid etmektedir. O, Sire'sinin 2. cildi 166. sayfa-sında şöyle rivayet ediyor: "Benî Âmir b. Sa'sa'a kabilesinin reisi, Resulullah'a (s.a.a) şöyle dedi: "Eğer peygamberliğini kabul edip sana biat edersek, Allah da seni muhaliflerine karşı muzaffer kılar-sa, kendinden sonra hilafet ve emirliğin bize geçmesine razı olur musun?" Peygamber (s.a.a) ona şu cevabı verdi: "Bu iş (hilafet), Allah'ın elinde olan bir şeydir; onu kendi istediği yerde karar kılır." Binaenaleyh, bu iş "Allah ve Resulü bir işe hükmetti mi artık erkek olsun kadın olsun hiç bir mü'minin o işte görüş belirtme hakkı yoktur." (Ahzab/36) ayetinin kapsamına girmektedir.


      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

      Yorum


        #4
        Ynt: İmamiye Şiası Ve Tefsir Anlayış” Konulu Tebliğ Üzerine

        vet, halk ancak kendilerine ait olan ve yetki sahibi oldukları şeylerde görüş belirtme hakkına sahiptirler; Allah'ın irade, emir ve hükmüne bağlı olan şeylerde de-ğil. Örnek olarak zikrettiğimiz ha-disler ile hadis kaynaklarında nakledilen diğer hadisler hilafet meselesinin Allah'ın iradesine bağ-lı bir şey olduğunu ve Allah Teala'nın Peygamber'den sonra onu kendi maslahat bildiği kim-seye verdiğini açıkça ortaya koy-maktadır. O halde şianın imamet konusundaki, inancının mezkur ayetlerle herhangi bir çelişkisi yoktur.

        "İşlerde onlarla müşavere et..." (Âl-i İmran/159) ayetine ge-lince, bu Peygamber'e veya müs-lümanların velayet ve yönetimini elinde tutan kimselere hitaptır. Bu yüzden bu emrin ümmet ile uzaktan-yakından bir ilişkisi yok-tur. Zira bizzat hilafet meselesi sözkonusu olduğu bir yerde "Ey yönetici, ey halife, halkla müşa-vere et." hitabının bir anlamı ola-mayacağı açıktır.

        Yine diyor ki: "Ayrıca, görü-yoruz ki Hz. Resulullah (s.a.a) herkesten biat almıştır, bize göre bu biat dünya işlerini idare etmek üzere Allah Resulü'nü seçmek ve yetki vermek anlamına gelir."

        Sonra Akabe Biati'ni, Kadınlar Biati'ne değinen Mümtehine Sure-si'nin 12. ayetini ve Rıdvan Biati'-yle ilgili Feth Suresi'nin 10. ve 18. ayetlerini buna delil olarak göster-miştir. Feth suresindeki bu iki ayet şöyledir:

        Böylece Sayın Özek, sahibi, hatta Ehl-i Sünnet itikadi açısın-dan bile ilginç olan bir konuyu isbat etmeye çalışmış ve İslami bir yöneticiyi tayin etme yolunun, hatta Peygamber hususunda dahi, seçim ve biat olduğunu ileri sür-müştür. Ona göre hicretten önce Mekke'de gerçekleşen Akabe biati ile Mekke fethinden sonraki Kadınlar Biati de bunun örneği-dir.


        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

        Yorum


          #5
          Ynt: İmamiye Şiası Ve Tefsir Anlayış” Konulu Tebliğ Üzerine

          Bu görüş, müslümanların ço-ğunun itikadıyla çelişmektedir. Zira onların hemen hepsi, Pey-gamberin kendisi bir yana, hatta halifelerin yöneticilik hakkının da-hi ilahi bir hak olduğuna inan-maktadırlar. Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki:

          "Biz bütün peygamberleri an-cak Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilsin diye gönderdik..." (Nisa/64)

          Aslında bu görüş, batıdan ge-len "Din, siyaset ve hükümetten ayrıdır." görüşünden kaynaklan-maktadır. Bu görüşün benzerini Abdurrazzak adında Mısırlı bir yazar da bir ara ileriye sürmüş ve müslümanların şiddetli, tenkit ve eleştirilerine maruz kalmıştı.

          Kaldı ki, delil olarak zikredilen ayetlerin bu iddiayla hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü evvela, Akabe Bi-ati Peygamber (s.a.a) henüz Medine'ye hicret etmeden ve dev-let kurmadan Mekke'de gerçek-leşmiş bir biattır. Kadınlar Biati ise Mekke fethinden sonra ger-çekleşmiştir. Ve ne bu biatlerle il-gili ayetlerde, ne de biatlerin met-ninde Peygamber'in (s.a.a) velayet ve yöneticiliğine en küçük bir işaret edilmemiştir. Buna göre sahabenin Peygamber'i o günden itibaren kendilerine yönetici olarak seçtikleri iddiası delilsiz bir sözdür. Eğer biattan maksat Resulullah'ı (s.a.a) yönetici olarak seçmek olsaydı ayette bunun zik-redilmesi gerekirdi.

          Öte yandan eğer Resulullah'ın (s.a.a) hakimiyetinin meşruiyetini insanların ona biat etmesine bağlı bilsek ve Akabe Biati ile Kadınlar Biati'ni bu kabilden bir biat olarak değerlendirsek o zaman Resulul-lah'ın (s.a.a) siyasi ve sosyal bir içeriğe sahip olan Bedir, Uhud, Ahzab, Hayber gibi savaşları ve Arap kabileleri veya Yahudilerle yaptığı mukaveleleri meşru olma-yan girişimler olarak değerlen-dirilmelidir. Çünkü bütün bunlar ortada halk tarafından seçilmiş bir başkan olmadan gerçekleşmiştir.

          Gerçek şu ki, sözkonusu iki bi-at (Birinci Akabe Biati ile Kadın-lar Biati) ayette (Mümtahine/12) zikrolunan hususları tekid için yapılmıştır ve yönetici seçmek anlamında değildir.


          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

          Yorum


            #6
            Ynt: İmamiye Şiası Ve Tefsir Anlayış” Konulu Tebliğ Üzerine

            Yine diyor ki: "Bazı kimselerin çıkıp da bazı ayetleri te'vil ederek imametin İmam Ali'ye (a.s) ve onun soyuna ait olduğunu söyle-meleri Kur'an'a aykırı bir yo-rumdur. Akli ve nakli sağlam bir dayanağı yoktur."

            Sayın Özek'in sözünü ettiği ayetlerin hilafet ve imamet mese-lesiyle herhangi bir ilişkisi olmayıp imametin İmam Ali'ye ve onun soyuna ait olduğunu söylemekle çelişmemektedir. Bu inancın herhangi akli ve nakli bir dayana-ğı olmadığı iddiasına gelince de, yöneticinin bir önceki yönetici tarafından belirlenmesi aklın kabul ettiği en sağlam yöntemlerden biri sayılır. Ebu Bekr'in, Ömer'i kendi-sinden sonraki halife olarak belir-lemesi de Ehl-i Sünnet açısından bunu ispatlayan inkar edilmez bir tarihi örnektir. Nakle gelince; Celalleddin Suyuti vb. kimselerin de itiraf ettiği üzere Gadir-i Hum hadisi mütevatirdir. Hiçbir akıl sahibi böyle mütevatir hadise dayanan bir görüşü sağlam bir nakli dayanağı olmayan basit bir görüş olarak niteleyemez.

            Daha sonra sayın Özek sözü-nün devamında, Hac/75'de yer alan "Şüphesiz, Allah melekler-den ve insanlardan peygamber-ler seçer..." ayetini Şia'nın bu iddiasının tutarsızlığını ispatlayan pek çok delilden birisi olarak zikredip şöyle demiştir: "Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de adı geçen peygamberlerden hiçbiri-nin neslinden gelenlere devlet reisliği veya siyasi hakimiyet vermemiştir." Ve bunun değişme-yen ilahi bir kanun olduğunu ileri sürerek aynı kanunun Resulullah'-ın (s.a.a) halifeleri için de sözko-nusu olacağını söylemiştir ve bu kanunun değişmeyeceğini ispatla-mak için "Allah'ın nizamı değiş-mez" ayetini delil göstermiştir.

            Gerçekten hayret vericidir ki, tebliğ sahibi kendi sözünün yanlış olduğunu kendisi ortaya koymuş-tur. Çünkü şöyle demiştir: "Ancak bazı peygamberlerin çocukları ve kardeşleri Allah tarafından pay-gamber seçilmiştir..."

            Eğer peygamberlerin soyuna yöneticilik vermek ilahi kanuna aykırı olsaydı Allah-u Teala bazı peygamberlerin evlatlarına pey-gamberlik vermezdi. (Oysa Hz. Davud peygamberden sonra Hz. Süleyman onun halifesi oldu. Hz. İbrahim'den (a.s) sonra da İshak ve ondan sonra da Yakub ve on-dan sonra Hz. Yusuf aynı soydan gelen peygamberler ve ilahi yöne-ticiler idiler. Aynı şey ahire-z zaman peygamberi Hz. Muham-med'in (s.a.a) soyu için de sözko-nusu olabilir. Şu farkla ki bunlar Allah tarafından vasi ve imam olarak seçilmişler ve peygamber değillerdir. Müt.)


            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

            Yorum


              #7
              Ynt: İmamiye Şiası Ve Tefsir Anlayış” Konulu Tebliğ Üzerine

              Tebliğ sahibi sonra şöyle diyor: "Sonra Şia'nın iddia ettiği gibi Resulullah efendimiz Hz. Ali için vasiyet edecekti de edemedi..."

              Bilindiği üzere Şia nezdinde kutlanan Gadir bayramı varken (bu bayram her yıl Zilhicce ayının 18. günü Hz. Resulullah'ın (s.a.a), Hz. Ali'yi (a.s) kendi halifesi ola-rak tayin etmesinin yıldönümü münasebetiyle kutlanır. Müt) böy-le bir isnad Şia'ya nasıl yakıştırıla-bilir. Şia Gadiri Hum gününde Ehl-i Sünnet'in de nezdinde müte-vatir bilinen rivayetler esasınca Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'yi (a.s) kendisine halife seçtiğine inanmaktadır. Yine Şia'nın bu hu-susta "İnzar Olayı"nı delil göster-diği herkesce biliniyor. Dolaysıyla tebliğ sahibinin yukarıdaki iddiası Şia'ya yapılan açık bir iftiradır.

              Yine sözkonusu tebliğde "İmamiye İsnâaşeriye Şiası'nın mezhep olarak dayandığı esas-lar" başlığı altında dört şey zik-redilmiştir:

              1- İsmet. 2- Mehdilik inancı. 3- Ric'at. 4- Takıyye.

              Bu sayılan dört şey Şia'da usul-i din olarak bilinen beş ilkeye, yani "Tevhid, Nübüvvet, Mead, İmamet ve Adalet" ilkelerine na-zaran fazla bir öneme haiz değil-lerdir. Buna göre, nasıl olur da usul-i din ve mezhep bırakılarak bu dört şey sözkonusu edilmiştir ve önemli olmayan şeyler önemli olanın yerine konulmuştur. Oysa-ki İsmet ve Mehdi inancı imamet ilkesinin dahilinde yer alır. Takıy-ye ise akaidden değildir. Öyleyse bunları Şia'nın mezhep ilkesi ola-rak sunmak nasıl doğru olabilir? Sonra Ric'at hakkındaki açıkla-maları ise Şia nezdinde aynı şekil-de benimsenmemektedir. Bu hu-sus, Şeyh Müfid'in (r.a) konu hak-kındaki açıklamalarından açıkça anlaşılmaktadır.


              Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

              Yorum


                #8
                Ynt: İmamiye Şiası Ve Tefsir Anlayış” Konulu Tebliğ Üzerine

                Daha sonra şöyle diyor: "Şia, Kur'an-ı tefsir ederken bu dört esasa (yukarıda sayılan esaslar) göre hareket eder. Bazen onlar bu esaslara Kur'ân'dan delil bul-mak ihtiyacını duyarak ayetleri bu esaslara göre te'vil ederler."

                Görüldüğü gibi bu dört esas te'vilde dayanılacak şeyler değil-dir. Zira onların ayetleri te'vil et-mekle hiçbir ilişkisi yoktur.

                Evet, İsmailiye Şiası'nın birta-kım te'villeri vardır ki, bazı konu-ları anlamada onları ölçü kılmış-lardır. Nitekim İsmailiye mezhebi-nin kurucusu Nu'man'ın yazdığı iki kitaptan birisi te'viller hakkın-dadır. Ama bunların İmamiye Şiası'yla hiçbir ilişkisi yoktur.

                Daha sonra sayın Özek şöyle yazıyor:

                "Şia'ya göre imam da peygam-ber gibi teşri ve yasama gücüne sahip olup vahiy almaktadır."

                Şia'ya edilen bu isnad doğru değildir. Zira imamlardan nakledi-len birçok rivayette, dedikleri her şeyi Resulullah'tan (s.a.a) naklet-tikleri ifade edilmiştir. Nitekim İmam Bâkır (a.s) şöyle buyuru-yor: "Ey Cabir, eğer biz kendi heva ve görüşlerimiz üzere sizin-le konuşacak olursak, şüphesiz ki helak oluruz. Ama biz, insan-ların altın ve gümüş biriktirdiği gibi, Resulullah'tan (s.a.a) birik-tirdiğimiz hadisler üzere konu-şuyoruz."

                Hakeza Muhammed b. Şureyh İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmektedir:

                "Allah'a andolsun ki biz he-va ve görüşlerimiz üzere konuş-mayız. Biz Rabbimizin dediğin-den başkasını söylemeyiz."

                Bu hususta Şia'da birçok hadis ve rivayet vardır. Ehl-i Beyt imamlarına bunun aksini isnad et-mek büyük bir yalan ve iftiradır.


                Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                Yorum


                  #9
                  Ynt: İmamiye Şiası Ve Tefsir Anlayış” Konulu Tebliğ Üzerine

                  lginç olan da şudur ki, tebliğ sahibi bunu Şia'ya isnad etmiştir. Halbuki bu inanç Ehl-i Sünnet'te vardır. Zira Ehl-i Sünnet saha-benin de teşri ve yasama hakkına sahip olduğuna inanmakta ve Resulullah'ın (s.a.a) sünnetleri gibi sahabenin de sünneti olduğunu kabul etmektedir. Bu hususta "A'lam-ul Mevkiayn" (c.4, s.140) kitabına müracaat ediniz. Bu ki-tapta bu inanç için kırktan fazla delil zikredilmiştir. Ezcümle şu rivayet: "Benim ve hidayet bul-muş raşit halifelerimin sünnetine sarılınız." Bu hadisi naklettikten sonra mezkur kitabın yazarı şöyle diyor: "Resulullah'ın (s.a.a) sün-neti halifelerinin sünnetiyle bir arada zikredilmesi, bunların bir-birinden farklı olduğunu gösterir; aksi takdirde o da Resulullah'ın sünnetine dahil olurdu ve ayrıca söylemeye bir hacet kalmazdı."

                  Bu hususta ayrıca İbn-i Zühre'-nin "İbn-i Hanbel" adlı kitabı ile "es-Sünnet Kabl-et Tedvin" kay-naklarına müracaat ediniz.

                  Tebliğ sahibi şöyle devam edi-yor: "Şüphesiz ki, Şia bilerek hep ayet ve hadisleri te'vil etmekte-dirler. Onlar Kur'an'ın bir zahir ve bir de batını olduğunu san-maktadırlar."

                  Bize göre, Kur'ân'ın bir zahir ve bir de batını olduğunu söyle-menin hiçbir sakıncası yoktur. Nitekim Suyuti bu hususta (c.2, s.184) birçok rivayet nakletmiştir. Bu cümleden olarak Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakle-diyor: "Her ayetin bir zahiri ve bir de batını vardır. Her harfin bir haddi (zahiri) ve her haddin bir doğuş yeri (batını) vardır."

                  Hakeza İbn-i Abbas, Resulul-lah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Kur'an'ın çeşit-li maksat ve fenleri vardır. Bir batını ve bir de zahiri vardır." Suyuti Tacuddin'den de şöyle nakletmiştir: "Hadislerde ayetlerin bir zahiri ve bir de batını olduğu yer almıştır."

                  İbn-i Mes'ud ise şöyle demiştir: "Kur'an yedi harf üzere nazil ol-muştur. Her harfin bir zahiri ve bir de batını vardır. Hz. Ali b. Ebi Talib'in yanında Kur'an'ın hem za-hiri ve hem de batını vardır." Do-layısıyla Kur'an'ın bir zahiri ve bir de batını olduğu meselesi Ehl-i Sünnet ve Şia arasında müşterek-tir.

                  Mezkur tebliğ sahibi daha sonra, Şia'nın tefsir hakkındaki görüşü hususunda Kur'an'dan çeşitli mevzular zikretmiş ve Şia'nın "bu mefhumları anlamak ve bunları birbirinden ayırt etmek, evinde vahy nazil olan kimseler dışında hiç kimse için müyesser değildir" inancında olduğunu iddia etmiştir


                  Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: İmamiye Şiası Ve Tefsir Anlayış” Konulu Tebliğ Üzerine

                    Evvela mezkur yazar "Hiç kimse için müyesser değildir" sö-zünü nereden naklettiğini belirt-memiştir. Bundan başka mezkur yazarın iddiasının aksine Şia, inanç ve hükümlerde daima Kur'-an'a istinad etmiş ve etmektedir. Masum İmamlar da ashaplarına, çelişik hadislerle karşılaştıklarında Kur'an'a müracaat etmelerini söy-lerlerdi. Bazı hadislerde mesh ile ilgili bazı meselelerin bile Kur'an ile bilinebileceği ifade edilmiştir. Şia'da insanların hidayeti kendi görüşünce yorumlaması ve şahsi görüş üzere tefsir yapması nehye-dilmiştir. Yoksa kitap ve sünnetin zahiriyle amel etmek Şia'nın temel prensiplerindendir.

                    Sayın Özek son olarak da, tef-sirde önceki ve sonraki şii müfes-sirlerin görüşünü birbiriyle kıyas-lamış ve örnek olarak on ayet hakkında Şia'nın dört tefsirini ele almış ve bunları birbiriyle muka-yese etmiştir. Bununla da eski ve yeni müfessirler arasında fikri bir değişim olduğunu ifade etmek is-temiştir.

                    Andolsun ki, eğer az bir araştırmada bulunmuş olsaydı, Kur'an gibi çeşitli yönleri olan ve mana açısından birçok ihtilafı bulunan bir kitap hakkında böyle düşünmez, böylesi zayıf bir kıyas-la eski ve yeni şii müfessirler arasında fikri mezhep farklılığının olduğunu iddia etmezdi.

                    Mezkur tebliğde görüş belirt-meye değer diğer yerler de vardır. Ama biz sadece en önemli nokta-larına değindik. Allah bizleri ve onları itaat ipine sarılan, isyandan sakınan kimselerden kılsın. Allah hepimizi hidayet etsin ve bizleri, Muhammed (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'i (a.s) hakkına, hayır ve salahımızın olduğu şeylere muvaffak etsin.

                    1- Sözkonusu makale ve Arapça eleştirisi diğer tebliğlerle birlikte İslami İlimler Araştırma Vakfı tarafından "Milletlerarası Tarihte Ve Günümüzde Şiilik Sempoz-yumu" adlı bir kitapta yayınlanmıştır.


                    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                    Yorum

                    YUKARI ÇIK
                    Çalışıyor...
                    X