Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

SÜNNÎLİKTEN ŞİÎLİĞE, ŞİÎLİKTEN SÜNNÎLİĞE GEÇEN İKİ MÜELLİF VE ESERLERİ

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    SÜNNÎLİKTEN ŞİÎLİĞE, ŞİÎLİKTEN SÜNNÎLİĞE GEÇEN İKİ MÜELLİF VE ESERLERİ

    Selamunaleykum degerli kardesler.

    Bu calisma, Prof. Dr. ilyas üzüme aittir. Kendisi bu eserde, sünnilikten siilige, ve siilikten sünnilige gecen iki müellifin (Muhammed et-Tîcânî es-Semâvî ve Musa el-Musevî) arastirmalarini incelemis ve bir sonuca varmis. ilyas üzüme göre, siilikten sünnilige gecen Musa el-Musevinin calismalari daha insafli ve kendi metoduna bagli kaldigindan dolayi daha basarili olmustur. Muhammed et-Ticaniyi ise sert uslubundan dolayi elestirmis ve calismalarini büyük ölcüde yetersiz bulmustur.
    Bizler burada ilyas üzüme ait olan calismasinda gecen konulari buraya aktaracagiz ve bölümleri sirasiyla ele alarak, yorumlarimizla ve gerektiginde verecegimiz kaynaklarla ilyas üzümün bu calismasina görüslerimizi belirtecegiz.
    Bu calismamiza herkesi davet ediyoruz.
    Amacimiz, yazarin elestirilerini gözden gecirmektir ve Ticani (sii) olsun yada el-Musevi (sünni) olsun, yazarin bu müelliflerin calismalarina getirdigi elestirilerine cevap vermektir.

    #2
    Ynt: SÜNNÎLİKTEN ŞİÎLİĞE, ŞİÎLİKTEN SÜNNÎLİĞE GEÇEN İKİ MÜELLİF VE ESERLERİ

    eserin kaynagi sudur:
    http://siapedya.wordpress.com/2012/0...f-ve-eserleri/

    basliyoruz biiznillah:

    İlyas Üzüm
    Tarih boyunca gerek fertler gerekse kitleler düzeyinde dinî, siyasî, iktisadî ve psiko-sosyal sebeplere bağlı olarak mezhep değiştirmeler olagelmiştir. Bazen siyasî otoriteyi elinde bulunduranlar hakkâniyetine inandıklan ya da siyasî bakımdan maslahat gördükleri için mezhep değiştirmeye meyletmişler ve bu meyil halk kesimlerine yansımıştır; bazen de kişiler sosyal çevrelerinde hakim olan mezhebî telakkileri sorgulayarak hak gördükleri mezhebi kabul etmişlerdir. Bunun yanın¬da menfaat temini için mezhep değiştirenler de olmuştur. Hangi sebeple olursa olsun, mezhep değiştirenler yeni mezhebin mensuplan tarafından büyük bir ilgi ve takdirle karşılanırken, eski mezhebin saliklerince yadırganmış hatta suçlanmışlardır.
    Son yıllarda biri sünnî iken Şiîliği tercih eden, diğeri şiî iken açıkça Sünnîliği benimsediğini söylememekle beraber Şiîliğin Sünnîlik ile uyuşmadığı temel nok¬talarda Şiîliği tenkit ederek ismen olmasa da anlayış bakımından Sünnîliğe intisap eden iki müellif dikkat çekmeye başlamıştır. Bunlar Muhammed et-Tîcânî es-Semâvî ve Musa el-Musevî’dir. Tîcânî’nin eserleri İran’da büyük revaç görmüş, adı geçen ülkede hem şiîlerin mezhep bağlılığını pekiştirmek hem de sünnî zümreleri etkilemek için yayımlanmış ve çeşitli dillere tercüme edilerek muhtelif bölgelere gönderilmiştir. Diğeri ise Tîcânî’nin eseri kadar olmasa da sünnî dünyada, özellikle de bazı Arap ülkelerinde destek görmüş ve birçok baskısı yapılmıştır.
    Tîcânî’nin mezhep değiştirme macerasını anlattığı ilk eseri (Sümme’h-tedeytü) Sünnîliği tenkit edip Şiîliği öne çıkardığı asıl kitabı Li ekûne maa’-sâdikîn (Paris 1987)’dir. Musevî’nin ise Şiîliği eleştirip sünnî yaklaşım çerçevesinde tashîh önerdiği eseri eş-Şîa oe’t-tashlh (Santa Monica 1988) ‘tir. Burada ilk kitaptan başlanarak önce müelliflerin hayatı verilecek, daha sonra eserlerin muhtevası üzerinde durularak kısa bir değerlendirme yapılacaktır.


    1. Müellifin Hayatı
    Muhammed et-Tîcânî es-Semâvî 1950′de Tunus’un Kafse şehrinde doğmuştur. Çok küçük yaşta hıfzını tamamlamış, klasik dinî tedrisat yanında edebiyat ve şiire ilgi duyarak çevrede dikkat çekmeye başlamıştır. Ortaöğretimi bitirdikten sonra Zeytûniye Üniversitesi ne devam eden Tîcânî buradan mezun olduktan sonra bir süre öğretmen olarak çalışmıştır. Suudi Arabistan’a giderek orada Suudlu âlimlerle görüşmüş, onlann fikirlerini benimseyerek Vehhâbîliğe meyletmiştir. Ülkesine döndükten sonra öğretmenliğin yanında camilerde vaaz vermeye devam etmiş ve kısa sürede büyük bir ün kazanmıştır. Onun ününden yararlanmak isteyen Tîcânî tarikatı lideri Şeyh İsmail kendisini Cerid eyaletinin önemli şehri olan Tozeur’a çağırmış ve iltifatlarda bulunmuştur. Ancak o, bu tarikata girmemiş ve Vehhâbî âlimlerin fikirlerini haklı görerek tarikattakilerin bir nevi şirke kaydıklarını düşünmüştür. Daha sonra İslâm dünyasını biraz daha yakından tanımak için Mısır, Ürdün ve Lübnan’ı kapsayan bir seyahate çıkmıştır. Seyahatine Kahire’den başlayan Tîcânî, Ezher Üniversitesi âlimleriyle görüşmüş ve onlardan Ezher’de öğretim görevliliği teklifi almıştır. Mısır’dan Beyrut’a giderken gemide tanıştığı Bağdat Üniversitesi’nde hoca olan Mün’im adında Iraklı şiî bir zat onu Irak’a davet etmiştir. Tîcânî plânladığı seyahatini tamamladıktan sonra Irak’a geçerek Mün’im’le buluşmuştur. Mün’im kendisini Necef’e götürmüş ve orada şiî müctehitlerin ileri gelenlerinden Ebu’l-Kâsım el-Hûî ve Muhammed Bâkır es-Sadr’la tanıştırmıştır. Tîcânî âyetullahlardan dinledikleri karşısında hayrete düşmüş ve şiî kaynaklarını araştırmaya başlamıştır. Bu araştırmasının neticesinde de Şiîliğin hak olduğuna karar vermiştir. Bu kararından sonra da Sümme’h-tedeytü (Artık Hidayete Eriştim) isimli bir kitap yazarak mezhep değiştirme serüvenini etraflıca anlatmıştır. Ardında da Li ekûne maa’s-sâdikîn isimli ikinci eserini telif etmiştir. Onun tespit edebildiğimiz diğer iki eseri eş-Şîa hüm Ehlü’s-sünnet (Beyrut 1993) ile Ask Those Who Know (Kum ts.)’dur.

    Yorum


      #3
      Ynt: SÜNNÎLİKTEN ŞİÎLİĞE, ŞİÎLİKTEN SÜNNÎLİĞE GEÇEN İKİ MÜELLİF VE ESERLERİ

      a. İtikâdî Konular
      Başlangıçta Hz. Ali ve çocuklarının halife olması gerektiğini ileri süren ve tamamen siyasî bir oluşum niteliği taşıyan Şîa, zamanla itikâdî ve amelî konularda kendine mahsus anlayışlar geliştirmiştir. Genelde benimsenen görüşe göre Şîa, imâmet ve ona bağlı bazı konular hariç IV. (X.) asırdan itibaren büyük ölçüde Mu’tezîle kelâmının etkisi altına girmiştir. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet ile Şîa arasındaki ihtilaflar bir bakıma Ehl-i Sünnet ile Mu’tezile arasındaki ihtilaflar demektir. Tîcânî, söz konusu noktayla ilgili kelâmî tahlillere girmeden Allah inancı, peygamberlik, Kur’an ve kader konularında her iki mezhebi karşılaştırarak Şîa’nın daha isabetli olduğunu ileri sürmüştür.
      Tîcânî’ye göre Allah inancı açısından iki taraf arasında en önemli ihtilaf ru’yetullah (Allah’ın görülmesi) meselesidir. Ehl-i Sünnet, mü’minlerin ahirette Allah’ı göreceklerini ileri sürmüş, hatta hadis kaynaklarında bu hususta birçok rivayet yer almıştır. Ayrıca onlar Allah’a gülme, hoşlanma, yürüme, inme gibi teşbih ifade eden nispetlerde de bulunmuşlardır. Şîa ise ru’yetullah’ı kabul etmemiş, âyet ve hadislerde görünüşte teşbih ifade eden hususlan Kur’an’a uygun biçimde yorumlamıştır. Çünkü Şîa’nın inançlarını aldığı imamlar sıradan kişiler olmayıp ilmin pınarı, risaletin kaynağı ve Allah’ın Kur’an’ı anlamada kendilerini varis kıldığı kimselerdir.
      “Bedâ” (Allah’ın ilminin değişikliğe uğraması) konusunda ise Tîcânî Ehl-i Sünnet’i konuyu saptırmakla suçlar. Ona göre Şîa bu kavramı Allah’ın cehline kapı açacak biçimde yorumlamamış, O’nun daha önce verdiği bir hükmü değiştirmesi olarak değerlendirmiştir. Bedâ’yı olumsuz anlamda kabul edenler sünnîlerdir. Zira onların hadis külliyâtında geçen bir rivayette Allah’ın müslümanlara günde elli vakit namaz emrettiği ve Hz. Musa’nın uyarmasıyla Hz. Peygamber’in bunu beş vakte kadar indirdiği hikâye edilmektedir (s. 149-154).
      Diğer bir itikâdî husus nübüvvettir. Tîcânî’ye göre bu konuda iki taraf arasındaki temel ihtilaf peygamberlerin ismeti meselesidir. Ehl-i Sünnet peygamberlerin sadece vahyi tebliğ etmede ismet sahibi olduklarını, bunun dışında diğer insanlar gibi bazen hata edebileceklerini söylemiş, hatta daha da ileri giderek hadis kaynaklarında Hz. Muhammed’in, “siz dünya işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz” dediğini, bir keresinde namaz kıldırırken unutup kaç rek’at kılındığını hatırlayamadığını, ramazanda gusül abdestini gerektirecek bir halde sabahlayıp sabah namazını kaçırdığını ifade eden uydurma rivayetlere yer vermişlerdir. Şia ise bu konuda büyük bir hassasiyet göstererek peygamberlerin yanılma ve hata cinsinden her türlü kusur, günah ve unutmadan münezzeh olduklarım ifade etmiş, özellikle de Hz. Muhammed’in mutlak masumiyetini savunmuş, görünüşte ismeti zedeleyen hususlan müsbet şekilde yoruma tabi tutmuştur (s. 23-27).

      Yorum

      YUKARI ÇIK
      Çalışıyor...
      X