Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Mustafa İslamoğlu'nun Şia Ekolü'ne yönelttiği mesnetsiz eleştirilerine cevaptır

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: Mustafa İslamoğlu'nun Şia Ekolü'ne yönelttiği mesnetsiz eleştirilerine cevaptır

    d) Sayın Mustafa İslamoğlu, anılan cevabında, son itiraz olarak, Şia'nın, Hz. İbrahim'in babasının putperest olmayıp, tevhid ehli olduğuna dair inancını da, Şia'nın, inandığı imamet teorisi ve kendi tabiriyle Ebu Talib'i bir şekilde kafirlikten kurtarmak kaygısından kaynaklandığını ileri sürerek: "Hz. İbrahim'in babası için de, o konuda da Arap dilinde örnekleri vardır, amcaya da baba derler, diyorlar. Dolayısıyla o, Hz. İbrahim'in babası değil de amcasıymış. Amcası olunca ne olacak sanki? Yani bunlara hiç gerek yok, dolayısıyla evet, böyledir işte." demiştir.

    Cevap:

    Sayın Mustafa İslamoğlu'nun bu değerlendirmesi gereğince, Şia'nın, Hz. İbrahim'in babasının tevhid ehli olduğuna inanmasının temelinde de imamet teorisi ve Ebu Talib'i kurtarmak kaygısı yatmaktadır. Dolayısıyla da bu değerlendirme gereği, Şia Ekolü mensupları ve uleması, topyekün Hz. İbrahim'in babasının muvehhid olduğuna inanmaları; buna karşılık, böyle bir inancı ve kaygısı olmayan Ehlisünnet Ekolü mensupları ve ulemasının da topyekün Hz. İbrahim'in babasını kafir bilmeleri icap eder.
    Binaenaleyh burada iki konu üzerinde durulması icap eder:
    1- Acaba gerçekten de Şia'nın bu inancının temelinde de, Sayın Mustafa İslamoğlu'nun ileri sürdüğü, bu iki neden mi yatmaktadır? Yani Şia sırf imamet teorisini ispat etmek ve özellikle de Ebu Talib'i kurtarmak amacıyla Kur'an'ın, bu konudaki açık beyanını görmezlikten gelerek, Hz. İbrahim'in babasının putperest değil de muvehhid olduğuna mı inanmıştır? Yoksa konunun, ne imamet teorisiyle ne de Ebutalib'in kurtarılmasıyla gerçek anlamda bir ilişkisi olmadığı halde, Şia, dayandığı birtakım deliller gereği mi böyle inanmıştır?
    2- Acaba burada Şia ve Ehlisünnet Ekolü, her birisi, diğerinin tam zıt görüşünü savunan iki karşıt cepheye mi bölünmüştür, yoksa durum, daha farklı mıdır?
    Bu konuyu incelerken, ikinci soruya vereceğimiz cevap, birinci sorunun cevabına da ışık tutacağından, burada ilk önce ikinci soruyu ele alıyorum. Gerçek şudur ki, durum hiç de öyle tasvir edildiği gibi değildir. Evet, Şia Ekolü'nde bu konuda tam bir ittifak söz konusudur. Şia Ekolü top yekün, ileride göreceğimiz delillere istinad ederek, Hz. İbrahim de dahil olmak üzere bütün peygamberlerin ve keza peygamberlerden sonra ilahi temsilcilik görevini üstlenen peygamberlerin vasilerinin (imamların) soy itibariyle hep müvehhid aileden dünyaya geldiklerine inanmış ve inanmaktadırlar. Ama Ehlisünnet Ekolü'nde böyle bir ittifak söz konusu değildir. Ehlisünnet ulemasının çoğunluğu, peygamberlerin illa da müvehhid soydan dünyaya gelmeleri gerekiyor, diye bir şartın söz konusu olmadığını, dolayısıyla da Hz. İbrahim'in babasının da, onlara göre Kur'an'da belirtildiği üzere, kafir olduğunu savunurken, çoğunluğun savunduğu bu görüşü reddedip, peygamberler konusunda Şia'nın görüşünü paylaşan ve dolayısıyla da Hz. İbrahim'in babasının da müvehhid olduğunu savunanlar da azımsanmayacak kadar fazladır.
    Burada Şia'yla birlikte Hz. İbrahim'in babası da dahil olmak üzere bütün peygamberlerin geldiği soy şeceresinde yer alan babalarının müvehhid olduğuna inanan Ehlisünnet ulemasından örnekler vererek, dayandıkları delillere işaret etmeden önce, Hz. İbrahim'in babasının kafir olduğunu ve dahası hatta alemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resulü'nün bile, hem kendi baba ve annesinin kafir olduklarını, hem de o Hazret'in geldiği soy şeceresinde yer alan birden çok kafir kişinin var olduğunu dolayısıyla da peygamberlerin illa da müvehhid bir soydan gelmeleri gerekiyor diye bir şartın söz konusu olmadığını savunup, inanan Ehlisünnetin çoğunluğunun, bu görüş ve inançlarında hangi delillere dayandıklarına kısaca bir göz atmayı uygun buluyorum. Onlar, bu görüş ve inançlarında işaret edeceğimiz Hz. İbrahim hakkındaki bazı Kur'an ayetleri ve Allah Resulü'ne atfettikleri bir takım rivayetlere dayanmaktadırlar.
    Ehlisünnetin önde gelen müfessirlerinden birisi olan Hatib Abdul-Kerim, "et-Tefsirü'l-Kur'ani lil-Kur'an" isimli tefsirinin 4. cilt, 221. sayfasında bu konuda şöyle yazmıştır: "Kur'an-ı Kerim, "İbrahim, babası Azer'e: Birtakım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum, demişti." (En'am/74) buyuruyor. Fakat müfessirler, bu baba konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bazısı, İbrahim'in babasının isminin "Tarih" olduğunu ileri sürmüş, bazısı, amcaya ve büyük babaya da mecazen baba deniliyor gerekçesiyle Azer'in aslında İbrahim'in babası değil de (anne tarafından olan) büyük babası ya da amcası olduğunu iddia etmiş, diğer bazısı da Azer'in bir putun ismi olduğunu savunmuştur. Bu son görüş İbn-i Abbas'a isnat edilmiştir. Zemahşeri bu ayeti, Hz. İbrahim, karşı çıkma anlamında ona: "Azer'e mi tapıyorsun?" dedi, şeklinde tefsir etmiştir. Yani Hz. İbrahim babasının şu Azer isimli puta tapmasına karşı çıkıyordu.
    Başka bazısı da Azer sözcüğünün o kavmin dilinde "hatalı" anlamına gelen bir sıfat olduğunu ileri sürürken, eğri anlamına geldiği ve moruk adam anlamını ifade ettiği de denmiştir.
    Zeccac da: "Soy bilimcileri arasında İbrahim'in babasının isminin: "Tarih" olduğu hususunda bir ihtilaf yoktur, demiştir.
    Müfessirleri bütün bu farklı görüşlere iten sebep ise, Hz. İbrahim'in soyuyla ilgili Tevrat'ta yer alan bilgidir. Tevrat İbrahim'in babasının isminin "Tarih" olduğunu kaydediyor. Müfessirler de Tevrat'ta yer alan bu bilgiye itimat etmişlerdir ve onu esas alarak, Kur'an'da gelen ayetleri ona göre tevil etmişlerdir. Hiç akıllarına, Kur'an'da yer alanları tevil ettikleri gibi, Tevrat'ta yer alan bu soy bilgisini de tevil etmek gelmemiştir. Yine akıllarına, akideye ait konular da dahil olmak üzere, Tevrat'ta yer alan her şeyde tahrif ve değiştirmelerin yapıldığı da gelmemiştir. Oysa bu alanda (ilahi kitaplarda yer alan bilgiler hususunda) doğru olan, Kur'an'ın getirdiği bilgiler üzerinde durulup ötesine geçilmemesidir. Nitekim Allah Teala onun hakkında: "Sana da, daha önceki kitabları doğrulamak ve onları korumak üzere, hak olarak Kitab'ı indirdik…" (Maide/48) buyuruyor. O halde Kur'an, kendisinden önce inen kitapları doğrulayıp tashih edebilir, onda olan bilgiler başkasıyla doğrulanamaz, tashih edilemez.
    Kur'an'da ise, Hz. İbrahim'den babasını da anarak söz ederken, onun (babanın) isminin: "Azer" olduğu bildirilmiştir. Kur'an: "İbrahim, babası Azer'e: Birtakım putları tanrılar mı ediniyorsun?.." demiştir, diyor. Durum böyleyken, kimin bu isnat ve bu isimle adlandırılan kişi hakkında farklı bir görüş belirtme hakkı olabilir? Esasen bu, doğru olur mu? Kesinlikle o kimse İbrahim'in babasıdır ve kesinlikle de onun ismi "Azer"dir. Kur'an böyle demiştir, bizim de böyle dememiz icap eder. Kaldı ki, Kur'an'da olanlar sadece bununla da sınırlı değildir. Kur'an birçok yerde Hz. İbrahim ile babası arasında olan olaylara işaret etmiş ve örneğin; buyurmuştur ki: "Kitap'ta İbrahim'i de an ki o hem çok doğru konuşan hem de peygamberdi. Bir zaman o babasına dedi ki: Babacığım, duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin tapıyorsun?" (Meryem/41,42) Yine Allah Teala İbrahim'in: "Babamı da bağışla gerçekten de o sapıklardandı" şeklinde dua ettiğini bildirmiş ve yine Kur'an şöyle buyurmuştur: "İbrahim'in babası için af dilemesi ise, sadece ona verdiği sözden dolayı idi; onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca ondan uzaklaştı…" (Tevbe/114)
    O halde bu tartışma ve müzakereler, Hz. İbrahim ile büyük babası veya put arasında değil de, Hz. İbrahim ile babası arasında sürekli olmuş ve Hz. İbrahim de ona karşı çıkmıştır….
    Buna ilaveten, eğer Kur'an'ın verdiği bu bilgide bir yanlışlık olsaydı, Yahudiler'in bunu görmezlikten gelerek işin gerçeğine inmemelerini ve yine Kur'an'ı yalanlamak için fırsat kollayanların Kur'an ile Tevrat arasındaki bu ihtilaftan gafil olduklarını da hiç sanmıyorum. Eğer onlar bu hususta Kur'an'da bir açık olduğunu görselerdi, mutlaka bu, onların Kur'an'ın reddine dayandıkları en önemli delillerinden biri olurdu. Oysa Yahudiler'den böyle bir itiraz da gelmemiştir…."
    Ehlisünnetin bir diğer büyük müfessiri olan Nizamüddin Hasan bin Muhammed bin Hüseyin Nisaburi de kendi tefsirinde bu son delili şöyle takrir etmiştir: "Yahudiler, Mesihiler ve müşrikler, Allah Resulü'nde bir açık yakalayarak, kendisini yalanlamak için ölürcesine can atıyorlardı. Eğer, bu isnat yalan olsaydı, normalinde onların bu konuda sessiz kalmaları mümkün değildi. Onların Kur'an'ı yalanlamadıklarına göre, bu isnadın doğru olduğu ortaya çıkmaktadır."
    Ehlisünnet ulemasından, peygamberlerin müvehhid soydan gelmeleri gerekir diye bir kuralın olmadığı ve putperest olan Azer'in, Hz. İbrahim'in babası olması bir yana, hatta Allah Resulü'nün baba ve annesinin dahi haşa kafir olduğuna inanalar, rivayet olarak da, Allah Resulü'ne atfettikleri şu rivayetlere istinat etmişlerdir.
    1- Ebu Hüreyre'den dedi ki: Peygamber şöyle buyurdu: "İbrahim kıyamet gününde babası Azer ile karşılaşacaktır, Azer'in yüzünü toz toprak bürümüş olacaktır. İbrahim ona: "Sana, bana karşı gelme, demedim mi?" diyecektir. Babası ona: "Bu gün artık karşı çıkmayacağım" diyecektir. Bunun üzerine İbrahim: "Rabbim! Beni yeniden diriliş gününde küçük düşürmeyeceğini vaat etmiştin, şu rahmetten uzak babamdan daha aşağılayıcı ne olabilir ki?" diyecektir. Buna karşılık Allah: "Ben cenneti kafirlere haram kılmışımdır." buyuracaktır. Sonra da: "Ey İbrahim, ayaklarının altında ne vardır?" denecektir. İbrahim baktığında onu (Azer'i) ayaklar altında ezilen bir çakal olarak görecek, bu esnada onun ayaklarından tutularak ateşe atılacaktır."
    2- Enes şöyle rivayet etmiştir: "Bir kişi Allah Resulü'ne: "Babam nerededir?" diye sordu. Allah Resulü: "Cehennemde" cevabını verdi. Kişi geri dönüp gidince de çağırdı ve: "Benim babam da senin baban da cehennemdedir." dedi."
    3- Ebu Hüreyre'den dedi ki: Allah Resulü annesinin mezarını ziyaret etti ve o kadar ağladı ki etrafındakileri da ağlattı, ardından da şöyle buyurdu: "Rabbimden annem için mağfiret dileme izni istedim, buna izin vermedi, ama kabrini ziyaret etmek için izin istedim buna ise izin verdi. Sizler de mezarları ziyaret edin çünkü bu size ölümü hatırlatır."
    Görüldüğü üzere, Allah Resulü'ne atfedilen bu rivayetlerde Allah Resulü'nün hem annesinin hem de babasının haşa kafir oldukları, bizzat Allah Resulü'nün kendi diline bağlanarak açıkça dile getirilmiştir. Hatta Ehlisünnetin bu zihniyetli alimlerinden birisinin, Hz. İbrahim'in babası da dahil olmak üzere Allah Resulü'nün geldiği soyun müvehhid bir soy olduğunu savunan Ehlisünnet'in karşıt görüşlü bir müfessirinin getirdiği delilleri cevaplarken, şöyle dediğini görmekteyiz: "Hatta velev ki, varsayalım, Hz. İbrahim'in babası kafir değildi, fakat bu müfessir, Allah Resulü'nün öz babası ve annesiyle ilgili ne diyecektir, onların her ikisi de kafir idiler. Nitekim, aşağıda yer alan sahih hadislerde bu açıkça bildirilmiştir." Sonra da yukarıda naklettiğimiz rivayetlere yer veriyor ve onların üzerinde söz cambazlığı yapmaya başlıyor.
    Bunlar Ehlisünnet ulemasının çoğunluğunun savunduğu görüş ve dayandığı deliller idi. Şimdi de isterseniz, Şia ulemasının bu konuda söylediklerine yer vermeden önce, yine Ehlisünnet ulemasından, Hz. İbrahim de dahil olmak üzere peygamberlerin soy itibarıyla hep müvehhid olan bir soydan geldiklerini savunan alimlerinin bu konuda dediklerine kısaca bir göz atalım.
    Bu alimlerden birisi Ehlisünnetin meşhur büyük bilgini Alusi'dir. Alusi "Ruhu'l-Meani" isimli tefsirinde yukarıda andığımız En'am Suresi'nin 74. ayetini tefsir ederken, Ehlisünnet'in çoğunluğunun savunduğu görüş ve delillere yer verdikten sonra şöyle devam etmiştir: "Fakat, Ehlisünnet'in büyük bir topluluğu, (bu ayeti yorumlarken) Azer'in İbrahim'in babası olmadığı görüşüne itimat etmiş ve Allah Resulü'nün: "Ben hep tertemiz bellerden tertemiz rahimlere aktarılarak gelmişimdir." buyruğu ve Allah Teala'nın: "…Müşrikler necistir…" (Tevbe/28) buyruğunu delil göstererek de, Allah Resulü'nün babaları içinde asla kafir birisinin olmadığını iddia etmişlerdir.
    Burada sözü edilen temizliği, zinadan temiz olmak olarak yorumlamanın ise güvenilir bir delili yoktur. Çünkü önemli olan, temizlik lafzının, genel anlamda bir temizliği ifade etmesidir, sadece belli sebebe dayalı bir temizliği değil.
    Ehlisünnet alimlerinden bu görüşte olanlar bu konuda risaleler yazmış ve birçok deliller ikame etmişlerdir. İmam Razi'nin iddia ettiği gibi, bu görüşün, Şia'nın görüşü olduğunu söylemek de, eksik araştırmadan kaynaklanmaktadır.
    Bu görüşte olanların çoğunluğu, Azer'in, Hz. İbrahim'in amcasının ismi olduğunu kabul etmiş ve Kur'an'da ona "baba" denmesini de, amcaya da "baba" denmesine bağlamışlardır. Nitekim Allah Teala'nın: "Yoksa Yakub'a ölüm geldiği zaman siz orada mi idiniz? O zaman (Yakub) oğullarına: Benden sonra neye tapacaksınız?, demişti. Onlar da: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek Allah'a tapacağız ve biz O'na teslim olmuşuzdur, demişlerdi." (Bakara/133) ayetinde amcaya baba dendiği gibi, büyük babaya da baba denmiştir. (Çünkü, Hz. İsmail, Hz. Yakub'un amcası, Hz. İbrahim ise büyük babasıdır. Bu ayette ise her ikisi de baba olarak anılmıştır.)
    Muhammed bin Ka'b el-Kurzi'nin: "Dayı da babadır, amca da babadır" dediği ve bu ayeti de delil gösterdiği rivayet edilmiştir. Yine, Allah Resulü'nün: "Bana, babam Abbas'ı getirin" buyurduğu rivayet edilmiştir. (Abbas, Allah Resulü'nün amcasıdır ama Allah Resulü ona baba demiştir.)
    Bazıları da, Hz. İbrahim'in öz babasının kafir olmadığı ve kafir olan kişinin ise o hazretin amcası olduğuna, İbn-i Münzir'in kendi tefsirinde sahih bir senetle Süleyman bin Sured'den naklettiği şu hadisi, destekleyici bir delil olarak getirmişlerdir: Dedi ki: "Hz. İbrahim'i ateşe atmak istediklerinde o kavmin tamamı odun toplamaya koyuldu, hatta ihtiyar kadınları da odun topluyordu. Onlar ateşi yakıp da İbrahim'i ona atmaya hazırlayınca, İbrahim aleyhisselam: "Allah bana yeter, O ne güzel vekildir," dedi. Onlar İbrahim'i atınca Allah: "Ey ateş, İbrahim için serinlik ve esenlik ol" (Enbiya/69) buyurdu. Böylece İbrahim kurtuldu. Bu arada İbrahim'in amcası: "Benim hatırıma, İbrahim korundu" dedi. Bunun üzerine Allah Teala, bir ateş topu gönderdi ve onun ayaklarına isabet ederek onu yaktı." (Yani bu hadiste İbrahim'in amcasından söz ediliyor. Bu da Hz. İbrahim'in öz babasının o zaman hayatta olmadığını ve İbrahim'in kendisine baba dediği ve Kur'an'da da Hz. İbrahim'in babası olarak anılan kişinin de bu şahıs olduğunu desteklemektedir.&quot
    Yine Muhammed bin Ka'b, Katade, Mucahit, Hasan ve diğerlerinin naklettiği şu rivayeti de delil olarak zikretmişlerdir. O rivayet şöyledir: "İbrahim aleyhisselam, babası ölünceye dek onun için mağfiret diledi, ama onun iman etmeden ölüp de, Allah'ın düşmanı olduğu İbrahim'e açıklanınca ise artık mağfiret dilemedi."
    "Ateşe atılmasından ve babasının ölümünden sonra ise Şam'a gitti, ardından da Mısır'a gitti, oranın zalim yöneticisiyle Hz. İbrahim arasında bir takım olaylar oldu. Ardından Haceri de yanına alarak, tekrar Şam'a döndü. Sonra da Allah, kendisine Hacer'i ve ondan olan oğlu İsmail'i Mekke'ye götürmesini emretti. O da onları Mekke'ye götürdü. İşte orada: "Rabbimiz! Ben çocuklarımdan kimini, namazı dosdoğru kılmaları için Senin muharrem (kutsal) evinin (Kabe'nin) yanında, ziraata elverişsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! İnsanların gö¬nüllerini onlara meylettir, şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır." şeklinde bazı dualarda bulundu ve bu duasını: "Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, anamı babamı ve inananları ba¬ğışla." şeklinde sona erdirdi."
    Bu rivayetlerden, Kur'an'da kafir olarak nitelenen kişinin Hz. İbrahim'in amcası olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü birinci rivayet, Hz. İbrahim'in yolculuğundan önce ölen kişinin, amcası olduğunu açıkça belirtirken, ikinci rivayet de Hz. İbrahim'in, anne ve babasına mağfiret dilemesinin, (sözde) babasının ölümünden uzun bir süre geçtikten sonra gerçekleştiğini göstermektedir. Oysa eğer (yolculuğundan önce) ölen kişi, Hz. İbrahim'in öz babası olsaydı, o hazretin (ömrünün sonuna doğru) böyle bir mağfiret dilemesi asla caiz olmazdı. Bu da ölen kişinin aslında kendisine mecazen baba denilen amcası olduğunu ve ölümünden sonra da asla onun için mağfiret dilemediğini, kendisi için mağfiret dilenen kişinin de Azer değil de, öz babası olduğunu göstermektedir.
    Mağfiret dilenen ayette babanın, "valid" kelimesiyle ifade edilmesi, öteki ayette ise bunun yerine "eb" tabirinin kullanılması da bunların farklı kişiler olduğunu ayrıca göstermektedir."
    Alusi'nin konu üzerindeki açıklaması bununla sınırlı değildir. Ancak sözün fazla uzaması için bu kadarıyla yetiniyor ve derim ki; Alusi'nin bu açıklaması, bu görüşün sadece Şia'ya has bir görüş olmadığını ve onun tabiriyle Ehlisünnet'ten de büyük bir grubun, Hz. Adem'den itibaren, Allah Resulü'nün geldiği soyda kafir bir kişinin bulunmadığı ve o Hazretin, Hz. Adem'den itibaren bütün babalarının müvehhid oldukları görüşünü benimseyip savunduğunu açıkça gözler önüne sermiştir.
    Ehlisünnet'in bir başka büyük müfessiri olan Muhammed Senaullah el-Muzhiri de kendi tefsirinde Allah Teala'nın: "İbrahim babası Azer'e…demişti" (Enbiya/74) ayetinin tefsirini yaparken şöyle yazmıştır: "Doğru görüşe göre Azer, Hz. İbrahim'in amcasıdır. Arap, amcaya da baba der, nitekim Allah Teala'nın: "…Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek Allah'a tapacağız…" (Bakara/133) ayetinde amcaya da baba denmiştir. Onun asıl ismi de Nahur'dur. … Nahur ise, Bakara Suresi'nde söylediğimiz gibi, önceleri kendi saygın babalarının dininde idi. Fakat sonraları Nemrud'un veziri olunca, dünyaya olan hırsından dolayı babalarının dinini bir kenara bırakarak, kafirliği seçti.
    Buhari Ebu Hüreyre'den naklen Allah Resulü'nün şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbrahim kıyamet gününde babası Azer ile karşılaşacak, Azer'in yüzünü toz toprak bürümüş olacaktır. İbrahim ona: "Sana, bana karşı çıkma, demedim mi, diyecektir. Babası ona: "Bu gün artık karşı çıkmayacağım" diyecektir. Bunun üzerine İbrahim: "Rabbim, beni, yeniden diriliş gününde küçük düşürmeyeceğini vaat etmiştin, şu rahmetten uzak babamdan daha aşağılayıcı ne olabilir ki?" diyecektir. Buna karşılık Allah: "Ben cenneti kafirlere haram kılmışımdır." buyuracaktır. Sonra da: "Ey İbrahim, ayaklarının altında ne vardır?" denecektir. İbrahim baktığında, onu (Azer'i) ayaklar altında ezilen bir sırtlan olarak görecek, bu esnada onun ayaklarından tutularak ateşe atılacaktır."
    Allah daha iyisini bilir, ama Razi: "O, İbrahim'in amcasıdır, babası değildir" demiştir. Ondan önce Seleften de bir grup bu görüşü savunmuşlardır. Zerkani, 'Şerhü'l-Mevahib'de şöyle yazmıştır: "Azer'in Hz. İbrahim'in amcası olduğunun delili, Şehab Haysemi'nin de açıkça belirttiği üzere, ehl-i kitab ve tarihin, Azer'in Hz. İbrahim'in amcası olduğuna dair ittifakıdır. Nitekim, Razi de bunu kabul etmiştir. Suyuti ise şöyle demiştir: "İbn-i Abbas, Mucahit, İbn-i Cerir ve Suddi'nin: "Azer Hz. İbrahim'in babası değildir, İbrahim Tarih'in oğludur" dedikleri sahih senetle bize ulaşmıştır. Yine Suyuti: "Ben, İbn-i Münzir'in tefsirinde Azer'in Hz. İbrahim'in amcası olduğunu açıkça belirten bir rivayet gördüm" demiştir. 'Kamus'ta da şöyle yer almıştır: "Azer, Hz. İbrahim'in amcasıdır, babasının ismi ise Tarih'tir, Tarikh olduğu da söylenmiştir.
    Azer'in Hz. İbrahim'in babası olmadığını destekleyen bir başka delil de, Allah Teala'nın: "Cehennem ehlinden dolayı sorumlu olmayacaksın" (Bakara/119) ayetini tefsir ederken, naklettiğimiz, Allah Resulü'nden sahih senetle nakledilen şu buyruğudur:"Ben hep Adem oğullarının en hayırlı boyunda ola geldim ta ki, şimdi içinde bulunduğum boyda dünyaya çıkarıldım." Bu hadisi, Buhari nakletmiştir. Suyuti de, Allah Resulü'nün Adem'e kadar olan babalarının tamamının Müslüman olduklarına dair birkaç risale yazmıştır. Doğruyu ise ancak Allah bilir."
    Bunlar da, Ehlisünnetin bir başka önde gelen müfessiri olan Muzhiri'nin konu üzerindeki açıklamaları idi. Görüldüğü gibi o da, Hz. İbrahim'in babası da dahil olmak üzere, Hz. Adem'e kadar Allah Resulü'nün bütün babalarının tevhid ehli olduklarını ve asla şirke düşmediklerini teyit ediyor ve bu doğrultuda birçok Ehlisünnet alimlerinin önde gelenlerinden ve keza hadislerden teyit edici delil ve açıklamalar naklediyor. Ehlisünnet ulemasının ikame ettiği bu delilleri şöyle sıralayabiliriz:
    1- Hem tarih, hem soy bilimcileri, hem de Tevrat Hz. İbrahim'in öz babasının isminin Azer değil de "Tareh" olduğunda ittifak etmişlerdir. O halde Kur'an'da Azer olarak geçen kişi, Hz. İbrahim'in öz babası değil de yanında büyüdüğü amcası olmalıdır. Nitekim, hem Arap dilinde, hem de Kur'an'da amcaya da baba denmiş ve denilmektedir. Kur'an'ın o kişiye Hz. İbrahim'in babası demesi de Hz. İbrahim'in ona baba diye hitap etmesinden dolayıdır. Yoksa o, Hz. İbrahim'in öz babası değildir.
    2- Kur'an-ı Kerim, Hz. İbrahim'in, kendisine baba diye hitap ettiği Azer'in Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca artık ondan uzaklaştığını ve asla onun için mağfiret dilemediğini bildirirken, aynı zamanda ömrünün sonlarına doğru, onay verircesine, kendi öz anne ve babasına mağfiret dilediğini bildirmektedir. Bu da mağfiret dilenmeyen Azer isimli kişinin o hazretin öz babası olmadığını göstermektedir. Aksi takdirde, Hz. İbrahim'in ömrünün sonuna doğru yanlış bir iş yaptığı ortaya çıkmakla birlikte, aslında hatta Kur'an'ın kendisinde bile çelişki meydana gelir ki, böyle bir şey hem Hz. İbrahim'den hem de Kur'an-ı Kerim'den uzaktır.
    3- Allah Resulü, Hz. Adem'den itibaren kendisini oluşturacak hakikatin (nur'un) hep tertemiz bir soyda devam ede geldiğini ve nihayet tertemiz bir baba ve anadan dünyaya geldiğini beyan etmiştir. öte yandan da Kur'an-ı Kerim, müşriklerin necis olduklarını açıkça bildirmiştir. O halde Allah Resulü'nün geldiği soyda müşrik birisi yoktur. Çünkü aksi takdirde bu, Allah Resulü'nün bu beyanıyla çelişir ve Allah Resulü'nün yanlış konuştuğu gibi bir sonuç ortaya çıkar, oysa Allah Resulü'nü bundan tenzih etmemiz gerekiyor. Buradaki temizliği sadece meşru evlilik ve zinadan temizliğe yorumlamak da doğru değildir. Çünkü Allah Resulü'nün beyan ettiği temizlik geneldir, hem inanç temizliğini, hem de eylem temizliğini içermektedir.
    4- Allah Resulü, Hz. Adem'den itibaren kendisini oluşturacak olan hakikatin hep en hayırlı boyda var ola geldiğini ve en sonunda da en hayırlı boydan dünyaya getirildiğini bildirmiştir. Açıktır ki, müşrik olan birisi, insanların en hayırlısı olamaz, aksine o insanların en kötüsüdür. Çünkü o, en büyük günah olan şirki işlemektedir. Bu da Allah Resulü'nün geldiği soyda müşrik bir kişinin olmadığını göstermektedir. Çünkü aksi takdirde Allah Resulü, yalan ve yanlış konuşmuş olur ki, Allah Resulü bundan münezzehtir.
    Şunu da söylemeliyim ki, Ehlisünnet alimlerinden, Allah Resulü'nün, Hz. Adem'den dünyaya teşrif edinceye kadar geldiği soyun tevhid ehli olduklarına inanlarının getirdiği deliller, sadece bu saydıklarımızla sınırlı değildir. Onlar bu konuda başka deliller de ikame etmişlerdir. Bu delillerden birisi de, Allah Teala'nın: "Secde edenler arasında dolaşmanı da (görür)" (Şuara/219) ayetine getirdikleri yorumdur. Örneğin Ehlisünnet'in önde gelen müfessirlerinden birisi olan Molla Huveyş Al-i Ğazi, Abdulkadir, "Beyan'ül-Meani" isimli tefsirinde bu ayeti tefsir ederken şöyle yazmıştır: "Allah senin "Secde edenler arasında dolaşmanı da", yani peygamberlerden olan büyük babalarının boyunda dolaşmanı da görür. Sen onların birisinin boyundan ötekisinin boyuna geçerek geldin ve nihayet bu ümmette dünyaya getirildin. Bu, sana verilen en büyük tevfiklerden birisidir.
    Bilesin ki, "Secde edenler" kavramı, hem peygamberleri, hem de müminleri kapsamı altına alıyor ve bu da, O Hazret'in anne ve babasının iman ehli olduklarını göstermektedir. Nitekim, önde gelen bir çok alimimiz bu görüşü savunmuşlardır. Mahmud el-Alusi, "Ruhu'l-Meani" isimli tefsirinde bu hususta şöyle yazmıştır: "Kari ve benzerlerine rağmen, ben, Allah Resulü'nün anne ve babası hakkında bundan başkasını savunanların, kendilerinin (bu söylemleri yüzünden Allah katında) kafir sayılacaklarından korkuyorum."
    Daha önce de kendisinden alıntı yaptığımız, Ehlisünnet'in büyük müfessirlerinden bir diğeri olan Muhammed Senaullah el-Muzhiri de kendi tefsirinde bu konuda şunları yazmıştır: "Secde edenler arasında dolaşmanı da (görür)" (Şuara/219) ayetiyle ilgili Ata, İbn-i Abbas'tan naklen şöyle demiştir: "Allah Teala bundan: "Senin babaların boylarında bir peygamberden öteki peygambere geçerek gelmeni görmektedir"i kastetmiştir. Ama (ben derim ki,) bu yorumda O Hazret, layıkıyla övülmemektedir. Çünkü Kureyş'in tamamı ve hatta bütün insanlar bu özellikte onunla ortak sayılır. Burada daha iyisi şöyle denmelidir: "Allah, senin Allah'a secde eden temiz boylardan, Allah'a secde eden temiz rahimlere, secde eden rahimlerden de secde eden boylara, yani tevhid ehli olan erkeklerden tevhid ehli olan kadınlara intikal ederek, geldiğini görmektedir. Bu durumda bu ayet, Allah Resulü'nün babalarının tamamının iman ehli olduğuna delalet etmektedir. Suyuti de böyle demiştir. Hafız, Şemsuddin Nasiriddin ed-Dimeşki de bu konuyu şiir olarak şöyle dile getirmiştir:

    "Ve birsi büyük bir nuru taşır ki o nur secde edenlerin yüzünde parlardı.
    Onlarda boydan boya intikal etti, ta ki resullerin en hayırlısı olarak vücuda geldi.

    Bu anlamı teyit eden delillerden birisi de, Buhari'nin, Sahih'inde Allah Resulü'nden naklettiği şu buyruğudur: "Ben, hep Ademoğullarının en hayırlı boyunda ola geldim. Böylece bu boydan öteki boya geçtim, ta ki, şimdi içinde bulunduğum boydan vücuda getirildim."
    Müslim de Vasile bin Aska'dan naklen Allah Resulü'nün şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah İbrahim'in evlatları içinden İsmail'i seçti, İsmail'in evlatları içinden de Beni Kenane'yi seçti, Beni Kenane içinden de Kureyş'i seçti, Kureyş'ten de Beni Haşim'i seçti, Beni Haşim'den de beni seçti."
    Beyhaki ise "Delailü'n-Nübüvvet" isimli kitabında Enes'ten naklen Allah Resulü'nün şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İnsanlar, her iki gruba ayrıldığı zaman, mutlaka Allah, beni (benim oluştuğum hakikati) onların en hayırlısında karar kıldı. Nihayet ben, her hangi bir cahiliyet lekesi dokunmadan, anne ve babamdan dünyaya getirildim. Ben, Adem'den, baba ve anneme varıncaya kadar, hep meşru evlilik yoluyla intikal ede geldim, gayri meşru ilişkiyle değil. Dolayısıyla ben, hem ruh açısından, hem de baba açısından en hayırlınızım."
    Suyuti de Allah Resulü'nün babalarının imanı konusunda özet nitelikli ve geniş olmak üzere, bir kitap yazmıştır ve bu kitapta konuyla ilgili lehte ve aleyhte zikredilen bütün delillere yer vermiştir. Dileyenler bu kitaba da müracaat edebilirler."
    Ehlisünnet'in önde gelen bilgini Celaliddin Suyuti de "Ed-Dürrü'l-Mensur" isimli tefsirinde bu ayetin tefsiriyle ilgili, şu rivayetlere yer veriyor: "İbn-i Ebu Hatem, ibn-i Murdeveyh ve Ebu Naim "ed-Delail" kitabında İbn-i Abbas'ın: "Secde edenler arasında dolaşmanı da (görür)" (Şuara/219) ayetiyle ilgili şöyle dediğini tahriç etmiştir: "Allah Resulü, annesinden doğuncaya kadar hep peygamberlerin boyunda ola gelmiştir."
    Yine İbn-i Murdeveyh İbn-i Abbas'ın şöyle dediğini tahriç etmiştir: "Allah Resulü'ne, anam babam sana kurban olsun, Adem cennette iken sen nerede idin?" diye sordum. Bunun üzerine Allah Resulü gülümsedi, öyle ki azı dişleri göründü, ardından da şöyle buyurdu: "Ben, onun belinde idim, yere indiğinde de ben onun belinde idim. Ben, babam Nuh'un belinde gemiye bindim. Ben, babam İbrahim'in belinde ateşe atıldım. Benim babalarım asla gayri meşru ilişkiye girişmemişlerdir. Allah, hep beni temiz bellerden temiz rahimlere, tertemiz ve pak olarak aktarmıştır. İnsanlar iki guruba ayrıldığı zaman, ben hep onların en hayırlısında olmuşumdur. Allah, nübüvvet ile benden ahit almıştır, İslam'la hidayet etmiştir, Tevrat'ta ve İncil'de beni anmıştır. Yerin doğusunda da batısında da benim bütün vasıflarımı açıklamıştır. Kitabını bana öğretmiştir. Beni kendi semasına yüceltmiştir ve kendi isimlerinden bana isim vermiştir. Böylece Arş'ın sahibi Muhmud'dur, ben ise Muhammed'im. Bana, Havuz'u hibe etmeği vaat etmiş ve bana Kevser'i vermiştir. Ben ilk şefaat edecek olan ve şefaati ilk kabul görülecek olan kişiyim. Sonra da beni ümmetimin en hayırlı boyundan dünyaya getirmiştir. Ümmetim ise çokluca hamd edendir; iyiliğe emreder, kötülükten ise alıkoyarlar."
    Evet, Alusi'nin tabiriyle Ehlisünnet'in önde gelen alimlerinin büyük bir bölümü, Adem'den itibaren Allah Resulü'nün dünyaya geldiği soyun iman ehli olduğuna inanmış ve bu inanışlarına delil ikame ederken, bu ayeti de zikretmiş ve bu yorumlarına, Allah Resulü'nden gelen, bazılarına yukarıda işaret ettiğimiz hadisleri de delil göstermişlerdir.
    Ehlisünnet'in, bu ayeti başka bir anlama yorumlayan müfessirleri de, katılmasalar dahi, mutlaka bir görüş olarak, bu yoruma ve ikame edilen teyit edici başka delillere de genellikle yer vermişlerdir. Bendeniz, sözün fazla uzamaması için artık onlara işaret etmiyorum. İsteyenler, Ehlisünnet'in her hangi bir detaylı tefsirine müracaat ederek bunları görebilirler.
    Allah Resulü'nün babaları arasında kafir birisinin bulunmadığını savunan Ehlisünnet'in önde gelen bir diğer alimi de, 1998 yılında vefat eden, Ehlisünnet'in muasır büyük müfessiri, Şeyh Muhammed Mütevelli Şa'ravi'dir. Şa'ravi, Allah Teala'nın: "Bir zaman o babasına dedi ki: Babacığım, duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin tapıyorsun?" (Meryem/42) ayetini tefsir ederken, bu konuya değiniyor ve En'am Suresi'nin 74. ayeti olan "İbrahim babası Azer'e dedi ki:…" ayetini de hatırlatarak şöyle yazıyor: "Bu ayet şöyle bir sorun yaratmıştır; bazıları, Azer'in Hz. İbrahim'in öz babası olduğunu sanmışlardır. Oysa bu görüş, Allah Resulü'nün soyunun tamamen temiz kimselerden oluştuğunu bildiren şu Nebevi hadisle çelişmektedir. Allah Resulü şöyle buyurmuştur: "Ben seçilmişlerin seçilmişiyim. Hep temiz bellerden temiz rahimlere intikal ede geldim." O halde Allah Resulü'nün soyu Adem'e kadar temiz ve meşru evlilik sahibidirler. Bu durumda eğer Allah Teala'nın, hakkında: "…Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca da ondan uzaklaştı…" (Tevbe/114) buyurduğu Azer'in, Hz. İbrahim'in babası olduğunu kabul edersek, anılan Nebevi hadisle çelişkiye düşülmüş olur. O halde Allah Resulü'nün babaları arasında böyle bir kafirin olması nasıl olasıdır?"
    Şa'ravi daha sonra Azer'in, Hz. İbrahim'in olsa olsa ancak amcası olabileceğine delil getirmeğe koyuluyor ve baba kavramının, öz babayı ifade etmek için kullanıldığı gibi, büyük babayı ve amcayı da ifade etmekte kullanıldığına Kur'an'dan da örnekler getirerek, amcanın, insanın öz babasıyla büyük babada birleştiği için kendisine baba denmesini hak ettiğini kaydediyor ve şöyle devam ediyor: "Eğer Kur'an Hz. İbrahim'den söz ederken, bütün ayetlerde sadece "Babasına…" tabirini kullansaydı, bundan o kişinin Hz. İbrahim'in öz babası olduğu sonucuna varırdık. Ama sadece bir yerde dahi olsa, "Babası Azer'e" tabirini kullanmasından, o kişinin Hz. İbrahim'in öz babası değil de, amcası olduğunu anlıyoruz. Çünkü biz, ancak baba tabirinden amcayı kastettiğimizde özel ismi de getiririz. Nitekim günümüzde de konuşmalarımızda, bir kişiye örneğin, öz babasının geldiğini haber verdiğimizde, isim zikretmeden "Baban geldi" deriz. Ama öz babadan başkasının geldiğini haber vermek istediğimizde ise: "Baban falan kişi geldi" deriz. Buna göre, burada da Allah Teala, sadece bir defa da olsa: "Babası Azer'e" tabirini kullanmıştır ki, bize Azer'in, Hz. İbrahim'in öz babası değil de, amcası olduğunu bildirsin. Böylece Allah Resulü'nün Adem'e kadar olan geldiği soyun temiz zatlardan oluştuğu kesin olarak ortaya çıkmıştır."
    Burada bir not olarak şunu da belirtmeliyim ki, Şaravi'nin bu açıklaması ve tefsiri, kendi ismiyle yayınlanan bir sitede hem sesli ve görüntülü hem de yazılı olarak yayınlanmıştır. İsteyenler onun bu açıklamalarını, Internet ortamından da takip edip görebilirler.
    Burada Ehlisünnet alimlerinin konu hakkındaki açıklamalarına son veriyor, ikinci soruya cevap olarak özet nitelikli de olsa Ehlibeyt alimlerinin konu hakkındaki açıklamalarından da bazı örnekler vermek istiyorum.
    Ama ondan önce şunu da arz etmeliyim ki, Ehlisünnet alimlerinden naklettiğimiz bu açıklamalar, Sayın Mustafa İslamoğlu'nun, yukarıda işaret ettiğimiz: "Şia, sırf imamet teorisini ispat etmek ve Ebu Talibi'i kurtarmak namına, Kur'an'a aykırı olarak, Azer'in Hz. İbrahim'in babası değil de amcası olduğunu ileri sürmüştür" şeklindeki iddiasının kesinlikle yalan ve temelsiz bir iddia olduğunu açıkça gözler önüne sermiştir. Çünkü görüldüğü gibi, bu görüş, sadece Şia'nın değil, Ehlisünnet'in önde gelen seçkin alimlerinin de görüşüdür. Onların imamet teorisi diye bir inanışları olmadığı gibi, illa da Hz. Ebu Talib'i kurtarmak diye bir sıkıntıları da yoktur.
    Yine, Ehlisünnet ulemasından naklettiğimiz bu açıklamalar, kesin olarak şu hakikati ortaya çıkarmıştır ki, bu mesele, imamet teorisinden ve Hz. Ebu Talib'in durumundan önce, bizzat Allah Resulü'nü ilgilendiren bir meseledir. Ehlisünnet'in, Emevi zihniyetinin etkisi altında kalarak, illa da Allah Resulü'nün yüce şahsiyetinde bir kusur yaratmaya çalışanları, kendilerini reddeden bütün delillere rağmen, yukarıda işaret ettiğimiz bir takım, aslında yetersiz ve uydurma olan, kendilerince delillere dayanarak, Hz. İbrahim'in babası bir yana, hatta Allah Resulü'nün kendi anne ve babasının bile kafir olduğunu savunurken, böyle bir iddianın Emevi zihniyeti mahsulü olduğunun farkında olanları ise, bu görüşe şiddetle karşı çıkmış ve hatta bu görüşü savunanların, Allah Resulü'ne yönelttikleri böylesi bir hakaretten dolayı, Allah katında kafir sayılabileceklerinden korktuklarını ifade etmişlerdir.
    Allah Resulü'nün anne ve babası da dahil olmak üzere, geldiği soya yönelik bu karalama çabalarının, O Hazret'in yüce şahsiyetini kırmayı amaçlayan Emevi zihniyeti mahsulü olduğunu söyledik. Çünkü İslam tarihinden az çok haberi olan hiç kimsenin bundan en ufak bir şüphesi olamaması icap etmekle birlikte, Ehlisünnet kaynaklarında yer alan şu rivayet de bunun en açık kanıtlarından birisidir. Abdullah bin Ömer şöyle demiştir: "Allah Resulü'nün evinin yakınında oturuyorduk. Bu arada oradan bir kadın geçti. Oradakilerin bazısı, "Bu Allah Resulü'nün kızıdır" dediler. Bu esnada Ebu Süfyan: "Muhammed'in Beni Haşim'de misali, çöplükte yeşeren bir gül misalidir" dedi. Bu sözü duyan o kadın, bunu Allah Resulü'ne bildirdi. Bunun üzerine Allah Resulü yüzünde öfkesi göründüğü bir halde çıka geldi ve şöyle buyurdu: "Şu topluluklara neler oluyor? Onlardan bazı layık olmayan sözler bana ulaşıyor. Bilesiniz ki, Allah yedi kat gökleri yarattı ve onların içinden en yücesini seçti ve oraya dilediği yaratıklarını yerleştirdi. Sonra diğer mahlukları yarattı ve onların içerisinden Ademoğullarını seçti, Ademoğulları içerisinden de Arab boyunu seçti, Arab boyundan da Muzur kabilesini seçti, Muzur'dan da Kureyş'i seçti, Kureyş'ten de Beni Haşim'i seçti, Beni Haşim içinden de beni seçti. Öyleyse ben seçilmişlerin seçilmişiyim. Bu yüzden kim, Arab'ı severse, beni de sevdiği için ben de onu severim, kim de Arab'a öfke duyarsa, bana öfke duyduğu için ben de ona öfke duyarım."
    Emevilerin Allah Resulü'ne olan düşmanlıkları ve o hazreti yok etmeye çalışmaları ve bunu yapamasalar da en azından küçük düşürmeğe yönelik yorulmak bilmeyen çabaları, sadece bunlarla sınırlı değildir. Onların bu çabaları, Kur'an ayetlerinde de anlatılmıştır ve Allah Teala birçok ayetinde onların Allah Resulü'nü aşağılayıcı bu çabalarına sık sık vurgu yapmıştır. Bu rivayette anlatılan olayın ise, Allah Resulü'nün hayatı döneminde ve güya Ebu Sufyan'ın İslam getirmesinden sonra gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bizzat Allah Resulü'nün huzurunda böylesi düşmanca davranışları sergileyen bu zihniyetin, Allah Resulü'nden sonra layüsel olarak iktidarı ele geçirdikten sonra, Allah Resulü ve onun pak soyundan, şahsiyet terörü de dahil olmak üzere, nasıl bir intikam almaya kalkışacakları, nitekim de aldıkları herkesin malumudur. İşte Allah Resulü'nün haşa anne ve babasının kafir olduğunu, bizzat Allah Resulü'nün kendi diline bağlayarak anlatan rivayetler de, bu zihniyetin hadis fabrikasının, bu doğrultuda ürettiği çirkin mahsullerinden birer örnektir.
    Şimdi isterseniz, bahsimizin başında sormuş olduğumuz birinci sorunun cevabına geçelim ve Şia'nın, Kur'an-ı Kerim'de kafir olduğu açıklanan Azer'in, Hz. İbrahim'in öz babası olmadığına dair görüşünü neye dayandırdığına ve bu görüşlerinin temelinde imamet teorisi ve Ebu Talib'i kurtarmak kaygısının yatıp yatmadığını görelim.
    Şia uleması da, genellikle bu meseleyi, Ehlisünnet alimleri gibi, En'am Suresi'nin: "İbrahim babası Azer'e dedi ki:…" ayetini tefsir ederken ele almışlardır. Dolayısıyla örnek olarak, Şia'nın, iki büyük muasır müfessirinin bu ayetin tefsirini yaparken, yaptıkları açıklamayı aynen tercüme ediyorum.
    Bu müfessirlerden birisi, aynı zamanda Şia'nın muasır taklit mercilerinden olan Ayetullah Nasır Mekarim Şirazi'dir. O, Farsça ismiyle "Tefsir-i Numune" olarak bilinen ve Arapça tercümesine ise "el-Emsel, fi Tefsir-i Kitabullah el-Münzel" isminin verildiği tefsirinde bu ayeti tefsir ederken: "Acaba Azer, Hz. İbrahim'in öz babası mıydı?" sorusunu ortaya atmış ve cevabında ise şöyle yazmıştır: "Arap dilinde: "baba" kelimesi, genellikle öz babayı ifade etmek için kullanılır, ama bazen de anne tarafından olan büyük babaya, amcaya ve keza bir şekilde insanın yetiştirilmesinde katkısı bulunan eğitmen ve öğretmen gibi kimselere de, "baba" denir. Bununla birlikte, farklı bir anlam kastedildiğini gösterecek bir emare olmadan, tek başına kullanıldığında öz babayı ifade eder.
    Şimdi acaba bu ayetin işaret ettiği "Azer" isimli şahıs, Hz. İbrahim'in öz babası mıdır? Yoksa başka bir ihtimal mı söz konusudur? Burada cevaplanması gereken soru şudur? Acaba puta tapan ve put yapıp satan bir kimsenin, Ulu'l-Azm bir peygamberin babası olması olası mıdır? Böyle bir babanın veraset kanunu gereği kendi evlatları üzerinde hiç mi olumsuz bir etkisi olmaz?
    Ehlisünnet müfessirlerinin bir kısmı, birinci soruya, evet cevabını vererek, Azer'i Hz. İbrahim'in öz babası olarak kabul etmişlerdir. Buna karşılık Şia müfessirleri top yekün olarak, Azer'in, Hz. İbrahim'in öz babası olmadığını söylemekle birlikte; bir kısmı, onun anne tarafından olan büyük babası olduğunu ileri sürerken; çoğunluğu, onun Hz. İbrahim'in amcası olduğunu savunmuşlardır. Bu görüşü savunan Şia alimleri, delil olarak da şu emarelere dayanmışlardır
    Gönülleriniz bir olmadıktan sonra sayıca çok olmanızın bir anlamı yoktur
    İmam Ali (a.s)

    Yorum


      #17
      Ynt: Mustafa İslamoğlu'nun Şia Ekolü'ne yönelttiği mesnetsiz eleştirilerine cevaptır

      1- Tarih kitaplarında Hz. İbrahim'in babasının ismi "Azer" değil de, "Tareh" olarak geçmiştir. Tevrat ve İncil de bunu doğrulamakta ve Hz. İbrahim'in babasının isminin "Tareh" olduğunu bildirmektedir. Buna karşılık, Azer'in, Hz. İbrahim'in öz babası olduğunu iddia edenler, bu görüşlerinde kabul edilemez bir takım gerekçelere dayanıyorlar. Mesela onlar, tarih ve eski ilahi kitapları cevaplarken, Hz. İbrahim'in öz babasının isminin "Tareyh" olduğunu kabul ediyorlar ama "Azer" isminin de onun lakabı olduğunu ileri sürüyorlar ki, hiçbir tarihi belge bu görüşü doğrulamamaktadır.
      Yahut "Azer" isminin aslında Hz. İbrahim'in babasının taptığı putun ismi olduğunu ileri sürüyorlar ki, bu görüş de ayetten bir cümle veya kelimenin mukadder (mahzuf) olduğunu kabul etmedikçe, zahiri anlamıyla Azer'in Hz. İbrahim'in babası olduğunu belirten bu ayetle uyuşmamaktadır. Ayetten bir cümle ve kelimenin mahzuf olması ise, bunu ispat eden bir emare olmadığı sürece, kabul edilmez bir iddiadır. Burada da böyle bir emare söz konusu değildir.
      2- Kur'an-ı Kerim, "Kendilerine, onların cehennem ehli oldukları açıklandıktan sonra, akraba da olsa müşrikler için mağfiret dilemek, Peygambere ve müminlere yakışmaz." (Tevbe/113) buyuruyor. Öte yandan kimsenin Hz. İbrahim'in Azer'e yaptığı istiğfarı bahane edinmemesi için de bunun ardından hemen şöyle buyuruyor: "İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden dolayı idi. Onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı, şüphesiz İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi." (Tevbe/114)
      Allah Teala bu ayeti kerimede Hz. İbrahim'in Azer için yaptığı af dileme olayının, ona vermiş olduğu "Senin için af dileyeceğim" (Meryem/47) şeklindeki sözünden kaynaklandığını kaydetmektedir. Hz. İbrahim, şayet onu hidayet edebilir ümidiyle onunla alakasını tamamıyla kesmemiş ve onun için bir açık kapı bırakmıştı. Fakat onun putperestlikte ayak dirediğini görünce de artık onunla ilişkilerini tamamıyla kesmiş ve onun için hiçbir duada bulunmamıştır. Bu ayet-i kerime, Hz. İbrahim'in Azer'in hidayet edilmesinden ümidini kestikten sonra artık asla onun için af dilemediğini göstermektedir. Zaten bu durumda onun için af dilemek, Hz. İbrahim'e yakışmazdı. Bu arada elde olan bütün emareler, bütün bu olayların, Hz. İbrahim'in gençlik yıllarında Babıl şehrinde yaşadığı ve oradaki putperestlerle mücadele ettiği bir dönemde gerçekleştiğini göstermektedir.
      Fakat Kur'an-ı Kerim'in başka ayetleri, Hz. İbrahim'in, ömrünün sonlarına doğru ve Kabe'yi de inşa ettikten sonra Allah Teala'dan babası için mağfiret dilediğini bildirmektedir. Elbette bu ayetlerde Arapça dilinde hem öz baba hem de babalık emeği geçen amca gibilerini de ifade eden "Eb" kelimesi yerine yalnızca öz babayı ifade eden "Valid" kelimesi yer almıştır. Allah Teala bu ayetlerde şöyle buyurmuştur: "İhtiyar halimde bana İsmail'i ve Ishak'ı veren Allah'a hamdolsun! Şüphesiz, Rabbim duayı işitendir. Ey Rabbim! Beni ve soyumdan geleceklerden de namazı dosdoğru kılanlardan eyle, Rabbim duamı kabul et. Rabbimiz! Hesabın kurulduğu günde beni, ana-babamı ve müminleri bağışla." (İbrahim/39-41)
      Bu ayetleri, Tevbe Suresi'ndeki, müminleri müşrikler için af dilemekten sakındıran ve Hz. İbrahim'i de mukaddes bir amaç için kısa bir süreliğine bu hükmün dışında tutan ayetlerle birlikte değerlendirdiğimizde, anılan ayette "baba" olarak nitelenen Azer'in, Hz. İbrahim'in öz babası olmadığı, aksine, ya Hz. İbrahim'in amcası ya da (ana tarafından olan) büyük babası yahut da baba gibi emeği geçen başka birisi olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Başka bir deyimle de (Hz. İbrahim'in ömrünün sonuna doğru) mağfiret dilediği ayette, öz babayı belirten, "Valid" kelimesinin kullanılması, (kafir olduğu için kendisinden uzaklaşdığını bildirilen) öteki ayette ise, daha geniş bir anlama gelebilen "Eb" kelimesinin kullanılması, bunların aynı kişi olmadıklarını açıkça ortaya koymaktadır.
      Özellikle Kur'an-i Kerim'de de "Eb" kelimesi, amca anlamında kullanılmıştır. Örneğin, Allah Teala Hz. Yakub'un oğullarının şöyle dediklerini beyan etmiştir: "Dediler ki: Senin ve babaların İbrahim, İsmail ve Ishak'ın ilahı olan tek Allah'ı tapacağız" (Bakara/133) Oysa biliyoruz ki, Hz. İsmail Hz. Yakub'un babası değil, amcasıdır. Görüldüğü üzere onlar amcaya da baba demişlerdir ve Allah Teala da bunu Kur'an'da bize bildirmiştir. (Demek ki, amcaya da baba denebilir ve Hz. İbrahim'in olayında da böyledir. Çünkü bunun aksi bizzat Kur'an'la çelişir.)
      3- Birçok hadis de bu görüşü ortaya koymaktadır. Mesela, Allah Resulü'nün nakledeceğimiz şu meşhur buyruğu bunu kanıtlayan başka bir delildir. Allah Resulü şöyle buyurmuştur: "Allah Teala beni şu dünyanıza çıkarıncaya kadar hep temiz bellerden temiz rahimlere aktararak getirmiştir ve böylece cahiliyet kirliliği asla bana dokunmamıştır."
      Açıktır ki, şirk koşmak ve putperestlik, cahiliyet kirliliklerinin en açıklarındandır. Bu kirliliği sırf zina kirliliğine yorumlayanların ise, bu iddiaları için hiçbir delilleri yoktur. Özellikle de Kur'an-ı Kerim de şirk koşmayı açık bir kirlilik saymış ve: "…ancak müşrikler necistirler…" (Tevbe/28) buyurmuştur.
      Ehlisünnetin önde gelen bilginlerinden Taberi de "Camiü'l-Beyan" isimli tefsirinde tanınmış müfessir Mücahid'in açıkça: "Azer İbrahim'in babası değildi" dediğini nakletmiştir.
      Ehlisünnetin başka bir müfessiri Alusi de "Ruhu'l-Meani" isimli tefsirinde şöyle demiştir: "Azer'in Hz. İbrahim'in babası olmadığı görüşünün Şia'ya özgü bir görüş olduğunu sanmak, bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Ehlisünnet'in birçok bilgini de Azer'in Hz. İbrahim'in amcası olduğu görüşünü savunmaktadır."
      Ehlisünnetin diğer bir tanınmış alimi Suyuti de, "Mesalikü'l-Hünefa" isimli kitabında, Fahri Razi'nin "Esrarü't-Tenzil" isimli kitabında Allah Resulü'nün anne ve babasının asla müşrik olmadıklarını savunduğunu ve bunun için de yukarıda naklettiğimiz hadisi delil gösterdiğini kaydettikten sonra şöyle devam etmiştir: Bu konuyu, İslami kaynaklarda yer alan iki grup hadisle ispat edebiliriz.
      Birinci grup hadisler, Allah Resulü'nün, Hz. Adem'e kadar olan analarının ve babalarının hep zamanlarının en iyileri olduklarını belirten hadislerdir. Sonra da Suyuti, Sahih-i Buhari, Beyhaki'nin "Delailü'n-Nübüvvet" isimli kitabı ve benzer kaynaklardan buna dair hadislerin bir kısmını naklediyor.
      İkinci grup hadisler ise, mutlaka her zaman ve asırda Allah'a kulluk eden tevhid ehli birilerinin yeryüzünde var olduğunu belirten hadislerdir. Bu iki grup hadisi bir arada değerlendirdiğimizde, mutlaka Allah Resulü'nün anne ve babalarının ve bu cümleden de Hz. İbrahim'in babasının tevhid ehli olduğu ortaya çıkmaktadır."
      Bu açıklamalardan anlaşılmıştır ki, bu ayete getirilen bu yorum, bizzat Kur'an-ı Kerim'in kendisinden elde edilen emarelere ve İslam kaynaklarında yer alan çeşitli hadislere dayalı bir yorumdur ve "el-Menar" tefsirinin yazarı gibi, bazı Ehlisünnet müfessirlerinin iddia ettiği üzere, kişisel reye dayalı bir yorum değildir."
      Bu Ehlibeyt Ekolü müfessirinin açıklamaları burada sona ermiştir. Görüldüğü üzere, bu Ehlibeyt Ekolü müfessiri de aslında bu görüşü paylaşan Suyuti gibi, Ehlisünnet'in önde gelen alimlerinin izledikleri yolu izlemiş ve onların ikame ettiği delillerin benzerini ikame etmiştir. Bu delilleri ikame edilirken de, ne İmamet teorisi gibi, Şia'ya has bir inanışı esas almış, ne de Ebu Talib'i kurtarmak gibi, bir kaygıyı göz önünde bulundurmuştur. Aksine, bu meselenin temelini, anılan ayeti, Kur'an-ı Kerim'in ilgili diğer ayetlerinin ışığında anlamak ve Allah Resulü'nün, İslami kaynaklarda yer alan, Hz. Adem'den itibaren geldiği soyunun durumuna dair sayısız açıklaması oluşturmuştur . Bunun ise, ne Şialıkla ne de Sünnilikle bir alakası yoktur. Bu, doğrudan İslam'ı doğru anlamakla ilgili bir meseledir.
      Şimdi de isterseniz Şia'nın diğer bir büyük muasır müfessiri olan merhum Allame Seyyit Muhammed Hüseyin Tebatebai'nin bu ayeti nasıl yorumladığına ve bu konuda nasıl bir açıklama yaptığına bir göz atalım.
      Merhum Allame Tebatebai "el-Mizan" isimli tefsirinde bu ayetin tefsiriyle ilgili şunları yazmıştır: "Hani İbrahim, babası (amcası) Azer'e demişti ki: "Sen putları tanrılar mı ediniyorsun?..." Tefsir bilginleri, "Azer" sözcüğü üzerinde farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunun babasının ismi mi, yoksa güç alan anlamında övgüyü ifade eden ya da topal veya kambur vb. anlamlarda yergi maksadıyla kullanılan bir lakap mı olduğu hususunda görüş ayrılıkları vardır. Bu ihtilâfların kaynağı da bazı rivayetlerde Hz. İbrahim'in babasının adının "Târah" veya "Târakh" olarak zikredilmesidir. Tarihsel kaynaklar da bu rivayetleri destekler mahiyettedir. Bugün elde bulunan Tevrat'ta da Hz. İbrahim'in babasının adı "Târakh" şeklinde geçer.
      Yine ayette geçen "baba" sözcüğünün öz baba, amca veya annenin babası yahut sözü dinlenen büyük anlamlarında kullanıldığı hususunda da tefsir bilginleri arasında ihtilâflar vardır. Bu ihtilâfların kaynağı da rivayetlerdir. Bu rivayetlerin bir kısmına göre, adı geçen kişi Hz. İbrahim'in babasıydı. Hz. İbrahim kıyamet gününde ona şefaat edecektir, fakat o şefaate uğramayacaktır; tersine yüce Allah kıyamet gününde onu kokuşmuş bir sırtlana dönüştürecektir ve İbrahim ondan uzaklaşacaktır. Bazı rivayetlerde ise onun Hz. İbrahim'in babası olmadığı, öz babasının Allah'ın birliğine inandığı, müşrik olmadığı ve Peygamber efendimizin (s.a.a) atalarının müşrik olmadıkları, tümünün tevhit inancı üzere oldukları belirtilmektedir. Bunun gibi daha birçok rivayet mevcuttur.
      İbrahim Peygamber'le ilgili diğer hususların anlatımında da birbirinden ilginç farklı rivayetler söz konusudur. Hatta bir kısmında Eski Ahit'te Hz. İbrahim'e yakıştırılan bazı (doğru olmayan) kıssalara da rastlamak mümkündür. Oysa o Hazretin Allah'ın dostu, peygamber ve resul olması, onu bu tür yakıştırmalardan tenzih etmektedir.
      Tefsir bilginleri, bu hususta sözü o kadar uzatmışlardır ki, zaman zaman, araştırmacının perspektifinden ayetlerin anlamlarının algılanmasından ibaret olan tefsir biliminin bu tanımının dışına çıkmışlardır. Bunları görmek isteyenler, rivayet tefsirlerine ve ayrıntılı tefsir kitaplarına başvurabilirler.
      Bununla birlikte İbrahim Peygamber'in başından geçen olayları aktaran ayetler üzerinde düşündüğümüzde, elde ettiğimiz sonuç şudur: İbrahim Peygamber soydaşlarının arasına girdiği ilk andan itibaren, Kur'ân'da babası olduğu zikredilen bir adamla işe koyulmuştur. Bu adamı putlara tapmaktan vazgeçirip kendisinin temsil ettiği tevhit dinine tâbi olmasını, böylece kendisini hidayete erdirmesi için ısrarla çaba harcamış ve bu isteğinde o kadar ısrarlı olmuş ki, sonuçta babası (denen kişi) onu kovmuş ve kendisinden uzaklaşmasını istemiştir. Ayeti okuyoruz: "Kitapta İbrahim'i de an; gerçekten o, çok doğru bir peygamberdi. Babasına demişti ki: 'Babacığım, işitmeyen görmeyen ve sana hiçbir yararı olmayan şeylere niçin tapıyorsun? Babacığım, bana, sana gelmeyen bir bilgi geldi; bana uy, seni düzgün yola ileteyim...' Ey İbrahim, dedi, sen benim tanırlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım. Uzun süre benden ayrıl, git." (Meryem/41-46)
      Onun (babası olarak zikredilen kişinin) bu tepkisine karşın, Hz. İbrahim onun için esenlik dilemiş ve kendisi için Allah'tan bağışlanma dileyeceğini vaat etmiştir. Belki de Hz. İbrahim, onun iman edeceğini, hidayete erip mutluluğa kavuşacağını umuyordu. Kur'ân'ı okumaya devam ediyoruz: "İbrahim: Selâm sana, dedi, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Doğrusu O, bana çok lütufkârdır. Sizden de, Allah'tan başka yalvardıklarınızdan da ayrılıyor ve yalnız Rabbime yalvarıyorum. Umarım ki Rabbime yalvarmakla bahtsız olmam." (Meryem, 47-48)
      İkinci ayet, İbrahim Peygamber'in (babası olarak zikredilen) o kişiye yönelik bağışlanma dileme vaadinin, yalnızca dünya hayatıyla sınırlı olduğuna dair en güzel emaredir. Yoksa kâfir olarak ölse dahi, Hz. İbrahim kıyamet gününde ona şefaat edecektir, diye bir şey söz konusu değildir. Yahut da Hz. İbrahim'in onun için dua etmesini, onun kafir olduğunu bilmeme durumuyla sınırlı olduğunu söylemeliyiz.
      Sonra yüce Allah, Hz. İbrahim'in bu vaadini yerine getirişini ve babası için bağışlanma dileyişini anlatarak, Hz. İbrahim'in şöyle dua ettiğini belirtmiştir: "Rabbim, bana hüküm (doğru ilim ve amel) ver ve beni salihler arasına kat. Sonra gelenler arasında bana, bir doğruluk dili nasip eyle. Beni nimet cennetinin vârislerinden kıl. Babamı da bağışla. Çünkü o, sapkınlardandı. Kulların diriltilecekleri gün, beni utandırma. O gün ki, ne mal, ne de oğullar yarar vermez. Ancak Allah'a sağlam ve temiz kalp getiren yarar görür." (Şuarâ/83-89) Hz. İbrahim'in bu duasındaki: "Çünkü o, sapkınlardandı." tabirinden, Hz. İbrahim'in, babasının ölümünden veya kendisinin ondan uzaklaşmasından sonra bu duayı ettiği anlaşılmaktadır. Bunu, orijinal ifadenin [innehu kane min'ez-zâllîn] başındaki "kane" edatından çıkarıyoruz. Ayetin devamında yer verilen sözlerinden de, Hz. İbrahim'in, sadece verdiği sözün sorumluluğundan kurtulmak için bu duayı ettiği anlaşılmaktadır. Âdeta şöyle demiştir: "Kıyamet gününde şu sapkını affet..." Sonra da kıyamet gününü: "O gün temiz bir kalple gelmekten başka hiçbir şeyin yararı olmaz!" şeklinde tanımlamıştır.
      Yüce Allah, Hz. İbrahim'in duasıyla ilgili bu gerçeği, bir mazeret şeklinde şu buyruğuyla açıklamıştır: "Akraba bile olsalar, cehennem halkı oldukları belli olduktan sonra, Allah'a ortak koşanlar için mağfiret dilemek; ne peygambere, ne de inananlara yakışmaz. İbrahim'in, babası için mağfiret dilemesi ise, sadece ona verdiği bir sözden ötürü idi. Fakat onun, bir Allah düşmanı olduğu, kendisine belli olunca ondan uzak durdu. Gerçekten de İbrahim, çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi." (Tevbe/113-114) Ayetlerin akışı gösteriyor ki, Hz. İbrahim, hem bu duayı dünya hayatındayken yapmış ve hem de dünyadayken ondan uzaklaşarak ilişkisini kesmiştir. Yoksa, kıyamet gününde ona dua edip sonra da ondan uzaklaşacak değildir. Çünkü ayetlerin akışı, genel bir yasaklama içeren yasama niteliklidir. Bundan da Hz. İbrahim'in duası istisna tutulmuştur. Bunun da gerçekte onun sözünü tutma hususundaki titizliğinden kaynaklandığı belirtilmiştir. Durum bundan ibaretken, dünyada uyulması icap eden yasama nitelikli bir hükümden, yarın kıyamet gününde gerçekleşecek olan bir şeyi istisna etmenin, ardından da yine kıyamet gününde gerçekleşecek olan bir uzaklaşma fiilinden söz etmenin, bir mantığı olamaz.
      Özetle; yüce Allah, İbrahim Peygamber'in, babası için dua edişinden, sonra da ondan uzaklaşmasından söz ediyor. Bütün bunlar, Hz. İbrahim'in hayatının ilk dönemlerinde ve henüz kutsal topraklardan hicret etmeden gerçekleşmiştir. Bunu, onun, hakkı dilemesinden ve salihlere katılmayı ve salih evlâtlara sahip olmayı istemesinden anlıyoruz. Nitekim bu, önceki ayetlerde geçen: "Rabbim, bana hikmet bahşet ve beni salihlere kat." ifadesinden anlaşılıyor. Keza, babasından ve soydaşlarından uzaklaşmasını ve babası için mağfiret dilemeyi istisna edişini içeren ayetten de bu anlaşılıyor. Allah Teala bu hususla ilgili olarak da şöyle buyurmuştur: "İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir öğüt vardır; onlar kavimlerine: 'Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizin taptıklarınızı tanımıyoruz. Siz, bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir.' demişlerdi. Yalnız İbrahim'in, babasına: 'Senin için mağfiret dileyeceğim; fakat Allah'tan gelecek hiçbir şeyi senden savamam.' demesi hariç…" (Mümtehine, 4)
      Sonra yüce Allah, İbrahim Peygamber'in kutsal topraklara hicret etmeye karar verişini, salih evlâtlar istemesini anlatıyor ve şöyle buyuruyor: "Ona bir tuzak kurmak istediler, biz de onları alçak düşürdük. İbrahim dedi ki: Ben Rabbime gideceğim, O beni doğru yola iletecek. Rabbim, bana iyilerden lütfet." (Sâffât, 100)
      Sonra da yüce Allah, Hz. İbrahim'in kutsal topraklara gidişini ve kendisine salih evlâtlar bahşedişini anlatıyor ve şöyle buyuruyor: "Ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de, asıl kendilerini hüsrana uğrattık. Onu ve Lut'u kurtarıp, âlemlere bereketli kıldığımız yere getirdik. Ona İshak'ı hediye ettik, üstelik Yakub'u da fazladan verdik. Hepsini de iyi insanlar yaptık." (Enbiyâ, 70-72) Yine şöyle buyurmuştur: "İşte onlardan ve onların Allah'tan başka taptıklarından ayrılınca, biz ona İshak'ı ve Yakub'u armağan ettik ve hepsini de peygamber yaptık." (Meryem, 49)
      Sonra yüce Allah, Hz. İbrahim'in Mekke'de yaptığı, son dua edişinden söz ediyor. Bu, kutsal topraklara hicret edip orada çocukları dünyaya geldikten ve İsmail'i Mekke'ye yerleştirerek kenti kurmasından ve Kâbe'yi inşa etmesinden sonraki döneme rastlayan bir olaydır. Bunlar, Kur'ân'da Hz. İbrahim'den aktarılan son sözlerdir. Allah Teala bu olaya işaretle şöyle buyurmuştur: "Bir zaman İbrahim şöyle demişti: Rabbim, bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut... Rabbimiz, ben çocuklarımdan bazısını, senin Haram Evi'nin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı kılsınlar diye... İhtiyarlık çağımda bana İsmail ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun. Şüphesiz Rabbim duayı işitendir... Rabbimiz, hesabın görüleceği gün, beni, anamı-babamı ve müminleri bağışla." (İbrâhîm, 35-41)
      Bu ayet, akışı itibariyle ve diğer karinelerin de desteğiyle gösteriyor ki, Hz. İbrahim'in, ("Valid" kelimesiyle ifade ederek) dua ettiği öz babası, daha önce yüce Allah'ın, "Babası Azer'e..." ifadesinde işaret ettiği kişiden ayrıdır. Çünkü açıkça görüldüğü gibi, ayetler Hz. İbrahim'in, sırf sözünü tutmak için ona dua ettiğini, sonra da onun Allah düşmanı olduğunu anlayınca da kendisiyle ilişkilerini kestiğini ifade etmektedir. Bu durumda daha önce ilişkisini kestiği ve kendisinden ayrılarak Rabbine sığındığı birisine yeniden dua etmesinin bir mantığı olamaz. Şu hâlde, babası (olarak zikredilen) Azer, onun bu son duasında annesiyle birlikte zikredip dua ettiği öz babasından farklı bir kişidir.
      Bu son duasının içerdiği en ince kanıt ise, "valideyye" sözcüğünün kullanılmış olmasıdır. "Valid" ifadesi Arapça'da ancak öz baba için kullanılıyor. O da insanın dünyaya gelmesine sebep olan kişi anlamına gelir. Oysa önceki duasında ise, "Babamı da bağışla. Çünkü o sapkınlardandı." demişti. Bu ayette "eb" sözcüğü kullanılmıştır. Azer'den söz eden diğer ayetlerde de, yine hep baba kelimesi "eb" şeklinde geçmektedir. "Eb" sözcüğü ise, dede, amca ve bunların dışındaki kişiler için de kullanılmaktadır. Bizzat Kur'ân'da dahi bu kullanımın örneklerine tanık oluyoruz. Meselâ bir ayette şöyle buyuruluyor: "Yoksa Yakub'a ölüm gelip çattığı zaman orda mı idiniz? O zaman Yakup oğullarına, 'Benden sonra neye tapacaksınız?' dedi. Dediler ki: Senin Allah'ın ve babaların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek ilâha tapacağız. Biz O'na teslim olanlarız." (Bakara, 133) Oysa İbrahim, Yakub'un dedesidir, İsmail de amcasıdır. Bu ayette her ikisi için de "eb" yani baba niteliği kullanılmıştır. Bir diğer ayette ise, Yusuf Peygamber'in sözleri olarak şöyle buyuruluyor: "Babalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine uydum." (Yûsuf, 38) Oysa İshak, Yusuf'un dedesidir, İbrahim de babasının dedesidir. Bu ikisi için de "eb" kelimesi kullanılmıştır.
      Bütün bunlardan anlaşılmıştır ki, ayette sözü edilen Azer, İbrahim'in öz babası değildir. Aksine, baba niteliğini gerektirecek ve İbrahim'in kendisine "babacığım" demesine neden olacak manevî bir babalığı söz konusuydu. Dil kuralları, dedeye, amcaya, öz babadan sonra anneyle evlenen kişiye, insanın işlerinin yönetimini üstlenen kimselere ve sözü dinlenen büyüklere de baba demeyi caiz görmektedir. Bu, sadece Arapça'ya özgü bir durum da değildir. Bu ve benzeri hususlarda diğer diller de Arapça gibi geniş bir kullanım alanına sahiptirler. Bütün dillerde edebî kuralların el verdiği oranda etkili anlatım ve anlaşma için anne, amca, kardeş, baş, göz, ağız, el, pazı ve parmak gibi sözcükler son derece geniş bir anlamsal yelpazede kullanılıyorlar.

      Gönülleriniz bir olmadıktan sonra sayıca çok olmanızın bir anlamı yoktur
      İmam Ali (a.s)

      Yorum


        #18
        Ynt: Mustafa İslamoğlu'nun Şia Ekolü'ne yönelttiği mesnetsiz eleştirilerine cevaptır

        Velhasıl buraya kadar yapılan açıklamalardan şu hususlar ortaya çıkmıştır:

        Birincisi: Ayetin anlamının açıklık kazanması açısından, rivayetlerde, tarihsel metinlerde ve edebî kaynaklarda Hz. İbrahim'in babası hakkında yer alan tartışmalarla, Azer lafzıyla ilgili; özel isim mi, yoksa övgü veya yergi anlamını içeren bir lakap mı, yahut da bir put ismi mi olduğu hususunda baş gösteren ihtilâflar üzerinde durmaya hiç gerek yoktur. Bunların üzerinde durmakla ayetin anlamının belirginleşmesine herhangi bir katkıda bulunmuş olmayız.
        Kaldı ki, bu bağlamda aktarılan değerlendirmelerin çoğu dayanaktan yoksun zorlamalardır. Ayrıca "Azere ettehizu esnamen aliheten= Azer, putları mı ilâh edindin?" cümlesiyle ilgili garip terkipler kurularak ya ayetin zahirî anlamı ifsat edilmiş ya da akışının bozulmasına neden olunmuştur. Örneğin takdim ve tehir yapıldığı, bazı ifadelerin hazf veya takdir edildiği söylenmiştir?


        İkincisi: Hz. İbrahim'in öz babası, Azer değildir. Fakat Kur'ân-i Kerim, onun öz babasının adını zikretmemiştir. Babasının adı rivayetlerde geçmiştir, Tevrat'ta yer alan Hz. İbrahim'in babasının adının "Târakh" olduğuna dair açıklama da bu rivayetleri doğrular niteliktedir."
        Görüldüğü üzere bu Ehlibeyt müfessiri de özellikle Kur'an-ı Kerim'in ilgili ayetlerini birbiriyle karşılaştırıp üzerlerinde düşünerek, Azer'in Hz. İbrahim'in öz babası olmadığı sonucuna varmıştır ve bu istidlalinde ne İmamet Teorisi'ne ne de Ebu Talib'in kurtarılması mevzusuna ne uzaktan ne de yakından bir işarette bulunmamış ve bu meseleyi onlarla ilişkilendirmemiştir. Aksine, bu ayetle ilgili tefsirinin rivayet bölümünde, aynı görüşü savunan Ehlisünnet alimleri gibi, bu meselenin, doğrudan doğruya ilgili ayetlerin doğru anlaşılması ve Allah Resulü'nün atalarının durumuyla ilintili olduğunu vurgulamış ve şöyle yazmıştır: "Müşrik Azer'in, Hz. İbrahim'in öz babası olmadığı, amcası veya annesinin babası olduğunu savunanlar, öncelikle Sünnî ve Şiî kaynaklarda yer alan, Peygamber efendimizin bütün atalarının muvahhit olduklarını ve onların arasında bir tek müşrikin dahi bulunmadığını belirten hadislere dayanmışlardır. Böylece bu görüşü kabul edenlerle etmeyenler arasında uzun tartışmalar olmuştur.
        Ancak Ben derim ki: Bu tarz bir araştırma, ne şekilde olursa olsun, tefsir amaçlı bir araştırmanın konusu değildir. Bununla birlikte her iki grup da bu konuda araştırma yapmak ve gerçeği ortaya çıkarmak durumundadırlar. Fakat bizim buna ihtiyacımız yoktur, böyle bir şeye gerek de duymuyoruz. Çünkü biz, daha önce, En'âm Suresi'nin bu ayetlerinde sözü edilen müşrik Azer'in, Hz. İbrahim'in öz babası olmadığının bizzat ilgili ayetlerce ortaya konduğunu gördük. O hâlde, Azer'in, Hz. İbrahim'in öz babası olduğunu söyleyen rivayetlerin de, birbirleriyle çelişmeleri bir yana, Kur'ân'a ters düştükleri için, itibar edilmeyip reddedilmeleri icap etmektedir."
        Burada yazımızı sonlandırırken şunu ifade etmek isterim ki, bütün bu açıklamalar, Sayın Mustafa İslamoğlu'nun, bu meseleyi de İmamet teorisine ve Hz. Ebu Talib'in, onun tabiriyle kurtarılmasına bağlamakta ne kadar da büyük bir yanılgıya düştüğünü ve alaycı bir şekilde sormuş olduğu; "Azer İbrahim'in amcası olsa ne olacakmış?" şeklindeki sorusunun da ne kadar yersiz bir soru olduğunu açıkça gözler önüne sermiştir. Sayın Mustafa İslamoğlu'nun bu sorusunun cevabında kendisine denmelidir ki, isterseniz gelin de, Şia'nın inandığı gibi, Azer'in, Hz. İbrahim'in amcası olduğu takdirde ne olacağından önce, sizin inandığınız gibi, amcası değil de öz babası olduğu takdirde ne olacağına bakalım.


        Sayın Mustafa İslamoğlu, sizin dediğiniz şekilde Azer'in Hz. İbrahim;'in öz babası olduğunu kabul edersek, bir takım sorunlar ortaya çıkıyor ki, onların hiçbirini kabul etmek mümkün değildir. Özetle bu sorunları şöyle sıralayabiliriz:


        1- Merhum Allame Tebatebai'nin de açıkça ortaya koyduğu gibi, bizzat Kur'an-ı Kerim'in ilgili ayetleri içerisinde bir çelişki oluşması ve Allah Teala'nın Ulu'l-Azm olan bir peygamberinin, hem de ömrünün sonuna doğru, Allah Teala'nın kendisine izin vermediği bir eylemde bulunması ve dahası, Allah Teala'nın da böylesi bir eylemi yasakladığı halde, Hz. İbrahim'in, kendisinin yasakladığı bu eylemini onaylar şekilde beyan etmesi ortaya çıkar ki, bu, haşa bizzat Allah Teala'nın kendi tutumunda da çelişki olduğunu gösterir ki, böylesi bir düşünceden de Allah'a sığınırız.
        2- Şia ve Sünni kaynaklarında yer alan, Allah Resulü'nün nurunun, dünyaya teşrif edinceye kadar, Hz. Adem'den itibaren hep temiz bellerden temiz rahimlere ve temiz rahimlerden de temiz bellere geçerek geldiği ve Allah Resulü'nün nurunu taşıyan kimsenin hep zamanının en hayırlısı olduğuna dair sayısız hadislerin yalan olduğu ve eşref-i mahlukatın hatta kendi anne ve babasının bile haşa kafir olduğu ortaya çıkar ki, böylesi bir inanıştan da Allah'a sığınırız.
        3- Allah Teala'nın seçip alemlere üstün kıldığı kimselerin, arada hiçbir kopukluk olmaksızın birbirinden gelme bir soy olduklarını belirten Allah Teala'nın: "Allah, Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini, İmran ailesini, birbirinden gelme bir nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı. Allah işitendir, bilendir." (Al-i İmran/33) ayetiyle "Yarattıklarımızdan, daima hakka ileten ve hak ile hükmeden bir ümmet bulunur" (A'raf/181) ayetine muhalefet edilmiş olunur ki, böylesi bir muhalefetten de Allah'a sığınırız.
        4- Hiç gerekmediği halde, Hz. İbrahim'in öz babasıyla ilgili bütün tarihi kaynaklarda yer alan bilgilere muhalefet edilmiş olunur ki, bu, akıl sahibi bir kişinin yapacağı bir iş değildir. Özellikle de Hz. İbrahim'in de Hz. Musa gibi, çocukluk döneminde kafirlerin başı tarafından öldürülme riski yaşadığı ve bu yüzden de annesi onu gizlice bir mağarada büyütmek zorunda kaldığı, tarihi kaynaklarda yer almıştır ki, eğer Hz. İbrahim tevhid ehli bir aileden olmasaydı, böylesi bir tehlikeyle karşı karşıya kalması da hiç makul görülmemektedir.
        Bütün bu sorunlar, Sayın Mustafa İslamoğlu'nun görüşüne katılarak, Azer'in, Hz. İbrahim'in öz babası olduğunu kabul ettiğimiz takdirde yaşayacağımız sorunlardır. Ama eğer Sayın Mustafa İslamoığlu'na katılmaz ve Şia'nın inandığı gibi, Azer'ın, Hz. İbrahim'in öz babası değil de, amcası ya da kendisine baba denecek kadar o Hazret'e emeği geçen başka birisi olduğunu söylersek, bu durumda da karşılaşacağımız tek sorun, baba anlamını ifade eden "Eb" kelimesinin, ayette öz baba anlamında değil de, daha geniş bir anlamda kullanılması olacaktır ki, zaten bunu gerektiren bir emare olduğu takdirde böylesi bir kullanım bütün dillerde hem yaygın hem de kaçınılmazdır. Söz konusu olan bu ayetlerde de bunu gerektiren bir değil, birden çok emare olduğunu hep birlikte gördük. Nihayet bu bahsimizi de burada sona erdirip, bu konudaki hakemliği de, selim vicdanlara bırakırken, Sayın Mustafa İslamoğlu'nun, bu yazıyı okuduktan sonra içine düştüğü bu hataları düzelteceğini umuyorum. Allah Teala'nın selamı ve bereketi cümle müminlerin üzerine olsun. Saygılar
        Gönülleriniz bir olmadıktan sonra sayıca çok olmanızın bir anlamı yoktur
        İmam Ali (a.s)

        Yorum

        YUKARI ÇIK
        Çalışıyor...
        X