Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İmamların masumluğu meselesi

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: İmamların masumluğu meselesi

    [quote author=Barış87 link=topic=17529.msg108135#msg108135 date=1287643756]
    ben imamların masum olmasını anlarım ama Hz.peygamber hariç diğer bütün insanlardan yani ulul azm peygamberlerden bile üstün olmalarını asla anlamıyorum.
    [/quote]

    Barış87 kardeşim, bu sorunuzun aynısı orada da olduğu için orada cevaplamıştım. Oradan siz ve merak eden kardeşlerimiz inceleyebilirsiniz. Ancak ordaki açıklamalar biraz özet olduğundan anlaşılmayabilir kapalı kalan ikna olmadığınız yönler varsa konuyu burada daha da açabiliriz... inşaAllah

    http://www.velayet.com/index.php?topic=17963.0

    Yorum


      Ynt: İmamların masumluğu meselesi

      "peygamber kendisine vahiy geldiği andan itibaren peygamberdir.ondan önce mümtaz ve müstesna bir şahsiyettir sadece.

      ikincisi; Abdulmuttalibin sünneti diye bir şey yoktur.Abdulmuttalip yada mekkenin herhangi bir büyüğü tarafından veyahut müşrikler tarafından adet haline getirilmiş bazı örf-adetler islamın doku yapısına uygun olduğu için olduğu gibi alınmış,benimsenmiş ve tavsiye edilmiştir.
      burda şahıslar değil uygulamalar önplandadır ve bu uygulamalar islama uygun olduğu müddetçe gerek islamın toplumu şekillendirmesinde yardımcı olması ve gerekse islamın kendisinden önceki güzellikleri bile iptal eden totaliter yapısının olmadığını gösterir."


      Rivayetlerimiz arasında hz. İbrahim a.s.'ın sürekli var olduğunu, hicazda bunların görev sürdürdüklerini Kabeyi merkez alarak irşad ettiklerini görüyoruz. Bu naiblerin/vekillerin/vasilerin sonuncularının Ebu Talib a.s. olduğu da var bu rivayetler arasında.

      Böylece doğruyu bulmak isteyen insanlara Allah'ın adalet sıfatı gereği ve hikmetli bir Yaratıcı vasfının vucubiyeti nedeniyle her zaman bir doğruyu gösterici olmuştur. Bunu Ebu Talib a.s. ve Abdülmuttalib a.s.'ın hal ve hutbelerinden çok açık olarak anlıyoruz. Yine Ebu Talib a.s.'ın kabede cuma günleri cumaya benzeyen bir namaz kıldırdığı ve hutbe verdiği de rivayetlerde geçer. Bu konu sünni görüşler için İzmir ilahiyattan Ali Osman Ateş'in Ehlikitap ve Cahilyede İslam Örf ve adetleri (kitabın adı sanırın bu şekilde idi) adlı kitabına bakılabilir. Ateş'in bu kitataki en temel tezi İslam'ın neredeyse tüm adet ve amellerinin cahiliye ve ehli kitapta aslında bilindiği ve yaşandığı yönünde... Yine Prof. Haydar Baş'ın yeni yazdığı ilgili kitaplarında da bu bilgilerle ilgili yeterli delillerin olacağını düşünüyorum..

      "burda şahıslar değil uygulamalar önplandadır "

      bu günümüz hümanizminin müslümanlarda yarattığı popüler hastalıklı düşüncesinden başka bir şey değildir. Aslında gerçek hayatta uyugulanması mümkün olmayan bir demogojiden ibarettir.

      bunun Peygamber ve iyiler için versiyonu yukarıdaki gibiyken, kötüler için versiyonu ise:

      "kötülüğü yapandan değil yaptığı kötülükten nefret etmeliyiz" şeklindedir.

      (bu konuda da daha önce yazdık tekrar için okurlardan özür dileriz)

      bu gerçek hayatta uygulaması mümkün olmayan bir demogojidir. Örneğin ikinci versiyonu üzürinde duralım.. Kötülükten nefret etmek nasıl olacak.. Zaten kötülükten insan nefret etmez mi? Peki cezalandırma nasıl olacak.. kötülüğün açtığı zararı telafi nasıl olacak. Diyelim biri geldi senin babanı öldürdü şimdi sen ondan nefret etme bakalım öldürme fiilinden nefret et:

      1- bu fiili nasıl tahayyül edeceksin nasıl var kabul edip nefret edeceksin

      2- bu fiili nasıl bulup cezalandıracaksın..

      Allah da kafirleri ve suçluluları tehdit etmektedir onları cehennemde yakmakla tehdit etmektedir, fiillerini değil. Eğer denilen şeyi uygulamak mümkün olsup kafirlerin inkarlarını ateşe atmak mümkün olsaydı Allah kafirlerin kötülüklerini cehenneme kendilerini de onlar cezalanıncaya kadar en azından cennet olmasa bile orta bir yere atması gerekirdi.. ama böyle bir şeyin olması mümkün değil, muhaldir.

      Aslında işin özünde başka nedenler ve hesaplar vardır. Gerek günümüz hümanizminin sahte yüzü, ve zalimlerle perde gerisindeki işbirliği gerekse geçmişte zalimlerin uydurduğu mürcie ve benzeri mezhepler vasıtasıyla gizlemeye çalıştıkları zalimleri koruma kollama amaçları yatmaktadır bu demogojide.

      Örneğin Emevileri ele alalım. Bunlar zulüm dolu iktidarlarını Ehlibeyte yaptıkları katliamları hiç kimsenin kabul etmeyeceğini hiç bir vicdanın onaylamayacağını elbette biliyorlardı. Bu yüzden kendilerine yönelmiş kin ve nefretlerin bir sel olup iktidarlarını götürmesini engellemek için çare arayışına girdiler. Ve bu teoriyi ortaya attılar. Zalimden değil zulmünden nefret etmek.

      böylece ortada nefret edilecek bir şey kalmamış olacak ve zalimler yırtmış olacaktı.. İnsanlar suçlu fail bulamayacaktı cezalandıracak..

      günümüzde de hümanizm zalimleri koruyup kollamak, onlara yönelmiş kin ve öfkenin pasifize edilmesi ve cezalandırmaya yönelip isyana dönüşmemesi için bu çözüm bulundu. İnsan kutsaldır ona dokunulmaz ama onun kötülüklerinden nefret edilir. böylece zalimler yine şirin kalacak insanlar yine onları cezalandıramayacaklardır...

      bunun İslami ve iyilik alanındaki versiyonunun da tersten mantık işlemesinden başka yönü yoktur:

      "önemli olan iyiliği yapan değil onun iyiliğidir. şahıslar kutsal değil onların yaptıkları ya da onlara gönderilen mesaj kutsaldır..."

      bu cümleler ile de yapılmak istenen kitlelerin iyilik yapanlara olan hayranlık ve sevgilerinin muhabbet seline dönüşüp onların yanında yer alıp onlara biat etmeye dönüşmesi böylece zalimlerin değil onların iktidar kılınmasını engellemektir. Çünkü iyiliği yapan değil iyilik önemli olunca ortada takdir edilecek ve peşine talılınıp biat edilecek insan kalmamaktadır.

      böylece iyilikler de takdir edilmiş olmamaktadır. Eğer bu düşünce doğru olsaydı yine Allah'ın dünyada iktidarı iyilere vermesi, onları cennete koyması yanlış olur, bunların iyiliklerini ödüllendirmesi yine faillerinin orada bir yere koyması gerekirdi.. En azından siz bunları insanlar dünya ve cennet için yapmadınız tamam ben sizi sevdim ama dünyada iktidar bizim hakkımız falan demeye kalkmayın derdi..

      ama şia uyanık (vahye bağlı) imamet inancı gereği böyle bir oyun asla yaşam şansı bulamaz. İmametin furuu din ile pratik bulan ilkeleri tevella ve teberra sayesinde şiiler kötülerin karşısında dimdik durup isyan eder onları asla sevmezler onlara asla biat etmezler. Ama buna karşın iyilerin de hep yanında olur onlara biat edip onların yeryüzü iktidarının gerçek sahipleri olduğunu ve mutlaka iktidar kılınmaları gerektiğini söylerler.. bunun için çalışır bu inançlarını hiç bir zaman yitirmezler. Mehdi a.f.'in kıyam inancı ile de bu inancı asla yıklımayacak bir kale haline getirmişlerdir. Elhamdülillah...

      Esedullah kardeşimin, İslami devrimci inkılapçı yönüne/hedefine rağmen böyle bu inkılabı temelinden baltalayıp altını oyacak ve pratikte üzerinde yükseleceği ayaklarının, hümanizm gibi zulüm işbirlikçisi demogojik sloganlarla yok edilmesine taraftar olmasını asla anlayamıyorum..

      Yorum


        Ynt: İmamların masumluğu meselesi

        diğerlerinden daha seçkin ve sıradışı birini diğerlerinden seçkin ve sıradışı kılan nedir?

        ileride peygamber OLACAK olmasıdır

        Abdulmuttalip a.s.dan başka kimin sünnetleri islama sokuldu? hem sosyal yaşama dair bazı adetlerin hoşgörülmesi anlaşılır da bunların fıkhi nass olarak dine kabul edilmesi başka birşeydir.


        bir kere Abdulmuttalip için neden ''a.s.'' tabirini kullanıyorsunuz?

        söz konusu olan şahıs değildir diyorum.Burda Abdulmuttalibin yada bir başkasının olması farketmez.
        mesela,hacılara su dağıtma yada gelen hacılara hizmet etme görevi gibi görevler güzel adetler olduğu için islam geldiğinde bunları iptal etmemiştir.ve bunlar fıkhi nas olarakda benimsenmemiştir.sadece sürdürülmesi faydalı güzel adetler olarak kalmıştır.

        daha da önemlisi; Bu durum, peygamberimizin peygamberlikten önceki davranışlarının da fıkhi nass olarak kabul edilebileceğini göstermez mi? Çünkü sözkonusu olan sıradan bir mekke büyüğü değil de mümtaz ve müstesna bir insan iken daha sonra peygamber olan bir şahıstır. Ama siz bir önceki yazınızda bu durumu muhal görmüş gibiydiniz.


        madem öyledir sizden bir delil istiyorum? herhangi bir amelin fıkhi dayanağının peygamberimizin peygamberliğinden önceki hayatından alındığına dair.?
        bu kişinin mümtaz ve müstesna bir şahıs olmasıyla alakası olmayan bir durumdur.

        Yorum


          Ynt: İmamların masumluğu meselesi

          bu günümüz hümanizminin müslümanlarda yarattığı popüler hastalıklı düşüncesinden başka bir şey değildir. Aslında gerçek hayatta uyugulanması mümkün olmayan bir demogojiden ibarettir.

          bunun Peygamber ve iyiler için versiyonu yukarıdaki gibiyken, kötüler için versiyonu ise:

          "kötülüğü yapandan değil yaptığı kötülükten nefret etmeliyiz" şeklindedir.

          (bu konuda da daha önce yazdık tekrar için okurlardan özür dileriz)

          bu gerçek hayatta uygulaması mümkün olmayan bir demogojidir. Örneğin ikinci versiyonu üzürinde duralım.. Kötülükten nefret etmek nasıl olacak.. Zaten kötülükten insan nefret etmez mi? Peki cezalandırma nasıl olacak.. kötülüğün açtığı zararı telafi nasıl olacak. Diyelim biri geldi senin babanı öldürdü şimdi sen ondan nefret etme bakalım öldürme fiilinden nefret et:

          1- bu fiili nasıl tahayyül edeceksin nasıl var kabul edip nefret edeceksin

          2- bu fiili nasıl bulup cezalandıracaksın..

          Allah da kafirleri ve suçluluları tehdit etmektedir onları cehennemde yakmakla tehdit etmektedir, fiillerini değil. Eğer denilen şeyi uygulamak mümkün olsup kafirlerin inkarlarını ateşe atmak mümkün olsaydı Allah kafirlerin kötülüklerini cehenneme kendilerini de onlar cezalanıncaya kadar en azından cennet olmasa bile orta bir yere atması gerekirdi.. ama böyle bir şeyin olması mümkün değil, muhaldir.

          Aslında işin özünde başka nedenler ve hesaplar vardır. Gerek günümüz hümanizminin sahte yüzü, ve zalimlerle perde gerisindeki işbirliği gerekse geçmişte zalimlerin uydurduğu mürcie ve benzeri mezhepler vasıtasıyla gizlemeye çalıştıkları zalimleri koruma kollama amaçları yatmaktadır bu demogojide.

          Örneğin Emevileri ele alalım. Bunlar zulüm dolu iktidarlarını Ehlibeyte yaptıkları katliamları hiç kimsenin kabul etmeyeceğini hiç bir vicdanın onaylamayacağını elbette biliyorlardı. Bu yüzden kendilerine yönelmiş kin ve nefretlerin bir sel olup iktidarlarını götürmesini engellemek için çare arayışına girdiler. Ve bu teoriyi ortaya attılar. Zalimden değil zulmünden nefret etmek.

          böylece ortada nefret edilecek bir şey kalmamış olacak ve zalimler yırtmış olacaktı.. İnsanlar suçlu fail bulamayacaktı cezalandıracak..

          günümüzde de hümanizm zalimleri koruyup kollamak, onlara yönelmiş kin ve öfkenin pasifize edilmesi ve cezalandırmaya yönelip isyana dönüşmemesi için bu çözüm bulundu. İnsan kutsaldır ona dokunulmaz ama onun kötülüklerinden nefret edilir. böylece zalimler yine şirin kalacak insanlar yine onları cezalandıramayacaklardır...

          bunun İslami ve iyilik alanındaki versiyonunun da tersten mantık işlemesinden başka yönü yoktur:

          "önemli olan iyiliği yapan değil onun iyiliğidir. şahıslar kutsal değil onların yaptıkları ya da onlara gönderilen mesaj kutsaldır..."

          bu cümleler ile de yapılmak istenen kitlelerin iyilik yapanlara olan hayranlık ve sevgilerinin muhabbet seline dönüşüp onların yanında yer alıp onlara biat etmeye dönüşmesi böylece zalimlerin değil onların iktidar kılınmasını engellemektir. Çünkü iyiliği yapan değil iyilik önemli olunca ortada takdir edilecek ve peşine talılınıp biat edilecek insan kalmamaktadır.

          böylece iyilikler de takdir edilmiş olmamaktadır. Eğer bu düşünce doğru olsaydı yine Allah'ın dünyada iktidarı iyilere vermesi, onları cennete koyması yanlış olur, bunların iyiliklerini ödüllendirmesi yine faillerinin orada bir yere koyması gerekirdi.. En azından siz bunları insanlar dünya ve cennet için yapmadınız tamam ben sizi sevdim ama dünyada iktidar bizim hakkımız falan demeye kalkmayın derdi..

          ama şia uyanık (vahye bağlı) imamet inancı gereği böyle bir oyun asla yaşam şansı bulamaz. İmametin furuu din ile pratik bulan ilkeleri tevella ve teberra sayesinde şiiler kötülerin karşısında dimdik durup isyan eder onları asla sevmezler onlara asla biat etmezler. Ama buna karşın iyilerin de hep yanında olur onlara biat edip onların yeryüzü iktidarının gerçek sahipleri olduğunu ve mutlaka iktidar kılınmaları gerektiğini söylerler.. bunun için çalışır bu inançlarını hiç bir zaman yitirmezler. Mehdi a.f.'in kıyam inancı ile de bu inancı asla yıklımayacak bir kale haline getirmişlerdir. Elhamdülillah...

          Esedullah kardeşimin, İslami devrimci inkılapçı yönüne/hedefine rağmen böyle bu inkılabı temelinden baltalayıp altını oyacak ve pratikte üzerinde yükseleceği ayaklarının, hümanizm gibi zulüm işbirlikçisi demogojik sloganlarla yok edilmesine taraftar olmasını asla anlayamıyorum..


          senin sadece benim neye taraftar olduğum meselesi değil bir çok şeyi anlamadığnı görüyorum.
          bir kere bana verdiğin cevap o kadar benim düşüncem ve mantığımla alakası olmayan bir cevapki ben senin benim yazdıklarımı anlayıp anlamadığından bile şüpheliyim.yanlış anlama burda senin kişiliğine karşı bir ithamım yok fakat konuyla alakası olmayan öyle cevaplar veriyorsunki ben dönüp tekrar kendi yazdıklarımı okumak zorunda kalıyorum acaba güzel ifade edemedimmi diye.ama bakıyorumki normal türkçede olması gereken bir üslupla ve anlaşılacak şekilde yazıyorum.ve seninde bir öğretmen (olduğunu sanıyorum) olarak bunları anlayabileceğini sanıyorum.

          senin cevabından şu çıkıyor: Ebu talip,Abdulmuttalip ve bunlardan önceki ataları; hanif olan ve bozulmamış olan İbrahimin dinine inanıyorlar ve bu dinin sözcüsü ve uygulayıcısı konumundalar.Ama bu insanların ellerinde İbrahimin hanif dininin hükümlerini içeren bir vesika olmadığı gibi bu uygulamalar sadece kendi atalarından öğrendikleri bazı ritüeller şeklinde kendini gösteriyor.sonradan bu ritüeller bozulmamış hanif dininin uygulamaları olarak islama intikal etmiş.ama bu uygulamalardan bazı güzel adetler haricinde dini hüküm olarak islama girmiş herhangi bir delil getiremiyorsun.eğer bunlar güzel adetler ise; bir insanın hak yolda olması için güzel adetlere sahip olması yeterlimi?

          humanizm ile ilgili yazdıklarına bir cevap yazmak bile istemiyorum.

          Yorum


            Ynt: İmamların masumluğu meselesi

            İlk olarak "esedullah" tarafından gönderildi
            diğerlerinden daha seçkin ve sıradışı birini diğerlerinden seçkin ve sıradışı kılan nedir?

            ileride peygamber OLACAK olmasıdır
            Esedullah kardeşim, sanırım birbirimizi anlamamaya şartlanıyoruz. Bir şahıs eğer ileride peygamber olacağı için seçkin ve müstesna kılınıyorsa bu O'nun masumiyetine tekabul eder, yani peygamberliğini ilan etmeden önce de masumdu anlamına gelir. Nübüvvetinden önce de masum olan bir zatın hayatı ve davranışları gayri islami olabilir mi?

            bir kere Abdulmuttalip için neden ''a.s.'' tabirini kullanıyorsunuz?
            Abdulmutalipde bunu hakkedeceği bir cevher bulmuşuzki a.s. diyoruz. Hem neden bundan rahatsızlık duyuyorsunuz?
            Daha da ötesi münafıklıkları ayyuka çıkmış ve kendilerine sahabe diyen bir kısım şahıslara peygamber efendimizle beraber salat ve selam getirildiği zaman aynı rahatsızlığı duyuyormusunuz?

            söz konusu olan şahıs değildir diyorum.Burda Abdulmuttalibin yada bir başkasının olması farketmez.
            Sözkonusu şahıs olmasaydı, Abdulmuttalip a.s. dışında başkalarının da sünnetleri islama kabul edilirdi. üzerinde durmak istediğim ayrıntı buydu.

            mesela,hacılara su dağıtma yada gelen hacılara hizmet etme görevi gibi görevler güzel adetler olduğu için islam geldiğinde bunları iptal etmemiştir.ve bunlar fıkhi nas olarakda benimsenmemiştir.sadece sürdürülmesi faydalı güzel adetler olarak kalmıştır.
            Emin ol konumuz bu değil, bunlar fıkhi nasslar değil. Abdulmuttalibin sünnetleri olup islama kanun olarak giren maddeler.

            madem öyledir sizden bir delil istiyorum? herhangi bir amelin fıkhi dayanağının peygamberimizin peygamberliğinden önceki hayatından alındığına dair.?
            Resmi kaynaklarda böyle bir verinin olmaması, peygamberin, peygamberliğini ilanından önceki hayatının örnek alınmayacağına delil olabilir mi? Benim asıl meselem budur. Yoksa böyle bir dayanak var mı yok mu o beni ilgilendirmezki. Neden müstesna ve seçkin olup, doğumundan beri peygamberlik için seçilen masum bir şahsın, nübüvveti ilanından öndeki hayatı size göre örnek alınmasın?
            kaldıki eğer fıkıhçıların çözümsüz kaldıkları meselerde peygamberimizin nübüvvetini ilanından önceki hayatından örnek almamaları sadece o fıkıhçıları bağlar. Onların eksiği olmalı. Yani bu peygamberimizin islamdışı davranışlara girebilmiş olduğunu göstermez.

            bu kişinin mümtaz ve müstesna bir şahıs olmasıyla alakası olmayan bir durumdur
            Sözlerinizde çelişki bulduğumu beyan etmek isterim. Mümtaz, müstesna yani masum bir insanın masumiyet sıfatına ters davranmış olması beklenebilirmi?

            Yorum


              Ynt: İmamların masumluğu meselesi

              "madem öyledir sizden bir delil istiyorum? herhangi bir amelin fıkhi dayanağının peygamberimizin peygamberliğinden önceki hayatından alındığına dair.?"



              Esedullah,

              bunun için işte delil. Konu sünni alimler arasında ihtilaf konusu. Size sünni olduğunuz için sizden delil getiriyorum:

              ÜÇÜNCÜ KISIM
              HAZRET-İ MUHAMMED’İN ESKİ ŞERİATLER KARŞISINDAKİ
              TAVRI

              Burada Hazret-i Muhammed’in bi’setten (peygamberliği kendisine bildirilmeden) önce ve
              sonra eski şeriatlerin hükümleriyle hareket edip etmediği meselesi ortaya çıkıyor. Bu artık
              kelâm ilminin bir konusudur ve üzerinde en çok duran mütekellimlerdir. Ancak burada usûl-i
              fıkh, yani hukuk metodolojisi açısından ele alınacaktır.
              Bi’setten (peygamberliği kendisine bildirilmeden) önce:
              1. Ulemânın büyük kısmının benimsediği görüşe göre, Hazret-i Muhammed,
              peygamberliği kendisine bildirilmeden önce geçmiş peygamberlerin şeriatleriyle hareket
              ederdi.
              Hanefîlerin çoğu, Şâfi’îlerin çoğunluğu -bu arada Kâdi Adûdeddin Îcî ve Kâdi
              Beydavî-, mütekellimlerden bir grup, Hanbelîler, Mâlikîlerden İbni Hâcib bu görüştedir153.
              Eski peygamberlerin hepsi insanları kendi şeriatlerine uymaya çağırırlar, Hazret-i Muhammed
              de buna dâhildir. Hazret-i Muhammed bi’setten önce, rivâyete nazaran büyük dedesi Hazret-i
              İbrâhîm’in şeriati üzere, sabah ve güneş batmadan önce ikişer rek’at namaz kılardı154. Hac ve
              umre yapar, Kâ’be’yi tavaf ve ta’zim ederdi; sadaka verirdi; hayvan boğazlardı; et yerdi;
              hayvana binerdi; meyte (leş) yemekten kaçınırdı. Bunların hepsi de şeriate tâbi’ olmaksızın,
              aklın yol göstermesiyle yapılacak şeyler değildi. İstishab (yani bir şeyin geçmişteki hâlinin
              değiştiğine dâir bir delil bulunmadıkça devam ediyor addolunması) prensibi gereği,
              peygamberlerin getirdiği şeriatler neshi sâbit olmadıkça geçerlidir, çünki Allah bu
              şeriatlerden râzıdır ve bu rızâ kıyâmete kadar bâkîdir. Burada, Hazret-i Muhammed’in,
              Hazret-i Âdem, Hazret-i Nûh, Hazret-i İbrâhîm, Hazret-i Mûsâ ve Hazret-i Îsâ'nın veya
              hepsinin ya da bunlardan bizce ma’lûm olmayan herhangi birinin şeriatleriyle hareket ettiği
              hususunda da ihtilaf vardır. Hazret-i Âdem veya Hazret-i Nûh’un şeriatine uyduğunu
              savunanlar, ilk şeriatlerin bu peygamberlere âit olduğu kaziyyesine dayanır. Hazret-i
              İbrâhîm’in şeriatine uyduğunu düşünenler, Hazret-i Muhammed’in Hazret-i İbrâhîm’in
              soyundan geldiğini ve bi’setten önce Arabistan’da bu peygamberin şeriatinin yaygın
              olduğunu, nitekim Hazret-i Peygamber’in ecdâdının, anne, baba ve amcasının bu şeriatle amel
              ettiğini, müteaddid Kur’an âyetlerinin de bunu gösterdiğini söylerler. Buna göre,
              peygamberler hep kendi kavimlerine gönderilmiştir. Hz. Muhammed de Hz. İbrâhim’in kavim
              ve milletindendir. Ona tâbi olması îcâb eder. Hazret-i Mûsâ şeriatiyle amel ederdi diyenler,
              bir takım âyetlerin delâletiyle Hazret-i Mûsâ şeriatinin o zamanlarda Arabistan’da bilindiğini
              ve Hazret-i Peygamber tarafından en kolay ve etraflı tanınan şeriat olduğu görüşündedirler.
              (Nitekim bugün bile amelî bakımdan Müslümanlığa en yakın din Musevîliktir.) Hazret-i
              Îsâ’nın şeriatiyle amel ettiğini söyleyenler, O’nun Hazret-i Muhammed’e en yakın peygamber
              olduğuna ve şeriatinin Hazret-i Muhammed’in peygamberliği bildirilene kadar yürürlükte
              bulunduğuna işâret ederler155. Şi’a’nın Zeydiyye mezhebi mensublarından Şevkânî, Hazret-i
              153 Vehbe Zuhaylî: Usûlü Fıkhi’l-İslâmî, Dımeşk 1989, II/839.

              154 İlk vahy sırasında Cebrâil’in bizzat Hazret-i Peygamber’e abdest ve namazı ta’lim ettirdiği de kaynaklarda
              geçmektedir. Ayrıca bu iki vakit namazın farz olup olmadığı da ihtilaflıdır. Nevevî’nin beyanına göre
              önceleri Mekke’de gece namazı emredilmişti (Müzzemmil: 2, 3, 4). Mi’rac’da beş vakit namaz emredilince,
              bu gece namazı, farziyeti Hazret-i Peygamber’e münhasır olmak üzere nesholunmuştur. İmam-ı A’zam Ebû
              Hanîfe, muhtemelen vitr namazını buna hamlederek vâcib görmüştür. Zeynüddin ez-Zebîdî: Sahîh-i Buhârî
              Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Trc: Babanzâde Ahmed Naîm/Kâmil Miras, II/278-279.
              155 Şemsüleimme es-Serahsî: Usûlü’s-Serahsî, Dârülma’rife Beyrut, II/100-101; Ebü’l-Hüseyn el-Âmidî: elİhkâm
              fi Usûli’l-Ahkâm, Müesesetü’l-Halebî Kâhire, IV/121, Keşfü’l-Esrârı Pezdevî, III/932; Ebû Hâmid
              71
              Muhammed’in bi’setten evvel Hazret-i İbrâhîm’in şeriatiyle amel ettiğini söyleyen görüşü
              daha yakın bulmakta; nitekim O’nun Kur’an âyetleri tarafından Hazret-i İbrâhîm milletine
              ittibâ etmekle emrolunduğunu ve Hazret-i İbrâhîm’in şeriatinden kendisine ulaşan hükümlerle
              amel ettiğinin siyer kitaplarından anlaşıldığını söylemektedir156.
              2. İkinci görüş, Hazret-i Muhammed’in kendisine peygamberlik bildirilmeden önce eski
              şeriatlerin hükümleriyle amel etmediği yönündedir. Mu’tezile’den Ebu'l-Hüseyn el-Basrî ve
              mütekellimlerin çoğu, Hanefî ve Şâfi’îlerin bir kısmı bu görüştedir. Buna göre, Hazret-i
              Peygamber’in, eski şeriatlerde de bulunduğu bilinen Kâbe’yi tavaf, leş yememek gibi bir
              takım davranışları maslahat sebebiyle ya da teberrüken (bereketlenmek için) veya kendi
              aklıyla güzel bulduğu için yapmıştı. Hazret-i Peygamber’den önceki devir fetret devri idi ve
              önceki şeriatlerin hükümlerinin kendisine ulaştığına dâir bir bilgi de yoktur. (Eski
              peygamberlerin şeriatlerinin unutulduğu ve uzun süre peygamber gönderilmeyen zaman
              aralığına fetret devri denir. Bu devirde yaşayan insanlar –prensip itibariyle- dinî emirlerle
              mükellef tutulamazlar.) Hazret-i Îsâ ile Hazret-i Muhammed’in arası bir fetret devridir. Bir
              başka deyişle Hazret-i Îsâ’nın getirdiği şeriat unutulmuş, hatta mukaddes kitabı İncil bile
              tahrife uğramıştır. Tevrat da böyledir. Peygamberler, umumiyetle şeriatlerin unutulduğu
              zamanlarda gönderilirler. Dolayısıyla Hazret-i Peygamber’in eski şeriatlerle amel etmesi
              mümkün değildir. Çünki peygamber gönderilmeden dinin füru’u, yani şeriatle mükellefiyetten
              bahsedilemez. Ancak dinin aslı, yani iman bahse konu olabilir. Hazret-i Muhammed’in
              bi’setten önceki hâli bilinmektedir. Kendisinden bu konuda bir nakil gelmemiştir. Kaldı ki
              böyle bir şey olsaydı, bu şeriatlerin sâlikleri, bi’setten sonra O’nun kendilerine ve kendi
              şeriatlerine nisbetini iftiharla bildirirlerdi ki, böyle bir şey de söz konusu değildir157. Hazret-i
              Muhammed’in annesi, babası, dedesi ve amcası mümin idi. Hazret-i İbrahim’in indinde idiler.
              Bu dinden kendilerine intikal eden amel esasalrına göre de ibâdet ederlerdi. Hazret-i Mûsâ ve
              Îsâ sonra geldiği halde Yahûdi veya Hıristiyan dinine girmiş değillerdi. Çünki bu dinler
              Arabistan’da doğru bir şekilde tebliğ edilmiş değildir. Bir dinin hükümleri doğru bir şekilde
              tebliğ edilmemişse, bu hükümlerin insanları bağlamayacağı açıktır. Böyle bir zamanda
              insanlar sadece iman ile mükelleftir. Fetret devri prensibi bunu gerektirir.
              Akâid ve hadîs kitaplarında yazdığına göre, Hazret-i Muhammed yaratıldığından beri
              peygamberdir; ancak kırk yaşındayken bu kendisine bildirilmiştir; yoksa kırk yaşında
              peygamber olmuş değildir. Dolayısıyla henüz peygamberliği kendisine bildirilmeden
              (bi’setten) evvel, bir başka peygambere tâbi’ olması, peygamberlik hususiyetlerine aykırıdır.
              Hanefî mezhebinin muhtar kavlinin bu olduğunu Serahsî, Pezdevî, İbnü’l-Hümâm gibi bu
              mezhebdeki usul ulemâsı ve ayrıca İbn Âbidîn bildirmektedir158. Mâlikî hukukçusu Kâdi
              Iyaz’ın (544/1150) nakline göre, Şâfi’î mezhebinden büyük kelâm âlimi Ebû Bekr Bakıllânî
              (403/1013), Hazret-i Muhammed’in önceki şeriatlerle amel edip etmediğini bilmenin yolu
              Muhammed Gazâlî: el-Mustasfâ, Kâhire 1356, I/132; İbnü’l-Hümâm: et-Tahrîr fî Usûli’l-Fıkh, Kâhire
              1351, 359; Muhammed Hâdimî: Menâfi’ü’d-Dekâik Şerhu Mecâmi’ü’l-Hakâik, Derseadet 1308, 211;
              Muhammed eş-Şevkânî: İrşâdü’l-fuhûl ilâ Tahkîki’l-Hakkı min İlmi’l-Usûl, Dârülma’rife Beyrut 239;
              İsmâil Hakkı: İlm-i Hilâf, İst. 1330, 119; Derviş, 285.
              156 Şevkânî, 239.
              157 Serahsî, II/100-101; Âmidî, IV/121-123; Gazâlî, I/132; Hâdimî, 211; Keşfü’l-Esrârı Pezdevî, III/932 vd;
              İbnü’l-Hümâm, 359; Şevkânî, 239; İsmâil Hakkı, 119.
              158 Nitekim “Hazret-i Âdem ruh ile cesed (veya su ile toprak) arasında iken, ben peygamber idim” hadîsi bunu
              göstermektedir [Tirmizî: Menâkıb 1 (3613)]. Mevâhib-i Ledünniyye’de diyor ki: Hazret-i Muhammed âlem-i
              şehâdette (canlılar âleminde) diğerlerinden çok sonra gelmişse de, âlem-i ervahda (ruhlar âleminde) ilk
              peygamberdir. Diğer peygamberler böyle değildir. Onlar da seçilmiş insanlardır ama peygamberlik
              makamına kavuşmaları âlem-i şehâdette sonradan sabır, merhamet gibi güzel ahlâkları vesilesiyle olmuştur.
              İmam Kastalânî, I/1 vd.
              72
              nakildir; simâîdir (işitmedir). Eğer amel etseydi, bu bize naklolunurdu; gizlenmesi mümkün
              değildir, diyor. Kâdi Iyaz da bunun en açık ve kabule şâyân görüş olduğunu bildiriyor159.
              3. Âmidî ve hukukî görüşleri Şâfi’î mezhebine uyan Gazâlî’nin, ayrıca Kadı Abdülcebbar,
              İmâmülharemeyn, İbn Kuşeyrî, Nevevî, Mâzerî ve Mâverdî’nin de içinde bulunduğu bir grup
              hukukçu ise bu konuda tevakkufu (duraksamayı) tercih etmiştir, yani Hazret-i Muhammed’in
              bi’setten önce eski şeriatlerle müteabbid olup olmadığı hususunda kesin bir hükme
              varılamayacağı kanaatindedir. Binâenaleyh teslim etmelidir ki bi’setten önce eski şeriatlerle
              müteabbid olduğuna dâir bir delil bulunmadığı gibi, olduğuna dâir bir delil de yoktur160.
              İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtar adlı hâşiyesinde tahâret bahsini anlatırken konuyla ilgili güzel
              bir tahkik yapmıştır. Hâşiyenin metninde geçen, “siyer ulemâsının ittifakına göre, abdest ve
              namaz beraber Mekke’de farz kılınmışlardır. Bunları Cebrâil aleyhisselâm öğretmiştir.
              Hazret-i Peygamber abdestsiz hiçbir namaz kılmamıştır. Abdest eski şeriatlerde de vardı.
              Nitekim Hazret-i Peygamber’in “Bu benim abdestim ve benden önceki peygamberlerin ve
              İbrâhîm aleyhisselâmın abdestidir. (Yani abdest almak böyledir. Benden evvelki
              peygamberlerinki de böyleydi)” 161 sözü bunun delilidir. Bizden öncekilerin, Allah ve
              resûlünün reddetmeksizin hikâye buyurduğu ve neshedildiği de meydana çıkmamış olan
              şeriatinin, bizim de şeriatimiz olması, usul-i fıkhda yerleşmiş bir kâidedir. Şu halde Mâide
              sûresinin bu hususda inen âyeti, sâbit olan hükmü takrir ve hukukçuların rahmet olan
              ihtilaflarına imkân tanımaktır” ifâdesini şerh ederken diyor ki: “Musannıf (abdestle gusl
              Mekke’de namazla beraber farz kılınmıştır) sözüyle beş vakit namazı kasdediyorsa, bu cümle
              müşkildir. Çünki Hazret-i Muhammed, daha önceleri kat’î sûrette namaz kılardı. Buradaki
              beraberliğin zaman için değil, mekân için kullanıldığı anlaşılıyor. Böyle olursa âyet ininceye
              kadar kıldığı namazlarını abdestsiz kılmış olması lâzım gelmez. Onun için musannıf bundan
              sonraki sözünü umumîleştirmiş, (Hazret-i Muhammed, abdestsiz hiçbir namaz kılmamıştır)
              demiştir. (Bizden öncekilerin şeriati, bizim için de şeriattir) sözü ikinci bir cevaba geçiştir. Bu
              söz muhtar olan şu kavle ibtinâ eder ki, Hazret-i Muhammed, resûl olarak gönderilmeden
              önce, kendinden evvel geçen peygamberlerin şeriati ile ibâdet ederdi. Çünki teklif, Hazret-i
              Âdem’den beri kesilmiş değildir. İnsanlar hiç başıboş bırakılmamıştır. Hazret-i
              Muhammed’in namaz kıldığını, oruç tuttuğunu, hac yaptığını bildiren rivâyetler pek çoktur.
              Meşru olmadan ibâdet yapılmaz. Zira ibâdet emre uymaktan ibârettir. Resûlullah,
              gönderildikten sonra da böyle olmuştur. Meseleyi İbnü’l-Hümâm, et-Tahrîr ve şerhinde îzâh
              etmiştir. Bize göre muhtar olan kavil, peygamber olarak gönderilmezden önce mükellef
              olmamasıdır. Cumhurun kavli de budur. Resûlullah’ın abdesti ta’rif eden hadîsi, İmam
              Ahmed’le Dârekutnî, İbn Ömer’den rivâyet etmişlerdir. Bu hadîsin sonunda şöyle
              buyurulmaktadır: “Bu benim abdestim ve benden önceki peygamberlerin ve İbrâhîm
              aleyhisselâmın abdestidir”. Bu söze, abdestin peygamberlerde bulunması, ümmetlerinde de
              bulunmasını gerektirmez, şeklinde itiraz edilmiştir. Onun içindir ki abdest, peygamberlere
              nisbetle değil de, başka ümmetlere nisbetle, bu ümmetin hususiyetlerindendir, denilmiştir.
              Çünki Buhârî’de “Ümmetim kıyâmet gününde abdest eserlerinden, alınları sakar, ayakları
              sekili olarak dâvet edilecektir” buyurulmaktadır. Buna da şöyle cevap verilmiştir: Hadîsin
              zâhirinden anlaşılıyor ki ümmete has olan sadece sakarlıkla sekiliktir. Abdestin aslı değildir.
              Hususiyet iddia edenlerin bir delili de şudur: Peygamberlere sâbit olan bir hüküm, ümmetleri
              için de sâbittir. Bunu Buhârî’deki Hazret-i Sâre ile hükümdar kıssası te’yid etmektedir. Melik
              ona yaklaşmak isteyince, Hazret-i Sâre kalkarak abdest almış, namaz kılmıştır. Râhib Cüreyc
              159 Kâdı Iyaz: eş-Şifâ bi Tarifi Hukuki’l-Mustafa, Trc: Naim Erdoğan/Süleyman Erdoğan, İst. 1993, 557.
              160 Serahsî, II/100-102; Âmidî, IV/121-122; Keşfü’l-Esrârı Pezdevî, III/932; Gazâlî, I/132; İbnü’l-Hümâm, 359;
              Hâdimî, 211; Şevkânî, 239; İsmâil Hakkı, 119-120.
              161 İbn Mâce: Tahâret 47; Ahmed bin Hanbel, II/98 (5476).
              73
              kıssasında da “Kalktı, abdest aldı” denilmektedir. Buradaki abdesti lügat manasına
              hamletmek mümkündür, diyenler de olmuştur. Ben derim ki: “Bu benim ve benden önceki
              peygamberlerin abdestidir” hadîsi ile sâir peygamberlere, şer’î abdestin sübût bulduğu
              anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, o peygamberlerin ümmetlerine abdestin de farz olduğunu
              şu iki kıssa isbât edip dururken; abdesti lügat mânâsına hamletmek için mutlaka bir delil
              lazımdır. Bizden öncekilerin şeriatlerinin, bizim için de delil olmasına misal, kısas âyetiyle
              Âşûre orucudur. Fakat şeriatleri bize red ve inkâr sûretiyle kıssa buyurulursa, bizim için şeriat
              olamaz. Nitekim Allahü teâlâ, En’am sûresinde “Biz Yahûdîlere sığır ve koyunun iç
              yağlarını haram kıldık.” buyurduktan sonra yine aynı sûrede “De ki: Ben, bana vahyedilen
              Kur’an’da bir haram bulamıyorum” âyetiyle bunu reddetmiş, binâenaleyh bizim için şeriat
              olmamıştır.” 162.
              Yine İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr hâşiyesinin namaz bahsinde de, metnin “Sabah
              namazını ilk kılan Âdem aleyhisselâmdır... Acaba peygamberimiz, peygamber
              gönderilmezden evvel bir peygamberin şeriatiyle ibâdet eder miydi? Bize göre muhtar kavil
              etmediğidir. O sahih keşifle İbrâhîm aleyhisselâmın ve diğer peygamberlerin şeiratlerinden
              kendine zâhir olan hükümle amel ederdi. Hirâ dağında ibâdet ettiği doğrudur” ifâdesini şöyle
              açıklamıştır: “Hanefîlerce muhtar olan kavle göre, Peygamber aleyhisselâm, peygamber
              gönderilmeden önce hiçbir peygamberin şeriatiyle amel etmemiştir. Ekmelî’nin Tahrîr’inde,
              bu söz ulemânın muhakkiklerine nisbet edilmiştir. Ekmelî şöyle diyor: (Çünki Resûlullah,
              peygamber olmadan evvel nübüvvet makâmında olup hiçbir peygamberin ümmetinden
              değildi). Bu sözü Nehr sâhibi dahi cumhur-ı ulemâya nisbet etmiştir. Muhakkik İbnü’l-
              Hümâm, Tahrîr nâmındaki eserinde peygamberimizin, şeriat olduğu sâbit şeylerle ibâdet
              ettiğini söylemiş, yani (hassaten bir şeriati iltizâm etmiş değildi. Kendisi de onların
              kavminden değildi) demek istemiştir.” 163.

              http://www.ekrembugraekinci.com/pdfs/serayi.pdf

              Yorum


                Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                Esedullah kardeşim, sanırım birbirimizi anlamamaya şartlanıyoruz. Bir şahıs eğer ileride peygamber olacağı için seçkin ve müstesna kılınıyorsa bu O'nun masumiyetine tekabul eder, yani peygamberliğini ilan etmeden önce de masumdu anlamına gelir. Nübüvvetinden önce de masum olan bir zatın hayatı ve davranışları gayri islami olabilir mi?



                mufaddal kardeşim.ben peygamberimizin peygamberlikten önce masum olmadığını savunmuyorum ki zaten.bunu kabul ediyorum.ayrıca O'nun gayri islami bir yaşantı içinde olduğunuda savunmuyorum.
                ama demek istediğim; peygamberimize peygamber olmadan önce vahiy gelmiş değildi ve bir şeriat verilmiş değildi.vahiy gelmemişse ve şariat verilmemişse daha peygamberlik verilmemiş demektir. peygamberlik verilmemişse sizin onun peygamber olduğunu yada peygamberlik öncesi hayatının bizim için ahlaki örneklik dışında dini bir nas içerdiğini savunmanız anlmasızdır.

                Abdulmutalipde bunu hakkedeceği bir cevher bulmuşuzki a.s. diyoruz. Hem neden bundan rahatsızlık duyuyorsunuz?
                Daha da ötesi münafıklıkları ayyuka çıkmış ve kendilerine sahabe diyen bir kısım şahıslara peygamber efendimizle beraber salat ve selam getirildiği zaman aynı rahatsızlığı duyuyormusunuz?

                evet müşrik olmayan ama fetret devri olduğundan Hz.İbrahimin hanif dininden kalmış ve artık güzel adet halini almış bazı ritüellerle amel eden birinede a.s denmesini doğru bulmuyorum.
                ayrıca ben şahsen Peygamberimize salavat getirirken münafıklığı ortaya çıkmış olan kimseye beraberinde salavat getirmiyorum.başkasının ne yaptığı beni ilgilendirmediği gibi beni bağlamazda.
                şianın her zaman eleştirdiğim yönlerinden biride yanlış olan bir şeyi söylediğimizde bu yanlışı karşı taraftan yani sunni insanların yaptığı yanlışlardan örnek vererek savunmlalarıdır.başkalarının yaptığı yanlışlar sizin yaptığınız yanlışı meşrulaştırmaz.

                Sözkonusu şahıs olmasaydı, Abdulmuttalip a.s. dışında başkalarının da sünnetleri islama kabul edilirdi. üzerinde durmak istediğim ayrıntı buydu.


                Abdulmuttalibin sünneti diye birşey yoktur.sadece Hz. İbrahimin hanif dininden kalan bazı ameller vardır ve bunlar Abdulmuttalibin şahsına münhasır ve kendisinin icat ettiği şeyler değildir.Abdulmuttalip ile beraber o dönemin mekkesinde başka hanif olanların varlığınıda biliyoruz.ondan şahıs önemli değildir dedim.

                Resmi kaynaklarda böyle bir verinin olmaması, peygamberin, peygamberliğini ilanından önceki hayatının örnek alınmayacağına delil olabilir mi? Benim asıl meselem budur. Yoksa böyle bir dayanak var mı yok mu o beni ilgilendirmezki. Neden müstesna ve seçkin olup, doğumundan beri peygamberlik için seçilen masum bir şahsın, nübüvveti ilanından öndeki hayatı size göre örnek alınmasın?
                kaldıki eğer fıkıhçıların çözümsüz kaldıkları meselerde peygamberimizin nübüvvetini ilanından önceki hayatından örnek almamaları sadece o fıkıhçıları bağlar. Onların eksiği olmalı. Yani bu peygamberimizin islamdışı davranışlara girebilmiş olduğunu göstermez.


                peygamberimizin risalet öncesi hayatı tabiki benim için örnektir.bunu defalarca beyan ettim.ama sadece Ahlaki anlamda.bunun dışında dini hüküm olarak bana verilen yada sunulan bir şey yoktur.böyle bir şeyin olmaması fıkıh ehlinin eksikliğini değil benim savunduğum şeyi gösterir yani peygamberimiz kendisine vahiy gelmeden önce peygamber değildi.
                defalarca söylediğim halde yine sabırla söylüyorum umarım bu sefer anlarsınız: ben peygamberimizin peygamberlik öncesi hayatının islam dışı olduğunu iddia etmiyorum ama bu hayat islam içi bir hayatta değildir.çünkü ozaman islam daha yoktu.

                Sözlerinizde çelişki bulduğumu beyan etmek isterim. Mümtaz, müstesna yani masum bir insanın masumiyet sıfatına ters davranmış olması beklenebilirmi?

                siz bir şeyleri kanıtlamak için benim ne dediğime bakmadan aynı nakaratları tekar edip duruyorsunuz.

                Yorum


                  Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                  Qumu-aşka:

                  sunduğun makale bana bir cevap içermiyor.
                  benim sorum şuydueygamberimizin peygamberlik öncesi hayatından bize fıkhi delil olabilecek bir uygulama getirebilirmisin.?
                  ama senin sunduğun makale ise peygamberimizin peygambelik öncesi hayatında nasıl amel ettiğini açıklayan ve konuyla alakası olmayan bir makaledir.evet abdest almış, namaz kılmış, oruç tutmuş, haccetmiş ama bu hz.İbrahimin dininden kalan ve sınırları ve ölçüleri tam olarak belli olmayan ibadetlerdir.oysa bizim bugün aldığımız abdestin,kıldığımız namazın,tuttuğumuz orucun ve yaptığımız haccın dayanakları ve delillerinin hiçbiri risalet öncesinde peygamberimizin yaptığı şekillere yada uygulamalara dayanmıyor.bunların hepsi vahiy geldikten sonra ve peygamberimiz peygamberliğini ilan ettikten sonra ölçüleri ve sınırları gerek Kuranla ve gereksede hadislerle açıklanan ve delillenen ibadetlerdir.

                  Yorum


                    Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                    haccın zekatın namazın daha başka ibadetlerin bir çok ayrıntısı Kur'an'da yok. Bu durumda Resul ya bunları Kur'an dışında kendine gelen vahiylerle öğrendi ya da İbrahim a.s.'dan gelen uygulamalardan..

                    bize (sünni kültürde) İslam tarihi anlatılırken cahiliyeden söz edilirken, cahiliye döneminin kötülüğü hakkında çok abartmalar yapılıyor adeta o toplumun ataist gibi dini yapıdan tamamen arındıklarını zannediyoruz.

                    Örneğin ben cahiliyeyi o şekilde dinleyince onlarda tamamen putperestlik olduğunu ve Allah'ın kabul edilmediğini düşünürken Kur'an'da, onlara yağmuru kim yağdırıyor göğün yerin yaratıcısı kim diye sordan mutlaka Allah derler şeklindeki ayeti gördüğümde baya şaşırmıştım..

                    Cahiliye arapları bu günkü toplumlardan pek de farklı değildir. Bu gün de aynı cahiliye içinde yaşıyoruz. Ama onca koyu cahiliyeye rağmen İslami gelenekleri bilmeyen var mı ibadetler bilinmiyor mu?..

                    Yorum


                      Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                      neyse burdan devam edelim:

                      2- İmamet de bir vergidir tıpkı nübüvvet gibi


                      imametin peygamber olmayanlara verilen bir Allah vergisi olduğunu açık bir nasla isbatla?

                      Yorum


                        Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                        I- Nakli deliller:

                        A) Ayetler:

                        1- Bakara 124

                        2- Maide 67, (Maide 3)

                        3- Enbiya 72

                        4-Ra'd 7

                        5- tevbe 128

                        6- Şuara 214

                        7- Maide 55-56 (Ali İmran 173 Naim b. Mes'ut hakkında indi)

                        8- Nisa 59

                        9- Ali İmran 61


                        B) Hadisler:

                        1- Gadir-i Hum Hadisleri

                        2- Menzilet hadisileri

                        3- Ali'nin eti benim etim, kanı benim kanım onun mevkii... şeklindeki Ümmü Selim hadisi

                        4- Kardeşlik eşleştirmesi hadisleri

                        5- Kapıların kapatılması hadisleri ve bunlara bağlı olarak ilim kapısı ve evlerin kapatılması ayeti

                        6- Velayet hadisleri

                        7- Sakaleyn hadisleri

                        8- Sefine, Hitte ve Yıldız hadisleri

                        9- Ali a.s.'ın imametini ilan eden diğer hadisler...


                        II- Akli deliller:

                        1- Kainatta başsız bir sistem yoktur

                        2- Peygamberimiz s.a.a.'ten önceki dönemlerde sürekli Peygamberler vardı, Peygamberimizden sonra bu boşluk ne ile dolacak?..

                        3- İhtilaflar tek merkezli olmakla çözülür ve dinin amacı da ihtilafları bitirmektir

                        ...

                        Yorum


                          Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                          Hani Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle denemişti. O da (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim'e): 'Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım' dedi. (İbrahim) 'Ya soyumdan olanlar?' deyince (Allah 'Zalimler benim ahdime erişemez' dedi. bakara-124

                          burda imametin peygamber olmayan birine verilebileceğine dair bir bilgi yok.eğer İbrahim a.s.ın imameti kastediliyorsa bu demektirki imamet peygamberlere has bir şeydir.yok eğer İbrahim a.s.ın duasına icabet kastediliyorsa ''zalimler benim ahdime erişemez'' cümlesinden bu duanın kabul edildiği anlamı çıkmıyor.aksine kabul edilmeyeceği anlamı çıkıyor.


                          3. Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve faloklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün inkâra sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir; artık onlardan korkmayın benden korkun. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim. Kim 'şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa' -günaha eğilim göstermeksizin(bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.maide-3


                          burdaki imamet inancına dair olan bilgi hangisi?

                          Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz, Allah, kafir olan bir topluluğu hidayete erdirmez.maide-67


                          bu ayet hakkındaki yorumunuz nedir.?

                          Ona İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yakub'u; her birini salihler kıldık.enbiya-72


                          açıklama?

                          İnkâr edenler derler ki: 'Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya.' Sen, yalnızca bir uyarıcısın ve her topluluk için bir hidayet önderisin.rad-7


                          açıklama?

                          Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.tevbe-128


                          açıklama?

                          (Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyar.şuara-214


                          açıklama?

                          55. Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir.


                          56. Kim Allah'ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.maide-55-56



                          açıklama?

                          Onlar, kendilerine insanlar: 'Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun' dedikleri halde imanları artanlar ve: 'Allah bize yeter, O ne güzel vekildir' diyenlerdir.


                          açıklama?

                          Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.nisa-59


                          burda emir sahiplerinin masum olması gerektiğini söyleyeceksiniz ama sizin bu iddianızı ayetin devamındaki şu cümle yalanlıyor :''eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz artık onu Allaha ve elçisine döndürün''...Allaha resulüne ve emir sahiplerine götürün demiyor...burdan sadece Resulllahın masum olduğu sonucu çıkıyor..çünkü emir sahipleri masum olsaydı ''Allaha Resulüne ve emir sahiplerine götürün'' derdi?

                          Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle 'çekişip-tartışmalara girişirlerse' de ki: 'Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ınlanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım.'Aliimran 61

                          bu ayetten ve burdaki hiçbir ayetten peygamber olmayanlara imamet verildiği ve bu imamların masum kılındığı anlamı çıkmıyor.
                          oysa sizin çook büyük bir mesele diye sunduğunuz,hatta küfür-iman derecesinde gördüğünüz imamet meselesine Allahın Kuranda değinmemiş olması bir eksiklikmidir.? öyle ya çook basit şeylerde dahi izah yapan ayetler,tabiri caizse çiçeğe böceğe bile açıklama yapan ayetler nasıl oluyorda çok önemli olan imamet meselesini geçiştiriyor.yada açık bir şekilde üzerinde durmuyor.siz bu ayetleri işinize geldiği gibi yorumluyorsunuz buda imamet diye bir şey olmadığını gösterir.bana kalsa bende batıni tefsire girerek ve yorumun belini kırarak bu ayetlerden ve başka ayetlerden kendimi imam ilan edebilirim?

                          Yorum


                            Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                            B) Hadisler:

                            1- Gadir-i Hum Hadisleri

                            2- Menzilet hadisileri

                            3- Ali'nin eti benim etim, kanı benim kanım onun mevkii... şeklindeki Ümmü Selim hadisi

                            4- Kardeşlik eşleştirmesi hadisleri

                            5- Kapıların kapatılması hadisleri ve bunlara bağlı olarak ilim kapısı ve evlerin kapatılması ayeti

                            6- Velayet hadisleri

                            7- Sakaleyn hadisleri

                            8- Sefine, Hitte ve Yıldız hadisleri

                            9- Ali a.s.'ın imametini ilan eden diğer hadisler...


                            rivayetlerle konuşmayacağımı başta belirtmiştim.bunun sebebi beni susturacak olan rivayetlerden çekinmem değil rivayetlerin sahihliği,senedi,zinciri,ne anlama geldiği ve nasıl anlamamız gerektiği konusunda ihtilafların çok olmasıdır.

                            Yorum


                              Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                              II- Akli deliller:

                              1- Kainatta başsız bir sistem yoktur


                              daha öncede gaib imam meselesinde tartışmıştık.madem kainatta başsız bir şey yok neden peygamberimizin vefatından 250 yıl sonra yani 12.imamın vefatından yada gaybete çekilmesinden sonra insanlık başsız kaldı?
                              yok başsız değil bir imam var ve gaybette ''baş''lık görevini görüyor diyorsanız bu tartışılmaya bile değmeyen basit bir iddiadır.
                              yok imamın vekilleri yani alimler vardır diyorsanız imamın vekili olan alim masum olmayabiliyorsa peygamberin vekili olan imamında masum olmasına gerek yoktur.? madem vekalet işi masum olmayanlar üzerinden de olabiliyorsa demekki imamların masum olmasına gerek yok.?

                              Yorum


                                Ynt: İmamların masumluğu meselesi

                                Peygamberimiz s.a.a.'ten önceki dönemlerde sürekli Peygamberler vardı, Peygamberimizden sonra bu boşluk ne ile dolacak?..

                                peygamberin vefatından sonraki 250 yıllık imamlar döneminden sonra bu boşluk ne ile dolacak peki?

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X