Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Uyanış Destanı...

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #46
    Ynt: Uyanış Destanı...


    İmam Humeyni'nin -ks- Irak'tan Paris'e Hicreti

    İran'la Irak dışişleri bakanlarının Newyork'taki özel görüşmelerinde alınan en önemli karar, İmam'ın Irak'tan çıkarılması gerektiğiydi. H.Ş. 1357 Mehr'inin 2. günü İmam'ın Necef'teki evi Baas güvenlik görevlilerince kuşatıldı. Bu haber İran, Irak ve diğer bazı islam ülkelerinde halkın büyük tepkisine neden oldu. Irak istihbarat başkanı, İmam'la yaptığı bir görüşmede Irak'ta ikametini sürdürebilmek için mücadeleyi bırakması ve siyasete karışmaması gerektiğini, ancak bu durumda Irak'ta kalmasına izin verilebileceğini söylediğinde İmam -ks- kendisinin islam ümmeti karşısında taşıdığı sorumluluk gereği, susmasının mümkün olmadığını ve hiçbir şekilde uzlaşmaya yanaşmayacağını vurguluyordu kararlılıkla (59).

    H.Ş. 12 Mehr günü İmam, Küveyt'e gitmek üzere Irak'tan ayrıldı. Ancak Küveyt hükumeti, İran rejiminin müdahelesi sonucu İmam'ın Küveyt'e girmesine izin veremeyeceğini açıkladı. bunun üzerine İmam'ın Lübnan veya Suriye'ye gidebileceği ihtimali üzerinde konuşulurken İmam -ks- oğlu Hüccet'il islam Seyyid Hacı Ahmed Humeyni'yle -ra- meşverette bulunup ona danıştıktan sonra Paris'e hicret etmeye karar verdi (60).


    Mehr ayının 14. günü İmam Paris'teydi. Paris'teki ikametinin üçüncü günü, Paris yakınlarındaki Nofel Lö Şato'da bulunan bir İranlının evine yerleşti. Bu sırada Elize sarayının görevlileri İmam'a, Fransa cumhurbaşkanının "siyasi faaliyette bulunmama" yolundaki mesajını resmen bildirdiler. İmam'ın bu mesaja tepkisi pek sert olmuş ve kendisine uygulanan bu kısıtlamaların demokrasi iddialarıyla bağdaşır yanının bulunmadığını hatırlatarak bir havaalanından diğerine gidip bir ülkeden diğerine dolaşmak zorunda bırakılsa bile gaye ve hedefinden asla vazgeçmeyeceğini bildirmişti (61).

    Dönemin Fransa cumhurbaşkanı jiskardesten yazdığı hatıratında İmam Humeyni'nin Fransa'dan çıkarılması yolunda kendisinin emir verdiğini, ancak bu emrin uygulama safhasına konulacağı sıralarda, o günlerde çaresizlik içinde kıvranan şahın siyasi temsilcilerinin hemen devreye girerek Fransa'nın bu girişiminin İran halkında kontrolü imkansız tepkiler doğuracağını hatırlattıklarını ve bunun ister İran'da, ister Avrupa'da yaratacağı tatsız neticelerin sorumluluğunu kendilerinin üstlenemeyeceklerini belirtir ve emri geri almak zorunda kaldığını vurgular (62).


    İmam'ın Paris'teki 4 aylık ikameti boyunca Nofel Lö Şato, dünyanın en önemli haber merkezine dönüşmüştü. Bu süre zarfında İmam, kendisiyle yapılan röportajlarda islam devleti ve bu hareketin geleceğe yönelik hedefleri konusunda önemli açıklamalarda bulunmuş ve çeşitli konularda görüşlerini bütün dünyaya açıklama fırsatı bulmuştu. İmam bir taraftan bir açıklamalarda bulunur ve sesini bütün insanlara duyurmaya çalışırken, bir taraftan da, o sırada en buhranlı ve en hassas merhalesini yaşayan İran'daki islâmi hareketi, bulunduğu yerden idare edip yönlendirmedeydi (63).

    Şerif İmani başbakanlığındaki yeni hükumet 2 aydan fazla dayanamamıştı, şah, general Ezhari'yi yeni bir kabinenin başına getirmiş ve hükumet fiilen "askerî"leşmişti. Yeni iktidar daha fazla insan öldürdüğü halde halkın kıyamını zerrece sindiremedi. Şah tam bir zavallılık içinde Amekira'yla İngiltere büyükelçilerinden kendisine çözüm göstermelerimi istiyor, ne var ki onların gösterdiği çözüm yolları da çok geçmeden akamete uğruyordu (64).

    Tâsuâ ve Âşurâ günleri Tahran ve diğer şehirlerde sokaklara dökülen milyonlarca insanın yaptığı gösteriler "İran halkının şah rejimini istemediğini ispatlayan meşu bir halkoylaması" olarak değerlendirilmiş ve bu değerlendirmeyle anılır olmuştu.


    Şah rejimini kurtarmak için bütün çarelere başvuran Amerika şimdi, son kozunu oynamakta ve şaha "Milli Cephe" liderlerinden Şahpur Bahtiyar'ı başbakanlığa atamasını istemekteydi. Dünyanın 4 büyük sanayi ülkesinin liderleri Guadlup Konferansı'nda Bahtiyar hükumetini destekleme kararı almıştı (65).

    Bu kararın hemen ardından, Nato kuvvetleri komutan yardımcısı General Hayzer çok gizli bir görevle Tahran'a gelecek ve burada iki ay kalarak şah rejimini kurtarmaya çalışacaktı. General Hayzer daha sonra hatıratını aktarırken bu çok gizli görevinin ne olduğunu itiraf edecekti: O, İran ordusundaki yüksek rütbeli subayların sivil Bahtiyar hükumetini desteklemesini, yeni hükumete bir çeki düzen verilmesini, bütün ülkeyi saran grev ve boykotlara bir son verilmesini ve nihayet H.Ş. 28 Mordad 1332'dekine benzer bir darbeyle şahın tekrar tahta geçip iktidarı ele geçirmesini sağlayabilmek amacıyla görevlendirilmişti(66)!


    Ne var ki İmam, İran halkına gönderdiği mesajında bu değişikliklere kanılmamasını ve nihai zaferi kazanıncaya kadar mücadeleye devam etmenin farz olduğunu belirterek Amerika'nın bütün oyunlarını bozuyordu!

    İmam Humeyni, mevcut iktidarı tanımadığını açıklayarak 1357 Dey ayında "İnkılab Şûrâsı"nı (Devrim Konseyi) kurdu. Bu sırada şah da "saltanat şûrâsı"nı kurmuş ve kukla meclisin Bahtiyar hükumetine güvenoyu vermesini sağladıktan sonra 26 Dey'de İran'dan kaçmıştı.

    Şahın kaçtığı haberi kısa zamanda bütün İran'da yayıldı, halk büyük bir coşkuyla sokaklara dökülerek bu zaferi kutlamaktaydı. General Hayzer'in İran ordu kurmayları ve İran'daki Amerikalı askeri müsteşarlarla yaptığı aralıksız toplantılar Bahtiyar hükumetinin grecleri bastırıp gösterileri durdurmasına yardımcı olamadı.


    Şeytanın bütün orduları elele verdiği halde Allah'ın nurunu söndüremiyordu şimdi.


    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

    Yorum


      #47
      Ynt: Uyanış Destanı...


      14 Yıllık Sürgünden Sonra İmam İran'a Dönüyor

      Behmen ayının başlarından İmam'ın İran'a dönmeye karar verdiği haberi bütün ülkeyi sevince boğdu, bütün bir İran sevinç gözyaşları içinde birbirini kutlamadaydı. Ondört yıldır beklenen İmam geliyordu şimdi.

      Ne var ki hem halk, hem İmam'ın yakın çevresi büyük bir tedirginliğe kapılmada gecikmedi. Çünkü bizzat şahın atamış olduğu kukla hükumet henüz işbaşındaydı ve bütün ülkede sıkıyönetim ilan edilmişti. Bu nedenle İmam'ın yakın arkadaşları gerekli güvenlik tedbirleri sağlanıncaya kadar İmam'ın bu kararını ertelemesini sağlamaya çalışıyorlardı. Nitekim İran halkının milyonlar halinde kıyam etmiş olduğu o günlerde İmam'ın İran'a gidip halka katılması, Amerika tarafından "şah rejiminin engellenemez sonu" olarak değerlendirilmekteydi. İmam'ı bu yolculuğu ertelemeye zorlamak amacıyla, uçağın düşürüleceği, İmam'ın terör edileceği ve bir askeri darbe yapılacağı gibi çeşitli tehditlerde bulundular, hatta Fransa cumhurbaşkanı devreye sokularak İran'a gitmemesi konusunda İmam'ı iknaya çalışıldı (67); ama İmam kararını vermiş ve İran halkına gönderdiği mesajında "bu kader belirleyici ve tehlike dolu günlerde kendi halkının yanında olmak istediğini" açıklamıştı!.. Bahtiyar hükumeti, general Hayzer'in de onayıyla İran'daki bütün havaalanlarının yurt dışı uçuşlara kapatıldığını ilan etti. İmam'ın İran'a gelişini önleyebilmek için havalimanlarının kapatıldığını duyan halk galeyana gelmişti. İran'ın dört bir yanından Tahran'a akın eden milyonluk kitleler, Tahran halkının da katıldığı muazzam gösterilerde havaalanlarının derhal açılmasını isteyen sloganlar atıyordu. Önde gelen bir grup ulemayla ülkenin tanınmış bazı siyasi isimleri Tahran Üniversitesi camiinde oturma eylemi başlatmış, havaalanları açılıncaya kadar da eylemlerini sürdüreceklerini duyurmuşlardı. Bahtiyar hükumetinin bütün bu baskılara dayanabilmesi imkansızdı, nitekim çok geçmeden rejimin direnci kırılmış ve havaalanları yurt dışı uçuşlara açılmıştı.

      Nihayet İmam Humeyni 14 yıllık bir sürgünden sonra kendi iradesi ve uğruna can vermeye hazır milyonluk kitlelerin fedakarca davetleriyle 11 Şubat 1979'a rastlayan 12 Behmen 1357'de vatanına dönebilmişti. Ülkenin dört bir yanından İmam'ı karşılamaya gelen coşku dolu milyonluk kitleler bütün dünyayı şaşkına uğratmış ve islam inkılabının gerçeklerini örtbas edebilmek için elinden gelen gayreti sarfeden siyonist güdümlü medya bile İmam'ı karşılamaya gelenlerin 4 ila 6 milyon kişi civarında olduğunu belirtmek mecburiyetinde kalarak kısmen de olsa gerçeği itiraf etmişti.


      İmam'ı Tahran Mehraban Havaalanı'nda karşılayan milyonluk kitleler, onunla birlikte harekete geçerek islam inkılabı şehidlerinin gömülü bulunduğu Beheşt-i zehra şehitliğine doğru yürümeye başladı.

      İmam Humeyni'nin -ks- 14 yıllık bir hasretten sonra İran'da ilk uğradığı yer bu şehitler mezarlığı olacak ve İmam, dünya istikbarını iliklerine kadar titreten târihî konuşmasını bu mukaddes mekanda yapacaktı. Rahmetli İmam -ks- bu çarpıcı konuşmasında "ben bu milletin desteğiyle -yeni- hükumeti tayin edeceğim!" diye haykırmıştı.(68).

      Şahın kukla hükumetinin başbakanı Şahpur Bahtiyar İmam'ın bu sözlerini ilkin pek ciddiye almamış ama aradan henüz birkaç gün geçmemişken (16 Behmen 1357) İmam'ın geçici inkılab hükumetinin başkanını tayin edip resmen açıklaması karşısında ne yapacağını şaşırmıştı.


      Dindar ve mücadeleci bir insan olan ve İran petrol sanayiinin millileştirilmesi hareketine fiilen katılmış bulunan mühendis Mehdi Bazergan bey, İnkılab Şûrası tarafından İmam'a önerilen isimdi. İmam Humeyni Bazergan Bey'in atamasıyla ilgili resmi yazısında "kendisinin parti -milliyetçi cephe- ile olan bağlarını dikkate almaksızın ve seçimle halkoylaması için gerekli ön hazırlıkları tamamlamak amacıyla bir geçici hükumet kurmakla görevlendirildiği"ni vurguluyordu(69). İmam Humeyni -ks- bu seçim hakkında halkın fikrini belirtmesini istediğinde bütün İran halkı muazzam gösteriler tertipleyerek İmam'ın kararını desteklediğini belirtiyordu.

      Bu arada islam inkılabının gücü sayesinde birçokları gibi; birtakım örgütlerle küçük grupların da zaten çok az sayıda olan üye ve başkanları şah rejiminin hapishanelerinden çıkarılmış ve herşeyini müslüman halka borçlu olan bu minik örgüt ve fraksiyonlar, islam inkılabının zaferin eşiğinde bulunduğu o günlerde bu zaferden kendilerine haketmedikleri paylar istemeye başlamışlardı. İşte o günlerdedir ki şah rejimine hizmet edegelmiş nice gruplarla çoğu Savak görevlileri, komunistler ve diğer ayrılıkçı örgüt ve gruplar -ki bunların arasında "Halkın münafıkları" diye ün salmış bulunan sentezci "Halkın Mücahidleri (!)" örgütü de vardı- islam inkılabının karşısında yer almaya ve hızla aynı safta birleşmeye başladılar.



      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

      Yorum


        #48
        Ynt: Uyanış Destanı...


        Şehinşahlık Rejimi Yıkılıyor Ve İslam İnkılâbı Zaferle Sonuçlanıyor: 11 Şubat 22 Behmen: Yevmullah!...

        H.Ş. 1357 Behmen ayının 19. günü hava kuvvetleri personeli, İmam'ın ikamet etmekte olduğu Tahran Alevî Okulu'nda kendisini ziyaret edip İmam'la biatleştiler. Şahın ordusu tam bir yıkılışın eşiğindeydi. Daha önce de ordudaki birçok imanlı subay ve erler, İmam'ın fetvasını duyar duymaz kışlalarını terkedip müslüman halkın safına katılmıştı.

        Ertesi gün (20 Behmen) hava kuvvetlerine mensup assubaylar Tahran'ın en önemli garnizonunda kıyam ettiler. Şahın özel muhafız alayına mensup birlikler hava kuvvetlerindeki bu ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilmiş ve acımasızca garnizona saldırmışlardı. Haber hemen şehirde yayılacak ve Tahran halkı sözkonusu garnizona akın edip inkılâbî hava subaylarının yardımına koşacaktı. Ertesi gün polis merkezleriyle diğer önemli devlet binaları ard arda halk tarafından ele geçirildi. Tahran sıkıyönetim valiliği resmi bir bildiri yayınlayarak sokağa çıkma yasağının saat 16'ya kadar uzatıldığını duyurdu. Bu duyurunun hemen ardından, Bahtiyar, Güvenlik Konseyi'ni olağanüstü bir toplantıya çağırarak general Hayzer tarafından bütün detaylarıyla planlanıp hazırlanmış olan "darbe projesi"nin derhal yürürlüğe konulmasını istedi. Ne var ki, rejimin oyununun farkına varan İmam, yayınladığı bir mesajla bütün halkın derhal sokaklara dökülüp sıkıyönetimi fiilen çiğnemesini ve böylece rejimin muhtemel plânlarının suya düşürülmesini istedi. Bu mesaj duyulur duyulmaz bütün ahali kadın -çocuk, genç- ihtiyar demeden sokaklara dökülmüş ve bütün dört yollarla sokak başlarında siperler oluşturulmaya başlanmıştı.

        Darbecilerin ilk tanklarıyla ilk zırhlı birlikler, bulundukları üslerden hareket eder etmez hemen kalabalık halk kitleleri tarafından durdurulup hareket edemez hale getirilmişti. Darbe, daha ilk adımda başarısızlığa uğramıştı böylece. Şah rejimi son nefesini de tüketiyor ve rejimin son direnişleri de halk tarafından akamete uğratılarak zafer şafağına koşuluyordu.

        Böylece H.Ş. 1357 Behmen'inin 22. günü -11 Şubat 1979- İmam Humeyni'nin başlatmış olduğu hareket ve kıyamın, yani "islam inkılâbı"nın zafer güneşinin doğduğu gündü; İran'da asırlardır süren "şahlar ve sultanlar zulmü"nün sona erdiği, Hakk'ın batıla galebe çaldığı ve ilâhî şafağın olanca nuruyla ışıdığı gündü bu (70)




        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

        Yorum


          #49
          Ynt: Uyanış Destanı...


          İslam Devleti Kurulunca Sömürücü ve Sömürgeci Devletler Hemen Cephe Alıyor

          İmam Humeyni'nin -ks- vaadlerinin gerçekleşmesi ve İran'da bir islam inkılabının vuku bulup zaferle sonuçlanması, bu ülkenin sınırları dahilinde kalan ve bir rejim ve nizam değişikliğinden ibaret olan bir vaka değildi. Bilakis, Amerikalı, İsrailli ve Batılı birçok devlet adamının bizzat hatıratında da belirttikleri üzere İran'da gerçekleşen öslam inkıalbı "Batı dünyası için korkunç yıkıcı bir deprem"di (71).


          Çünkü Amerika ezeli rakibi Sovyetler'le uzun sınırları olan ve dünyanın en hassas bölgelerinden birinde bulunan bir ülkedeki fevkalâde münasip ekonomik, coğrafi ve askeri fırsat ve konumları elinden kaçırmakla kalmamış, bu ülkede vuku bulan muazzam patlamanın dalgaları bölgedeki batı güdümlü müslüman ülkelerle diğer arap ülkelerindeki rejimleri bir hayli etkileyerek onların dehşete kapılmasına neden olmuştu. İslam inkılabının temel mesajı kültürel bir muhteva taşıyordu ve dinî düşünceyle manevî değerlere dayalıydı. bu inkılabın ihracı, onun mesaj ve değerlerinin ihracı anlamına geliyordu ki, bu da islam ülkeleriyle 3. dünya ülkelerindeki kurtuluş ve bağımsızlık hareketlerine yepyeni bir dinamizm kazandırmak demekti. Nitekim İran'la birlikte, aynı sıralarda, Nikaragua'daki Amerikan güdümlü rejim de yıkılmıştı. Diğer bir paralel değişiklik te Afganistan'da yaşanıyor ve İran İslam inkılabıyla birlikte, Sovyetler Birliği, Afganistan'daki islami şahlanışı dizginleyebilmek için hemen harekete geçerek bu ülkede kanlı bir darbe gerçekleştirmek zorunda kalıyor, ardın da askeri birlikler gönderip Afganistan'ı açıkça işgal ediyordu! Lübnan ve Filistin müslümanları İran'da islam inkılabının zafere ulaşmasını coşkuyla kutlamış ve bu inkılabın tahakkukundan aldıkları ilhamla, siyonizme karşı verdikleri cihad hareketine yepyeni düzenleme ve stratejiler getirmişlerdi. Yine İran'da gerçekleşen islam inkılabıyla birlikte Mısır, Tunus, Cezayir, Sudan, Arabistan ve Türkiye gibi halkı müslüman olan birçok ülkede islami hareketler yepyeni bir hız ve canlılık kazanıyordu.


          İkinci dünya savaşından bu yana son derece zalimâne ve adaletten büsbütün uzak bir düzen egemen olmuştu bütün dünyaya. Dünya adeta bir pasta gibi Doğu'yla Batı bloku arasında paylaştırılmış, Nato'yla Varşova Paktı gibi zorba kuruluşlar bu zalimâne düzenin silahlı bekçiliğiyle görevlendirilmişti. Siyonist medya ve silahların gölgesinde geliştirilen bu yeni dünya düzeninde ; 3. dünya ülkelerinden hiçbirinde bu çerçeve dışında ve sözkonusu iki kutuptan birine bağımlı olmaksızın hiçbir hareket ve gelişmenin başarılı olması mümkün görünmüyordu. Bütün bunlara rağmen, Batı'nın tam bir güvenlik sahası olarak baktığı ve tamamen egemen olduğunu zannettiği bir ülkede bütün engellemelere rağmen ana sloganı"ne doğu, ne batı" olan bir inkılab gerçekleşmişti şimdi.

          İmam Humeyni'nin İran'da gerçekleştirmiş olduğu bu kıyam ve "Humeyni Hareketi", doğrudan doğruya Amerikan emperyalizmine bir başkaldırı olmuş, üstelik bunu da, doğu blokuna bağımlı olmadan gerçekleştirebilmişti. Böylesine gerçek bir "bağımsız mücadele" örneği sergileyerek Amerikan emperyalizmini bütün dünyanın gözleri önünde hezimete boğup yenilgiye uğratan bu muazzam hakikat, komunistlerin "anti-emperyalizm"li iddialarının kofluğunu bütün çıplaklığıyla gözler önüne koymuş, Amerikan emperyalizmi kadar komunistleri de şaşkına uğratmıştı. Zira bu inkılab, gerçekleşmiş olduğu 20. yüzyılda ilk kez, dinin, milletlerin mücadele sahmesinde "son derece etkili bir dinamizm" olduğunu fiilen ispatlamaktaydı herkese!

          Şah rejimini korumak ve imam Humeyni'nin -ks- başarılı olmasını engelleyebilmek için uluslararası platformda gerçekleştirilen bütün girişimler ve küfür dünyasının olanca gücüyle elbirliği edip o güne değin alışılmadık bir ittifak oluşturması gibi engeller Allah'ın nurunu söndürmeye yetmedi ve bütün bunlara rağmen gerçekleşmesi engellenemeyen "İmam Humeyni Hareketi" veya özdeş adıyla 20. yy'ın islam inkılabının ilk merhalesi başarıyla tamamlanmış oldu; bu nedenledir ki İran islam inkılabı alelâde bir inkılab veya değişimden ziyade 20. yy'da gerçekleşen bir mucizeyi andırıyordu. Bizzat İmam Humeyni'yle, alışılagelmiş siyasi tahlillerden bağımsız olarak onun vaad ve sözlerine can-u gönülden inanan kalabalık halk kitleleri dışında siyasi gözlemcilerin tamamına yakın bir kısmıyla İran'daki gelişmelerle yakından uzaktan ilgilenen şahıs ve kurumların hemen hemen tamamı, şah rejiminin son dakikalarını yaşadığı anlarda bile böylesine bir zaferi "imkansız" görmekteydiler.



          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

          Yorum


            #50
            Ynt: Uyanış Destanı...


            Bu nedenledir ki H.Ş. 22 Behmen 1357 sabahından itibaren bilfiil varlığını duyurmuş olan yani islâmî nizama karşı dünya istikbarı tarafından görülmemiş bir husumet ve düşmanlık başladı. Düşman cephelerin liderliğini Amerika yapıyor, İngiltere'yle diğer Avrupa ülkeleri de batı'ya endeksli bölge ülkelerinin eşliğinde Amerika'ya ellerinden gelen yardımda bulunuyorlardı. Sovyetlerle ona bağlı olan kukla rejimler de İran'da dinin egemenliği demek olan bu hadiseden büyük bir rahatsızlık duymuş ve bu "dînî kökenli devrim"i yenilgiye uğratabilmek için Amerika'yla olan ezeli düşmanlığı her nasılsa bir yana bırakıp onunla elele vermişti! Amerika'yla Sovyetler'in Tahran'daki büyükelçiliklerinden direktif aldıkları gerçeği daha sonra ele geçirilen gizli belgelerle tamamen anlaşılacak olan sağ ve sol eksenli inkılap karşıtı çeşitli örgütlerle (72) fraksiyonların da islam inkılabı karşısında tek cephede birleşip el ve söz birliği içine girmeleri Amerika'yla Sovyetler'in Saddam'ı İran'a saldırtarak ona ellerinden gelen yardımı esirgememeleri bu "tek cephede toplanan küfür elbirliği"nin en bariz örneğiydi. Ancak İmam Humeyni, halâ bu muazzam hareketi başlattığı ve yapayalnız olduğu ilk günlerdeki mantığıyla hareket etmekte ve mevcut bütün iç ve dış baskılarla akla gelmedik oyun ve komplolara rağmen inkılâbı başarıyla yönlendirmekteydi.

            Onun ana sloganı "kanın kılıca galebe çalması"ydı.

            O, şehadete "insanoğlunun ulaşabileceği en yüce kemal ve makam" gözüyle bakan ve Allah için direnmesini bilen bir milletin mutlaka muzaffer olacağına inanıyordu. İmam Humeyni bütün İran milletini, bu ülkenin kalkınması yolunda seferber etmek suretiyle dünya insanlığına "ileri ve sağlam bir dinî toplum" örneği sunabilmek azmindeydi. Bu nedenle de milletin seferber olduğu bu cihadı "cihad-ı sazendegi" (ülkeyi yeniden yapım ve onarım cihadı) olarak adlandırdı. İnkılaba gönül vermiş binlerce gönüllü uzman ve eleman, memleketin yoksul köy ve taşra bölgelerine akın ettiler; böylece şah rejiminin ihmal etmiş olduğu mustaz'af kesim için yol, köprü, sağlık kuruluşları, okul, su, elektrik...vb. sosyal hizmetler hızla ve çok geniş bir çapta başlamış oldu. Bu muazzam gönüllü katılımı gören islam düşmanı istikbar güçleri yeni komplolara girişmekte gecimediler, Amerika, içerideki satılmış hainler vasıtasıyla islami İran'da dahili karışıklıklar çıkarmak, kavmî ve mezhebî ihtilaflar yaratıp bunları körüklemek suretiyle henüz yeni kurulan islam nizamını yıkma girişimlerini başlattı.

            Amerika'nın Tahran'daki büyükelçiliği tam bir "casusluk ini" gibi davranarak geleceğe yönelik komplolarını uygulayabilmek amacıyla geçici hükumete sızmanın yollarını arıyordu. Amerika, bu emelinde bazı başarılar elde etmekte gecikmedi. Çünkü Bazergan Bey'in kurmuş olduğu geçici kabine genellikle muhafazakâr milliyetçilerden oluşmaktaydı (73) İdeolojileri gereği laik bir düşünce yapısına sahip olan bu insanlar inkılabın getirdiği zaruret ve şartları hazmedemiyor; İmam'ın ileri görüşe dayalı emir ve direktiflerini algılayıp idrak edemiyorlardı. Geçici hükumetin zaaf dolu bu yapısı ve uzlaşmacı tavrı; inkılab düşmanı grup ve örgütlerin, dış mihrakların da geniş çaplı yardımlarıyla süratle teşkilatlanıp İran'ın Günbed, Kürdistan ve diğer benzer bölgelerde bölücülükte bulunup anarşi yaratmalarına meydan vermiş oldu. Diğer taraftan, İslam inkılabının kendi topraklarında da gerçekleşip müslüman Irak halkını geniş çaplı bir kıyama götürmesinden ciddi kaygılar duyan Baasçı Irak rejiminin islami İran'daki bu gelişmeden duyduğu dehşet birçok Batılı ülkeden daha fazlaydı. Bu nedenledir ki İran'ın güney eyaletleriyle Kürdistan bölgesindeki inkılab karşıtı örgüt ve grupları hızla silahlandırmaya başladı. Amerika ve Sovyet büyükelçilikleri şah rejiminin artıkları olan Savak elemanlarıyla diğer üst düzey saray bağlılarının da yardımıyla komunist gruplarla çeşitli fraksiyonlar ve bilhassa "Halkın Münafıkları" olarak ün salmış bulunan Halkın Mücahidleri teşkilatını teçhizatlandırıp islam inkılabı aleyhine yıpratıcı eylemlerde bulunmaya ittiler. Bu satılmış örgütlerden biri olan "Furkan" dünyaca ünlü çağdaş islam düşünürü ve İslam İnkılabı Şûrâsı üyesi Allame üstad Murtaza Matahhari'yi (hş: 12. 2. 1358), Ayetullah Gâzi Tabatabâî'yi (10. 8. 1358) Dr. Muhammed Mufattih'i (28. 9. 1358), Hacı Mehdi Irâkî'yle oğlunu (4. 6. 1358) ve Genelkurmay başkanı General Karânî'yi (3.2.1358) terör ederek şehadetlerine sebeb olacak; Haşimi Refsancâni'yle Musevi Erdebili'ye karşı da terör eylemine girişecek, ancak bu iki eylemde başarılı olamayacaklardı.


            Perde gerisindeki mihrasları tanıyon ve onların komplolarını bilen İmam Humeyni, herşeyden önce Kürdistan'daki inkılab karşıtı bölücülük faaliyetlerinin bir an önce ve en etkili yöntemlerle kökünün kazınması gerektiğine inanıyordu. Ne var ki geçici hükumetin Kürdistan politikası, hiçbir netice vermeyen birtakım görüşme ve müzakerelere dayandığı ve bölücü gruplarla elemanlara karşı ciddi bir tavır sergilemediğinden çok değerli fırsatlar birbiri ardınca kaybediliyor ve bölücü gruplar için daha ileri adımlara imkan hazırlıyordu. Diğer taraftan, şah rejiminin ekonomik politikası gereği ülkenin bütün geliri milli servet olan petrole dayalı hale getirilmiş bulunduğundan; bu zaafı çok iyi bilen Amerika'yla Avrupa ülkeleri, Suudi Arabistan'la ona bağlı diğer bazı arap ülkelerinin de fiili yardımlarıyla, Opec'teki petrol fiatlarını kat kat indirip İran'ın petrol satım piyasasını gelce uğrattılar. Ne var ki bütün bu müşkülatlar ve sıkıntılara rağmen İmam Humeyni zerrece uzlaşmayacak ve emperyalist dünya karşısında bir adım dahi gerilemeyecekti. İmam -ks- fevkalâde bir basiret örneği daha sergileyerek yeni inkılâbi kurum ve teşkilatlar kurdurmak suretiyle geçici hükumetin zaaflarının neden olduğu gedikleri onarmaya başladı, böylece inkılabın süreğenliliği de garanti altına alınmış oluyordu. Müslüman İran halkı da var gücüyle İmam'ı desteklemekte ve onun bütün emir ve direktiflerini can kulağıyla dinleyerek ilâhî davaları yolunda bütün zorluklara katlanmaktaydı.
            İnkılabın muazzam zaferinin henüz 2. ayı tamamlanmadan yapılan ve İran tarihinin gördüğü en serbest ve görkemli referandum olan bir halkoylamasında İran seçmen nüfusunun % 98, 2'si, dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen bir katılımla "İran İslam Cumhuriyeti" ne "evet" diyerek islâmî bir nizama duydukları sevgi ve bağlılığı bütün dünyaya gösterdiler. Bunu anayasa ve anayasa kurucular meclisi seçimleriyle İslâmî Şûrâ Meclisi milletvekili seçimleri izledi. Bu süreçte İmam Humeyni -ks- Kum'daki ikamet mahalliyle Feyziye Medresesi'nde halka yaptığı konuşmalarla islamî nizamın temellerini sağlamlaştırıp bir islam devletinin gayeleri ve böyle bir nizam için öncül ve birincil olan ilkeleri açıklıyor, halkın bu sahneyi asla terketmeyerek sahnedeki varlığını sürdürmesi yolundaki tavsiyelerini vurguluyordu. İmam'ı görmeye ve onu yakından dinlemeye gelen kalabalık kitleler bu konuşmaları can kulağıyla dinlemekte ve tekbir haykırışlarıyla rehberlerinin izinde olduuklarını anlatmaktaydılar. İslam inkılabının zaferinden sonra 10 İsfend 1357 hş'de Tahran'dan Kum'a gelen İmam, kalp rahatsızlığına yakalanıncaya kadar (H.Ş. 2 Behmen 1358) Kum'da kaldı. Tahran Kalp Hastahanesi'nde 39 gün tedavi gören İmam, geçici bir süre için Tahran'ın Derbend bölgesindeki bir eve yerleşti ve burada da çok kalmayarak kendi ısrarıyla Hüccet'il İslam Seyyid Mehdi İmam Cemarâni adlı bir âlimin Cemârân mahallesindeki sade ve gösterişsiz evinde ikameti tercih etti ve ebedî huzura kavuşacağı Dâr-ı bekâ'ya göçünceye kadar da bu evde yaşadı.


            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

            Yorum


              #51
              Ynt: Uyanış Destanı...


              İkinci İnkılâb: Amerika'nın İran'daki Casusluk Yuvası Ele Geçiriliyor

              Seçimlerin başarıyla sonuçlanması ve müslüman İran halkının dünyanın hiçbir yerinde o güne değin görülmemiş çapta bir katılım ve iştiyakla bir sahnede varlık göstermesi; İran'da kurulmuş bulunan bu islam nizamının pek yakında dayanamayıp çökeceği söylentilerini bütün dünyaya yayan ve elindeki güçlü medya imkanıyla İran dahilindeki inkılab düşmanı grupların bildirileri yardımıyla kamuoyunu bu doğrultuda şartlandırmaya çalışan Amerika'yla onun önderliğindeki küfür cephesinin bütün ümitlerinin bir anda suya düşmesine neden olmuştu.

              Amerika'yla Batı Bloku'na mensup diğer ülkeler İran halkının "şahın İran'a iadesi ve İran'ın Amerika tarafından bloke edilen 22 milyar doları aşkın mal varlığının derhal geri verilmesi" yolundaki en doğal hakkı olan isteğine kulak asmamakta; hatta daha da ileri giderek İran'dan kaçan şah rejimi yanlılarını islam inkılabını yenilgiye uğratabilmeleri gayesiyle destekleyip geniş imkanlarla donatmaktaydılar. Beyat Saray'ın bitmek tükenmek bilmeyen bu tahrikleri İran halkının sabrı taşırmakta, halkın Amerika'ya duyduğu hınç ve öfkenin hızla artmasına neden olmaktaydı.


              İmam Humeyni'nin şah rejimi tarafından Türkiye'ye sürgün edilmesinin yıldönümü olan 13 Aban'ın eşiğine gelindiği günlerde (1358 sonbaharı) Bazergan Bey'ina Beyazsaray Başbakanlık Milli Güvenlik Danışmanı Brzetınseky'yle Cezayir'de gizlice mülakaatta bulunduğu haberi İran'a ulaşmıştı. 13 Aban 1358 günü "İmam Humeyni'nin İzindeki Müslüman Üniversite Öğrencileri" adlı müslüman bir üniversiteli grup, Amerika'nın Tahran Büyükelçiliği'ni basarak elçilikteki silahlı emniyet görevlileriyle girdikleri kısa bir silahlı çatışmadan sonra Amerikalı casusları çok sayıda belge ve dökümanlarla birlikte ele geçirmeyi başardılar. Bu baskın sırasında ele geçirilen belge ve dökümanlar daha sonka 200-300 sayfalık hacimlerde ve "ABD'nin İran'daki Casusluk Yuvası'nda Ele Geçen Belgeler" başlıklı bir dizi halinde basılıp yayınlanacak ve kısa bir süre sonra, yayınlanan bu kitapların sayısı 50'yi aşacaktı.


              İnkarı mümkün olmayan bu belgeler Amerika'nın İran ve bölgedeki diğer ülkelere karşı yaptığı casusluk faaliyetleri ve bu ülkelerin içişlerine nasıl karıştığını olanca çıplaklığıyla gözler önüne seriyor ve Amerika'nın bölgediki birçok yerli ve yabancı casusların özel ve kod adlarıyla ABD'nin çeşitli ülkelerde uyguladığı casusluk yöntemleri ve siyasi tahrik metodları konusunda çarpıcı bilgiler içeriyordu. İslâmî İran'ın kültür literatürüne "Casusluk Yuvası'nın işgali" olarak geçecek olan bu olay Amerika'nın çirkin yüzündeki perdeyi kaldırmış, ABD'li üst düzey yetkililer için korkunç bir fiyosko olmuştu.

              Bu olaydan hemen bir gün sonra Bazergan başbakanlığındaki geçici hükumet; sunulan istifayı İmam'ın kabul etmesiyle birlikte düşmüş oldu. Geçici hükumetin başbakanı Mehdi Bazergan'ın bu aceleci istifa girişiminin nedeni İmam'ı infiâli bir tepkiye zorlamak ve onun, üniversitelileri, işgal ettikleri bu mekandan çıkmaya ikna etmesini sağlamaktı. Ne var ki İmam, bu tür baskılarla tavır değiştirecek biri değildi, İmam'ın tepkisi, onların düşündüğünün tam tersi olmuş ve, kendisine sunulan istifa mektubunu hemen kabul ederek inkılâbî elemanların hükumette yeralması için bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmişti. Böylece, zaaf dolu uygulamalarıyla kısa ömürlü iktidarı süresince ülkeyi bir avuç inkılab düşmanı gruplarla örgütlerin cirit meydanı haline getiren muhafazakarlar da tamamen safdışı bırakılmış oluyordu.



              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

              Yorum


                #52
                Ynt: Uyanış Destanı...


                İmam Humeyni, sözkonusu üniversite öğrencilerinin bu inkılâbî girişimini var gücüyle destekledi ve bunu "gerçekleştirilen inkılabdan daha büyük bir inkılab" olarak değerlendirdi. Gerçek de buydu zaten. Behmen'in 22. günü gerçekleşen islam inkılabı hadisesinde Amerika şah rejimini resmen ve açıkça desteklemiş ve yine açıkça islam inkılabının karşısında yer almıştı. Bu ikinci hadisede ise Amerika ve bölgedeki uşaklarının gizli oyunlarıyla ilgili çok önemli belge ele geçirilmişti yığınla... Bu belgeler ifşa edilince Amerika, İran'ı dize getirebilmek için bütün gücünü kullandı, bildiği bütün oyunları denedi. İslâmî İran, Amerika'yla göbeğinden ona bağlı bulunan uşakları tarafından ekonomik ve siyasî ablukaya alındı, ambargolar peşpeşe uygulanmaya başladı. Müslüman İran halkı için İmam'ın mesaj ve direktifleri doğrultusunda yeni bir mücadele başlıyordu şimdi; bu ambargolara karşı var gücüyle direnen müslüman halk, Amerika'nın beklediği teslim bayrağını asla çekmeyecekti.

                Amerikan hükumeti, Tahran'da tutuklu bulunan ABD'li rehine casusları kurtarabilmek amacıyla "çağın en önemli operasyonu"nu gerçekleştirdiyse de bu operasyon, İran'ın Tabes Çölü'nde vuku bulan ve daha ziyade mucizeyi andıran inanılmaz bir hadiseyle başarısızlığa uğradı ve ABD, dünya platfırmunda yeni bir fiyasko daha sergilemiş oldu.

                İslam inkılabının henüz 1. yılını geride bırakmakta olduğu günlerde, yani H.Ş. 4 Ordibeheşt - 1359'da Amerika'nın İran'daki eski hava üslerinden biri olan (İran'ın doğuşundaki) çöl üslerinden birine en ileri teknolojilerle donatılmış bulunan 6 adet c-130 tipi askeri uçak indi.


                Bu vak'a Beni Sadr'ın cumhurbaşkanlığı döneminde vuku buluyordu. Savaş jetleri bu üste yakıt ikmali yapacak ve özel komando birliklerini taşıyacak çok gelişmiş 8 helikopterle birlikte buradan havalanıp Tahran'a ulaşarak yerli işbirlikçilerinin de yardımlarıyla İmam'ın evini ve diğer çok önemli birkaç hedefi bombalayacaktı. Ne var ki hiç beklenmedik bir olayla bütün plânlar suya düşecekti.

                İnceden inceye hesaplanan bütün meteorolojik bilgilere rağmen korkunç bir kum fırtınası kopmuş ve helikopterlerden birkaçı, havalandıkları Nimits savaş gemisine geri dönmek zorunda kalırken diğerleri de çölün belirsiz noktalarına zorunlu inişte bulunmuşlardı. İşte bu sırada, zorunlu inişe geçen helikopterlerden biri, daha önce üsse inmiş olan savaş uçaklarından birine çarptı ve ikisi de infilak ederek yanmaya başladı. Sekiz ABD'li askeri görevlinin öldüğü bu vakada Amerika neye uğradığını şaşırmış ve dönemin ABD cumhurbaşkanı Jimmy Carter operasyonu "başarısız" ilan ederek durdurduğunu açıklamıştı (74).

                H.Ş. 5 Modad 1359'da şahın Mısır'da ölmesi, onun suçsuz yere öldürülen onbinlerce masum insanın katili olarak yargılanmak üzere geri verilmesi gerektiği yolunda İran'ın öne sürmüş olduğu şartlardan birini fiilen silmiş oldu.


                Nitekim 444 gün sonra Cezayir'in arabuluculuğu, İslami Şûrâ Meclisi milletvekillerinin olumlu oyu ve Amerika'yla İran arasındaki Cezayir deklerasyonu gereğince Amerikalı casuslar ülkelerine geri gönderildi; bu arada Amerika artık İran'ın içişlerine karışmayacağı ve bloke ettiği İran'a ait mal varlığını geri vereceği taahhüdünde bulunduysa da bu taahhüdünü hiçbir zaman yerine getirmedi.

                Amerikan casusluk yuvasının ele geçirilmesinin getirdiği en büyük kazanç islam inkılabının devam ve bekasının sağlanması ve kimsenin süper güçlere karşı koyamayacağı yolunda dünya kamuoyunda oluşturulmuş bulunan şartlanma ve yanlış inancın giderilerek bilhassa bu güçlerin başını çeken Amerika'nın Firavunvârî prestijinin kırılması olmuş ve 3. dünya milletleri, bütün bunları yapabilmenin pekalâ mümkün olduğunu bizzat ve fiilen görerek geleceğe karşı yepyeni ümitlerle bakabilmiştir. Nitekim bu olaydan sonra Amerika'nın yıllardır bütün dünyada oldukça ağır maddi ve askeri harcama ve propagandalarla oluşturmuş olduğu "Amerika'nın yenilmezliği" ilkesi bozulmuş, Amerika dünya kamuoyu nezdinde çok büyük bir puan kaybına uğramış ve bu hadiseden sonra ABD, 3. dünya ülkelerini kontrol altına alabilme hususunda bitip tükenmeyeck sorun ve krizlerle boğuşmak zorunda kalmıştır.



                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                Yorum


                  #53
                  Ynt: Uyanış Destanı...


                  İmam Humeyni'nin Tahran Kalp Hastahanesi'nde tedavi görmekte olduğu sırada gerçekleşen ilk cumhurbaşkanlığı seçimlerinde (5. 11. 1358 hş) Ebulhasan Beni Sadr diğer rakiplerini geride bırakabilmeyi başardı. İnkılabdan sonra İran'a dönen Beni Sadr, yaptığı konuşmalar ve yayınlanan kitaplarıyla kendisini inkılâbi bir müslüman ve bilgili bir ekonomist gibi gösterebilmeyi başarmış, kamuoyuna böyle bir portre çizmişti. İmam Humeyni cumhurbaşkanlığı fermanını Beni Sadr'a verdiği sırada yaptığı konuşmada "Beni Sadr bey'e benim bir cümlelik bir nasihatim var ki, bu nasihat herkesedir aynı zamanda: Bütün kayma ve sapmaların başında gelen neden, dünya sevgisidir!"(75).

                  Ne var ki Beni Sadr'ın iktidar hırsıyla dolu şahsiyet ve yapısı onun bu değerli nasihate kulak asmasını engelledi. Halktan aldığı oyların fazlalığıyla kibir ve gurura kapılıp zafer sarhoşu olan Beni Sadr işe başlar başlamaz İmam'ın çizgisi ve dinadamlarına karşı tavır aldı. Geçici hükumet gibi o da, güçlü ülkelerle uzlaşmak ve onlarla siyasi pazarlıklara girmek gerektiği inancını taşıyordu. Beni Sadr'ın ilk icraatlarından biri inkılâbi müslümanları hemen tasfiye edip onların yerine devlet kademelerine ınkılab düşmanı ve dış mihraklara bağlı örgüt mensuplarını getirmek oldu. Beni Sadr Saddam'ın İran topraklarını işgali karşısında parmağını oynatmıyor, ülkesinin topraklarını düşmana âdeta peşkeş çekiyordu. İktidarda kalmaları için islami İran'ın ağır sorunlar ve krizlerle boğuşmasını bir nimet kelakki eden cumhurbaşkanına bağlı elemanlar, Beni Sadr'ın "Silahlı kuvvetler komutanlığı" sıfatını da taşıyor bulunmasından azami derecede faydalanarak düşman saldırıları karşısında yerli kuvvetleri takviye etmekten sakınıyor, ellerinden geldiğince ülke müdafaasını engelliyor, ülkeyi dişiyle tırnağıyla korumaya çalışan İslam İnkılabı Muhafızları Ordusu'nun mevcut silah ve teçhizatları kullanmasına izin vermiyordu! Beni Sadr'ın bölücü ve ihtilaf çıkarıcı politikası neticesinde ülkenin milli birliği tehlikeye düşmüştü. Nihayet İmam Humeyni 20 Hordad 1360'da yazdığı kısa bir fermanla Beni Sadr'ı "Silahlı Kuvvetler Başkomutanlığı"ndan azletti (76) ve bunun hemen ardından İslâmî Şûrâ Meclisi, hükumet aleyhine açılan bir gensoruyla Beni Sadr'ın cumhurbaşkanlığından uzaklaştırılması gerektiğini onayladı.

                  Bazergan başbakanlığındaki geçici hükumetin zaafları ve Beni Sadr'ın çok yönlü destekleriyle İslam inkılabının zaferinden sonra alabildiğine teşkilatlanıp palazlanmış olan Halkın Münafıkları Teşkilatı, Beni Sadr'ın cumhurbaşkanlığından uzaklaştırılmasıyla birlikte inkılâbî güçleri yıpratmak, yıldırmak ve caydırmak amacıyla 30 Hordad 1360'da bir dizi kanlı eylemlere girişerek ağır bir savaşla boğuşmakta olan islâmî İran'da ülke çapında anarşi yaratmaya çalıştılar. Ancak başta Tahran halkı gelmek üzere bizzat sivil halk güçleri birkaç saat içinde duruma müdahele ederek münafıkları sindirecek ve çok sayıda münafığı da yakalayacaktı. Bu tarihten itibaren, kendisini Halkın Mücahidleri (!) adıyla adlandıran Halkın Münafıları teşkilatı İran İslam Cumhuriyeti'ni yıkmak amacıyla resmen eylem başlattıklarını açıkladılar, terör, bombalama ve kundaklama eylemlerine girişen münafıkların liderleri hücre evlerinden bu eylemleri yönlendirmekteydi.


                  Münafıkların terör ve bombalaması eylemlerine en fazla hedef olan kuruluş İslam Cumhuriyeti Partisi'ydi. Bu parti inkılaptan sonra İmam'ın yolunu tercih eden inkılâbi güçleri teşkilatlandırmak ve inkılab düşmanı siyasi örgüt ve grupların eylemlerine karşı bir direniş merkezi oluşturmak amacıyla Ayetullah Hamenei, dr. Beheşti, dr. Bâhüner, Haşimi Refsancani ve Musevi Erbebilî gibi önemli isimler tarafından kurulmuştu. İmam Humeyni'nin manevi desteği sayesinde kısa sürede bütün ülke çapında geniş halk kitlelerinin desteğini kazanmış olan bu parti, islam düşmanlarının çirkin emellerinin karşısına dikilen en ciddi maniâlardan biriydi.

                  Ayetullah Hamenei Tahran'daki Ebu Zer Camii'nde yaptığı bir konuşma sırasında münafıkların camiye yerleştirdiği bombanın patlamasıyla yaralandı (H.Ş. 6. Tir 1360).


                  Ertesi gün büyük bir facia daha yaşanıyor ve aralarında Yüksek Yargıtay başkanı dr. Beheşti'yle çok sayıda bakan ve milletvekili, yargıtay üst düzey yetkilileri, yazar ve düşünür kesiminden İmam'ın yakın adamları ve islâmî nizamın en iyi yetişmiş 72 elemanı, İslam Cumhuriyeti Partisi'nin merkez binasına bölücü Halkın Münafıkları teşkilatı tarafından yerleştirilen güçlü bir bombayla şehadet şerbetini içiyorlardı.

                  Bu hadisenin üzerinden henüz iki ayı aşkın bir zaman geçmemişken, Beni Sadr'ın azliyle birlikte halk tarafından cumhurbaşkanlığına seçilen ve bütün mustaz'af kesimler tarafından pek fazla sevilen Muhammedali Recâi Bey'le yeni başbakan Hüccet'il islam dr. Muhammed Cevad Bâhüner de; özel çalışma bürolarında patlayan bir bombayla şehadete nâil olacaklardı.

                  Bu kanlı hadise neticesinde islâmi nizamın elinden alınan sözkonusu iki değerli şehidin yerine hemen yeni yetkilileri atayarak duruma hakim olan İmam düşmanın bütün oyunlarını bozmuş ve bu hadiselerde gösterdiği kararlılık, salâbet ve sebatla siyasi mahfiller ve haber çevrelerini şaşkına uğratmıştı.



                  Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                  Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                  Yorum


                    #54
                    Ynt: Uyanış Destanı...


                    İmam Humeyni'nin -ks- bu muazzam salabet ve iman gücüyle, ona cân-u gönülden bağlanan müslüman halkın uyanık ve bilinçli tavrı olmasaydı bu hadiselerin sadece bile islam nizamının yıkılmasına yetecek güçteydi. Ne var ki bu acı hadiseler vuku bulduğunda iman ve takva timsali İmam'ın -ks- gönüllere huzur veren konuşması halkı teselli etmekte; İmamlarının salâbet, sabır ve iradesini gören ümmet de aynı kararlılıkla onun izinden yürümekteydi. Dr. Beheşti'nin şehadeti üzerine bütün ülke çapında gösteriler düzenleyen milyonluk kitlelerin "Amerika der çe fekriye? / İran poez Beheştiye!" (Amerikan ne sanıyor? İran Beheşti'lerle doludur!) feryatları İran semalarını inletiyordu. İmam'ın -ks- konuşmalarından alınan ihamla gönüllerden dillere akan bu slogan, bütün bu terör eylemleri; ve acı olayların perde gerisinde duran asıl düşmanı, yani Büyük Şeytan Amerika'yı ifşa etmekteydi. Diğer taraftan İmam -ks- yıllar önce başlattığı islami hareketin daha ilk günlerinde halka "islam inkılâbının hiçbir birey ve şaha dayalı olmadığını, şahsın gayet ileri, etkili ve güçlü olmasının bu gerçeği asla değiştirmeyeceğini" öğretmiş ve "İslam inkılabını muhafaza edip koruyan yegane faktörün Allah Teala'nın iradesi ve O'nun sonsuz gücüne inanan halkın iman gücü olduğu"nu defalarca ispatlamıştı.

                    İmam Humeyni'nin -ks- en önemli başarılarından biri İran halkının toplu bilinçlenmesine katkıda bulunması ve milletinin bilinç seviyesini yükselterek vuku bulan günlük siyasi olayları doğru yorumlamalarını sağlayıp onlara meseleler karşısında sorumluluk duyabilmeyi öğretmesidir.

                    Batı medyası yıllar boyunca yaptığı geniş propaganda ve yorumlarda İmam Humeyni'nin -ks- ölümüyle İran İslam Cumhuriyeti nizamının yıkılmasının kaçınılmaz olacağı yolunda kamuoyunu şartlandırıyor, hatta batılı düşünürlerle politikacılar ve devlet yetkililerinin önemli görüşme ve konferanslarında bile bu mesele üzerinde ciddiyetle durulup Batı medyasının bu kehanetine kesin gözüyle bakılıyordu. Bütün bunlara kanan içerideki inkılap düşmanları bile kendilerini böyle bir zamana hazırlamakta ve İmam'ın ölümünü beklemekteydiler. Halbuki İmam Humeyni dünyadan göçüp de Hakın rahmetine kavuşunca bütün bu yorum ve kehanetlerin ne kadar cahilâne ve ham olduğu anlaşılmış ve yıllardır böyle bir anı iple çekmekte olan islam inkılabı düşmanlarının bütün hayallerinin bir anda suya düştüğüne bütün dünya şahid olmuştu. Bunun nedeni, yukarıda da belirtildiği üzere İmam'ın islam toplumu ve islâmî düşüncenin ihyası üzerindeki inkar edilemez yapıcı etkisiydi. Pehlevi hükumetinin zevk ve eğlenceden başka hedef gütmeyen 50 yıllık çirkefli ve ihanet dolu iktidarı boyunca öz değer ve inançlarından soyutlayıp duygu ve düşüncelerini donuklaştırdığı ve neticede bütün manevi değer ve ümitlerini yitirmiş olan ve herşeye karşı lakayt hale gelmiş bir nesli eğitip yetiştiren İmam bu uzun ve sabırlı çalışmasında öylesine başarılı oldu ki; yıllardır Pehlevi rejiminin batı ve batılı değerlere endekslediği bu nesil, laik rejim tarafından hayatlarının her safhasında iliklerine kadar işlenmiş olan bütün yabancı ve gayriislami değ erleri bir kenara bıraktı ve kısa bir sürede kendisinde muazzam bir değişiklik yaratarak islâmî ilke ve ülkülerle donandı. Baasçı Irak rejiminin islami İran'ın topraklarını işgal etmesiyle başlayan 8 yıllık tahmilî savaş boyunca fevkalâde bir bilinç, maneviyat, moral ve şevkle islam cephelerinde kelle koltukta savaşan yüzbinlerce Hak aşığı gencin sergilediği şanlı müdafaa savaşçı bunun en barîz delilidir. Yine bu gençler içinde şehadete nâil olanların yazmış olduğu ve bugün ciltlerce kitaplar halinde basılmış bulunan vasiyetnâmeler, sözkonusu bilinç, Hakka beslenen aşk, fevkalade iman ve moral gücünün en sarih belgesidir.


                    Sözkonusu cephelerde inanılmaz bir haması sergileyen Irak- İran sınırlarından ibaret gibi görünen bu eşitsiz savaşta gerçekte bütün bir Batı dünyasını ve bu maddeci dünyanın başını çeken ABD istikbarını korkunç bir hezimete uğratıp küfür dünyasını dize getirmeyi başaran bu gençler; islam inkılabının zaferinden birkaç yıl öncesine kadar, türlü ahlaksızlık akımlarına maruz kalıp olmadık propagandalarla zihinleri uyuşturucu nice şehevî cazibelerin bombardımanına tutulan gençlerden başkası değildi.



                    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                    Yorum


                      #55
                      Ynt: Uyanış Destanı...


                      İmam Humeyni çağını bizzat ve yakından görememiş olanlar için bütün bunlar abartılı gibi gelebilir ve İmam'a ve inkılaba beslenen aşırı sevginin makul mübalağaları şeklinde telakki edilebilir. Ne var ki bugün bile bütün bunları ispatlamak için yukarıdaki satırlara lüzum bırakmayacak kadar canlı şahid, belge ve senet mevcuttur halâ... Evet, evlatlarını İmam Humeyni'nin göstermiş olduğu islam yolunda feda etmekten çekinmeyen analarla babalara başsağlığı yerine halâ tebriklerde bulunulmakta ve bir azizini şehid verebildiği için kutlanmaktadır. Bugün islami İran'da halâ nice annelerle nice babalar vardır ki, birden fazla evladını Allah yolunda şehid vermiş olduğu halde "yine olsa, yine veririz!" diyebilmekte ve bunu kendileri için bir cennet rızkı ve ilâhi bir nimet olarak görebilmektedirler. İslam inkılâbı nizamına ihanet eden inkılab ve islam düşmanı münafık nice örgüt üyeleri ve hücre evlerinin bizzat bu "mümin" anne-babalar tarafından güvenlik güçlerine bildirildiği ve islama ihanet evlatlarını bizzat kendi elleriyle islam adaletine teslim ettikleri gerçeği; batılılar ve batı hayranları tarafından anlaşılması pek kolay olmayan hakikatlerdir. İran halkının ruhsuz ve donuklaşmış batılıların aile yapısına hiç benzemeyen duygusal, sıcak ve samimi aile yapısı gözönünde bulundurulacak olursa bunun ne demek olduğu çok daha iyi anlaşılır. Cephelerde savaşmış onbinlerce gönüllü islam savaşçısından en acı cephe hatırasının ne olduğu sorulduğunda halâ "güvenlik konseyinin barış bildirisinin İran tarafından kabul edilmesi" cevabı alınmaktadır. Gönüllü islam savaşçılarının o günkü buruk ve mahzun hali, ancak o günü bizzat yaşaşan ve o sahnelere bizzat şahid olanlar için tavsif edilebilir bir haldir. Zira böylece "şehidlere mahsus cennet kapısı"nın artık kendilerine kapanması ihtimalinden korkmuş ve şühedâ kervanına katılamamanın üzüntüsüyle gözyaşı dökmüşlerdi!..

                      Koca bir toplumda böylesine bir değişikliğin vuku bulması ve bütün bir islam ümmetinde islam ve şehadet aşkının böylesine görülmemiş bir hızla alevlenmesi elbette kolay bir iş değildi ve bütün bu tahavvüller durup dururken gerçekleşmemişti. Lübnan ve o beldenin Hizbullah'ının sergilediği kahramanlıklar işte bu geniş ve köklü tahavvülün bir parçasıydı aslında. Lübnan Hizbullah'ının siyonist saldırgan işgalciler karşısında gösterdiği eşsiz mukavemet ve direncin nedeni, batılı medyanın iddia etmiş olduğu gibi İran'ın müdaheleleri ve desteği değildi aslında; nitekim Amerika, Avrupa ve eski Sovyetler gibi devler çok daha önceki yıllardan itibaren o bölge gayet faal olarak çalışmaktaydı, mesela Beyrut'taki ABD üniversitesi* yıllardır Lübnan'da faaliyet gösteriyordu. Lübnan olayları sırasında Amerika'yla Avrupa bu ülkeye resmen askeri birlikler göndermişti.

                      Nitekim çok yakın bir tarihe kadar Lübnan'ın uluslararası lakâbı "Ortadoğu'da Batının politika pazarı"ydı. Durum böyleyken bunca küçük ve dört bir yanından kuşatılmış bulunan ve siyonist İsrail'le komşu olup hiçbir silah üstünlüğü de taşımayan Lübnan gibi bir ülke nasıl oldu da böylesine şanlı bir direnişe geçti ve Batılıların bütün askerlerini geri çekerek arkalarına daha bakmaksızın kaçmalarına sebeb oldu ve buca ekonomik sıkıntılar, ambargolar ve siyonist İsrail uçaklarının ardı arkası kesilmeyen bombardımanlarına rağmen Hizbullah güçleri nasıl oldu da varlıklarını Batılılara resmen kabul ettirebilmeyi ve bütün bir Batı'nın karşısına tek başına dikilebilmeyi başardı sahi?" Birçok batılı siyasi gözlemcinin de itiraf etmiş olduğu üzere bunun en bâriz nedeni, Lübnanlıların akidevi ve kültürel yapıları nedeniyle, diğer milletlerden çok daha önce İmam'ı tanımaları ve onun mesaj ve çizgisini idrak edip kabullenmiş bulunmalarıydı. Hemen ardından, Filistin'de başgösteren şanlı direniş'le Hamas hareketi ve diğer müslüman ülkelerdeki uyanış ve şahlanışlar da da yine doğrudan veya dolaylı olarak rahmetli İmam Humeyni'nin -ks- fikir ve düşüncelerinin etkileri müşahede edilmekteydi.

                      Böylesine geniş ve çok yönlü değişimleri meydana getiren yegane faktör, İmam Humeyni'nin -ks- siyasi fikirleri ve onun siyasi mücadele yöntemlerinden ibaret değildi elbet; İmam Humeyni'nin inancı olan Muhammedî öz islamın insanbilim, toplumbilim ve eğitim usulleridir ki bunca köklü siyasi değişimlere ortam hazırlamaktaydı. Rahmetli İmam'ın -ks- insan denilen şeye nasıl baktığı, toplum ve tarihi nasıl değerlendirdiği, eğitim ve yetişme konularında neler düşündüğü gibi önemli noktalar ne yazık ki henüz gereğince işlenip yazılmış değildir. İmam Humeyni'nin insan, eğitim ve topluma bakış açısıyla, bugün bu konularda islam ülkeleri ve 3. dünya ülkelerinin üniversitelerinde yazılıp çizilen ve öğretilen şeyler arasında hiçbir benzerlik mevcut değildir.


                      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                      Yorum


                        #56
                        Ynt: Uyanış Destanı...


                        İmam Humeyni'nin hareketinin temeli, peygamberlerin metodları üzerine kuruludur. Zulme uğrayıp toplumdan dışlanmış ve yalnızlığa itilmiş kölelerden Ebuzer ve Selman'lar yetiştiren metoddur bu. Cahiliyet asrının nâçiz insanları arasından medeniyet öncüleri ve islâmî kültürün temel isimlerini yetiştiren bu ilahi metod günümüzde maalesef unutulmuştur. Bugün insan ve toplum bilimi adına bilinen ve konuşulan sözde çağdaş (!) şeyler, aslında vahyi temellere dayanmayan ve salt beşerî ürünler olan batı liberalizmiyle batı hümanizminin ürünlerinden başka şeyler değildir, kaldı ki bu ikisi de aslında rönesansın mahsulleri olup insanın kendi özüne yabancılaşması, eliminasyona uğraması, madde ve makinanın egemenliğinin insanı değerlere üst edilmesinin sonuçlarıdır.

                        Şimdi, islam inkılabının zaferinin ilk yıllarında, o fırtınalı günlerde İmam'ın olayları nasıl kontrol edip yönlendirdiğini ele alalım bir de: H.Ş. 1360'ta vuku bulan patlama ve 7 Tir faciası olarak inkılap tarihine geçen bu hadiseyle birlikte İmam'ın onlarca yakın adamının şehid düşmesi ve onca üst düzey yetkilinin bir anda kaybedilmesinin hemen ardından, Halkın Münafıklarının liderleriyle, görevinden azledilmiş olan hain cumhurbaşkanı Beni Sadr, Tahran havaalanındaki adamlarının da yardımıyla, kadın kılığına girip makyaj yapıp süslenerek çarşaf içinde Paris'e kaçtılar. Bu uçağın pilotu, şahın çok güvendiği özel pilotuydu; nitekim şahın iran'dan son firavını da yine bu pilot gerçekleştirmişti(77) Fransa devledi, insan haklarına saygı ve terörle mücadele gibi iddialarının tam tersine bir davranış sergileyerek, İran'da suçsuz sivil insanların rastgele terör edilip kamu yerleşim mekanlarının bombalandığı terör eylemlerini resmen bildiriler yayınlamak suretiyle üstlenen bu vatan haini teröristlere sığınma hakkı verdi. Bu münafık, hain ve terörist satılmışlar, bu eylemlerinden sonra diğer Avrupa ülkeleri ve Amerika'dan da her nevi desteği gördüler; bununla da yetinmeyerek, İran- Irak savaşı sırasında Saddam'la pazarlık edip asıl merkezi karargâhlarını Irak'a taşıdılar ve 8 yılı aşkın bir süre devam eden tahmilî savaş boyunca Baasçı Saddam ordusunun emrine girerek onların gönüllü uşaklığını yapıp kendi vatanları aleyhine casuslukta bulundular. İçeriye sızdırdıkları satılmış elemanlarının yardımıyla İran cephelerinin durumu hakkında bilgi topluyor, islami İran'ın sivil yerleşim merkezlerine Saddam'ın attığı füzelerin hedefe isabet edip etmediği vb. bilgileri Saddam ordusuna aktarıyor, İranlı esirleri sorguluyor ve Iraklıların İran'a karşı düzenlediği askeri operasyonlara katılıyorlardı.

                        İran'la Irak arasında barış imzalandıktan sonra H.Ş. 1367 (1988-89'lu yıllar) de son bir çırpınışla islami İran'a karşı askeri bir operasyon düzenleyen bu münafıkların "Allah'ın Tuzağı"olan "Mirsad" karşı operasyonuyla korkunç bir hezimete uğrayıp 1000'den fazla ölü bırakarak tekrar Irak topraklarına çekilmesi son derece ibret verici bir hadisedir. Bugün Amerika'ya bağlı malum odaklarca "islami İran'da güya insan haklarının çiğnendiği" şeklindeki iftira ve spekülasyonların arkasında da hep bu münafıklar güruhunun mesnedsiz karalamaları ve batılı devletlerin bu söylemlerin ardına sığınarak sözkonusu vatansız münafıklara destek verme telaşları yatar.


                        Münafıklar, İran'ın müslüman halkı nezdinde en menfur ve en aşağılık kaatillerdir bugün; nitekim İran tarihinde hiçbir câni, bu satılmışlar güruhu kadar kendi milletine hıyanet ve zulümde bulunmamıştır.

                        İslam Cumhuriyeti Partisi merkez binasına yerleştirilen bir bombayla şehid olan üst düzey 72 görevlinin şehadetiyle İran İslam Cumhuriyeti cumhurbaşkanıyla başbakanının ve daha birçok güzide ve seçkin müminlerin terörü bu satılmış güruhun eylemlerinden bir kısmıdır; Yezd Cuma İmamı Ayetullah Saduki (11.4.1361), Kermanşah Cuma İmamı Ayetullah Eşrefi İsfehani (23.7.1361), Şiraz Cuma İmamı Ayetullah Eşrefi İsfehani (23.7.1361), Şiraz Cuma İmamı Ayetullah Destgayb (20.9.1360), Tebriz Cuma imamı Ayetullah Medeni (20.6.1360) Korgeneral Destcerdi'yle birlikte Ayetullah Kuddusi (14.6.1360), Hüccet'il islam Haşiminejad (7.7.1360) vb. nice yiğit ve mümin insanlar da islam inkılabının oluşum ve zaferinde etkili rol alıp geniş halk kitlelerinin kalbinde taht kurmayı başardıklarından sözkonusu münafıklar güruhu tarafından terör edilenler arasında yer alırlar. İslam nizamının yetkilileriyle yönetici kadrodan başka, sırf bu islâmi nizama gönül verip onu desteklediği için çarşı-pazar esnafı ve diğer sivil halktan nicesi de yine bu münafıklar güruhunun silahlı saldırıları ve kamu yerleşim merkezleriyle taşıtlarına yerleştirdikleri bombalarla şehadete nail olmuştur (78) Bu cani ruhlu güruhun son eylemlerinden biri de iki hırıstiyan dinadamını feci şekilde öldürmeleri ve h.ş. 1373'ünün Âşura günü Meşhed'de, İmam Rıza'nın türbesini bombalamalarıdır.


                        Sözkonusu câni güruh bu korkunç cinayetleri işlerken başta Amerika gelmek üzere, insan hakları tellallığını kimseye bırakmayan bütün Avrupa ülkeleri ve uluslararası kuruluşların bunca teröre karşı sessiz kalması, hatta bununla da yetinmeyip bu teröristlere her nevi destek ve yardımda da bulunması, noktalanmak üzere olan 20.yy'ın yüzkarası ve son derece düşündürücü olan gerçeklerindendir. Aynı kuruluş ve ülkeler, daha önce de aynı tavrı sergilemiş ve şahın toplu katliamlarını sessizlik içinde izleyip, gerektiği yerde açıkça desteklemekten çekinmemişlerdi. Bu nedenledir ki rahmetli İmam, ister inkılab öncesi, ister inkılab sonrası olsun; fikir, beyan ve girişimlerini "batılı ülkeler ve uluslararası kuruluşlar ne der?" kaygısıyla ve onların tarafsızlığına güvenerek tanzim etmedi asla. İmam; Bm'nin, Güvenlik Konseyi'nin, İnsan Hakları Komisyonu vb. kuruluşların dünya istikbar ve emperyalizminin elinde oyuncak durumundaki birer kukladan başka şey olmadıklarını defalarca söylemiş, açıklamıştı. Nitekim eski Sovyetler'le ,komunistlerin de özgürlük ve emperyalizmle mücadele gibi iddiaları da aynı amaca yönelik kandırmacalardan ibaretti. Hatta rahmetli İmam -ks- bu hakikate binaen İran İslam Cumhuriyeti yetkililerine daima bunu bir prensip olarak hatırlatır ve "Amerika, doğu ve batı vb. mahfiller günün birinde sizi över ve durup dururken sizin varlığınızı resmen kabul ettiklerini açıklarlarsa, işte o zaman gittiğiniz yol ve takındığınız tavrın doğru ve hak olduğundan şüpheye kapılmanız gerekir" derdi.



                        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                        Yorum


                          #57
                          Ynt: Uyanış Destanı...


                          Tahmîlî Savaş Sürecinde İmam ve İran Milletinin Müdafaa Mücadelesi

                          Amerika'nın, islâmi İran nizamını yıkabilmek için başvurduğu ekonomik, siyasi ve askeri ambargo, Amerikalı rehinleri kurtarabilmek için giriştiği Tabes Operasyonu, İran Kürdistan'ını bölüp parçalama girişimi, akıl almadık terör eylemleri vb' şeytâni ve cânice komploların tamamı boşa çıkınca ABD yetkilileri İran'ı büyük bir sıcak savaşın içine itmeye karar verdiler, Amerikalılar her zaman olduğu gibi bu kez de askerî yöntemle meseleyi çözebileceklerini sanmışlardı. H.Ş. 1359 -1980- lu yıllardaki dünya siyasi panoraması, doğu-batı blokları arasındaki özel bir dengeye dayalıydı ki bu da ABD'nin tek taraflı girişimlerini engellemedeydi. Diğer taraftan, İmam'ın Fransa'daki çalışmaları, konuşmaları ve inkılab sonrasındaki karar ve uygulanmaları neticesinde İmam'ı ve İran'ın mazlum milletini daha iyi tanıma imkanı bulan dünya kamuoyu İran milletinin mazlumiyet ve hakkaniyetini farketmiş olduğundan İmam ve İran'dan yana bir tavır koymakta, bu da Amerika'nın doğrudan doğruya İran'a saldırmasını önlemekteydi. Fars Körfezi ülkelerindeki rejimlerin de pek iç açıcı bir durumları olmadığından, böylesine ciddi bir konuda paravan olarak kulanılmaya müsait değillerdi, binaenaleyh, islâmi İran'ın üzerine saldırtmak için seçilebilecek en uygun ülke Irak'tı ABD için. Çünkü Irak, doğu bloku ve Sovyetler'in müttefiklerinden biri olarak tanınıyordu dünyada; bu nedenle de Irak'ın savaşa girdiği bir ülkeye karşı Sovyetler ve diğer komunist doğu bloku ülkeleri Saddam'dan yana tavır koyacak, nitecede onlar da, İslami İran'a karşı, Amerika'yla batının safında yer almış olacaklardı ki, bu durum, gelecekte vukuu muhtemel birtakım anlaşmazlık ve sürtüşmelerin daha ilk baştan giderilmesi demekti. Bölgedeki petrol ülkeleri arasında askerî güç ve teçhizat bakımından Irak 2. sırada yer alıyordu ve gerekirse Amerika'nın mâli yardımını istemeden ve ABD askerlerine ihtiyaç duymadan da, bilgedeki Amerikan yanlısı diğer arap ülkelerinin yardımı ve kendi milli servetiyle bu savaşı belli bir süre devam ettirebilir ve Amerika'ya fazla külfet de olmazdı. Zaten Amerika'yla Saddam'ın ilk günlerindeki hesap ve tahminleri bu savaşın çok kısa süreceği ve en fazla, birkaç gün içinde İran'ın yerle bir edilip islam inkılabının işinin bitirileceği şeklindeydi.

                          Ama evdeki hesap çarşıya uymayacak ve Saddam da, Amerika da, bu hesapta ne kadar yanıldıklarını anlamakta gecikmeyeceklerdi. Kafirler istemese de, Allah, nurunu tamamlayacaktı çünkü.

                          Saddam'ın saldırgan ve iktidar hırslısı kişiliğiyle, iki ülke arasında ötedenberi süregelen sınır anlaşmazlığı da Saddam'ı kışkırtmak ve islami İran'ın üzerine saldırtabilmek için Amerika'ya istediği fırsat ve kozları kazandırıyordu. Bu savaşı başlattıran ve Saddam'ı islâmi İran'ın üzerine saldırtanın ABD olduğu, ama Sovyetlerle Avrupa ülkelerinin de bu hususta ABD'ye endekslendiklerine dair İran'ın savaş boyunca dünya kamuoyuna sunduğu belge ve dökümanlar her ne kadar hep görülmezden gelindiyse de, daha sonraları Amerika'yla Irak'ın toslaşmak durumunda kaldığı ve pastayı paylaşmak istemeyen ABD'nin Irak'ın karşısına dikildiği "petrol tankerleri savaşı"nda vuku bulan olaylar, itiraflar ve tarafların yekdiğerinin kirli çamaşırlarını orta yere dökmesi neticesinde bütün dünya gerçekleri olanca çirkinliğiyle görecek ve herşeyin farkına varacaktı.

                          Miladi tarihle 22 Eylül 1980'e rastlayan 31 Şehriver 1359 hş'de; yani, kameri takvimle hicri 1400'ün Zilkade'sinde ve islam dini gereğince savaşın ve kan dökmenin haram olduğu aylardan birinde hiç beklenmedik bir zamanda Irak ordusu, Saddam'ın emriyle İran'la müşterek 1280 kilometrelik sınır boyunca en kuzey noktadan başlayıp İran'ın güneyindeki liman şehri Hurremşehir'le Abadan'a kadar uzanan çok geniş bir şeritte islami İran'a karşı büyük bir saldırı başlattı. Aynı gün, öğleden sonra saat 14 sularında Irak savaş jetleri Tahran ve diğer kentlerdeki önemli havaalanlarının tamamını bombaladılar. Fransa devletinin direkt yardımları ve Amerika'yla İngiltere'nin silah kartellerinin tam takviyesi ve Sovyetlerin her nevi silah ve cephane desteğiyle aylar önceden beri böylesine korkunç bir saldırıya hazırlatılmış bulunan Saddam'ın savaş mekanizması, en zayıf anında gafil avladığı islami İran'ın topraklarında hızla ilerlemeye başlamış ve İran'ın 5 büyük eyaletinin önemli bir bölümünü kısa sürede işgal etmişti. Saldırının ilk anlarında, sınır boylarında yaşayan yiğit müslümanlarla küçük karakollar kahramanca bir direniş destanı yaratmışsa da, hazırlıksız ve silahsız oldukları için Saddam'ın ağır silahları karşısında bu direnişleri önemli bir mania teşkil edememişti. Sınır boylarındaki köylerle kasabalardaki sivil insanlar acımasızca katledilmiş, Baas ordusu girdiği bütün yerleşim merkezlerini yoğun top ve tank mermileri altında içindeki canlılarla birlikte yok etmiş geride, bir avuç toprak yığını ve haksız yere akıttığı masum sivillerin kanından başka şey bırakmamıştı.


                          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                          Yorum


                            #58
                            Ynt: Uyanış Destanı...


                            İran, henüz büyük bir inkılabın içinde bulunduğundan orduda önemli zayiatlar yaşanmış, ordu hemen hemen dağılmış durumdaydı. Saddam'ın saldırdığı günler, İran'ın bu dağılmış olan orduyu toparlamakla meşgul olduğu ilk günlere rastlamıştı. Ordu, kısa bir süre öncesine kadar şahın emrinde olan bir orduydu ve başta Amerika gelmek üzere birçok Avrupa ülkesinden getirilen yabancı müsteşarlar tarafından idare edildiğinden her sahada bu müsteşarlara bağımlı hale getirilmiş, sözkonusu müsteşarlarsa islam inkılabıyla birlikte İran'dan kaçmışlardı. İran halkının parasıyla alınan çok ileri modern askeri gereç ve silahlarla, savaş uçakları ve teknolojinin en ileri ürünleri olan füzeler gibi stratejik yıkılacağını gören Amerika'nın şeytanca müdahelesiyle İran'dan çıkarılmış ve şahın son günlerinde gizli bir görevle İran'a gönderilen general Hayzer'in iki ay süren çalışmaları sonucu süratle Amerika'ya aktarılmıştı (79) İmam Humeyni'nin emriyle kurulan Sipah -İslam İnkılabı Muhafızları Ordusu- henüz kuruluşunun ilk günlerini yaşıyordu; gereğince teşkilatlanabilmiş, organize edilmiş değildi; ne silah, ne teçhizat ne de tecrübe açısından da Saddam ordusuyla mukayese edilemeyecek kadar toy ve yeniydi. Saddam ise Amerika, Fransa ve onlara uşaklık eden yerli münafıkların kendisine verdiği bilgilerle bütün bu zaafları iyice biliyor ve var gücüyle fırsatı değerlendirmeye çalışıyordu. Saaddam, bu şartlar altında bulunan islami İran'ı birkaç gün zarfında ele geçireceğinden o kadar emindi ki "Büyük Irak Toprakları" adını verdiği yeni haritalar bile hazırlatmış ve İran'a ait Huzistan eyaletinin tamamıyla, batı eyaletlerinin önemli birkısmını bu haritada Irak topraklarına dahil edivermişti!! Çünkü bu vahim şartlar altında islâmi İran'ın böyle bir saldırıya karşı direnebilmesinin imkansız olduğundan emindi; dahası; dünya emperyalizmi de Saddam'a tam destek vermekteydi bu saldırıyı gerçekleştirmesi için.

                            Irak'ın İran'a saldırdığı haberi, tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden ve tüm dünyayı ilgilendiren önemine rağmen, uluslararası kuruluşlar tarafından duyulmazdan geliniyor, insan hakları havarilerinin hiçbirinden çıt çıkmıyordu.


                            Dünyayı sömüren süper güçlerin de hiçbiri bu vahşi saldırıya tepki göstermemiş, bu tepkisiz halleriyle, islâmi İran'a besledikleri kin ve düşmanlığı ifade etmişlerdi aslında. Bunun yanısıra, içeride yaşanan gerçekler, Baasçı ordunun emrine verilen üstün teknolojinin en modern silahları, karar vermeyi oldukça zorlaştıran şartlardı. Henüz büyük bir inkılabın içinde bulunan ve hiçbir hazırlığı olmayan islami İran, sırf islâmi niteliğinden dolayı dünya siyonizminin hışmına uğramış, derhal ortadan kaldırılması için müstekbirler tarafından gerekli bütün girişimler başlatılmıştı. İran bir oldu bittiyle karşı karşıyaydı şimdi; önünde sadece 2 yol vardı: Ya bu eşitsiz savaşta direnmeye karar verip bütün olumsuz şartlara ve hiç de ümit verici görünmeyen bir yarına yürüyecek, ya da Amerika'nın isteklerine boyun eğip ona teslim olacak ve Saddam'ın elinden kendisini kurtarması için Amerika ve ona bağlı uluslararası kuruluşlara yalvarış teslim bayrağı çekecekti ki bu da islam ve inkılabdan tamamen vazgeçmek, bütün islâmî inanç ve ilkeleri ayaklar altına almak demekti.


                            Ne var ki bütün zorluklar, İmam Humeyni'yi, islamı müdafaa kararlılığından vazgeçiremeyecek kadar küçüktü. Zira o "Nice az bir topluluğun, kendilerinden çok daha fazla olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galip gelmiş olduğuna ve Allah'ın, sabredenlerle beraber olduğuna* " iman edenlerdendi. Nitekim "herşeyiyle Rabbinde erimek" olan "fenâ fillah" gibi manevî makam ve mertebeleri, henüz ümmetin hidayet ve yönetim sorumluluğunu üstlenmeden yıllar önce katetmiş, geride bırakmıştı o. Kâmil insanların hicretini inceleyen "Esfâr-ı Erbee"yi defalarca öğrencilerine ders vererek teorik açıan irdelemiş; günlük yaşamında da fiili ve pratik olarak bu yolculukları en mükemmel haliyle katetmişti. Cihad ve müdafaa hükümleri, İmam Humeyni'nin kendi eseri olan amelî risalesi, yani tam ilmihalinde, her müslümana farz olan vazgeçilemez hükümler olarak yeralmıştı. İmam'ın geçmişi ve hayatını bilen ve onun kişilik ve tekamül seyrinden haberdar olan biri; bu yol ayrımı ve iki tercih arasında İmam'ın hangisini seçeceğini ve nasıl bir geleceği tercih edeceğini kolaylıkla tahmin edebilir.



                            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                            Yorum


                              #59
                              Ynt: Uyanış Destanı...


                              Irak Baas ordusunun islami İran'a saldırdığı günlerde İmam'ın bu konuyla ilgili ilk tepki, ilk konuşma ve ilk mesajları; onun kişilik ve komuta niteliğinin çok bütün bunları, olanca incelik ve kendisine has özellikleriyle ele alıp incelemek gerekir ki bir özet olan elinizdeki eserde böyle teferruatlara girebilmek ne yazık ki mümkün olmamaktadır. İmam, zerrece tereddüde kapılmadan, derhal savunmaya geçilmesini emretti ve konuyla ilgili daha ilk konuşma ve yorumlarında asıl etkeni apaçık bir şekilde belirleyerek bu savaşı başlatan ve Saddam'ı kışkırtıp İran'a saldırtanın büyük şeytan Amerika olduğunu açıkladı. Bu arada görünüşteki bütün belirtilerin, tam tersi bir tablo sergilemesine rağmen, Allah rızası için ve O'nun dinini korumak amacıyla yılmadan bir müdafaa savaşına girişilmesi ve bunun dînî bir farz olarak telakki edilmesi halinde sonunda düşmanın mutlaka yenileceğini de çok sarih bir dille belirtmişti. İmam (81).

                              Irak'ın savaşı başlattığı günün ertesi, İmam yine resmi bir açıklamada bulunarak ülkenin bir savaşa mecbur edilmiş olduğu bu şartlar altında savaş ve ülke yönetimiyle ilgili genel politika ve prensiplerin neler olması gerektiğini belirliyor ve 7 maddeden ibaret bu kısa, ama geyet kesin ve yeterli direktiflerini herkese ilan ediyordu (82); bunun hemen ardından yaptığı bir konuşma ve açıladığı mesajlarla Irak halkına ve devletine karşı son uyarı vazifesini de yerine getirmeyi ihmal etmedi (83).

                              Bu mesajlardan sonra İmam 8 yıl sürecek olan eşitsiz ve amansız savaşın başkomutanlığını bizzat üstlenecek ve düşmanlarını hayrette bırakacak görülmemiş bir dirayet ve basiretle bu ağır vazifeyi de mükemmel bir şekilde başaracaktı.

                              İmam'ın konuşma ve mesajlarının hemen akabinde onbinlerce müslüman gönüllü olarak cephelere koşup Baas ordularının karşısına dikildiler ve inanılmaz bir iman ve direniş örneği sergileyerek daha ilk günlerde, Saddam ordularının ilerleyişini durdurdular. 29 yy'ın en inanılmaz ve en eşitsiz savaşıydı bu. İslama gönül veren sinelerdeki iman, teknolojinin ileri silahlarını bir kez daha yenmiş ve kan kılıca bir kez daha galebe çalmıştı. Her zaman olduğu gibi İmam'ın yegane dayanağı Allah Tealâ'nın karşı konulmaz iradesine iman ve O'na inanan gönül eri müminlerden ibaretti. İmam, yaptığı konuşmalarla halkı uzun ve çetin bir savaşa hazırlıyordu. Kur'an'da da sarih bir beyanla belirtilmiş olduğu üzere, saldırgan saldırganlığından vazgeçirilip cezalandırılıncaya kadar ona direnmek ve teslimiyet göstermemek mümine farzdı ve İmam da bu ilahi emrin gereğini yerine getirmekteydi. Savaş başladıktan birkaç gün sonra İmam, halkı müslüman ülkelerin İran'daki büyükelçi ve konsoloslarına hitaben yaptığı bir konuşmada "biz islamı savunmuyoruz ve savunacağız" diyor ve şöyle ekliyordu: "İslamı savunan ise caaaanı, malı ve sevdiklerini feda ederek savunur islami; böyle birinin davasından asla vazgeçirilemeyeceği bilinmelidir!"(84)

                              Yine bu konuşması ve islam ülkeleri devlet başkanlarına gönderdiği sözlü ve yazılı mesajlarında onlara,dinsiz Saddam'ı bir müslüman olarak kabul etseler bile Kur'an'ın açık emri gereğince saldırgan tarafı saldırganlığından vazgeirinceye ve Allah'ın hükmünü kabule zorlayın onunla savaşmanın ve saldırıya uğrayan taraftan yana tavır koymanın bütün müslüman birey, toplum ve devletlere farz olduğunu hatırlatıyordu (85).



                              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                              Yorum


                                #60
                                Ynt: Uyanış Destanı...


                                Savaş Neden Sürdü?

                                Saddam, belirlenen bölgeleri birkaç günde ele geçireceğini ve İran'ın bu savaşa birkaç günden fazla dayanamayıp dize geleceğini iddia ve ilan etmiş olduğundan Irak ordusu uzun yıllar sürecek yıpratıcı bir savaşla karşılaşabileceğini hiç hesaplamamış, bütün hesaplar birkaç günlük bir savaşa göre yapılmıştı. Halbuki Saddam'ın Baasçı ordusu müslüman İran halkının umulmadık direnişiyle karşı karşıyaydı şimdi, belirlenen hedeflerin ele geçirilmesi şöyle dursun, kendi mevzilerini bile güçlükle koruyabiliyordu Irak askerleri artık. Baas ordusunun bu direnişi kırabilmek için ard arda düzenlediği bütün saldırı ve geniş çaplı harekatlar hezimetle sonuçlanıyor, Iraklılar her defasında ağır kayıplar verip modern silahlarını bırakarak geri çekilmek zorunda kalıyordu. Amerika, bu ummadığı acı gerçeği kabullenmekte gecikmedi. Çok geçmeden Amerika, uluslararası kuruluşlarla bölgedeki arap ülkelerini harekete geçirip islâmî İran'a karşı yeni bir siyasi baskı ve çok yönlü bir ambargo dönemi daha başlattı. Bu kuruluşlarla arap ülkeleri, saldırgan tarafı kınayıp engelleyecekleri yerde, Amerika'nın önerdiği barışı kabul etmesi için islâmî İran'a baskıda bulunmaya başladılar. Halbuki bu şartlar altında ateşbesi kabul etmek demek, Saddam'la efendileri ve islam inkılabının diğer düşmanlarını ödüllendirip, savaş ve silah zoruyla gerçekleştiremedikleri emellerine bu yolla kavuşmalarını sağlamak demekti. Savaşı başlatan taraf Irak olduğu halde ona hiçbir itirazda bulunulmuyor, tam tersine, saldırıya uğrayan tarafa "artık savaşma, yeter!" deniliyordu!!

                                Saddam orduları İran topraklarında ilerlerken her nasılsa kör, sağır ve dilsiz maymun kesilmiş olan bu barış havarileri, Saddam'ın yenileceğini görünce birdenbire galeyana gelivermişlerdi! Oysa ki İran Saddam'ın saldırısına uğrayan taraftı ve en zor şartlar altında kendisini kavunmaktaydı; onlarca şehri, yüzlerce köy ve kasabası ve ülkenin güneyle batı bölgelerindeki petrol yataklarının içinde bulunduğu binlerce km2'lik bir alanını oluşturan büyük bir kısmı düşman tarafından işgal edilmiş haldeydi ve sözkonusu "barış havarileri"(!) İran'ı bu durumu kabullenmeye ve işgal edilen topraklarını düşmana bırakıp barışı imzalamaya davet ediyorlardı" Saldırgan Saddam'ın gücünü yeniden toparlayıp, efendilerince önceden belirlenen hedeflere karşı yeni ve daha geniş çaplı bir saldırıya geçmek için bu barışı öne sürdüğü hakikati görmezden gelinse dahi İran'ın sözkonusu şartlar altında barışı imzalaması demek saldırgan Irak ordularının İran topraklarında kalmasını kabullenmek ve İran'ın, işgal edilen kendi topraklarını Saddam'ın pençesinden kurtarabilmek için, başını ABD'nin çektiği siyaset tellalı ülkelerle onların güdümündeki uluslararası kuruluş ve teşkilatlara yalvarış yıllarca tavizler vermek ve nihayet saldırıyı başlatan asıl güce, yani Amerika'ya el açıp kendi topraklarının kendisine iadesini bu büyük şeytandan dilenmek demekti...


                                Bu çirkin oyun daha önce Lübnan'la Filistin'de oynanmış ve işgalci siyonist yahudiler Filistin ve Lübnan topraklarından geri çekilmedikleri gibi burada bir de "İsrail" adı bir devlet kurmuşlardı" Evet, bütün dünyanın gözleri önünde yavuz hırsız ev sahibini bastırmış ve sözde insan hakları savunucusu olan uluslararası kuruluşlar bu inanılmaz işgali sessiz sedasız seyretmiş, kendi vatanını işgalci siyonist İsrail'in elinden kurtarabilmek için bir kurtuluş savaşı veren mazlum Lübnanlı ve Filistinli gençler ise bütün dünyaya "terörist" olarak lanse edilmişti.

                                Halâ sürmekte olan bu çirkin ve inanılmaz oyun, Saddam eliyle islâmi İran'a karşı oynanmak isteniyordu şimdi de...

                                Şeref ve gayret sahibi hiçkimsenin kabullenemeyeceği bu zilleti; yakın bir süre önce bölgenin en güçlü diletatörünü devirebilmeyi başaran İmam'la İran halkına zorla kabul ettirebilmek elbette ki mümkün olamazdı.



                                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X